[Haga Nomua] Asil Katili

#1
Dusha Krallığı'na yılda en fazla beş gün kar yağar. Çöl iklimine sahip olan ülkede bu kadar kar yağması bile bir mucize olarak değerlendirilir. Ancak yağan kar Dusha'daki hayatı pek de etkilemez, malum kar hiçbir zaman tutacak kadar yağmaz. Bu, günümüze kadar gelen yılların gözlemi ile yapılmış bir yorumdur ve sen de aklının bir kenarında bu yorumu tutarsın. Ta ki sabah uyandığında dışarıdaki manzarayı gördüğün ana kadar.

Gözlerini açıyorsun ve camdan baktığın anda yerlerin kar tutmuş olduğunu, evinin bahçesinin dışına park edilmiş olan arabanın üstünün karla dolu olduğunu görüyorsun. Gözlerini ovalıyorsun ve tekrar baktığında kazak ve mont giymiş üç çocuğun birbirlerine kar topu attığını görüyorsun. Dusha'da mümkün bile olamayacağını düşündüğün bu hava ile buluşmak için sabırsızlanıyorsun. Tüm hazırlıklarını yapıyorsun ve dışarı çıkıyorsun. Gönüllü olduğun görev için şatoya doğru ilerliyorsun ama kara dokunmanın verdiği hissi ilk kez tadacak olma düşüncesi nedeniyle biraz da olsa yavaşlıyor ve kar ile oynuyorsun. Etrafına baktığında sadece kendinin değil, tüm Dusha halkının bu inanılmaz günü kar ile oynayarak geçirdiğini görebiliyorsun. Çok geçmeden şatoya varıyorsun. Bir polis memuru olarak ilk defa ülkenin kralı ile karşı karşıya geleceğin için belli bir prosedürden geçmen gerektiğini memurluk eğitiminden biliyorsun. Bu prosedür ise sadece ekipman kontrolü ve birkaç basit sorudan ibaret. Sorular ise şöyle listeleniyor:

"Ülkeni seviyor musun?"
"Kralı seviyor musun?"
"Devleti seviyor musun?"

Soruları şatoya girdiğin anda sürüklendiğin küçük ofiste cevaplıyorsun. Soruları soran tombul amca ise sana soruların tarihi hakkında biraz bilgi veriyor. "Tihami savaşı sırasında memurluk eğitimi aldıysan bu sorulara ilk denk gelen tayfadansın. Güvenlik önlemi için eklendi, ha Dusha'da bir şey olur mu, olmaz. Ama kralımız güvenliğin kritik olduğu günleri ilk defa görmüyor. Eskiden de buna benzer durumlar olduğunda aynı sorular sorulur, aynı önlemler alınırdı." Çıkarken ofisin kapısında duran iki memur daha olduğunu görüyorsun ve sana selam veriyorlar. Kendileri de ofise girerken başka bir görevli ofisin kapısında beklemeni söylüyor. Diğer iki elemana da aynı sorular sorulduktan sonra hep birlikte ofisin kapısında beklemeye başlıyorsunuz. İçlerinden siyah saçlı ve esmer olan "Merhabalar efendim, bendeniz Møto Atora. İsmimin anlamı şeftalidir, söyleme gereği duyarım. Günümüzde herkes şanlı Dusha dilini konuşmaz. Üniversitede de Dusha dili eğitimi alırım." diyor ve sahte olduğu her noktasından belli olacak şekilde gülümsüyor. Dipleri geldiği belli olan sarı saçlı esmer arkadaş ise "Ahudø hata aga. Biliriz elbet. Fepura ben de." demekle yetiniyor.

Kısa bir muhabbetin ardından hep birlikte kralın odasına çağırılıyorsunuz. Daha merdivenlere gidemeden bir başka çalışan geliyor ve üstünüzü başınızı silkeleyip düzeltiyor. Doğal olarak üstünüze bir gerginlik çöküyor ama ilerlemeye devam ediyorsunuz. Kralın odasına çıkıyor ve kralın önünde selam veriyorsunuz. Kral gülümsüyor ve kendini tanıtıyor. "Hoş geldiniz genç memurlar, ben de çok yaşlı değilim, o yüzden formalite konuşması yapmama gerek yok. Ben Toshohe Hafuru, tanıştığıma memnun oldum. Öncelikle konuya girip gerekli bilgilendirmeyi yapacağım, sonrasında biraz oturur muhabbet ederiz. Ne yazık ki bir güvenlik krizi söz konusu. Halkımızdan cesur bir adam tehdit edildiği halde bize geldi ve kendisini tehdit eden kişiyi ele verdi. Kendisi de kimliği hakkında pek fazla bilgiye sahip değildi, yaptığı tek şey adamın yüz yapısını anlatmak ve en son nerede gördüğünü söylemek oldu. Bu kısım ile elbette komiserlerimiz ilgileniyor ancak vatandaşımızın söylediğine göre bu kişi kraliçeye, yani eşime suikast düzenlemeyi planlıyor. İlgili kişiyi bulana kadar risk almak istemediğimiz için eşimi başka bir şehre gönderme fikrini konuşuyoruz. Sizden de bir grubun komiserlerimize yardım edip şüpheliyi bulmalarını, bir grubun da kraliçeyle birlikte bölge araştırması yapıp seçilen şehre giderken ona eşlik etmelerini isteyeceğim. Elbette bir süre boyunca kraliçe ile orada kalmanız gerekecek." Aklındaki tüm açıklamaları yaptıktan sonra tahtından uzaklaşıyor ve sizi odada bulunan büyük bir masaya davet ediyor. Sandalyenize oturduğunuz anda görevliler geliyor ve çaylarınızı koyuyor. Her birinizin önüne orman meyveleri içeren küçük pastalar konuluyor. Kral da sandalyelerden birine oturuyor ve "Kendinizi tanıtırsanız çok sevinirim. Ve kişisel bir probleminiz veya ülke ile ilgili bir probleminiz varsa söylemekten lütfen çekinmeyin." diyor.
Off Topic
Esenlikler dilerim, bu konuda GM olarak ben, yani Barisu ile ilerleyeceksiniz. Pasiflik süresi 3 gündür.

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#2
Gün içinde konuya yazmış olacağım.
► Show Spoiler

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#3
Kar bu toprakların yabancısıydı yıllardır. Sıcağın ve Güneş’in temsili olan bu topraklara düşen kar taneleri, yollarını kaybetmiş gezginlerden farksız değildi. Varlığını tüm yerliler anında görebilirdi, yabancılığını tanımlayabilir ve sorgulayan bakışlarını eksik etmezdi üzerinden. O yüzden, bu topraklara düşen kar taneleri, kimsenin umurunda olmazdı aslında. Pencereden dışarıya bakıldığında basit ve aslında samimiyeti sorgulanır birkaç heyecan cümlesinin ardından, herkes gündelik yaşamına devam eder giderdi. Ne kitaplar ne bilgeler bu topraklara düşen kara bir anlam yüklemeye uğraşmazdı. Ne de olsa, bu yabancının ne yeri ne yurdu burası olurdu ve anı geldiğinde, tıpkı geldiği gibi kaybolur giderdi. Tüm bu sebeple kar yağması, lüzumsuz bir gök olayı dışında anlam ifade etmezdi hiçbir zaman. Ta ki bugüne kadar…

Yerde ve araç üzerinde biriken karı gördüğüm anda, bu ana kadar kara lütfedilen tüm bu itibarsızlığı çözme gayretinde buluyordum kendimi. Onlarca yılın ardından yerde biriken ve hatta üç küçük çocuğun oynayabileceği kadar tutmuş kar, şüphesiz ki sadece benim için değil, tüm Dushalılar için bir mucizenin başlangıcı gibiydi. Elbette tüm bunların meteorolojik bir açıklaması bulunabilirdi, bizi lanetleyebilecek bir Tanrı olmadığına göre. Dolayısıyla, aklımın basma ihtimalinin olmadığı konulara sadece avel avel şaşırmak dışında bir şey yapamazdım. Tüm düşüncelerim ve duygularım benim nispeten katı bir insan olarak yorumlanmama neden olmuşsa da, etten kemiktendim neticede. Bu yüzden biriken kara hayret etmek, her insan kadar benim de hakkımdı. Bu yüzden bir an önce, belki de bir daha hiç tadamayacağım bir duyguya kendimi atmak istiyordum. Dolabımdan aldığım kalın kıyafetlerin üzerine, her zaman giydiğim ceketi de giyerek kombinimi tamamlıyordum. Esas amacım elbette pencerenin önündeki üç çocuğa katılmak değildi. Bir görevin, duyumun peşine düşecektim. Kar ise, sadece bu yolun güzelliği olarak kalacaktı.

Normal adımlarla ve çevredeki olup bitene hafif bir tebessümle yaptığım yolculuk esnasında, tanıdık yüzlere selam vermeyi, kar mucizesine birlikte şaşırmayı ihmal etmemiştim. Fakat tüm bu olan biten mucizevi durum, insani dürtülerimi ziyadesiyle zorluyordu. Bu yüzden yerden aldığım kar ile oynamayı kendime yediremesem bile, bunu yapmaktan da geri duramıyordum. Daha önce hissetmediğim o soğukluğu ve yumuşaklığı, sanki bir daha unutmamak istercesine avuçluyordum. İşin kötü tarafı, aslında normal bireyler için olması gereken olsa da, bu yaptığım şeyden zevk alıyordum. Sanki yaşayamadığım çocukluğu, elimdeki kar topuyla büyütüyordum. Bu noktada en büyük tesellim, sadece benim değil, tüm Dushalıların aynı kafayla kara gömülmüş olmaları oluyordu.

Şatoya vardığım anda ise, ilk olarak ayaklarımı yere sertçe birkaç kez vurarak tabanlarımda biriken kardan arınmaya çalıştım. Neticede gireceğim yerin niteliği belliydi ve ne olursa olsun burayı kirletmeye hakkım yoktu. Üstümde başımda kar taneleri olup olmadığını hızlıca yokladıktan ve üzerimi ellerimle hafifçe silkeledikten sonra, şatonun içine ilk adımımı atmıştım. İlk kez “kral” ile karşılaşacak olmanın getirdiği prosedürlere vakıftım. Tamamen göstermelik ve amacıyla bağdaşmayacak bir denetimden ibaret bu prosedürü, girdiğim küçük ofiste açıklamaya çalışan tombul amcanın inancına ve gayretine ise alkış tutmamak için kendimi zor tutuyordum. Güvenlik önlemi altında sorulan sorulara verilen cevapların içtenliğini ve doğruluğunu kontrol edebilecek bir mekanizma olmadığı sürece, bu soruların ve verilen cevapların anlamsızlığını fark edebilmek için bir dahi olmanın gereği yoktu. Sorulara takındım sahte içtenliğimle verdiğim yanıtlar, basit bir evet sözcüğünün ötesine geçmiyordu. Aslında verdiğim cevaplar hakkında pek de yalan söylediğim iddia edilemezdi. Ülkemi seviyordum, benim ülkem Forøhata’ydı. Kralımı seviyordum, atalarımdı. Ve devletimi de seviyordum, şimdilik yıkılmış olsa da…

Ofisten çıkarken aldığım iki memurun selamına başımla karşılık vermemin ardından, bir başka ofisin kapısında beklemeye koyuluyordum. İki memur da bana yöneltilen soruları cevapladıktan sonra yanıma geliyorlardı ve içlerinden ayırt edici özelliği siyah saçları olan adam kendimi tanıtıyordu. Sahte bir gülümsemeyle tamamladığı cümlelerinin ardından bu kez esmer teninde sırıtan sarı saçları olan adam lafa giriyordu kendimi tanıtmak için. “Aga” ile bitirdiği ilk cümlesiyle tüm varlığı gözlerimden silinen adam da kendini tanıttıktan sonra, ikisine hitaben ancak göz teması kurmadan “Haga, fø afi. Nomua, fø guri afi.” dedim. Genellikle kendimi tanıtırken “Haga Nomua, fi.” kalıbını kullanıyor olsam da, ismimi söylerken yaptığım vurgu birçok kez adımı ve soyadımı tekrar söylememe neden oluyordu. Bu iki memurla buna benzer bir muhabbete girmemek adına, adımı ve soyadımı ayrı ayrı söyleme ihtiyacı duyduğum için bu şekilde kendimi tanıtmayı uygun görmüştüm.

Tanışma faslının ardından kralın odasına çağrılmamızla birlikte, bir çalışan üstümüze çekidüzen vermek adına kıyafetlerimizi çekiştirmeye başlamıştı. Adama attığım bayık bir bakış, şu anda verebileceğim tek tepki olduğundan, bu konu üzerinde fazla durmadan ilerlemeye devam ediyordum. Kralın huzuruna çıktığımızda ise saygılı bir şekilde selam postürü ediniyordum. Kafamdaki düşünceler ve inançlarım ne olursa olsun, Toshohe Hafuru bir kraldı ve saygıyı hak ediyordu. Şu an için onun meşru olup olmamasını değerlendiremezdim, bu yüzden kendisine değilse bile makamına duyduğum saygıdan dolayı, verdiğim selamda en ufak bir yapmacıklık veya samimiyetsizlik bulunmuyordu. Kral konuşmaya başladığında ise, tüm dikkatim ve saygımla onu dinlemeye koyuluyordum.

Gönüllü olduğum ve esasen kraliyete yaklaşmak için aradığım en uygun fırsatlardan biri olan görev hakkında açıklamalar yapan Kral’ı sakin bir şekilde dinlemeyi sürdürdüm. Tüm açıklamalarının ardından elbette kafamda bazı soru işaretleri oluşmuştu. Ne var ki, bu soru işaretlerinin muhatabı, en azından şimdilik Kral değildi. Bu soru işaretlerini bir parça geriye atarak, Kral’ın bizi davet ettiği masaya yavaşça ilerleyecektim. Bu ilerlemem esnasında, Kral’dan hiçbir şekilde cephemi eksik etmeyecektim. Yani adımlarım, yüzümün her daim Kral’a dönük olmasını sağlayacak şekilde olacaktı. Belki yana belki de geriye doğru atacağım adımları, bir ihtimal de olsa beni bir aptal gibi gösterebilirdi. Ancak şu an, saygının tüm diğer his ve sıfatlardan önce geldiğine inanıyordum. Bu yüzden Kral’a arkamı dönmek bir yana, sağ veya sol tarafımı bile dönemezdim.

Masada bir sandalyeye oturmamın ardından, Kral da bir sandalyeye geçmişti. Önümüzde konulan çay ve orman meyveleri içeren pasta, şu an için pek cazip gelmiyordu gözüme. Kral’ın bu yönde bir işaret olmadıkça, çaya ve pastaya dokunmayı da pek düşünmüyordum. Sonuçta burada Kral’ın karşısında çay höpürdetme veya tıkınma amacıyla bulunmuyorduk. Niyetim, nazik ikrama karşılık görev bilincimi ön planda tutmaktı. Ancak bu düşüncemin farklı anlamlara çıkmasını engellemek adına, Kral’ın takdir etmesi halinde önümüze konulanlardan birkaç yudum ve lokma alacaktım.

Kral tarafından kendimizi tanıtmamızı içeren ve sorunlara yönelik cümleler sarf edildikten sonra önce yanımdakilere bakacaktım. Onlardan birinin konuşmaya fırsat bulup bulamayacaklarını kestiremiyordum. Bu yüzden, her halükarda Kral’ı bekletmemek adına lafa girmenin uygun olacağını düşünüyordum. Oturduğum yerden başımla konuşmak için müsaade isteyen bir hareket yaptıktan sonra “Haga, fø afi. Nomua, fø guri afi, efendim.” diyecektim, ismim konusunda Kral’da bir muallak yaratmamak adına. Hemen ardından ise, tüm saygımı koruyarak “Kişisel veya ülkeyle ilgili bir sorunum bulunmuyor, efendim.” diyerek sıramı savmayı planlıyordum. İçimi sızlatan bu cevabıma rağmen, aksi bir söylemin ne yeriydi ne de zamanı. Elbette o günün geleceğine de inanıyordum, lakin şimdi, sadece hedefime odaklanmalıydım.
► Show Spoiler

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#4
Kral tam sana cevap vermeye hazırlanırken birkaç dakika önce tanıştığın Fepura "Şimdi Toshohe kral beyim..." diyerek söze giriyor. Önündeki pastadan bir çatal alıyor ve ağzını şapırdatarak yemeye başlıyor. "Ben aslen köyden geldim. Şey tarafları." pastadan sürekli yiyerek kendi sözünü kesmeye devam ediyor. "Noenonoge ama şey sınırında." Tekrar kısa süreliğine duraklıyor ve havaya bakıp düşünüyor. Bir anda gözlerini pörtletiyor ve "Haohape sınırının orada. Neyse, şikayetimin bununla ilgisi yok." diyor ve kahkaha atıyor. "Monarşiden bıktık kral. Halkı tek bir adamın kafasına göre yönetmesi bize ters. Ama bunu kaale alan kimse yok ülkede. Monarşi olan bir ülkede gelip ülkeyi yöneten adama böyle denmez yani. Yine de sordun diye diyorum." Yanınızda oturan Møto ayağa kalkıyor ve "Kralımıza karşı biraz saygın olsun, hadsiz!" diye bağırıyor. Fepura ise "Bunun saygı maygıyla alakası yok birader! Düşünce özgürlüğü işte, söyledim bitti." diyor. Kral Toshohe ise "Dusha herkesin fikirlerini özgürce ifade edebileceği bir ülkedir Fepura, bu özgürlüğü senden ben dahil kimse alamaz. Lakin belli bir rütbeye gelmiş biri olarak senden bir tutam saygı beklediğimi de söylemem gerekir. Bunu şöyle düşünebilirsin, bir marangoza gittiğin zaman adama işini nasıl yapacağını anlatabilir misin? Elbette, bu özgürüğe sahipsin. Ama adamın bu işe verdiği yılları düşününce araya bir saygı duvarı koyarsın ve haddini aşmazsın. Ben de buraya emek vererek geldiğim için senden tek isteğim bu." diyor. Fepura, oflayıp pufladıktan sonra "Sanırım en azından onu yapabilirim kral, tamamdır." diyor.

Kral Toshohe, kısa süren muhabbetin ardından sizleri tahtının önünde topluyor ve görev dağılımını açıklıyor. "Fepura'dan şüpheliyi bulmak için komiserlerimize katılmasını, diğer iki arkadaşım, yani Møto ve Haga'dan da eşimin yanına gitmelerini istiyorum. Fepura, senin görev yerin belli, Dateremi merkez teşkilat binasına gidecek ve komiserlere adını yazdırıp aktif aramaya katılacaksın. Eğer burada halletmen gereken başka bir iş yoksa yola çıkabilirsin." Fepura, sessizce eğiliyor ve odadan çıkıyor. "Size gelirsek, ikinizin de kraliçe ile belirlediğiniz bölgeye gitmenizi istiyorum. Orada ne kadar kalmanız gerektiğini bilmiyorum, net bir süre veremiyorum. Eğer iki haftayı geçerse sizleri geri çağırırız, yeni insanlar göndeririz. İki hafta süreceğini sanmıyorum ama söz vermeyeyim. Ashe şu an gelmek üzeredir, ben de çıkacağım. Anlaşılmamış olabilir, o yüzden açıklayayım. Hangi şehre gideceğinizi size seçtiriyorum çünkü hükümet içerisinden bile kimsenin bilmesini istemiyorum. Sonuçta polis memurusunuz, stratejik zekanıza güveniyorum. Şimdilik kaçmam gerekiyor, şans dilemiyorum çünkü ihtiyacınız olmadığını biliyorum. Haydi göreyim sizi!" Kral Toshohe ikinizle de tokalaşıyor ve odadan çıkıyor. Odadan çıktığı gibi kapıda kraliçe ile karşılaşıyor ve sarılıyorlar. Kraliçe Ashe odaya giriyor ve kapıyı kapatıyor. "Demek benimle gelecek iki genç adam sizsiniz. Nasılsınız bakalım?" diye soruyor. Møto hemen söze atlıyor ve "Sayın kraliçem, sizleri görmek benim için bir onurdan da öte, tanımlanamaz bir histir. Ben Møto Atora. Size ismimi bahşedebilmek bile benim için bir mucize adeta." diyor. Kraliçe gülümsüyor ve Møto'nun elini sıkıyor. Sen de kendini tanıtıyor ve kraliçe ile tokalaşıyorsun. Kraliçe, tahtın sol tarafında bulunan geniş çalışma masasına doğru yürüyor ve masanın altında bulunan dolaptan büyük bir kağıt parçası çıkarıyor. Masaya seriyor ve sizi çağırıyor. Geldiğinde bunun kocaman bir Dusha haritası olduğunu görüyorsun. "Fikirlerimi söylemeden önce sizin fikrinizi duymak isterim. Nereye gitmeliyiz?" diye soruyor.

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#5
Sözlerim bittikten sonra Toshohe’nin lafa girmesini beklediğim sırada, kendisini Fepura olarak tanıtmış ve cismen insan olduğu yönünde izlenim uyandıran varlık konuşmaya başlamıştı. Bir köylüydü aslen, ancak tüm bu davranışlarının nereden geldiğiyle ilgisi olmadığı da bir o kadar açıktı. Neticede, kim nereden gelirse gelsin, memurluk kısmında bir devlet terbiyesi söz konusuydu. İyisiyle kötüsüyle hepimize işlenmeye çalışılan bu terbiyenin en ufak izini göremiyordum konuşabilen varlıkta. Onu saygısızlığından dolayı yargılamıyordum asla, davranışlarının yargıcı ben olamazdım. Ancak, saygısızlığın varlığını böylesine pervasız ortaya koyması benim yargılayabileceğim bir husustu. Saygısızlık ile onun varlığı arasında ince bir çizgi vardı ve o çizginin aşılması, insani dürtülerimi istemsizce hareketlendiriyordu. Sözlerinde yanlışlık yoktu, daha doğrusu haklı olduğu nokta mevcuttu. Fakat pervasızlık, düşüncelerinin önüne geçiyordu. Tam da kaçınmak istediğim düşünce açıklaması şeklinin vücut bulmuş haliydi Fepura ve bu yüzden içimi bir nebze de olsa cız ettiren suskunluğumun şu an için bir ödül olduğunu anlamamı sağlamıştı. Ne var ki, hafifçe asılan suratım dışında Fepura’nın sözlerine tepki vermemeyi seçmiştim. Neticede buradaki esas makam sahibi olan kişi Toshohe’nin ta kendisiydi ve burada ortaya koyacağım tepki, onun yetki alanına girmek anlamına gelebilirdi. Bu nedenle sessizliğim, yine Toshohe’nin makamına duyduğum saygıdan dolayıydı.

Bu yöndeki düşüncelerimin tam aksi de bir kez daha vücut buluyordu, bu kez kendisini Møto olarak tanıtan kişiden. Peki Fepura’yı hadsizlikle itham ederken, kralının yanında birden ayağa kalkıp başka birini kral adına azarlamaya ne ad verilirdi? En basit haliyle bu da hadsizliğin başka bir şekilde gün yüzüne çıkışından ibaretti. Fepura saygısızlığının varlığını ortaya koyarak hadsizliğini sergilerken, Møto da kralının yetki alanını gasp ederek ve sesini yükselterek hadsizliğini sergiliyordu pervasızca. İşin kötü tarafı ise, çıktığım yolda bu iki uçta yer alan hadsizle birlikte ilerlemek zorunda olmamdı. Sanki her bir düşüncemin ardındaki ıstıraplı sancılar yetmezmiş gibi, bir de bu ikisiyle uğraşmak başlı başına sorundu. Zira biri patavatsızlıkla diğeri ise aşırılığıyla yoluma ket vurabilecek cinsten kişilerdi.

Fepura’nın sözlerine tepkisini dile getiren Toshohe’nin cümlelerini dikkatle dinliyordum. Sözlerinde haksız değildi kesinlikle, fakat söylediklerindeki eksiklikler gün gibi ortadaydı benim için. Zira Toshohe oturmakta olduğu makamına emek vererek geldiğini dile getirmişse de, atalarından kendine miras kalan kanı es geçmesi benim adıma büyük bir sürpriz yaratmamıştı. Şu ana kadar samimi ve içten bir karakteri oynuyordu Toshohe, ancak bu karakteri içerisinde çoktan eline bulaşmış olan kanı ayan beyan göstermesi de mümkün değildi. İçtenliğini sorgulamasam bile, sözleri iki yüzlülüğünün kanıtıydı. Bu yüzden de yüzüme yapışan sabitliği korumak kendi adıma en iyisi olacaktı. Neticede, sözlerin söyleneceği günün bugün olmaması gerektiğini en başından beri tembihliyordum kendime.

Kısa bir sohbetin ardından tahtın önünde toplanmamızla birlikte, esas meseleye giriş yapıyordu Toshohe. Görevle ilgili bilgiler ve görev dağılımları yapılırken en azından Fepura’nın yola bizimle devam etmeyeceğini bilmek sevindiriciydi. Nitekim Fepura ile uğraşmaktansa Møto’nun çizgileri benim açımdan daha belirgindi ve bu haliyle de benim için daha kolay bir karaktere sahipti. Fepura’nın ayrılışının ardından bizim görevimiz açıklanıyordu ve bu da kraliçenin yanından ayrılmamaktan ibaretti. Kulağa son derece basit gibi görünse de içinde birçok problemi yaratabilecek bir konuydu bu. Her şeyden öte, yanımızdaki vasfı ne olursa olsun bir candı ve bize emanet ediliyordu. Bu yükü taşımak, başlı başına fazlasıyla ağır bir yüktü. Dolayısıyla, kimsenin bize verilen görevin basit olduğunu söyleyebilmesi mümkün değildi. Fakat olayın tek mantıklı yanı, gidilecek yerin tamamen bize bırakılmasıydı. Bilgi, paylaşıldıkça kıymetli olsa da bilginin niteliği bu kıymeti yok edebilirdi. İkisi arasındaki bu zıt ilişki her zaman gözden kaçabilirdi, fakat ne güzeldir ki, bu kez bu yaşanmayacaktı. Bilgi sadece bizde veya kafamdakilere uygun davranılması halinde bende ve yönlendireceğim bir kişide olacaktı. Her ne kadar görevle ilgili olarak belirtmem gereken bir husus olsa da, Toshohe hızlı açıklamalarından sonra, sanki hayatında daha önemli bir iş olabilirmişçesine, tokalaşarak yanımızdan ayrıldığında, esas kadın da girişini yapıyordu.

Ashe’nin odaya girmesinin ardında kapıyı kapatarak yanımıza gelerek hal hatır sorma faslına girişiyordu. Elbette bu fırsatı geri çevirmeyecek olan Møto kraliçesine övgüler dizdiği aşağılık cümleleriyle kendini tanıtıyordu. Bu sahne karşısında kusmamak için kendimi zorlarken ismimi sormamış olsa dahi elini uzatan Ashe’nin elini hafifçe sıkarken “Haga Nomua, fø afi.” demekle yetinecektim. Ashe’nin kafamdaki düşünceler içindeki yeri nedeniyle, bu kez kendimi her zamanki gibi tanıtmakta bir sakınca görmüyordum.

Ashe’nin bizleri masaya çağırmasıyla birlikte, masada duran Dusha haritasına bakarken Ashe öncelikle bizden bir şeyler duymak istediğini dile getiriyordu. Tıpkı Toshohe gibi bizim düşüncelerimizin değerli olduğu imajını vermeye çalışan bir adım olabileceği şeklindeki olumsuz düşüncemi zihnimin gerisinde bıraksam da, esasen ben de öncelikle Møto’yu dinlemeyi arzuluyordum. Onun saygı fetişiyle yıkanmış zihninden çıkacak fikirleri dinledikten sonra ise kendi fikirlerimi ortaya koymayı düşünüyordum. Bu sebeple de, Møto’nun zaten konuşmaya atılacağı düşüncesiyle kısa bir süre bekleyecektim sadece.

Møto’nun konuşmaya girmemesi veya konuşmasını yapıp bitirmesi ardından, sağ elimin avuç içini yavaşça haritanın üzerine koyacaktım. Elimi koyduğum yerin, rastgele bir yer olmasına dikkat ederek yaptığım bu hareketten sonra “Kralımız, hangi şehre gideceğimizi hükümet içerisinden bile kimsenin bilmemesini arzu ettiğini dile getirmişti. Makamınıza saygısızlık etmek istemem, ancak unvanınız sizin de bu bilgiye ulaşmanızı engelliyor.” diyecektim. Bu sözlerimin ardından haritayı yavaşça katlarcasına buruşturup masanın üzerinde bırakırken “Ayrıca Kralımız polis memuru olmamız nedeniyle stratejik zekamıza güvendiğini de dile getirmiştir. Hoş, hepimizin bu güvene layık olmadığını düşünsem de, şu an için sizden, tıpkı Kralımız gibi, bize güvenmenizi isteyeceğim.” diyecektim. Sözlerimin sert gelmesi ihtimaline karşın yüzüme hafif bir tebessüm takınırken “Gideceğimiz yeri seveceğinizden eminim Kraliçem.” dedikten sonra Møto’ya dönerek “Senin de.” demekle yetinecektim. Böylece, hem Ashe’ye karşı bir tavrım olmadığını mümkün olduğunca belli ederken hem de bu bilgi güvenliği hususuna Møto’nun da dahil olduğunu gösterme niyetindeydim. Fakat yine de, tüm düşüncelerimi dile getirdikten sonra “Ancak takdir elbette sizindir Kraliçem. Arzunuz ne şekilde buyuruyorsa, onu yerine getirmeye çalışacağımızdan emin olabilirsiniz.” diyerek konuşmamı sonlandıracaktım.

Elbette tüm bunlar, Møto’nun benimkinden farklı bir düşünceyi dile getirmesi halinde olacaktı. Møto’nun da benim gibi bir düşünceyle gelmesi halinde, bu kez sadece Møto’nun fikrinin yerinde olacağını söyleyecektim. Ancak burada konuşmama, tıpkı ikinci kısımdaki gibi devam ederek, gideceğimiz yerin neresi olacağı konusunu kendime saklamaya çalışacaktım. Akabindeki konuşmalarımda da bir değişiklik yapmayı planlamıyordum.
► Show Spoiler

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#6
Sözü öncelikle Møto'ya veriyorsun ve kendisi hemen "Kraliçem, aslında ben Domisheto taraflarındanım, bir doğal güzellikleri vardır, inanılmazdır. Ah, işe bakar mısınız? Ülkenin kraliçesine ülkeyi anlatıyorum, ahahah! Çok komik bir durum gerçekten. Siz de isterseniz Domisheto olsun." diyor. Kraliçe ise "Olabilir tabii, Domisheto güzel bir şehrimiz. Başka bir fikri olan var mı?" diyor. O sırada sen devreye giriyorsun. Kraliçe fikirlerini dinledikten sonra "Akıllıca. Kralı da dinlemişsin anlaşılan. Bu fikri çok beğendim." diyor ve kapıya doğru yürürken sözlerine "O halde bu fikri uyguluyoruz." diye devam ediyor. Kapıya ulaştığında "Bu arada ben fikir paylaşmayı düşünmüyordum, sadece kralı gerçekten dinleyip dinlemediğinizi denemek istedim. Dinleyen zaten kendini belli etti." diyor. Møto ise "Fakat kraliçem, kralımız Toshohe sizinle birlikte seçmemizin en doğrusu olacağını söyledi!" diyor ancak sesini fazla yükselttiğini fark edip "Elbette siz her türlü haklısınız." diye devam ediyor. Kraliçe Møto'ya dönüyor ve "Kralı anlaşılan duymadan dinlemişsin. Bütününü yakalayamamışsın. Ama sorun yok, kendini geliştirirsin." diyor. Møto ise "İvit kraliçem..." diye mırıldanıyor. Kraliçe şatonun bahçesine indiğinizde hepinizi bir araya topluyor ve "6-7 saat içinde yola çıkacağız baylar. Yanınıza almanız gereken tüm eşyaları alın. Unutmayın, ne kadar süreceğini bilmiyoruz. O yüzden bavulunuz yoksa alsanız iyi olur. Geceleyin burada toplanıyoruz. Anlaştık mı?" diyerek planı açıklıyor. Kraliçeyle vedalaşıyor ve evlerinize dağılıyorsunuz.

6 Saat Sonra

Kendince gerekli tüm hazırlıklarını yaptıktan sonra şatoya geri geliyorsun. Gecenin 12sinde herkes şatoya varmış oluyor. İlk olarak Møto ile karşılaşıyorsun. Møto geldiği gibi omzuna hafifçe vuruyor ve "Beni de iyi gömdünüz ha, ahahah!" diyor. Garip bir sessizliğin ardından "Kraliçeyle sen yani." deme gereği duyuyor nedense. Neyse ki aklını kaybetmeden Fepura geliyor. "Moruk bu saatte de yolculuk hiç çekilmez ha. Götümüz donacak." diyor ve bahçenin ortasında yere oturuyor. Elbette ilk önce Møto'dan tepki alıyor. "Poshotatumi Şatosu'nun bahçesinde ne hakla yere oturursun, hadsiz?" Fepura bu sefer yere uzanıyor ve "Ne hadsizmişiz arkadaş ya, gelsin kral bıçaklasın beni yere çömdüm diye." diyor. Møto kafa göz dalmaya hazırlanırken kraliçenin ayak seslerini duyuyorsunuz. Fepura da hemen ayağa kalkıyor. Şatodan dışarı çıkıyor ve sizleri selamlıyor. "Şoförümüz birazdan burada olur. Karavan ile gideceğiz. Varmamız en az 1 gün sürecekmiş. Karavanda da sadece üç yatak vardı, bir tane yer yatağı yaptık. Nerede kalacağımız fikrini Haga verdiği için en iyi yatağı ona verelim." Kraliçe, sözlerini bitirdikten sonra kıkırdıyor ve omzuna dokunuyor. Møto'nun kıskançlıktan geberdiği yüz ifadesinden anlaşılıyor. Fepura ise ilk geldiğinde nasılsa hala öyle. Çok geçmeden karavan geliyor ve senin dışında herkes biniyor. Sen ise öncelikle şoförü dışarı davet ediyorsun ve kendisiyle planın hakkında konuşuyorsun. Karavana biniyorsun ve etrafı incelemeye başlıyorsun. Bugüne kadar gördüğün karavanlarla zerre alakası olmayan bir karavanla karşı karşıyasın. İpekten duvarları var ve yumuşacık bir halıyla kaplanmış. Duvarlara eski Dusha sanatçılarının sanat eserleri asılmış. Karavanın en arka odasında sağda üst üste iki, solda ise sadece bir yatak var. Ortaya da bir yer yatağı açılmış. İlerliyor ve geniş, rahat bir oturma alanına ulaşıyorsun. Bir sürü içki şişesi, hazır yemek, paketli atıştırmalıklar ve sıcak çay var. Sıcak çay hazırlayabildiğin makineye bakıyorsun ve 5 farklı çay alabildiğini görüyorsun. Şoförün bulunduğu yere ilerleyecekken Fepura'nın sesini duyuyorsun. "Oha lan, burada kart oyunu bile var. Atar mıyız bir el?" Kraliçe hemen oturma yerine geçiyor ve "Dudupiputa mı o? İyi oyuncuyumdur, haberiniz olsun. Haydi gel Haga." diyor. Møto ve Fepura'nın çoktan yerlerine oturduğunu görüyorsun. Önceden oynadığın bir oyun olduğu için dört kişi gerektiğini biliyorsun. Yani sensiz başlamaları mümkün değil.

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#7
Pazartesi günü konuya yazılmış olacaktır.
► Show Spoiler

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#8
Konuşma sırasını ilk olarak Møto’ya vermekle, aslında yanılmamış olduğumu da anlıyordum. Ağzından çıkan cümlelerle, klasik ve basit bir insan profilini rahatlıkla çizebiliyordu. Buna bir de, kendince belki de saygı olarak adlandırdığı, ancak buram buram yağlama kokan kelimelerini de ekleyince, Møto gözlerimin önünde eriyip yok oluyordu. Domisheto fikri kulakta yavan bir tat bırakırken, Ashe’nin başka fikirleri duymak istemesiyle konuşmama başlıyordum. Fikirlerimi dile getirmemin akabinde, Ashe’nin fikrimi beğenmesiyle uygulamaya konulacak planımız, daha doğrusu planım da belli oluyordu. Şüphesiz bu durum Møto’da derin bir hüzne yol açacaktı, ancak eninde sonunda kafasız bir birey olduğunu da anlaması gerekiyordu. En azından benim yanımdayken, bunu en basit şekliyle, basitçe küçük düşerek yaşamıştı.

Şatonun bahçesinde hep birlikte toplandığımızda, önümüzde hazırlanmak için 6-7 saatin olduğunu söylüyordu Ashe. Bana kalırsa, ziyadesiyle fazla ve boşa kaybedilen bir zamandı. Ancak şu anda için Ashe’ye karşı çıkmak yönünde bir düşüncem de bulunmuyordu. Bu yüzden söylediklerini sessizce kabul edip, başımı hafifçe sallamakla yetinecektim.

Şatodan ayrılmamım akabinde, yanıma alacağım veya alabileceğim eşyaları da düşünmeye başlamıştım. Varış noktamız, son derece aşina olduğum ve bildiğim topraklar olacaktı. Ancak yolculuğun neler getireceği konusunda bir fikrim yoktu. Bu yüzden de her türlü ihtimale karşı hazırlıklı olmak durumundaydım. Bunun için de elimde tutmam gereken en önemli iki nesne bir harita ve pusulaydı. Yolculuk benim istediğim güzergahta ilerleyecek olsa da, içimize sızmış bir köstebeğin bir çuval inciri berbat etmesine müsaade edemezdim. Bu sebeple, güzergahtan çıkma gibi bir durumla karşılaşmamak adına, pusula ve harita benim açımdan elzemdi. Bunları tedarik edebilmem akabinde ise, klasik bir yolculuk valizi hazırlayacaktım sadece. İçine birkaç kıyafet doluşturduktan sonra yolculuk için hazır hale gelecektim. Bir tarafım, her ihtimale karşı yanıma kesici bir alet almam gerektiğini söylüyordu, ancak bunun doğru olup olmayacağını da tam olarak bilemiyordum. Ne var ki, her ihtimal göz önüne alınacaksa, valizime bir ekmek bıçağı bile olsa sokuşturmanın bir zararı olmazdı. Son olarak ise bir kağıt üzerine hazırlayacağım güzergah haritaları, tüm hazırlıklarımın sonu olacaktı. Üç normal kağıda, kaba taslak ülkenin haritasını çizdikten sonra ilk haritaya “Poteguhe -> Gahagama -> Poshimoto” şeklinde bir güzergah, ikinci haritaya da “Poteguhe -> Putofushunu -> Ganoguhe” şeklinde bir güzergah, üçüncü haritaya ise “Poteguhe -> Putofushunu -> Toteshina -> Memuhe” şeklinde bir güzergah çizecektim. Tüm bunları yapmamın ardından, hazırlıklarım tamamlanmış olacaktı.

İhtiyaçlarımı tedarik ettikten sonra, gideceğimiz güzergah hakkında düşünmekle zamanımı geçirmeyi planlıyordum. Bununla birlikte, her ne kadar Ashe geceleyin toplanacağımızı belirtmişse de, bir miktar erken gitmekte fayda görüyordum. En azından ortamı koklamak ve olası bir tehlike unsurunu erkenden kestirebilmek adına bunun uygun olacağını düşünüyordum. Bu yüzden de daha gece çökmeden çok da büyük olmayan valizimle evimden ayrılmıştım.

Şatoya varmamın ardından bir süre etrafta takılmayı ve mümkün olduğunca gözlem yapmayı hedefliyordum. Kimin neyden ne kadar haberdar olduğunu az çok kestirmeyi umuyordum. Her ne kadar gizli bir işin içinde olsak bile, Ashe’nin saraydan ayrılışının çok da sessiz sedasız geçmeyeceğini düşünüyordum. Bu yüzden Ashe’nin hareketleriyle ilintili olan her bir detayı yakalamayı arzuluyordum. Gece olduğunda ise yanıma gelen ilk kişi Møto’dan başkası olmuyordu. Kraliçesi karşısında boynu bükük kalmış bu şahsın, tam saatinde burada olacağından şüphem yoktu. Omzuma yavaşça vurmasının ardından kurduğu cümlelere hafif bir tebessümle karşılık verdikten sonra “Niyetim bu değildi. Bu yolda Fepura dahil, birlikteyiz neticede.” diyerek olayı geçiştirmeye çalışacaktım. Nitekim Møto pek de umurumda olmayan, ancak yakınımda tutmak istediğim biriydi. Olayları sorunsuz bir şekilde hallettikten sonra yüzüne bakmak isteyeceğimi ise hiç düşünmüyordum. Ancak kader bu anlarda yanımdaydı ki Fepura da Møto’nun boş muhabbeti uzamadan yanımıza gelerek tüm ilgiyi üzerine topluyordu. “Moruk” kelimesiyle başlayan cümlesi haksız bir tavırdan uzak olsa da, Møto’nun şimşeklerini üzerine çekmesine yetiyordu. Bu ikiliyle “müthiş” bir sinerji yakalamamış olmamız ise, görevimizin “en güzel” kısmıydı. İkili arasındaki hadsizlik müsabakasına seyirci kalmakla yetinirken kader bu kez Ashe’yi bir kurtarıcı olarak gönderiyordu.

Ashe’nin konuşması akabinde en iyi yatağa hak kazanmış olmak, muhtemelen Møto’da bir derin sancıya daha neden olacaktı. Ancak bu benim için önemsiz bir detaydı ve bu yüzden Ashe’nin konuşmasının sonlanmasının akabinde “Onur duydum Kraliçem, teşekkür ederim. Ancak buna lüzum yok. Hepimizin aynı anda uyuması gerekmiyor ve siz varken, en rahat yatağa yatmak hançerler üzerinde uzanmaktan farksız olurdu.” diyecektim. Sesimde ve konuşma tonumda Møto’nunki gibi bir yapmacıklık olmasından şiddetle kaçınacaktım. Zira Ashe benim nezdimde değersiz olsa bile, makamı her daim saygıyı hak ediyordu. Ashe’nin kıkırdamasını, omzuma temasını ve Møto’nun yok oluş anlarını bir çırpıda geçerken, karavanın yaklaşmasıyla bu muhabbetin de sonuna geliyorduk.

Herkesin karavana doluşmasının ardından şoförümüzü dışarı davet ederken baş başa kalmaya özen gösterecektim. Etrafıma göz gezdirip kimsenin bizi görmediğinden ve duymadığından emin olduğum bir anda, şoföre kısık bir sesle “Poteguhe’ye gideceğiz. Olabildiğince ana yollardan. Bilinmedik veya beklenmedik bir husus olursa, anında durmanı istiyorum. Bir risk gördüğün anda da… Unutma, burada sorumluluk biz üç memurda ve başımıza her ne gelirse gelsin, senin bu işten zarar görmeni istemiyorum.” diyecektim samimi bir şekilde. Söylediklerimin gerçekliğini gözlerimden de görmesini umduğum şoföre son olarak cebime katlayarak koyduğum ve üzerinde “Poteguhe -> Gahagama -> Poshimoto” şeklinde bir güzergah olan haritayı çıkarıp verecektim. Hemen ardından ise “Ne olursa olsun, bu haritaya sadece kendinin baktığından emin ol ve Kraliçe dahil olmak üzere güzergahı kimsenin bilmediğinden emin ol. Poteguhe’ye vardığımızda da, ilk olarak benimle irtibata geç.” diyecektim. Varış noktamız hiçbir zaman Poshimoto olmasa bile, şoförün bunu bilmesine gerek yoktu. Dolayısıyla, şoför tarafından şimdilik Poteguhe’ye gitmemizi bilmek yeterli olacaktı.

Şoför ile işimin bitmesinin ardından, karavana döndüğümde adeta yürüyen bir hazineyle karşılaştığımız fark ediyordum. Birçok Dushalının ömrünü verip de ulaşamayacağı ve ayak dahi basamayacağı halı zemin ve ipek duvarlar insanı farklı bir havaya sokuyordu. Duvarlarda eski sanatçıların eserleri bile başlı başına karavanı bir hazineye dönüştürürken yataklar ve diğer şeyler de gözlerimin önüne seriliyordu. Bu karavanda olmaktan en çok Fepura’nın memnun olacağı düşüncesiyle ilerlemeye devam ederken onun sesiyle odağımı ona doğru yönlendiriyordum. Ashe’nin davetiyle yerimi almaktan başka çarem olmadığını anlarken “Öncelikle bir hususu konuşmak isterim. Mümkün olduğunca iki memur olarak uyanık kalmamız gerekiyor. Memurlar olarak sırayla uyuyalım diye düşünüyorum.” diyecektim. Hemen ardından görevdaşlarıma sırayla bakarken “Eğer sizler için de uygunsa, ilk olarak Møto ve ben uyanık kalalım. Sonrasında Møto yatar ve Fepura uyanır. Tabi uyumaktan kastım, saatler süren bir uyku değil. 1-2 saat kestirmek diyelim.” diyecektim. Eğer bu konuda olumsuz bir görüş veya benimkinden daha kıymetli bir fikir çıkmazsa, oyuna dönmek için masaya odaklanacaktım. Tabi benim açımdan en büyük sorun da burada başlıyor olacaktı. Kafamı masadan hafifçe kaldırıp Ashe’ye bakarken “İyi bir oyuncuyla, hiç oyunu bilmeyen biri… Pek de heyecan verici değil sanırım.” diyerek “Dudupiputa” isimli oyunla ilgili bilgim olmadığını ilan edecektim.

Off Topic
Pusula, harita ve bıçaktan oluşan malzemeleri konu içinde satın almam mümkün ise ücreti mukabilinde bunları almak isterim. Eğer bu ekipmanları almam mümkün değilse de, bunları almamışım gibi devam edebilirim.
► Show Spoiler

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#9
Off Topic
Pusula, harita ve bıçağı şatoya gelmeden ilgili dükkanlardan aldığın varsayılacaktır. Üç malzemenin toplam fiyatı 75 PBF'dir. Bu fiyatı bakiyenden düşebilirsin.
20 Dakika Önce

Şatonun bahçesinde dikilirken birkaç çalışan ile karşılaşıyorsun. Bunlardan ikisi temizlikçi oluyor. Temizlik görevlilerinin kraliçe ile ilgili dedikodu yaptığını duyabiliyorsun. İçlerinden biri diğerine "Ay kraliçe de ne uğraştırdı ya! Sabahtan beri çağırıp bir şeyler istiyor. Bir koridor silemedim ayol!" diyor. Diğeri ise "Ya abla ben de bıktım yani ne yaygara çıkardılar, bir yere gidecekmiş de, orada kalacakmış da. Neresi olduğunu da söylemiyorlar hem. Kaç yıldır burada kıçımızı yırtıyoruz hala bize güvenmiyorlar. Yazıklar olsun." diyor. Şatonun kapısındaki kulübede bir güvenlik görevlisi oturuyor. Kendisine her döndüğünde gözlerini sana doğrulttuğunu görebiliyorsun. Møto'nun gelmesiyle temizlikçiler sizi fark ediyor ve susup köşelerine çekiliyorlar. Güvenliği de son kez kontrol ediyorsun ve size bakmadığını görebiliyorsun.

Şimdi

Sırayla uyuma planını açıklıyorsun ve hemen ardından Fepura "Aga beni saymayın, ben kaçacağım." diyor. Møto araya giriyor ve "Harbiden, Fepura kardeşim, sen komiserlerle gitmeyecek miydin?" diye soruyor. Fepura ise "Söylemediler mi lan size?" diyor. Møto şaşırıyor ve ağzını tekrar açtığı gibi biri karavanın camını tıklatıyor. Fepura kapıya gidiyor ve şoför kapının otomatiğini açıyor. Bir anda içeriye teker teker on farklı eleman giriyor. Her biri özel armalı bir üniforma giymiş ve sadece resmi törenlerde kullanıldığını gördüğün bir kask takıyorlar. Kraliçe "Ay gençler kusura bakmayın. Komiserleri az ötede bırakacağız, söylemeyi unuttum size." diyor. Toplam on dört kişi olunca doğal olarak fena bir gürültü meydana geliyor ama kraliçenin emrine uyuyor ve oyuna katılıyorsun. Oyuna başlamadan önce Møto "Haga'ya hak veriyorum kraliçem. Vardiyalı uyumamız en sağlıklı yöntem olur. Fepura'yı saymayacağız anlaşılan ama biz Haga ile kendi aramızda yapabiliriz." diyor. Fepura, kraliçeye dönüyor ve "Kraliçem bizi kaç dakikaya atarsınız?" diye soruyor. Kraliçe Ashe ise "Buradan yarım saatlik bir yolumuz var. Oyunu her türlü oynarız yani." diyor ve gülümsüyor. Oyun hakkında bilgi sahibi olmadığını belirttiğinde Ashe "Aaa, o zaman öğretelim önce." diyor ve öğretmek için gönüllü olup olmadığını soruyor. Møto hemen gönüllü oluyor ve sana dönüp anlatmaya başlıyor. "Herkes desteden on kart çekiyor. Her kartın üstünde ve altında sayı değerleri var. Üst sayı değeri kartın gücü, alt sayı değeri ise canını temsil ediyor. Her kartın belli başlı saldırıları ve özellikleri var. Bazı özel kartlar joker kartı olarak işliyor. Bu özel kartlar ya ağır bir saldırı üzerine ya da saldırı dışı bir özellik üzerine oluyor. Herkes 100 can ile başlıyor. Amacın rakiplerinin canını sıfıra düşürmek ve hayatta kalan son kişi olmak. Böylece oyunu kazanıyorsun. Başarılı bir saldırı yaptığında bir ödül kartı çekiyorsun. Sana yardımcı olmak isteyen biri olursa ki evet, başka bir oyuncu sana saldırman için yardımcı olabiliyor, o da ödül kartı çekiyor. Savunma kartları da olduğunu unutma. Rakibinin yok ettiğin her bir kartı rakibinin canını 25 indirirken senin canını 10 yükseltiyor. Canın 100'ün üstüne çıkamaz elbette." Møto oyunu açıkladıktan sonra kraliçe kartları dağıtıyor. Kartlarını teker teker inceliyorsun.
► Show Spoiler
Oyun seninle başlıyor.

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#10
Bu kesinlikle düşündüğüm gibi olmamıştı. Fepura’nın bizimle gelmesini gözden kaçırmış olmama mı yoksa karavana doluşan on adama mı kafamı takmalıydım, emin değildim. Fakat olan olmuş ve her şeyi kontrol altında tutabilmemin imkansız olduğunu daha yolculuğun başında öğrenmiştim. Aslında düşününce, bunun başıma gelmesinin iyi olduğunu söyleyebilirdim. Zira bana, sıradan bir insan olduğumu göstermişti tüm bu olanlar. Kimilerine göre takıntılı, kendime göre ise haklı düşüncelerimin arasında yaşanan gerçek şeyler, bana bir insan olduğumu hatırlatmaya yetmişti. Fakat bu demek değildi ki, bundan sonra rahat olacaktım. Bir değil, birkaç kez bir şeyleri düşünmem ve üzerinden geçmem gerektiğini anlayabilmiştim. Yüzüme kondurduğum ufak tebessüm, belki de içeride olanların dikkatini bile çekmeyecekti ancak kendimi yoklamak iyi gelmişti. Tek umudum, yolculuk planımıza bir çomak sokulmamış olmasından ibaretti.

Vardiyalı uyuma teklifim, Møto’nun da kabulüyle hayata geçecek gibi duruyordu. Tabi bu durumda, Ashe ile yalnız kalmak durumunda olma ihtimalim de gün yüzüne çıkıyordu. Bu yalnız kalma durumu ise pek de istediğim bir şey değildi aslında. Ashe bir kraliçe olabilirdi, benim nazarımda olmasa da. Bu yüzden de baş başa kaldığımız bir vakitte dilimi tutamamaktan çekiniyordum. Elbette saygı sınırlarını aşan davranışlarda bulunmak adetim değildi, ne var ki bazen sınırları koruma noktasında kendime pek güvenemiyordum. Aslında belki de hiç düşünmemem gereken bir konuydu. Bu yüzden zamana bırakmak şimdilik en iyisi gibi duruyordu.

Oynayacağımız oyunla ilgili olarak, yine şaşırtıcı olmayan bir şekilde Møto lafa girivermişti. Aslında pek de karmaşık olmayan oyunu aşağı yukarı anlamıştım. Lakin, oynarken tüm taşların yerine oturacağını düşünüyordum. Bu yüzden dağıtılan kağıtları gözümle tek tek takip ettikten sonra, önümde bir yığın haline gelen kağıtların tamamını bir hamlede elime aldım. Kartları karıştırır gibi sırayla taramaya başladığımda, her birinin farklı farklı özellikleri olduğunu görüyordum. Ancak en çok dikkatimi çeken şey Hafuru ve Ashe gibi günümüz insanlarının kartlarının var olmasıydı. Elbette diğer kartlara göre güçlü görünüyorlardı, fakat niyetim oyun içinde bir kazanan olmak değildi kesinlikle. Bu yüzden elimdeki kartların iki tanesini hariç tamamını bir tomar haline getirip en üstte ilk oynayacağım iki kartı bırakmıştım. Oyuna başlama sırası bende olduğu için herkesin en üstte tuttuğum kartı oynadığımı görebileceği şekilde boştaki elime alacaktım. Kartı ters bir şekilde ortaya doğru sürüklerken, odakların sadece kartta olmasını sağlayacaktım. Kartı ortaya getirdiğimde yavaşça açarken “Toshohe Hafuru ile başlıyorum. Kralımızın kartı güçlü görünüyor ve birilerinin ona rakip olmak isteyeceğini de pek sanmıyorum.” diyecektim hafif bir tebessümle. Bu esnada ise, henüz kimsenin dahil olmadığı oyunumu oynamayı planlıyordum. Eğer Ashe karşımda değilse, kartımı ortaya koyarken sanki elimdeki desteyi istemeden ona doğru tutuyormuşum gibi davranacaktım. En üstte tuttuğum kartın tamamının görünmemesini sağlayarak, bunun kasti bir davranış olmadığı izlenimini uyandırmaya çalışacaktım. Ashe’nin söylediği kadar iyi bir oyuncu olduğunu ortaya koyacak ilk hamlem buydu aslında. Zira odaklar ortaya koyduğum kartta kalırsa, Ashe destemin en üstündeki kartı göremeyecekti. Bu da aslında onun en azından benim oyunum içerisinde iyi bir oyuncu olmadığını gösterecekti. Ancak Ashe bahsettiği gibi iyi bir oyuncu ise, o zaman destemin en üstünde duran Ashe Hafuru kartını rahat bir şekilde görebilecekti. Kartımı oynadıktan sonra elimi geri çekerken de Ashe’nin kartımı görüp görmediğini yüzünden anlamaya çalışacaktım.

Oyuna başlarken niyetim en güçlü kartı ve onun getirilerini elde etmek değildi kesinlikle. Zira oynadığım oyun bambaşkaydı ve bu oyunun içerisinde ilk feda edilmesi gereken kişi de Toshohe Hafuru’dan başkası değildi. Nitekim amacım oyunu kazanmak değil, en azından bu sembolik savaşta Toshohe Hafuru ve onun elindekilerinin yenildiğini görmekti.
► Show Spoiler
Locked

Return to “Poshotatumi Şatosu”

cron