Yıl 46, Tihami savaşı sonrası
“Bizim olsun diye savaştığımız topraklara bak Ae.” dedi babam.
Arabayı Yata'ya doğru sürüyordum. Tihami’ye geleli bir saat falan olmuş olmalıydı. Arabayı kullanıyor, arada bir de yolda aldığımız meyve suyunu pipetle emiyordum. Babam böyle uzun yollarda arabayı bana kullandırırdı kendisi yorulmasın diye. Geçtiğimiz yerlerde şimdilik bir şey gözükmüyordu ama ilerisinin hala bir sis perdesi ile örtülü olması git gide savaş sorunlarını görebileceğimizi gösteriyordu.
“Eşitlikmiş, kıta birliğiymiş. Elimize ne geçti bu savaşa yardım etmekle?” Babamın sesinde bir hüzün vardı.
“Bize olsa hiçbir ülkenin yardım etmeyeceğine adım gibi eminim.” dedim meyve suyunu vitesin arka tarafındaki özel yere koyarken. “Tihami, Pakt’ın kuruluşunun bir simgesiydi. Tabi ki korumaya çalışacaklar. Zaten hep tarihte başkaları korudu bu toprakları. Himota’lılar annelerini böyle korumazlar.”
Babam hemen “Ae!“ diye kızdı söylediğim şeye.
“Yanlış mı?” diye karşı geldim Yata yazan tabelanın gösterdiği yola saparken.
Tabi işin doğrusu ya da yanlışında değildi babam, bir ebeveyn olarak terbiyesizlik yapmamam için uyarıyordu beni. Bu yüzden “Düzgün konuş.” dedi.
“Himota savunucusu olduğunuzu bilmiyordum Ichap Libjetütcha.” diye dalga geçtim onunla geri adım atmamak için.
O ise “İleride teşkilat lideri olunca artık annelerine söverek temsil edersiniz ülkemizi Ae Libjetütcha.” dedi.
Dayanamayarak gülmeye başladım bu söylediğine.
“Oğlum savaş alanından geçiyoruz.” diye uyardı bu sefer de. Millet savaşıp ölmüş burada ben kahkahamı tutmaya çalışıyorum. “Of, bu gençlerde hiç saygı yok.”
“Djurat’a hoşgeldiniz Kobin Rontodi, ben Ae Libjetütcha; Djurat Teşkilat Başkanı. Ben sizin annenizi-”
“AE! Oğlum abartma!” Sövmeme izin vermeden bağırınca iyice kahkahayı bastım.
“Tamam tamam, kızma.”
“Şuraya bak, sezyumcular patlatmış. Kenara çek de konuşayım.”
Resmen kriter olmuş yolun kenarındaki alana yaklaşıp park ettim. Babam arabadan inip oradaki Tihami’lilerle konuşmak için ilerleyince arabayı kitleyip yanlarında takıldım bir süre. Dediklerine göre güzel bir sezyum patlamasıyla 30’a yakın kişi paramparça olmuş burada. İki tane de kamyon gösterdiler yanıp kül olmuş. Darbecileri taşıyormuş arabalar. Pakt’tan gelen Gedhilfe’liler patlayıp kendilerini feda etmişler. “Tch...” diye ses çıkartıp “Boşa ölmüşler.” dediğimde babam oradan uzaklaşmam için gidip dolaşmamı söyledi. Ben de dolaşmaya başladım. Düşüncemi insanlar rahatsız olur diye belirtmeyecek değilim. Adamlar kendilerini patlatmış darbe olmasın diye. Sonra da diplomasiyle ülke bölündü. Boşuna işte. Ölen herkesi de birlikte gömmüşler. Parçalanınca tek tek tabi ki bulamayacakları için. Belki yürürken bastığım yerin altında bile vücut parçası var yani. Hava da leş gibi sezyum kokuyor.
Tekrar arabaya binince “Ee...” dedim. “Yata’daki heykeli görecek miyiz?” Vitesi 1’e alıp hareketlendirdim arabayı.
“Evet. Sana gösterdiğim stili çalışmış olursun. Bu sanat eserine sen bakmayacaksan, ben bakmayacaksam kim bakacak?” dedi babam.
“Bir de bana ciddiye almıyor diyorsun...”
“Eh, ben savaşın içine doğdum o kadar. Pakt’tan önce savaşta, Djurat ekonomik krizinde dedenler neler çekti-”
“Evet, kaç kere anlattı.” diye sözünü kestim babamın.
“Hem sen savaşın içinde değil, başında olacaksın. Daha azıyla yetinemezsin.”
“Biliyorum. Yine de büyük konuşmuyor musun?”
“Altını doldurabileceğini bildiğim için tabi ki konuşurum.”
Çoğunlukla savaştan konuşarak geçen bir yolculuk sonrası Yata’ya ulaştık. İlk olarak kimseyi sokmadıkları uranit heykelinin oraya gittik. Çevresini kurşunla sarmak için çalışmalar vardı. Babamın milletvekili olmasıyla da alakalı izin belgeleri vesaire ile heykelin oraya girebildik. Bana evde öğrettiği şekilde atom enerjimi kullanarak vücudumdaki kurşun oranını arttırdım. Tabi babamdan çok daha başarısızdım bu konuda. Yine de yakınlaşabildim. Kısa süre sonra midem bulanınca kaçmak zorunda kaldım. Bir herif burada takviye basıp patlamış, yanında da bir sürü kişi götürmüş. Savaş olunca insanlar ne yaptığını şaşıyor. Elementler gerçekten çok zararlı şeyler aslına bakarsan. Heykelden baya uzakta babamı beklerken elime tutuşturulan çilek ve yoğurt ikilisini yedim ne kadar doğruysa artık bu. Babam geldikten sonra hükümet binasına gideceğimizi söyledi. “Ben takılıcam.” dedim. “Saat ver gelip alayım seni.” Babam da 11-12 gibi hükümet binasının önünde buluşalım dedi. Saate baktım, daha öğleden sonra 1’di. “Balık yemek istemez misin akşam?” diye sordum ben de. “Yerim zaten hükümet binasında.” dedi. Baba oğul yeriz diye düşünmüştüm ama iş arkadaşları önemli tabi. Kim bilir burada kimler vardır şimdi. Tanışmak isterim aslında ama şuan savaştan çıkmış bir ülkenin vatandaşlarının arasında olmak çok daha ilgimi çekiyor. Bu yüzden hükümet binasına babamı bıraktıktan sonra Tihami’de- Pardon, şimdiki adı Kuzey Tihami- dolaşmaya başladım. Yata’nın sahiline gidip arabanın içinde oturdum biraz. Bolcheb’in deniz kısmı gibi değil tabi burası, bizim şehir denize yaklaştıkça buz kaplıyor. Burası mis gibi sıcacık. Tatil köyü gibi. Balıkçı tekneleri, şuradan baktın mı Himota gözüküyor falan. Şehrin güzelliğini yeterince tükettikten sonra savaşın olduğu yerlere doğru sürdüm arabayı. Tabi girmemem için engeller konulmuş. Djurat kimliğimi göstersem de almadılar. Polis olsam alırlardı sanırım. Öğrendiğime göre Güney Tihami ve Kuzey Tihami arasında göçler başlamış. Evler leş halde zaten. Dükkanlar savaş sırasında yağmalanmış falan. Mis gibi ülkeydi burası. Pakt yardım ederse gelişir de, Güney Tihami’nin işi yaş. Eh buralara giremeyince tekrar sahile döndüm. Arabadan inip sahilde yürümeye başladım. Şöyle benim yaşlarımda bir Tihami'li bulup sohbet ederim düşüncesiyle.