Max, götünü tutmak için inanılmaz bir çaba gösteriyormuş hissiyatı veriyordu. Onu anlayabiliyordum, böylesine bir acı yedikten sonra kakanın gelmesi çok doğaldı. Max'in gidişinden sonra gözlerimi Bok ve Livei'ye çevirdim. Lumyara diye bir yere ışınlanacağımızı öğrendikten sonra, buradaki isimlerin kendimce ne kadar garip olduğunu fark ettim. Muhtemelen aynı şeyi onlar da düşünüyordur. Dil denen şey ne kadar garip. Pruili gençlerin şaşkın bakışları arasında Bok'un cihazı sayesinde ışınlanarak gitmiştik. Işınlandıktan sonra kendimi bulduğum yer gotik mimarili bir şatoydu. Koca sütunlar vardı, sivri kemerlerle çevrilmiş bir avlu, masallarda anlatılan şatolara benziyordu. İlk defa böyle bir mimariye şahit oluyordum sanırım. Buranın ortamı, gece vaktinde hem huzurlu hem de korkutucu duruyordu. Havanın hafif esintisi, sanki bu görüntüyle birleşmiş ve olması gerekiyormuş hissiyatı yaratıyordu içimde. İlerledikçe kendimi daha da masal karakteri gibi hissetmeye başlıyordum, hatta neredeyse bu duruma kendimi kaptıracak gibi olmuştum, ancak gardiyanlardan birinin yolumuzu kesmesi ve burada ne aradığımızı söylemesi ile kendime gelmiştim. Sakin bir şekilde adamın suratına baktım, ancak benden önce söze giren Bok oldu.
Khral Thrao ve cumhurbaşkanı ile bir randevumuz olduğunu belirttikten sonra, diğer gardiyanın tepkisiyle birlikte bizi içeriye buyur etmişti. İçerisi, dışarıda görünen gotik mimarinin devamını gözler önüne seriyordu. Yüksek tavanlı bir hole sahipti burası, avizeler binlerce kristalle süslenmişti. Aisi Cumhuriyeti'nin eski kraliyet dönemi tabloları yan duvarlara asılmıştı. İnsanların üzerinde şık, ancak rahat kıyafetler vardı. Herkesin yüzündeki neşeli ifade, burada ortamın oldukça pozitif olduğunu gösteren detaylardan birisiydi. Bok'un rehberliği sayesinde merdivenlerden üst katlara çıkmış ve dekorlu bir salona gelmiştik. Kral Thrao ve adını yeni öğrendiğim Befan odadaydı. Befan'ın aniden Livei'nin elini hızlı bir şekilde tutup, kibarlık adına öpmesi ve Bok'un gözündeki kıskançlığı yakalamak kahkaha atmama sebep olacaktı, ancak hafif nefesler vererek kendimi tutmayı başarmıştım.
Befan, ilk cumhurbaşkanı olduğunu söyledikten sonra kendimizi teker teker tanıtmamızı istiyordu. Hangi güce sahip olduğumuzu bilmek istiyordu, Bok söze girip Tuplo azınlığından olduğunu, savaşlar sırasında Kurşun elementini ve deneyler sayesinde kazandığını ek kabiliyetlerini kullandığını söylüyordu. Henüz isim koymadığını da söylüyordu. Gözleri bana ve Livei'ye kaydıktan sonra kafamla onaylarcasına işaret verdim Bok'a. "Adım Mabi Mabi, bir kere söyleyince hoş, iki kere söyleyince daha hoş. Djuratlıyım. Bok gibi, Tuplo azınlığından. Uranyum, Kalsiyum ve Karbon elementlerini kullanıyorum. Herhangi bir ekstra gücüm, yeteneğim yok. Kaslıyım." Kendimi tanıtmak için yeterli olduğunu düşündüğüm bu cümlelerin ardından sözü Livei'ye bırakmıştım.
Re: [Mutlak Son] Dağdakiler
#12Bok sorusuna yanıt olarak Friks'in özel güçleri ile ilgilendiklerini, nasıl çalıştığını öğrenmek istediklerini söylemişti. Muhtemelen kıtalarına gelen bu insanların anlamadıkları gizemli güçleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istiyorlardı. Bok ışınlanmak için saati ile uğraşırken Livei de Friks'e kısaca yanlarına gelmesi gerektiğini belirten bir mesaj gönderdi. Ardından hep birlikte Lumyara’ya ışınlandılar.
Gözlerini açtığında artık Prui kabilesinde değildi. Mimarisinden de hemen belli olan bir şekilde açıkça çok daha gelişmiş bir medeniyetin kucağına gelmişlerdi. Adeta şato gibi dizayn edilmiş gösterişli bir binanın önündeydiler. Akşamın serinliğinde uzaklarda bir yerlerden neşeli bir müzik sesi işitiliyordu. Sokaklar turuncu sarı ışıklarla aydınlatılmıştı. Şatonun girişinde iki gardiyan onları durdurarak kimliklerini sormuştu ancak Bok kim olduklarını söylediğinde sanki öncesinde bu isimler konusunda emir almış gibi geçip gitmelerine izin vermişlerdi. Binanın içerisi, dışından daha da gösterişliydi. Elmastan olup olmadıklarını merak ettiği kristal görünümlü avizeler, yüksek bir tavan, desenli şık duvar kağıtları, varaklı tablolar etrafı süslüyordu. İçerisi doluydu. Formal bir etkinliğe katılırmış gibi giyinmiş insanlar bir şeyler içiyor ve sohbet ediyorlardı. Muhtemelen çoğunluğu çeşitli bölgelerden siyasi figürler ve iş adamlarıydı.
Bok'un peşinde, bu koskoca şatoda birkaç kat boyunca yukarı tırmandılar. Livei bile neredeyse nefes nefese kalmıştı artık. Gedhilfe Sarayı bile bu kadar büyük değildi. En sonunda hedefleri olan kata vardıklarında çok önemli bir insana aitmiş gibi duran gösterişli bir odadan içeri girdiler. İçeri girdikleri anda Livei ilk önce Kral Thrao'yu tanıdı. Onu görmeyeli uzun sakal bırakmıştı. Hiç de yakışmamıştı yüzüne. Hemen yanında uzun boylu, iyi giyimli, gösterişli bir adam vardı. Saçları aynı onlarınki gibi kızıl renkteydi. Gözleri yeşildi. Göz göze geldikleri anda yüzüne kibar bir gülümseme serpiştirmiş ve yanlarına yaklaşarak kendini tanıtmıştı. Befan Itumalobo. Aisi cumhurbaşkanı olsa gerekti. Livei tokalaşmak için adama doğru gülümseyerek elini uzatırken bir anda ne olduğunu anlamadan adam elini tutup dudaklarına götürdü. Livei bu beklenmedik kibarlık karşısında şaşırsa da toparlayarak gülümsedi ve hafifçe eğilerek bir reverans yaptı. Bu tarz resmi buluşmalarda yer almayalı uzun zaman olmuştu. Savaşın gerginliğinde tüm nezaket ve görgü kurallarını unutmuşlardı. Livei adamın gülümsemesine karşılık ona kibarca gülümsüyorken Bok bir anda araya girerek oldukça sert ve kesin sözcüklerle kendini tanıtmış, sonra Livei'yi işaret ederek "eşi" olduğunu belirtmişti. "Eşim?" Livei şaşkınlıkla ona baktıktan sonra gözlerinde parıldayan kıskançlık kıvılcımını fark etti. Kahkaha atmamak için dudaklarını ısırarak bakışlarını Befan'a çevirdi. Bok'un böyle bir şeyi kıskanacağını asla düşünmezdi. "Çok memnun oldum."
Befan onlarla tanışmaktan çok memnun olduğunu belirterek Aisi'nin yakın zamanda krallıktan cumhuriyete geçtiğini, ilk cumhurbaşkanının da kendisi olduğunu söylemişti. Gedhilfe'de görmeyi umduğu hareketi başarmışlardı demek burada. Ne yazık ki Gedhilfe işgal edilmişti. Befan kendilerini ve güçlerini tanıtmalarını rica etmişti. Livei tereddüt ederek Bok'a döndü ancak Bok'un soruyu dürüstlükle yanıtladığını fark edince rahatladı. Bu insanlar ellerinde kalan son umutlarıydı. Bir arada hareket etmezlerse bir gelecekleri olmayacaktı ve bunun onlar da farkındaydılar. Bok'tan sonra Mabi söz alarak kendini tanıttı. En son da söz Livei'ye geçti. "Ben Gedhilfeliyim. Sezyum, Cıva ve Neon elementlerini kullanabiliyorum. Mabi ile aynı şekilde başka deneysel bir gücüm yok. Kaslı da değilim maalesef..." Bisepslerini sıkıp kaslarını ortaya çıkartmaya çalıştı. Ehh, o kadar savaş ve mücadelede biraz daha fit hale gelmişti tabi.
Gözlerini açtığında artık Prui kabilesinde değildi. Mimarisinden de hemen belli olan bir şekilde açıkça çok daha gelişmiş bir medeniyetin kucağına gelmişlerdi. Adeta şato gibi dizayn edilmiş gösterişli bir binanın önündeydiler. Akşamın serinliğinde uzaklarda bir yerlerden neşeli bir müzik sesi işitiliyordu. Sokaklar turuncu sarı ışıklarla aydınlatılmıştı. Şatonun girişinde iki gardiyan onları durdurarak kimliklerini sormuştu ancak Bok kim olduklarını söylediğinde sanki öncesinde bu isimler konusunda emir almış gibi geçip gitmelerine izin vermişlerdi. Binanın içerisi, dışından daha da gösterişliydi. Elmastan olup olmadıklarını merak ettiği kristal görünümlü avizeler, yüksek bir tavan, desenli şık duvar kağıtları, varaklı tablolar etrafı süslüyordu. İçerisi doluydu. Formal bir etkinliğe katılırmış gibi giyinmiş insanlar bir şeyler içiyor ve sohbet ediyorlardı. Muhtemelen çoğunluğu çeşitli bölgelerden siyasi figürler ve iş adamlarıydı.
Bok'un peşinde, bu koskoca şatoda birkaç kat boyunca yukarı tırmandılar. Livei bile neredeyse nefes nefese kalmıştı artık. Gedhilfe Sarayı bile bu kadar büyük değildi. En sonunda hedefleri olan kata vardıklarında çok önemli bir insana aitmiş gibi duran gösterişli bir odadan içeri girdiler. İçeri girdikleri anda Livei ilk önce Kral Thrao'yu tanıdı. Onu görmeyeli uzun sakal bırakmıştı. Hiç de yakışmamıştı yüzüne. Hemen yanında uzun boylu, iyi giyimli, gösterişli bir adam vardı. Saçları aynı onlarınki gibi kızıl renkteydi. Gözleri yeşildi. Göz göze geldikleri anda yüzüne kibar bir gülümseme serpiştirmiş ve yanlarına yaklaşarak kendini tanıtmıştı. Befan Itumalobo. Aisi cumhurbaşkanı olsa gerekti. Livei tokalaşmak için adama doğru gülümseyerek elini uzatırken bir anda ne olduğunu anlamadan adam elini tutup dudaklarına götürdü. Livei bu beklenmedik kibarlık karşısında şaşırsa da toparlayarak gülümsedi ve hafifçe eğilerek bir reverans yaptı. Bu tarz resmi buluşmalarda yer almayalı uzun zaman olmuştu. Savaşın gerginliğinde tüm nezaket ve görgü kurallarını unutmuşlardı. Livei adamın gülümsemesine karşılık ona kibarca gülümsüyorken Bok bir anda araya girerek oldukça sert ve kesin sözcüklerle kendini tanıtmış, sonra Livei'yi işaret ederek "eşi" olduğunu belirtmişti. "Eşim?" Livei şaşkınlıkla ona baktıktan sonra gözlerinde parıldayan kıskançlık kıvılcımını fark etti. Kahkaha atmamak için dudaklarını ısırarak bakışlarını Befan'a çevirdi. Bok'un böyle bir şeyi kıskanacağını asla düşünmezdi. "Çok memnun oldum."
Befan onlarla tanışmaktan çok memnun olduğunu belirterek Aisi'nin yakın zamanda krallıktan cumhuriyete geçtiğini, ilk cumhurbaşkanının da kendisi olduğunu söylemişti. Gedhilfe'de görmeyi umduğu hareketi başarmışlardı demek burada. Ne yazık ki Gedhilfe işgal edilmişti. Befan kendilerini ve güçlerini tanıtmalarını rica etmişti. Livei tereddüt ederek Bok'a döndü ancak Bok'un soruyu dürüstlükle yanıtladığını fark edince rahatladı. Bu insanlar ellerinde kalan son umutlarıydı. Bir arada hareket etmezlerse bir gelecekleri olmayacaktı ve bunun onlar da farkındaydılar. Bok'tan sonra Mabi söz alarak kendini tanıttı. En son da söz Livei'ye geçti. "Ben Gedhilfeliyim. Sezyum, Cıva ve Neon elementlerini kullanabiliyorum. Mabi ile aynı şekilde başka deneysel bir gücüm yok. Kaslı da değilim maalesef..." Bisepslerini sıkıp kaslarını ortaya çıkartmaya çalıştı. Ehh, o kadar savaş ve mücadelede biraz daha fit hale gelmişti tabi.

► Show Spoiler
Re: [Mutlak Son] Dağdakiler
#13Befan Itumalobo, Mabi’nin kendini tanıtışını dikkatle dinledikten sonra, gözlerini Livei’ye çeviriyor ve onun da sözlerini aynı ciddiyetle onaylıyor. Ardından, odada hüküm süren resmi ve hafif gergin havayı bir nebze yumuşatır gibi, hafifçe kollarını açarak konuşmaya koyuluyor. Sesi, şaşırtıcı biçimde sıcak ve samimi çıkıyor. "Gerçekten tanıştığıma çok memnun oldum. Hepinize hoş geldiniz diyorum. Kral Thrao ile de daha önce sohbetlerimiz oldu; bazı konularda kendisinden tavsiyeler de aldım. Birinci Kıta’da bizimkine benzer teknoloji ve kültür düzeyine sahip başka ülkeler de olduğunu öğreneli oluyor, ancak ne yazık ki, eski dönemlerde güvenlik gerekçesiyle resmi ziyaretler yapılamadı, sizin bizden haberdar olmadığınızı biliyorduk. Aisi Cumhuriyeti’nin başkanı olmadan çok önce, farklı kıtaların varlığına dair yalnızca söylentiler duyardım. Fakat sonraları, Dünya diye anılan bambaşka bir gezegenin hikayeleri iyice yayılınca, şaşkınlığım büyük oldu. Maxwell ve Direniş sayesinde, Dünya’nın yıllardır aslında burayla, özellikle Birinci Kıta ile, belirli ölçülerde temas halinde olduğunu öğrendik."
Konuşurken zaman zaman başını iki yana sallıyor, gözlerinde hem merak hem de geçmişe dair bir hüzün olduğu seziliyor. Kral Thrao, sessizce başıyla onaylayarak dinliyor. Befan ise devam ediyor. "Güncel gelişmeler ışığında, İkinci Kıta halklarının da Dünya’ya karşı bir tutum almak istediğini biliyorum. Maxwell, sizlerden söz ederken ‘Bu meseleyi ben anlatmayayım, direkt Befan’dan duymanız daha sağlıklı olur.’ dedi. Anlaşılan, kendisi sizi belli bir göreve yönlendirmek istiyor… ki ben de aynı fikirdeyim. Zira, tam şimdi bu göreve atılmanın tam zamanı olduğuna inanıyorum." Odada küçük bir sessizlik oluyor. Bok, belli belirsiz kaşlarını kaldırarak bir soru soracak gibi duruyor, ancak Befan, soruyu beklemeden konuyu açıyor. "Birinci Kıta’ya gizlice girmek zorundayız. Sizinle birlikte. Hedef, oradaki mevcut durumu net olarak analiz etmek. Yani, hangi fraksiyonlar hakim, hangi aileler veya birlikler güç kazanmış, kim taraf değiştiriyor, bunları öğrenmemiz gerek. Aynı zamanda…" Kısa bir nefes alıyor, ifadesi ciddileşiyor. "O meşhur malum ikilinin nerede olduğuna dair de bilgiye ihtiyacımız var. Onların hamleleri, şu an Birinci Kıta’da büyük bir değişimi tetiklemiş durumda. Ne yazık ki bunun detaylarını tam öğrenemedik. Kimileri onların çoktan gölgeye çekildiğini söylüyor, kimileri de devasa bir ordu kurduklarını iddia ediyor. Elimizde henüz kesin bir veri yok."
Befan bir adım geri çekiliyor ve kapıya doğru eğilerek sesleniyor. "İçeri gir, Faell!" Ağır kapı tokmağı hafif bir tıkırtıyla açılıyor ve içeriye uzun kızıl saçlı, göz alıcı bir zırh kuşanmış bir kadın giriyor. Zırhın metalik parıltısı, şatonun sarımtırak ışığında belli belirsiz yansımalar oluşturuyor. Boynuna doğru dökülen saçların dalgaları, omuz başlarında kıvrımlarını belli ediyor. İçerideki herkesin dikkat kesildiği bu sahnede, kadın gözünü kırpmadan Befan’ın önünde diz çökerek eğiliyor. Befan, onun sadakatini gülümseyerek karşılıyor. "Faell, kraliyet dönemi kapandı biliyorsun, artık böyle eğilmelere gerek kalmadı. Özgürlük ve eşitlik idealimiz, kraliyetin katı geleneklerinin yerini aldı." Faell ise "Geleneğimize bağlı kalmak, cumhuriyeti kurmuş olmamızı baltalamaz." diye yanıt veriyor sakince. Ardından ayağa kalkıyor. Yüzüne baktığınızda kendinden emin, çelik gibi bir irade görüyorsunuz. Yeşile çalan gözleri, adeta bir şövalyenin vakur duruşunu yansıtıyor. Hafifçe başını size doğru çeviriyor ve selam veriyor. "Adım Faell Tanadeim. Aisi Cumhuriyeti’nin… belki de son şövalyelerinden biriyim."
Befan, Faell’in sırtına nazikçe dokunuyor. "Bu görevde Faell'in de sizinle gelmesini istiyorum. Faell hayli yeteneklidir ve… İkinci Kıta’nın sırlarından o da nasibini aldı. Gördüğünüz şu zırhın altında çok daha farklı bir potansiyel yatıyor." Faell, bakışlarınızı üzerinde hissedince, gözlerini hafifçe kısıyor. Bir an, avuç içini açarak yukarı doğru kaldırıyor. O anda, avcunun ortasında baş döndürücü bir ışık kümelenmeye başlıyor. Sanki gece göğüne bakar gibi, minik yıldızlar oluşuyor, bir bulutsu küme halinde dönüyor. Küçük, yıldızlı bir uzay parçası adeta. "Bu küreyi alıp bir yere fırlatırsam, büyük çaplı bir patlama yaratır." diye açıklıyor Faell, sakin ancak güçlü sesiyle. "Elbette kontrol edebileceğim ölçüde. Sonrasında da dilediğim zaman bu küreyi yok edebilirim." Dediği gibi, avcundaki galaksi benzeri küre, bir anda soluyor ve kıvılcımlı bir ışık patlamasıyla kayboluyor. Etraf tamamen eski haline dönüyor. Faell avcunu yumruk yapıp geri açtığında ise hiçbir şey kalmamış oluyor.
Befan’ın gözleri onaylarcasına parlıyor. "İkinci Kıta’nın doğa dışı güçleri, buradaki bilimsel ilerlemeyle birleşince, gerçekten de bambaşka kapılar açılıyor. Bu görevi siz kabul ederseniz, Faell de ekibinize katılacak. Yani hem Birinci Kıta’ya sızmayı başaracağız hem de orada edindiğimiz bilgileri buraya getireceğiz. Bu, şu an bizler için hayati öneme sahip. İçerideki dengeler hızla değişiyor. En ufak bir gecikme her şeyi altüst edebilir." Odadaki herkes sessizce sizin yanıtınızı bekliyor. Kral Thrao ellerini arkasında bağlamış, düşünceli bir ifadeyle Livei, Mabi ve Bok üçlüsüne bakıyor. Befan ise yüzünde dostane ama kararlı bir gülümsemeyle ekliyor. "Bana ve elbette tüm Aisi halkına, yani müttefiklerinize yardım eder misiniz? Bu tehlikeli ama bir o kadar da kaderimizi değiştirebilecek görevi kabul ediyor musunuz?" Faell, dimdik, gözlerini yerde tutuyor, hazır ve istekli. Bok ise ikinize dönüyor ve tepkinizi ölçmeye çalışıyor.
Konuşurken zaman zaman başını iki yana sallıyor, gözlerinde hem merak hem de geçmişe dair bir hüzün olduğu seziliyor. Kral Thrao, sessizce başıyla onaylayarak dinliyor. Befan ise devam ediyor. "Güncel gelişmeler ışığında, İkinci Kıta halklarının da Dünya’ya karşı bir tutum almak istediğini biliyorum. Maxwell, sizlerden söz ederken ‘Bu meseleyi ben anlatmayayım, direkt Befan’dan duymanız daha sağlıklı olur.’ dedi. Anlaşılan, kendisi sizi belli bir göreve yönlendirmek istiyor… ki ben de aynı fikirdeyim. Zira, tam şimdi bu göreve atılmanın tam zamanı olduğuna inanıyorum." Odada küçük bir sessizlik oluyor. Bok, belli belirsiz kaşlarını kaldırarak bir soru soracak gibi duruyor, ancak Befan, soruyu beklemeden konuyu açıyor. "Birinci Kıta’ya gizlice girmek zorundayız. Sizinle birlikte. Hedef, oradaki mevcut durumu net olarak analiz etmek. Yani, hangi fraksiyonlar hakim, hangi aileler veya birlikler güç kazanmış, kim taraf değiştiriyor, bunları öğrenmemiz gerek. Aynı zamanda…" Kısa bir nefes alıyor, ifadesi ciddileşiyor. "O meşhur malum ikilinin nerede olduğuna dair de bilgiye ihtiyacımız var. Onların hamleleri, şu an Birinci Kıta’da büyük bir değişimi tetiklemiş durumda. Ne yazık ki bunun detaylarını tam öğrenemedik. Kimileri onların çoktan gölgeye çekildiğini söylüyor, kimileri de devasa bir ordu kurduklarını iddia ediyor. Elimizde henüz kesin bir veri yok."
Befan bir adım geri çekiliyor ve kapıya doğru eğilerek sesleniyor. "İçeri gir, Faell!" Ağır kapı tokmağı hafif bir tıkırtıyla açılıyor ve içeriye uzun kızıl saçlı, göz alıcı bir zırh kuşanmış bir kadın giriyor. Zırhın metalik parıltısı, şatonun sarımtırak ışığında belli belirsiz yansımalar oluşturuyor. Boynuna doğru dökülen saçların dalgaları, omuz başlarında kıvrımlarını belli ediyor. İçerideki herkesin dikkat kesildiği bu sahnede, kadın gözünü kırpmadan Befan’ın önünde diz çökerek eğiliyor. Befan, onun sadakatini gülümseyerek karşılıyor. "Faell, kraliyet dönemi kapandı biliyorsun, artık böyle eğilmelere gerek kalmadı. Özgürlük ve eşitlik idealimiz, kraliyetin katı geleneklerinin yerini aldı." Faell ise "Geleneğimize bağlı kalmak, cumhuriyeti kurmuş olmamızı baltalamaz." diye yanıt veriyor sakince. Ardından ayağa kalkıyor. Yüzüne baktığınızda kendinden emin, çelik gibi bir irade görüyorsunuz. Yeşile çalan gözleri, adeta bir şövalyenin vakur duruşunu yansıtıyor. Hafifçe başını size doğru çeviriyor ve selam veriyor. "Adım Faell Tanadeim. Aisi Cumhuriyeti’nin… belki de son şövalyelerinden biriyim."
Befan, Faell’in sırtına nazikçe dokunuyor. "Bu görevde Faell'in de sizinle gelmesini istiyorum. Faell hayli yeteneklidir ve… İkinci Kıta’nın sırlarından o da nasibini aldı. Gördüğünüz şu zırhın altında çok daha farklı bir potansiyel yatıyor." Faell, bakışlarınızı üzerinde hissedince, gözlerini hafifçe kısıyor. Bir an, avuç içini açarak yukarı doğru kaldırıyor. O anda, avcunun ortasında baş döndürücü bir ışık kümelenmeye başlıyor. Sanki gece göğüne bakar gibi, minik yıldızlar oluşuyor, bir bulutsu küme halinde dönüyor. Küçük, yıldızlı bir uzay parçası adeta. "Bu küreyi alıp bir yere fırlatırsam, büyük çaplı bir patlama yaratır." diye açıklıyor Faell, sakin ancak güçlü sesiyle. "Elbette kontrol edebileceğim ölçüde. Sonrasında da dilediğim zaman bu küreyi yok edebilirim." Dediği gibi, avcundaki galaksi benzeri küre, bir anda soluyor ve kıvılcımlı bir ışık patlamasıyla kayboluyor. Etraf tamamen eski haline dönüyor. Faell avcunu yumruk yapıp geri açtığında ise hiçbir şey kalmamış oluyor.
Befan’ın gözleri onaylarcasına parlıyor. "İkinci Kıta’nın doğa dışı güçleri, buradaki bilimsel ilerlemeyle birleşince, gerçekten de bambaşka kapılar açılıyor. Bu görevi siz kabul ederseniz, Faell de ekibinize katılacak. Yani hem Birinci Kıta’ya sızmayı başaracağız hem de orada edindiğimiz bilgileri buraya getireceğiz. Bu, şu an bizler için hayati öneme sahip. İçerideki dengeler hızla değişiyor. En ufak bir gecikme her şeyi altüst edebilir." Odadaki herkes sessizce sizin yanıtınızı bekliyor. Kral Thrao ellerini arkasında bağlamış, düşünceli bir ifadeyle Livei, Mabi ve Bok üçlüsüne bakıyor. Befan ise yüzünde dostane ama kararlı bir gülümsemeyle ekliyor. "Bana ve elbette tüm Aisi halkına, yani müttefiklerinize yardım eder misiniz? Bu tehlikeli ama bir o kadar da kaderimizi değiştirebilecek görevi kabul ediyor musunuz?" Faell, dimdik, gözlerini yerde tutuyor, hazır ve istekli. Bok ise ikinize dönüyor ve tepkinizi ölçmeye çalışıyor.
Faell Tanadeim
► Show Spoiler
Re: [Mutlak Son] Dağdakiler
#14Tanışma faslı bittikten sonra Befan konuya girerek kendi bildiklerinden, Max ile tanışmalarından ve teknolojik gelişmelere dair bildiklerinden bahsetmişti kısaca. Dünya'nın başlarına açtığı problemden rahatsızlık duyduklarını, İkinci Kıta halkları olarak da onlara karşı çıkma isteklerinin ortaklaşa olduğunu söylemişti. Sonrasında da Max ile ortaklaşa karar verdikleri bir göreve gitmeleri gerektiğini belirtmişti. Livei yüzündeki huzursuz merak duygusuyla dinliyordu her şeyi. Görev tekdüzeydi. Birinci Kıta'ya, evlerine geri döneceklerdi. Şu anda ne vaziyette olduğunu görecek ve durum analizi yapacaklardı. Livei öfkeyle yumruklarını sıktı. Oraya geri dönme fikri her ne kadar kulağa hoş gelse de yuvasını Dünyalı pisliklerin hakimiyetinde tamamen asimile edilmiş halde bulacağını biliyordu. Bu sahneye yüreği dayanmayacaktı. İçinde hala kendi insanlarından yaşayanlar olmasa o kıtayı yerle bir etmek için neler yapmazdı ki...
Befan meşhur "ikiliyi" de bulmaları gerektiğini söylediğinde Livei sorgulayan bir bakış attı. Demek henüz bilmiyorlardı. İkiden fazla oldukları kesindi. Üçten bile fazla olabilirlerdi. Şimdilik bu konuyu gündeme getirmemeye karar verdi. Söyleyecekleri bitince Befan kapıya seslenerek birisini çağırmıştı. Uzun kızıl saçları olan ve üzerine kalın bir savaşçı zırhı giymiş bir kadın içeri girdi. Befan'ı görünce önünde saygıyla eğilmişti. Aralarında artık krallık olmadıklarına dair bir muhabbet geçmişti. Belli ki ismi Faell olan bu kadın geleneklere daha bağlı birisiydi. Kadın onlara yönelerek kendini tanıtmıştı. Aisi'nin son şövalyelerinden olduğunu söylemişti. Krallık olduğu dönemde şövalyelik yapıyor olmalıydı. Befan kadını işaret ederek göreve onlarla birlikte gelmesini istemişti. İkinci Kıta'nın mistik güçlerinden nasiplendiğini söylemişti. Faell bunu sergilemek ister gibi avuçlarını açtı ve içerisinde Livei'nin daha önce hiç görmediği minik bir yıldızlı gökyüzü oluştu. Bunu fırlatırsa istediği kadar büyük bir patlama yapabileceğini, isterse de fırlatmadan yok edebileceğini söyledi. Element güçlerine benzer çalışıyor gibiydi sahip oldukları yetenekler. Sadece onların kontrol edebildiği elementler çok daha güçlü ve yıkıcıydı. Onların güçleri doğanın minik bir parçasıyken İkinci Kıta'nın sunduğu güçler doğal afetlerin ta kendisiydi. Livei böyle bir güce sahip olsa ne yapardı acaba?
Befan, İkinci Kıta'nın bu güçlerinin bilimsel araştırmalarla desteklenince iyice mucizevi hale geldiğini belirtince Livei'nin zihninde bir ışık çaktı. Tabi ya. Onların element güçleri deneysel çalışmalarla eğilip bükülüp bambaşka hale getirilebiliyorsa, bu güçler için aynısı neden geçerli olmasındı ki? Friks ve Wændz'in de burada olması gerekirdi. Kendileri için önemli şeyler olunca neden hiç ortalıkta olmazlardı ki? Aptal Friks mesaj atmasına rağmen gelmemişti zamanında. Her şeyi o mu düşünmek zorundaydı? Bir kere de onlar sorumluluk alsa olmaz mıydı? "Bana uyar." dedi ciddiyetle kollarını göğsünde kavuştururken. "Birinci Kıta'dan aylardır bir haber alamıyoruz. Neler olup bittiğini öğrenmeliyiz. Önceki sefer olduğu gibi geç kalırsak sizin yuvanız da işgal edilecek." Bir an duraksadıktan sonra devam etti. "Oraya ayak bastığımız anda bir işler çevirdiğimizi anlayacaklardır. Epey tehlikeli bir görev olacak. İkinci Kıta'nın güçlerinden Dünyalılar ne kadar haberdar bilmiyorum ama ellerine düşecek olursak... O gücü kullanıp üzerlerinde deneysel çalışmalar yapmalarına izin vermektense kendimizi öldürmek daha mantıklı olacak diye düşünüyorum. Bu sahip olduğunuz güçler savaşı kazanmamızdaki tek kozumuz olabilir. Onların eline geçerse her şey biter. Bunun bilincindesiniz değil mi?" Bakışlarını onay almak istermiş gibi Faell'e çevirdi. Ne ile karşı karşıya olduklarını bilmediklerinden hayatlarını nasıl bir riske soktuklarının bilincinde olarak bu göreve çıkmalarına izin vermek istiyordu. Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, Dünya hep bir adım öndeydi sonuçta. En şiddetli depremleri de yapsalar, seller de bassa, volkanik patlamalar da yaşansa gökyüzünde gezinen o koca gemilerle baş etmeleri mümkün olmayabilirdi.
Befan meşhur "ikiliyi" de bulmaları gerektiğini söylediğinde Livei sorgulayan bir bakış attı. Demek henüz bilmiyorlardı. İkiden fazla oldukları kesindi. Üçten bile fazla olabilirlerdi. Şimdilik bu konuyu gündeme getirmemeye karar verdi. Söyleyecekleri bitince Befan kapıya seslenerek birisini çağırmıştı. Uzun kızıl saçları olan ve üzerine kalın bir savaşçı zırhı giymiş bir kadın içeri girdi. Befan'ı görünce önünde saygıyla eğilmişti. Aralarında artık krallık olmadıklarına dair bir muhabbet geçmişti. Belli ki ismi Faell olan bu kadın geleneklere daha bağlı birisiydi. Kadın onlara yönelerek kendini tanıtmıştı. Aisi'nin son şövalyelerinden olduğunu söylemişti. Krallık olduğu dönemde şövalyelik yapıyor olmalıydı. Befan kadını işaret ederek göreve onlarla birlikte gelmesini istemişti. İkinci Kıta'nın mistik güçlerinden nasiplendiğini söylemişti. Faell bunu sergilemek ister gibi avuçlarını açtı ve içerisinde Livei'nin daha önce hiç görmediği minik bir yıldızlı gökyüzü oluştu. Bunu fırlatırsa istediği kadar büyük bir patlama yapabileceğini, isterse de fırlatmadan yok edebileceğini söyledi. Element güçlerine benzer çalışıyor gibiydi sahip oldukları yetenekler. Sadece onların kontrol edebildiği elementler çok daha güçlü ve yıkıcıydı. Onların güçleri doğanın minik bir parçasıyken İkinci Kıta'nın sunduğu güçler doğal afetlerin ta kendisiydi. Livei böyle bir güce sahip olsa ne yapardı acaba?
Befan, İkinci Kıta'nın bu güçlerinin bilimsel araştırmalarla desteklenince iyice mucizevi hale geldiğini belirtince Livei'nin zihninde bir ışık çaktı. Tabi ya. Onların element güçleri deneysel çalışmalarla eğilip bükülüp bambaşka hale getirilebiliyorsa, bu güçler için aynısı neden geçerli olmasındı ki? Friks ve Wændz'in de burada olması gerekirdi. Kendileri için önemli şeyler olunca neden hiç ortalıkta olmazlardı ki? Aptal Friks mesaj atmasına rağmen gelmemişti zamanında. Her şeyi o mu düşünmek zorundaydı? Bir kere de onlar sorumluluk alsa olmaz mıydı? "Bana uyar." dedi ciddiyetle kollarını göğsünde kavuştururken. "Birinci Kıta'dan aylardır bir haber alamıyoruz. Neler olup bittiğini öğrenmeliyiz. Önceki sefer olduğu gibi geç kalırsak sizin yuvanız da işgal edilecek." Bir an duraksadıktan sonra devam etti. "Oraya ayak bastığımız anda bir işler çevirdiğimizi anlayacaklardır. Epey tehlikeli bir görev olacak. İkinci Kıta'nın güçlerinden Dünyalılar ne kadar haberdar bilmiyorum ama ellerine düşecek olursak... O gücü kullanıp üzerlerinde deneysel çalışmalar yapmalarına izin vermektense kendimizi öldürmek daha mantıklı olacak diye düşünüyorum. Bu sahip olduğunuz güçler savaşı kazanmamızdaki tek kozumuz olabilir. Onların eline geçerse her şey biter. Bunun bilincindesiniz değil mi?" Bakışlarını onay almak istermiş gibi Faell'e çevirdi. Ne ile karşı karşıya olduklarını bilmediklerinden hayatlarını nasıl bir riske soktuklarının bilincinde olarak bu göreve çıkmalarına izin vermek istiyordu. Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, Dünya hep bir adım öndeydi sonuçta. En şiddetli depremleri de yapsalar, seller de bassa, volkanik patlamalar da yaşansa gökyüzünde gezinen o koca gemilerle baş etmeleri mümkün olmayabilirdi.

► Show Spoiler
Re: [Mutlak Son] Dağdakiler
#15Befan'ın ilginç ciddiyeti, muhtemelen böyle bir ortamda olmasaydık kahkaha attırabilirdi. Ancak kendimi tutarak gülmeme engel oldum. Befan söze girerek bize kısa bir açıklama yapmaya başlamıştı. Birinci Kıta'da teknoloji ve kültür düzeyi olarak onlara yakın ülkeler olduğunu öğreneli uzun bir zaman olsa da, resmi ziyaretlerin yapılamadığını söylüyordu. Muhtemelen bir ziyarete kalkışsalar değişik bir karmaşa yaşanırdı. İnsanlar buna nasıl bir tepki verecekti, vatandaşlar bu duruma nasıl bir açıklama bekleyecekti gibi bir sürü soruyu doğururdu. Bu olayların en içinde bulunan kişiler olarak bizler bile bir süre karmaşa yaşamıştık. En azından kendi adıma konuşursam, büyük bir kafa karışıklığı içerisine girmiştim. Dünya adlı gezegenin hikayeleri onları da şaşırtmıştı, aynı bizlerde olduğu gibi. Merak ettiğim şeylerden birisi ise, acaba Üçüncü Kıta diye bir yer mevcut muydu? Belki de hiç bilmediğimiz bir yerde, ancak Maxwell'in bilebileceği bir yerde başka insanlar da yaşıyor olabilirdi.
İkinci Kıta halklarının da Dünya'ya karşı bir tutum almak istediğini söylüyordu. Max'in bizi bir göreve doğru yönlendirmek istediğini düşünüyordu, aynı zamanda Befan bu durumu destekliyordu da. Birinci Kıta'ya gizlice girmemiz gerektiğini söylüyordu, mevcut durumu net olarak analiz edecektik, kimler taraf değiştiriyor, kimler güç kazanmış tespit edecektik. Aynı zamanda malum ikilinin nerede olduğuna dair bilgi de bulmalıydık. Bu göreve çok uygun olmadığımı baştan anlamıştım, ancak yine de kabul etmeye hazırdım. Neden uygun değildim biliyor musunuz? Çünkü ben çok kaslı ve seksiyim. Yani gizli bir işi başarmam pek mümkün olmayabilir çünkü ben çok dikkat çekici bir erkeğim. Bunu her yerde yaşıyorum, etrafımdaki erkekler genelde sıska ve yakışıklı olmadıkları için, gizli işlere uyum sağlayabiliyorlar. Ancak ben öyle değilim, her kadının üzerimde gözü olur, hatta erkeklerin bile! Nasıl gizli bir iş yapabilirim ki bu kadar karizmatik, seksi, yakışıklı, muhteşem ve kaslı iken? Yine de bunu dile getirmeyeceğim ve gizli işi yapmaya çalışacağım...
Faell denilen kadın içeriye girdiğinde, bir anlığına gözlerim açıldı. Sanırım bir süredir Frip'ten uzakta olmak başka kadınlara doğru gözlerimi kaydırıyordu. Ne demişler, gözden uzakta olan gönülden de uzak olur. Sanırım bunu bana Thomas söylemişti, bir Dünyalı deyimi imiş. Geleneklerine bağlı gibi görünen Faell'in son şövalyelerden birisi olduğunu öğrenmiştik. Göreve bizimle birlikte gelecekti, İkinci Kıta'nın sırlarından nasibini aldığını söylüyordu. Avucunun içinde çıkmaya başlayan ışık kümesine dikkatlice baktım. Bu küreyi bir yere fırlatırsa büyük çaplı bir patlama yaratacağını söylüyordu. Kontrol edebileceği ölçüde olduğunu belirttikten sonra küreyi istediği zaman da yok edebileceğini söylüyordu. Burada çok daha farklı güçler yatıyordu. Acaba bize de böyle bir şey gelir miydi? Mesela çok daha seksi olmamı sağlayan bir güç...
Befan'ın cümleleri bittiğinde, Livei söze girerek kendisine uyduğunu söylüyordu. Bu kıtanın da yakın zamanda bir işgale uğrayabileceği uyarısından sonra, ellerine düşmememiz gerektiğini de belirtiyordu. Haklıydı, bu güçler de bir deney altına girerse muhtemelen bu gezegeni teslim etmemiz kaçınılmaz bir sona dönüşürdü. En azından şimdilik elimizde bir koz var gibi duruyordu. "Benim için bir sıkıntı yok, ancak çok dikkatli olmamız gerekecek. Yine de bir şekilde oraya girdiğimizi anlayacaklardır. Planımızı iyi kurgulamalıyız." Dedikten sonra Faell'in gözlerinin içine bakıp, en karizmatik gülüşümü attım birkaç saniyeliğine. Sonrasında göz temasını kestim. Bir kadını nasıl etkileyeceğimi çok iyi bilirim ve benden etkileneceğine eminim...
İkinci Kıta halklarının da Dünya'ya karşı bir tutum almak istediğini söylüyordu. Max'in bizi bir göreve doğru yönlendirmek istediğini düşünüyordu, aynı zamanda Befan bu durumu destekliyordu da. Birinci Kıta'ya gizlice girmemiz gerektiğini söylüyordu, mevcut durumu net olarak analiz edecektik, kimler taraf değiştiriyor, kimler güç kazanmış tespit edecektik. Aynı zamanda malum ikilinin nerede olduğuna dair bilgi de bulmalıydık. Bu göreve çok uygun olmadığımı baştan anlamıştım, ancak yine de kabul etmeye hazırdım. Neden uygun değildim biliyor musunuz? Çünkü ben çok kaslı ve seksiyim. Yani gizli bir işi başarmam pek mümkün olmayabilir çünkü ben çok dikkat çekici bir erkeğim. Bunu her yerde yaşıyorum, etrafımdaki erkekler genelde sıska ve yakışıklı olmadıkları için, gizli işlere uyum sağlayabiliyorlar. Ancak ben öyle değilim, her kadının üzerimde gözü olur, hatta erkeklerin bile! Nasıl gizli bir iş yapabilirim ki bu kadar karizmatik, seksi, yakışıklı, muhteşem ve kaslı iken? Yine de bunu dile getirmeyeceğim ve gizli işi yapmaya çalışacağım...
Faell denilen kadın içeriye girdiğinde, bir anlığına gözlerim açıldı. Sanırım bir süredir Frip'ten uzakta olmak başka kadınlara doğru gözlerimi kaydırıyordu. Ne demişler, gözden uzakta olan gönülden de uzak olur. Sanırım bunu bana Thomas söylemişti, bir Dünyalı deyimi imiş. Geleneklerine bağlı gibi görünen Faell'in son şövalyelerden birisi olduğunu öğrenmiştik. Göreve bizimle birlikte gelecekti, İkinci Kıta'nın sırlarından nasibini aldığını söylüyordu. Avucunun içinde çıkmaya başlayan ışık kümesine dikkatlice baktım. Bu küreyi bir yere fırlatırsa büyük çaplı bir patlama yaratacağını söylüyordu. Kontrol edebileceği ölçüde olduğunu belirttikten sonra küreyi istediği zaman da yok edebileceğini söylüyordu. Burada çok daha farklı güçler yatıyordu. Acaba bize de böyle bir şey gelir miydi? Mesela çok daha seksi olmamı sağlayan bir güç...
Befan'ın cümleleri bittiğinde, Livei söze girerek kendisine uyduğunu söylüyordu. Bu kıtanın da yakın zamanda bir işgale uğrayabileceği uyarısından sonra, ellerine düşmememiz gerektiğini de belirtiyordu. Haklıydı, bu güçler de bir deney altına girerse muhtemelen bu gezegeni teslim etmemiz kaçınılmaz bir sona dönüşürdü. En azından şimdilik elimizde bir koz var gibi duruyordu. "Benim için bir sıkıntı yok, ancak çok dikkatli olmamız gerekecek. Yine de bir şekilde oraya girdiğimizi anlayacaklardır. Planımızı iyi kurgulamalıyız." Dedikten sonra Faell'in gözlerinin içine bakıp, en karizmatik gülüşümü attım birkaç saniyeliğine. Sonrasında göz temasını kestim. Bir kadını nasıl etkileyeceğimi çok iyi bilirim ve benden etkileneceğine eminim...
► Show Spoiler

GERIR BIREJ



Re: [Mutlak Son] Dağdakiler
#16Faell, sözlerinizi büyük bir ciddiyetle dinledikten sonra, yanıtını net bir tonla veriyor. Sesi önceki nazik halinden daha katı ve kararlı çıkıyor. "Dünya’nın veya başkalarının beni yakalamasına ihtimal yok. Beni bağlasalar bile bir yolunu bulur, kurtulurum." Kral Thrao, Faell’e dönüp onaylarcasına bir bakış atıyor. Sonra Befan araya giriyor; yüzündeki sıcak tebessüm yerini daha diplomatik bir ifadeye bırakmış durumda. "Gitmeden önce size bir önerim var: Jitmiiler ile kontak kurmanız çok yararlı olabilir. Kabile şefiyle de mutlaka konuşmanız gerekiyor. Onlardan uzun süredir haber alamıyoruz ama büyük ihtimalle söyleyecekleri, hem Birinci Kıta’ya sızışınızda hem de İkinci Kıta’nın savunmasında kritik rol oynayabilir. Son gelen raporlarda onların da Dünya’yla yaşadığı bir dizi sıkıntı olduğundan şüpheleniyoruz."
Thrao, pencere kenarında hafifçe toparlanarak omuzlarını dikleştiriyor. "Öyleyse ben de sizinle geleyim. Jitmiilerle bir dönem yakın temas halindeydik. Belki hatırlayanları olur; işimizi kolaylaştırırım." Befan, Thrao’nun kararını saygıyla karşılıyor. İkisi kısaca, ama resmi bir edayla el sıkışıp vedalaşıyorlar. Kral Thrao, yüzünde vakur bir sertlik barındırsa da hafif bir gülümsemeyle çevresindekilere selam veriyor. Kapıdan çıktıktan sonra, birden durup teatral bir şekilde inceden sızlanır gibi yapıyor. "Ah, Kızılağaç sosunu öyle özledim ki… Dünyalıların acı sosu falan hikaye. Bizim sosun yeri başka… Sanırım dayanamayacağım!"
Bunu söylerken sesi çatallı bir kahkaha ile karışıyor, sanki gerçekten ağlayacakmış gibi yaparak konuyu şakaya vuruyor. Bok ise harita benzeri cihazını kurcalarken hafifçe başını sallıyor. Tam o anda Livei’nin bileğindeki cihazdan bip bip sesi duyuluyor. Ekranda Friks’in mesajı beliriyor. "Geldim! Neredesiniz amına koyayım? Rezil oldum, yanlış yere ışınlandım, odanın ortasında belirdim. İnsanların yüz ifadesini görmeniz lazımdı!" Livei, Mabi ve Bok göz göze gelip ufak bir kahkaha paylaşıyorlar. Ardından hızlıca mesajlaşıp buluşma noktasını kararlaştırıyorlar. Thrao önden yürüyüp uzun koridoru geçiyor; tam şatonun kapısı açılırken, dışarıda hafif serin bir rüzgar esiyor. Üçlünün ardında Faell de onlara katılıyor. Derken, Friks bir köşeden çıkıp yanlarına ulaşıyor.
"Gerçekten çok kötüydü. Yanlış koordinat girdim sanırım, pat diye bir toplantı salonunun içinde buldum kendimi. Herkes bana bakıyordu. Neyse… Şimdi buradayım. Neler oluyor?" Thrao, kısa ve net cümlelerle durumu özetliyor: Aisi Cumhurbaşkanı ile görüştüklerini, Birinci Kıta’ya sızmak için bir göreve çıkacaklarını, öncesinde Jitmiiler kabilesine uğramaları gerektiğini, yanlarında Faell’in de katılacağını söylüyor. Faell, Friks'le göz göze gelince ağırbaşlı bir şekilde başıyla selam veriyor.
"Ben Faell Tanadeim. Yeni yol arkadaşım olmana sevindim, Friks." Friks de aynı şekilde başını eğerek karşılık veriyor. "Friks… Ben de öyle. Memnun oldum." Ancak Friks’in bakışları Faell’in kızıl saçlarında dolanıp hafif bir şaşkınlığa dönüşüyor. Kısa bir duraksamanın ardından şaşkınca soruyor. "Şey… Sizin ailenizde Shana adında biri var mı? Aynı senin gibi kızıl saçlara sahip, gözleri de yeşil mi desem, yoksa ela mı…?" Faell’in gözleri hafifçe büyüyor. "Evet… Var. O benim kız kardeşim… Ama sen nereden…" Friks’in yüzünde gizemli bir tebessüm beliriyor, ancak ayrıntıya girmeden omuzlarını silkerek yürümeye devam ediyor. Faell, ardında kalmış şaşkın bakışlarıyla peşlerinden gidiyor.
Bok, kolundaki saate bir dizi koordinat giriyor. İç içe geçmiş ışık halkaları, adeta bir mercek gibi bükülerek grubun etrafında hızlıca genişliyor. Bir anlık keskin ışıktan sonra, hepiniz Lumyara’nın gotik sokaklarından Jitmii bölgesinin uçsuz bucaksız beyazlığına geçiş yapıyorsunuz. Gözlerinizi açtığınızda, yüzünüze incecik, keskin bir soğuk çarpıyor. Bembeyaz kar örtüsü, aralıklarla esen rüzgarın savurduğu buz kristalleri ve ufukta yükselen karlı dağ siluetleri… Etrafta dondurucu bir sessizlik hakim. Kar taneleri yavaşça savruluyor; ayaklarınızın altında kalın bir tabaka oluşturmuşlar. Burada inşa edilmiş kabile evleri sert hava koşullarına dayanıklı malzemelerden yapılmış. Kimisi ahşap gövdeli, üzerinde kalın deri ve kürk kaplamalar var; kimisi ise yarı buz bloklarından örülmüş gibi. Girişlerde rüzgarı kesmek için siperlikler ve hayvan postları kullanılmış. Evlerin aralarında dar patikalar var. Sağlı sollu dizilmiş meşalelerle aydınlatılmış koridorumsu geçitler, hem karlı zemini hem de uzak kayalıkları belli belirsiz ortaya çıkarıyor.
Tam bu manzarayı sindirmeye çalışırken, bir anda mangır gibi bir gürleme sesi duyuyorsunuz. Nereden geldiğini anlamadığınız güçlü bir aura, sanki havayı titretiyor. Arkalarınıza baktığınızda, devasa yapılı bir adamın neredeyse iki metreyi aşan boyuyla, kürklere bürünmüş halde birkaç adım ötede belirivermiş olduğunu fark ediyorsunuz. Öyle çevik ve sessiz gelmiş ki, kimsenin ruhu duymamış! Adam, ciddi ama kibar bir yüz ifadesiyle, gür sesiyle konuşuyor. Sesi dağlarda yankılanacak kadar tok. "Hoş geldiniz, yabancılar. Ben Jitmiilerin Kabile Şefi, Ton’on Anga’i. Sizlerin geleceğinizi duyduk. Halkım adına, beni kabul edin!" Başıyla hafifçe eğiliyor; gözleri merak, temkin ve saygıyı aynı anda yansıtıyor. Etrafınızdaki karlar sessizce uçuşurken, Ton’on Anga’i’nin kudretli varlığı, size Jitmii topraklarının ciddiyetini ve sertliğini açıkça hissettiriyor. Rüzgarların arasından bir uluma gibi yankılanan soğuk, maceranızın yeni bir perdesine adım attığınızı hatırlatıyor.
Thrao, pencere kenarında hafifçe toparlanarak omuzlarını dikleştiriyor. "Öyleyse ben de sizinle geleyim. Jitmiilerle bir dönem yakın temas halindeydik. Belki hatırlayanları olur; işimizi kolaylaştırırım." Befan, Thrao’nun kararını saygıyla karşılıyor. İkisi kısaca, ama resmi bir edayla el sıkışıp vedalaşıyorlar. Kral Thrao, yüzünde vakur bir sertlik barındırsa da hafif bir gülümsemeyle çevresindekilere selam veriyor. Kapıdan çıktıktan sonra, birden durup teatral bir şekilde inceden sızlanır gibi yapıyor. "Ah, Kızılağaç sosunu öyle özledim ki… Dünyalıların acı sosu falan hikaye. Bizim sosun yeri başka… Sanırım dayanamayacağım!"
Bunu söylerken sesi çatallı bir kahkaha ile karışıyor, sanki gerçekten ağlayacakmış gibi yaparak konuyu şakaya vuruyor. Bok ise harita benzeri cihazını kurcalarken hafifçe başını sallıyor. Tam o anda Livei’nin bileğindeki cihazdan bip bip sesi duyuluyor. Ekranda Friks’in mesajı beliriyor. "Geldim! Neredesiniz amına koyayım? Rezil oldum, yanlış yere ışınlandım, odanın ortasında belirdim. İnsanların yüz ifadesini görmeniz lazımdı!" Livei, Mabi ve Bok göz göze gelip ufak bir kahkaha paylaşıyorlar. Ardından hızlıca mesajlaşıp buluşma noktasını kararlaştırıyorlar. Thrao önden yürüyüp uzun koridoru geçiyor; tam şatonun kapısı açılırken, dışarıda hafif serin bir rüzgar esiyor. Üçlünün ardında Faell de onlara katılıyor. Derken, Friks bir köşeden çıkıp yanlarına ulaşıyor.
"Gerçekten çok kötüydü. Yanlış koordinat girdim sanırım, pat diye bir toplantı salonunun içinde buldum kendimi. Herkes bana bakıyordu. Neyse… Şimdi buradayım. Neler oluyor?" Thrao, kısa ve net cümlelerle durumu özetliyor: Aisi Cumhurbaşkanı ile görüştüklerini, Birinci Kıta’ya sızmak için bir göreve çıkacaklarını, öncesinde Jitmiiler kabilesine uğramaları gerektiğini, yanlarında Faell’in de katılacağını söylüyor. Faell, Friks'le göz göze gelince ağırbaşlı bir şekilde başıyla selam veriyor.
"Ben Faell Tanadeim. Yeni yol arkadaşım olmana sevindim, Friks." Friks de aynı şekilde başını eğerek karşılık veriyor. "Friks… Ben de öyle. Memnun oldum." Ancak Friks’in bakışları Faell’in kızıl saçlarında dolanıp hafif bir şaşkınlığa dönüşüyor. Kısa bir duraksamanın ardından şaşkınca soruyor. "Şey… Sizin ailenizde Shana adında biri var mı? Aynı senin gibi kızıl saçlara sahip, gözleri de yeşil mi desem, yoksa ela mı…?" Faell’in gözleri hafifçe büyüyor. "Evet… Var. O benim kız kardeşim… Ama sen nereden…" Friks’in yüzünde gizemli bir tebessüm beliriyor, ancak ayrıntıya girmeden omuzlarını silkerek yürümeye devam ediyor. Faell, ardında kalmış şaşkın bakışlarıyla peşlerinden gidiyor.
Bok, kolundaki saate bir dizi koordinat giriyor. İç içe geçmiş ışık halkaları, adeta bir mercek gibi bükülerek grubun etrafında hızlıca genişliyor. Bir anlık keskin ışıktan sonra, hepiniz Lumyara’nın gotik sokaklarından Jitmii bölgesinin uçsuz bucaksız beyazlığına geçiş yapıyorsunuz. Gözlerinizi açtığınızda, yüzünüze incecik, keskin bir soğuk çarpıyor. Bembeyaz kar örtüsü, aralıklarla esen rüzgarın savurduğu buz kristalleri ve ufukta yükselen karlı dağ siluetleri… Etrafta dondurucu bir sessizlik hakim. Kar taneleri yavaşça savruluyor; ayaklarınızın altında kalın bir tabaka oluşturmuşlar. Burada inşa edilmiş kabile evleri sert hava koşullarına dayanıklı malzemelerden yapılmış. Kimisi ahşap gövdeli, üzerinde kalın deri ve kürk kaplamalar var; kimisi ise yarı buz bloklarından örülmüş gibi. Girişlerde rüzgarı kesmek için siperlikler ve hayvan postları kullanılmış. Evlerin aralarında dar patikalar var. Sağlı sollu dizilmiş meşalelerle aydınlatılmış koridorumsu geçitler, hem karlı zemini hem de uzak kayalıkları belli belirsiz ortaya çıkarıyor.
Tam bu manzarayı sindirmeye çalışırken, bir anda mangır gibi bir gürleme sesi duyuyorsunuz. Nereden geldiğini anlamadığınız güçlü bir aura, sanki havayı titretiyor. Arkalarınıza baktığınızda, devasa yapılı bir adamın neredeyse iki metreyi aşan boyuyla, kürklere bürünmüş halde birkaç adım ötede belirivermiş olduğunu fark ediyorsunuz. Öyle çevik ve sessiz gelmiş ki, kimsenin ruhu duymamış! Adam, ciddi ama kibar bir yüz ifadesiyle, gür sesiyle konuşuyor. Sesi dağlarda yankılanacak kadar tok. "Hoş geldiniz, yabancılar. Ben Jitmiilerin Kabile Şefi, Ton’on Anga’i. Sizlerin geleceğinizi duyduk. Halkım adına, beni kabul edin!" Başıyla hafifçe eğiliyor; gözleri merak, temkin ve saygıyı aynı anda yansıtıyor. Etrafınızdaki karlar sessizce uçuşurken, Ton’on Anga’i’nin kudretli varlığı, size Jitmii topraklarının ciddiyetini ve sertliğini açıkça hissettiriyor. Rüzgarların arasından bir uluma gibi yankılanan soğuk, maceranızın yeni bir perdesine adım attığınızı hatırlatıyor.
Ton'on Anga'i
► Show Spoiler
Re: [Mutlak Son] Dağdakiler
#17Faell çok kesin bir dille yakalanmayacağını dile getirince Livei konuyu daha fazla üstelemedi. Thrao da aldığı cevaptan memnun görünüyordu. Befan kıtadan ayrılmadan önce Jitmiiler'in kabile şefi ile görüşmelerini şiddetle tavsiye ettiğini belirtti. Dünya hakkında bir şeyler biliyor olabileceklerini, ellerindeki bilgilerin faydalı olabileceğini savunmuştu. Bunu duyunca Thrao da onlarla gelmeyi teklif etti. Diplomatik ilişkiyi kolaylaştıracağını söyledi. Böylece Befan ile vedalaşarak odadan ayrıldılar. Thrao hemen kızılağaç sosunu özlediğinden yakınmaya başlamıştı. "Ah evet kızılağaç sosu ve Gengzjots birası... Bir de Kral Thrao'nun sakalsız bebek yüzlü hali..." diye hafifçe takıldı ona yakınmasına katılıyormuş gibi yaparak. Thrao ile birlikte ağlamaklı bir kahkaha patlattılar. Sanki üzerine biraz daha düşünürlerse gerçekten ağlayabilirlermiş gibi.
Tam bu esnada Livei saatinden gelen sesi işitti. Friks mesaj atmıştı. Livei biraz evvelki hıncıyla "Heh yeni aklına geldik beyefendinin" diye içinden söylenerek mesajı okuduğunda Friks'in yanlış yere ışınlandığını görünce biraz evvelki kahkahasını daha da yükselterek devam etti gülmeye. Tam histerik kahkahalardı bunlar. İçleri kan ağlarken gülüyorlardı absürt şeylere. Şatodan dışarı çıktıkları anda da Friks ile karşılaştılar. Neler olup bittiğini Thrao, Friks'e kısaca özetledikten sonra Friks ve Faell tanıştılar. Tanışmanın tonuna bakılırsa Friks Faell'in kız kardeşini de tanıyordu. Bunu da kızın tipine bakıp anlamıştı. Livei'nin yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi. Friks'in son dönemde anlattığı kız o kız olsa gerekti. Faell'in kardeşi olması olayı oldukça ilginç hale getiriyordu.
Böylece Bok vasıtasıyla Jitmii bölgesine ışınlandılar. Her yer bembeyazdı. Livei bu kadar çok karı en son ne zaman görmüştü hatırlamıyordu bile. Daha iyi bir modda olsa belki Bok ile burada kayak yaparlar veya kızakla kayma yarışması düzenlerlerdi. Kuru soğuk ellerini ve yüzlerini bıçak gibi kesiyordu. Bir günde üç farklı iklim içinde gezineceğini bilse ona göre kıyafetler giyerdi. Rüzgarın uğultulu sesi ve hafifçe dans eden kar taneleri dışında da pek bir ses yoktu. Kabile evleri bu haşin hava koşullarına dayanıklı inşa edilmiş gibi görünüyordu. İnsanların ise üstlerinde kat kat kürkler vardı. Lumyara'ya göre çok daha ilkel bir yaşayış benimsemiş gibi görünüyorlardı. Livei etrafı inceleyip avuç içlerini birbirine sürterek ağzıyla hohluyor ve ısınmaya çalışıyordu. Vücudu kendini çoktan titreme moduna almış, kalori yakarak son bir çabayla onu ısıtmaya çalışıyordu.
O esnada tuhaf bir gürültü işitti. Arkasına dönüp gürültünün geldiği yere döndüğünde inanılmaz iri yarı bir adamın diplerinde belirdiğini fark etti. O kadar uzun boylu ve kaslıydı ki Livei gözlerini bir ona bir de Mabi'ye çevirerek hangisinin daha iri olduğunu kestirmeye çalıştı. Hayatında ilk kez Mabi'yle bu konuda aşık atacak birini görüyordu. Adam ağzını açınca tok ve gür bir ses çıkmıştı. Jitmiilerin kabile şefi olduğunu söyleyen adam kendini tanıtmıştı. Livei titrek bir ceylan yavrusu gibi öne çıkarak gülümsemeye çalıştı. "M-M-M-Merhaba kabile şefi Ton'on Anga'i çok memnun oldum ben de Livei. Birinci Kıta'dan geliyoruz. E-E-Ekip arkadaşlarım Bok, Friks ve M-M-Mabi Mabi. G-G-Gedhilfe Kralı Thrao. Lumyara'dan Faell T-T-Tanadeim. Bizi B-B-Befan Bey yolladı. Dünya ile bazı sıkıntılar yaşamışsınız. B-B-Bize söyleyebileceğiniz şeyler olduğu bilgisi geldi." Ellerini ısınmak için birbirine sürterken devam etti. Burnunun soğuktan kıpkırmızı kesildiğine emindi. "A-A-A-Ama önce lütfen daha sıcak bir yere geçebilir miyiz?"
Tam bu esnada Livei saatinden gelen sesi işitti. Friks mesaj atmıştı. Livei biraz evvelki hıncıyla "Heh yeni aklına geldik beyefendinin" diye içinden söylenerek mesajı okuduğunda Friks'in yanlış yere ışınlandığını görünce biraz evvelki kahkahasını daha da yükselterek devam etti gülmeye. Tam histerik kahkahalardı bunlar. İçleri kan ağlarken gülüyorlardı absürt şeylere. Şatodan dışarı çıktıkları anda da Friks ile karşılaştılar. Neler olup bittiğini Thrao, Friks'e kısaca özetledikten sonra Friks ve Faell tanıştılar. Tanışmanın tonuna bakılırsa Friks Faell'in kız kardeşini de tanıyordu. Bunu da kızın tipine bakıp anlamıştı. Livei'nin yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi. Friks'in son dönemde anlattığı kız o kız olsa gerekti. Faell'in kardeşi olması olayı oldukça ilginç hale getiriyordu.
Böylece Bok vasıtasıyla Jitmii bölgesine ışınlandılar. Her yer bembeyazdı. Livei bu kadar çok karı en son ne zaman görmüştü hatırlamıyordu bile. Daha iyi bir modda olsa belki Bok ile burada kayak yaparlar veya kızakla kayma yarışması düzenlerlerdi. Kuru soğuk ellerini ve yüzlerini bıçak gibi kesiyordu. Bir günde üç farklı iklim içinde gezineceğini bilse ona göre kıyafetler giyerdi. Rüzgarın uğultulu sesi ve hafifçe dans eden kar taneleri dışında da pek bir ses yoktu. Kabile evleri bu haşin hava koşullarına dayanıklı inşa edilmiş gibi görünüyordu. İnsanların ise üstlerinde kat kat kürkler vardı. Lumyara'ya göre çok daha ilkel bir yaşayış benimsemiş gibi görünüyorlardı. Livei etrafı inceleyip avuç içlerini birbirine sürterek ağzıyla hohluyor ve ısınmaya çalışıyordu. Vücudu kendini çoktan titreme moduna almış, kalori yakarak son bir çabayla onu ısıtmaya çalışıyordu.
O esnada tuhaf bir gürültü işitti. Arkasına dönüp gürültünün geldiği yere döndüğünde inanılmaz iri yarı bir adamın diplerinde belirdiğini fark etti. O kadar uzun boylu ve kaslıydı ki Livei gözlerini bir ona bir de Mabi'ye çevirerek hangisinin daha iri olduğunu kestirmeye çalıştı. Hayatında ilk kez Mabi'yle bu konuda aşık atacak birini görüyordu. Adam ağzını açınca tok ve gür bir ses çıkmıştı. Jitmiilerin kabile şefi olduğunu söyleyen adam kendini tanıtmıştı. Livei titrek bir ceylan yavrusu gibi öne çıkarak gülümsemeye çalıştı. "M-M-M-Merhaba kabile şefi Ton'on Anga'i çok memnun oldum ben de Livei. Birinci Kıta'dan geliyoruz. E-E-Ekip arkadaşlarım Bok, Friks ve M-M-Mabi Mabi. G-G-Gedhilfe Kralı Thrao. Lumyara'dan Faell T-T-Tanadeim. Bizi B-B-Befan Bey yolladı. Dünya ile bazı sıkıntılar yaşamışsınız. B-B-Bize söyleyebileceğiniz şeyler olduğu bilgisi geldi." Ellerini ısınmak için birbirine sürterken devam etti. Burnunun soğuktan kıpkırmızı kesildiğine emindi. "A-A-A-Ama önce lütfen daha sıcak bir yere geçebilir miyiz?"

► Show Spoiler
Re: [Mutlak Son] Dağdakiler
#18Faell'in daha kararlı bir şekilde kurtulabileceğini söylemesine karşılık kendimi tutamadan bir kahkaha atmıştım. Böyle güzel hayallerle dolu bir kadın olması iyi bir şeydi. Hayal kuran birisinin motivasyonunun yüksek olması şaşırtmamıştı beni. Kahkahamın arasında Befan söze girmiş ve Jitmiiler ile kontak kurmamızın iyi olacağını söylemişti. Onların Birinci Kıta'ya sızmamızda ve İkinci Kıta'nın savunmasında kritik rol oynayabileceğini söylüyordu. Tam olarak ne yapacaklardı, bunda nasıl bir rol oynayabilirlerdi emin değildim ama merak ediyordum. Thrao bizimle geleceğini, bir dönem Jitmiiler ile yakın temas halinde olduklarını söylüyordu. Thrao'nun selamlaşmalarının ardından, Kızılağaç sosunu çok özlediğini söylüyordu. Bir anda ağzım sulanmaya başlamıştı. Tekrardan karnım acıkıyordu, bir şeyler yemek için yolda atıştırmalık almalıydım yanıma. Şöyle kıyak bir patates kızartması, o kadar güzel giderdi ki. Tam aperatif bir yemekti, hem yanımda taşıyabilir, hem sürekli yiyebilir hem de doyardım. Ancak o zaman arkadaşlarımla paylaşmam gerekirdi, o zaman da az yemek zorunda kalırdım. Acaba şöyle bir kazan patates kızartması yaptırsak, sonra hep birlikte yesek nasıl olurdu. Bunlar zaten tığ gibi adamlar, incecikler, benim gibi kocaman değiller ki! Hepsi kesinlikle bana kalırdı...
Patates kızartmalarını düşünürken, birden Friks'in mesajı bize ulaşmıştı. Gördüğüm mesaj karşısında kahkaha atmıştım, sonrasında Friks'te odaya girdi. Kısa bir şekilde durum ona doğru özetlenmişti Thrao tarafından. Sonrasında Faell ile tanışmıştı. Ancak asıl soru, Shana adında birinin ailesinde var olup olmadığını sormasıyla başlamıştı. Friks, Faell'in kız kardeşiyle birlikteydi! Yine de bunu tam olarak söylememişti, ama Faell salak değilse bir şekilde anlamıştır diye düşünüyordum. Bu arada karımı çok özledim. Acaba onu bir daha ne zaman görebilirim diye düşünmüyor değilim. Üstelik, ben Kudretli Ayı'yım, gücümü toparlamak için karıma ihtiyacım var. Onunla çıplak bir şekilde meditasyon yapmalıyım. Hani bu yetişkinlere özel olan meditasyonlardan. O olmadan nasıl yaşayabilirim? Bilmiyorum bilmiyorum ama çok yakın bir zamanda karımı görmeye gitmem gerekiyor.
Bok, kolundaki saate bir dizi koordinat girmiş ve bizi Jitmii bölgesinin beyazlığına ışınlamıştı. Her yer kar doluydu, keskin bir soğuk vardı havada. Sessizlik her yeri etkisi altına almıştı. Kabile evleri ahşap gövdeli, üzerinde kalın deri ve kürk kaplamalar olan evlerdi. Belli ki burası her zaman karlı ve soğuktu. Bu manzaraya alışıp, etrafı çözmeye çalışırken gürleme sesiyle birlikte gözlerimi yayılmaya başlayan güçlü auraya doğru çevirdim. Devasa yapılı, iki metreye yakın bir adam, kürklere bürünmüş bir şekilde duruyordu. Gür sesiyle hoş geldiğimizi söylüyordu Ton'on Anga'i. Kabile şefiyle direkt karşılaşmış olmak kanımı kaynatıyordu, üstelik çok uzun zamandır benim gibi iri birisine rastlamamıştım. Livei'nin konuşmasından sonra bir adım öne atmış ve kabile şefine biraz daha yaklaşmıştım. Ciddi bir şekilde gözlerinin içine baktım. Bu adama manyak yakışan o kürklerden ben de istiyordum.
"O kürklerden fazla var mı? Ben de giymek istiyorum."
Patates kızartmalarını düşünürken, birden Friks'in mesajı bize ulaşmıştı. Gördüğüm mesaj karşısında kahkaha atmıştım, sonrasında Friks'te odaya girdi. Kısa bir şekilde durum ona doğru özetlenmişti Thrao tarafından. Sonrasında Faell ile tanışmıştı. Ancak asıl soru, Shana adında birinin ailesinde var olup olmadığını sormasıyla başlamıştı. Friks, Faell'in kız kardeşiyle birlikteydi! Yine de bunu tam olarak söylememişti, ama Faell salak değilse bir şekilde anlamıştır diye düşünüyordum. Bu arada karımı çok özledim. Acaba onu bir daha ne zaman görebilirim diye düşünmüyor değilim. Üstelik, ben Kudretli Ayı'yım, gücümü toparlamak için karıma ihtiyacım var. Onunla çıplak bir şekilde meditasyon yapmalıyım. Hani bu yetişkinlere özel olan meditasyonlardan. O olmadan nasıl yaşayabilirim? Bilmiyorum bilmiyorum ama çok yakın bir zamanda karımı görmeye gitmem gerekiyor.
Bok, kolundaki saate bir dizi koordinat girmiş ve bizi Jitmii bölgesinin beyazlığına ışınlamıştı. Her yer kar doluydu, keskin bir soğuk vardı havada. Sessizlik her yeri etkisi altına almıştı. Kabile evleri ahşap gövdeli, üzerinde kalın deri ve kürk kaplamalar olan evlerdi. Belli ki burası her zaman karlı ve soğuktu. Bu manzaraya alışıp, etrafı çözmeye çalışırken gürleme sesiyle birlikte gözlerimi yayılmaya başlayan güçlü auraya doğru çevirdim. Devasa yapılı, iki metreye yakın bir adam, kürklere bürünmüş bir şekilde duruyordu. Gür sesiyle hoş geldiğimizi söylüyordu Ton'on Anga'i. Kabile şefiyle direkt karşılaşmış olmak kanımı kaynatıyordu, üstelik çok uzun zamandır benim gibi iri birisine rastlamamıştım. Livei'nin konuşmasından sonra bir adım öne atmış ve kabile şefine biraz daha yaklaşmıştım. Ciddi bir şekilde gözlerinin içine baktım. Bu adama manyak yakışan o kürklerden ben de istiyordum.
"O kürklerden fazla var mı? Ben de giymek istiyorum."
► Show Spoiler

GERIR BIREJ



Re: [Mutlak Son] Dağdakiler
#19Ton’on Anga’i, Livei’nin titreyen sesini duyunca sert bir kahkahayla başını arkaya atıyor. O kahkahanın yankısı, karlar ve buzullar arasında boğuk bir gök gürültüsü gibi dolup taşıyor. Sonra bakışları yeniden Livei’ye kayıyor. Gözbebeklerinde vahşi bir özgüven parıldıyor; sesi kulakları çınlatacak kadar tok. "Gerçek bir savaşçı asla üşümez! Ama kadınımızın, pardon, kadınlarımızın soğuğa karşı dayanıksız oluşuna saygı duyarız. Al bakalım." Belinin arkasına sarılı duran yedek bir ince kürk parçasını, sanki yastık fırlatır gibi tek hamlede Livei’ye doğru atıyor. Kürk, yumuşak bir şekilde Livei’nin kollarına düşüyor. Bunu yaparken, çok doğal bir hareketmiş gibi omzunu silkip ekliyor. "Isın biraz. Önemli işler konuşacağız."
Livei, yeni edindiği kürkü kavrayarak vücuduna sarıyor. Soğuk rüzgarın tenine vurmasını bir nebze durdurabildiği için içinden şükrediyor. Bir yandan da, adamın bu tuhaf nezaketini kadınlara 'tolerans' göstererek ifade etmesi canını sıksa da, hiç yoktan iyidir diye düşünüyor. O sırada adam adeta Livei'nin aklını okurcasına "Bunu cinsiyetçi bir şekilde söylemediğimi belirtmek isterim, bilimsel konuşuyorum." diyor absürt bir şekilde. Tam o sırada, Mabi bir adım öne çıkarak soru sorunca, Ton’on Anga’i bu kez Mabi’ye dönüyor. İri boynunu hafifçe eğiyor. Adamın gözleri, Mabi’nin gözleriyle tam hizaya geliyor. Sert bir bakış, sanki Mabi’yi tartar gibi. Birkaç nefeslik gergin bir sessizlik yaşanıyor. Ardından kalın sesi yeniden yükseliyor.
"Seninle güreşmek istiyorum."
Kelimeleri öyle keskin ki, nefesler adeta donarcasına kesiliyor. Mabi de kısa bir an ne diyeceğini bilemiyor. Ton’on Anga’i, sözlerine devam ediyor. "Beni kabul etmelisin. Güreşeceğiz. Sonra ben de sizi kabul ederim. Ve… istediğin kürkü bile veririm. Şimdi benimle gelin." Adamın kocaman postalları kara gömülüyor, çıkardığı her adımla birlikte beyaz toz havaya savruluyor. Ekip, onu takip etmekten başka çare bulamıyor. Bok, Livei, Mabi, Faell ve Friks, bu dev gibi adamın silüetinin arkasından zorla ilerliyorlar. Rüzgar iyice şiddetleniyor; kar taneleri yüzlere çarparken soğuğun keskinliği iyice hissediliyor. Bir süre yürüdükten sonra, yüksek buz sütunların arasından geçip, kayalarla oyulmuş sert bir yolu tırmanarak, Jitmii tapınağına benzeyen devasa bir yapıya varıyorlar. Uzakta, sislerin ardında kalmış bir beyaz kubbe ve onun etrafında dairesel sütunlar var. Girişe yaklaştıkça hava ılımaya başlıyor; belli ki içeride büyük ateş yakılmış ya da ısıyı hapseden özel yapılar kullanılmış.
Tapınağın içi, dışarıdaki vahşi manzaranın aksine sıcak ve loş. Birçok meşale ve koca ateş çukurları bulunuyor. Tavandan sarkan koca tütsü sarkıtları da muhtemelen hem ritüel amaçlı hem de ışık kaynağı olarak kullanılıyor. Ton’on Anga’i hızını kesmiyor. Bir taş koridordan geçtikten sonra, sizi daha geniş, yuvarlak bir odaya getiriyor. Döşeme, kalınca örtü ve sert minderlerle kaplı. Alanın ortası boş; etrafında birkaç tahta barikat ve ahşap put figürleri yer alıyor. Bu salon, Jitmiilerin ritüel arenasına benziyor. Ton’on Anga’i, tam merkeze doğru ilerleyip kollarını iki yana açarak geri dönüyor. "İşte arena! Topraklarımızda er meydanımız burasıdır. Şimdi sen, sarı adam, benimle güreşeceksin. Beni yenersen, ya da en azından benim gözümde yeterince cesur olduğunu kanıtlarsan, saygımı kazanırsın. Kabul etmezsen… asla saygımı da, bilgi paylaşımımı da göremezsin."
Bu sözlerden sonra, Bok öne atılarak araya girmeye çalışıyor. "Efendim, biz aslında-" Kabile şefi Ton’on Anga’i, keskin bir el işareti yapıp gözlerini Bok’a çeviriyor. "Şu an kabile şefi konuşuyor." Bok, çenesini kapatıp hafifçe geri çekiliyor. "Peki, tamamdır." demekle yetiniyor. Bu durumun ne kadar tuhaf olduğunun farkında, ama belli ki Jitmii kültürü böyle bir saygı talep ediyor. Livei, göz ucuyla Friks’e bakıyor. Friks, yüzünü ekşitmiş, boğazını tutarak gülmemek için kendini zor tutuyor. Tüm bu güreş meydanı, saygı kazanma, kürk alma faslı ona iyice komik gelmiş gibi. Yan tarafta Faell ise sessiz kalmayı tercih ediyor; belli ki diplomatik sebeplerle notlar alıyor. Elindeki küçük deftere hızlıca bir şeyler karalıyor. Belki de Aisi Cumhuriyeti’nin kültür raporu için hazırlık yapıyor.
Ortam, absürt bir gerilimin eşiğinde. Ton’on Anga’i’nin iri gövdesi, arenada sabırsızlıkla kımıldanıyor. Mabi’nin tepkisini bekliyor. Livei, Bok ve Friks, bu garip durumdan nasıl çıkacaklarını düşünürken, soğuk buzullardan geçip sıcak tapınak arenalarına uzanan bu tuhaf yolculuğun daha da karmaşık bir hal alacağını hissediyorlar. Burada zaman adeta durulmuş gibi… Ve hikaye şimdilik burada keskin bir noktada sonraki adımı bekliyor.
Livei, yeni edindiği kürkü kavrayarak vücuduna sarıyor. Soğuk rüzgarın tenine vurmasını bir nebze durdurabildiği için içinden şükrediyor. Bir yandan da, adamın bu tuhaf nezaketini kadınlara 'tolerans' göstererek ifade etmesi canını sıksa da, hiç yoktan iyidir diye düşünüyor. O sırada adam adeta Livei'nin aklını okurcasına "Bunu cinsiyetçi bir şekilde söylemediğimi belirtmek isterim, bilimsel konuşuyorum." diyor absürt bir şekilde. Tam o sırada, Mabi bir adım öne çıkarak soru sorunca, Ton’on Anga’i bu kez Mabi’ye dönüyor. İri boynunu hafifçe eğiyor. Adamın gözleri, Mabi’nin gözleriyle tam hizaya geliyor. Sert bir bakış, sanki Mabi’yi tartar gibi. Birkaç nefeslik gergin bir sessizlik yaşanıyor. Ardından kalın sesi yeniden yükseliyor.
"Seninle güreşmek istiyorum."
Kelimeleri öyle keskin ki, nefesler adeta donarcasına kesiliyor. Mabi de kısa bir an ne diyeceğini bilemiyor. Ton’on Anga’i, sözlerine devam ediyor. "Beni kabul etmelisin. Güreşeceğiz. Sonra ben de sizi kabul ederim. Ve… istediğin kürkü bile veririm. Şimdi benimle gelin." Adamın kocaman postalları kara gömülüyor, çıkardığı her adımla birlikte beyaz toz havaya savruluyor. Ekip, onu takip etmekten başka çare bulamıyor. Bok, Livei, Mabi, Faell ve Friks, bu dev gibi adamın silüetinin arkasından zorla ilerliyorlar. Rüzgar iyice şiddetleniyor; kar taneleri yüzlere çarparken soğuğun keskinliği iyice hissediliyor. Bir süre yürüdükten sonra, yüksek buz sütunların arasından geçip, kayalarla oyulmuş sert bir yolu tırmanarak, Jitmii tapınağına benzeyen devasa bir yapıya varıyorlar. Uzakta, sislerin ardında kalmış bir beyaz kubbe ve onun etrafında dairesel sütunlar var. Girişe yaklaştıkça hava ılımaya başlıyor; belli ki içeride büyük ateş yakılmış ya da ısıyı hapseden özel yapılar kullanılmış.
Tapınağın içi, dışarıdaki vahşi manzaranın aksine sıcak ve loş. Birçok meşale ve koca ateş çukurları bulunuyor. Tavandan sarkan koca tütsü sarkıtları da muhtemelen hem ritüel amaçlı hem de ışık kaynağı olarak kullanılıyor. Ton’on Anga’i hızını kesmiyor. Bir taş koridordan geçtikten sonra, sizi daha geniş, yuvarlak bir odaya getiriyor. Döşeme, kalınca örtü ve sert minderlerle kaplı. Alanın ortası boş; etrafında birkaç tahta barikat ve ahşap put figürleri yer alıyor. Bu salon, Jitmiilerin ritüel arenasına benziyor. Ton’on Anga’i, tam merkeze doğru ilerleyip kollarını iki yana açarak geri dönüyor. "İşte arena! Topraklarımızda er meydanımız burasıdır. Şimdi sen, sarı adam, benimle güreşeceksin. Beni yenersen, ya da en azından benim gözümde yeterince cesur olduğunu kanıtlarsan, saygımı kazanırsın. Kabul etmezsen… asla saygımı da, bilgi paylaşımımı da göremezsin."
Bu sözlerden sonra, Bok öne atılarak araya girmeye çalışıyor. "Efendim, biz aslında-" Kabile şefi Ton’on Anga’i, keskin bir el işareti yapıp gözlerini Bok’a çeviriyor. "Şu an kabile şefi konuşuyor." Bok, çenesini kapatıp hafifçe geri çekiliyor. "Peki, tamamdır." demekle yetiniyor. Bu durumun ne kadar tuhaf olduğunun farkında, ama belli ki Jitmii kültürü böyle bir saygı talep ediyor. Livei, göz ucuyla Friks’e bakıyor. Friks, yüzünü ekşitmiş, boğazını tutarak gülmemek için kendini zor tutuyor. Tüm bu güreş meydanı, saygı kazanma, kürk alma faslı ona iyice komik gelmiş gibi. Yan tarafta Faell ise sessiz kalmayı tercih ediyor; belli ki diplomatik sebeplerle notlar alıyor. Elindeki küçük deftere hızlıca bir şeyler karalıyor. Belki de Aisi Cumhuriyeti’nin kültür raporu için hazırlık yapıyor.
Ortam, absürt bir gerilimin eşiğinde. Ton’on Anga’i’nin iri gövdesi, arenada sabırsızlıkla kımıldanıyor. Mabi’nin tepkisini bekliyor. Livei, Bok ve Friks, bu garip durumdan nasıl çıkacaklarını düşünürken, soğuk buzullardan geçip sıcak tapınak arenalarına uzanan bu tuhaf yolculuğun daha da karmaşık bir hal alacağını hissediyorlar. Burada zaman adeta durulmuş gibi… Ve hikaye şimdilik burada keskin bir noktada sonraki adımı bekliyor.
Re: [Mutlak Son] Dağdakiler
#20Livei, benim isteyeceğim kürkü üşüdüğü için bedavadan almıştı. Ben de istiyordum, ben de böyle bir kürküm olsun istiyordum ancak benim için şartlar çok farklılaşmıştı. Adamın karşısına geçip kürk istediğim anda, benimle güreşmek istediğini söylemişti. Adam bunu söylediği anda, yüzümde hırsla dolu bir gülümseme oluştu. Tabi ya, iki tane iri yarı adam karşı karşıya geldiğinde ne olacaktı ki? Birbirimizin sırtını yere vurmaya çalışacaktık! Bir şey söylemek için ağzımdan kelime çıkmasa da, gülüşümle birlikte onun bu teklifini anında kabul etmiştim. Nitekim, adam güreştikten sonra bizi kabul edeceğini söylemesiyle birlikte zaten bana bir seçenek bırakmamıştı. Adamın arkasından yürümeye başladığımızda, kanımın kaynadığını hissediyordum. Bu herifle güreşmek çok sert olacaktı, üstelik beni çok fena zorlayacağını biliyordum. Kabile şefini Kalsiyum gücünden yararlanmadan, saf gücümle yıkmayı deneyecektim, yıkamasam bile en azından deneyecektim. Tapınağa benzeyen devasa bir yapıya varmıştık, vardıkça hava ılıklaşıyordu. En azından soğukta güreşmeyeceğimiz için mutluydum.
Tapınağın içinde birçok meşale vardı, koca ateş çukurları da onlara eşlik ediyordu. Bir taş koridordan geçtikten sonra, yuvarlak bir odaya gelmiştik. Alanın ortası boştu, çevresi ise sert minderlerle kaplıydı. Kabile şefi merkeze doğru ilerledikten sonra geri dönmüş ve buranın arena olduğunu söylemişti. Sonra bana sarı adam olarak hitap etmiş ve onu yenersem veya cesur olduğumu kanıtlarsam, saygısını kazanacağımı söylemişti. Sanırım saygısını kazanmadığım için sarı adam diye hitap ediyordu bana. Kabul etmez isem ne saygısını alabilecektim, ne de bilgi paylaşımını. Bok'un bir anda araya girmeye çalışmasıyla sert bakışlarım aynı kabile şefinin elinin ona çevrilmesi gibi çevrilmişti. Aramıza girmesini istemiyordum çünkü bu adamla güreşmeyi ve saygısını kazanmayı istiyordum. Özellikle de o kürkü. Bok geri çekildikten sonra, üzerimdeki ceketi yavaşça çıkartmaya başladım. Yüzümde arkadaşlarımın aksine büyük bir ciddiyet vardı. İleriye doğru bir adım atarken, üzerimdeki tişörtü de çıkartarak ceketimle birlikte bir kenara attım. Kaslı vücudumu sergilemek istiyordum.
"Kabile şefi Ton'on Anga'i. Güreş teklifini tüm saygımla kabul ediyorum." Dedikten sonra sert ve kararlı adımlarla arenaya doğru ilerledim. "Eğer saygını kazanırsam, kabilenin bir parçası olmak isterim. Benim için bir onur olur." Dedikten sonra aramızda bir ya da iki metrelik bir mesafe koyup, ayaklarımı yavaşça açtım ve güreşmek için dizlerimi hafifçe kırarak üst vücudumu öne doğru eğdim ve kollarımı iki yana doğru, temkinli bir şekilde açtım. Öncelikle onun ne kadar güçlü olduğunu gözlemlemek istiyordum, ancak bir hataya yer veremezdim. İlk adımı ise asla atmamam gerekiyordu. İlk saldırı ondan gelmeliydi, benden değil. Gözlerinin içine tüm kararlılığım ve ciddiyetimle odaklandım. Vücudundan bir hareket bekliyordum. İlk tepkisi ne olacaktı, nasıl harekete geçecekti iyice görmek zorundaydım. Bilmediğim bir şeyin içine aniden atlayamazdım. Üstelik konu güreşse.
"Başlayalım mı, şefim?"
Tapınağın içinde birçok meşale vardı, koca ateş çukurları da onlara eşlik ediyordu. Bir taş koridordan geçtikten sonra, yuvarlak bir odaya gelmiştik. Alanın ortası boştu, çevresi ise sert minderlerle kaplıydı. Kabile şefi merkeze doğru ilerledikten sonra geri dönmüş ve buranın arena olduğunu söylemişti. Sonra bana sarı adam olarak hitap etmiş ve onu yenersem veya cesur olduğumu kanıtlarsam, saygısını kazanacağımı söylemişti. Sanırım saygısını kazanmadığım için sarı adam diye hitap ediyordu bana. Kabul etmez isem ne saygısını alabilecektim, ne de bilgi paylaşımını. Bok'un bir anda araya girmeye çalışmasıyla sert bakışlarım aynı kabile şefinin elinin ona çevrilmesi gibi çevrilmişti. Aramıza girmesini istemiyordum çünkü bu adamla güreşmeyi ve saygısını kazanmayı istiyordum. Özellikle de o kürkü. Bok geri çekildikten sonra, üzerimdeki ceketi yavaşça çıkartmaya başladım. Yüzümde arkadaşlarımın aksine büyük bir ciddiyet vardı. İleriye doğru bir adım atarken, üzerimdeki tişörtü de çıkartarak ceketimle birlikte bir kenara attım. Kaslı vücudumu sergilemek istiyordum.
"Kabile şefi Ton'on Anga'i. Güreş teklifini tüm saygımla kabul ediyorum." Dedikten sonra sert ve kararlı adımlarla arenaya doğru ilerledim. "Eğer saygını kazanırsam, kabilenin bir parçası olmak isterim. Benim için bir onur olur." Dedikten sonra aramızda bir ya da iki metrelik bir mesafe koyup, ayaklarımı yavaşça açtım ve güreşmek için dizlerimi hafifçe kırarak üst vücudumu öne doğru eğdim ve kollarımı iki yana doğru, temkinli bir şekilde açtım. Öncelikle onun ne kadar güçlü olduğunu gözlemlemek istiyordum, ancak bir hataya yer veremezdim. İlk adımı ise asla atmamam gerekiyordu. İlk saldırı ondan gelmeliydi, benden değil. Gözlerinin içine tüm kararlılığım ve ciddiyetimle odaklandım. Vücudundan bir hareket bekliyordum. İlk tepkisi ne olacaktı, nasıl harekete geçecekti iyice görmek zorundaydım. Bilmediğim bir şeyin içine aniden atlayamazdım. Üstelik konu güreşse.
"Başlayalım mı, şefim?"
► Show Spoiler

GERIR BIREJ


