[Ana Kurgu] Köprü

#1
Mabi: Karanlık ve ağır bir hava, İkinci Kıta'daki karargahın duvarlarına sinmiş durumda. Sen ve Thomas, Max'in ofisinin kapısını yavaşça açarken, odaya dolan loş ışık, geçmişin gölgelerini dans ettiriyor. Ağır meşe mobilyalar, duvarlardaki solgun tablolar ve her köşeye sinmiş eski kitap kokusu, sanki zamanın durduğu bir ana adım atmışsınız hissi veriyor. Max'in masasına yaklaşırken, ayaklarınızın altındaki antika halı, adımlarınızı yumuşatıyor. Masanın üzerindeki dağınık evraklar, son günlerde yaşanan kaosun sessiz tanıkları gibi. Bazı kağıtlar aceleyle karalanmış, bazıları özenle katlanmış. Her biri Max'in zihninin karmaşık labirentlerine açılan birer kapı sanki. Thomas, yanında durup masanın üzerindeki belgeleri dikkatle incelerken, derin bir nefes alıyor. Gözlerinde hem hüzün hem de kararlılık var. "Max'i tanıdığım günden beri, Mabi..." diye başlıyor sözlerine, sesi odanın sessizliğini nazikçe bozuyor. "O her zaman bir adım öndeydi. Kurnazlığı ve gizemi, onu hem saygı duyulan hem de korkulan biri yapardı." Kitaplığa doğru yönelirken, Thomas anılarına dalıyor. "Bir keresinde, imkansız görünen bir durumdan nasıl sıyrıldığını hatırlıyorum. Herkes pes etmişken, o sadece gülümsedi ve 'Oyun daha yeni başlıyor' dedi. Ve haklıydı da." Thomas'ın sesi hafifçe titriyor. "Şimdi onu kaybetmek... Bu gerçeği kabullenmek çok zor. Ama buradaki sırları çözmek, ona olan son görevimiz." Kitaplığın tozlu raflarını tararken, her kitap, her obje sanki Max'in kişiliğinin bir parçasını yansıtıyor. Eski strateji kitapları, nadir bulunan el yazmaları ve modern teknoloji dergileri yan yana duruyor. Bu çeşitlilik, Max'in geniş vizyonunu ve adaptasyon yeteneğini gösteriyor adeta. Thomas, sana dönerek devam ediyor. "Biz bu işi başarabiliriz, Mabi. Max'in bıraktığı yerden devam etmek sadece bir görev değil, bir sorumluluk. Senin liderliğinde, Ingenium'u onun hayal bile edemeyeceği yüksekliklere taşıyacağız. Bu, ona olan borcumuz, ama aynı zamanda geleceğe karşı sorumluluğumuz."

Masanın çekmecelerini açarken, her biri gıcırdıyor, sanki uzun zamandır sakladıkları sırları vermek istemiyormuş gibi. Thomas, alt çekmecelerden birinde duraksıyor. İçinden çıkardığı obje, odanın loş ışığında bile göz kamaştırıcı bir parlaklığa sahip. Karmaşık geometrik desenlerle süslenmiş, ağır ve soğuk bir metal parçası. "Baksana, Monsieur." diyor Thomas, sesi heyecan ve merakla titrerken. "Bu nedir sence? Max'in böyle bir şeyi özenle saklamasının mutlaka önemli bir sebebi olmalı." Objeyi dikkatle inceliyor, parmakları yüzeyindeki karmaşık desenleri takip ediyor. "Belki de bu aradığımız ipucu." Objeyi eline alırken, ağırlığı sadece fiziksel değil, aynı zamanda metaforik. Bu küçük metal parçası, belki de Max'in hayatının, Ingenium'un geleceğinin ve senin kaderinin kesiştiği noktayı temsil ediyor. Parmakların soğuk metali kavrarken, içinde bir kararlılık dalgası yükseliyor. Karargahın sessiz koridorları, Max'in fısıldayan hayaletini barındırıyor sanki. Her köşe, her gölge onun varlığını hissettiriyor. Ama artık, bu gizemin perdesini aralayacak bir ipucuna sahipsin. Thomas'ın gözlerindeki destek ve güvenle, bu zorlu yolculukta yalnız olmadığını biliyorsun. Önünüzde uzanan karanlık ve tehlikeli yolda, Max'in bıraktığı izleri takip ederek, sadece bir liderin değil, bir efsanenin mirasını sürdüreceksiniz. Ve bu yolculuk, şimdi elinde tuttuğun gizemli objeyle başlıyor. Objeyi elinizde çevirirken, metalik yüzeyindeki karmaşık desenler ışıkta dans ediyor. Thomas, kaşlarını çatarak yakından inceliyor. "Bu bir tür anahtar olabilir." diyor düşünceli bir sesle. "Belki de Max'in gizli bir kasasını açıyor. Ya da belki de bir veri depolama cihazı... Max'in teknolojiye olan ilgisini biliyorsun." Parmağıyla objenin kenarındaki küçük bir çentiği gösteriyor. "Bak, burada bir bağlantı noktası var gibi. Belki de özel bir cihaza takılıyor." Thomas bir an duraksıyor, gözleri parlıyor. "Ya da daha da ilginci, bu Dünya'nın gizli projelerinden birinin parçası olabilir. Max'in bahsetmediği, sadece en üst düzey kişilerin bildiği bir şey..."

Livei ve Wændz: Bağ Köprüsü'nün ortasında, iki güçlü figür karşı karşıya duruyor. Köprünün taş kemerlerinin arasından esen serin rüzgar, Deith'in siyah pelerinini ve Pisan'ın imparatorluk cüppesini dalgalandırıyor. Altlarında akan nehrin sesi, sanki tarihin akışını temsil ediyor; sürekli, kararlı ve değişmez. Gökyüzü, grinin tonlarıyla kaplı. Sanki doğa bile bu karşılaşmanın ağırlığını hissediyor. İki liderin etrafındaki hava, elle tutulur bir gerilimle yüklü. Yılların birikmiş öfkesi, hayal kırıklığı ve düşmanlığı, adeta gözle görülür bir aura oluşturuyor. Deith, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle öne çıkıyor. Gözlerindeki parıltı, tehlikeli bir zekayı ele veriyor. "Pisan." diyor, sesi neredeyse şefkatli. "Neden bu anlamsız mücadeleye devam ediyorsun? Bizi zincirleyen bu yapay kavramlardan - ülke, ulus, sınırlar - kurtulabiliriz. Düşünsene, özgür bireyler olarak kendi kaderimizi tayin edebiliriz." Ellerini açarak, sanki yeni bir dünyayı işaret ediyor. "Neden birlikte çalışıp, gerçek özgürlüğe adım atmıyoruz? Senin vizyonun ve benim ideallerim... Dünyayı değiştirebiliriz, Pisan." Pisan, Deith'in coşkulu sözleri karşısında taş gibi duruyor. Yüzü, yılların ağırlığını taşıyan bir heykel gibi ifadesiz. Gözleri, derin ve karanlık iki kuyu gibi, içlerinde binlerce yıllık bir bilgelik ve yorgunluk barındırıyor. Uzun bir sessizlikten sonra, sesi köprünün taşlarında yankılanıyor. "Ulan pezevenk!" diyor, her kelimesi ağır ve düşünülmüş. "Tahta çıktığım gün Pisan öldü. Geriye sadece Higenadon kaldı." Gözlerini kapatıp açıyor, sanki ağır bir yükü taşıyormuş gibi. "Bir imparator, bir lider ya da bir öncü olmak demek, insanlığını bir kenara atmak demektir. Ancak o zaman gerçekten yönetebilirsin. Çünkü en tepede olan, kusursuz olmak zorundadır." Pisan'ın sesi güçleniyor, adeta bir fırtına gibi. "En kuvvetli, en hızlı, en çevik, en akıllı, en zeki ve en güçlü olmak zorundasın. Bu yüzden artık Pisan değilim. Artık insan da değilim. Ben sadece İmparator Higenadon'um. Bir sembol, bir ideal, bir hedef."

Deith, Pisan'ın bu sözlerine gülüyor, ama gülüşünde bir acıma var. "Pisan, hala aynı eski yanılgının içindesin. İmparator olmak seni insan olmaktan çıkarmaz, sadece sorumluluklarını artırır." Deith, köprünün kenarına yaklaşıyor, aşağıda akan nehre bakıyor. "Biz, halkımız için en iyisini yapmak zorundayız. Ama halkımızı koruyarak değil, onlara gerçek özgürlüğü vererek." Gözlerini Pisan'a çeviriyor, bakışlarında bir meydan okuma var. "Senin gibi birinin bunu anlamasını beklememeliydim belki de. Sen hala eski dünyanın kalıplarına sıkışıp kalmışsın." Pisan, Deith'in alaycı sözlerine aldırmadan, kararlı ve soğuk bir tonla konuşmaya devam ediyor. Sesi, imparatorluğunun tüm gücünü taşıyor. "Deith, senin özgürlük dediğin şey, kaos ve anarşi demek. Benim görevim, düzeni sağlamak ve halkımı korumak. Onları tehlikeye atmak değil." Gözleri, Deith'inkilere kilitlenmiş durumda. "Senin peşinde olduğun şey özgürlük değil, sadece kendi egonu tatmin etmek. Benim yolum, en zor ama en doğru yol. Sen bunu asla anlamayacaksın." Deith'in yüzündeki gülümseme siliniyor, bakışları daha da sertleşiyor. Sesi, artık bir bıçak kadar keskin. "Senin yolun sadece kölelik ve itaati getirir. Ben ise gerçek özgürlüğü ve bireyselliği savunuyorum." Deith, Pisan'a doğru bir adım atıyor, aralarındaki mesafe azalıyor. "Bir gün, halkın da bunu anlayacak ve senin gibi despotlara karşı ayaklanacak. O zaman senin saltanatın sona erecek. Ve ben orada olacağım, onlara gerçek özgürlüğün yolunu göstermek için." Pisan, Deith'e doğru bir adım daha atıyor. Şimdi neredeyse burun buruna gibiler. Gözlerinin içine bakarak konuşuyor. "Deith, senin anlamadığın şey şu ki, halkımın bana olan sadakati ve sevgisi, onları koruyup kollamamdan kaynaklanıyor. Senin yolun, sadece yıkım ve acı getirir." Pisan'ın sesi yumuşuyor, neredeyse üzgün. "Ben, onların refahı ve güvenliği için buradayım. Ve bu yüzden, senin gibi düşünenlerle mücadele etmeye devam edeceğim. Sonuna kadar." Bu anlık sessizlikte, köprünün üzerinde zaman durmuş gibi. İki lider, iki dünya görüşü, iki farklı gelecek vizyonu... Hepsi bu anda, bu köprüde çarpışıyor. Rüzgar şiddetleniyor, sanki doğa bile bu karşılaşmanın sonucunu merakla bekliyor.

Deith, son bir kez Pisan'a meydan okuyan bakışlarla bakıyor. Gözlerinde hem öfke hem de saygı var. "O zaman savaşalım, Higenadon. Görelim bakalım, kim haklı çıkacak." Sesi, neredeyse fısıltı halinde. "Ama şunu unutma, bu savaşı kazanan, tarih boyunca anılacak. Ve kaybeden... Unutulacak." Pisan, kararlılıkla başını sallıyor. Yüzünde, imparatorluğunun tüm ağırlığı var. "Ben zaten tarihe adımı kazıdım, Deith. Ama senin tarihte nasıl anılacağını göreceğiz." Gözlerini kısıyor, sesi buz gibi. "Şimdi, yoluna git. Bu savaşı bitirmenin tek yolu, senin ve senin gibilerin yok olması." Deith, Pisan'ın bu sözlerinden sonra acı bir şekilde gülüyor. Geri çekilirken "Göreceğiz, Higenadon. Göreceğiz." diyor. Bir an için, ikisi de hareketsiz kalıyor. Sonra, sanki görünmez bir işaretle, Deith aniden Pisan'a doğru atılıyor. Pisan da aynı anda harekete geçiyor. İki güç, iki ideal, iki dünya görüşü, Bağ Köprüsü'nün ortasında çarpışmaya hazırlanıyor. Köprünün taşları, ayak sesleriyle yankılanıyor. Nehrin sesi artık duyulmuyor, sadece iki liderin nefes alışları ve kıyafetlerinin hışırtısı var. Bu an, sadece bir çatışmanın başlangıcı değil, aynı zamanda bir çağın sonu ve yeni bir dönemin başlangıcı. Tarih, bu anı sonsuza dek hatırlayacak.

Bağ Köprüsü'nün kenarında, Bok, Mitga ve Friks gergin bir şekilde durumu gözlemliyorlar. Rüzgar, saçlarını ve giysilerini savururken, üçü de olayların nasıl gelişeceğini tahmin etmeye çalışıyor. Mitga, gözlerini kısarak fısıldıyor. "Bu iyi görünmüyor. Himotalı elçiler harekete geçmek üzere." Bok, kaşlarını çatarak onaylıyor. "Evet, bir şeyler planlıyorlar. Bakın, ellerindeki o parıltı... Demir elementini kullanacaklar!" Friks, umutla araya giriyor. "Belki de Deith'i durdurabilirler. Bu gavat sonunda hak ettiğini bulacak." Tam o sırada, Himotalı elçiler harekete geçiyor. Ellerindeki güçle Demir elementini kontrol ederek, havada keskin metal bıçaklar oluşturuyorlar. Bu bıçaklar, hızla Deith Ozæf'e doğru fırlıyor. Bok, heyecanla öne eğiliyor. Ancak Deith, bu saldırıya hazırlıklı görünüyor. Etrafında aniden parlak bir enerji patlaması oluşuyor. Bu enerji dalgası, tüm demir parçalarını dağıtıyor ve Himotalı elçilerin şiddetle yere kapaklanmasına neden oluyor. Mitga, şaşkınlık ve öfkeyle "Of, kahretsin ya!" diye haykırıyor. "Bu adam fazla güçlü." Friks, endişeyle başını sallıyor. "Bu kötü, çok kötü. Deith'in gücü, İmparator Higenadon için ciddi bir tehdit oluşturabilir." Bok, yumruğunu sıkarak konuşuyor. "Ya Deith'in gücü tam olarak ne ki? Daha onu bile bilmiyoruz. Şu an etrafında yayılan o enerji neydi? Atom enerjisine benziyordu ama..." Mitga, derin bir nefes alıyor. "Livei, Wændz. Ne yapmalıyız? Siz ne diyorsunuz?" Üçü de tekrar köprüdeki olaylara odaklanıyor. Deith, yerdeki Himotalı elçilere doğru ilerlerken Pisan da harekete geçmeye hazırlanıyor gibi görünüyor. Friks, sesini alçaltarak konuşuyor. "İşte asıl savaş şimdi başlayacak. İmparator Higenadon'un yanında olmaya hazır olmalıyız." Bok ve Mitga başlarıyla onaylıyorlar. Üçü de, önlerinde cereyan eden bu güç gösterisinin, sadece başlangıç olduğunun farkında. Bağ Köprüsü'nün üzerindeki bu an, Ingenium için kritik bir dönüm noktası olabilir. Ve sizler bu mücadelede kendi rollerinizi oynamaya hazırlanıyorsunuz.
Off Topic
Pasiflik süresi üç gündür. İyi RP'ler!

Re: [Ana Kurgu] Köprü

#2
İkinci Kıta'daki karargaha düşen bu karanlık havanın sebebini tamamen kendim olarak görüyordum. Böylesine agresif bir çıkış yapmışken, kendimi doğru düzgün ifade bile edememişken insanların endişeye kapılmasını doğal buluyordum. Oysa, tek istediğim şey bize karşı daha şeffaf olabilmeleriydi. Böylelikle yolumuzda daha emin adımlarla ilerleyebilirdim. Ancak korkmaları doğaldı, hem benim agresifliğim hem de bu insanların düşüşleri onları korkutmuş olmalıydı. Nitekim, umurumda değildi. Livei ve ekibin diğer üyeleri döndüğü zaman bir toplantı yaparak bu konuyu daha derinlemesine konuşabilir ve onların korkacağı bir şey olmadığını gösterebilirdik. Eklemem gereken bir şey var ki, o adam bana silah çektiğinden beri onlara pek güvenmediğim de ayrı bir gerçek. Korkudan bunu yapmasını anlıyorum ancak yine de birbirimize tam olarak güvenseydik, böylesi bir tepkiye gerek kalmazdı. Demek ki burada ilk kırık halka ben değildim.

Onlardı.

Bu düşüncelerle birlikte Max'in ofisine giriş yapmıştık. Meşe mobilyalar ışığın altında güzelliğini korurken, eski kitap kokuları, solgun tablolar, sanki zaman durmuş gibiydi burada. Max'in masasının üstünde dağınık evraklar vardı. Bazı kağıtlar aceleyle karalanmış gibi duruyor, bazıları ise özenle bakılmıştı. Burada duran her bir belge, Max'in zihnine açılan kapılardan ibaretti ve burada bunları öğrenmem gerekiyordu. Thomas belgeleri incelerken, Max'i tanıdığı günden beri bir adım önde olduğunu söylüyordu. Yüzümdeki ifadeyi bozmadan, evrakları incelemeye devam ederken dinlemeye devam ettim. Kurnazlığı ve gizemi sayesinde saygı duyulan ve korkulan birisi olduğunu söylüyordu. Bir keresinde, imkansız görülen bir durumdan oyunun yeni başladığını söyleyerek kurtulduğunu söylüyordu. Bunları bizim de görebilmemizi isterdim, ancak göremediğim için bir şey deme gereği duymamıştım. Ona karşı olan bir görev olarak, buradaki sırları çözmemiz gerektiğini söylüyordu.

Her bir kitap, her bir obje, Max'in bir parçası gibi duruyordu. Birleştirildiğinde Max'i oluşturuyor gibi. Bunca şeyi zihnime nasıl aktarabileceğim konusunda bir fikrim yoktu. Bu işi başarabileceğimizi söylüyordu, Max'in bıraktığı yerden devam etmenin bir sorumluluk olduğunu söylüyordu. Benim liderliğimde, Ingenium'u onun hayal bile edemeyeceği kadar yükseklere taşıyacağımızı söylüyordu.

"Onun sırlarını keşfederken, onun aksine şeffaf olacağım. İçerideki insanlara çok sert davrandığımın farkındayım, ancak artık her olaya karşı patlama noktasındayım. Bundan sonra, burada bulduğumuz, bulacağımız ne varsa hem Dünyalı insanlarla, hem Ingenium'lu insanlarla paylaşacağız. Max'ten farkımız, kimsenin herhangi bir bilgiden mahrum kalmaması olacak."

Diyerek cevap verdim bana bakmamı söylemeden önce. Thomas'ın heyecanla gösterdiği şeye doğru baktım. Karmaşık geometrik desenlerle süslenmiş, ağır bir metal parçasıydı elinde tuttuğu. Aradığımız ipucunun bu olabileceğini söylüyordu. Bu metal parçasının önemli bir konumu olduğunu anlayabiliyordum sanki, ancak ne olduğunu da tam olarak çözemiyordum. Bu gizemi çözebilmek için ne yapmamız gerektiğini düşünüyordum. Max'in özenle sakladığı şeyin ne olduğunu çözmemiz gerekiyordu. Objeyi elimizde evirip çevirmeye devam ederken, bunun bir tür anahtar olabileceğini söylüyordu. Max'in gizli bir kasasını açabileceğini, veri depolama cihazı olabileceğini söylüyordu. Ne olduğundan ikimizde emin değildik. Objenin kenarındaki çentiği gösterip, burada bir bağlantı noktası olabileceğini söylüyordu, bir cihaza takılabileceğini. Dünya'nın gizli projelerinden birinin parçası da olabileceğini eklediğinde, daha derin düşünceler zihnimi çalmaya başladı. Bunun ne olduğunu bir an önce çözmemiz gerekiyordu ve ilk ihtimal olan, belki de bir bağlantı noktası olma ihtimalini değerlendiriyordum öncelikle. Çentiği hafif bir şekilde oynatmaya, basmaya çalışacak ve içeriye bir şeyin girebileceği bir mimariye sahip mi diye bakacağım.

"Öncelikle bunun bir bağlantı noktası olabileceği ihtimalini değerlendirelim. Bu çentiğin içine girebilecek bir şey aramamız lazım odada. Eğer çentik içine bir şey alamıyor gibiyse, muhtemelen daha gizemli bir şey olabilir. En rahat eleyebileceğimiz ihtimal, bağlantı noktası olma ihtimali."

Eğer bağlantı noktası olduğunu eleyebilirsek, objeyi bulduğu yerde daha fazla ipucu var mı diye bakınacağım.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Köprü

#3
Pisan ve Deith köprüde karşılaşmışlardı. Ortam gergindi. Her iki lider de güç gösterisi yapmaya başlamıştı. Deith bireyselliği ve özgürlüğü savunurken Pisan halkını koruyan demir iradeli bir lideri savunuyordu. Deith'in özgürlüğü savunması ne kadar da komikti. Kendisi bir kraldı. Üstelik amacı kıtanın tek hakimi olan bir kral olmaktı. Krallıkların olayı zaten bireylerin hür iradelerinin ve bireyselliklerinin olmaması değil miydi? Deinzei halkını da bu yüzden mi bastırmıştı yıllarca? Özgürlüğe verdiği önem yüzünden mi. Livei karşısındaki sahneye istemsizce gülerken Wændz'e dönerek kızın aklına takılan soruyu cevaplandırdı hızlıca. "Merak etme Wændz. Biliyorum pek olumlu bir ilk karşılaşma olmadı ama gerçekten kötü insanlar değiliz biz. Hiçbir masumun canına kıymayız. Mabi'nin neden öyle davrandığını anlıyorum. Max'i kaybedince en güvenli limanımızı kaybetmiş olduk. Bu yüzden güçlü durmamız gerekiyor. Hala sağlam kalıp, birbirimize sarılıp, kimsenin oyununun kucağına düşmeden bu savaştan sağ çıkmalıyız. Şu an her şey gerçekten çok karışık. Seni bizden taraf olmaya zorlamayacağım asla, kendi seçimini yapabilirsin. Ama seni denek haline getiren o adam, Şapkalı, iyi niyetli birisi değil. Ingenium'a Dünyalıları yerleştirip bizi köleleştirmek istiyorlar. Anılarımızı silecek teknolojileri var ve bunu kullanacaklar. Onları koruyan, iradesiz askerleri gibi bir şeyleri olacağız. Öte yandan da Mavi Yıldız Dünya'yı ele geçirip Dünyalıları köleleştirmek istiyor. Biz bunu da desteklemiyoruz, çıkarımıza olacak olsa bile. Çünkü masum Dünyalılar da var, her şeyden bihaber hayatlarını yaşıyorlar ve böyle bir kaderi hak etmiyorlar. Ortada kaldık açıkçası ve hamlelerimizi çok dikkatli seçmemiz gerekiyor. Şu an Deith'in Pisan'ı öldürmesi büyük bir tehlike çünkü Pisan ölürse Himota kaybedilir. Himota kaybedilirse bu içine sürüklendiğimiz savaş daha da kötüye gidecek. O yüzden ne olursa olsun Pisan'ı korumalıyız diye düşünüyorum. Benimle aynı fikirdeysen bize katıl, Mutlak Son'un bir parçası ol. Barış getirelim ve masumların kanının dökülmesini artık sona erdirelim. Ancak kan dökmeye mecburuz. Affedilemeyecek bazı insanlar var. Şapkalı gibi, Bay Zengin gibi, Deith gibi, Elion gibi. Onlar acıma ve merhamet bilmeyen, etraflarındaki insanları sadece kullanabilecekleri piyonlar gibi gören aşağılık mahluklar. Şu ana kadar sana biz de öyleymişiz gibi bir izlenim verdik ama bizim amacımız kendimizi, gezegenimizi ve gereksiz katliamları sona erdirmek. Bunun için de bazen kötü polisi oynamamız gerekiyor ne yazık ki."

Deith ve Pisan birbirlerine doğru giriştikleri anda savaş da başlamıştı. Livei dişlerini sıkarak olanı biteni izlemeye başladı. Himotalı elçiler demir elementini kullanarak saldırmayı deneseler de Deith'in ne olduğunu anlamadıkları gücü yüzünden anında geriye doğru savrulmuşlardı. Livei canı sıkkın bir şekilde homurdandı. Mitga ve Friks'in olan biten her cacıkla ilgili yorum yapmaları da sinirini bozmaya başlamıştı. "Arkadaşlar burada oturup maç yorumcusu gibi savaşı mı yorumlayacaksınız? Plan yapmaya çalışıyorum yardımcı olmaya ne dersiniz?" Başını kaşıdıktan sonra düşündü. "Araya dalmak için en iyi anı bulmamız lazım. Pisan'ı ne olursa olsun koruyalım." Derin bir nefes aldı. "Pekala." Friks'e döndü. "Gengzjots'a gittiğimiz günü hatırlıyor musun? Hani orada Mavi Yıldız bize saldırmıştı ve sen epey bir delirmiştin. Yürürken zemini filan bile kırıyordun. Onu yine yapmanı istiyorum." Cebinden Tarakançer'i çıkarıp Friks'in koluna sapladı. "Hadi koçum, göreyim seni. Git delir bakalım. Deith'in siz Deinzei çocuklarına yıllarca çektirdiği zulmü düşün. Daha da hırslan." Sonra Mavi'ye döndü. "Sen de Friks'e arka çık. Şey yap... Şey... Sen hangi elementi kullanıyorsun harbi? Neyse yap işte bir şeyler." Bok'a döndü. "Prens Thrao'dan bir haber var mı? Onu buraya ışınlayabilir misin? Belki babasını durdurmanın bir yolunu biliyordur. Bunu yapamayacaksan sen de kurşun kullan diyeceğim ama bu herif kendini yeniliyor. Mekanı manipüle edebiliyordun sen, bununla bir şeyler yapabilir misin?" Mitga'ya döndü. "Sen de uranyum ve kalsiyum kullanarak saldır. Uranyumun sersemletici ve bize zaman kazandıracak stillerinden kullanmayı biliyorsan onlara odaklan. Deith'i bir şekilde sabit tutmamız lazım. Wændz'in dokunabileceği ya da güçlerini kullanabileceği bir mesafeye getirsek yeter." Etenis'e döndü. "Senin de bizimle kalıp bize arka çıkmanı istiyorum. Arkadan katılıp Wændz'i koruyacağız." Gözlerini son olarak Wændz'e çevirdi. "Seni ben koruyacağım. Biz arkadan gideceğiz. Seni koruyucu kalkanımın içine alacağım. Zamanı mı manipüle edersin, Deith'in biyolojisini mi bilmiyorum ama şu anda senin güçlerin bunu kazanmamızda kilit rol oynuyor. O yüzden en büyük riski senin almanı isteyeceğim. Deith'i durdurman gerekiyor. Böylece güçlerini de test etmiş olacağız. Bunu yapabilecek misin? Hatta... yapmak istiyor musun?"
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Köprü

#4
Olayları gizlice gözlemlediğimiz nokta büyük bir tarihin başlangıcı, büyük kötülüklerin önüne çekilecek olan bir set veya karanlığın başlangıcının miladı olabilirdi. Ancak ben hangi adımın hangisini oluşturacağı konusunda pek emin olamıyordum. Kısa vadede görünen oydu ki Deith gezegeni kana bulamayı idealleri için olağandı. İki önemli ismi hayatımda ilk kez bu kadar yakından görüyor olmanın yanında tarih üzerinde bizzat etkimin olacak olmasının hissiyatı çok garip geliyordu. Yine de içinde bulunduğumuz durumdan dolayı böyle şeylere dikkat etmek yerine yeni elde ettiğim güce bunca bel bağlanışa karşı nasıl bu kadar sakin kalabildiğime şaşırıyordum. Belki de ne olacaksa olsun kafasındaydım artık. Kendi güçlerimden korkup geri duracak değildim ancak etki alanımı bilemiyor olmak diğerleri için sorun oluşturabilirdi. Kontrolden çıkan gücümün nelere sebep olabileceğini bilemiyordum ne de olsa...

Livei'nin bana dönüp söylediklerine karşı neredeyse dikkatimi tamamen iki hükümdardan ayırıp ona verecektim. Nelerin nelere sebep olabileceği konusunda beni bilgilendirmesine karşı ciddiyetim bir kat daha artmış olmasına karşı Mutlak Son'un niyeti konusunda iç rahatlatan sözlerine karşı yüküm hafiflemiş gibi hissediyordum. Yüzümden bu hissiyatı yansıtıyor olmamla beraber "Aynı hisleri yaşayan başkalarının olduğunu öğrendiğime sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Çok ağır bir yük. Ama ben de elimden geleni yapacağım" demiştim kararlılıkla.

İki büyük adamın sözlerini ve sözleri arasındaki fizikselden önce başlamış olan çatışmayı dinliyordum. Konuşarak bir yere varılmayacağı daha başında belli olan bu mücadele bir an ikisinin de sessizliğe gömülmesinin ardından öteki Mabi Mabi Himota'lo elçilerin harekete geçeceğini söylüyordu. Diğeri ise demir elementi kullanacaklarını söylüyordu. Bir diğeri ise haklanacağını umuyordu. Ardından ani başlayan saldırı Deith tarafından beklenen bir şeymiş gibi karşılanıyordu. Etrafında parlak bir enerji patlaması oluşturarak saldırıyı durdurmayı kolaylıkla başarmıştı.

Livei planının kilit kısmına beni koymuştu. Deith'i durdurmam gerektiğini söylemesiyle gözlerim büyük mücadeleye dönmüş ve birkaç saniye kendime cevabıma hazırladıktan sonra yüzümde büyüyen gülümseme ve kararlılıkla "Ne gerekiyorsa yapacağım!" demiştim. Enerjisini yenileyememesi için biyolojik yapısını değiştirebilirdim belki ama bu ne kadar vaktimi alır ve nasıl bir yöntemle yapılabilirdi bilmiyordum. En azından belli bir süre ona temas etmem gerekir ve onu çözmem gerekirdi. Hangisi daha zordu bilmiyordum. Zamanla oynayıp ne sonuca varacağını bilemeyeceğim şeyler denemek mi yoksa Deith'e uzun süre temas edebilmek mi? Ne yapmalıydım? Livei'nin planına uymalıydım sanırım. Ona ulaştıktan sonra kendisini hızlı yenilemesini durdurmalı, yapamıyorsam bile yavaşlatmalıydım. Biyoloji ile zamanı beraber kullanırsam bunu başarmam çok daha kolay olurdu belki daha onun üzerine doğru koşarken bile pek çok hamle için karar vermem gerekebilirdi.
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Köprü

#5
Mabi: Objenin çentiğini dikkatlice incelemeye başlıyorsun. Parmaklarınla hafifçe yoklarken, içeride gizli bir mekanizma olup olmadığını anlamaya çalışıyorsun. Aniden, çentiğin derinliklerinde bir şeyin parıldadığını fark ediyorsun. Gözlerini kısarak daha yakından bakıyorsun ve içeride ince, bakır renkli teller olduğunu görüyorsun. Bu, objenin içinde elektrik devresi olduğunu gösteriyor. Thomas'a dönüp bu keşfini paylaşıyorsun. O da heyecanla başını sallıyor ve "Bu çok ilginç, Monsieur. Demek ki bu sadece basit bir metal parça değil, içinde karmaşık bir teknoloji barındırıyor." Masanın üzerini daha dikkatli incelemeye başlıyorsun. Dağınık kağıtların arasında, köşede küçük bir not defteri dikkatini çekiyor. Sayfalarını hızlıca karıştırırken, birçoğunun boş olduğunu fark ediyorsun. Ancak son sayfalardan birinde el yazısıyla yazılmış bir not görüyorsun. "Proje X - Son aşama tamamlandı. Aktivasyon için özel güç kaynağı gerekli. Detaylar kasada." Bu notu Thomas'a gösteriyorsun. O da kaşlarını çatarak "Kasa mı? Max'in ofisinde gizli bir kasa olduğunu bilmiyordum." diyor. Odayı daha dikkatli incelemeye başlıyorsunuz. Duvarları yoklarken, kitaplığın arkasında hafif bir çıkıntı hissediyorsun. Kitapları çekip çıkarınca, arkasında küçük bir dijital kilit paneli ortaya çıkıyor. Thomas derin bir nefes alıyor. "İşte bu, Monsieur. Ama şifreyi bilmiyoruz." Tam o sırada, masanın altında küçük bir çekmece fark ediyorsun. İçini karıştırırken, eski bir fotoğraf buluyorsun. Fotoğrafta Max ve tanımadığın bir kadın var. Arkasında bir tarih yazıyor: 17.08.2045. Thomas fotoğrafa bakıp "Bu Max'in eski bir dostu olmalı. Belki de şifre bu tarihtir?" diyor.

Şifreyi deniyorsunuz ve kasa açılıyor. İçinde küçük bir kutu ve kutunun içinde bir USB bellek var. USB belleği Max'in masasındaki bilgisayara takıyorsunuz, ancak içindeki dosyalar şifrelenmiş durumda. Thomas iç çekiyor. "Bunları çözmek zaman alacak, Monsieur." Sonra sana dönüp "Belki de diğerlerini sorgulamalıyız. Birisi bir şeyler biliyor olabilir." diyor. Başını sallıyorsun ve sorgulamalara başlıyorsunuz. İlk üç kişi gerçekten hiçbir şey bilmiyor gibi görünüyor. Korkmuş ve şaşkın ifadelerle sorularınızı cevaplıyorlar, ama verdikleri bilgiler işe yarar gibi değil. Dördüncü kişiyi sorgulamaya başladığınızda, adam size meydan okurcasına bakıyor. Gözlerinde öfke ve nefret var. "Ed'i öldürdünüz." diyor sert bir sesle. "Size hiçbir şey söylemeyeceğim." Thomas adama yaklaşıyor. "Lütfen, bu çok önemli. Max'in anısı için en söyle en azından." Adam başını iki yana sallıyor. "Max mi? O çoktan gitmiş olmalı. Ve siz... siz sadece onun kuklalarısınız." Bu sözler üzerine sen ve Thomas şaşkınlıkla birbirinize bakıyorsunuz. Max'in gitmiş olduğunu mu söyledi? Bu ne anlama geliyor? Adam konuşmayı reddediyor, ama sözleri kafanızda yeni sorular uyandırıyor.

Livei: Friks'in vücudu, bıçağının acısıyla sarsılıyor. Yüzü acıyla buruşuyor, dişlerini sıkıyor. "Ne yapıyon amına koyayım?!" diye bağırıyor, sesi öfke ve acıyla dolu. Kolundan fışkıran kanı kontrol etmeye başlıyor, kırmızı sıvı havada dans ederek keskin, dişli bir kılıç haline geliyor. "Şimdi ananı sikeceğim senin!" diye haykırarak saklandığı yerden fırlıyor, gözlerinde öfkeli bir parıltıyla Deith'e doğru atılıyor. Mavi, Friks'in arkasından sesleniyor. "Neon ile seni güçlendiriyorum!" Ellerini uzatıyor ve Friks'in vücudu aniden tehlikeli bir şekilde parlayan, mavi-yeşil bir Neon ışığıyla kaplanıyor. Friks artık karanlıkta ışıldayan, ölümcül bir savaşçı gibi ilerliyor. Bok, yüzünde gergin bir ifadeyle konuşuyor. "Prens Thrao'yu çağırmak için ona dokunmam gerek. Mekanı değiştirmek içinse Deith'e..." Gözleri kararıyor, sesi alçalıyor. "Ama belki de bu, her şeyi sonlandırmak için bir fırsat." Dikkatli ama kararlı adımlarla Deith'e doğru ilerliyor, elleri tehlikeli bir şekilde titriyor. Mitga, gözlerini sıkıca yumuyor, yüzü konsantrasyonla gerilmiş. Vücudundaki kalsiyum seviyesi artarken kemikleri güçleniyor, kasları sertleşiyor. Ardından ellerinde yeşilimsi bir parıltı beliriyor, uranyum üretmeye başlıyor. "Hazırım." diye mırıldanıyor, gözlerinde kararlı bir ışıltıyla. Etenis sadece başını sallıyor, bakışları soğuk ve hesapçı. Wændz, seninle birlikte koruyucu kalkanın ardında, grubun arkasında ilerliyor. İkinizin de gözleri önünüzdeki kaosta, zihinleriniz bu yıkımın sonuçlarını hesaplamaya çalışıyor.

Aniden, Deith'in etrafında karanlık bir enerji girdabı oluşmaya başlıyor. Gözleri artık insan gözüne benzemiyor, içlerinde evrenin derinlikleri dans ediyor sanki. Vücudu titreşiyor, atomları adeta parçalanıyor ve yeniden birleşiyor. Çığlık atıyor, ama bu ses artık insani değil, sanki bir yıldızın ölüm çığlığı gibi. Deith'in kontrol edilemez gücü patladığında, hava molekülleri paramparça oluyor. Oluşan enerji dalgası, Friks, Mavi, Bok ve Mitga'yı bir paçavra gibi savuruyor. Pisan bile bu kozmik güç karşısında sendeliyor, yüzünde ilk kez bir korku ifadesi beliriyor. Friks ve Mavi havada savrulurken, Neon ışığı çılgınca yanıp sönüyor, kan kılıcı havada kırmızı bir iz bırakıyor. Bok ve Mitga yere çarpıyor, Mitga'nın ürettiği uranyum havada zehirli bir sis gibi dağılıyor. Deith'in bedeni artık tamamen deforme olmuş durumda. Kolları uzayıp kıvrılıyor, derisi çatlıyor ve içinden kozmik bir ateş fışkırıyor. Gözleri artık sadece birer kara delik. "Siz... siz hiçbir şey değilsiniz!" diye gürlüyor, sesi evrenin derinliklerinden geliyor sanki. "Ben özgürlüğün ta kendisiyim! Ve hepinizi yok edeceğim!" Pisan, yerde sürünerek doğrulmaya çalışıyor. Gözleri Deith'e kilitlenmiş, bakışlarında artık sadece soğuk bir kararlılık var. "Seni... seni yok etmeliyim." diye fısıldıyor dişlerinin arasından. "Sen bir canavarsın, Deith. Ve canavarlar öldürülmelidir." Bu kozmik kaos ortasında, senin ve Wændz'in koruyucu kalkanı titreşiyor, neredeyse çökecek gibi. Grup, bu evrensel yıkımın eşiğinde, bir sonraki hamlesini planlamaya çalışıyor. Deith'in kontrol edilemez gücü ve Pisan'ın onu yok etme arzusu arasında, dünyanın kaderi an be an değişiyor.

Wændz: Livei'nin oluşturduğu koruyucu kalkanın içinde, nefesini tutmuş bir halde kaotik sahneyi izliyorsun. Kalkanın dışında, dünya adeta paramparça oluyor gibi. Deith'in kontrol edilemez kozmik gücü, havayı bile yırtıyor sanki. Gözlerin, evrenin derinliklerinden fırlamış gibi görünen bu varlığa kilitlenmiş durumda. Kalbin göğsünde çılgınca atarken, aklın bir yandan da olası stratejiler geliştirmeye çalışıyor. Deith'e ulaşman gerek, ama nasıl? Bu kozmik fırtınanın içinde bir adım bile atmak imkansız gibi görünüyor. Tam o anda, Pisan'ın gür sesi yankılanıyor. "Onu bana yaklaştırın! Hemen!" Bu emir, savaş alanında yankılanıyor ve herkes harekete geçiyor. Friks, acıyla buruşmuş yüzüne rağmen ayağa kalkıyor. Kolundan akan kanı kontrol ederek oluşturduğu kırmızı, keskin kılıcı havada şekillendiriyor. Gözlerinde vahşi bir kararlılık var. Kılıcını Deith'e doğru savurarak onu köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Her hamlesi, havada kırmızı izler bırakıyor. Mavi, ellerini gökyüzüne kaldırıyor. Aniden, etrafı parlak neon ışıklarıyla dolduruyor. Mavi-yeşil tonlarındaki bu ışıklar, Deith'in etrafında dans ediyor, onun görüşünü engelliyor. Bu ışık gösterisi, gece kulübünü andıran bir atmosfer yaratıyor, ancak buradaki tek müzik savaşın gürültüsü. Mitga, yüzünde derin bir konsantrasyon ifadesiyle, ürettiği uranyum sisini kontrol etmeye çalışıyor. Yeşilimsi, zehirli görünen bu sis, Deith'in etrafında yoğunlaşıyor. Mitga, bu sisi adeta görünmez iplerle yönlendiriyor, Deith'i yavaş yavaş Pisan'a doğru itmeye çabalıyor. Sen de harekete geçme zamanının geldiğini hissediyorsun. Gözlerini kapayıp derin bir nefes alıyorsun. Konsantre olurken, vücudunda garip bir karıncalanma hissediyorsun. Ellerini Deith'e doğru uzatıyorsun ve zamanı manipüle etmeye başlıyorsun. Deith'in etrafındaki alan aniden yavaşlıyor. Onun hareketleri ağırlaşıyor, sanki su altında hareket ediyormuş gibi. Bu, diğerlerinin işini kolaylaştırıyor, ancak aynı zamanda senin enerjini de hızla tüketiyor. Ancak Deith hala inanılmaz derecede güçlü. Kozmik enerji dalgaları yayarak, herkesi tekrar savuruyor. Friks'in kan kılıcı havada dağılıyor, Mavi'nin neon ışıkları sönüyor, Mitga'nın uranyum sisi dağılıyor. Sen bile sendeliyorsun, zaman manipülasyonun bir anlığına kesintiye uğruyor.

Tam umutlar tükenmeye başlarken, Bok aniden ortaya çıkıyor. Yüzünde kararlı bir ifade var, gözleri Deith'e kilitlenmiş durumda. Derin bir nefes alıyor, sonra aniden gözden kayboluyor. Bir saniye sonra Deith'in yanında beliriyor, elini ona uzatıyor. Dokunuşuyla birlikte, ikisi de aniden Pisan'ın hemen yanında yeniden ortaya çıkıyorlar. Pisan hiç vakit kaybetmiyor. Eli, neredeyse ışık hızıyla Deith'e uzanıyor. Parmakları Deith'in deforme olmuş tenine değdiği anda, inanılmaz bir şey oluyor. Sanki bir film geriye sarılıyormuş gibi, Deith'in bedeni hızla normale dönüyor. Kozmik ateş sönüyor, uzamış ve kıvrılmış uzuvları normale dönüyor, çatlak derisi iyileşiyor. En çarpıcı değişim gözlerinde oluyor, evrenin derinliklerini andıran o boşluk kayboluyor, yerini insan gözlerine bırakıyor. O anda Pisan, yumruğunu sıkıyor. Havada bir enerji dalgası hissediliyor, sanki tüm evren bu ana odaklanmış gibi. Sonra, tüm gücüyle yumruğunu Deith'in çenesine indiriyor. Darbenin etkisi muazzam. Deith, sanki bir roket fırlatılmış gibi geriye uçuyor, metrelerce ileriye savruluyor ve sonunda yere çakılıyor. Herkes şaşkınlık içinde Pisan'a bakıyor. Pisan, derin bir nefes alıyor. Yüzünde hem zafer hem de derin bir yorgunluk var. Sonra, olan biteni açıklıyor. "Atom enerjisini nötrleyebiliyorum." diyor, sesi yorgun ama güçlü. "Deith ise saf atom enerjisi kullanarak kendini evrimleştirmeyi başarmış. Bu güç onu neredeyse bir tanrıya dönüştürmüş, ama aynı zamanda en büyük zayıflığı." Bu açıklama, kafandaki birçok soruya cevap oluyor. Deith'in gücünün kaynağını ve neden bu kadar tehlikeli olduğunu şimdi daha iyi anlıyorsun. Ancak aklında hala birçok soru var. Bu güç nasıl kontrol edilebilir? Ve bu çatışmanın sonu nereye varacak?

Etrafına bakıyorsun. Savaş alanı bir harabeye dönmüş durumda. Köprünün bir kısmı çökmüş, taşlar etrafa saçılmış. Hava hala elektrikle yüklü gibi, teninde bir karıncalanma hissediyorsun. Herkes yorgun ve yaralı, ama bir şekilde ayakta durmayı başarıyor. Friks kolundaki yarayı tutarak acıyla yüzünü buruşturuyor. Mavi'nin neon ışıkları artık sadece hafif bir parıltı. Mitga'nın ürettiği uranyum, etrafta yeşilimsi bir sis olarak asılı kalmış. Deith yerde yatıyor. Bilinci yerinde ama hareket edemiyor gibi görünüyor. Gözlerinde şaşkınlık ve belki de bir parça korku var. Pisan ise dimdik ayakta duruyor, gözlerinde hem zafer hem de derin bir yorgunluk var. Pisan size dönüyor ve "Buradan derhal ayrılmanız lazım. Birazdan kalkacaktır. Burada onu öldürebilecek tek kişi benim." diyor. Deith ise yerde yatıyor, yanına gitmeniz mümkün.

Re: [Ana Kurgu] Köprü

#6
Objenin çentiğini kırmadan, herhangi bir zarar vermeden incelemeye başladım. İçeride gizli bir mekanizma olup olmadığını anlamaya çalışıyordum, aynı zamanda öyle bir mekanizma yoksa bile çentiğe zarar vererek elimdeki objeyi kaybetmek istemiyordum. Birkaç oynayış ve inceleyişten sonra, çentiğin derinliklerinde bir şeyin parıldadığını görmek merakımı arttırmış ve gözlerimi kısarak daha yakından bakmaya çalışmıştım. Bakır renkli teller, bana içeride bir elektrik devresi olduğunun sinyalini verirken, bunu Thomas'la paylaşmanın daha yararlı olduğunu düşündüm. Sonuçta, bir Dünyalı olarak, daha doğrusu eski Dünyalı olarak daha iyi anlayabilirdi, hatta daha farklı fikirlere de sahip olabilirdi. Bana bunun basit bir metal parça olmadığını, içinde karmaşık bir teknoloji barındırdığını söylüyordu. Bu teknolojinin bir açıklaması olabilir mi diye masanın üzerini daha dikkatli araştırmaya başlamıştım. Dağınık kağıtların arasında ne bulabileceğimi tahmin bile etmeden, sadece karıştırıyor ve hepsine göz gezdiriyordum.

Bunca kağıdın arasında, köşede duran küçük bir not defteri dikkatimi çekmiş ve elime almıştım. Sayfalarının bir çoğu boş olsa da, son sayfalarından birinde el yazısı ile Proje X diye bir şeyin Son Aşamasının tamamlandığını söylüyordu. Aktivasyon için özel güç kaynağı gerektiğini ve detaylarının kasada olduğu bilgisini de eklemişti. Thomas, Max'in ofisinde gizli bir kasa olduğunu bilmediğini söylüyor, bu bilgiyle birlikte odayı daha dikkatli bir şekilde incelemeye başlıyorduk. Kitaplığın arkasında hafif bir çıkıntı dikkatimi çekmiş, bütün kitapları çekip çıkarmıştık. Arkada, dijital bir kilit paneli ortaya çıkmıştı. Thomas şifreyi bilmediğini söylediğinde, masanın altında küçük bir çekmeceyi fark etmiş ve hemen oraya doğru davranmıştım. İçinde eski bir fotoğraf vardı, Max ve tanımadığım bir kadının fotoğrafı. Arkasında yazan tarihi, Thomas şifre olabileceği konusunda yorumlamış ve şifreyi denemişti.

Şifreyi tek sefer bulmuş olmak, içimi rahatlatmıştı. En azından bir sürü şey denemek zorunda kalmayacaktık. Kutunun içinden bir küçük kutu daha ve USB bellek çıkmıştı. USB belleği direkt olarak Max'in bilgisayarına takmıştık, ancak dosyaların şifreli olması bizi durdurmuştu. Bunları çözmenin zaman alacağını söyleyen Thomas'a karşı tepkisiz kalmıştım, ancak sonrasında diğerlerini sorgulamamız gerekebileceğini söylediğinde onaylamak için kafamı yukarı aşağı salladım. İlk üç kişi gerçekten hiçbir şey bilmiyor gibi göründüğü için onları es geçmiştik, korkmuş ve şaşkın ifadelerle sorularımızı cevaplıyorlardı. Verdikleri cevaplar, verdikleri bilgiler işe yarar şeyler olmadığından sorgulamaya devam etmiştik. Dördüncü olarak karşımıza gelen kişi, meydan okuyan gözlerle suratımıza bakıyor, öfkesini ve nefretini saklamıyordu. Ed denen kişiyi öldürdüğümüzü söylüyordu. Bu yüzden bize hiçbir şey söylemeyeceğini söylüyordu. Buraya kadar her şeyi anlayabilirdim ancak, sonrasında kurduğu cümleler kafamda başka bir senaryo döndürmüştü.

Max'in çoktan gitmiş olacağını, bizim ise sadece onun kuklaları olduğumuzu söylüyordu. Bu beni şaşırttığı kadar, öfkelenmeme de sebep olmuştu. Max'in çoktan gitmiş olabileceğine dair bir bilgi sahibiydi, belki de başından beri bu bilgiye sahipti, ancak bu bizim bilmediğimiz bir şeydi. Hatta, Max çoktan gitmiş olmalı cümlesini kuramayacak kadar bilgisiz bir konumdaydım. Üstelik, onun kuklaları olduğumuzu söylemesi, içimdeki siniri daha da arttırmıştı. Özellikle bu Dünyalı insanlara olan sinirim çok daha büyüyordu. Onları sinirlendirecek bir şey yapmış olmasaydım, bunu söylemeyecekti bile. Bu düşündüğü, hatta belki de gerçek olabilecek şeyi söylemeyecekti bile. Birkaç derin nefes aldıktan sonra adamın suratına baktım. Onun bana yansıttığı öfkenin daha büyüğünü yansıtıyordum belki de. Max'ten bulduğum USB cihazı cebime attıktan sonra ilk kelimeler ağzımdan çıktı.

"Benden buraya kadar."

Dedim ağzımdan çıkabildiği kadar sakin bir şekilde. "Bu Dünyalı insanların kendisini bizden üstün görmesi buraya kadardı. Max'in bizden çoğu şeyi sakladığının farkındaydım, ancak bu sikik heriflerin de sakladığını bilmiyordum. Belli ki, onun kuklaları olarak sunduğu görüş hep içlerinde olan bir şeydi. Biz onların yanında, onlarla birlikte savaştığımızı sandığımız bu süreçte onlar sadece kukla olarak görüyordu bizi. Max'in kuklaları." Ayağa kalkıp, kapıya doğru yürümeye başladım. "Bu Dünyalı insanların yanında olan savaşım benim için bitmiştir. Özellikle Max ve ekibiyle olan savaş, tamamen bitmiştir." Dördüncü adamın gözlerinin içine öfkeyle baktım uzaktan. "Ed'in ölümü hakkında pişman değilim. Dostum Thomas'ın yaptığı her hareketin arkasındayım. Böyle olması iyi oldu belki de, en azından içinizi daha iyi görme fırsatı yakaladık." Gözlerimi ondan çekip Thomas'a yönlendirdim. "Dünyalı insanların yanında savaşmaktansa, tek başıma ölmeyi tercih ederim. Benimle gelmek zorunda olmadığını bil. İstiyorsan burada kalabilirsin, ancak ben bunların yanında kalmayacağım. Benim savaşım sadece Ingeniumlu insanlarla devam edecek. Benimle misin, değil misin?" Thomas'ın kararına göre ya onunla, ya onsuz çıkacağım, ancak bu savaşa daha fazla Dünyalı insanlarla devam etmeyeceğim.
Last edited by Mabi Chüimimuta on Wed Jul 31, 2024 4:49 am, edited 1 time in total.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Köprü

#7
Friks, Livei'nin hamlesinden ötürü ilk başta biraz sinirlense de olayı hemen kavramıştı ve büyük bir hırsla Deith'e doğru atılmıştı. Mavi de neon elementini kullanarak onu güçlendirmişti. Livei de böylece resmen yıllar sonra ilk kez olarak Mavi'nin elementini öğreniyor ve onu element kullanırken görüyordu. Gerçekten inanılmazdı bunca zamandır bir kez merak edip sormamış olması. Friks, etrafında ışıldayan neon ışıklarıyla birlikte tam bir savaşçı gibi Deith'e ilerliyordu. Bu sahne fazlasıyla havalı görünüyordu. Bok, Prens Thrao'yu çağırmak ve Deith'i ışınlamak arasında kalmıştı. Her ikisine de dokunarak güçlerini çalıştırabilirdi bu yüzden hangisinin daha iyi bir seçenek olacağını tartıyordu. Sonrasında gözleri Deith'te takılı kalmıştı. Bunun her şeyi sonlandırmak için bir fırsat olabileceğini söylemişti. Şu an burayı terk etmesindense Deith'e odaklanmak en mantıklısıydı belki de. Mitga da arkalarından uranyum stilini hazırlamıştı. Hepsi savaşmaya hazırdılar. Livei koruyucu kalkanını açtı ve Wændz'i içine aldı. Doğru anı bekleyeceklerdi şimdi. Etenis de yanlarındaydı.

Deith gücünü kullandıkça daha önce hiç şahit olmadığı şeyler gerçekleşiyordu. Bir insandan çok bir yaratığa benzemeye başlamıştı. Güçlü bir enerji dalgası yayarak Friks, Mavi, Bok ve Mitga'yı daha yanına ulaşamadan geriye püskürtmüştü. Livei'nin kalkanı bile hafifçe oynamıştı. Deith'in sahip olduğu güç her ne ise atom enerjilerini etkiliyordu. Livei özellikle iyi konsantre olduğu için kalkanı hala yerindeydi. Koruma iç güdüsüyle Wændz'in önüne geçti ancak ikisi de iyiydiler. Kaşlarını çattı ve olacakları izlemeye başladı. Bu kolay bir çatışma olmayacaktı. Deith'in güç dalgası Pisan'ın bile dengesini bozmuştu. Deith'in bütün bedeni yok oluyordu. Kolları uzuyor, derisi çatlıyor, gözlerinin beyazı siyahlaşıyordu. Korku filmlerinden fırlamış gibiydi. Livei gerginlikle yutkundu. Planı işlemiyordu. Adamları dağılmıştı. Deith onlarla resmen yeri süpürüyordu. Livei sadece savunmada olduğu için ayakta kalabilmişti. İşleri çok zordu. Mabi ve Thomas'tan da yardım isteyemezdi zira onların da yapabilecekleri sınırlıydı.

Pisan güçlü bir ses tonuyla onu kendisine yaklaştırmalarını emretmişti. Bir bildiği var gibi, kendinden emin görünüyordu. Friks, Mavi ve Mitga acı çekmelerine rağmen son bir gayret ayağa kalkarak bir kez daha atom enerjilerini toplamaya ve Deith'i Pisan'a itmeye çalışmışlardı. O esnada Wændz ellerini öne uzatıp bir şeylere konsantre olmaya başlamıştı. Livei rahat çalışabilmesi için ona alan tanıdı. Belli ki zamanı büküyordu çünkü Deith'in etrafındaki zaman yavaşlamaya başlamıştı. İşler tam istedikleri gibi gidiyordu ki Deith bir başka güç dalgasıyla hepsini yeniden yere sermişti. Bowling labutları gibi oradan oraya savruluyorlardı resmen koca koca adamlar. Wændz de geriye doğru sendelemişti ve konsantrasyonunu kaybetmişti. Livei kalkanını çok iyi yerinde tutabilmesine rağmen kalkanı her an sönebilecek gibi dengesiz davranıyordu. Can sıkkınlığıyla iç çekti. Olmuyordu.

Tam o esnada Bok ayağa dikilmişti. Gözlerinde keskin bir bakış vardı. Bu bakışı tanıyordu. Risk alacaktı. Hem de büyük bir risk alacaktı. Kesinlikle bir planı vardı. Livei merak ve endişe dolu gözlerini ona dikmişken Bok bir anda kaybolarak Deith'in arkasında belirmişti. Ona ufak bir dokunmasıyla birlikte de anında Pisan'ın yanına ışınlanmışlardı. Livei coşkuyla gülümsedi. Deith'in en çok korkması gereken kişi Bok'tu anlaşılan. Bu onu ikinci tongaya getirişiydi. "İşte benim Bok'um be!" Pisan, Deith yanına gelir gelmez elini ona uzatarak dokunmuştu. Ve dokunduğu anda da garip bir şey olmuştu. Deith yavaşça düzelmeye başlamıştı. Eski insan formuna geri dönmüştü. Deith daha kendisine ne olduğunu anlayamadan Pisan güçlü bir yumruk darbesiyle onu resmen çok sevdiği Dünya'ya geri yollamıştı. Deith geriye doğru öyle bir savrulmuştu ki Livei bir an öldüğünü düşündü. Ancak o pezevenk öyle hemen kolayca ölmeyecekti. Pisan onlara dönerek bu garip sahneye bir açıklık getirmişti. Görünüşe göre Deith saf atom enerjisini kontrol edebiliyorken Pisan onu nötrleme kabiliyetine sahipti. Bu garip güçlere nereden sahip olduklarını sormayacaktı onlara. Belli ki deney yaptırmışlardı kendilerine. Pisan'ın tüm bu deney furyasından haberdar olmamasına imkan yoktu zaten.

Pisan buradan gitmeleri gerektiğini söylemişti. Deith birazdan ayağa kalkacaktı ve onu öldürebilecek tek kişi kendisiydi. Livei'nin bundan kuşkusu yoktu ancak bu savaş neticelenene kadar buradan gitmeyi reddediyordu. "Bu sizin savaşınız olduğu kadar bizim de savaşımız. Deith Ozæf'in halkımıza ve kıtamıza yaşattığı ihanetin bedelini ödediğini görmeden şuradan şuraya gitmiyorum!" dedi oldukça kararlı ve kendinden emin bir ses tonuyla. Ekip arkadaşlarına baktı. Hepsi helak olmuş görünüyorlardı. "Friks, Mavi, Mitga siz isterseniz geri çekilebilirsiniz. Çok yoruldunuz. Kahramanca savaştınız, teşekkür ederim." Etenis ve Wændz'e döndü. "Siz de isterseniz çekilebilirsiniz, kararı size bırakıyorum." En son Bok'a döndü. "Uzun zamandır hayalini kurduğumuz an geldi. Burada olacaklar her şeyi değiştirecek. Bunu yapabiliriz. Bize inanıyorum." Kararlılıkla Deith'e odaklandı. Hazır hala yerdeyken Örümcek Ağı stilini kullanarak onu etkisiz hale getirmeyi deneyecekti. Her an darbe yeme riskine karşı da Çekirdek Dengesi stilini kullanmaya hazır olacaktı. Bu iş bugün, burada bitecekti. Karargaha, Mabi'nin yanına zaferle dönecekti.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Köprü

#8
Deith'e karşı herkes amansız bir mücadeleye girişmişti. Bense Livei'nin koruması altında savaş alanında ilerliyordum. Bire çok gerçekleşen devasa mücadele sırasında ortalık renkli ışıltılar ve sis perdeleriyle kaplanmış olsa bile ortada bir gösteri değil, ölüm kalım mücadelesi verildiğinden her bir sonuç, ölüm getirene karşı dökülmüş alın teri gibiydi.

Deith'in bir anda başkalaşım geçirip havayı patlatarak herkesi sağa sola savurmasıyla onun dönüştüğü şeyin ne olduğunu anlamlandırmaya çalııyordum. İnsanlıktan çoktan çıkmıştı ancak hala konuşabiliyordu. Küçümser sözlerine karşı Livei'nin koruması olmasa benim de paçavra gibi savrulmuş olacağımın da bilinciyle yapmam gerekene odaklanıyordum. Kalbim heyecan ve korkuyla karışık deli gibi atsa da kimsenin bir adım geri atmamış olması içimdeki heyecanı ve dövüş hissini katlıyordu. Yakın dövüşü seviyor olsam da kalsiyum elementimin bu duruma karşı savunma dışında bir işe yarayacağını sanmıyordum. Deith'e bir şekilde ulaşmalıydım ama nasıl? Herkes yeteneklerini birbiri ardına kullanıp Deith'i Pisan'a yaklaştırmak için kullanırken benim de vaktimin geldiğini hissedebiliyordum. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıyor ve kontsantre oluyordum. Vücudumda hissetmeye başladığım garip karıncalanmayı şimdilik gözardı etmem gerektiğinden ellerimi Deith'e uzatıp zamanı bükmeye başlamıştım. Deith'in etrafındaki alanı yavaşlatıyor olduğumu görmek hem kendime bir kararlılık hissi veriyor, hem heyecanlandırıyor hem de korkutuyordu. Hareketlerini ağırlaştırmayı başarabilmiş olsam da hala çok güçlüydü ve zaman manipulasyonu korkunç hızda enerjimi tüketiyordu. Deith yarattığı kozmik enerji dalgaları ile herkesi savurmasıyla ben de bundan nasibimi alıyor ve sendeleyip odağımı kaybetmemle manipulasyonum da bir anlığına kesintiye uğruyordu.

Herkes kozlarını birer birer kullanıp kendini yıpratmış olmasına karşı üstünlüğü kuramamış olmamız umudun azalmasına sebep olsa da gruptan birisi aniden çıkmış kararlılıkla Deith'e kilitlenmişti. Aldığı derin nefesin ardından ortadan kaybolmuş, bir saniye sonra ise Deith'in yanında belirmişti. Elini ona uzatıp birlikte Pisan'ın yanına ışınlamıştı. Pisan ise zaman kaybetmeden Deith'e dokunup bedenini eski formuna geri çevirmeye başlamıştı ve gerçekten de sonunda eski haline çevirmeyi başarabilmişti. Ardından belki de yaşattığı bütün karmaşanın getirdiği öfkeyle vurduğu yumruğu ile metrelerce ileri uçurmuştu onu. Pisan'ın yüzünde hem zafer hem de yorgunluk vardı. Atom enerjisini nötrleyebildiğini söylemişti. Deith'in korkunç enerjisini nötrlemek onu da tüketmiş olmalıydı. Saf atom enerjisini kullanarak kendini evrimleştirmeye başardığını söylediğinde bakışlarım Deith'e dönmüştü. Ne kadar çıldırmış gibi görünse de gücünü bir şekilde kullanabiliyor gibiydi. Ama galiba tam olarak hakim değildi.

Bunca çeşit güç uygulanarak Pisan'a ittirilmiş ve ardından ancak enerjisi nötrlenerek yere serilebilmişti. Kendi başımıza kazanmamız imkansızmış... Etrafıma baktığımda gördüğüm şey her yerin harap olmuş olmasıydı. Bense tenimde karıncalanma hissediyordum. Yetenek kullanmamın etkisi geçmemiş gibiydi. Yaralıları iyileştirebilmek için yeterli enerjiye sahip miydim bilmiyordum ama enerjimi iyileştirmek için hemen burada kullanmak doğru bir tercih olmayabilirdi. Pisan buradan hemen ayrılmamız gerektiğini söylüyordu. Bense Deith'e bakıyor ve gözlerindeki şaşkınlık ve korkuyu iyice görmek istiyordum. Livei'nin gitmeyi reddetmesine karşı benim burada kalma amacım artık değişiyordu. Sözlerini dinledikten sonra "Kalan enerjimi saklamak zorundayım" diyor ve sakin adımlarla geriye dönüp adımlamaya başlamamın birkaç adım sonrasında Livei'ye omuz üstünden bakıp "Diğer kozumuzu kullanmam için sabretmek zorundayım. Umarım desteğime gerek kalmadan etkisiz hale getirirsiniz. Ölse bile tamamen yok etmeyin" diyor ve daha güvenli bir konuma doğru ilerliyordum.

Deith'in biyolojik yapısını elde etmeyi planlıyordum. Livei diğer kozun ne olduğunu bildiği için zaman kaybetmeden verdiğim cevaptan biyolojik yapısıyla ilgili bir şeyler yapmayı planladığını anlayacağımdan pek şüphem yoktu. Bu ani tavır değişikliğimdeki sebep kendi kendime havalara giriyor olmamdan değil, biyolojik yapısını elde ettikten sonra başıma daha büyük olaylar geleceği düşüncesiydi belki de. Battıkça daha çok batıyor gibi hissediyordum. Deith'in yapısını doğrudan kendim kullanmaya çalışırsam ne tür anormallikler yaratacağını bilemezdim, bu bir intihar bile olabilirdi. O yüzden bilgileri elde ettikten sonra bedenimden farklı ortamda çoğaltabilir miyim diye denemem gerekiyordu. Zaman manipulasyonu için gereken enerjiyi Deith'ten yola çıkarak sağlayabilir miydim? Bunların cevabını bilemiyor olsam da denemek için yapısından bir parçayı kendime kopyalamalı ve izole etmeli, bunda başarılı olamasam bile en azından doku örneği almalıydım.
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Köprü

#9
Mabi: Thomas'ın cevap vermek üzere ağzını açtığı anda, arkadaki adamın yüzünde aniden beliren öfke ve nefret ifadesini fark ediyorsun. Adam, ağzında biriktirdiği tükürüğü Thomas'a doğru fırlatıyor. Tükürük havada bir yay çizerek Thomas'ın kulağının yanından geçiyor, neredeyse teğet bir şekilde sıyırıyor. Thomas'ın yüzündeki ifade bir anda değişiyor, gözlerinde öfke kıvılcımları dans etmeye başlıyor. Bir anlık sessizliğin ardından, Thomas aniden harekete geçiyor. Vücudunu hızla döndürüyor ve sağ bacağını kaldırarak adamın kafasına doğru güçlü bir tekme savuruyor. Tekmenin etkisiyle adamın başı geriye doğru savruluyor, gözleri bir an için yuvalarından fırlayacakmış gibi açılıyor. Adam sendeliyor, dengesini kaybediyor ve ağır çekim bir film sahnesindeymiş gibi yavaşça yere düşüyor. Başı beton zemine çarpıyor ve anında bilincini kaybediyor. Thomas, hızla nefes alıp veriyor, göğsü inip kalkıyor. Yumrukları sıkılı, gözleri hala öfkeyle parlıyor. Sonra yavaşça sana dönüyor, Mabi. Yüzündeki ifade yumuşuyor, gözlerinde kararlılık ve sadakat okunuyor. "Monsieur." diyor, sesi alçak ama güçlü. "Seninle geleceğim. Her zaman senin yanında olacağım. Bu Dünyalılar... Haklısın, sizi hiçbir zaman eşit görmediler. Belki de ben de bunu çok geç fark ettim." Derin bir nefes alıyor. "Ingenium için, gerçek dostlarımız için savaşacağız. Seninle birlikte, nereye gidersen git." Thomas'ın bu sözleri üzerine, etrafınızdaki hava aniden elektriklenmiş gibi hissediyorsun. Bir enerji dalgası vücudunu sarıyor. Thomas sana yaklaşıyor ve elini omzuna koyuyor. Tam o anda, etrafınızdaki dünya bulanıklaşmaya başlıyor. Renkler birbirine karışıyor, sesler uzaklaşıyor. Bir an için, boşlukta asılı kalmış gibi hissediyorsun. Sonra aniden, ayaklarının altında sağlam bir zemin hissediyorsun. Gözlerini kırpıştırarak etrafına bakıyorsun. Artık İkinci Kıta'da değilsiniz. Pakt Bölgesi'nin tanıdık manzarası gözlerinin önünde beliriyor.

Aniden, arkanızda bir ışık parlaması ve hafif bir rüzgar esintisi hissediyorsunuz. Dönüp baktığınızda, Shisha'nın Hae, Huld ve Gam'la birlikte belirdiğini görüyorsunuz. Shisha'nın yüzünde belirgin bir öfke ifadesi var. "Ne yaptığını sanıyorsun Mabi?" diye çıkışıyor, sesi gergin. "Planı mahvettin! Hepimiz birlikte hareket etmeliydik!" Hae de başını sallayarak onaylıyor. "Bu kadar düşüncesizce davranmamalıydın." Huld ve Gam da onaylarcasına homurdanıyorlar. Thomas hemen Mabi'nin yanında duruyor, korumacı bir tavırla. "Durun bakalım." diyor, sesi sakin ama kararlı. "Mabi doğru olanı yaptı. O Dünyalılar bizi hiçbir zaman eşit görmediler. Kukla muamelesi yaptılar!" Shisha gözlerini deviriyor. "Ama bu, tüm planı altüst etmek için bir sebep değil!" Tartışma birkaç dakika daha sürüyor, sesler yükseliyor, eller havada sallanıyor. Ancak sonunda, Gam araya giriyor. "Tamam, yeter. Olan oldu. Şimdi ne yapacağımıza odaklanalım." Bu sözler, grubu sakinleştiriyor. Hepsi derin bir nefes alıyor ve birbirlerine bakıyorlar. Shisha isteksizce başını sallıyor. "Haklısın. Bağ Köprüsü'ne gitmemiz gerek. Orada neler olduğunu görmemiz lazım." Böylece, geçici bir ateşkes ilan edilmiş oluyor. Grup, sessizce Bağ Köprüsü'ne doğru yürümeye başlıyor. Gerginlik hala havada asılı, ama en azından şimdilik bir amaç etrafında birleşmiş durumdalar.

Livei: Gözlerini Deith'in hareketsiz bedenine dikiyorsun. Yüzünde kararlı bir ifade beliriyor ve ellerini öne doğru uzatıyorsun. Parmak uçlarından ince, gümüşi iplikler fışkırmaya başlıyor. Bu iplikler, Örümcek Ağı stilinin bir manifestasyonu olarak, havada karmaşık desenler oluşturarak hızla yayılıyor. Saniyeler içinde, bu iplikler Deith'in vücudunu sarmaya başlıyor. Önce bileklerini ve ayak bileklerini sarıyor, sonra gövdesine dolanıyor. İplikler, Deith'in bedenini sıkıca kavrayarak onu yere sabitlemeye başlıyor. Her hareket, her nefes alışverişi, ipliklerin daha da sıkılaşmasına neden oluyor. Bok, bir adım öne çıkıyor. Gözlerinde soğuk bir kararlılık var, yüzü taş gibi ifadesiz. "Onu şimdi öldürmeliyiz." diyor sert bir sesle. Sesi, etraftaki sessizliği bıçak gibi kesiyor. "Bu fırsatı bir daha yakalayamayabiliriz. Deith, gücünü geri kazanırsa, hepimiz için sonun başlangıcı olabilir." Pisan, Bok'un sözlerini duyunca yavaşça başını çeviriyor. Gözlerinde yorgunluk ve ağır bir sorumluluk var. Bir an için düşünüyor, sonra ağır ağır başını sallıyor. "Haklısın evlat." diye mırıldanıyor. Sesi alçak ama kararlı. "Bu sona ermeli. Çok fazla kan döküldü, çok fazla acı çekildi. Belki de... belki de bu son olabilir." Pisan, yavaş ama kararlı adımlarla Deith'e doğru yürümeye başlıyor. Her adımı, köprünün taşlarında yankılanıyor. Etraftaki herkes nefesini tutmuş, olacakları izliyor. Tam bu sırada, Deith'in parmaklarında hafif bir titreme görülüyor. Gözkapakları titreşiyor, yavaş yavaş bilincini geri kazanıyor gibi. Bunu anında fark ediyorsun. Gözleri kısılıyor, refleksleri devreye giriyor. Hızla Çekirdek Dengesi stilini aktive ediyorsun. Vücudunu saran altın renkli bir enerji, etrafında koruyucu bir kabuk oluşturmaya başlıyor. Bu enerji, teninden dışarı sızıyor, havada titreşen bir aura yaratıyor. Pisan, kınından uzun, parlak bir kılıç çıkarıyor. Kılıcın kabzası altından, üzeri karmaşık desenlerle süslü. Ama asıl dikkat çekici olan, kılıcın kendisi. Metal, sanki içinden bir ışık yayılıyormuş gibi parlıyor. Kılıcın etrafında mavi-beyaz bir ışık dalgalanmaya başlıyor, sanki canlıymış gibi hareket ediyor. Bu ışık, Pisan'ın yüzüne vuruyor, gözlerindeki kararlılığı daha da belirginleştiriyor. Pisan, kılıcı iki eliyle sıkıca kavrayıp Deith'e doğru son adımını atmak üzereyken, aniden duraksıyor. Havada bir değişiklik hissediliyor, sanki zaman yavaşlamış gibi.

"Baba, dur!"

Bu ses, tüm alanı dolduruyor. Güçlü, genç ve endişe dolu bir ses. Herkes şaşkınlıkla sesin geldiği yöne dönüyor. Prens Ten ve Prens Thrao, nefes nefese onlara doğru koşuyor. İki prens de telaşlı ve endişeli görünüyor. Üzerlerindeki kraliyet kıyafetleri rüzgarda dalgalanıyor, yüzleri terden parlıyor. "Baba, lütfen yapma!" diye bağırıyor Prens Ten, Pisan'a yaklaşırken. Gözleri yaşlarla dolu, sesi titreyerek çıkıyor. "Bu savaşı bitirmenin yolu bu değil! Daha fazla kan dökmek, sadece nefreti besleyecek!" Prens Thrao da hemen arkasından geliyor. Yüzünde daha kontrollü bir ifade var, ama gözlerindeki endişe açıkça görülüyor. "İmparator." diyor, sesi saygılı ama kararlı. "Babamı öldürmek, sadece daha fazla kan dökülmesine sebep olacak. Onun taraftarları intikam peşine düşecek ve bu savaş hiç bitmeyecek. Bu savaşı barışçıl bir şekilde sonlandırmalıyız. Belki de... belki de bu, iki taraf arasında bir anlaşma yapmak için son şansımız." Pisan, kılıcı hala havada, oğluna ve Thrao'ya bakıyor. Yüzünde şaşkınlık ve kararsızlık ifadesi var. Gözleri, kılıcından oğullarına, sonra yerdeki Deith'e kayıyor. İçinde bir çatışma yaşadığı belli. Prensler, nefeslerini düzene sokmaya çalışırken, tüm gözler Pisan'ın vereceği karara odaklanmış durumda. Hava, gerginlikle yüklü. Rüzgar, sanki nefesini tutmuş gibi esiyor. Köprünün altındaki nehrin sesi, uzaktan bir fısıltı gibi geliyor. Bok, prenslere doğru yürüyor ve "Böyle mi konuşmuştuk Thrao? Pardon ama hala çocuk olduğunuzu kanıtladınız!" diyor. Thrao ise "Gereken ölmesiyse gerekeni yapın! Aylardır içimde bu kavgayı yaşıyorum ya. Bu adam beni büyüttü. Bu adam bu kadar kalpsiz ve iğrenç bir insan olamaz, olmamalı." diyor. Mavi, öne doğru bir adım atıyor ve "Babam görevde vefat etti, o yüzden onu hiç tanıma şansım olmadı. O yüzden baba oğul ilişkinizle ilgili detaylı bir yorum yapamam. Ama prens, şunu anlamalısın ki şu gezegende ne kadar kötü insan varsa bir anneden ve babadan doğdular. Üzgünüm ama baban kötü bir adam." diyor. Ten ise Mavi'ye doğru yürüyor ve "Hayır. Deith Ozæf öldürülmeyecek." diyor sertçe. Mavi ise "Durdurun o zaman bizi." diyor. Friks, nefes alıp verişini kontrol etmeye çalışırken Prens Thrao'ya dönüyor ve "Babanın kötü bir adam olduğunun yaşayan kanıtıyım ben amına koyayım! Baban olmasaydı belki de kimseyi öldürmem gerekmeyen bir hayat yaşayacaktım. Beni bu hale baban getirdi, yarram!" diyor. Mavi ise "Prens, Friks haklı. Bizim varlığımızın, ideolojilerimizin varlığının sebebi baban." diyor. Thrao cevap verecekken Pisan kükrüyor. "Yeter! Susun lan!" Herkes susuyor. "Oğlum, ideandan asla vazgeçme. Uğraşını takdir ediyorum. Thrao, sana gelirsek... Özür dilerim." diyor ve kılıcı bir anda iyice parlıyor.

Tam o sırada Deith Ozæf'in bulunduğu yerden bir ses geliyor. Kafanızı çeviriyorsunuz. Örümcek ağları olduğu yerde duruyor. Deith Ozæf orada değil. Ten'in çığlığını duyuyorsunuz. Gözlerinizi Ten'e çeviriyorsunuz. Deith Ozæf Prens Ten'in arkasında, sırtına elini dayamış. Bir anda eliyle bir enerji patlaması oluşturuyor. Ten'in tam kalbini deliyor. Ten, anlık bir saldırı ile yaşamını yitiriyor.

Sanki her şeyi saniye saniye yaşıyor gibisiniz. Thrao, patlamanın etkisiyle geri savruluyor. Hepiniz oluşan duman yüzünden olanları anlasanız bile yüzünüzü kapatmak zorunda kalıyorsunuz. Son dakika ikiniz de gözlerinizi açıyor ve Pisan'a bakıyorsunuz. Pisan'ın dediğinde haklı olduğunu anlıyorsunuz. O artık Pisan değil.

Deith Ozæf, parlak gözlerle Pisan Higenadon'a bakıyor. Pisan Higenadon, kollarını, sonra da ellerini Demir elementiyle kaplıyor. Pisan, herkese sesleniyor.

"ELİNİZDEN GELENİ ARDINIZA KOYMAYIN!"

Re: [Ana Kurgu] Köprü

#10
İnsanlarla çalışmama kararını aldıktan sonra, daha doğrusu Max ve onun ekibi olarak bilinen kişilerle çalışmama kararı aldıktan sonra Thomas'a benimle gelip gelmeyeceğini sormuştum. İsterse insanlarla kalabilme seçimini de ona bırakmıştım, ancak tam cevap vermek üzereyken arkadaşı adamın yüzünde beliren ani öfke ve nefret dikkatimi çekmişti. Ne yapacağından emin olamadığım bu adam, ağzında biriktirdiği tükürüğü bir anda Thomas'a doğru fırlatmış ve havada bir yay çizen tükürük dostumun kulağının yanından geçmişti. Thomas'ın yüzündeki ifade aniden değişmiş, gözlerinde fazlasıyla öfke birikmişti. Monsiuer kısa süreli bir sessizliğin ardından harekete geçmiş ve sağ bacağıyla öyle bir tekme atmıştı ki, hem adama acımış hem de Thomas'a hayran kalmıştım. Adamın gözleri sanki yerinden fırlayacakmış gibi yerinden çıkmıştı, ancak bu ani öfkenin sebebini anlayamamıştım. Thomas'ın bu agresif tavırlarının altındaki sebebin sadakat mi olduğu, yoksa başka bir şeyden mi kaynaklandığını anlamam mümkün değildi.

Thomas'ın adamı bayılttıktan sonra öfkeyle birkaç saniye daha durması ve ardından bana dönmesiyle birlikte yüzündeki ifade yumuşaklaşmıştı. Sesindeki güçlü tavrı hissedebiliyordum. Benimle geleceğini, her zaman yanımda olacağını söylüyordu. Dünyalıların hiçbir zaman bizi eşit görmediğini söylüyordu. Bunu geç fark ettiğini söylemişti, onun sakladığı bir şeyler olduğunu düşünüyordum. Muhtemelen kötü şeyler olmasa da, sakladığı şeyler vardı. Ne olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Ingenium ve gerçek dostlar için savaşacağımızı söylüyordu. Thomas'ın bu sözlerinin üzerine henüz daha konuşamadan hava elektriklenmeye başlamış, enerji dalgası vücudumu sarmaya başlamıştı. Renkler birbirine karışmaya başlamış, sesler uzaklaşmıştı. Sanki bir boşlukta asılı kalmışım gibi hissediyordum, birkaç saniye sonrasında ise ayaklarımın altında hissettiğim sağlam zemin, gözlerimin yere doğru kaymasına sebep oluyordu. Yerden kaldırdığım bakışlarımı etrafıma çevirdiğimde, İkinci Kıta'da değil Pakt Bölgesi'nde olduğumu anlamak uzun sürmemişti.

Arkamızda beliren bir ışık parlaması ve hafif bir rüzgar esintisiyle Shisha, Hae, Huld ve Gam'ın geldiğini de gördüm. Shisha'nın yüzünde öfkeyle gelip planı mahvettiğimi söylemesiyle birlikte yumruğumu sıkarak gözlerinin içine baktım. "Konuşma. Ne yapıyorsam bizim için yapıyorum." Hae'nin onayının ardından, diğerlerinin de homurdanmalarını bir süre dinledim. Thomas'ın korumacı bir tavırla söze girmesinin ardından, Shisha'nın tekrar söze girmesiyle bir daha konuşmaya başladım. "Korkak bir amcık gibi konuşmayı bırak. Plan dediğin şey onların kuklası olmaktan ibaretti. Başından beri buydu. Yaptığım her hareket, gösterdiğim her bir tavır bizlerin yükselişi için. Orada bir plan yoktu, biz onların planının bir parçasıydık." Sert tavrımı korumaya devam ederken, Gam'ın araya girip ne yapacağımı söylemesiyle birlikte Bağ Köprüsü'ne gitme konusunda anlaşmıştık. Hiçbir ses çıkartmadan, Thomas ile birlikte ilerlemeye başladım.

"Thomas." Dedim sakince adımlamaya devam ederken. Gözlerinin içine baktım kafamı çevirip. "Benden ne sakladığını öğrenmek istiyorum. Bana tamamen dürüst olmak zorundasın." Yüzümdeki ve sesimdeki ciddiyeti bozmadım. "Max'in senin eski bir dostun olduğunu biliyorum. Dünyalı insanlar, Max ve ekibinden oluşuyor. Neden Thomas? O adam sana neden öfkeyle baktı? Bunun sadece Ed'le bir alakası yok değil mi? Neden ona hiç acımadan tekme atabildin? Bu adamlar her ne yapmış olurlarsa olsunlar, Dünyalı insanlardı. Ed'i beni öldürmesi ihtimali haricinde, vurmak için bir sebebin var mıydı? Her yerinden makine gibi silahlar fışkırıyor. Nasıl oluyor?" Adımlarımı kestim son sorunun ardından. Bütün bedenimi Thomas'a doğru dönüp, ellerimi pantolonumun cebine soktum. Yüzümde belli etmemeye çalıştığım bir muhtaçlık vardı. "Bana dürüst ol Thomas. Sakladığın ne varsa anlat. Seni yadırgayacak, yargılayacak değilim. Sadece bilmek istiyorum. Dostumun verdiği sessiz bir savaş mı olduğunu, yoksa Dünyalı insanlara böylesine öfke beslemesinin ardında başka bir sebep mi olduğunu bilmek istiyorum." Sesim, öncekinden biraz daha güçlü, ama daha muhtaçtı. "Lütfen Monsiuer. Anlat."
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image
Locked

Return to “New Marigold”

cron