Mabi: Karanlık ve ağır bir hava, İkinci Kıta'daki karargahın duvarlarına sinmiş durumda. Sen ve Thomas, Max'in ofisinin kapısını yavaşça açarken, odaya dolan loş ışık, geçmişin gölgelerini dans ettiriyor. Ağır meşe mobilyalar, duvarlardaki solgun tablolar ve her köşeye sinmiş eski kitap kokusu, sanki zamanın durduğu bir ana adım atmışsınız hissi veriyor. Max'in masasına yaklaşırken, ayaklarınızın altındaki antika halı, adımlarınızı yumuşatıyor. Masanın üzerindeki dağınık evraklar, son günlerde yaşanan kaosun sessiz tanıkları gibi. Bazı kağıtlar aceleyle karalanmış, bazıları özenle katlanmış. Her biri Max'in zihninin karmaşık labirentlerine açılan birer kapı sanki. Thomas, yanında durup masanın üzerindeki belgeleri dikkatle incelerken, derin bir nefes alıyor. Gözlerinde hem hüzün hem de kararlılık var. "Max'i tanıdığım günden beri, Mabi..." diye başlıyor sözlerine, sesi odanın sessizliğini nazikçe bozuyor. "O her zaman bir adım öndeydi. Kurnazlığı ve gizemi, onu hem saygı duyulan hem de korkulan biri yapardı." Kitaplığa doğru yönelirken, Thomas anılarına dalıyor. "Bir keresinde, imkansız görünen bir durumdan nasıl sıyrıldığını hatırlıyorum. Herkes pes etmişken, o sadece gülümsedi ve 'Oyun daha yeni başlıyor' dedi. Ve haklıydı da." Thomas'ın sesi hafifçe titriyor. "Şimdi onu kaybetmek... Bu gerçeği kabullenmek çok zor. Ama buradaki sırları çözmek, ona olan son görevimiz." Kitaplığın tozlu raflarını tararken, her kitap, her obje sanki Max'in kişiliğinin bir parçasını yansıtıyor. Eski strateji kitapları, nadir bulunan el yazmaları ve modern teknoloji dergileri yan yana duruyor. Bu çeşitlilik, Max'in geniş vizyonunu ve adaptasyon yeteneğini gösteriyor adeta. Thomas, sana dönerek devam ediyor. "Biz bu işi başarabiliriz, Mabi. Max'in bıraktığı yerden devam etmek sadece bir görev değil, bir sorumluluk. Senin liderliğinde, Ingenium'u onun hayal bile edemeyeceği yüksekliklere taşıyacağız. Bu, ona olan borcumuz, ama aynı zamanda geleceğe karşı sorumluluğumuz."
Masanın çekmecelerini açarken, her biri gıcırdıyor, sanki uzun zamandır sakladıkları sırları vermek istemiyormuş gibi. Thomas, alt çekmecelerden birinde duraksıyor. İçinden çıkardığı obje, odanın loş ışığında bile göz kamaştırıcı bir parlaklığa sahip. Karmaşık geometrik desenlerle süslenmiş, ağır ve soğuk bir metal parçası. "Baksana, Monsieur." diyor Thomas, sesi heyecan ve merakla titrerken. "Bu nedir sence? Max'in böyle bir şeyi özenle saklamasının mutlaka önemli bir sebebi olmalı." Objeyi dikkatle inceliyor, parmakları yüzeyindeki karmaşık desenleri takip ediyor. "Belki de bu aradığımız ipucu." Objeyi eline alırken, ağırlığı sadece fiziksel değil, aynı zamanda metaforik. Bu küçük metal parçası, belki de Max'in hayatının, Ingenium'un geleceğinin ve senin kaderinin kesiştiği noktayı temsil ediyor. Parmakların soğuk metali kavrarken, içinde bir kararlılık dalgası yükseliyor. Karargahın sessiz koridorları, Max'in fısıldayan hayaletini barındırıyor sanki. Her köşe, her gölge onun varlığını hissettiriyor. Ama artık, bu gizemin perdesini aralayacak bir ipucuna sahipsin. Thomas'ın gözlerindeki destek ve güvenle, bu zorlu yolculukta yalnız olmadığını biliyorsun. Önünüzde uzanan karanlık ve tehlikeli yolda, Max'in bıraktığı izleri takip ederek, sadece bir liderin değil, bir efsanenin mirasını sürdüreceksiniz. Ve bu yolculuk, şimdi elinde tuttuğun gizemli objeyle başlıyor. Objeyi elinizde çevirirken, metalik yüzeyindeki karmaşık desenler ışıkta dans ediyor. Thomas, kaşlarını çatarak yakından inceliyor. "Bu bir tür anahtar olabilir." diyor düşünceli bir sesle. "Belki de Max'in gizli bir kasasını açıyor. Ya da belki de bir veri depolama cihazı... Max'in teknolojiye olan ilgisini biliyorsun." Parmağıyla objenin kenarındaki küçük bir çentiği gösteriyor. "Bak, burada bir bağlantı noktası var gibi. Belki de özel bir cihaza takılıyor." Thomas bir an duraksıyor, gözleri parlıyor. "Ya da daha da ilginci, bu Dünya'nın gizli projelerinden birinin parçası olabilir. Max'in bahsetmediği, sadece en üst düzey kişilerin bildiği bir şey..."
Livei ve Wændz: Bağ Köprüsü'nün ortasında, iki güçlü figür karşı karşıya duruyor. Köprünün taş kemerlerinin arasından esen serin rüzgar, Deith'in siyah pelerinini ve Pisan'ın imparatorluk cüppesini dalgalandırıyor. Altlarında akan nehrin sesi, sanki tarihin akışını temsil ediyor; sürekli, kararlı ve değişmez. Gökyüzü, grinin tonlarıyla kaplı. Sanki doğa bile bu karşılaşmanın ağırlığını hissediyor. İki liderin etrafındaki hava, elle tutulur bir gerilimle yüklü. Yılların birikmiş öfkesi, hayal kırıklığı ve düşmanlığı, adeta gözle görülür bir aura oluşturuyor. Deith, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle öne çıkıyor. Gözlerindeki parıltı, tehlikeli bir zekayı ele veriyor. "Pisan." diyor, sesi neredeyse şefkatli. "Neden bu anlamsız mücadeleye devam ediyorsun? Bizi zincirleyen bu yapay kavramlardan - ülke, ulus, sınırlar - kurtulabiliriz. Düşünsene, özgür bireyler olarak kendi kaderimizi tayin edebiliriz." Ellerini açarak, sanki yeni bir dünyayı işaret ediyor. "Neden birlikte çalışıp, gerçek özgürlüğe adım atmıyoruz? Senin vizyonun ve benim ideallerim... Dünyayı değiştirebiliriz, Pisan." Pisan, Deith'in coşkulu sözleri karşısında taş gibi duruyor. Yüzü, yılların ağırlığını taşıyan bir heykel gibi ifadesiz. Gözleri, derin ve karanlık iki kuyu gibi, içlerinde binlerce yıllık bir bilgelik ve yorgunluk barındırıyor. Uzun bir sessizlikten sonra, sesi köprünün taşlarında yankılanıyor. "Ulan pezevenk!" diyor, her kelimesi ağır ve düşünülmüş. "Tahta çıktığım gün Pisan öldü. Geriye sadece Higenadon kaldı." Gözlerini kapatıp açıyor, sanki ağır bir yükü taşıyormuş gibi. "Bir imparator, bir lider ya da bir öncü olmak demek, insanlığını bir kenara atmak demektir. Ancak o zaman gerçekten yönetebilirsin. Çünkü en tepede olan, kusursuz olmak zorundadır." Pisan'ın sesi güçleniyor, adeta bir fırtına gibi. "En kuvvetli, en hızlı, en çevik, en akıllı, en zeki ve en güçlü olmak zorundasın. Bu yüzden artık Pisan değilim. Artık insan da değilim. Ben sadece İmparator Higenadon'um. Bir sembol, bir ideal, bir hedef."
Deith, Pisan'ın bu sözlerine gülüyor, ama gülüşünde bir acıma var. "Pisan, hala aynı eski yanılgının içindesin. İmparator olmak seni insan olmaktan çıkarmaz, sadece sorumluluklarını artırır." Deith, köprünün kenarına yaklaşıyor, aşağıda akan nehre bakıyor. "Biz, halkımız için en iyisini yapmak zorundayız. Ama halkımızı koruyarak değil, onlara gerçek özgürlüğü vererek." Gözlerini Pisan'a çeviriyor, bakışlarında bir meydan okuma var. "Senin gibi birinin bunu anlamasını beklememeliydim belki de. Sen hala eski dünyanın kalıplarına sıkışıp kalmışsın." Pisan, Deith'in alaycı sözlerine aldırmadan, kararlı ve soğuk bir tonla konuşmaya devam ediyor. Sesi, imparatorluğunun tüm gücünü taşıyor. "Deith, senin özgürlük dediğin şey, kaos ve anarşi demek. Benim görevim, düzeni sağlamak ve halkımı korumak. Onları tehlikeye atmak değil." Gözleri, Deith'inkilere kilitlenmiş durumda. "Senin peşinde olduğun şey özgürlük değil, sadece kendi egonu tatmin etmek. Benim yolum, en zor ama en doğru yol. Sen bunu asla anlamayacaksın." Deith'in yüzündeki gülümseme siliniyor, bakışları daha da sertleşiyor. Sesi, artık bir bıçak kadar keskin. "Senin yolun sadece kölelik ve itaati getirir. Ben ise gerçek özgürlüğü ve bireyselliği savunuyorum." Deith, Pisan'a doğru bir adım atıyor, aralarındaki mesafe azalıyor. "Bir gün, halkın da bunu anlayacak ve senin gibi despotlara karşı ayaklanacak. O zaman senin saltanatın sona erecek. Ve ben orada olacağım, onlara gerçek özgürlüğün yolunu göstermek için." Pisan, Deith'e doğru bir adım daha atıyor. Şimdi neredeyse burun buruna gibiler. Gözlerinin içine bakarak konuşuyor. "Deith, senin anlamadığın şey şu ki, halkımın bana olan sadakati ve sevgisi, onları koruyup kollamamdan kaynaklanıyor. Senin yolun, sadece yıkım ve acı getirir." Pisan'ın sesi yumuşuyor, neredeyse üzgün. "Ben, onların refahı ve güvenliği için buradayım. Ve bu yüzden, senin gibi düşünenlerle mücadele etmeye devam edeceğim. Sonuna kadar." Bu anlık sessizlikte, köprünün üzerinde zaman durmuş gibi. İki lider, iki dünya görüşü, iki farklı gelecek vizyonu... Hepsi bu anda, bu köprüde çarpışıyor. Rüzgar şiddetleniyor, sanki doğa bile bu karşılaşmanın sonucunu merakla bekliyor.
Deith, son bir kez Pisan'a meydan okuyan bakışlarla bakıyor. Gözlerinde hem öfke hem de saygı var. "O zaman savaşalım, Higenadon. Görelim bakalım, kim haklı çıkacak." Sesi, neredeyse fısıltı halinde. "Ama şunu unutma, bu savaşı kazanan, tarih boyunca anılacak. Ve kaybeden... Unutulacak." Pisan, kararlılıkla başını sallıyor. Yüzünde, imparatorluğunun tüm ağırlığı var. "Ben zaten tarihe adımı kazıdım, Deith. Ama senin tarihte nasıl anılacağını göreceğiz." Gözlerini kısıyor, sesi buz gibi. "Şimdi, yoluna git. Bu savaşı bitirmenin tek yolu, senin ve senin gibilerin yok olması." Deith, Pisan'ın bu sözlerinden sonra acı bir şekilde gülüyor. Geri çekilirken "Göreceğiz, Higenadon. Göreceğiz." diyor. Bir an için, ikisi de hareketsiz kalıyor. Sonra, sanki görünmez bir işaretle, Deith aniden Pisan'a doğru atılıyor. Pisan da aynı anda harekete geçiyor. İki güç, iki ideal, iki dünya görüşü, Bağ Köprüsü'nün ortasında çarpışmaya hazırlanıyor. Köprünün taşları, ayak sesleriyle yankılanıyor. Nehrin sesi artık duyulmuyor, sadece iki liderin nefes alışları ve kıyafetlerinin hışırtısı var. Bu an, sadece bir çatışmanın başlangıcı değil, aynı zamanda bir çağın sonu ve yeni bir dönemin başlangıcı. Tarih, bu anı sonsuza dek hatırlayacak.
Bağ Köprüsü'nün kenarında, Bok, Mitga ve Friks gergin bir şekilde durumu gözlemliyorlar. Rüzgar, saçlarını ve giysilerini savururken, üçü de olayların nasıl gelişeceğini tahmin etmeye çalışıyor. Mitga, gözlerini kısarak fısıldıyor. "Bu iyi görünmüyor. Himotalı elçiler harekete geçmek üzere." Bok, kaşlarını çatarak onaylıyor. "Evet, bir şeyler planlıyorlar. Bakın, ellerindeki o parıltı... Demir elementini kullanacaklar!" Friks, umutla araya giriyor. "Belki de Deith'i durdurabilirler. Bu gavat sonunda hak ettiğini bulacak." Tam o sırada, Himotalı elçiler harekete geçiyor. Ellerindeki güçle Demir elementini kontrol ederek, havada keskin metal bıçaklar oluşturuyorlar. Bu bıçaklar, hızla Deith Ozæf'e doğru fırlıyor. Bok, heyecanla öne eğiliyor. Ancak Deith, bu saldırıya hazırlıklı görünüyor. Etrafında aniden parlak bir enerji patlaması oluşuyor. Bu enerji dalgası, tüm demir parçalarını dağıtıyor ve Himotalı elçilerin şiddetle yere kapaklanmasına neden oluyor. Mitga, şaşkınlık ve öfkeyle "Of, kahretsin ya!" diye haykırıyor. "Bu adam fazla güçlü." Friks, endişeyle başını sallıyor. "Bu kötü, çok kötü. Deith'in gücü, İmparator Higenadon için ciddi bir tehdit oluşturabilir." Bok, yumruğunu sıkarak konuşuyor. "Ya Deith'in gücü tam olarak ne ki? Daha onu bile bilmiyoruz. Şu an etrafında yayılan o enerji neydi? Atom enerjisine benziyordu ama..." Mitga, derin bir nefes alıyor. "Livei, Wændz. Ne yapmalıyız? Siz ne diyorsunuz?" Üçü de tekrar köprüdeki olaylara odaklanıyor. Deith, yerdeki Himotalı elçilere doğru ilerlerken Pisan da harekete geçmeye hazırlanıyor gibi görünüyor. Friks, sesini alçaltarak konuşuyor. "İşte asıl savaş şimdi başlayacak. İmparator Higenadon'un yanında olmaya hazır olmalıyız." Bok ve Mitga başlarıyla onaylıyorlar. Üçü de, önlerinde cereyan eden bu güç gösterisinin, sadece başlangıç olduğunun farkında. Bağ Köprüsü'nün üzerindeki bu an, Ingenium için kritik bir dönüm noktası olabilir. Ve sizler bu mücadelede kendi rollerinizi oynamaya hazırlanıyorsunuz.
Masanın çekmecelerini açarken, her biri gıcırdıyor, sanki uzun zamandır sakladıkları sırları vermek istemiyormuş gibi. Thomas, alt çekmecelerden birinde duraksıyor. İçinden çıkardığı obje, odanın loş ışığında bile göz kamaştırıcı bir parlaklığa sahip. Karmaşık geometrik desenlerle süslenmiş, ağır ve soğuk bir metal parçası. "Baksana, Monsieur." diyor Thomas, sesi heyecan ve merakla titrerken. "Bu nedir sence? Max'in böyle bir şeyi özenle saklamasının mutlaka önemli bir sebebi olmalı." Objeyi dikkatle inceliyor, parmakları yüzeyindeki karmaşık desenleri takip ediyor. "Belki de bu aradığımız ipucu." Objeyi eline alırken, ağırlığı sadece fiziksel değil, aynı zamanda metaforik. Bu küçük metal parçası, belki de Max'in hayatının, Ingenium'un geleceğinin ve senin kaderinin kesiştiği noktayı temsil ediyor. Parmakların soğuk metali kavrarken, içinde bir kararlılık dalgası yükseliyor. Karargahın sessiz koridorları, Max'in fısıldayan hayaletini barındırıyor sanki. Her köşe, her gölge onun varlığını hissettiriyor. Ama artık, bu gizemin perdesini aralayacak bir ipucuna sahipsin. Thomas'ın gözlerindeki destek ve güvenle, bu zorlu yolculukta yalnız olmadığını biliyorsun. Önünüzde uzanan karanlık ve tehlikeli yolda, Max'in bıraktığı izleri takip ederek, sadece bir liderin değil, bir efsanenin mirasını sürdüreceksiniz. Ve bu yolculuk, şimdi elinde tuttuğun gizemli objeyle başlıyor. Objeyi elinizde çevirirken, metalik yüzeyindeki karmaşık desenler ışıkta dans ediyor. Thomas, kaşlarını çatarak yakından inceliyor. "Bu bir tür anahtar olabilir." diyor düşünceli bir sesle. "Belki de Max'in gizli bir kasasını açıyor. Ya da belki de bir veri depolama cihazı... Max'in teknolojiye olan ilgisini biliyorsun." Parmağıyla objenin kenarındaki küçük bir çentiği gösteriyor. "Bak, burada bir bağlantı noktası var gibi. Belki de özel bir cihaza takılıyor." Thomas bir an duraksıyor, gözleri parlıyor. "Ya da daha da ilginci, bu Dünya'nın gizli projelerinden birinin parçası olabilir. Max'in bahsetmediği, sadece en üst düzey kişilerin bildiği bir şey..."
Livei ve Wændz: Bağ Köprüsü'nün ortasında, iki güçlü figür karşı karşıya duruyor. Köprünün taş kemerlerinin arasından esen serin rüzgar, Deith'in siyah pelerinini ve Pisan'ın imparatorluk cüppesini dalgalandırıyor. Altlarında akan nehrin sesi, sanki tarihin akışını temsil ediyor; sürekli, kararlı ve değişmez. Gökyüzü, grinin tonlarıyla kaplı. Sanki doğa bile bu karşılaşmanın ağırlığını hissediyor. İki liderin etrafındaki hava, elle tutulur bir gerilimle yüklü. Yılların birikmiş öfkesi, hayal kırıklığı ve düşmanlığı, adeta gözle görülür bir aura oluşturuyor. Deith, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle öne çıkıyor. Gözlerindeki parıltı, tehlikeli bir zekayı ele veriyor. "Pisan." diyor, sesi neredeyse şefkatli. "Neden bu anlamsız mücadeleye devam ediyorsun? Bizi zincirleyen bu yapay kavramlardan - ülke, ulus, sınırlar - kurtulabiliriz. Düşünsene, özgür bireyler olarak kendi kaderimizi tayin edebiliriz." Ellerini açarak, sanki yeni bir dünyayı işaret ediyor. "Neden birlikte çalışıp, gerçek özgürlüğe adım atmıyoruz? Senin vizyonun ve benim ideallerim... Dünyayı değiştirebiliriz, Pisan." Pisan, Deith'in coşkulu sözleri karşısında taş gibi duruyor. Yüzü, yılların ağırlığını taşıyan bir heykel gibi ifadesiz. Gözleri, derin ve karanlık iki kuyu gibi, içlerinde binlerce yıllık bir bilgelik ve yorgunluk barındırıyor. Uzun bir sessizlikten sonra, sesi köprünün taşlarında yankılanıyor. "Ulan pezevenk!" diyor, her kelimesi ağır ve düşünülmüş. "Tahta çıktığım gün Pisan öldü. Geriye sadece Higenadon kaldı." Gözlerini kapatıp açıyor, sanki ağır bir yükü taşıyormuş gibi. "Bir imparator, bir lider ya da bir öncü olmak demek, insanlığını bir kenara atmak demektir. Ancak o zaman gerçekten yönetebilirsin. Çünkü en tepede olan, kusursuz olmak zorundadır." Pisan'ın sesi güçleniyor, adeta bir fırtına gibi. "En kuvvetli, en hızlı, en çevik, en akıllı, en zeki ve en güçlü olmak zorundasın. Bu yüzden artık Pisan değilim. Artık insan da değilim. Ben sadece İmparator Higenadon'um. Bir sembol, bir ideal, bir hedef."
Deith, Pisan'ın bu sözlerine gülüyor, ama gülüşünde bir acıma var. "Pisan, hala aynı eski yanılgının içindesin. İmparator olmak seni insan olmaktan çıkarmaz, sadece sorumluluklarını artırır." Deith, köprünün kenarına yaklaşıyor, aşağıda akan nehre bakıyor. "Biz, halkımız için en iyisini yapmak zorundayız. Ama halkımızı koruyarak değil, onlara gerçek özgürlüğü vererek." Gözlerini Pisan'a çeviriyor, bakışlarında bir meydan okuma var. "Senin gibi birinin bunu anlamasını beklememeliydim belki de. Sen hala eski dünyanın kalıplarına sıkışıp kalmışsın." Pisan, Deith'in alaycı sözlerine aldırmadan, kararlı ve soğuk bir tonla konuşmaya devam ediyor. Sesi, imparatorluğunun tüm gücünü taşıyor. "Deith, senin özgürlük dediğin şey, kaos ve anarşi demek. Benim görevim, düzeni sağlamak ve halkımı korumak. Onları tehlikeye atmak değil." Gözleri, Deith'inkilere kilitlenmiş durumda. "Senin peşinde olduğun şey özgürlük değil, sadece kendi egonu tatmin etmek. Benim yolum, en zor ama en doğru yol. Sen bunu asla anlamayacaksın." Deith'in yüzündeki gülümseme siliniyor, bakışları daha da sertleşiyor. Sesi, artık bir bıçak kadar keskin. "Senin yolun sadece kölelik ve itaati getirir. Ben ise gerçek özgürlüğü ve bireyselliği savunuyorum." Deith, Pisan'a doğru bir adım atıyor, aralarındaki mesafe azalıyor. "Bir gün, halkın da bunu anlayacak ve senin gibi despotlara karşı ayaklanacak. O zaman senin saltanatın sona erecek. Ve ben orada olacağım, onlara gerçek özgürlüğün yolunu göstermek için." Pisan, Deith'e doğru bir adım daha atıyor. Şimdi neredeyse burun buruna gibiler. Gözlerinin içine bakarak konuşuyor. "Deith, senin anlamadığın şey şu ki, halkımın bana olan sadakati ve sevgisi, onları koruyup kollamamdan kaynaklanıyor. Senin yolun, sadece yıkım ve acı getirir." Pisan'ın sesi yumuşuyor, neredeyse üzgün. "Ben, onların refahı ve güvenliği için buradayım. Ve bu yüzden, senin gibi düşünenlerle mücadele etmeye devam edeceğim. Sonuna kadar." Bu anlık sessizlikte, köprünün üzerinde zaman durmuş gibi. İki lider, iki dünya görüşü, iki farklı gelecek vizyonu... Hepsi bu anda, bu köprüde çarpışıyor. Rüzgar şiddetleniyor, sanki doğa bile bu karşılaşmanın sonucunu merakla bekliyor.
Deith, son bir kez Pisan'a meydan okuyan bakışlarla bakıyor. Gözlerinde hem öfke hem de saygı var. "O zaman savaşalım, Higenadon. Görelim bakalım, kim haklı çıkacak." Sesi, neredeyse fısıltı halinde. "Ama şunu unutma, bu savaşı kazanan, tarih boyunca anılacak. Ve kaybeden... Unutulacak." Pisan, kararlılıkla başını sallıyor. Yüzünde, imparatorluğunun tüm ağırlığı var. "Ben zaten tarihe adımı kazıdım, Deith. Ama senin tarihte nasıl anılacağını göreceğiz." Gözlerini kısıyor, sesi buz gibi. "Şimdi, yoluna git. Bu savaşı bitirmenin tek yolu, senin ve senin gibilerin yok olması." Deith, Pisan'ın bu sözlerinden sonra acı bir şekilde gülüyor. Geri çekilirken "Göreceğiz, Higenadon. Göreceğiz." diyor. Bir an için, ikisi de hareketsiz kalıyor. Sonra, sanki görünmez bir işaretle, Deith aniden Pisan'a doğru atılıyor. Pisan da aynı anda harekete geçiyor. İki güç, iki ideal, iki dünya görüşü, Bağ Köprüsü'nün ortasında çarpışmaya hazırlanıyor. Köprünün taşları, ayak sesleriyle yankılanıyor. Nehrin sesi artık duyulmuyor, sadece iki liderin nefes alışları ve kıyafetlerinin hışırtısı var. Bu an, sadece bir çatışmanın başlangıcı değil, aynı zamanda bir çağın sonu ve yeni bir dönemin başlangıcı. Tarih, bu anı sonsuza dek hatırlayacak.
Bağ Köprüsü'nün kenarında, Bok, Mitga ve Friks gergin bir şekilde durumu gözlemliyorlar. Rüzgar, saçlarını ve giysilerini savururken, üçü de olayların nasıl gelişeceğini tahmin etmeye çalışıyor. Mitga, gözlerini kısarak fısıldıyor. "Bu iyi görünmüyor. Himotalı elçiler harekete geçmek üzere." Bok, kaşlarını çatarak onaylıyor. "Evet, bir şeyler planlıyorlar. Bakın, ellerindeki o parıltı... Demir elementini kullanacaklar!" Friks, umutla araya giriyor. "Belki de Deith'i durdurabilirler. Bu gavat sonunda hak ettiğini bulacak." Tam o sırada, Himotalı elçiler harekete geçiyor. Ellerindeki güçle Demir elementini kontrol ederek, havada keskin metal bıçaklar oluşturuyorlar. Bu bıçaklar, hızla Deith Ozæf'e doğru fırlıyor. Bok, heyecanla öne eğiliyor. Ancak Deith, bu saldırıya hazırlıklı görünüyor. Etrafında aniden parlak bir enerji patlaması oluşuyor. Bu enerji dalgası, tüm demir parçalarını dağıtıyor ve Himotalı elçilerin şiddetle yere kapaklanmasına neden oluyor. Mitga, şaşkınlık ve öfkeyle "Of, kahretsin ya!" diye haykırıyor. "Bu adam fazla güçlü." Friks, endişeyle başını sallıyor. "Bu kötü, çok kötü. Deith'in gücü, İmparator Higenadon için ciddi bir tehdit oluşturabilir." Bok, yumruğunu sıkarak konuşuyor. "Ya Deith'in gücü tam olarak ne ki? Daha onu bile bilmiyoruz. Şu an etrafında yayılan o enerji neydi? Atom enerjisine benziyordu ama..." Mitga, derin bir nefes alıyor. "Livei, Wændz. Ne yapmalıyız? Siz ne diyorsunuz?" Üçü de tekrar köprüdeki olaylara odaklanıyor. Deith, yerdeki Himotalı elçilere doğru ilerlerken Pisan da harekete geçmeye hazırlanıyor gibi görünüyor. Friks, sesini alçaltarak konuşuyor. "İşte asıl savaş şimdi başlayacak. İmparator Higenadon'un yanında olmaya hazır olmalıyız." Bok ve Mitga başlarıyla onaylıyorlar. Üçü de, önlerinde cereyan eden bu güç gösterisinin, sadece başlangıç olduğunun farkında. Bağ Köprüsü'nün üzerindeki bu an, Ingenium için kritik bir dönüm noktası olabilir. Ve sizler bu mücadelede kendi rollerinizi oynamaya hazırlanıyorsunuz.
Off Topic
Pasiflik süresi üç gündür. İyi RP'ler!