[Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#1
Göğü sabah çini mavisine boyayan ilk ışıklar dudaklarını gölgelerken parmak uçlarına kadar yayılan hafif bir ürpertiyle uyanıyorsun. Haarian’daki Direniş’in sana ve ailene ayırdığı küçük ev, duvarlardaki yarı silinmiş çatlak mozaiklerle süslenmiş. Dar yatak odasında perdelerin aralığından sızan gün ışığı, eski püskü kilimin ipliklerine turuncu bir şerit düşürüyor. Tavan kirişi kıpraşan toz zerrelerini sallıyor, kuş sesleri değil, uzaktan bir trenin dalga dalga uğultusu dolduruyor sabahı. Başını hafifçe yana yatırıyorsun ve yataktan çıkmadan önce bir süre daha bekliyorsun. Koridora çıktığında yer döşemesi gıcırdamıyor, eski konağın hizmetçiler için yapılmış gizli geçidinden aşağı iniyorsun, asıl merdivenlerin hasarlı olduğunu söylemişlerdi. Mutfağın küçük penceresinden bakarken Haarian’ın yüksek teraslı sokakları yeni bir güne sökülmüş dikiş gibi parıldıyor, yukarıda havada süzülen kargo dronlarının sırtına sabah güneşi vuruyor, çatılardan neon reklam paneli artıkları titrek bir pembe yansıtıyor. Sırtına ince paltoyu geçirip bütünsel bir sakinlik takınıyorsun, çantanda katlanmış evraklar, cebinde Max’in verdiği mini sinyal karıştırıcı var.

Direniş Üssü’ne giden yol ürpertici bir uyumla ilerliyor, geniş sırt caddesi gıcırdayan tekerlekli pazar yeri tezgahlarına açılıyor. Bir hayvansal yağ kokusu seyyar ekmek tandırlarından yükselen sıcak hamur kokusuna karışıyor. Üssün dar yan kapısına akıllı kartını okuttuğunda metal sürgü cırt sesiyle açılıyor. İlk kavşaktan sol tarafa saptığında, Max belinden takım çantasını çıkarıyor, gözündeki toz maskesini kenara koyup gülümseyerek karşında dikiliyor. "Umarım kahvaltı yapmadan gelmişsindir, çok güzel şeyler aldık." diyor, her zamanki telaşsız nezaketiyle. Göğsü yağlı boya lekeli tulumunun altında kalkıp iniyor, belli ki sabaha kadar bir şeyler denemiş kendi kendine. "Bok seni bekliyor." diye fısıldıyor ve toplantı odasını gösteriyor.

Üssün toplantı salonu, tavandan sarkan sarı spotlar ve bir sıra masif meşe masa etrafında sıralanmış kıvrımlı metal sandalyelerle hala yarı karanlık ama Bok koridor çıkışından adımını atar atmaz odaya gün doğuyor sanki. Omuzundaki askeri bez ceketin önü açık, saçları dağınık, hafiften uzamış sanki. Kapıdan adım atınca Bok bir an duruyor, yüzünde yaramazca bir parıltı beliriyor ve hiçbir şey söylemeden seni belinden kavrayıp hafifçe kendine çekip selam öpücüğünü dudaklarına konduruyor. "Artık resmi karşılama protokollerimiz böyle." diye şakalaşıyor ve oturman için sandalyeyi işaret ediyor. Max de müdahaleci bir öksürükle masanın diğer ucuna geçiyor.

Toplantı odasında sadece üçünüz varsınız. Bok masanın kenarına oturup bacak bacak üstüne atıyor, yorgun ama dirayetli duruşu salonun loş ışığını huzur gibi dolduruyor. "Herkes dağılmış durumda." diyor. "Friks, Faell, Huld epistemik harita için kuzey yamacına çıktı. Mavi sensör kör noktalarına bakacak, Thomas’la Mabi diğer kod hatası olan bölgelere gidiyor. Ben haber taşıyıcılığı dışında hala kendime görev bulamadım gibi." Ellerini açıp kapatıyor, masaya eğiliyor, sessizlik sürüyor. Aradaki boşluğu Max bile doldurmuyor, Bok'un devam etmesini bekliyor. En sonunda Bok kaşlarının arasındaki çizgiyi geriye atıp derin nefes alıyor. "Livei... Sence dağa tek başıma girmeyi mi denesem?" Gözlerin onun gözlerine kenetleniyor, o altın bakışlarda hem meydan okuma hem de bir parça kaygı ağır ağır parlıyor.
Off Topic
Pasiflik süresi iki gündür.

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#2
Ürpererek gözlerini açtığında tamamen yabancı bir mekandaydı. Bu onun her sabah baktığı tavan değildi. Onun perdeleri değildi. Onun eşyaları değildi. Gözlerini ovuşturarak yerinde doğruldu. Bu hisse asla alışamayacaktı. Kaç ay ya da yıl geçerse geçsin, evinden başka bir yerde uyanıyor olma hissi asla alışabildiği bir duygu değildi. Oflayıp puflayarak sabah mahmurluğunu üzerinden atmaya çalışırken çok uzaklarda bir trenin sesini duyuyordu. Gedhilfe'de ise her zaman ya kuş seslerine ya da caddeden geçen insanların gürültüsüne uyanırdı. Arabaların gürültüsü, dükkanların gürültüsü... Camdan dışarı baktığında gördüğü kızıl saçlar... Gedhilfe'nin ne hale gelmiş olduğunu görmek ve muhtemelen her sabah camdan seyrettiği o telaşlı insanların şu an evlerinden sürülmüş, denek olmuş, öldürülmüş olduklarını bilmek kalbinde bir başka büyük yara oluşturmuştu. Zalimdiler... Zalim. Vicdanlarını ne şekilde rahat ettirmeye çalıştıklarını biliyordu Livei ancak bildiği bir başka gerçek daha vardı ki bu yalanları kendilerine ne kadar söylerse söylesinler, o vicdanları asla tamamen rahat etmeyecekti. Hayatları boyunca bir daha asla huzur ne demek anlayamayacaklardı. Aksini iddia etseler de onları adım adım arkalarından kovalayacaktı... Biliyordu.

Zorlukla yataktan kalkarak üzerini değiştirdi ve saçlarını taradı. Onları kestiğinden beridir artık pek toplamıyordu. Şimdi yeniden uzatmaya başlamıştı. Saçlarının eski uzunluğuna gelmesi birkaç ayı bulurdu. Bir totem yapmıştı. Saçları yeniden eski uzunluğuna döndüğünde yeniden ülkesinde, gerçek Gedhilfe'de olacaktı. İnsanlarını kurtaracaktı. O günü göremezse de saçları yeniden uzamadan ölüp gidecekti. Hazırlandıktan sonra koridora çıkıp aşağı indi. Merdivenler hasarlı olduğu için bir başka geçişi kullanmıştı. Üzerine paltosunu, eline çantasını alıp Direniş Üssü'ne doğru ilerlemeye başladı. Haarian'ın caddeleri de onunla birlikte uyanmışlardı. Etraftan çeşitli gürültüler ve leziz yiyecek kokuları geliyordu. Kartını okutup kapı açıldığında hızlıca üsse giriş yaptı. İlk olarak Max ile karşılaşmıştı. Yüzünde heyecanlı bir gülümsemeyle karnı açsa çok lezzetli şeyler aldıklarını söylemişti. "Yemedim valla, çok makbule geçer." diye yanıt verdi hafif bir tebessümle. Max'in üzerindeki kıyafetlere bakılırsa yine uyumamış ve tüm gece bir şeylerle uğraşmıştı. Max toplantı odasını işaret ederek Bok'un onu beklediğini söylediğinde Livei hemen o yöne ilerledi.

Toplantı odası alışılmadık bir şekilde boş ve sessizdi. Herkes görev yerlerine dağılmış olduğundan Bok, Max ve Livei dışında kimse kalmamıştı. Kapıdan adım attığı anda Bok'u görmüştü. Hayatlarının yoğunluğu içerisinde birbirlerine zaman ayıracak vakti bile bulamıyorlardı artık ancak onu her gün sağ ve güçlü görmek Livei'nin tüm gününü aydınlatmaya yetiyordu. Bok onu gördüğü anda yüzündeki ifade değişmiş, yerini yaramazlık yapacak olan bir çocuk ifadesi almıştı. Livei bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Onu belinden tutup kendine çekip dudaklarına öpücük kondurduğunda karşılık verdi duruma pek de şaşırmadan. "Umarım herkesi böyle karşılamıyorsundur." Hafifçe kıkırdadı kendi yaptığı espriye. Onun davranışlarını ezberlemek, aklından ne geçiyor olduğunu bilmek, gözlerine baktığı zaman o ışıltıyı ve sevgiyi görmek... Livei'nin dünyasında bu küçük ama her şeye değen mutluluklarından başka geriye hiçbir şey kalmamıştı. Bir zamanlar idealist bir polis memuru olarak ülkesine hizmet etmenin bir insanın en büyük huzuru ve mutluluğu olduğuna inanırdı. Nasıl da değişmişti her şey o günlerden beridir.

Bok ona sandalyeyi işaret ettiğinde sakince oturdu. Bok masanın kenarına, Max de diğer ucuna geçmişti. Bok herkesin hangi görev için nereye dağıldığını açıkladıktan sonra haber ulaştırma işleri dışında kendisine bir görev düşmediğinden yakınmıştı. Livei de aynı durumdaydı. Bu onun çok hak ettiği molası mıydı yoksa gerçek bir çıkmazda olduklarının kanıtı mıydı emin değildi. Masada kısa süren sessizliğin ardından Bok ona dağa tek başına girmeyi denemeyi teklif etmişti. "Hayır." dedi Livei hiç beklemeden, kesin ve kararlı bir ses tonuyla. "Unut bunu. Seni kaybedemem." Sağ elini ağzına götürerek baş parmağının tırnağını kemirmeye başladı düşünceli bir şekilde. "Gideceksek birlikte gidelim. Seni tek başına göndermiyorum. Asla olmaz. Ya da ben tek başıma gitmeyi deneyeyim. İlk teklifim hala geçerli. Kendimden başka kimseyi bir başına riske atmayacağım. Bu kadar belirsiz ve yüksek riskli bir durum varsa gidecek kişi ben olmalıyım."
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#3
Bok ellerini yanaklarına koyuyor, sana iyice yaklaşıyor ve "İşte orada hemfikir değiliz Livei." diyor. "Öncelikle ikimizin de ölüm riskine girmesi Mutlak Son için iyi olmaz. Sen şu an lider konumundasın ve sana ihtiyaçları var." Sonra gözlerini Max'e çeviriyor. "Ayrıca şuradaki adamı da yalnız bırakamayız, yine kendini kaçırtır falan." Max gülümsüyor ve "İkinizin de bunu yapması saçma olur arkadaşlar, farklı bir yolunu bulabiliriz diye düşünüyorum." diyor. Bok tekrar gözlerini sana çeviriyor. "Kendinden başka kimseyi riske atmak istemesen de demokratik bir ekibiz yani. Ben de buna izin vermeyeceğim. Ya daha iyi bir yol bulacağız, ya da ben girmeyi deneyeceğim." Max bir süre kendi kendine düşünür gibi bir hale bürünüyor, sonra da doğruluyor ve "Senin şu ışınlanma olayı teknolojik değil, kendi kendine yaptığın bir şey. Acaba burada Observer'ların ölümüne sebep olan şey saatler mi?" diye soruyor. Bok da "Olabilir ama bunu kanıtlamamızın tek yolu oraya girmeyi denemem olur. Tek sıkıntı içeride tam olarak nereye gideceğimi bilmiyorum, hesaplamayı kafamda yapmam mümkün değil. Asla görmediğim bir yere gitmeyi hayal etmek çok garip bir durum. Kendi kendime dağın içine gireceğim desem de ışınlandığım yer neresi olacak ki?" diye cevap veriyor. Max de biraz daha derinlemesine düşünüyor ve "Yok yok, çok tehlikeli." diyor ve ayağa kalkıyor. "Ben biraz daha araştırma yapacağım, siz o zamana kadar dağın yakınına gitmeyin." diyor ve içeri geçiyor. Bok ise senin elinden tutuyor ve gülümseyip "Aramızda kalacak, tamam mı?" diyor. Hemen ardından kendini dağın hemen yanında, yolun ortasında buluyorsun. Yanında da Bok var.

"Max'e kalsa bir bok yapmayacağız çünkü." diyor Bok. "Hemen içine girmeyi denemeyelim elbette ama bir etrafına bakalım, inceleyelim, en azından yolu yürüyelim istiyorum. Ne dersin?" diye soruyor. Sabah güneşini arkada bırakıp dağın ağaç çizgisini izleyerek yürümeye başlıyorsunuz. Burada hava Haarian’ın kent kokulu rüzgarından bambaşka, çam reçinesine karışmış ince bir kükürt soluk soluğa tırmanıyor, kar yamaları çatlak bazalt taşların arasında gri saydamlıkta erimeye durmuş. Ayakkabılarınız baştanbaşa nemli otla ıslanırken her adımda taze çiy kabarcıkları çıtırdıyor. Dağın eteği boyunca dönen eski keçi patikası, kayalık yamacın kıyısında daracık iplik gibi uzanıyor, solda çakıllar uçurum dibine dökülürken sağda karaçam kökleri toprağı sıkıca kucaklıyor. Adeta metaforların arasında kayboluyorsun. Biraz kasıtlı, biraz da gereksinimden ötürü.

Bok, alçak sesle konuşuyor ama her cümlesi yamaçta yankı bırakıyor. "Mavi Yıldız günlerinde Gedhilfe'de bir görevdeyken birkaç tuhaf yolcuya rastlamıştım. Kağıt üstünde göçmen tüccar yazıyorlardı ama hiçbir şey satmıyorlardı. Gece ateş başında ayın çekirdeğinden, geçit gözcülerinden bahsediyorlardı. Observer kelimesini bilmiyorlardı fakat yol kesildiğinde göz kulak olanlar diyorlardı. Başta her şeyden haberdar değilken deli olduklarını düşünmüştüm." İlerledikçe yamaç eğimi artıyor, nefesiniz buza çarpıyor. Bok ayak ucuyla yoldaki üç taş yığının birini tekmeliyor. "O zaman kafama yatmamıştı, şimdi Mountainsiders’ı duyunca beynimde bir kapı açıldı. Belki de aynı öykünün farklı lehçesi. Belki de onlar da bu topluluğun bir parçasıydı."

Bir virajı döndüğünüzde patikanın biraz ilerisindeki açıklıkta ince toprak buğusu yükseliyor. Gözlerinizi kısıp baktığınızda iki siluet seçiliyor, biri iri cüsseli, omzunda kürk var, diğeri daha ince yapılı ama adımlarında aynı acele. Görünüşe bakılırsa dağın etek çizgisinden uzaklaşıyorlar, sırtları size dönük. Bok aniden avucunu havaya kaldırıp sus işareti yapıyor, kendi nefesinin buharını yutacak kadar sessizleşiyor. "Peşlerinden gitsek mi?" diye fısıldıyor. Cevap alamadan iki figür birden çalıların arasına girip koşmaya başlıyor. Kar birikintileri sıçrayarak ayaklarının gerisinde beyaz izler bırakıyor. Bok bakışını sana çeviriyor, sonra hiçbir şey söylemeden ileri atılıp, zemine alçak uzun adımlarla koşmaya başlıyor. Patika dar, taşlar gevşek, düşmemek için bacaktaki her kası esnetmek gerekiyor.

Sen anlık bir tereddütte kalıyorsun. Arkalarından gidip bu gizemli ikiliyi yakalamak ve kim olduklarını öğrenmek bir seçenek. Ya da Bok’un arkasından gitmeyip tehlikeyi büyütmeden dağın etek incelemesine devam ederek çevreyi haritalamak. Çam gölgeleri üstüne düşerken, uzaktan kuş yerine kaya parçalarının yuvarlandığını duyuyorsun. Karar vermen için nefes alacak kadar zaman var... ama çok daha fazlası yok. Her şey bir bir uzaklaşıyor. Sessizlik vuku bulduğunda ardından gelen garip bir huzur var. Takip edecek misin? Onu değil, onu.

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#4
Bok, Livei'nin tek başına gitmesi fikrine de birlikte gitmeleri fikrine de karşı çıkmıştı. Aynı şekilde o da Livei'yi kaybetmek istemiyor ve Max'i yalnız başına bırakmak istemiyordu. Max farklı bir yolu olabileceğini iddia etse de akıllarına gelen başka bir şey yoktu. Bok ise son olarak ya daha iyi bir yol bulacaklarını ya da tek başına gireceğini kesin bir dille söylemişti. "Olmaz!" diye yeniden karşı çıktı Livei. Kendisi lider konumunda olsa dahi bu ekibin eli ayağı Bok'tu. Onun güçlerine her şeye güvendiklerinden daha çok güveniyorlardı. O olmasaydı pek çok zorlu durumun altından kalkamaz ve ölürlerdi. Ayrıca Livei'nin Bok'u yeniden tek başına göndermemek için kişisel sebepleri vardı. Onu en son tek başına bilinmeze yolladığında hiç iyi şeyler olmamıştı. Aynı hatayı tekrarlamayacağına dair yemini vardı kendisine. Bok ve Max tam olarak oraya nasıl ışınlanabileceğin ve saatlerle olan bağlantısı üzerine tartışırken yine çıkmaza girmişlerdi ve Max daha fazla araştırma yapması gerektiğini söyleyerek masadan kalkıp içeri girmişti.

O esnada Bok yüzünde hınzır bir gülümsemeyle elini tuttu ve aralarında kalacağını söyledi. Ne aralarında kalacaktı? Demeye kalmadan Livei kendini bahsi geçen dağın yanındaki yolun ortasında buldu. Bok da hemen yanındaydı. Max yüzünden bir şey yapamayacaklarından yakınarak etrafını incelemek istediğini ve hiç değilse bu yolu yürümek istediğini söyledi. Livei derin bir iç çekti. İçeri girmek istediği aşikardı. Dağı incelemesi için zaten bir ekip göndermişlerdi, onların burada yürümesi ne işlerine yarayacaktı ki? Kar, soğuk ve çam kokuları içerisinde yamaç boyunca yürümeye başladılar. Bir yandan da Bok düşündüklerini anlatıyordu. Mavi Yıldız'ın içinde olduğu dönemde Gedhilfe'de görevdeyken birkaç tuhaf insanla karşılaştıklarını, tüccar görünmelerine rağmen bir şey satmamalarından da şüphe duyduklarını söylemişti. Livei düşünceyle yüzünü buruşturdu. Bu yolcuların söylediği tuhaf kelimeleri duyunca deli olduklarını düşündüğünü ancak şimdi onların Mountainsiders ekibinden olduklarından şüphelendiğini söyledi. Farklı bir lehçe konuşuyor olabileceklerini düşünüyordu. "Olabilir gerçekten de..."

Düşünceli bir şekilde adımlarını izlerken ve patikada çıkarken yankılanan ayak seslerini dinlerken iki adamın patika yolu boyunca inmekte olduklarını fark ettiler. Sırtları onlara dönüktü. Biri Jitmiilere benzer gibi cüsseli ve kürklü bir adamdı, diğeri ise daha ince yapılıydı. Aceleleri varmış gibi ilerliyorlardı. Bok'a döndüğünde ona susmasını işaret ettiğini fark etti. Nefesini tuttu. Peşlerinden gitmeyi teklif etmişti. Gitmeli miydiler? Ya bu bir tuzaktıysa? O esnada iki figür çalıların arasında girerek son sürat koşmaya başlamıştı. Bok da hiç beklemeden hemen peşlerinden atılmıştı. Livei bir an kararsızlıkla olduğu yerde kalakaldı. Bu çok bariz bir tuzak olabilirdi. Gerçekten şans eseri o adamlardan ikisini yakalamış olabilirlerdi. Veya bu onları kendilerine çekmek için bir yöntem de olabilirdi. Ne olacağı tam bir muamma olmakla birlikte Bok'u yalnız başına bırakamazdı. Neon - Hareketlilik stilini kullanarak son sürat peşlerinden koşmaya başladı. Gerekirse Uçuş Fişeği de kullanacak ve üstlerine atılacaktı. Yeterince yaklaşabilirse Sezyum - Örümcek Ağı ile onları durdurmayı planlıyordu. Sonrasında ne olurdu malum.
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#5
Patikanın sivri kıyısı boğuk kaya yığınının arasına kıvrıldığında ince figürler gözden kayboluyor, yalnız kar tabakasındaki taze izler ışık gibi parlıyor. Neon - Hareketlilik stiline geçer geçmez ayaklarına hafiflik çöküyor, her adımda zeminin üstüne düşen gölgen uzayıp kısalırken kütle çekimi incecik bir ipliğe dönüşüyor. Bok sıçrayarak ilerliyor, yüzüğünün titreşimi her zıplayışta tiz bir çatlak sesi çıkarıyor, bir an bir kayanın ardında, bir an çalı yığının üstünde beliriyor, kendi atladığı yerle ineceği nokta arasında metresine yakın ışınlanma kıvılcımları bırakıyor. Koştuğunuz birkaç yüz metrede rüzgarla yarışıyorsunuz. Önce kadının silüeti yeniden görünüyor, ince yapısı gri kürk içinde bile belli, kollarını yokuş aşağı koşarken ok gibi geriye savuruyor. Ardından heybetli adam bir kaya sıçramasında geri dönüyor, kolundaki ayı postu dalgalanıyor. Bok göz ucuyla sana bakıp başıyla işaret veriyor, karşı yamaca ışınlanıyor, kadın ve adamın önüne kesme hattı çekiyor. Sen hızının zirvesindeyken Uçuş Fişeği’ni devreye sokuyorsun, botlarının tabanından çıkan neon titreşimi, basınçlı kar kabuğunu patlatıp seni yarım dairelik yayla karşı yamaca atıyor. Havada bir göz açıp kapayıncaya kadar adamla kadının arasına iniyorsun.

Kadın irkiliyor, kaygan zeminde denge kaybediyor, sol omzuna takılı deri çanta dönerken ayağı kayıyor, sendeleyip dizleri karın içine gömülüyor. Aynı anda Bok dilinin ucuyla koordinat hesaplayıp ince fiske ışınlanmasıyla adamın ardına sıçrıyor, kütleyi göğüs hizasından kavrıyor. Adam sezgisel bir hamleyle kürkünü sıyırıp geriye savuruyor. Bok’un kolundan kurtuluyor ama bir anlık tereddüt sana Sezyum - Örümcek Ağı için fırsat veriyor. Oluşturduğun ağlar çat diye zeminden fırlayıp adamın baldırlarına, kadının bileklerine dolanıyor. İkisi de birer beyaz heykel gibi sabitleniyor. Nefesler buharlı, dağ rüzgarı suskun. Kadın yüzüstü düşerken başlığı kayıyor, kıpkızıl saç telli telli yüzüne dökülüyor; gözleri saf buz mavisi, nefes nefese sana bakıyor. İnce dudaklarında hem korku hem şaşkınlık. Bok adamın omzuna bastırıp sırtını doğrultuyor, kürkü tamamen sıyrılıyor. Altında kaburga hizasında eski Gedhilfe Polis Teşkilatı’na ait, gümüş kabartmalı yıpranmış bir rozet var. Sonra yüzünü kaldırıyor, çizgiler sertleşmiş ama o yemyeşil gözleri, kırılmış bir nasihatin ince bakışı hala tanıdık. Yots Jolthad, Gedhilfe Polis Teşkilatı'nda yıllar önce sana saha etiğini öğreten eski komiserin.

Kar taneleri aranıza düşüyor, Yots’un nefesi puslu bir gülümseme gibi havada kıvrılıyor. "İki yılda çok büyümüşsün, Livei." diyor.

Sözleri, dağın boğuk sessizliğine gömülürken göğsünde eski günlerin, yeni savaşların, bilinmez ittifakların buzlu bir gölgesi patlıyor. Dizlerin hafif titriyor, şok, soğuk rüzgardan daha keskin şekilde tenini kesiyor.

► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#6
Bok ışınlanarak çalıların arasında ilerlerken onları şaşırtmaya çalışıyordu. Livei de Hareketlilik sayesinde adeta ses hızında ilerliyordu. Adamlardan daha ince yapılı olanın bir kadın olduğunu fark etti Livei ilk olarak. Her ikisi de kalın kürkler giyiyorlardı. Bok'un bir bakışı ile saniyeler içinde bir olup plan yaptılar. Zihinleri resmen aynı şekilde çalışıyordu. Bok önlerini kesmiş, Livei Uçuş Fişeği ile havaya sıçrayarak karşı yamaca atlamış ve ikilinin ortasına tak diye inmişti. Kadın bu hamle karşısında irkilerek sendelemiş ve karla kaplı zemine düşmüştü. Bok da ışınlanarak adamın kolunu yakalamıştı. Adam bu hamleden kurtulsa da dikkati dağıldığı için Örümcek Ağı'ndan kurtulamamıştı. Her ikisini de bacaklarından yakalayarak oldukları yerde sabit kalmalarını sağlamıştı. Kadın dengesini kaybedip yere düştüğünde başlığı açılmış ve kızıl saçları yüzüne dökülmüştü. Kızıl saçlar... Gedhilfeli miydi yoksa buralı mıydı? Masmavi gözleri şaşkınlıkla karışık bir korkuyla kaplıydı. Koşmaktan nefes nefese kalmıştı. Livei bu kadar hızlı koşabilmelerine de hayret etmişti zaten.

Bok adamın üzerine çıkarak kürkünü atmıştı. Kürkün altından çıkan kıyafetteki bir arma Livei'ye bir anda inanılmaz tanıdık gelmişti. Yıpranmış ve solmuştu ancak Gedhilfe Polis Teşkilatı armasıydı. Şaşkınlıkla olduğu yerde kalakaldı. Adam yüzünü kaldırdığında Livei bir anda eskilere, çok da eski olmayan ancak yüzlerce yıl geçmiş gibi gelen anılarına gitmişti bir anda. Acemi bir polis iken onu eğiten, ilk görevlerinde yanında olan, yaralandığı zaman hastanede iyileşmesi için başında bekleyen adam... Komiser Yots... Dudaklarını araladığında o tanıdık ses tonunu işitti. Evet, büyümüştü. Büyümek zorunda kalmıştı. Livei ne cevap vereceğini, ne tepki vereceğini bilemeden şaşkınlıkla sarsıldı bir an için. "Komiser Yots!" İki yıl mı olmuştu gerçekten? Komiser onunla her zaman ilgilenmiş, babası ya da bir abisi gibi destek çıkmış, zor zamanlarında ona destek olmuştu. Livei ondan uzun süre haber alamadığı için öldüğünü varsaymıştı. Uzun zamandır görmediği herkesin öldüğünü varsayıyordu hayal kırıklığını azaltmak için. "Komiser Yots..." Adamın ismini tekrarladı. Ne diyebilirdi ki? Sorabileceği çok şey vardı. Bunca zamandır ne yapıyordu, ne yaşamıştı? Burada ne işi vardı? Bunlardansa adama gidip sarılmaya karar verdi. Onu özlemişti. Gedhilfe'yi, basit bir polis memuru olduğu günleri, hayatın kolay olduğu zamanları özlemişti. O zamanlardaki dertlerini özlemişti. Şimdi komiserini burada, hala armasını takıyorken görmek ona tüm bu eski anıları hatırlatıyordu. Adama çekingen adımlarla yaklaştıktan sonra kollarını açarak sarıldı. "Hayattasınız!" Gözünden süzülen birkaç damla yaşı elinin tersiyle silerek yere düşen kadına yöneldi, kaldırmak için elini uzattı. "Kusura bakmayın, eşiniz mi? Dağda mıydınız? Ne yapıyordunuz? Neden kaçtınız? Kalacak yer arıyorsanız bir yerleşkemiz var. Bunca zamandır neredeydiniz ki?" Livei komiserinin Mountainsider olduğuna ihtimal veremiyordu ancak dağdan iniyor olmalarının başka anlamı var mıydı ki?
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#7
Komiser Yots dudaklarının kenarını ince bir gülümsemeyle kıvırıyor; yüzündeki eski sert çizgeler bir anlığına yumuşuyor. "Meslektaşım." diye açıklıyor, yere serdiğin kadını işaret ederek. "Gedhilfe’yi düştükten sonra iç hat soruşturmalarında birlikte çalıştık. Şimdi…" Kahverengiye çalan kirli sakalını sıvazlıyor, sesini kısıyor. "Dağtaraf'ız. Seni bulmak istiyorduk, Livei. Dağın ötesinde konuşmamız gereken şeyler var, buradan derhal dağa-"

Kelime dudağında asılı kalıyor.

Hava bir bardak suya dökülen mürekkep gibi koyulaşıyor, rüzgar uğultusu çınlayarak kesiliyor. Çam iğneleri havada asılı kalıyor. Bok’un suratı ne oluyor sorusuna daha dönmeden donmuş, göz kırpmasının yarısında, elini uzak bir reflekse kaldırdığında zaman onun için de iptal ediliyor. Geriye sadece senin soluğun, kalp atışın kalıyor ve iki silüet. Işıksız karanlıktan sıyrılır gibi, tepende kararmış göğü yırtarak beliriyorlar. Zırhları kül rengi, göz yarıklarından mekanik turuncu ışıltı sızan Observer’lar, dağ çevresinin göz kulak hayaletleri. Birinin eli kısa, parlak namlulu tabancaya gidiyor, kovan odacığından tek hareketle çelik mermi sürüyor. Tetik parmağı geriliyor, namlu patlamıyor, ses duymuyorsun ama parlayan ağız alevi sabit bir fotoğraf karesi gibi yanıyor. Kurşun, turuncu bir kıvılcım çizerek boşluğa salınıyor.

Zaman hala senin dışında ölü.

Bakışını takip edince görüyorsun, metal çekirdek, Bok’un göğsüyle arada iki karış kalmış, havada titreyen sabit bir noktada süzülüyor, etrafında donmuş hava akımları girdap gibi bükülmüş. Komiser Yots’un yüzünde şaşkınlık ya da korku yok, o da donmuş tabloya dahil. Kadın ise seni uyarmaya kalmadan heykelleşmiş. Sen hareket edebiliyorsun, ama dünya bir solukluk cam katmana hapsolmuş gibi. Kurşun hala ileri doğru akıyor, milimetre milimetre. Ve dağın gölgesi üzerinizde daha da kararırken, Observer’ın ikinci eli uzun çelik bıçağın kabzasına gidiyor, belli ki ilk atışla yetinmeyecek. Taş kesilmiş sahnede tek akışkan varlık sensin, kararın, kırılan ilk parça olacak.

Sevgilinin göğsüne saplanacak olan kurşunu durdurmaya yetecek kadar iyi bir refleksin var mı? Metaforların arkasındaki büyük resmi görebiliyor musun? Her şeyin ne kadar diken üstünde olduğunun farkında mısın? Her şeyden öte...

Beni bulabilecek misin?

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#8
Yots hafifçe gülümsemişti. Yerdeki kadının eşi değil meslektaşı olduğunu, Gedhilfe düştükten sonra iç hatlarda çalıştıklarını ve şimdi de Dağtaraf'tan olduklarını söylemişti. Dağtaraf ismini duyunca Livei duraksadı. Adeta nefesini tuttu. Ne söyleyeceğine kulak kesildi. Onu bulmak istediğini, konuşmaları gereken şeyler olduğunu, derhal dağa-

...

Her şey donmuştu. Kelimeler havada asılı kalmıştı. Dağın esintili havası, rüzgarın uğultusu, her şey susmuştu. Bok ne olduğunu anlamaz halde daha gözünü kırparken donmuş, Yots buna bile fırsat bulamamıştı. Yanındaki kadın bir şeyleri fark etmiş gibiydi ancak onları uyaramadan zamanda asılı kalmıştı. Livei kendi soluk alışı ve hareketleri dışında ne bir hareket görüyor ne de bir ses duyuyordu. Biraz ileride iki siluet vardı. Observerlar. Burada ne işleri vardı? Buraya gelemiyor olmaları gerekmiyor muydu? Onları nasıl bulmuşlardı? Hiçbir şeyi düşünmeye zaman yoktu. Adamların bir tanesi cebinden çıkardığı silahı Bok'a doğrultarak ateşlemişti. Tam göğsüne. Silah patlamış, ışık görünmüş ancak ses çıkmamıştı. Havada ona yaklaşmakta olan kurşun tanesini görebiliyordu. Observer bununla da yetinmeyip elini beline atıp çelik bir silah çıkartmıştı.

Livei nefesini tuttu. Hayır, buna izin vermeyecekti. Bir an dahi düşünmeden kendisini sevgilisi ile kurşunun arasına atarak Neon - Aydınlık Kalkan'ı kullanarak hem onu kurşundan koruyacak hem de kalkanın aydınlığı ile Observerların gözünü kamaştıracaktı. Livei hemen ardından hızla Neon - Yıkım kullanarak etraftaki teknolojik cihazları bozmayı deneyecekti. Belki zaman akışını bozan cihaz her neyse onu bozup zamanı eski haline getirebilirdi. Eğer vakti kalırsa Neon - Hareketlilik, Neon - Kılıç ve Sezyum - Elemental İnfüzyon stillerini birleştirerek oldukça hızlı bir şekilde sezyum kaplı neon kılıcı ile iki Observarı da etkisiz hale getirecekti. Bunların hiçbirisini yapamazsa kurşunla Bok arasına girerek onun yerine kurşunu kendisi yiyecekti.
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#9
Ölü zamanın içinde hareket ediyor ve ilk planını uygulamaya başlıyorsun. Bok'un önüne geçip Neon - Aydınlık Kalkan stilini uyguluyorsun. Zamanın yetiyor ama sanki normalde yetmeyecekmiş de bir şey buna izin vermiş gibi hissediyorsun. Kalkan merminin sekip başka bir yere gitmesini sağlıyor, yaydığı ışık ise Observerların gözünü kamaştırıyor, geri çekilmelerine ve kollarını ellerine götürmelerine sebep oluyor. Hemen ardından Neon - Yıkım stilini kullanıyorsun. Bir anda kollarında bulunan saatler titremeye başlıyor. İkisi de anında saatlerini çıkarıyorlar ve kollarının iç haznesinde bulunan bir cihaza tıklıyorlar. Tıkladıkları anda ortadan kayboluyorlar ve kendini tekrar Bok, Yots ve diğer kadının yanında buluyorsun. Nefes nefese kaldığını gören Yots bir anda etrafa bakıyor ve "Sana da geldiler demek..." diyor ve yanına koşuyor. Bir süreliğine diz çöküyorsun ve kendine gelmeye çalışıyorsun. Daha fazla atom enerjisi harcamadığın için mutlusun ama yaşadığın gerginliğin fiziksel kalıntısını hissediyorsun vücudunda. Yots elini uzatıyor ve seni kaldırıyor, hemen ardından Bok'a dönüyor ve "Mavi Yıldız'a karşı bir göreve çıkmıştık. Seni orada gördüğümü hatırlıyorum. Liderleri değil miydin?" diye soruyor. Bok ise "Maalesef bir dönem öylr bir yerdeydim ama o zamandan beri çok şey değişti. Artık Livei ile birlikte Dünya'ya karşı bir konum almış durumdayım." diye cevap veriyor. Yots gülümsüyor ve "Umarım farklı fikirlerin yoktur." diyor kısaca. Bok ise "Bunu kanıtlamak için çok uğraştım, inanın bana." diyor ve gülümsüyor.

Kadın yavaşça yanınıza geliyor ve "Kendimi tanıtmadığım için mazur görün lütfen, adım Brelwei. Umarım iyi anlaşırız." diyor ve elini uzatıyor. Sen de Bok da kadınla el sıkışıyorsunuz ve hemen ardından Yots eliyle dağı işaret ediyor ve ilerlemeye başlıyorsunuz. Yürüdüğünüz yollar gittikçe daha da karmaşıklaşıyor, çimler uzuyor, dağın engebeleri artıyor ve kafanda bir yoğunluk hissediyorsun. Sanki olmaman gereken bir yerdeymişsin gibi. Bok seni gergin gördüğünde sürekli olarak elini sıkıyor ve orada olduğunu hatırlatıyor. Ona döndüğünde gülümsediğini görüyorsun, bir süre birbirinize bakıyorsunuz. Görüyorsun ki Yots da Brelwei'nin elini tutuyor, belli ki sadece meslektaş değiller.

Çok geçmeden yolunuz yokuş oluyor, gittikçe yükseğe çıkıyorsunuz ve fark ediyorsun ki dağın tepesine çıkıyorsunuz. Bacakların için gittikçe yorucu olan bu yolculuğu yaklaşık on beş dakikanın ardından tamamlıyorsunuz. Yine nefes nefese kalıyorsun ama bu sefer hepiniz aynı durumdasınız. Yots nefes alıp verirken sana dönüyor ve "İlk girişiniz?" diyor. Hemen ardından "Tabii ki ilk girişiniz." diyor. Bok'a dönüyor ve "İlk defa girdiğiniz zaman birkaç soruya tabii tutulacaksınız. Bu soruları cevaplarken lütfen dürüst olun, o anlıyor. Biz önden gireceğiz. Sizin için de bir geçit açacağız." diyor. Dağın tepesinde taşlık bir alana doğru ilerliyor ve cebinden bir cihaz çıkarıp taşın üstüne koyuyor. Taş bir anda cihazı emiyor ve merkez noktasında simsiyah bir daire beliriyor. Daire iyice büyüyor ve bir insanın rahatlıkla girebileceği bir genişlikte kalıyor. Yots size dönüyor, gülümsüyor ve "Atlayın bakalım." diyor. Artık geri dönüş yok gibi görünüyor.

Bok ile el ele tutuşarak boşluğa doğru ilerliyorsunuz. Simsiyah bir delik, ötesinde ne olduğunu görmüyorsunuz. Birbirinize son bir kez bakıyorsunuz, artık gelmeniz gereken noktaya gelmiş bulunuyorsunuz. Bok önden gideceğini söylüyor ve sen daha tepki veremeden atlıyor. Deliğe baktığında Bok'u da göremiyorsun. Daha fazla beklemek istemiyorsun ve sen de atlıyorsun.

Karanlık.

İlk soruyu görüyor, kokluyor, duyuyor, tadıyor ve hissediyorsun.

► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] İntihar Seansı

#10
Livei başarmıştı. Bok'un önüne geçip Ayna Kalkanı'nı zamanında açabilmişti. Ancak... Sanki yapamaması gerekiyordu. Sanki kurşun ondan daha hızlı olmalıydı. Bir şey ya da birisi zamanın akışıyla oynayarak Bok'u kurtarmasına izin veriyordu sanki. Ayna Kalkanı'nın parlaklığı observarları kör ederken Livei hemen Yıkım'ı kullandı. Kısa süre içerisinde observarların saatleri titreşmeye başladı. Saatlerini çıkararak başka bir tuşa bastılar ve ikisi de yok oldu. Onların gidişiyle de hem ortam hem de zaman normale döndü. Livei derin bir nefes alarak kendini toparlamaya çalıştı. Her şey çok hızlı gelişmişti. Bok'u sadece birkaç saniyelik dikkat dağınıklığında kaybedebilirdi. Bunun yaşandığı bir senaryoyu düşünmek bile aklını kaybedecek gibi hissetmesine sebep oluyordu. Yots onun halini görünce başına ne geldiğini anlamıştı. Demek ki bu ilk kez olmuyordu. Burada güvende değillerdi. Konuştukları her şey duyuluyor, takip ediliyor, izleniyordu. Burada söyleyecekleri her şey direkt olarak Dünya'ya gidecekti. Observerların da bu kadar alelacele saldırmalarının sebebi dikkat dağıtmak, uyarmak, belki blöf yapmak ve göz korkutmaktı. Aynı zamanda Livei ve Bok'un Dağtaraf hakkında bir şey öğrenmesini engellemek istiyor olmalıydılar. Ya da onlara öyle gibi gösteriliyordu. Belki de tüm bunlar Dağtaraf'ın tiyatrosundan ibaretti. Onları manipüle ediyor ve kandırıyorlardı. Onlara güvenmek için bir sebebi var mıydı ki? Yots'u yıllardır görmemişti. Onlardan taraf olduğu ne malumdu?

Livei fazla düşünüyordu. Yaşadıkları onu her şeye karşı şüpheci hale getirmişti. Başka çaresi yoktu. Önlerindeki tek umut Dağtaraf'tı. Onları araştırmak, öğrenmek zorundaydılar. Bu savaşta herhangi bir avantaj kazanmak istiyorlarsa başka tercihleri yoktu. Yots'un ona uzatmış olduğu eli tutarak çöktüğü yerden kalktı ve kendini toparlamaya çalıştı. Yots, Bok'a dönerek onu Mavi Yıldız'da gördüğünü ve bir dönem liderleri olduğunu bildiğini söylemişti. Mavi Yıldız da Dünya karşıtı bir örgüttü, emelleri biraz farklı olsa da. "Bok şu anda onlarla değil, başka bir ekibimiz var. Ancak Mavi Yıldız'ın şu anki lideri de bizimle çalışıyor. Endişe etmenize gerek yok." dedi Bok'u ve gelecekte tanışmaları durumunda Elion'u korumak amacıyla. Demek ki Yots da her şeyi çok yakından takip edememişti. İsminin Brelwei olduğunu öğrendiği kızıl saçlı kadın da yanlarına gelerek kendini tanıtmıştı. "Merhaba, çok memnun oldum. Livei Nyawodz." diye kendini tanıttı kısaca Livei. Kadın Gedhilfeli olsa gerekti. Aralarındaki beden diline bakılırsa Yots'un yalnızca bir meslektaşı da değildi. Romantik bir ilişkileri var gibi duruyordu. Yots hiçbir şey söylemeden dağı işaret etmişti. Oraya doğru yürümeye başladılar. Neden konuşmadığını anlıyordu. Nereye gideceklerini duymalarını istemiyordu. Hareketleri de izleniyorsa bunun pek bir anlamı yoktu gerçi.

Dağın tepesine doğru tırmandıkça yol dikleşmiş, doğa haşinleşmeye başlamıştı. Boyu kadar çalılıklar yolunu keserken hava da serinliyordu. Livei başının üzerinde bir yoğunluk hissediyordu. Kendini çok yabancı bir ortamda tek başına gibi hissetmişti. Sanki... burada olmamalıydı. Buraya ait değildi. Bok'un elini sıktığını hissedince yüzünü kaldırıp ona baktı. Gülümsüyordu. Onu rahatlatmaya çalışıyor gibiydi. Livei de ona gülümsedi. Nasıl bu kadar sakin ve kendinden emin durabiliyordu? Bu gücü nereden alıyordu? Hayranlık uyandırıcı ve ilham verici bir karakterdi gerçekten de. Livei ona bu yüzden aşık olmamış mıydı zaten? İleride tarihte hepsinin adları silinip gitse de onunki kalacaktı. O unutulmayacaktı. Bunu biliyordu.

On beş dakika boyunca ilerleyerek dağın tepesine vardılar. Oldukça yorucu bir yolculuktu. Acele de ettikleri için Livei'nin nefesi kesilmişti. Rakım da yüksekti ve burada basınç arttığı için oksijen seviyesi düşüyordu. Bu da nefesini toparlamasını zorlaştırıyordu. Yots ilk girişlerinde birtakım sorulara tabi tutulacaklarını, dürüst olmaları gerektiğini, onun anlayacağını söylemişti. O? Livei fazla sorgulamadı. Yots şu anda ona bir açıklama yapamazdı. Sabırlı olması gerekiyordu. Anladığını belirtir bir şekilde başını salladı. Ne gibi sorular sorulacaktı? "İkametgah ve kimlik filan da veriyor muyuz? Benim belgelerim Gedhilfe'de kaldı da." Böyle bir anda espri yapabildiği için kendini içten içe tebrik ederek kıkırdadı. Bu da onun gerginlikle mücadele etme mekanizmasıydı belki de. Yots taşın üzerine bir cihaz yerleştirdikten sonra simsiyah bir giriş açılmıştı. Daire şeklindeydi. Atlamalarını söylemişti. Buradan mı atlayacaklardı? Demek dağa böyle giriliyordu. Keşif ekibini boşa yollamışlardı. Giriş yolunu kendi başlarına çözmeleri pek mümkün değil gibiydi. Livei Max'in de onlarla olmasını dilerdi. Onları bulamayınca çok endişelenir miydi acaba?

Deliğin önüne doğru ilerlediler. El eleydiler ancak yol burada sona eriyordu. Livei son bir kez dönüp Bok'a baktı. Kararlı görünüyordu. Başka seçenekleri olmadığını biliyordu. Belki de meraktı onu motive eden şey. Bok hiçbir şey söylemeden ilerlemiş ve delikten atlamıştı. Arkasına dönüp bakmamıştı bile. Livei bir an tereddüt ettikten sonra deliğe yaklaştı. Bok'u göremiyordu. Derin bir nefes alarak atladı. Artık tek başınaydı. Sadece karanlık bir boşluktaydı. Hiçbir şey yoktu. Ve bir soru duydu. Aynı zamanda soruyu gördü. Sanki hem zihninin içinde hem de dış mekanda bir cisim olarak vardı soru. Oldukça basit bir soruydu. Nasıl olduğunu soruyordu. Yots yalan söylememelerini tembihlediği için içinden gelen cevabı verdi. "Gergin, şaşkın, tereddütlü, biraz bıkmış, biraz yılmış, biraz da umutlu." dedi kendinden emin olmaya çalışan bir ses tonuyla.
Image
► Show Spoiler
Locked

Return to “Direniş Üssü”

cron