Aldatıldık

#1
Yıl 46, Tihami savaşı sonrası

“Bizim olsun diye savaştığımız topraklara bak Ae.” dedi babam.

Arabayı Yata'ya doğru sürüyordum. Tihami’ye geleli bir saat falan olmuş olmalıydı. Arabayı kullanıyor, arada bir de yolda aldığımız meyve suyunu pipetle emiyordum. Babam böyle uzun yollarda arabayı bana kullandırırdı kendisi yorulmasın diye. Geçtiğimiz yerlerde şimdilik bir şey gözükmüyordu ama ilerisinin hala bir sis perdesi ile örtülü olması git gide savaş sorunlarını görebileceğimizi gösteriyordu.

“Eşitlikmiş, kıta birliğiymiş. Elimize ne geçti bu savaşa yardım etmekle?” Babamın sesinde bir hüzün vardı.
“Bize olsa hiçbir ülkenin yardım etmeyeceğine adım gibi eminim.” dedim meyve suyunu vitesin arka tarafındaki özel yere koyarken. “Tihami, Pakt’ın kuruluşunun bir simgesiydi. Tabi ki korumaya çalışacaklar. Zaten hep tarihte başkaları korudu bu toprakları. Himota’lılar annelerini böyle korumazlar.”
Babam hemen “Ae!“ diye kızdı söylediğim şeye.
“Yanlış mı?” diye karşı geldim Yata yazan tabelanın gösterdiği yola saparken.
Tabi işin doğrusu ya da yanlışında değildi babam, bir ebeveyn olarak terbiyesizlik yapmamam için uyarıyordu beni. Bu yüzden “Düzgün konuş.” dedi.
“Himota savunucusu olduğunuzu bilmiyordum Ichap Libjetütcha.” diye dalga geçtim onunla geri adım atmamak için.
O ise “İleride teşkilat lideri olunca artık annelerine söverek temsil edersiniz ülkemizi Ae Libjetütcha.” dedi.
Dayanamayarak gülmeye başladım bu söylediğine.
“Oğlum savaş alanından geçiyoruz.” diye uyardı bu sefer de. Millet savaşıp ölmüş burada ben kahkahamı tutmaya çalışıyorum. “Of, bu gençlerde hiç saygı yok.”
“Djurat’a hoşgeldiniz Kobin Rontodi, ben Ae Libjetütcha; Djurat Teşkilat Başkanı. Ben sizin annenizi-”
“AE! Oğlum abartma!” Sövmeme izin vermeden bağırınca iyice kahkahayı bastım.
“Tamam tamam, kızma.”
“Şuraya bak, sezyumcular patlatmış. Kenara çek de konuşayım.”

Resmen kriter olmuş yolun kenarındaki alana yaklaşıp park ettim. Babam arabadan inip oradaki Tihami’lilerle konuşmak için ilerleyince arabayı kitleyip yanlarında takıldım bir süre. Dediklerine göre güzel bir sezyum patlamasıyla 30’a yakın kişi paramparça olmuş burada. İki tane de kamyon gösterdiler yanıp kül olmuş. Darbecileri taşıyormuş arabalar. Pakt’tan gelen Gedhilfe’liler patlayıp kendilerini feda etmişler. “Tch...” diye ses çıkartıp “Boşa ölmüşler.” dediğimde babam oradan uzaklaşmam için gidip dolaşmamı söyledi. Ben de dolaşmaya başladım. Düşüncemi insanlar rahatsız olur diye belirtmeyecek değilim. Adamlar kendilerini patlatmış darbe olmasın diye. Sonra da diplomasiyle ülke bölündü. Boşuna işte. Ölen herkesi de birlikte gömmüşler. Parçalanınca tek tek tabi ki bulamayacakları için. Belki yürürken bastığım yerin altında bile vücut parçası var yani. Hava da leş gibi sezyum kokuyor.

Tekrar arabaya binince “Ee...” dedim. “Yata’daki heykeli görecek miyiz?” Vitesi 1’e alıp hareketlendirdim arabayı.
“Evet. Sana gösterdiğim stili çalışmış olursun. Bu sanat eserine sen bakmayacaksan, ben bakmayacaksam kim bakacak?” dedi babam.
“Bir de bana ciddiye almıyor diyorsun...”
“Eh, ben savaşın içine doğdum o kadar. Pakt’tan önce savaşta, Djurat ekonomik krizinde dedenler neler çekti-”
“Evet, kaç kere anlattı.” diye sözünü kestim babamın.
“Hem sen savaşın içinde değil, başında olacaksın. Daha azıyla yetinemezsin.”
“Biliyorum. Yine de büyük konuşmuyor musun?”
“Altını doldurabileceğini bildiğim için tabi ki konuşurum.”

Çoğunlukla savaştan konuşarak geçen bir yolculuk sonrası Yata’ya ulaştık. İlk olarak kimseyi sokmadıkları uranit heykelinin oraya gittik. Çevresini kurşunla sarmak için çalışmalar vardı. Babamın milletvekili olmasıyla da alakalı izin belgeleri vesaire ile heykelin oraya girebildik. Bana evde öğrettiği şekilde atom enerjimi kullanarak vücudumdaki kurşun oranını arttırdım. Tabi babamdan çok daha başarısızdım bu konuda. Yine de yakınlaşabildim. Kısa süre sonra midem bulanınca kaçmak zorunda kaldım. Bir herif burada takviye basıp patlamış, yanında da bir sürü kişi götürmüş. Savaş olunca insanlar ne yaptığını şaşıyor. Elementler gerçekten çok zararlı şeyler aslına bakarsan. Heykelden baya uzakta babamı beklerken elime tutuşturulan çilek ve yoğurt ikilisini yedim ne kadar doğruysa artık bu. Babam geldikten sonra hükümet binasına gideceğimizi söyledi. “Ben takılıcam.” dedim. “Saat ver gelip alayım seni.” Babam da 11-12 gibi hükümet binasının önünde buluşalım dedi. Saate baktım, daha öğleden sonra 1’di. “Balık yemek istemez misin akşam?” diye sordum ben de. “Yerim zaten hükümet binasında.” dedi. Baba oğul yeriz diye düşünmüştüm ama iş arkadaşları önemli tabi. Kim bilir burada kimler vardır şimdi. Tanışmak isterim aslında ama şuan savaştan çıkmış bir ülkenin vatandaşlarının arasında olmak çok daha ilgimi çekiyor. Bu yüzden hükümet binasına babamı bıraktıktan sonra Tihami’de- Pardon, şimdiki adı Kuzey Tihami- dolaşmaya başladım. Yata’nın sahiline gidip arabanın içinde oturdum biraz. Bolcheb’in deniz kısmı gibi değil tabi burası, bizim şehir denize yaklaştıkça buz kaplıyor. Burası mis gibi sıcacık. Tatil köyü gibi. Balıkçı tekneleri, şuradan baktın mı Himota gözüküyor falan. Şehrin güzelliğini yeterince tükettikten sonra savaşın olduğu yerlere doğru sürdüm arabayı. Tabi girmemem için engeller konulmuş. Djurat kimliğimi göstersem de almadılar. Polis olsam alırlardı sanırım. Öğrendiğime göre Güney Tihami ve Kuzey Tihami arasında göçler başlamış. Evler leş halde zaten. Dükkanlar savaş sırasında yağmalanmış falan. Mis gibi ülkeydi burası. Pakt yardım ederse gelişir de, Güney Tihami’nin işi yaş. Eh buralara giremeyince tekrar sahile döndüm. Arabadan inip sahilde yürümeye başladım. Şöyle benim yaşlarımda bir Tihami'li bulup sohbet ederim düşüncesiyle.
Image
Yaz geldi.
► Show Spoiler
Yan çar
Podosḧi Øfinuafeme

Re: Aldatıldık

#2
Eviniz artık eski yerinde olmadığı zaman kaybolursunuz. Evinizdeki her anı kaybolduğu zaman bugüne kadar yaşadığınız şeyleri unuttuğunuz zaman, hayatınız kaybolur. Tihami savaşı bir çok çocuk ve genç için kayboluş hikayesinin girişiydi. Özellikle babasının geri gelmesini bekleyen, polis olmak için onun onayını bekleyen genç Dufo, bu bekleyişin manasız olduğu dönemlerden birine girdiğinin farkındaydı. Çünkü ne o babasının geri geleceğine dair artık bir umudu vardı ne de burada polis olmanın, evini korumanın bir anlamı olduğu...

Bildiğimiz tek şey Tihami'de o zamanlar orada olan, o zamanları olan hiçbir kimsenin hayatı eskisi gibi olmayacaktı. Bugün karşı komşun artık karşıdaki düşman olmuştu. Kendi ailesinin mezarı bile Güney diye adlandırılan yeni bölgede kalmıştı. Artık eskilerine rahmet etmek adına onları onurlandırmak adına kendi toprağında, yattıkları yerlerinde onları ziyaret etmek için düşmanından izin alması gerekiyordu. Ancak daha dün orası, ailesinin göçmüş bedenlerinin yattığı yerdi... Ne saçmaydı değil mi?

Savaşla ilgili herkes bir çok şey söylüyordu. İşte şuradan gelmişler, insanlar kendilerini patlatmışlar bilmem ne! Bu genç Dufo'nun hiç umurunda olan konular değildi doğrusu. Ne evine gidebiliyordu, ne ailesini ziyaret edebiliyordu, ne de.... Ne de babasının sağ kalıp kalmadığını sorabiliyordu. Çünkü soru soracağı kişiler, ona öncülük eden kişiler de kayıptı. Savaşın bir kazananının olmadığını o an anlamıştı. Pakt, bu zamana kadar bunca felaketten koruyormuş insanları anlaşılan. Bu durum gözle görülür şekilde değil belki ama hissedilir şekilde net olmuştu onun için.

Şu anlık bu bekleyişte ve belirsizlikte kafasını dağıtmak için sahile inmişti. Şehrin her yeri savaş harabesi, ceset ve türlü türlü insana zorlu anlar yaşatabilecek şeyler doluydu. Hala sahile gelebiliyorken, her zaman geldiği yere geldi ve burada kumsalın yanında bulduğu taşlardan bir kaç tane aldı ve birazını cebine koydu. Bugün için yatacak yeri henüz kararlaştırılmamışken gün batımına kadar taş sektirmek eğlenceli bir aktivite olur diye düşündü ve bundan keyif almaya çalıştı. Ancak ne keyif alabilecek durumda ne de mutlu olabilecek... Sadece zaman, zamanın erimesi gerekiyordu onun hayatında...
Image
► Show Spoiler

Re: Aldatıldık

#3
Poshota ve Tumi birbirini kovalar. Dokurlar bedbaht insanlara acı içinde bir kaderi engellenemez bir motif gibi.
Soylar göçer bir diğeri doğarken.


Kuzey sınırında Fera hüviyetini uzatıp içeriye gireli çok olmamıştı. Belki iki belki üç saat… Toz toprak, karınca sürüsü gibi oradan oraya koşturan insanlar, kasvetli bir hava hüküm sürüyordu bu coğrafyaya. Eskiden böyle olmadığından emindi. Tihami için birçok şey duymuştu ama hiçbiri renksiz sıfatlar değildi. Bilakis, kadının gördüğü manzara söylenenlerin yakınından geçmiyordu. Önlemler ne kadar artırılmış olsa da Fera babasının bağlantıları doğrultusunda ayarlanmış bir basın kimliğiyle girebilmişti buraya. Yerel halktan kişilerle konuşmak ve toplumun nabzını ölçmek istemişti başta anlamsız bir merakla, lakin; sonrasında göç çalışmaları üzerinde durabileceğini ve gerçekten savaş gören gözlerin hislerini dinlemek istemişti. Element kullanıcısı ise bir insan polis memuru olmak kaçınılmazdı. Fera bunun üzerine çok düşündü. Tıbbi konularda yeterli olması memurluk için kafi miydi? Kendi fikrini, kendi duygularını, kendi isteklerini bulmalı ve ilerleyeceği meşakkatli yolda ölçülü olmalıydı. Bilgi ve güç eğer ki dengeli bir ruh ile buluşursa dokunamaz mıydı kaderin noktalarına?

Düşüncelerinin ağırlığıyla ortalıkta dikkat çekmeden gezindi bir süre Fera. Savaş sonrası travma yaşayan bir çocuğa denk geldi. Alanı olmadığından profesyonel anlamda yardımcı olamadı ama elinden geleni de eksik etmedi. Efsane olmaya başlayan bir hikayenin heykelini görmek istedi ama şansını zorlamadı. Söylentiler kulaktan kulağa dolaşırken huzursuz yüz ifadesiyle etrafı süzdü. Sezyumcuların patlayışını kafasında canlandırmak irkintiye sebep verdi. “Bunca ölüm… Çok gereksiz” diye mırıldanıyordu kendi kendine. Geldiğinden beri tek yaptığı sinir bozucu şekilde hüzünlenmek ve sorgulamaktı. Krater, ayrılmış bölgeler, polisler, ağlayan çocuklar… Nefes alabilmek için güzel bir manzaraya ihtiyacı vardı Fera’nın. Evrende güzel şeylerin de var olabileceğine inanma ihtiyacıydı belki de bu.


Sahile yönünü çevirdiğinde Dusha kumlarını anımsamıştı. Evden uzaktaydı, değil mi? Şimdiden özlemiş sayılmazdı. Dışı görmeliydi ki içi daha çok keşfetsin. Yalnızca Dusha’nın iç işlerinin görünür de karmaşık olmamasından bir memnuniyet anı yaşamıştı. Adımlarına bakarak ilerlerken zihnini boşaltıyordu. Boş bir zihinle maviliği karşılamak istiyordu. Kuru gürültü kesilmişti. Bir süre hiçbir şey düşünmeden yürüdü. Feraha erdiğine inandığında kaldırdı başını. Suyun renginden önce bir silüet gördü gözleri. Taş sektiriyordu. Buralı mıydı? Tihamili olmalıydı. Kaç kişi bu bölgeye gelebilirdi ki şu an zaten? Hızlı hızlı çocuğa doğru ilerledi. Orta yaşlılar ile konuşmuştu ama gençlere pek denk gelmemişti bölgenin içinde. Bir çoğunun işi başından aşkındı mesleklerinin getirisi olarak. Yaşı daha küçük olmalıydı bu kişinin ama emin değildi. Fera’nın iletişime geçme şekli her zaman anlık ve anın verdiği düşüncesizlikle gerçekleşirdi, üstüne pek durmazdı. Sessizce yanına yaklaştığında ürkütmemek adına sesini ulaştırdı ilk ona: "Bana da öğret." Çocukluğundan beri Fera'nın yapamadığı nadir şeylerden biriydi taş sektirmek.
Image
► Show Spoiler

Re: Aldatıldık

#4
Babam yolda full sigara içti. Eh pederin yanında içsem kafama sıçar. Bu yüzden ilk sahilin yakınındaki dükkanlardan sigara aradım. Burada Djurat markalarından yok. Dusha markası da çok ağır oluyor. Pahalı olanlardan almak zorunda kaldım Gedhilfe’li olanlar daha uygun olur diye. Çirkin, hemen kaybedeceğim türden de bir çakmak aldım. Açtım paketi, sahilde oturdum bir banka. Sigara, savaş havası, manzara üçlüsünün keyfini çıkarıyorum. Önümde bir çocuk var Tihami’li. Yerden taş arıyor düzgün, sonra da alıp denizde sektiriyor. En fazla 6 kere sektirebildi daha. Biz de kıtada dolaşacağım ayağına sigara içmeye başladık. Çok fazla içmiyorum da bazen babam fazla tüttürünce canım çekiyor. Bırakmam lazım en yakın zamanda. Babam her gün hükümet binasında tonlarca sigarayla işini icra edebilir de, ben polis olunca 10 saniye koştuktan sonra tıkanırsam kötü olur. Paket aldığıma anında pişman olmam da cabası… 20 tane var içinde, birini içtim. Gedhilfe’li piçler tabi işlerini biliyorlar. Aşırı hafif meret. Bir tane daha içmezsem iyi olmayacak derken bu işin sonu yok gibi gözüktü. Paketin içinden 4 tane sigara çıkartıp gömleğimin göğüs cebine koyma fikrinde karar kıldım. Paketi ya atarım, ya da taş sektiren çocuğa veririm diyorum. Burası esiyor, soğuk falan herhalde ama Bolcheb’te biz buzul soğuğu yiyoruz. Kısa kollu gömlekle geziyorum burada. Millet ölmüş, savaştan çıkmışlar, düşündüğüm şeyin saçmalığının farkına varınca durağanlaştım. Şöyle bir durdum paketten çıkardığım 4 sigarayı cebime koyarken. Tihami’li çocuk 7 kere sektirip kendi rekorunu kırdı bu sırada. Ülkemde savaş çıkacak olsa nasıl tepki verirdim düşünmeye başladım. Oturamazdım herhalde. Düzeltmek, engellemek için kendimi bile ortaya atabilirdim. Djurat’ın bölündüğünü düşünemiyorum bile. Şuan bile bölünmüş durumdayız içimizde, her zaman böyle olmuş ama… Ne bileyim Jechi’nin başka bir ülke olması… Malchoyit’teki kuzenlerimi görmek için sınır geçmek zorunda kalmak falan. Hayat çok kısa. Benim artık başlamam gerekiyor polisliğe. Hemen sonra da evlenmem, evlenip, aile kurmam, Bolcheb’ten bir ev almam, ev alırken borçlanmam ve polis maaşımla borçlarımı ödemeye başlamam gerek. Kimse de yok ki. Yani pardon da komiser olduğumda benimle evlenmek isteyen kadının beni neden istediği bellidir. Yalnız kalmak da istemiyorum. Yani, ben büyük ihtimalle yalnız kalacağım, kendimi anlayacak birini bulamayacağım için ama en azından fiziksel olarak yalnız kalmayayayım. Bu hayallerle kendi kendime dert edinmişken sigaram bitmiş, ikincisini paketten çıkarıp yakmıştım bile üstüne düşünmeden. Asgama’nın yaptığını Alep Jüchu asla yapmaz derken tanıdık bir figür geldi izlediğim Tihami’li çocuğun yanına. Buradaki insanlardan çok daha farklı bir görüntüye sahip bu kızı çıkarmak için gözlerimi kıstım. Esmer teni, ben bir Dushalıyım diye bağırırken, uzun saçlarının arasındaki renkler beynimin deniz, kum, güneş, Dusha, eğlenceli geceler, tütün, kurşun, yaralanma, Fera örgüsüyle kızın adını hatırlamamı sağladı. Peki ben duran, olayları anlamaya çalışan bir adam mıyım? Hayır. Eylem adamıyım tabi ki. İki sene önce gördüğüm kızı tanıdığım gibi ayağa kalktım yarısı içilmiş sigarayı bankın yanındaki çöpün kenarına dikkatsizce söndürüp attım. Hızlı adımlarla kızın yanına ilerledim. Bakın, ben kadere inanırım. İç güdülerime de. Hayatın bana sunacaklarını da kabul ederim. Taa, Tihami’de, Dusha’da tanışmış olduğum kızı görmemin anlamı nedir? Biz tanıştığımızda sevgilisi vardı. Belki ayrılmıştır. Sormalı mıyım? Evet, kesinlikle sormalıyım.

“Fera?” diye seslendim hızlı adımlarla kıza yaklaşırken. Yaklaştıkça daha da emin oluyordum onun olduğundan. Tihamili çocukla ne konuşuyorlar umursamadan daldım tabi güdümlü füze gibi kıza. Elimi uzattım hafif bir gülümsemeyle. “Ae Libjetütcha. Tanışmıştık ben Dusha’dayken. İki sene önce olmalı. Sevgilin vardı o zaman, hala var mı?” Ne saklayacağım kardeşim? Adamlar burada savaştan gebermişler diye ben önüme mi bakmayayım? Üstelik sormam gerekiyor ki sohbetin devamında yanlış bir hareket yapmayayım değil mi?
Image
Yaz geldi.
► Show Spoiler
Yan çar
Podosḧi Øfinuafeme

Re: Aldatıldık

#5
Kendi halinde vaktini öldürmeye çalışıyordu delikanlı. Ne yapsın! Başka yapacak bir iş varsa bile o da şehirde ölüleri kaldırmaktan ibarettir! Üstelik henüz daha polis kimliğini eline almadı daha çocuk! Ancak bu isabetli bir olaydı sanki bu olayların içerisinde bulunmak yeni başlayan birisi için gerçekten yıkıcı bir başlangıç olurdu. Bunları çok düşünmenin gereği olmadığını düşündü ve kendini en güvende hissettiği yere götürdü genç delikanlı. Kumsalın, denize doğru uzandığı kısma geçtiğinde eline aldığı taşlarla sadece bugünlerin geçmesini diliyordu.

Bu düşünceler içerisinde vaktini öldürürken beklenmedik bir anda adeta Frum ve Ser'in lütfu olarak bir kadın beliriverdi. Kadın önce ona seslenmiş ve sonrasında masumca ona taş atmasını öğretmesini istemişti. Kadına baktığı zaman Tihami'den olmadığını fiziki detaylarından anlayabiliyordu. Belki de o da ailesinin kayıp bireylerinin definini almak için buraya gelmiştir diye düşündü, gülümseyerek başını salladı kadının ricasını onaylar nitelikte.

Tam eliyle taşı işaret edip konuşmaya başlayacaktı ki uzaktan birisinin ona geldiğini gördü. Sarışın, uzun boylu ve oldukça askeri görünüme sahip bu birey ile kadın arkadaştı konuşmadan anlaşıldığı kadarıyla. Birbirlerine tekrar isimlerini söyledikleri sırada Dufo da ikisine bakarak şöyle söyledi;

"Ben de Dufo. Tihami'de doğdum ve büyüdüm."

Şimdi burada Dufo baktığı zaman yaşanan olayların aksine davranan sarışını görünce biraz gerilmişti ama birbirini gören iki arkadaştan fazlasını beklemezdi. Hemen girdiği konu da çok ilginç sanki acelesi var gibiydi. Dufo bu hususu umursamadan kadının kendisine yönelmesini bekledi öylece ona taş atmayı öğretecekti. Eline taşları aldıktan sonra nasıl atacağına dair el hareketlerini göstermek için hazırlık yapıyordu.
Image
► Show Spoiler

Re: Aldatıldık

#6
Çocuk gülümsediği anda Fera sessizliğin huzursuzluğunu iliklerine kadar hissetmişti. Ya da yüzünün durgunluğu çöken yas ile birleşince daha da belirgin bir hal almıştı. Gülümsediği anda Fera da gülümsemeye çalıştı. Acısı taze olan birine böyle yaklaşmak belki de doğru değildi, en azından düzgün bir giriş yapmalıydı. Zihninde ölçerken bu düşüncelerini tanıdık bir ses ile bölündü. Evet, sesin tınısı daha önce gelmişti kulağına. İsminin söylenmiş olması değildi. Başını çevirdiğinde şaşırmış bir şekilde bakıyordu onlara doğru gelene. Nasıl? Djuratlı ile önce Dusha'da denk gelmişlerdi. Bu gayet olasıyken Tihami'nin mevcut şartları altında karşılaşmak kıtanın gerçekten küçük olduğuna inandırıyordu Fera'yı. Ae yanına vardığında uzattığı eli tutup sıktı nazikçe. Yüz hatları eskiye nazaran daha da keskinleşmişti Djuratlı'nın. Bakışları daha ciddileşmiş gibiydi. Sahi, iki yıl olmuştu. Zamanın kanunu... Bedenen ve manen değişirdi herkes. Çok fazla tanımadan değişip değişmediğini ancak genel hatlarda bilebilirdi ancak Fera. "Merhaba Ae. Hatırlamaz olur muyum? Bir gün karşılacağımızı hiç düşünmezdim. Seni görmek güzel." dediğinde artık şaşkınlığını sakınamaz haldeydi sorduğu soru sebebiyle. "Bir yanlış anlaşılma olmalı. Yoktu, hala da yok." diye dudaklarından dökülen kelimeler zihninden geçtiği anda üstüne düşünülmeden bırakmışlardı kendini. Nedenini sormayacaktı. En azından yeni tanıştıkları birinin yanında bu kabalığı yapmamalıydı. Aynı zamanda, Fera'nın eğer düşünme payı olsa kendi içinde bu konuya kafa yorup neden böyle düşündüğünü sorgulardı sormadan önce, ancak; ardından söze giren Tihamili'ye yönelmeliydi.

Adı Dufo idi. Doğma büyüme buralı. Ülkesini bu halde görmek onu üzüyor olmalıydı mutlaka. Kim bilir neler geçiyordu içinden. Sorma taraftarı değildi yine de Fera. İlgilenmediğinden değil, insanları zorlamaktan hoşlanmazdı. Acıların bazen zihni dilsizce kemiren bulut kümeleri olduğunu düşünürdü hep. Onlardan kurtulmanın en iyi yolu girdap yaratmaktı. Karmaşanın içinde onu yutacak bir şey olmalıydı, değil mi? O yüzden ılımlı bir tonda "Memnun oldum Dufo. Adımı tekrar söylememe gerek yok sanırım. Dusha'nın kuzeyinde yer alan Hafuruguhe'de doğdum. Dusha içinde geziciydim bir süreye kadar. diye söylemişti. Mesleğe giriş yapacağı için başkente taşınma işleriyle uğraşıyordu. Kendi keyfine göre seyahatlerini artık gerçekleştiremeyecek olmasını taşınmayla birlikte anımsayınca yüzünde bir anlığına çok da memnun olmadığını belirten bir ifade oluşup silinmişti hızlıca. Yere eğilip birkaç taş kaptı kadın. Hala taş sektirmeyi öğrenmek istiyordu. Yere eğilirken de Ae'ye "Yeni mi geldin buraya? Sen de eşlik et bize. Kap birkaç taş, istersen." dedi.

Taş seçerken bile özenli davranıp yüzeyi genellikle pürüzsüz olanları seçiyordu Fera. Doğrulduğunda da taşları sol elinde biriktirip sağ eline iki taşı ayırmıştı. "Göster bakalım hareketlerini. Çabuk öğrenirim, iyi bir öğrenciyimdir." derken eliyle suya doğru referans veriyordu.
Image
► Show Spoiler

Re: Aldatıldık

#7
LAN BU NE? BEN BU KIZLA DUSHA’DA TAKILDIM, HAKKINDA BİR ŞEY ÖĞRENMEK İÇİN KIRK TAKLA ATTIM. FRUM DEDİ SER DEMEDİ. BU ÇOCUK KİM LAN? DUFO NE BİÇİM İSİM. TIHAMİLİLERİ DE HİÇ SEVMEM BU ARADA. AĞZINA YÜZÜNE TÜKÜRESİM ŞU SUDA BOĞASIM GELDİ İKİ SANİYEDE.

MİMNİN İLDİM DİFİ, BİN Dİ HİFİRİGİHİDİ DİĞDİM. EHİ. Senin de frum ve ser cezanı versin Fera.

Kız Tihami’li bebeye ilgi gösterdiği gibi kaşlarımı çatıp baktım herife. Tipe bak. Saça bak, yüze bak, meymenetsiz tipe bak. Maymun suratlı. Gecelik entarili, sepet kafalı, kemikleri sayılan, cılız, cesur yüzünün altında ahmaklık saklı adam, hanım nezaketli, solucan gözlü, saçsız, sakalsız, korkak, titrek, ürkek, kalas bacaklı, donuk bakışlı, zeka özürlü, kalın kafalı, ahmak, budalaaa! Kudurdum anasını satayım iki saniyede. Sakin sakin gelecek planı yapıyordum. Evleneceğim kızı bulmuşum. Geliyor ben Dufo, gerizekalıyım, Tihami’liyim mağdurum diyor. Kızın vicdanına oynuyor. Benim karı da hemen ayyy yazıkkk, savaştan çıkmış buuuu. Sevmek lazım diyor. Kızım bunları seversin, üzülürsün, yarın öbür gün gelip ülkeni işgal etmeye çalışırlar. Fera eğildi taş topluyor. Gözlerim kitlenmiş Tihamiliye. Taş kap dedi. Ne kapıcam ya. Tihami’liler gibi taş mı sektireceğiz burada? “Hıı.” dedim kıza. “Yeni geldim.”

Bize arkasını dönmüş olan Tihami’liye giderken cebimden sigara çıkardım. Taş atmaya hazırlanan çocuğun kafasına pıt diye vurdum arkadan. Sonra da ağzına tıktım sigarayı. Diğer cebimden çakmak çıkartıp elimi siper ederek yaktım. “Çek içine.” dedim düzgün yanması için. “Tihami küçük, kendi halinde, sakin bir ülke. Kendisinden daha büyük hayallere kapılınca başına gelenlere bak.” Çakmağı kapatıp cebime koydum tekrardan. “Güzellikleri abilerine bırakması gerekirdi ama işte… Sen bu olaydan ders almışsındır ama Dufo, akıllı birine benziyorsun.”
Image
Yaz geldi.
► Show Spoiler
Yan çar
Podosḧi Øfinuafeme

Re: Aldatıldık

#8
Bulunduğu ortamda kendi başına kalmayı hedeflemişti en başta. Ancak bu hayatta hiçbir şey planlandığı gibi gitmediğini hepimiz biliyoruz. En azından yaşanan olay kötünün daha kötüye gitmesine sebebiyet verebilecek bir şey değildi. Basit bir dille; rastlantı dolayısıyla bir araya gelmiş bir grup gencin bu rezil dönemin içerisinde karşılaşmalarını görüyorduk. Dufo bu tarz toplu iletişim ortamlarında pek bulunmuş bir birey değildi. Zaten Tihami'li olmasının yanı sıra kendisi de insanlarla sosyal anlamda çok fazla yakınlaşma isteyen birisi olmadı. Bu yüzden ikilinin arasındaki konuşmayı dikkatlice dinledikten sonra kendisine yönelen kızın kendini tanıtmasının kibarca memnun olduğunu dile getirmişti.

Kız taş biriktirirken o da normal bir ses tonu ve biraz da heyecanlı bir şekilde lafa girip anlatmaya başlamıştı:
"Aslında olay sadece taşları doğru seçmekte. Ne kadar yetenekli olursan ol eğer elindeki taş buna uygun değilse maalesef istediğini gerçekleştiremezsin." dedikten sonra kızın yanına gelmesini bekledi. Bir kaç ince hareket gösterdikten sonra taşı fırlattı ve taşın gidişini izlerken kafasının arkasından bir darbe yedi. Yediği darbenin hemen ardından da ağzına bir sigara tıkıldı.

Bu tarz saygısızca bir harekete cevap vermemek geldi içinden. Karşısındaki sarışının kendine verdiği öğütlere içten içe gülerek onu hiç bozmamaya çalıştı. Kıza taktiği gösterdikten sonra kendi biriktirdiği iki üç taşı verdi ve elinde kalan son taşa sigara basıp arkasını döndü. Bu sırada kıza şunları söyledi:

"Ben biraz daha toplayayım sen ise o sırada atmaya çalış. Alışkın olduğum için taş seçimi konusunda sıkıntı yaşamayız." dedi ve arkasını dönüp taş toplamaya başladı. Bu sırada sarışının ayağının dibine çömelmişti. Ayağını çekmesine işaret edecek şekilde ayağına dokunmuştu onun ve söylediklerine cevap olarak şunları söyleme cesaretinde bulunmuştu:

"Söylediğin gibi kendi halinde sakin ve küçük bir ülke. Ancak bu büyük amaçları olmadığı anlamına gelmez hiçbir zaman. Size belki yabancı gelecektir ama küçük balıklar bir araya gelir ki büyük balığı def edebilsin. Bu ne büyüklük ne de küçüklük ile ilgili bir mevzuydu." dedi ve ayağa kalkıp o sigara bastığı taşı gösterdi karşısındaki adama. Bu sırada elindeki bir kaç adet taşı cebine koyup, diğerlerini adama uzatıp şunları söylemeye devam etti:

"Sürülerin kendi arasındaki çatışmalar başka durumlarda kendilerine fırsat arayan güçlü ama zayıflar için fırsattır. Bu fırsat dolayısıyla bugün siz benimle burada karşılaştınız. Dilerim ki aynı şey sizin topraklarınızda olmaz. İnsanın arkadaşlarını, ailesini kaybetmesi başkaları tarafından kolay bir şekilde anlaşılabilir olduğu zaman gerçekten sinir bozucu oluyor." dedi ve sigara bastığı taşı elinden yere bıraktı. İçten bir şekilde gülerek şunları söyleyip konuşmayı sonlandırdı:

"Kusura bakmayın, bu taşa kir bulaşmış. Başkalarının kiri! Size bunu vermek kabalık olurdu." dedikten sonra bir avuç taşı eline verip arkasına döndü ve kızın yanına gitti. Onun neler yaptığına bakıp gerekirse biraz daha taş verecek ve ona eşlik edecekti.
Image
► Show Spoiler
Post Reply

Return to “Uluslararası Free RP Bölgesi”

cron