Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#11
Cevabını verdikten sonra kısa bir bekleme oluyor, bir anlığına hiçbir şey hisstemiyorsun. Bir anda sarı, yeşil, mavi ve kırmızı ışıklar soldan sağa olacak şekilde, tatlı diyebileceğin bir ses ile birlikte beliriyor. Ardından birkaç tane yeni soru gelmeye başlıyor, bu soruları teker teker cevaplaman gerektiğini varsayıyorsun. Bir yandan da bir fısıldama duyuyorsun, dikkatini hafiften dağıtıyor. Fısıldamayı bir süreliğine dinlemeye karar veriyorsun, o sırada önümüzdeki üç soru yazı halinde önünde duruyor.

Güneş yeni doğmuştu, suyun üzerinde tatlı, narin bir ışık oyunuyla dans ediyordu. Deniz sessiz ve huzurluydu, küçük balıkçı teknesi yavaşça dalgalarla salınarak ilerliyordu. Tekne, denizin üzerinde gezinen bir yaprak gibi hafifti ve içindeki adam, sanki doğanın sırlarını çözmeye çalışan meraklı bir çocuk gibiydi. Balıkçı yaşlı değildi ama gözlerinde yaşından büyük hikâyeler vardı. Yüzündeki ince çizgiler tuzlu deniz suyundan, güneşten ve rüzgârdan işlenmişti. Yalnızdı ama bu yalnızlık ona ait, onun seçtiği bir sığınaktı. Ağlarını dikkatle, özenle atıyordu sulara; her hareketi zarif ve anlamlıydı.

İlk günler deniz bonkör davrandı ona. Ağları dolu, sepetleri taşkındı. Küçük balıkçı gülümsüyordu, çünkü deniz ona armağanlar sunuyordu. Fakat adam daha fazlasını istiyordu; ağlarını daha derinlere attı, daha çok avlandı. Her geçen gün denizden aldıkları büyüdü ve her seferinde geri vermeyi unuttu. Zaman ilerledikçe, balıkçı teknedeki balıklarla birlikte başka şeyler de çekmeye başladı sulardan. Parlak, tuhaf taşlar ve üzerinde anlaşılmaz semboller bulunan eşyalar. Bunlar ilk başta masum görünüyordu. Ancak her gece, onları incelemek için eve götürdüğünde, küçük kulübesinin duvarlarında gölgeler büyüyor, garip sesler duyulmaya başlıyordu. Adam umursamadı; merakı korkusundan daha güçlüydü.

Haftalar, aylar geçti. Deniz artık ona bonkör davranmıyordu. Daha derinlere inmek zorunda kaldı; denizin kalbine, karanlık ve sessizliğin hüküm sürdüğü dipsiz derinliklere. Balıkçı her seferinde oradan daha fazlasını aldı, daha fazlasını tüketti. Kulübesinde artık geceler korkunçtu. Duvarlarda gölgeler çığlıklar atıyor, yer tahtalarının altında hareket eden şekilsiz yaratıklar hissediliyordu. Ama balıkçı duymazlıktan geldi. Gözleri artık kararmış, kalbi açgözlülüğün sessiz fısıltısıyla zehirlenmişti. Deniz ona verdiğini geri istiyordu; ama adam vermek istemiyordu.

Son bir av günü, fırtına çıktı. Deniz öfkeliydi. Gök, siyah bulutlarla kaplandı ve tekne, dev dalgaların arasında savrulmaya başladı. Balıkçı korkmuyordu artık. Sanki fırtına onun aradığı, beklediği bir dosttu. Deniz onu daha derine çekti ve sonunda, denizin dibinde devasa bir karanlıkla karşılaştı. Karanlığın içinde dev, yaşlı gözler açıldı. Dünya'nın ruhuydu bu; eski, yorgun ve zayıflamıştı. Balıkçı tereddüt etmedi. Ağını son kez savurdu ve karanlığı yakaladı. Onu çekti, çekti ve sonunda teknesine aldı. Dünya’nın ruhunu ellerinde tutarken, adamın gözlerinde artık insana ait hiçbir şey kalmamıştı. O, denizin kendisinden daha karanlık, daha açtı.

Ve o eninde sonunda Dünyayı öldürdü.

► Show Spoiler

Soru 3
► Show Spoiler

Soru 4
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#12
Livei'nin cevabı boşlukta yankılandıktan sonra kısa bir sessizlik oluşmuştu. Livei bir sonraki sorunun ne olacağını bekliyordu sabırsızlıkla. Bu boşluk hissi rahatsız ediciydi ve buradan bir an önce çıkmak istiyordu. Rengarenk ışıklar soldan sağa doğru yanmıştı bir anda. Sanki bir cihaz ya da algoritma cevabını kaydediyor ve işliyordu. O esnada etrafta kimden geldiğini anlamadığı bir fısıltı işitmeye başladı. Fısıltı ona bir balıkçı ile ilgili bir hikaye anlatıyordu. Buna benzer bir hikayeyi daha önce nerede duymuştu? Hikaye açgözlü bir balıkçının denizden sürekli alıp karşılığını vermemesi yüzünden denizleri bozması, doğanın ruhunu kirletmesi ve en sonunda Dünya'nın ruhunu öldürmesi ile ilgiliydi. İnsanların dünyalarını yok etmeleri üzerine kurulmuş bir metafor muydu? Fısıltı devam ederken Livei önünde beliren üç soruyu fark etti. Sırayla belirmişlerdi.

İlk soru ilginçti. Bunu ona yapmalı mıydı diye soruyordu. Livei sorudan hiçbir şey anlamamıştı. "Neyi? Kime? O kim? Ben bu soruyu anladığıma emin değilim." diye yanıt verdi tereddüt ederek. Nasıl sorulardı bunlar böyle? Livei ona dair şeyler sorulacağını düşünmüştü. Kötü niyeti olmadığına dair, güvenilir olduğuna dair bir çeşit sorguya çekileceğini sanıyordu. Böyle olmasını beklememişti.

İkinci soru önünde belirdi. İnsan olduğunu düşünüp düşünmediğini soruyordu. "Evet, kesinlikle insanım." diye yanıt verdi kısaca açıklama yapmadan. Bu konuda ne düşündüğünü daha önce yeterince açıklamıştı. Soru da ondan açıklama beklemiyordu.

Üçüncü soru emekli olunca ne yapmayı planladığını soruyordu. Livei sarkastik bir şekilde kıkırdadı. "Emekli olacağımı sanmıyorum. Malum, artık polis değilim. Şayet savaşı kazanırsak da ölene kadar topraklarıma ve insanıma hizmet edeceğim. Bu saatten sonra durabileceğimi sanmıyorum." Çok güçlenmişti sonuçta. Emeklilik planları çok uzun zamandır aklının ucundan bile geçmemişti.

Ne olacağını beklemeye başladı.
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#13
Aynı olay tekrarlanıyor, yine çeşitli renklerde ışıklar her sorunun ardından cevabını onaylamak için beliriyor ve yok oluyor. Cevapladığın her soruda etrafın biraz daha berraklaştığını, siyahtan beyaza doğru ilerlediğini görüyorsun. Önüne yeni sorular gelmeden önce bir fısıldama daha duyuyorsun, bu sefer daha net, daha yüksek sesli.

Güneş yeni doğmuştu, suyun üzerinde tatlı, narin bir ışık oyunuyla dans ediyordu. Deniz sessiz ve huzurluydu, küçük balıkçı teknesi yavaşça dalgalarla salınarak ilerliyordu. Tekne, denizin üzerinde gezinen bir yaprak gibi hafifti ve içindeki adam, sanki doğanın sırlarını çözmeye çalışan meraklı bir çocuk gibiydi. Balıkçı yaşlı değildi ama gözlerinde yaşından büyük hikayeler vardı. Yüzündeki ince çizgiler tuzlu deniz suyundan, güneşten ve rüzgardan işlenmişti. Yalnızdı ama bu yalnızlık ona ait, onun seçtiği bir sığınaktı. Ağlarını dikkatle, özenle atıyordu sulara; her hareketi zarif ve anlamlıydı.

Uzaktan bir tepenin ardında Kurt, gözleri keskin, Balıkçı'yı izliyordu. Gözlerinde tereddüt ve korku vardı; Balıkçı'nın her gün daha fazla tüketişini görüyordu ama harekete geçmiyordu. Kendisine hep "Daha zamanı değil." diyordu. Her gün, her gece bekledi; hareketsiz, pasif bir gölge gibi. Balıkçı, denizi tüketmeye devam ederken Kurt sadece izledi. Kendi iç sesini susturdu; korkusunu ve hareketsizliğini haklı çıkarmaya çalıştı. Fakat bir gece, kulübenin içindeki korkunç gölgeler Kurt'a kadar ulaştı. Onu takip eden çığlıklar, Kurt'un rüyalarına girdi ve huzurunu kaçırdı.

Sonunda Kurt, yaptığı büyük hatanın farkına vardı. Balıkçı'nın açgözlülüğüne göz yumarak suç ortağı olduğunu anladı. Panik içinde kaçtı; ormana, dağlara, uzaklara. Ancak çığlıklar onu takip etti; Balıkçı'nın yarattığı yıkım her yerdeydi. Kurt kaçtıkça gerçeklik bozuldu; etrafındaki dünya çarpık, anlaşılmaz ve ürkütücü şekiller almaya başladı.

Sonunda Kurt, kaçmanın işe yaramayacağını kavradı. Döndü ve Balıkçı'yı yok etmeye karar verdi. Fakat onu yok ettiğinde bile ölüleri geri getiremeyeceğini, kaybettiklerini kurtaramayacağını fark etti. Balıkçı yoktu ama deniz hâlâ kirli, bozulmuş ve tüketilmişti.

Umutsuzluk içinde son bir çare düşündü. Deniz, bu yıkımın başladığı yerdi. Belki tüm suyu kurutursa, belki o zaman bu korkunç kısır döngü sona ererdi. Kurt tüm gücünü kullanarak denizi tüketmeye başladı.

Ve o eninde sonunda denizi kuruttu.

Soru 5
► Show Spoiler

Soru 6
► Show Spoiler

Soru 7
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#14
Livei soruları cevapladıkça etrafın karanlığı azalıyor, ortam aydınlanıyordu. Çıkışa yaklaşmış olmalıydı. Etraftaki fısıltı yükselmiş, bir uğultu halini almıştı. Balıkçı hikayesi değişmişti. Bu sefer onu seyreden ve yaptıklarına göz yuman bir kurdun çektiği vicdan azabını anlatıyordu. Kurt vicdan azabına dayanamayarak kaçmıştı ancak bunun bir fayda etmeyeceğine kanaat getirerek denizi kurutmaya karar vermişti. Böylece bu korkunç kısır döngüden kurtulabilecekti. Kurtulmuş muydu peki? Hikayenin sonu havada kalıyordu. Bu hikaye metaforik olsa gerekti. Ona bir şey anlatmaya çalışıyordu ancak Livei bağlantıyı tam olarak kuramamıştı. Denizin onların dünyasını simgelediğini düşünüyordu. Balıkçı ve kurt kimdi peki?

Önünde üç soru daha belirdi sırayla. İş için gelip gelmediğini soruyordu ona ilk soru. "Sayılır herhalde. İş, ittifak, tanışma... Adını ne koyarsanız artık. Sizi anlamak ve tanımak istiyorum." İkinci soru ilginçti. "Sen kimsin ki? Daha önce pek çok kayıp kişiyi bulup kurtardım, belki seni de bulurum bilmiyorum ama daha detaylı bilgi vermen gerekiyor." Bunlar gerçekten dağa girecekleri tanımak için sorulmuş sorular mıydı yoksa birisi onunla iletişim kurmaya mı çalışıyordu? Üçüncü soru daha da anlamsızdı. "Ne? Anlamadım. Sorular bitti olarak mı?" Sabırsızlıkla ayağını yere vurdu. "Ne sorduğunu anlamıyorum ki! Ne biçim bir sorgulama yöntemi bu böyle? Gel adam gibi gevelemeden söyle işte ne varsa aklında." Hafiften sinirlenmeye başlamıştı.
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#15
Işık yanıyor, sönüyor ve aynı şeyler üst üste olup duruyor. Bir süre sonra sen de bundan doyasıya rahatsız olmaya başlıyorsun. Sürekli olarak düşmenin verdiği his de belli bir noktadan sonra mideni bulandırmaya başlıyor. Son sorunun da ışıklar eşliğinde onaylandığı saniyede bir şey hissediyorsun. Bir anda bembeyaz bir ışık patlaması oluyor ve her yeri aydınlatıyor. Gördüğün son şey birkaç ışık hüzmesi oluyor. Artık seninle birlikte her şey bembeyaz bir ışıkta boğuluyor. Ellerine bakıyorsun, hiçbir şey göremiyorsun. Her yer bembeyaz. Beyazlık devam ederken ayaklarının yavaşça bir zemine değdini fark ediyorsun, bedenini kalibre ediyorsun ve yürüyebildiğini fark ediyorsun. Yürüyorsun, içgüdüsel olarak bedenin seni bunu yapmaya itiyor. Biraz daha yürüyorsun, bir yere ulaşacağını düşünüyorsun. Biraz daha yürüdükten sonra siyah bir nokta görüyorsun, çok uzakta. Ona doğru yavaş yavaş yürümeye devam ediyorsun. Nokta büyüdükçe ne olduğunu seçebilmeye başlıyorsun. Diz çökmüş bir adam gibi görünüyor, simsiyah giyinmiş, arkası dönük. Devam ediyorsun, adamın kocaman bir şapkası olduğunu görüyorsun. O adamı tanıdığını fark ediyorsun. Yanına kadar geliyorsun artık. Bir eğilsen omzuna dokunacaksın. Eğiliyorsun ve omzuna dokunuyorsun, sanki artık bu hamleleri sen yapmıyorsun gibi. Adam yavaşça sana dönüyor. Gözlerinden akan gözyaşlarını eliyle siliyor ve gülümsüyor. Ağzını açtığı anda artık bedeninde değilsin, başka birinin yaşadıklarını görüyorsun.

...

Trampolinde zıplıyorsun, annen gözlerinin önünde. "Anne, çok güzel değil mi ya?" diyorsun. Çocuksun, ne dediğinin bir anlamı da yok zaten.

Mortal Kombat 2 yükleme ekranı. Kalitesiz.

Hala uyuyor olmana rağmen kendini görüyorsun. Günlük güneşlik bir hava, camdan annenin yatak odasına güneş giriyor. Uyanırken kendi görüşünü geri kazanıyorsun. Ayağa kalkıyor, salona gidiyorsun. Mutfaktan güzel kokular geliyor, sucuk alınmış belli ki. Kahvaltıya daha var, ama umurunda değil, bir el dövüş oyunu atmadan güne başlayacak adam mısın sen? Açıyorsun oyun konsolunu, baban yenisini alacağı için bunu kuzenine bağışlamaya karar vermiş. Yakında kaybedeceğini bilsen de o buruk tat ile biraz daha tadını çıkarmak istiyorsun. Sorun değil, önemli olan anı yaşamak. Annen geliyor, kahvaltı için baya uğraşmış. Rüyanı anlatıyorsun, seni dikkatle dinliyor. Bugün okul olmadığı için ne kadar mutlu olduğunu anlatıyorsun, seninle birlikte gülüyor. Yeni tanıştığın arkadaşının ne kadar iyi biri olduğunu, daha bir günde benzer şeylere ilgi duyduğunu öğrendiğini, onunla güzel planlar yaptığını anlatıyorsun. Annen senin için ne kadar mutlu olduğunu dile getiriyor.

Kahvaltı hazır.

...

"Kahvaltı hazır! Sayın _____ _____, kahvaltı hazır!"

Bir gün öncesinden belirttiğin yemeği hazırlamış olan yapay zeka seni uykundan uyandırıyor. Radyasyondan cızırdayan teknolojik aletleri kapatmayı unuttuğunu fark ediyorsun. Sorun değil, artık bir önemi yok zaten. Seni gün geçtikçe daha da hasta eden yemekten yemek için kalkıyor, hazırlanıyor ve masaya oturuyorsun. Yemek çoktan soğumuş. Yapay zeka yanına geliyor ve "Isıtmamı ister misiniz efendim?" diye soruyor sana. Onu orada bir yumrukla parçalamak istiyorsun ama o olmasa ne yapacaksın? Yemek almaya gidecek halin yok, şu an dışarıya çıksan bir on yılını daha tüketirsin. Gerçi tüketmesen ne olur? Bu yaşamak mı? Yine de yaşama tutunmaya devam ediyorsun, belki bir gün bir şeyler değişir diye. Soğuk yemeğini yerken televizyonda gördüğün haber seni uzun süre sonra ilk defa şaşırtan şey oluyor. Bir kıta.

...

"Beni dinle, acilen gitmemiz lazım!"

Arkadaşın, tek dostun karşında. Gelecekten geldiğini iddia ediyor. Halbuki burada kaybolmuştu ve muhtemelen geri gelmeye karar verdi. Yalan söylüyor. Bu iğrenç bir şaka mı? Neden böyle bir yalan söyleme gereği duyuyor ki? Ayrıca sağlıklı görünüyor, devlet kurumlarına girebilmiş olmalı. Seni bırakmasına şaşmamalı. Omuzlarından sarsıyor ve onunla gitmeni istiyor. İyi, gidelim bakalım. Ne olacak ki? Ne olabilir yani?

...

Yalan söylemiyormuş. Kendini bildiğin gerçeklikten çok uzak bir yerdesin. Okyanusun ortasında yeni bir kıta var, sen de o kıtadasın şu anda. Ve bu kıtada ne bir salgın hastalık var, ne kötü durumlarda yaşayan insanlar var, ne de savaş var. Herkes mutlu ve ilginç bir şekilde bunların sebebi... arkadaşın. Arkadaşın bir şekilde bu çarpık gezegene umut olmayı başarmış ve şu an seni de kurtardı. Verdiği ilaçlar iyi hissettirmeye başladı, şikayet etmeyi bırakıyorsun yavaş yavaş. Belki de her şeye bu kadar önyargılı olmaman gerektiğini düşünüyorsun. Sonuçta o seni kurtardı, o bir Kurtarıcı oldu.

...

Çatlaklar var. Baktığın her yerde çatlaklar var. Bu en iyi sonuç olmamalı, bu çok ama çok saçma. Gerçekten daha iyisini yapamaz mıyız? Bu sahte kıta dışında her yer hala aynı, seni getirdiği Dünya ile bu Dünya arasındaki tek fark bu kıta ve içindeki bir grup insan. Başka bir şey var, başka bir şey üstünde çalışıyor. Bunu insanlığın geleceği olarak sunuyor ama... Daha insanların şu anını düzeltemiyor. Başından büyük işlere kalkışıyor ve birinin onunla konuşması lazım. Bu kişi sen olmalısın, senden başka kimseyi dinlemeyecek.

...

"Seni kurtarmamın karşılığı bu mu?!" Bağırıyor. Hem de çok bağırıyor. Daha önce onu hiç bu kadar öfkeli görmemiştin. Utanmasa çakacak bir tane. Gittikçe sana doğru yaklaşıyor. "Bak, bu plan başladı ve bitecek. Seninle ya da sensiz. Anlaşıldı mı?"

Seninle ya da sensiz.

Anlaşıldı mı?

...

Belki de buraya gelmenin tek iyi yanı karın ve çocuğun. Onunla tanıştığında sadece bir laboratuvar çalışanıydı, seninle evlendikten sonra çok daha üst rütbelere yükseldi. Ayrıca ileride Observer da olacağı söyleniyor. Onun adına mutlusun ama bu projenin sonunun iyi olmayacağını tahmin edebiliyorsun. Belki insanlığın küçük bir yüzdesini kurtaracak ama kalanını feda edecek. Hele denek olarak oluşturdukları o insanlar? Onlar ne olacak? İşlevlerini bitirdiklerinde yok olup gidecekler. Bu mu gerçekten idealizm? Bu mu insanlığın kurtarıcılığı? Bir başka kurtarıcıya ihtiyaç var. Başka bir insanın Kurtarıcı olması lazım.

...

Gözlerin bulanık, aklın gibi. Şarabın son yudumunu alıyorsun ve her şeyi, ama her şeyi siktir ediyorsun şu an. Sikmişim denekleri de, Dünya'da yaşayan hasta insanları da, bu kıtayı da, şirketi de, ONU da. Söylenip duruyorsun, bir şeyler sayıklıyorsun, bir süre sonra sen de ne dediğini anlamamaya başlıyorsun. Anladın ki bu işi çözmenin bir yolu yok, ver kendini içkiye, dağıt, partile, gerekirse içkinin dozu yetmezse başka yerlere de gidebilirsin. Fiziksel ihtiyaçların varsa onları da karşılayacak çok insan var. Kaybet kendini, yokluğa karış. Belki o zaman huzura erirsin.

...

Aylar sonra ilk defa kendini düşünebilir halde buluyorsun. İçkiyi ağzına sürmeyeli bir haftayı geçti, bu süreçte kaybettiğin çok şey oldu. Belki de içkiyi ağzına sürmeyecek olma sebebin de bu. Seni hayatta tutan iki şeyi kendi ellerinle yok etmeyi başardın. Çünkü bir sırrı öğrendiler ve ağızlarını kapalı tutamadılar. Denek olmalarına gerek yoktu ama yıllar boyunca -ki artık yılların da bir önemi kalmadı- arkadaşım dediğin o adam onların da denek olması için emir verdi. En azından sen böyle düşünüyorsun, başka bir açıklama olması mümkün değil. Denek olduklarından beri de kıvranıyorlardı. Yapmak zorundaydın, onlar için bir çıkış yolu yoktu. Eskiden her konuda kötü adam ben miyim kaygısını yaşardın ama artık kötü adam olup olmamanın bir önemi yok. Doğru olanı yapman gerekiyor ve bunun farkındasın. Bu iş onunla çözülmeyecek. Kurtarıcı olmalısın. Kurtarıcı rolüne bürünmezsen o geleceğe hızla gideceksiniz. O geleceğin gelmesine izin verme.

Bunların hiçbiri olmamalıydı.

.
.
.

Tekrardan kendi gözlerinden görmeye başlıyorsun. Sen Livei Nyawodz'sun ve bunun farkındasın. Karşında ise şu ana kadar anılarını birinci kişiden gördüğün adam duruyor, Şapkalı ismini taktığın adamdan başkası değil. Bağdaş kurmuş, oturuyor. Simsiyah bir ortamdasınız yine. Gülümsüyor ve ayağa kalkıyor. İlk kuracağı cümleyi heyecanla bekliyorsun, bir anda konuşmaya başlıyor. "Şimdi diyeceksin ki Mortal Kombat 2 ne amına koyayım?" Duyduklarına şaşırıyorsun ama doğru düzgün tepki veremeden hafif bir kahkaha atıyor. "Sahi, Livei. Kendimi hiç adam gibi tanıtmadım sana karşı. Üzgünüm, yeniden başlayalım isterim. Ben Barış. Nasılsın?" İlk defa karşındaki adamın içten bir şekilde gülümsediğini hissediyorsun. "Ben uzun bir süredir yokum... Beni en son size mesaj yolladığım zamanlarda görmüşsündür. Uykunda hiç hissettin mi o mesajları? Ben onlara Söyleşi demeyi tercih ediyorum." Şaşırıyorsun, en son Söyleşi'den beri çok fazla kere Şapkalı'yı gördün. "Ben oradan ayrıldığımdan beri benim kopyalarımı oluşturmuşlar, benmişim gibi satıyorlar. Ben o planın peşini bırakalı çok oldu. Size ulaşma lüksüm de olmadı, malum ben de sizler gibi takip edilen ve izlenen bir adama dönüştüm. Belli şeyleri aşmak için avantajım vardı, o avantajları kullandım. Size de anlatmak istedim ama sizin beni bulmanız gerekti. Açıkçası düşündüğümden kolay oldu." Adam ayağa kalkıyor ve elini uzatıyor. "Benimle gelirsen sana burada inşa ettiğimiz her şeyi gösterecek ve neyi amaçladığımı anlatacağım. Artık bu hikayenin bitmesi gerekiyor, yeterince acı çektiniz. Sana benim gibi gözükerek neler yaptıklarını biliyorum. Bunun için üzgünüm, keşke onları kontrol edebilseydim. Ama ben sana bir şey yapmayacağım. İstersen şu an çekip gidebilirsin bile. Ben artık sadece..." Gözleri doluyor ve eliyle gözyaşlarını siliyor. "Özür dilerim, kusura bakma." Bir süre kendini kontrol etmeye çalışıyor ve ağlamaklı bir sesle devam ediyor. "Beni tanımayacağını bilsem bile... Onun gülümsediğini görmek istiyorum bir kere daha. Kimden bahsettiğimi anlıyorsun, değil mi?"

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#16
Işıklar yeniden yanıp sönmeye başlamışken Livei de büyük bir sabırsızlıkla soruların sonunun gelmesini bekliyordu zira burada kapalı olma hissinden son derece rahatsız olmaya başlamıştı. Tam bir şeylerin olmasını beklediği anda bedeninin ve içinde bulunduğu karanlık ortamın büyük bir ışık patlaması ile aydınlandığını ve bembeyaz olduğunu gördü. Işık o kadar güçlüydü ki direkt bakmak mümkün değildi. Kendi bedenini bile göremiyordu. Derken bir zemine vardığını hissetti. Ayakları zeminle buluştuğu anda da ileriye doğru yürümeye dair büyük bir güdü hissetti. Buna uyarak hiçbir şey görmediği bu yol boyunca yürümeye başladı. İleride siyah bir nokta görünceye kadar devam etti. Noktaya doğru ilerlemeye başladı. Yaklaştıkça bunun yere çökmüş bir adam olduğunu fark etti. Simsiyah bir kıyafeti ve kocaman bir şapkası vardı. Bu şapka ona tanıdık gelmişti. Bir yerden biliyordu. Adımlarını hızlandırarak adamın yanına geldi. Artık dibindeydi. Onu ilk kez bu kadar yakından, yüzünü net görecek kadar yakından görebilecekti. Livei bunu yapmaya kodlanmış bir robot gibi eğilerek adamın omzuna dokundu. Bunu yapmaktan başka seçeneği yoktu sanki. Adam başını ona çevirdiğinde onun ağlıyor olduğunu fark etti. Göz yaşlarını silerek ona gülümsemişti. Livei o an bu sahnenin ona çok tanıdık geldiğini hissetti. Onu daha önce de ağlarken görmüştü, bir mezarın önünde.

O anda bir şey oldu. Artık kendi bedeninde değildi. Bir başkasının anılarını onun bedeninden görüyordu. Küçük bir çocuktu ve trambolinde zıplıyordu. Mortal Kombat 2 adında bir şeyi oynamak için bir cihazı çalıştırıyordu. Mutfaktan lezzetli kokular geliyordu. Kahvaltı hazırlanmıştı. Annesiyle mutlu bir sohbet ediyordu çocuk. Gülüşüyorlardı. Bir anda farklı bir ortamda gördü kendini. Robotik bir ses kahvaltının hazır olduğunu söylüyordu. Adam yapay zekayla konuşuyordu, içinde bulunduğu durumdan son derece rahatsızdı. Hastaydı, yemek alamıyordu. Her geçen gün daha da hasta oluyordu. Bir başka anıda dostunu görüyordu. Karşısında ona gelecekten geldiğini söylüyordu ama inanmak istemiyordu. Diğer anıda bir başka kıtadaydı. Yabancı bir yerdeydi. Bu kıtada Dünya'daki kötülükler yoktu. Arkadaşı onu ve gezegeni kurtarmıştı. Bir başka anıda ise onu sorguluyordu. İşini iyi yapamıyordu. Yanlış giden bir şeyler vardı. Arkadaşı başka bir şey planlıyordu ancak ne olduğunu bilmiyordu. Bir diğer anı... Kavga ediyorlar. Arkadaşı çok kızgın. Onu kurtarmasına rağmen nankörlük ettiğini dile getiriyor. Bir diğer anıda karısını ve çocuğunu düşünüyordu. Karısı bir laboratuvar çalışanıydı ve observer olacaktı. Denek insanlar için ve insanlığın kalanı için endişeliydi. Diğer anı. Kendini alkole vermiş. Hiçbir şeyi umursamamaya karar vermiş ancak vicdanı onu içten içe tüketiyor. Çaresizlik dört koldan sarmış her yanını ancak içi de hiç rahat değil. Diğer anı. Alkolden arınmış. Karısını ve çocuğunu kaybetmiş. Denek olmaları gerekmiş ve acı içindeymişler. Doğruyu yapmak istiyor. Kurtarıcı olmak istiyor. Bunların hiçbirinin olmaması gerektiğini düşünüyor.

Livei kendine geldi. Yeniden kendi bedenindeydi. Karşısındaki adam olan Şapkalı'nın anılarını onun gözlerinden görmüştü. Bunu nasıl yapıyordu? Başını iki yana sallayarak bu garip deneyimin etkilerini üzerinden atmaya çalıştı. Ona bu şekilde sempati beslemesini filan mı istiyordu? Adam gülümseyerek ayağa kalktı. Mortal Kombat 2'yi anlamayacağına dair bir şeyler söyleyip gülmüştü kendi kendine. Livei gülmedi. Şakayı gülecek kadar anlamamıştı. Gülümseyerek kendini tanıttı ve adının Barış olduğunu söyledi. Çok uzun süredir olmadığını, onlara uykularında mesajlar gönderdiğini söylemişti. Livei bir anda uyandığı anda unuttuğu tüm o tuhaf ve anlamsız rüyaları hatırladı. İstemsizce ürperdi. "Bunu nasıl yapıyorsun?" Söylediğine göre yokluğunda onun kopyalarını yapmışlardı ve karşılaştıkları o diğer Şapkalılar sahteydi. Livei sarkastik bir kahkaha attı. "Seni bile kopyaladılar demek." Çıkıp onları arayamayacağı için bir şekilde onların ulaşmasını beklemek zorunda olduğunu ve beklediğinden kolay olduğunu söylemişti. Verdiği mesajların ne kadar gizli ve zor ulaşılabilir olduğu düşünülünce Livei için hiç de kolay olmamıştı. Bir anda elini ona doğru uzatmıştı. Onunla gelirse burada ne yaptığını, ne amaçladığını anlatacağını söylemişti. Bu hikayenin bitmesi gerektiğini, yeterince acı çektiklerini söylemişti. Neden şimdiye dek bitirmemişti o halde? Göz yaşlarını tutamamıştı yine konuşurken. Onu tanımayacak olsa bile karısının bir kez daha gülümsediğini görmek istediğini söylemişti. "Karın mı?" dedi Livei şüpheli bir ses tonuyla. Şapkalı'nın uzattığı eli kabul ederken temkinliydi. "Ne planlıyorsun? Bu planın sonu da öldürülmemizi mi içeriyor? Neden şimdiye dek bir şey yapmadın? Bir de Bok nerede?" diye ardı adına sorular sordu.
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#17
Soruna verdiği cevap hiç gecikmiyor. "Evet... karım. Onun gülümsemesini tekrar görmek istiyorum." Sesi yumuşak, ama kırılgan. Ona bakarken içinde gerçekten samimi bir acı olduğunu hissediyorsun. Sonra sorularını hatırlayarak toparlanıyor ve cevaplamaya devam ediyor. "Bok şu an hala sorulara cevap vermekte. Onun işlemi biraz daha uzun sürüyor çünkü onu senden çok daha fazla sorgulamak istiyorlar. Ama merak etme, iyi durumda. Çok geçmeden burada olacak." Seni rahatlatmak istercesine hafifçe gülümsüyor. "İçinde olduğumuz planı merak ettiğini biliyorum. Ama emin olabilirsin ki Ingenium'dan kimsenin ölümünü içermiyor. Bu noktayı geçeli çok uzun zaman oldu artık." Bu sözlerinin ardından bir anda etrafındaki siyah ortam çözülmeye başlıyor. Birkaç saniye içinde kendini büyükçe bir mağaranın çıkışında buluyorsun. Gözlerini kısmak zorunda kalıyorsun, çünkü dışarıda güneşin sarı ışıkları göz kamaştırıcı biçimde parlıyor. Şapkalı yanına geliyor ve başıyla mağaranın dışını işaret ediyor. "Hadi, bakalım."

Mağaradan dışarı adım attığında ilk kez gördüğün ama tuhaf biçimde tanıdık gelen bir ortamla karşılaşıyorsun. Gözlerin, Dünya'daki modern bir şehrin sokaklarını andıran, ama çok daha sıcak, davetkar ve sakin bir yerleşimi görüyor. Etrafında sıra sıra küçük kafeler, restoranlar, renkli dükkanlar ve küçük, eğlenceli hologram reklam tabelaları var. Teknoloji varlığını hissettiriyor ama abartılı ya da rahatsız edici değil. İnsanlar yavaşça geziniyor, gülüyor, sohbet ediyor. Sokaklar dolu, ama hiç kimse acele etmiyor gibi. Hava tertemiz ve rahatlatıcı, sanki burada herhangi bir stresin var olması mümkün değilmiş gibi. Şapkalı sana doğru dönüyor, yüzünde gururlu bir gülümseme var. "Dağın içine hoş geldin, Livei." diyor içten bir sesle. Bir süre etrafını seyrediyor, gülümsemesini sürdürüyor ve yürümeye başlıyorsunuz.

Sokaklarda gezinirken Şapkalı konuşmaya devam ediyor. "Buraya giriş yapmam aslında bir kod hatasından kaynaklanıyor. İlk başta ne olduğunu tam anlamamıştım. Ama içine girince ve burada sıkışmış başka insanlar olduğunu görünce, onlara yaşamaları için düzgün bir ortam sunmak mantıklı geldi. Gerçek dünyanın kaosundan uzak, sakin bir yer olsun istedim." Çevresini gururla gösteriyor, insanların mutluluğunu görünce gerçekten doğru bir şey yaptığını düşünüyor gibi. "Burada tanıdığın insanların da olduğunu düşünüyorum. Yots'la karşılaştın bile."

Tam planını açıklamaya başlayacak gibi olduğunda karşıdan size doğru hızlı adımlarla yaklaşan biri dikkatini dağıtıyor. Kıvırcık saçlı, kalın çerçeveli gözlük takan, üzerinde beyaz laboratuvar önlüğü olan genç adam Şapkalı'nın yanına gelip hemen onunla tokalaşıyor. "Barış, toplantıya ne zaman geçeriz?" diye soruyor heyecanla. Şapkalı sana dönüp "Ah, Ulaş, seni tanıştırayım. Bu, dostum Livei Nyawodz. Biraz onunla konuşmam gerekiyor, toplantı birkaç dakika bekleyebilir, değil mi?" diyor. Adamın yüzünde samimi bir gülümseme oluşuyor ve sana dönüyor. "Tanıştığımıza memnun oldum, adım Ulaş Güney." Seni başıyla hafifçe selamlıyor ve ardından etrafı eliyle göstererek soruyor. "Nasıl, ortamı beğendin mi?" Şapkalı seni göz ucuyla izliyor, vereceğin tepkiyi merak ediyor gibi. Ağzını cevap vermek için açıyorsun ama Ulaş heyecanlı bir şekilde söze giriyor tekrar. "Karaokeye mi gitsek ya hep birlikte? Çok eğlenceli olur, biraz ortamı rahatlatırız."

Şapkalı gülerek sana yaklaşıyor ve sesini alçaltarak "Orada anlatmam daha rahat olur, sonuçta kapalı bir alanda olacağız, yani hiçbir şey gerçek değil." diyor, sonra kendi dediğine hafifçe gülüyor. "Ulan yanlışlıkla yıllar öncesinin meme'i geldi aklıma, kapalı alanda güvenli oluruz demek istemiştim, pardon." Kahkahası samimi ve rahatlatıcı, sanki gerçekten burada güvende olduğuna inanıyor.

Teklif karşısında kararsız kalırken, Şapkalı ve Ulaş'ın senin cevabını bekleyen meraklı yüzleri sana bakıyor.

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#18
Şapkalı gülümsemesini yeniden görmek istediği kişinin karısı olduğunu vurgulamıştı. "O nasıl olacak ki?" Sonuçta karısı ölmüştü. Ölmüş kişilerin hayata döndüklerine şahit olmuştu gerçi, bir çeşit teknoloji filan mı gizliyordu? Şapkalı, yani Barış, Bok'un sorgusunun daha uzun sürdüğünü ve yakında onlara katılacağını söylemişti. Livei tek kaşını kaldırdı. Onun sorgusu neden daha uzun sürüyordu peki? Planlarının kimsenin ölümünü içermediğini, o noktayı geçtiklerini belirterek içten bir şekilde gülümsemişti. Onu bu kadar rahat ve kaygısız görmek Livei'nin sinirlerini bozuyordu. Belki kopyaları ile yaşadığı deneyim yüzündendi ancak yüzünün ortasına bir tane çakası vardı. Sanki bunu yapsa kıtasını geri kazanmış gibi rahatlayacaktı.

İlerledikçe etraftaki loşluk azalmaya başlamıştı. Kısa süre sonra da bir ışık kaynağına eriştiler. Derin bir mağaranın girişine gelmişlerdi. Dışarı çıktığında gözleri parlaklığa alışmakta biraz zorlandı. Sonra da gördüğü manzara karşısında hayretler içerisinde kalakaldı. Burada devasa bir şehir vardı. Teknolojik donanımlar vardı ancak Dünya'daki kadar gelişmiş görünmüyordu. Ona kıyasla çok daha samimi ve sıcak bir havası vardı. Kendi ülkesinin belki biraz daha gelişmiş hali denebilirdi. Dünya'nın eski halinin fotoğraflarını andırıyordu ona gördüklerinden hatırladığı kadarıyla. Sokaklar insanlarla dolup taşıyordu. İnanılmaz kalabalıktılar. Observerlar büyük bir oluşum derken yalan söylemiyorlardı. Herkes son derece rahat ve keyifli görünüyordu. Etrafta can sıkıcı hiçbir şey yoktu. Stresten, savaştan, kaygılardan arınmış, adeta bir ütopyaydı. Şapkalı eserinden çok gurur duyuyormuş gibi buyurmuştu onu dağın içindeki bu inanılmaz metropolitana.

Şapkalıyı takip ederek sokaklarda adımlamaya başladı. Bir yandan da etrafı seyrediyordu hayretle. Etraftaki insanların kimisi Dünyalı kimisi Ingeniumlu gibi görünüyordu. Şapkalı da bir yandan anlatıyordu buraya ilk nasıl geldiğini. Bir kod hatası ile girmişti ve içeride sıkışmış başka insanlar olduğunu fark etmişti. O halde o da buraya bilerek değil, kazara gelmişti. Sakin bir şehir kurmak istediğini, o yüzden burayı inşa ettiğini söylemişti. Yots'un lafı geçince bakışlarını Şapkalı'ya çevirdi kısa süreliğine. Yots ne zamandır buranın bir parçasıydı? Tam bu esnada beyaz önlüklü bir adam telaşla onlara doğru yaklaştı. Yüzünde oldukça iri bir gözlük ve darmadağınık kıvırcık saçları vardı. Toplantıya ne zaman başlayacaklarını soruyordu. Toplantısı vardı demek. Şapkalı kendisini ona "dostum" diye takdim etmiş ve bu adamın da isminin Ulaş olduğunu söylemişti. "Memnun oldum." dedi Livei resmi bir ses tonuyla Şapkalı ile tam olarak ne zaman "dost" olduklarını düşünürken. Ulaş diye bir ismi de daha önce hiç duymamıştı, Dünyalı ismi olsa gerekti. Ortamı beğenip beğenmediğini sorduktan sonra heyecanla "karaoke" denen bir şeye gitmek istediğini söylemişti. Eğlenceli olacağını ve ortamı rahatlatacağını söylemişti. Livei yeniden şüpheyle tek kaşını kaldırdı.

İkisi aralarında Livei'nin anlamadığı bir konuda şakalaşmışlardı. Livei yine meymenetsiz bir suratla tepki verdi. Ne söylediklerini anlamıyordu. Kendini buraya ait hissetmemişti. Evine dönmek istiyordu. Bunlar onun insanları değildi. Onunla aynı dili bile konuşmuyorlardı. Çok aykırı, dışarıdan gibi hissediyordu kendini onlarla konuştukça. Bok nerede kalmıştı? O yanında olsa belki bu kadar yabancılık çekmezdi. "Karaoke dediğiniz şeyin ne olduğunu bilmiyorum." diye cevap verdi Livei yine soğuk ve resmi bir ses tonuyla. "Bok gelmeden herhangi bir yere gitmek istemiyorum. Konuşulacakları onun da duymasını isterim ki fikirlerini alayım." Kollarını göğsünde birleştirdi. "Sizin kadar keyifli hissetmiyorsam kusuruma bakmayın daha yakın zamana kadar canımla cebelleşiyordum da ben. Bu yaşıma kadar içinde doğup büyüdüğüm ülkemi, hatta kıtamı da yakın zamanda kaybettim ve aylardır mülteci gibi orada burada yaşıyorum. %100 dezavantajlı olduğum ve kaybedeceğime emin olduğum bir savaş için bana güvenen insanları motive tutup ölüme gidişlerini izlemek zorundayım. O yüzden kendimi tüm bu olanların içinde hissetmiyorum. Dağın içindeki bu devasa şehirleşmeye fazla tepki gösteremediysem sebebi bu. Zaten tüm bu duyguları da en iyi yine siz anlarsınız eminim ki." dedi aynı kaderi paylaşıyor olduklarını ima ederek. Yine de sözlerinin altında gizli bir öfke vardı çünkü yaşadığı her şeyi Şapkalı başta olmak üzere bu Dünyalılar yüzünden yaşamıştı, o sebeple aynı kaderi paylaşıyor olmaları ona sempatik gelen bir fikir değildi. Kendi başlarına gelen tüm talihsizlikleri onlara da yaşatarak ego mastürbasyonu yapmışlardı yıllarca. Pişman oldular ve şu an yardım etmek istiyorlar diye günahlarının azalacağını filan mı umuyorlardı bu insanlar?
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#19
Ulaş sigarasını yavaşça yakıyor. Çakmağın çıkardığı metalik ses loş sokakta yankılanırken, bir an boyunca sadece dumanın havaya karıştığını izliyorsun. Ardından derin bir nefes alıyor ve sana dönüyor. "Benim de buraya gelişim... biraz karmaşık." diyor, sesi ilk kez ciddileşiyor. Gözleri uzaklara dalıyor. "Dünya’dayken biyologdum. Sistemle sorun yaşadım. O... meşhur projeye dahil olmayı reddettim. Sadece insan kalmak istedim." Başını iki yana sallıyor, sanki hala kendine kızıyor gibi. "Ailem vardı. Eşim, beş yaşında bir kızım... adı Ceren. En değerlimdi." Sesi titremeye başlıyor ama susmuyor. Aksine, kelimeleri giderek sertleşiyor. "Ben karşı çıktım diye beni denek yaptılar. Karımın gözlerinin önünde. Ve kızımı..." Gözlerini kaçırıyor. "Kızımı da aldılar. Bedenine uyum sağlayamadığı için 'işlevsiz' dediler. Geri dönmeyenlerden oldu. Yani... çöpe attılar kızımı."

Bir süre konuşmuyor. Sadece dumanı izliyor. Sen ise donup kalıyorsun. Ulaş, sonunda yüzünde acı bir gülümsemeyle yeniden sana bakıyor. "Kaçtım. Ingenium’a geçtim. Ama burada da yakalandım bir kez. Aylarca... işkence gördüm. Kemiklerim hala geceleri ağrıyor. Ama hayattayım. Ve biliyor musun..." Dudakları seğiriyor, sigarasından bir nefes daha alıyor. "Seni anlıyorum diyemem. Çünkü kimse kimseyi tam olarak anlayamaz. Ama o kadar kötü şey yaşayınca... bazen gülümsemek istiyorsun. Herkes şoku farklı atlatıyor diyelim." Şapkalı, gözlerini Ulaş’tan sana çeviriyor. Gözlerinde anlayışla karışık bir suçluluk var. "Çok haklısın Livei." diyor yumuşak bir sesle. "Kusurumuza bakma. Karaoke birlikte toplanıp şarkı söyleyip eğlendiğin bir yer. Ama şu an bu hoş olmaz. Ayrıca inan bana... kimse senin yaşadıklarının ağırlığını ne küçümsemek ister, ne de küçümseme hakkına sahip olur."

Tam bu anda havada garip bir titreşim oluşuyor. Bir ışık sıçraması oluyor ve etrafındaki havaya parazit gibi bir uğultu doluyor. Ardından Bok bir anda beliriyor. Üzerinde hala geçici ışıltılar, sorgudan yeni çıkmış birinin izleri var. Gözleri çevreyi tarıyor ve nihayet Şapkalı’ya takılıyor. "Oha, Şapkalı mı lan bu?" diyor, kaşlarını kaldırarak. Şapkalı gülümsüyor, omuzlarını kaldırıyor. "Maalesef." diye cevap veriyor hafif bir kahkahayla. "Hoş geldin Bok. Ulaş ile tanış." Ulaş hemen ceketini düzeltiyor, sigarasını bir kenara bırakıyor ve Bok’a doğru elini uzatıyor ve "Memnun oldum Bok. Ulaş Güney." diyor. Bok ise "Ben de memnun oldum." diyor ve elini sıkıyor. Ardından Ulaş’a kısa bir bakış atıyor. "Karaoke’ye gidecektik Livei izin vermedi ya!" diyor Ulaş, sanki biraz şakalaşmak ister gibi. Bok sana dönüp bakıyor. Gözlerinde hafif bir sorgulama var ama ardından tekrar Şapkalı’ya ve Ulaş’a dönüyor. "Şu an pek karaoke havamızda olduğumuzu söyleyemem Ulaş ya." diyor imalı bir şekilde.

Şapkalı bakışlarını size yöneltiyor. "O halde isterseniz planları konuşmak için kişisel odama geçelim." diyor. Bok yavaşça başını sallayıp yürümeye hazırlanıyor ki Ulaş lafa giriyor tekrar. "Gedhilfe içkileri de var bu arada." diyor yarı ciddi, yarı şakacı bir tonla. Bok adımlarını durduruyor. Gözleri ileriye takılı kalıyor, sonra sana dönüyor. Dudakları kıpırdıyor. "İki şarkı okusak mı ya?" diyor gülümseyerek. "Hem bu noktaya gelmişiz artık." Şapkalı ise hafifçe sana yanaşıyor, alçak sesle, neredeyse bir fısıltıyla konuşuyor. "İstemezsen gerçekten sorun değil bu arada. Önermesine izin vermek benim hatamdı."

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#20
Ulaş, Livei'nin söylediklerini duyunca bir anda kızın yüzüne trauma dump yapmıştı. Livei zaten dertlendiği çok şey yokmuş gibi bir de ona dertlenecekti şimdi. Üstelik Livei bunu sormamıştı bile. Bay Zengin dedikleri kalpsiz yaratığın kendi insanlarına bile acımasızca yaklaşımını duyunca neden kendilerine pek de acımadığını çok iyi anlıyordu. Adamda vicdan, ar, namus, utanma duygusu kalmamıştı ki. Hepsini kahvaltıda yemiş bitirmişti. En yakın dostum dediği adamın bile ailesini denek haline getirmiş ve onları ölüme terk etmişti. Şapkalı belki de yapması gerekeni yapmıştı. Belki kendisi de olsa aynı şeyi yapardı. Burada yer alan herkesin fazlaca acı çektikleri ve içten içe Dünya'ya büyük bir kin güttükleri belliydi.

Ulaş'ın trauma dumpı bitince Şapkalı Livei'ye dönerek karaokenin şarkı söylenen bir yer olduğunu, bunu şu an ona teklif etmenin uygunsuz olduğunu dile getirerek özür dilemişti. Onun yaşadıklarının ağırlığını anlıyor gibiydi. Elbette anlıyordu, bunlara sebep olan takımdandı. Her ne kadar belli bir noktada o gruptan ayrılıp buraya kaçmış olsa da uzun süre onları izlemiş ve yaşadıkları acılara tanık olmuştu. Livei onun zihninden neler geçtiğini merak ediyordu. Tam bu esnada havada garip bir titreşim ve parıltılar oluşmaya başlamıştı. Hemen ardından da yanlarında Bok belirmişti. Yüzünde neredeyse hiçbir şaşkınlık veya bulunduğu ortamı garipseme yoktu. Şapkalı'yı bile gördüğünde çok normal bir tepki vermişti. Ulaş ile el sıkışıp tanışmışlardı anında. Erkeklerin girdikleri ortama nasıl bu kadar hızlı uyum sağladıklarına akıl sır erdiremiyordu Livei. Regli yaklaşmıştı da ondan mı böyle huysuzluk vardı üzerinde acaba?

Ulaş, Livei'nin karaoke teklifini kabul etmemesinden şaka yollu yakınınca Bok ona çevirmişti gözlerini sorgular gibi. Sonra da pek karaoke havalarında olmadıklarını söylemişti. "Sen karaokenin ne olduğunu nereden biliyorsun ki? Dünya'da esirken çok mu partiledin?" diye sorguladı Livei yarı şaka yarı ciddi bir tonda. Şapkalı tam planları konuşmak için onları ofisine davet etmişti ki Ulaş mekanda Gedhilfe içkileri olduğunu söylemişti. O anda Livei, bir adamın R'ye takışının en büyük örneğine şahit oldu. Sanki Livei'den izin istiyor gibiydi. "Adama bak ya, içki kelimesini duyunca nasıl da geri vitese aldı." dedi Şapkalı'ya doğru Bok'u işaret ederek. "Tamam peki ama ben şarkı söylemem baştan söyleyeyim onu. Sadece varsa iki Gengzjots birası istiyorum. Memleketimi özledim anasını satayım. Keşke Mabi de burada olsaydı, çok güzel şarkı söylerdi o. Sesi de güzel adamın. Tipinden hiç beklemezsin ama." Ulaş'a döndü. "Bir dal versene iki fırt çekeyim bari." Bu sinir stres başka türlü gidecek gibi değildi. Livei pek sigara içmezdi, çok nadir bir kendini ödüllendirme ve stres atma mekanizmasıydı. Bir de onun bağımlılığı ile uğraşamazdı zira. "Şarkı söylerken mi konuşacağız bu inanılmaz büyük ve ciddi Bay Zengin'i nasıl alt ederiz başlıklı planı?" dedi sorgulayan bakışlarını Şapkalı'ya çevirerek.
Image
► Show Spoiler
Locked

Return to “Direniş Üssü”