Camı kırmak belki de bir nebze gereksiz bir hamleydi. Efendi gibi pencereyi açıp, aşağıya inme imkanımın da olabileceğini düşünüyordum. Tabi bunları düşünebilmemin tek nedeni, odasında masumca uyuyan bir adam sayesinde olmuştu. Camın kırılma sesiyle uyanan adamın çığlıkları, kafamda daha makul bir çözüm yoluna işaret ederken, anın verdiği adrenalinle doğru bir karar veremediğimi düşünüyordum. Ne var ki, içinde bulunduğum zaman diliminde verdiğim kararların doğruluğu değil sonucu önemliydi. Bu yüzden kırılan bir camın telafisi de elbette mümkün olabilirdi. Kaldı ki, mevzu bahis olan Ashe’nin güvenliğiyken, kimsenin bir camın lafını edeceğini de düşünmüyordum.
Kırılan camla birlikte karşıma çıkan pervaz, tüm kötülüklerin içerisinde başına gelen ne iyi hadiseydi diyebilirdim. En azından bir tane daha gereksiz camı kırma veya kendimi akrobatik hareketlere zorlama gibi bir durumun söz konusu olmayacağını düşünüyordum. Üçüncü kattaki odanın pervazından kendimi hafifçe aşağıya doğru sallandırmamın ardından, ayaklarımı ikinci kattaki pervaza denk gelecek şekilde tutup, tüm vücudumu hızlıca aşağıya bırakıyordum. Ellerimi her ihtimale karşı tutunabilecek cisimlerde tuttuğumdan, herhangi bir denge problemi yaşamadan ikinci kata inişimle, açık olan pencereyi fark ediyordum. Bu sayede, az önce umduğum gibi bir camı daha kırma lüzumuna girmemenin verdiği memnuniyetle kendimi odanın içine atarak hedef bölgesine doğru ilerlemeye başlıyordum. Dairede hiç kimsenin olmayışı ikinci bir çığlık vakasını ve hatalı düşüncenin yerine daha makullerini düşünme faslını da ortada kaldırıyordu. Bu da bir diğer olumlu adımken, odanın kapısının açık olması beklediklerimin üstünde bir durumdu. Eğer bir Tanrı varsa, benimle güzel bir oyun oynuyor gibiydi ve onu eğlendirdiğime emindim.
İkinci katın iki numaralı odasından çıkıp doğruca üç numaralı odaya varmamla birlikte, bu odanın da kapısının açık olması artık tesadüflerle açıklanabilecek gibi değildi. Bir hışımla açtığım kapının ardında beni selamlayan dolgun göğüsler ise, bir şeylerin ziyadesiyle zorlandığını gösteriyordu. Hoşuma gitmeyen bir espri anlayışı içindeki var oluşum, kısa bir ızdırap gibi geliyordu kulağıma. Bu yüzden amacıma bir nebze de ulaşabilmiş olsam da, içimdeki öfkenin arttığını hissedebiliyordum. Ashe’nin yarı çıplak bir vaziyette sandalyeye bağlı şekilde duruyor olması, göz yaşlarıyla bozulmuş makyajı ve bantlanmış ağzı hızlı hareketlerde bulunmam gerektiğini gösteriyordu. Kapıda belirmemle birlikte tekrar göz yaşlarına boğulan Ashe’yi olduğu yerde kurtarmak için harekete geçmemle birlikte, göğsüne çizilmiş olan göze takılı kalmamam elde değildi. Ortada bir mizah varsa, artık çoktan tadı kaçmıştı ve bu göz, hiç kuşkusuz bir şeylerin temsiliydi. Ne var ki, şu an zihnimde gözle ilişkilendirebileceğim bir şeyleri geçirmektense, Ashe’yi olduğu yerden kurtarmanın daha öncelikli olduğunu düşünüyordum.
Ashe’yi bağlı olduğu sandalyeden çözmek için hareketlenmek istediğim esnada, ardımdan kapanan kapı hafifçe irkilmeme ve bakışlarımın keskin bir şekilde kapıya dönmesine neden oluyordu. Ansız bir saldırıya verilebilecek makul bir tepkiyi sergilememe rağmen, sadece kapının kapanmış olmasını görmemle birlikte daha büyük sorunlarla yüzleştiğimi anlayabiliyordum. Hızlıca kapıyı açmaya yeltendiğimde, odaların kapılarının dışarıdan da kilitlenebiliyor olması birilerinin oyuna devam ettiğini açıkça gösteriyordu. Elimde bulunan anahtarla bu kapıyı açıp açamayacağımı tam olarak bilmiyordum, ancak birilerinin beni buraya kilitlemesi, takip edilmek istemediğini de ortaya koyuyordu. Bu yüzden kapıdan ayrılıp odanın penceresine yöneldiğimde az önce yolumu kesen kişilerin hızla otelden ayrılmaya başladıklarını görüyordum. Bu hiç hoş olmamıştı… Failleri elimden kaçırmak bir başarısızlık olarak haneme eklenecekti. Hele de Ashe… Tam bu anda, kendimle ilgili kötü senaryoları bir kenara bırakıp tekrar Ashe’ye odaklanmam gerektiğini fark etmiştim. Fakat bu esnada, beklenmedik diğer misafirler kapıya vurarak günü kurtarmaya çalışıyorlardı. Dusha polisi olduğunu kişilerin kapıya gelmesiyle birlikte, elemanların kaçması biraz daha anlaşılır sayılabilirdi. Fakat Dusha polisinin bu olaydan nasıl haberdar olduğu ve nasıl bu kadar hızlı harekete geçebildiği, içinde ciddi soru işaretleri barındıran bir durumdu. Belki de hoşnutsuzlukla dolmuş zihnim, iyiyle kötüyü ayırt etmekte zorlanıyordu. Fakat sonuç ne olursa olsun, buradaki olayın basit bir vaka olmadığı gün gibi ortadaydı. Tek umudum ise, bu işin sonunda ihalenin toptan bana kalmamasıydı.
Kafamdaki bin bir düşünce bir kez daha bedenimi esir aldığında, burada bulunma sebebim olanın inlemeleriyle kendime geri dönüyordum. Ashe’nin ağzındaki bandı ona zarar vermemesi adına olabildiğince itinayla çıkartmamın ardından Ashe’nin dediklerini dinlemeye koyuluyordum. Bir yandan ağlamaya devam eden Ashe durumla ilgili cümlelerini söyledikten sonra hafifçe arkasına doğru gelirken “Ben pek de inançlı biri sayılmam Kraliçem, lakin Tanrıların bu tür sapkın işlerle uğraşacağına da ihtimal vermiyorum.” diyecektim. Bu esnada ise, üzerimde bulunan ve mümkün mertebe her zaman giydiğim ceketimi Ashe’nin omuzlarına doğru bırakmaya hazırlanırken “Sizin bir suçunuz yok Kraliçem, layıkıyla sizi koruyamayan bizleriz.” diyerek sorumluluğu üstüme almaktan kaçınmayacaktım. Zira olan bundan ibaretti… Eğer bu kadar uyumasaydım, muhtemelen Moto delinmeyecek ve birlikte Ashe’yi koruyabilecektik. Fakat bunlar sonra düşünülmesi gereken mevzulardan sadece bir diğeriydi. Ashe’nin üzerine henüz daha ceketimi bırakmadan önce, son bir kez göğüslerine bakıp, oradaki göz resminin her detayını kafama işledikten sonra, yavaşça saçlarını aralayarak arkasında yazanları okumaya çalışacaktım. Ancak bundan da önce, Ashe’ye kapıdakilere susmaları, birazdan kapıyı açacağını söylemesini rica edecektim. Zira kapıdakilerin her müdahalesi, şu an için zapt etmekte zorlandığım sinirlerimi hoplatmaktan başka bir şey yapmıyordu.