Hava değişikliği

#1
P.S 40, 227. Gün


Eskisinden rahatsız hissediyorum kendimi. Keşke yapmasaydım diyorum. Keşke daha efektif bir şekilde yapsaydım. Kendimi de ailemi de kurtarsaydım. Kendimi öldürmeyi bile becerememiştim. Kendime olan saygım 0'a inmişti. Ailemden ilk defa bu kadar ilgi görüyordum ve çok rahatsız edici hissetmiştim. Hiç alışık olduğum bir durum değildi ve normal yaşantımı etkiliyordu. Üstelik hareketleri yapmacık geliyordu. Sanki ilgilenmiş gibi davranıyorlardı ama çok kötülerdi bu rolde. Üstelik... İçten içe bana acıdıklarını düşünüyordum.

Aynamın önünde bileklerimdeki yaralar gözükmesin diye bileklik bağlıyordum kollarıma. Odam hiç olmadığı kadar tertipliydi. Yanımda oldukça düzenli bir bavul, içinde eşyalarım vardı. Bir süre evden uzaklaşacaktım. Ailem buna "hava değişikliği" dese de, bence sadece aylardır bana dikkat etmekten sıkılmışlardı. İşlerine geri dönmek istiyorlardı. Beni de yalnız bırakamıyorlardı çünkü her an kendi canıma kıyabilirdim. Psikoloğa gidiyordum. Tüm seans boyunca boş boş oturuyorduk odada. Bazen sorular soruyordu. Cevaplamayı reddedince tekrar susuyorduk adamla. Bu şekilde kolay para kazanıyordu adam. Sorun edeceğini sanmıyorum.

"Boook! Hadi araba bekliyor!"

Babamın sesini duydum aşağıdan. İki koluma da 3'ten fazla bileklik takmıştım yaraları saklamak için. Fazla acele etmeden bavulumu kapattım. Alacağım her şeyi almış, 1 saattir aklıma alınacak başka eşya gelir diye açık tutuyordum kapağını. Bavulu alıp odadan dışarı çıktım. Çıkmadan önce de içeriye bakıp onuncu kez alacak başka bir eşyam var mı diye kontrol ettim. Emin olduktan sonra çektim kapıyı ve merdivenlerden indim. Beni bekliyorlardı. Babam hemen elimdeki bavulu aldı. Çok ağır kaldırırsam dikişlerim atabilirdi gerçekten. "İyisin değil mi?" dedi annem. Baktım ona ve kafamı salladım. İyi ya da kötü değildim aslında. Bomboştum. Neden beni yaşamaya zorluyorlardı anlam veremiyordum. Beni özleyeceklerini söylediler yalandan. Uzun süredir insanlara cevap vermeyi bırakmıştım. Ailem de artık söylediklerine karşılık vermemi beklemiyorlardı. Yalandan sarılıp öptükten sonra arabaya bindirdiler beni. Arka koltukta kafamı cama koyup yolu izlemeye başladım. Şöför ilk biraz sohbet etmeye çalıştı. Cevap vermeyince de sustu.


8 saat sonra...


Arabanın arka koltuğunda şöförün sesiyle uyandım. Arka koltuklara kıvrılmış saatlerdir uyuyor olmalıydım. Adam birazdan varacağımızı ve uyanmamı söylediğinde gerinerek kalktım yerimden. Pencereden geldiğimiz yere baktım. Tihami'deydik. Çevredeki binaların tipleri değişmişti. Sokakta tek bir sarışın bile yoktu. Sanki Qardakh köylerinde gibi hissetmiştim kendimi. Orada herkes siyah saçlıydı. Buradaki insanlar daha farklı renkte derilere sahipti. Akşam olmuştu. Saati görmek için arabanın ön tarafına baktım. 8'di saat. Karnım gurulduyordu. Tihami'ye özel, bilindik bir yemek duymamıştım. Balıkçılıkları iyi olduğu için belki de balık yemeliydim. Sokaklarda çeşitki partilerin propaganda afişleri vardı. Djurat'ta da olduğu için pek yabancılık çekmemiştim buraya. Ailem Tihami'li bir aile ile çok haşırneşirdi. Aslad soyadlı bu aile yıllardır Djurat'a tatillerde gelip gezilere katılırlardı. Bizimkilerle de çok iyi anlaştıkları için indirimlerden yararlanmaları için ellerinden geleni yapardı bizimkiler. Şimdi de biraz ödeşme olmuştu. Beni buraya 1 aylığına yollamışlar ve onlara emanet etmişlerdi. Aslad'lar beni kalacağım otelin orada bekliyor olmalılardı. Abu diye bir kızları vardı. Ben pek girişken olmadığım için onunla aşırı az bir muhabbetimiz olmuştu ama tanışıyorduk yani. Bana hep iyi davranmıştı. Benim aksime girişken ve hayat dolu biriydi. Tekrar başımı cama koydum. Ailem onlara intihar girişimimden bahsetmiştir... Çekilmez 1 ay olacak diye düşünüyordum. Tek başıma kalmamam için her şeyi yapacaklardı.

Sonunda gerçekten lüks bir apartın önünde durduk. Kapıyı açtım isteksizce. Ülkenin gürültüsü doldu arabanın içine. Derin bir nefes alıp dışarı çıktım arabadan. Şöför bagajımı çıkarırken ben de cebimden para çıkardım. Adam paranın yarısını ailemden, diğer yarısını da benden alacaktı. Ödemem gerekeni ödedim. Adam şöyle bir gülümsedi. Omzuma vurdu ve "Merak etme." dedi. "Geçecek." Sonra da beni orada bırakıp arabasına binip gitti. Onun bile bu konudan haberi olmasından rahatsız olmuştum. Gittiğine sevindim. Etrafıma bakındım. Apartın girişinde oturan Aslad'ları gördünce bavulumu çekişire çekiştire yanlarına gittim. Ne gülmek geliyordu içimden, ne de selam vermek. Öylece yanlarına gelecek ve el sallayacaktım sadece.
Yan Çar/Podosḧi Øfinuafeme


Buraya kısa saçlı bok imzası gelecek
► Show Spoiler

Re: Hava değişikliği

#2
Hafif kızartılmış ekmeğin üstüne tereyağı sürdü, sonra onun üstüne de vişne reçeli sürüp yarattığı şaheserine bir saniye hayranlıkla baktıktan sonra ağzına götürdü. Tereyağlı reçelli kızarmış ekmeği gömerken göz ucuylada annesinin masaya koyduğu yeni dilimlenmiş kaşar peynirini kesiyordu. Ağzındakini bitirmeden bir iki dilim peyniri çaktırmadan koydu tabağına. Lokmasını bitirdikten sonra portakal suyunu dikti kafasına, ağzının kenarından akıp giden bir damla şortuna damladı. "Yavaş ye kızım kaçmıyor." dedi annesi. Önüne iki dilim kızarmış ekmek koymayı ihmal etmedi. "Ay yok doydum yeter." dedi bıkkınlık içeren bir ses tonuyla. Hızlıca çatalını bıçağını tabağının içine koydu, diğer eliyle de kirli bardağını alıp lavaboya koydu. "Eline sağlık!" Annesinin yanağına bir öpücük kondurduktan sonra babasına sarılmaya gidiyorduki telefon çaldı ve babası azıcık uzanıp telefonu açıverdi. Abuda direk odasına geçti. Kendini direk yatağına attı. Hava o kadar sıcaktı ki canı hiç bir şey yapmak istemiyordu. Dışarı çıkmak gibi bir ahmaklık yaptığında tüm vücudu terden sırılsıklam oluyordu. Nuntoda ailesiyle akrabalarını ziyarete gitmişti. Günleri resmen bütün gün evde oturup oflayıp puflamakla geçiyordu. Ara sıra bütün ojelerini alıyor bir bir diziyor sonra ayak ve el tırnaklarının her birine farklı bir renk sürüyordu. Sonra üşenmeyip onları tek tek çıkartıyordu asetonla. Hava kararmaya başlayıp günün sıcağı biraz terk edince onları babasıyla bahçede biraz antrenman yapabiliyorlardı kısa süreliğine. İçeriden bir anda bir feryat çığlığı kopuverdi. Bir hamlede yatağından kalkıp kafasını uzattı odasından. "NE? NASIL? İYİ Mİ BARİ?" Gözlerini kısıp yavaş yavaş mutfağa girdi. Annesine başıyla 'noluyor?' dercesine bir bakış attı. Kadının yüzünde üzüntü, şaşkınlık ve kızgınlığın harmanladığı bir ifade vardı. Aralara biraz da merak serpiştirilmişti. "Tamam Kümi bey, Bok bizimde oğlumuz sayılır siz hiç merak etmeyin." Babası telefonu kapattı. Telefonu kapattığı gibi de odaya derin bir sessizlik çöktü. Babasına ne olduğunu soracaktı lakin babası Abu'yu odasına gönderdi hemen. Kız çıkınca mutfaktan da kapıyı kapattırdı arkasından.

Babasının Kümi bey ile telefonda ne konuştuğunu söylemediler ona. Lakin o telefon görüşmesinden sonra eve ağır bir ciddiyet hakim oldu. Babası hemencecik kahvaltısını bitirdi, gazetesini okumadan çıktı gitti. Annesi de çok bir şey söylemeden kızın eline tutturdu bir bez bir de kova başladılar evin temizliğini yapmaya. Yaz sıcağında birden bire istenmeyen sivilce gibi ortaya çıkan bu temizlikten nefret etmişti Abu. Neyseki annesi fazla temiz bir kadındı ve ev zaten fazlasıyla temizdi. Sadece bir saatlik toz alma ve havalandırma faslı yetmişti. Temizlik bittikten sonra Abu annesi ve kendisi için bir de kahve yapmıştı. Verandaya geçip ana kız kahve keyfi yapıyorlardı. Annesi tabi anneliğini konuşturma fırsatını tepmemişti. "Ne o şort atlet oturuyosun git giy üstüne çabuk usturuplu bir şeyler!" demiş ve kızın kahvesini boğazına dizmişti. Atleti yerine V yaka bir tişört, şortu yerinede aylardır yüzüne bakmadığı bir eşofmanı geçirmişti. Annesinin yanına geldiğinde kadın kahvesinden son yudumunu da alıp Abu'ya döndü ve 'gizemli' telefon konuşmasından bahsetti. Yazdan yaza görüştükleri samimi oldukları Djuratlı bir aileydi Jemipech ailesi. Ne zaman Djurat'a tatile gitseler en uygun fiyatı sunarlardı onlara ve iyi bir tatil geçirdiklerinden emin olurlardı. Annesinin dediğine göre oğulları Bok 'hasta' olmuştu. Çok detaya girmiyordu annesi, bir şeyleri saklamaya çalıştığı barizdi. Çocuk bir süreliğine Yata'ya gelecekti. Kümi beyde bizzat babasından rica etmişti bir gözünün üstünde olmasını. Bok pek somurtkan bir çocuktu, böyle kazınmıştı Abu'nun aklına. Onunla bir kaç kez konuşmaya, oynamaya çalışmıştı ama girişimleri Bok tarafından bertaraf edilmişti. Abu ilk denemelerinde aldığı tepkiye çok alınmış olsada sonradan sonraya çocuğun mizacının bu olduğunu anlamıştı ve rahat bırakmıştı.

Hava kararıp ışıklar sokaklara renk katmaya başladığında evden çıktılar. Arabada olağan dışı bir sessizlik vardı. Genelde tatlı tatlı muhabbet edilen gülüşülen şakalar yapılan bir arabaydı bu. Bu ölüm sessizliği garip geliyordu Abu'ya. Bir iki kere muhabbet başlatma girişiminde bulunmuştu ama istediği reaksiyonu alamamıştı. Babası gözlerini yola kilitlemişti. Annesi de önlerinden geçtikleri mekanlara bakışlar atmakla meşguldü. Ne olup bittiğini anlamamak kafayı yedirtecekti Abu'ya. Neyseki bu sıkıcı araba yolculuğu çok uzun sürmedi. Şehir merkezinde bulunan kaliteli bir apart/otelin önüne geldiklerinde Abu ve annesi arabadan indi, babası arabayı park ettikten sonra yanlarına gelivermişti. Abu otelin lobisine girip biraz serinlemek istedi dönen pervanenin altında. Lobide kocaman bir boy aynası vardı ister istemez kendisini o aynanın karşısında kendisini dikizlerken bulmuştu. Beyaz bir elbise giymişti diz altlarında biten eteğine mavi mavi çiçekler işlenmişti. Parmaklarına lacivert ojelerini sürmüştü ve saçlarını topuz yapmıştı birer tutam saçta kulaklarının arkasına atılmıştı. Nunto'nun ona aldığı gümüş kolyeyi takmıştı. Aynı aynadan apartın önüne yaklaşan arabanın farlarını gördü. Kafasını oraya doğru çevirdiğinde Bok olduğunu düşündüğü bir çocuğun arabadan indiğini ve oldukça isteksiz bir şekilde bavulunu çekiştire çekiştire apartın önüne geldiğini gördü. Resepsiyondaki kıza başıyla selam verdikten sonra lobiden çıktı ve Bok'u gördü... berbat bir haldeydi. Çocuk hatırladığı kadarıyla zaten yıkık bir kişilikti. Her zaman bezmiş, bıkkın ve yorgun bir havası vardı. Lakin şu an gördüğü manzara o hallerinden bile kötü duruyordu. Bu manzara karşısında lobiden koşarak neşeyle çıkan Abu bir anlığına dona kalmıştı. Annesinin gözlerinin dolduğunu görmüştü. Babasının yüzünde de belli belirsiz zoraki bir gülümseme vardı çocuğun bavulunu alıp sırtladı ve resepsiyona doğru hareketlendi. Abu ne olduğuna pek anlam veremiyordu. Annesi neden ağlamaklı olmuştu, babasının ağzını neden bıçak açmıyordu? Şaşkınlıkla Bok'un yüzüne bakıyordu.

Sonraki bir saat öncesinden de sessiz geçti. Abu olayları kavramaya çalışıyor, kimse bir şey söylemiyor Bok ise ruhsuz ruhsuz ortalığa bakıyordu. Çocuğun aparta girişini yaptılar odasına yerleştirdiler. Abu sadece izliyordu. Çocuğun yanında çocuk hakkında soru sormak ayıp olurdu o yüzden bir şeyde diyemiyordu. Annesi çocuğun aç olduğunu duruşundan anlamıştı. Kolundan tutup arabaya götürdüler çocuğu Abuda onlarla savruluyordu. Arabayla evlerine geri geldiler. Annesi tek kelime etmeden mutfağa geçip bir şeyler hazırlamaya koyuldu. Babası ise tam ceketini portmantoya asacaktıki karakoldan çağrıldı acilen. Biraz kem küm edip gitmemeye çalıştıysada başarılı olamadı. Nihayetinde Abu ve Bok verandada baş başa kalmışlardı. Tatlı bir esinti onlara eşlik ediyordu. Küçük bir lambada ışık oluyordu onlara. Yol boyunca çocuğu incelemişti Abu. İki elindeki bileklikler ayrıca dikkatini çekmişti. Bok'un muhabbete girmeyeceğini biliyordu. Kim bilir nasıl düşüncelere dalıp gitmişti. Çözümü pat diye lafa girmekte bulmuştu. "Bok. Neyin var? Seni çok tanımıyorum tam bir kapalı kutusun. Ama seni hiç bu kadar berbat görmemiştim. Kimse bana bir şey söylemiyor, sabah bir telefon geldi ve herkes haldır haldır bir şeyler yapıyor sabahtan beri. İyi misin neyin var?" dedi. Cümlelerin sonuna gelirken biraz, çok azcık yükselmiş ve sorgular gibi bir ses tonuna bürünmüştü fark etmeden. Sonra onu fark etti ve daha sıcak, daha anaç bir tavır takındı. Elini çocuğun eline koyup devam etti. "Her ne sorunun varsa bana anlatabilirsin dinlerim." dedi. Çocuğun yüzüne sımsıcak gülümsemesiyle bakıp ekledi. "Gerçekten."
Image


怨み
► Show Spoiler

Re: Hava değişikliği

#3
Aslad'lar beni gördüğünde pek bir sohbet ortamı oluşturmak istemediler. Bu çok iyi olmuştu. Boş yere kibarlık yapacak halim gerçekten yoktu. Sogmus Aslad elimdeki bavulu alınca teşekkür bile etmedim. Adam elinden geldikçe kibar davranıyordu oysa ki. Onlara bunu çektirdiğim için üzülüyordum. Yük olmak istemiyordum. Kimseye... Sogmus Amcanın peşinden aparta girdim. Resepsiyonda Djurat kimliğimi çıkarıp uzattım sakince. İşlerin devamını Sogmus Amca halletti. Bana en az zorluğu çıkarmak istiyordu ama bu şekilde beni aşırı mahçup hissettiriyordu. Kafamı çevirip çevreyi incelemeye başladım o hallederken. Some Teyze bana hüzünlü bakıyordu. Göz göze gelince gülümsedi hafif. Ben de gözlerimi kaçırdım. Keşke yollamasalardı beni buraya diyordum kendi kendime. Ailemle inatlaşacak enerjiyi bulamamıştım kendimde. Onların kontrolü altında savrulup gidiyordum kaç aydır. Sonra gözlerim Abu'ya döndü. O da endişeli gözüküyordu. Şaşkın şaşkın bakıyordu bir bana bir de ailesine. Ne üzücü diye düşündüm. Djurat'tan gelen sorunlu çocuğun bakıcılığını yapmak zorunda kalmak.

Anahtarımı aldıktan sonra Sogmus Amca ile yukarı kata çıktık. Eşyalarımı bıraktıktık. Sogmus Amca bana 5 dakikalık bir süre verdi. Hazırlandıktan sonra evlerine gideceğimizi, yemek yiyeceğimizi söyledi. Kafamla onayladım. Omzuma iki kere vurdu ve dışarı çıktı. Apart odamda yalnız kaldım. Geniş bir odaydı burası. Yatağın üstü ve yerler kırmızı renkli kaplamalarla kaplanmıştı. Diğer yerler kahverengi tonlarının etkisi altındaydı. Çift kişilik yatağın karşısında ayna vardı. Odanın bir tarafı ise boydan boya camdı. Gidip oturdum yatağın ayak ucuna. Aynada baktım kendime. Gözlerimin altında morluklar oluşmuştu. Bayadır düzgün yemek yemediğim için yanaklarım göçmüştü. Yüzümde aşırı somurtkan bir ifade vardı. Bakmaya bile dayanamadım kendime ve kalktım yerimden. Neyse ki giysilerime dikkat ediyordum da en azından bakan insanları bir şekilde memnun ediyordum. Djurat'ta giydiğimiz kalın kıyafetler Tihami için fazla kışlık sayılırdı. Üstümü çıkardım. Tihami'nin yazı ne kadar soğuk olursa olsun bana işlemeyecekti büyük ihtimalle. Bu yüzden bavuluma bulduğum en ince kıyafetleri doldurmuştum. Kot bir şort geçirdim altıma. Beyaz bir tişört ve açık mavi bir de gömlek giydim üst olarak da. Hepsinin kumaşlarının ferah olmasına dikkat etmiştim alırken. Şimdi gereksiz bir heves diye düşünüyordum. Zaten böyle bir kişiliğin varken dıştan nasıl göründüğünün ne anlamı var ki? Kelek bir karpuz gibi.

Hazır olunca odamın kapısını kilitleyip tekrar aşağıya indim. Aslad'lar oturmuş beni bekliyorlardı. Birlikte arabalarına bindik ve evlerine doğru yola çıktık. Abu ile birlikte arka koltuğa oturmuştuk. Ben kızdan en uzak tarafta kafamı cama koyarak boş boş durdum. Resmen gittiğim her yere gri bir mutsuzluk bulutu getiriyordum. Bu aile de, ben buradayım diye sessizliğe bürünmüşlerdi. Djurat'a geldiklerinde kaç kere görmüştüm. Çok mutlu, sevimli bir aileydi. Onların bile sorunu olmuştum. Arabanın kapısına baktım. Hızla ilerliyorduk. Açsam... Yola düşsem. Parçalansam yolda. Belki üstümden arkadaki arabalardan biri de geçerdi. Elim hafifçe oynadı kapının koluna doğru. Sonra vazgeçtim. Hem bu sevimli aileye kabus yaşatmak istememiştim. Hem de ölmeme olasılığım vardı. Sakat kalsam çok daha kötü olurdu durumum. Bu yüzden Aslad'ların evine gidene kadar sakin sakin oturdum arka koltukta. Vardığımızda açtım kapıyı.

Evleri bizimkine hiç ama hiç benzemiyordu. Daha mütevaziydi ilk olarak ve sanki sevgiyle bezenmiş gibiydi. Uzaylı gibi bakındım etrafıma eve girerken. Evde, el yapımı olduğu belli olan küçük küçük ayrıntılar vardı. Ben bir kere bile ailemin evde bir şey yaptığını görmemiştim. Yemeği bile dışarıda yerdik. İçeri girdiğimizde Some Teyze mutfağa ilerledi. Yemek yapacaktı büyük ihtimalle. Sogmus Amca ile salonda otururuz diye düşünüyordum ama adam eve geldiğimiz anda telsizden bir acil mesajı aldı. Girişte mal mal beklemek istemediğim için ben de Abu'yu takip etmeye karar verdim. Birlikte verandaya çıktık. Oturacak bir sandalye bulup oturdum sessizce. Ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırdım ve of çekmemek için kendimi zor tuttum.

Çok mutsuzdum. Her zaman mutsuzdum zaten ama kendimi öldürmeyi başaramadıktan sonra daha da artmıştı mutsuzluğum. Hem bunu bile başaramadığım gerçeği vurmuştu yüzüme, hem de önceki görünmezliğim gitmişti. Artık tamamen görünüyordum insanlara ve herkes hastalıklıymışım gibi davranıyordu. Beni görmüyormuş gibi davrandıkları zaman daha çekilebilirdi hayat. Oturmuş kendime acırken Abu'nun sesi bozdu çevremizi saran sessizliği. Neyim olduğunu sorduğunda dönüp yüzüne baktım. Normalde şaşırmam gerekirdi ama o kadar uyuşmuş hissediyordum ki kendimi. Abu'nun sorusu çok garipti. Neyimin olduğunu bilmiyor muydu? Ailesi yüzde yüz biliyordu çünkü. Bunu hareketlerinden anlıyordum. Abu'ya söylememişler miydi? Kız beni daha önce bu kadar berbat görmediğini söylediğinde içimden "Her zaman berbattım ama hiç bu kadar olmamıştım." dedim. Doğruydu. Gerçekten Abu'ya ailesi bir şey anlatmamıştı. Neden acaba? Bana önyargı ile tepki vereceğini mi düşünmüşlerdi? Djurat'lıydım ben. Önyargı hayatımızın olmazsa olmazıydı zaten. İyi olup olmadığımı sordu Abu. Bunu kibarlığından yapıyordu. Dışarıdan bakan biri -ki kendisi de fark etmişti- kötü olduğumu anlardı. Sorunumu anlatabileceğimi söyleyip gülümsedi. Çok güzel bir gülümsemesi vardı. Fakat o kadar işlemiyordu ki bana. Sanki kızın yaydığı sevimlilik sağımdan ve solumdan geçiyor, benim gri bulutuma hiç uğramıyor gibiydi.

Uzatmaya ve ya anlatmaya gerek yoktu. Baktım yüzüne bir iki saniye. Sonra da bacaklarımın arasından çıkardım ellerimi. Önce sağ bileğimdeki bilekliği koluma doğru sıyırdım. Sonra da diğerini. Abu'ya doğru eğildim ve bileklerimdeki yeni yeni iyileşme gösteren dikişlerimi gösterdim. Abu'nun dikişlerimi yeterince gördüğünü düşündükten sonra tekrar önüme dönüp bilekliklerimi düzeltmeye başladım. Sakince "Başaramadım." dedim. Bilekliklerimi düzelttikten sonra da iç çekip arkama yaslandım. Abu'nun olmadığı tarafı izlemeye başladım. Zaten herkes bana bir sorun gibi bakıyordu. Yenisini eklemekte bir zarar görmemiştim.
Yan Çar/Podosḧi Øfinuafeme


Buraya kısa saçlı bok imzası gelecek
► Show Spoiler

Re: Hava değişikliği

#4
Endişeyle bezenmiş gözleri, yüzüne bakan çocuğun yüzüne kilitlenmişti. Çocuğun ruhsuz bakışları, sessizliği ve buram buram yaydığı depresifliğe karşı Abu küçük bir deniz feneri gibi pozitiflik, mutluluk ve umut yaymaya çalışıyor gibiydi. İki farklı ruhun, iki farklı kafa yapısının bir anlığına yaşadığı küçük karşılaşma verandada böyle bir atmosfer yaratmıştı. Bir tarafta hayatta her istediğini elde etmiş, şımartılmış, üstüne titrenmiş beyaz elbiseli gülümseyen bir kız çocuğu. Karşısında ise hakkında pek az şey bildiği yüzünün gülümsemeyi unuttuğu, umutsuzluğun ve mutsuzluğun yuva yaptığı bir çocuk vardı. Birbirlerinin tezatıydı ikiside. Abu beyazdı, Bok siyah. Abu umuttu, Bok çaresizlik, Abu uzun gri duvarların ardından beliren sıcak güneşti, Bok ise o duvarların bizzat kendisiydi. Işığıyla o duvarları yakıp yıkmayı, bu mutsuz gence mutluluk getirmeyi arzuluyordu Abu. Yorgun ellerinden tutup biraz nefes aldırmak, biraz hayatın güzelliklerini göstermek. Serin bir akşam bir sahil kıyısında tuzlu deniz kokusu eşliğinde yıldızları sayarken yaşadığı heyecanı onunla paylaşmak gözlerine o neşeyi ve canlılığı sürmeyi istiyordu. Lakin duvar çok kalındı ve Abu'nun ışığının hiç bir tesiri yoktu. Bok aralarındaki sessizliği buz gibi bir bıçak gibi kesti. Ses tonu soğuktu, cansızdı. Çocuğun sözleri Abu'ya ulaştığında sanki ortalık serinlemişti, üzgün bir rüzgar onların oturduğu verandaya uğramış gibiydi. Çimenlerin arasında gezinen böcekler ürkmüştü ve verandayı aydınlatan küçük lambanın ışığı sallanmıştı. Mavi gözleri şekli bozulmuş, dikişlerle tutturulmuş bileklere kilitlenmişti. Gözbebekleri büyüdü, içinde filizlenen şaşkınlığı yüzü gizleyemedi, iki bilek, iki kesik, bir sürü dikiş. Parçaları birleştirmekte pek zorlanmadı. Ne yapacağını bilemedi. Şaşkınlık içinde çocuğun suratına bakakaldı. Korku ve panik yüzündeki ifadeyi tekrar şekillendirdi ve ağzıyla şaşkınlıktan açılan ağzını kapattı. Çocuk bileklerini kapatırken Abu'nun resmen gözleri açılmıştı. Kendi canına kıymaya çalışmıştı Bok ve başaramamıştı.

Abu hiç bir zaman Bok'un neden böyle bir şey yaptığını anlayamayacaktı. Bir insan, yaşayan, gülen bir insan niçin hayatını sonlandırmak ister anlayamayacaktı. Onu uçurumun dibine iten problemlerle karşılaşmamıştı. O uçurumdan atlayacak kadar hayattan sıyırılmamıştı hiç. Bundan ötürü Bok'un acısını anlaması mümkün değildi. Lakin anlayabildiği tek şey bir şeyleri başaramamak belkide hiç bir insanda böyle derin bir yara bırakmamıştı. Bu yaradan uzaklaşmak için evinden yurdundan gönderilen bir candı Bok, Abu o yaraya tekrar parmak basmıştı, kendini kötü hissetti. Sanki o rüzgar estiğinden beri her şey ve herkes mutsuzlukla bezenmişti. Abu'nun ışığı cansızlaşmıştı, veranda her zamankinden daha karanlık görünüyordu. Bok arkasına yaslanıp derin bir iç çekti. Başını başka yere çevirince Abu'nun başından aşağı kaynar sular döküldü.

Ne yapacağını bilemez bir halde başı öne eğik verandadaki sandalyede oturup elleriyle oynuyordu. Niçin yaptığını merak ediyordu ancak bunu ona sorarak çocuğun geçirdiği o tramvatik şeyleri bir bir hatırlatıp onları tekrar yaşamasını istemiyordu. O yüzden sustu. Sadece sustu ve oturmaya devam etti. Ne denirdiki şu durumda, hayattan kendinden vazgeçmiş bir insana ne deyip onu tekrar hayata geri getirebilirdi ? Hiç bir şey gelmezdi elinden, susup oturmaktan başka. Bok'un yaptığı gibi oda başını başka yöne çevirdi. Rüzgarda sallanan bir kaç yaprağı izledi. Gökyüzünün altında görülen yıldızları, ayı, uzaklardan duyulan şehrin kalabalığını dinledi. Abu bunlarda huzur bulabiliyordu. Tüm bu karışıklık ve düzen onun huzur bulabilmesi için fazlasıyla yeterliydi. Çimlerin arasındaki böcekler, toprak her şey birbirine bağlıydı ve Abu bu bağın bir parçasıydı. Bok ise çoktan kopup gitmişti. Derin bir nefes alıp oturduğu sandalyeden kalktı. Eskimiş parke zeminin üzerinde terliklerinin çıkardığı tok ses ahşabın gıcırtısıyla birleşiyordu. Yavaşça çocuğun önüne yürüyüp tüm manzarasını kesecek şekilde durdu. Gözlerinin içine içine baktı bir kaç saniye. "Neden yaptın bilmiyorum ama... başaramadığına sevindim." dedi. Bu sefer kararlı ve direk bir ses tonuyla konuşuyordu. Yüzünde yine bir tebessüm vardı ancak bu sevimli bir kızın gülümsemesinden çok uzaktı. Daha çok yapılan bir işten memnun olan biri gibi duruyordu."Acını anlamam mümkün değil, yada elimi şıklatmamla tüm mutsuzluğunu yok etmem. Ancak seni o kara bulutlarınlada tek başına bırakamam. Benimle konuşmak zorunda değilsin, yaşadıklarını anlatmak zorunda değilsin ama lütfen, lütfen bir şans ver hayata. Çünkü her şeyin içinde hayat var, şu çimlerin, onların içinde dolanan böceklerin, yıldızların, gökyüzünün, benim. Sende içine hayat dolmasına izin ver, atladığın o uçuruma sırtını dön. " dedi ve cümlesini hafif bir tebessümle bitirdi. Çocuğa dokunabilmek için elinden geleni yapıyordu. Bir insanı uçurumun kenarından çekebilmek için elini uzatmıştı."Belkide zirveye çıkabilmek için dibe vurman gerekiyordu, dibe vurmuşsun, şimdi sıra kalkıp tekrar yükselmekte."
Image


怨み
► Show Spoiler

Re: Hava değişikliği

#5
Tihami'nin havası güzeldi gerçekten. Djurat gibi soğuk değildi. Yıldızlara baktım ilk. Ay Abu'nun tarafında kaldığı için yıldızlar çok dağınık gözüküyorlardı. Eğer başarılı olsaydım şu anda burada oturmak yerine belki de oralarda geziyor olacaktım. Belki de evrenin tüm sırları içime dolacaktı. Ne kadar hafif hissetmiştim kendimi. Gözlerimi kıstım hafifçe. Kirpiklerim ışıkları kesiyor, değişik bir hava katıyordu. Abu ise hiç bir şey söylememişti yaralarım hakkında. Şok içinde bakmıştı ilk. O da rahatsız olmuştu belli ki. Kim olmazdı ki? Kimseyi suçlayamazdım bu olaylar hakkında. Sadece beceriksiz olduğum için kendimi suçlayabilirdim. Bahçede dikilmiş el yapımı rüzgar gülüne baktım. Kollarımı birbirine bağladım. Şu an sadece burada yemek yiyip, apart odama çekilmek ve uyumak istiyordum. O kadar çok uyuyordum ki son zamanlarda.

Abu'nun hareketlendiğini duyduğumda kafamı çevirip bakmadım. Belki de annesinin yanına gidecek diye düşünmüştüm. İstediğim de buydu aslında. Yalnız kalmak hoşuma gidebilirdi. Fakat Abu içeri girmek yerine önüme yürüdü ve tam baktığım yerde durdu. Kafamı kaldırıp baktım yüzüne. O da bana bakıyordu. Mavi gözleri karanlıkta koyu gözüküyordu ama hala belliydi renkli oldukları. Güzel bir kızdı Abu. Ailesi neden ona söylememişti acaba? Ah! Tabi ya! Benim onu kötü etkilememi istemiyorlardı. Ne aptalım. Kızın psikolojisini bozabilecek bir şey bu ve ben de düşüncesiz hareket ediyorum. Konuşmak için ağzımı açtım ama Abu konuşmaya başladı. Neden yaptığımı bilmediğini ama başaramadığım için mutlu olduğunu söyledi. Bunu beklemiyordum tabi ki. Kaşlarımı kaldırdım alaycı bir şekilde. Birbirimizi düzgün tanımıyorduk bile. Yani, Abu benim hakkımda bir şey bilmiyordu. Benim ailem iş konuşmaktan, benim hakkımda bir şeyler anlatacak zaman bulamazdı çoğunlukla. Abu'nun ailesi ise kızlarından bahsedip duruyorlardı. Babası gibi polis olacağından, kalsiyum elementinde harikalar yarattığından bahsederlerdi. Hayalleri olan, başarılı ve mutlu biriydi Abu. Beni anlayamazdı. Ben ise doğru olanı yapmalıydım ve kendim gibi bir bataklıktan uzak tutmalıydım onu.

Acımı anlamasının mümkün olmadığını söylediğinde kafamı salladım hafifçe. O da farkındaydı işte. Hayata şans vermemi söylediğinde alaycı gülümsemem daha da yayıldı yüzüme ve gözlerimi kaçırdım Abu'dan. Bir daha denemezdim zaten. O kadar gözetim altındaydım ki. Bir kere yapığıma pişman olmuştum bile. Abu'nun konuşması sonlara doğru herkesin içinde hayat olduğuna ve bir olduğumuza falan ilerledi. Tamam ben de böyle düşünüyordum zaten. Abu konuşmasını yükselmek için dibe vurmayı tatmak gerektiğini söyleyerek bitirdi. Ne istedim biliyor musunuz? Doğadaki her şeyin içinde hayat olduğuna katıldığımı, fakat benim hayatımın bu vücut ve kişilikle devam etmek istemediğini söylemek istedim. Hayata tutunmam acı çekmeye devam etmem demek ki. Üstelik Abu bu cümleleri kurarken sadece birine yardım edip kendini rahatlatmak istiyordu. En derininde konu ben değildim. Konu Abu'nun içinin rahat hissetmesiydi. Beni düşünmüyordu. Fakat şu an yapacağım şeyde ben kendimi değil Abu'yu düşünecektim. Çünkü hayatta her zaman karşısındakini düşünen kişi ben olmuştum.

Donuklaşmış bakışlarımı Abu'ya çevirip elimden geldikçe gülümsemeye çalıştım. Ailesinin onu düşünüp bu konuda bilgilendirmemesini kıskanmıştım biraz. İstedikleri olacaktı ama. "Haklısın." dedim. "Hayata bir şans daha vermeliyim. Yaşamak aslında çok güzel." Ne kadar inandırıcı söylemiştim bunu bilmiyorum. Sadece o kadar bariz bir yalandı ki gülmemek için zor tutmuştum kendimi. Abu'nun beni boşvermesi gerekiyordu. Eğer takıntılı gibi moralimi düzeltmeyi kendine görev edinirse şu 1 ay ızdırap olabilir gibi hissetmiştim. Konuşmayı daha fazla uzatmama gerek de kalmamıştı çünkü Abu'nun annesi içeriden bizi çağırdı bir kaç saniye sonra. Yemek hazırlamıştı. Uzun süredir düzgün yemek de yemiyordum ben. Abu'ya baktım tek kaşımı kaldırıp. O hareketlenince ben de peşinden içeri geçecektim. Annesinin yanında bu konuyu açmamasını umdum. Ona dikişlerimi gösterdiğim için kadın bana kızabilirdi.



-İlk Bölümün Sonu-
çünkü o kadar kolay değil.
Yan Çar/Podosḧi Øfinuafeme


Buraya kısa saçlı bok imzası gelecek
► Show Spoiler
Post Reply

Return to “Uluslararası Free RP Bölgesi”

cron