Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#41
Seldshuts Sokağı... O buz gibi siyah-beyazlık, kemiklere kadar işleyen tuhaf bir soğuk hissiyle sürüyor. Livei, az önceki isyan dolu sözleri haykırdıktan sonra öfkeli nefes alışlarıyla titriyor. Mabi, neden Elion olduğunu sorduğunda, kapüşonlu adamın yüzündeki o sahte gülümseme biraz daha genişliyor. Kırmızı güneş gözlüğü, bu renksiz dünyada tek canlı renk, adeta bir kan lekesi gibi parlıyor. Adamın vücudu, gölgeler misali dalgalanır gibi… Bir noktada, siyah-beyaz zemin eriyormuşçasına çatlamaya başlıyor. Aynı anda birden bir titreşim hissediyorsunuz. Ayaklarınızın altı, kıvrımlı çizgilerle kararıyor, sanki size doğru yükselen bir sis dalgası var. Kapüşonlu adam bir kahkaha daha patlatıyor. "Elion… Aslında kim olduğunu gerçekten biliyor musunuz? Bence… hayır. Bu bilgi size pahalıya patlayacak. Ve neden Elion diyorsunuz. Çünkü Elion sizi hep parmak ucunuzda dans ettirdi." Sonra, beklenmedik bir anda ortadan kayboluyor; sanki bir gölge duvarın arkasına sinmiş gibi. Sokak, bir anda boşalıyor. Yalnız başınıza kalmış hissediyorsunuz. Ama aslında hiç de yalnız değilsiniz. Gri sis, balçık misali bacaklarınıza doğru yükseliyor. İkiniz de kaçmaya çalışıyorsunuz, adım atacak yer bulamıyorsunuz. Nefesiniz buz kesiyor. Bir çarpma sesi duyuluyor, loş sisin içinden yine o kahkaha geliyor, ama adam görünmüyor. Gözlerinizi kapama ihtiyacı duyuyorsunuz. Sis neredeyse boğazınıza dayanmışken bir patlama hissiyle… her yer kalabalık bir gürültüye dönüşüyor. Bir saniye sonra, sanki yeni bir rüyaya yuvarlanıyorsunuz.

Gözlerinizi kısarak bulanık bir görüntü seçebiliyorsunuz. Beyaz ışıklarla aydınlatılmış geniş bir salon. Tavan yüksek ve metalik. Etrafta cam paneller, parlak cihazlar, laboratuvar tezgahları var. Duvarlarda Dünya diliyle yazılmış uyarı levhaları duruyor. "GEN LAB", "RESTRICTED", "TEST SUBJECTS" gibi. Sirenleri andıran, tiz bir alarm sesi kısıklıkla öteleyip duruyor. Salonun tam ortasında sıvı dolu bir tank var. İçinde iri gölgeler görünüyor, ama net seçilemiyor. Cihazların üstündeki dijital göstergeler garip semboller yansıtıyor. Yerde, kurumuş kan izleri. Çelik masalarda, içinde iğneler, neşterler, serumlar olan tepsiler sıralanmış. Burası… canlılar üzerinde deney yapılmış bir laboratuvar mı? Aniden, salonun kapısı açılıyor. İçeri Elion giriyor. Daha genç, saçları kısa ama yüzü aynı Elion. Üzerinde beyaz bir laboratuvar önlüğü var, elinde elektronik bir tablet tutuyor. Tam da gözlerinizin önünde, yanından iki korumalı asker geçiyor, ikisi de başıyla selam veriyor. Elion ise ciddiyetle onlara bakıyor, sonra tankın yanına ilerliyor. Tabletine birkaç şey yazıyor. Ardından boynunu hafifçe çevirerek tankın içindeki gölgeye bakıyor. "Daha fazla seruma ihtiyacı var. Dayanacak mı, bilmiyorum…" Çevredeki ekrana dokunduğunda, tanktaki sıvı kabarcıklanıyor, sanki canlı bir varlığa darbe vuruyor gibi. Tankın içindeki gölge inliyor ama seste insana dair bir şey… çok az. Elion, robotik bir soğukkanlılıkla işe devam ediyor. O anda laboratuvarın diğer ucundan bir subay giriyor.

"Elion, komutan bekliyor. Projenin sonuçlarını istiyor."

Elion alnındaki teri silerek ufak bir telaşla tabletini kapatıyor. İçinden geçen duyguyu yüzünden anlamak zor. Korku mu, heyecan mı? Bir sonuca yaklaşıyormuş gibi bir hali var. Ama bu andan sonra duyduklarınıza dehşetle adım atmak istiyorsunuz, bacaklarınız kıpırdamıyor, sanki bu sahneyi izlemeye mahkum gibisiniz. "Komutana söyleyin… bir hafta daha lazım. Deneklerin çoğu hayatta kalmayı başaramıyor." Subay, can sıkıntısıyla homurdanıyor ve çıkıyor. Elion, sıvı tankına tekrar bakıp derin bir nefes alıyor. Derken… bir "anormallik" hissediyor sanki, başını kaldırıp tam sizin olduğunuz yere bakıyor. Sizi görebiliyormuş gibi gözleri kocaman açılıyor. Kafasını hayır dercesine sallıyor, buruşuk bir yüz ifadesiyle konuşuyor.

"Burada… olamazsınız… Gitmeniz gerekiyor… Ben…"

Bir anda sahne çatırdıyor. Tüm laboratuvar, eski bir film şeridi gibi titreyip duruyor ve karanlıkta eriyor.Dehşetin nabzını hissediyorsunuz. Gördüğünüz şey… Elion bir Dünya laboratuvarında proje yöneticisi gibi mi davranıyor?

Tekrar aniden karanlık. Bir sarsıntı hissediliyor. Bu kez bembeyaz bir boşlukta savruluyorsunuz gibi… Sanki yer çekimi yok, konuşamıyorsunuz, sesiniz bile çıkmıyor. Çok kısa sürüyor, sonra Gedhilfe rengi canlanıyor, ormanlar, düz yollar, harabe olmuş kalıntılar… Ve aniden, yeni bir aydınlanmayla birlikte bir masada oturduğunuzu fark ediyorsunuz. Max, Bok, Friks, Faell, Elion, Garo, hepsi duruyor. Sanki zaman donmuş gibi, kimse kılını kıpırdatmıyor. Gözleriniz birkaç kez kırpışıyor. Elion, elleri dizlerinin üstünde oturuyor, yüzünde garip bir dalgınlık ifadesi var. Az önce gördüğünüz kabus, hayır, anı, neydi o? Elion, tam o sırada gözlerini kısıyor, ortamdaki herkesin donuk bakışları yavaş yavaş canlanıyor. Tekrar masadaki konuşmaya dönülürken, yüzünüzdeki şok ifadesi kimsenin gözünden kaçmıyor. Bok merakla size sesleniyor. "Hop, iyi misiniz? Bir anda yüzünüz soldu ya!" Max de Elion’a bakıyor, sanki neler oluyor diye soracakmış gibi. Elion ise yutkunuyor; dudakları hafifçe titriyor, bakışları sizin üzerinizde donuyor. O an, Mabi canlı gözlerle Elion’un göz bebeklerine odaklanıyor. Laboratuvardaki anıları, Elion’un bir proje yöneticisi gibi çalıştığı görüntü, tanklar… Her şey bir film karesi gibi gözünün önünden geçiyor. Livei de burnunda o kan ve serum kokusunu hala hissediyor sanki. Sessizlik barut gibi; bir kıvılcıma bakıyor sadece. En sonunda, tam Bok bir şey söyleyecekken, Elion öne doğru eğiliyor, ellerini masaya yerleştiriyor. Aniden, nefes nefese ve dizginleyemediği bir coşkuyla konuşmaya başlıyor.

"B-ben… Sadece… Bu… Şeyler hakkında… Özür dilerim, kendimi iyi hissetmiyorum. Kafamdaki düşünceler… Eee… Belki biraz dinlenmem gerek. Hem… Şu Hiperyus meselesi, o da yeterince karmaşık. Biliyor musunuz, planımız… Yani bu Dünya’ya giriş ve… Ki, hani… Yofær’deki enstitüye sızmak için birkaç taktik… Onları konuşsak iyi olur. Zamanımız kısıtlı." Elion’un gözlerindeki endişeyi çok net seçebiliyorsunuz. Adam sanki büyük bir korkudan kaçıyormuş gibi konuşmayı konu değiştirmeyle sürdürmeye çabalıyor. Oysa o kadar belli ki içinde ağır bir yük var. Bunu açığa vurmaktan çekiniyor. Dudakları kurumuş, nefesini zorlukla ayarlıyor. Max de yüzündeki o endişeli bakışları görmezden gelmeyip, bir adım atarak masada Elion’a yaklaşıyor. "Elion, eğer kendini iyi hissetmiyorsan biraz soluklan. Burada baskı altında değilsin. İstediğin zaman odaya geçebilirsin, tamam mı?" Elion başını sallamakla yetiniyor ama gözleri Max’inkine takılınca sıkkın bir ifade beliriyor yüzünde. "Sorun yok, merak etmeyin. Yani… Sadece… Şu kabilelerin bulguları, Jitmii’nin kayıp üyesi… hepsini birden kafaya takıyorum, hepsi. Hiperyus, başka boyut, Şapkalı, Bay Zengin... Karmaşıklaştı…" Sözünün sonunda boğuk bir öksürükle duraklıyor. Bok, ellerini masada kenetliyor, ortamın gerginliğini hafifletmek ister gibi konuyu dağıtıyor. "O halde, Yofær’deki bilimsel enstitüye sızma planını netleştirelim. Burada kim hangi kılıkta girecek, hangi sinyal bozucuyu kim takacak, konvoy rotası nasıl olacak, bunları konuşalım. En azından bir eylem planımız olsun."

Friks hafif bir tebessümle başını sallıyor. "Evet, hedefimiz bu. Dünya’da bizden kalan tipleri de bu tarafa çekebiliriz belki ama ortada kim var, kim yok, belli değil. Maksimum gizlilikle hareket etmemiz şart." Faell, parmaklarıyla masayı tıktık tıklayarak onaylıyor. "Kontrol noktalarını da ben halledebilirim. Bu kıtada güçlerimin ne işe yaradığını biliyorum. Ama başka bir kıtaya gidiyoruz, orada da ne kadar işe yarar… göreceğiz." Arada Garo gülümseyerek hafifçe "Ben her koşulda hazırım." diyor ve kocaman kol kaslarını geriyor. Fakat göz ucuyla Elion’a baktığınızda, hala onda bir huzursuzluk seziyorsunuz. Sessizlik uzayınca Max, herkesin toplanmış olduğu masada ayağa kalkıp konuyu tekrar özetliyor. "O halde sızma operasyonuna başlıyoruz. Ben de bu sırada ya bir geri hat kuracağım ya da en azından Belle ve Lili’yi güvene alacağım. Sonra… raporlarınızı bekleyeceğim. Mabi, Livei, Bok, Garo, Elion, Friks, Faell… Kılık değiştireceksiniz. Sinyal bozucuları devreye sokacağız. Girdiğinizde ilk yapmanız gereken, oranın güvenlik protokollerini öğrenmek ve-"

Bir an Elion kısa bir inilti gibi bir şey çıkarıyor, sonra çenesini sıkıp başını sallıyor. Max lafını kesmiyor, ama gözleriyle yokluyor onu. Elion belli ki kendini toparlamaya çalışıyor. Nefes alışlarında bile bir sarsıntı var. Bok, not defterini kapatıyor, masadaki gerilimi fazla uzatmadan. "Bence bugünlük bu kadar. Herkes birkaç saatliğine kafasını toplasın, kılık değiştirme malzemelerini toplayın, sinyal bozucuları test edin. Akşam yola çıkacağız." Böylece toplantı dağılmaya yüz tutarken, Elion başı öne eğik yerinden kalkıyor. Max onu kolundan hafifçe tutmak istiyor ama Elion bir yarım adım gerileyerek nazikçe çekiliyor. Faell kısık bir sesle "Ne yapsak?" diyor Livei’ye dönerek. Garo ise "Bu adama bir su içirseydik ya." diye fısıldıyor. Ortamda kapalı bir endişe dalgası yayılıyor. Sonuçta, kimse açıkça soramıyor. Herkesin kafası, Yofær enstitüsüne sızma planlarıyla, Hiperyus bulmacasıyla, Şapkalı ve Bay Zengin’le, Jitmii üyelerinin kurtarılmasıyla dolu. Ve böylece toplantı bitiyor. Herkes bir köşeye çekilip hazırlıklarına başlıyor; ama o masadan kalkanların zihinleri, çok daha büyük bir fırtınanın eşiğine sürüklenmekte…

Peki ya siz ne yapacaksınız?

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#42
Neden Elion?

Bu soruyu sormamış olmayı bir anlamda dilerdim. Bunun cevabını öğrenmenin ağır olup olmayacağını bilmiyordum, özellikle bu sorunun altından daha farklı bir cevap bekliyordum. Bizi yine bir rüya gibi bir şeyin içerisine sokmuştu adam, değişik değişik ortamlarda sanki bir zihnin akıntıları içerisinde ilerliyor gibiydik. Her bir görüntü nefesimi daha fazla kesiyordu. Beyaz ışıklarla aydınlatılmış bir salonda bulmuştum kendimi, Dünya diliyle yazılmış uyarı levhaları vardı. Ne olduklarını anlamadığım bu levhaların ardından sirenleri andıran bir ses kulaklarıma ilişiyordu. Yerde bulunan kurumuş kan izleri midemi bulandırmaya yetmişti, üstelik iğneler, neşterler ve serumların olması, canlılar üzerinde deney yapılmış bir yeri andırıyordu, bu durum daha da midemi kaldırmaya başlıyordu. Bu sırada, salonun kapısı açılmış ve Elion içeri girmişti. Daha gençti, saçları kısaydı ama bizim Elion'du işte. Üstünde laboratuvar önlüğü vardı, yanından iki korumalı asker geçmişti ve ikisi de başıyla selam vermişti. Elion, bizim tanıdığımızdan daha farklı bir adamdı. Tankın yanına ilerledikten sonra tabletine bir şeyler yazmış, tankın içindeki gölgeye baktıktan sonra daha fazla seruma ihtiyacı olduğunu söylüyordu, üstelik dayanıp dayanamayacağını da bilmiyordu. Canlı bir varlığın üzerinde deney yapmış bir adamdı bu. Yine de bu önemli değildi, ancak bunu neden bilmiyorduk? Neden bizden sakladı?

Subayın birisi komutanın beklediğini ve projenin sonuçlarını istediğini söylüyordu. Bir sonuca yaklaşıyormuş gibi duran hali, bir hafta daha lazım olduğunu söylüyordu subaya. Deneklerin çoğunun hayatta kalmayı başaramadığını da ekliyordu. Subay homurdanıp çıktıktan sonra, bir anormallik hisseder gibi bizim olduğumuz yere doğru bakmış gözleri kocaman açılmıştı. Sanki bizi görebiliyor gibiydi, bu çok daha anormal bir durumdu. İleriyi mi görebiliyordu bu adam, yoksa başka bir şey mi vardı? Bu haliyle, bizi tanımıyor olması gerekirdi, burada olmamamız gerektiğini bilecek kadar zeki olsa da, bizi tanımıyor olmalıydı. Direkt olarak bizi kastetmesi, bir şeylerin çok daha başka boyutta olduğunu gösteriyordu bana. Bu andan sonra, bir anda sahne silinmişti ve yine zihnin akıntılarında gezinmeye başlamıştık. İçimde bize yalan söylemesinin, daha doğrusu doğruyu hiç konuşmamasının verdiği öfke vardı. Onu geçmişiyle yargılayacak değildim, Thomas'ta, Max'te Dünyalı insanlardı ve aramıza almıştık ama bize doğruyu konuşmuşlardı. Bize şeffaf davranmışlardı geçmişleri hakkında. Peki ya Elion? Neden saklıyordu bunu, saklaması için gerekçesi neydi?

Bok bize seslendikten sonra gözlerimi hızla Elion'un üstüne çevirdim. Elion yutkunuyordu, dudakları titriyordu, onun için de bir şeyler tersti. Bir anda değişik bir şekilde konuşmaya başlamış ve kendini iyi hissetmediğini söylemişti. Dinlenmesi gerektiğini söylüyordu, hala yalan söyleyerek olayın üstünü kapatmaya çalışıyordu. Bir nedenden ötürü, bize doğruyu söylemeyi tercih etmiyordu. Max burada baskı altında olmadığını söylüyordu, Elion ise yeni bilgileri bahane olarak sıralamayı tercih ediyordu. Oysa tek istediğim, bize doğruyu konuşmasıydı. Onu bir dost olarak kabul etmiştim, ama bu yalanları saklayan birisine diğer dostlarımı nasıl emanet edebilirim? Bu bir oyun değil, bu büyük bir savaş ve gerçeklik. Bizden birinin bizden bir şey saklaması, kabul edilemez bir durum. Öfkeden ayağımı oynatmadan duramıyordum. Bok ortamdaki gerginliği hafifletmek adına planı netleştirmek istiyordu, lakin buna odaklanacak durumda değildim. Bu yüzden Friks'in ağzından çıkan cümleleri boş bir şekilde dinlemiştim. Faell bir şeyleri halledebileceğini söylüyordu, Max ise sızma operasyonunda geri bir hat kuracağını ve ailesini güvene alacağını söylüyordu. Elion'un bir anda masadan kalkıp gitmeye kalkması ise, benim için son darbe olmuştu ve tüm öfkemle masanın kenarlarından tutup, havaya fırlatmış ve öfkeyle yerimden kalkmıştım.

"ELION!"

Hızlı ve sinirli adımlarla Elion'a yaklaşıp önünü kesmiş ve gözlerinin içine bakmıştım tüm öfkemle. "Neden?" Diye sordum çenemin kasıntısını ihmal etmeye çalışarak. "Neden bize doğruları konuşmayı tercih etmiyorsun? Sana en başta sordum Elion, dost muyuz diye sordum! Dostuz dedin, neden bize doğruları konuşmuyorsun?" Kalsiyum Kas stilimi sağ kolumda kullanarak, okkalı bir yumruk patlattım suratının ortasına. Sonrasında üstüne atlayacak ve onu boyun kilidine alacağım. "Ha! Bu insanların, bizim seni yargılayacağımızı düşündüğün için mi bize yalanlar söylüyorsun? Thomas, bir Dünyalı. Ama bize hiç yalan söylemedi, hiçbirimiz onu geçmişiyle yargılamadık Elion! Ona güvendik, çünkü doğruları söyledi, pişmanlığını aktardı!" Boyun kilidine almışken, üstte kalan elimle saçlarından tuttum ve kafasını Max'e doğru kaldırdım. "Max'e bak Elion! Kimse onu yargılıyor mu? Şu masada otururken, kimse onu geçmişiyle yargılıyor mu? Neler yaptığını tekrar tekrar gün yüzüne çıkarıyor mu? Ona güveniyoruz çünkü bize doğruları konuştu, pişmanlığını aktardı, geçmişini aktardı, şeffaf bir şekilde!" Sesim neredeyse tüm adayı inletecek kadar yükselmeye başlamıştı. "Şimdi söyle bana, neden dostlarımı sana emanet edeyim Elion? Bize yalan üstüne yalan söylüyorken, seni dost olarak gördüğümüzü bilmene rağmen bize dost gözüyle bakmıyorken, senin kim olduğunu ve ne olduğunu bilmediğimiz halde güvenmeyi tercih etmişken, geçmişini bize dürüst açmaman, bize ne düşündürür? SÖYLE BANA, NASIL SIRTIMIZI DAYAYABİLİRİZ SANA, HA? KONUŞ! KONUŞ!
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#43
Elion'u gerçekten tanıyor muydular? Hiperyus'un onlara yönelttiği soru buydu. Gerçekten de tanımıyordular. Hatta yakın zamana kadar birbirlerine düşmandılar ve idealleri birbirinin tersiydi. Elion ile zorunlu bir müttefiklik kurmuşlardı. Sonrasında ona bu doğal süreç içinde ısınmışlardı ancak onu gerçekten tanıyorlar mıydı? Hiperyus bu havada asılı kalan soruyla birlikte yok olmuş ve gri bir sis düşmancıl bir biçimde yaklaşarak ona saldırmaya kalkışmıştı. Mabi de Livei de etrafa kaçışmışlardı ancak pek de kaçacak bir yerleri yoktu. Üstelik şu an yaşanan hiçbir şey gerçek değildi. Zihinlerinin içinde olup bitiyordu her şey, Livei bunu önceki deneyimlerinden biliyordu. Bu zihni saldırıyı nasıl yaptıklarını hala çözememişti. Kaçacak yer bulamayarak ellerini başının etrafına sardı refleksle. Sonra gözlerini kapattı. Kendine yeniden geldiğinde ise bir laboratuvarın içindeydi. Etrafta Dünya dillerinde yazılar olmasından buranın Dünya'da olduğunu anlamıştı. Yerde kan izleri, etrafta değişik yanıp sönen cihazlar, devasa tanklar, cihazların üzerindeki anlamını bilmediği tuhaf semboller... Masalarda tepsilerin içerisinde çeşitli tıp eşyaları. Neşterler, tüpler, enjektörler... Dünya'nın deney laboratuvarlarından birisi olsa gerekti bu. O esnada kapıdan içeriye Elion girmişti. Ortama oldukça aşina görünüyordu. Daha genç gibiydi. Üzerinde beyaz bir laboratuvar önlüğü vardı. Yanında geçen iki Dünya askerine selam vermiş, elindeki elektronik cihazdan bir şeylere bakıyordu. Tankın içerisine bakarak daha fazla seruma ihtiyaç olduğunu, dayanıp dayanmayacağından emin olmadığını söylemişti. Tankın içerisinde bir hareketlilik olmuştu o esnada. Sanki... insan olmayan ancak canlı bir şey hareket etmişti. Livei soğuk bir ürpertinin sırtından kayıp gittiğini hissetti.

Askerlerden birisi Elion'a ismiyle hitap ederek komutanın proje raporunu beklediği konusunda onu uyarmıştı. Elion ise bir haftaya daha ihtiyacı olduğunu belirtmişti. Heyecanlı veya gergin gibiydi. O esnada başını kaldırıp onların olduğu yere bakmıştı. Geçmişin içindeydi ancak onları görebiliyordu. Tam olarak gözlerinin içine bakıyordu. Burada olmamaları gerektiğini, gitmeleri gerektiğini söylemişti. Sesi titrek ve cılızdı. Yeniden karanlığa düştüler. Harap olmuş Gedhilfe'yi tekrar gördüler. Sanki Hiperyus onlara bu görüntüleri tekrar tekrar hatırlatarak amaçlarını sorgulatıyordu. Livei o anda idrak etmişti. Elion, Max ve Thomas gibi bu projenin içerisinde yer almış bir Dünyalı olabilirdi. Max'i öldürmeyi denedikleri gibi Elion'un ölmesini istiyorlardı. Belki de bu Elion gibi güçlü bir adamlarını geri almak içindi. Elion'a olan güvenlerini bilerek sarsıyordu. Ondan şüphe duymalarını istiyordu.

Etraf aydınlanırken oturduğu masanın farkına vardı. Doğru ya, herkesle birlikte plan yapıyorlardı. Sanki zaman durmuştu ve hiç akmamıştı onlar için. Başını reflekse Elion'a çevirdiğinde gergin bir şekilde yerinde oturduğunu gördü. Bok'un iyi olup olmadıklarını sorması üzerine şaka yollu takıldı ona. "Ben senin kahvehane arkadaşın mıyım lan? O nasıl hitap?" Bakışları yeniden Elion'a yönelmişti. Elion yutkunuyordu. Dudakları titriyordu. Sanki bir şey söylemek istiyordu ancak kelimeler dudaklarından çıkmıyordu. Görüntülerin anıları zihninden geçip giderken ona sormak istediği pek çok şey Livei'nin de dudaklarından dökülmemişti. O esnada Elion titrek ve nefes nefese bir heyecanla konuşmaya başlamıştı. Kendini iyi hissetmediğini, bu konuları çok düşündüğünü, planı konuşmaları gerektiğini söylemişti. Büyük bir şeyden kaçıyor, korkuyor gibiydi. Telaşla konuyu değiştirmeye çabalıyor, pek de başarılı olamıyordu. Max de kendini iyi hissetmiyorsa dinlenebileceğini teklif etmişti. Elion her şeyi kafaya taktığını söyleyerek öksürüğe boğulmuştu. Bok konuya geri dönerek planın ayrıntılarından konuşmaya geri dönmüştü. Livei ise buna odaklanamayacak kadar Elion'a takmıştı kafayı. Max kılık değiştireceklerini, sinyal bozucuları kullanarak güvenlik protokollerini öğrenmeleri gerektiğini söylerken Elion'dan yine garip bir ses çıkmıştı. Panik atak mı geçiriyordu bu adam yoksa? Onca zamandır sakladığı sırrı Hiperyus tarafından ifşa edilmişti ve bu durum canını sıkıyor olmalıydı. Bok onun iyi olmadığını fark edince toplantıya ara vermeyi teklif etmişti. Akşam yola çıkacaklarını, birkaç saat kafa dinlemeleri gerektiğini söylemişti. Elion yeni doğmuş bir ceylan gibi sarsılarak masadan kalkmıştı. Faell ona dönerek ne yapmaları gerektiğini sorgularken Garo su içmesi gerektiğini öne sürmüştü. "Onun su içmekten daha etkili bir şeylere ihtiyacı var." dedi hafif sarkastik bir ses tonuyla.

Tam o esnada Mabi daha fazla kendini tutamayarak öfkeyle masadan kalkmış ve Elion'a bağırmıştı. Dost olduklarını sandığını, onlara neden gerçekleri anlatmadığını, Max'i ve Thomas'ı yargılamadıkları gibi onu da kabul edebileceklerini öne sürmüştü. Haklıydı da. Hem de o kadar haklıydı ki. O kötü polisi oynarken Livei de iyi polisi oynamak istedi. Elion'un yanına yaklaşarak koluna girdi ve onu sırtından destekledi. Sırtına pat pat vurarak anlayışlı bir yaklaşım sergileyeceğini beden diliyle ifade etti öncesinde. "Mabi haklı. Bize dürüst olmalısın." Daha ciddi bir ses tonuyla sorgulamaya başladı. "Doğruyu söyle, seni tehdit mi ediyorlar? Şu Hiperyus denen adam ya da Bay Zengin. Geçmişte Dünyalılara deneylerinde yardım etmiş veya laboratuvarlarında çalışmış olabilirsin ama pişmanlık duyup bizden taraf olduğun müddetçe seni bununla yargılamayız. Mabi de söyledi, Max'i ve Thomas'ı nasıl kabul ettiysek öyle müttefik belleriz seni de. Eğer tehdit ediliyorsan seni koruyabiliriz. Bizimle sırt sırta mücadele eden bir müttefikimi asla o Dünyalı lağım farelerine yem etmem."
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#44
Mabi, öfkenin doruğunda haykırdıktan sonra, kollarını kas gücüyle sıkarak Elion’un boynuna kilit vuruyor. Elion daha ne olduğunu anlamadan, Mabi’nin o koca yumruğu suratının ortasına patlıyor. Yumruğun darbesiyle Elion’un dudakları parçalanıyor; kan, ağzından ve burnundan ince bir çizgi halinde akmaya başlıyor. Ortam, bir anlık şokla sessizliğe gömülüyor. Korkunç bir öfke seli, Mabi’nin bütün kaslarından taşarken, Elion acıyla sendeleyip uğultulu bir nefes veriyor. Livei, Mabi’yi yatıştırmaya çalışmak ister gibi davranıyor ama bakışları da Elion’un bu denli kan içinde kalışından irkilmiş. Mabi, yüzü kızarmış halde dişlerini sıkarak Elion’u sıkıştırmaya devam ediyor. Etrafındakiler –kimisi az önce çıkmış ama bağrışmayı duyan bir-iki kişi geri dönmüş durumda– henüz ne yapacaklarını kestiremiyorlar. Faell kapı eşiğinden ürkekçe bakıyor, Garo’yla Friks endişeyle olayı izliyor; Max ise kolunu ileri uzatıp bir şey diyecek gibi görünüyor, ancak Mabi’nin delici bakışından çekindiğinden duraksıyor. Elion, nefesi kesilecek gibi titriyor; kanlar, çenesinin ucundan damlıyor. Gözleri bir Livei’ye, bir Mabi’ye kayıyor. O koca yumruğun darbesi kafasını sersemletmiş, teni soluk. Ama ansızın, Mabi’nin sımsıkı tuttuğu boğazından kopuk kopuk nefesler alarak, uzun bir konuşma fısıldar gibi dökülmeye başlıyor. Sesi ilk başta cılız, fakat sonra gittikçe şiddetleniyor, sanki bir baraj kapağı kırılmış gibi.

"Neden… Neden gerçekleri saklıyorum, öyle mi? Çünkü bunu ben de… ben de tam hatırlamıyorum! Beni hangi… hangimiz saklamak istiyor, hangi… hangimiz açığa vurmak istiyor, bilmiyorum. Bir biz var içimde, Mabi… Livei… Beni… bir kişi sanıyorsunuz ama… ben öyle değilim! Kendi kafamın içinde başka… başka benler var." Bu cümleyi duyunca, Mabi’nin yüzü irkiliyor. Elleri hala Elion’un boynunda, ama afallıyor. Elion, gözleri büyümüş, gitgide delici bir bakışla konuşmayı sürdürüyor. "Ben… Elion olarak tanıdığınız bu halim, her zaman… her zaman bu değildi. Dünyada farklıydım ben… kendimize dair anıları böldük… Bu beyin… bir sürü farklı insanın anılarını taşıyor… Ve her seferinde başka bir kimlik buluyor. Babası kimdi, anası kimdi… bilmiyorum. Artık öz benliğim bile burada mı değil mi anlamıyorum. Ben… kendimi kim sanıyordum, biliyor musunuz? Bir ara Drance diye biri… Yoksul bir Dünya mahllesinde büyümüşüm gibi hikayeler var kafamda… Hatırladıkça… paramparça oluyorum. O kadar çok anı var ki kafamda. Hangisi gerçek, hangisi yalan, ben dahi bilmiyorum."

Ağzından kan damlarken tekrar titriyor. Bakışları, Mabi’nin elinin gevşemesine neden olacak kadar çaresiz. Livei, dehşetle Elion’un bu anlattıklarını dinlerken kalbinin sıkıştığını hissediyor. Elion, sesini biraz daha yükseltiyor; acı bir gülümsemeyle ama gözlerinde yaş parıltısı var. "Bir an var ki, laboratuvarlardaki bir… bir yönetici gibiydim. Sonra, başka bir hafızada… masum bir araştırmacı sanıyordum kendimi. Derken yine… bir katil, bir asker… Sanki bir bedende… birçok kişi barınıyor! Hangisi ben bilmiyorum! Tablolar değişiyor, sesler beynimde çınlıyor. Şu an… size yalan söylediğimi düşünüyorsanız… Evet, her daim yalan söyledim. Çünkü her uyandığımda başka bir masal anlatmaya mecburdum. Bir benliğim var ki, sizden nefret ediyor. Bir diğeri… sizi seviyor. Bir başkası… sizle savaşmak istiyor; diğeri kurtarmanızı bekliyor. Farkında mısınız…? Kendimi bile tanımıyorum! O Hiperyus her kimse… belki bunları bana o yapmıştır!"

Elion’un bu sözleriyle odadaki herkes tam bir şok içinde donakalıyor. Elion'un sakin, alaycı yapısını hepiniz biliyorsunuz ve bu Elion'un o olmadığı kesin. Max ve Bok çoktan kapıya dönüp yardım çağıracak gibi bakıyor, Faell ve Friks ise şaşkınlıkla birbirlerine bakıyorlar. Garo bile kaşlarını çatmış, durumu kavramaya çalışıyor. Mabi’nin yumruğu gevşiyor, Elion hafifçe sıyrılıyor ama yine de dizlerinin üzerinde çöküyor. Solgun yüzünde kan lekeleri, boynunda Mabi’nin parmak izleri belirgin. "Hepinizden… özür dilerim. Birden fazla Elion var. Tam olarak kim olduğumu ben de bilmiyorum. Ve hangimiz sizin dostunuz, hangimiz düşmanınız, bunu… inanın, garanti edemem. Korkunç bir deneyin sonucu olduğunu tahmin ediyorum. Birilerinin umudu muyum, her şeyi yıkmaya gelmiş bir... hiçbir fikrim yok. Bazen geceleri rüyamda… sizi öldürüyorum. Bazen de… sizi kurtarmak için çırpınıyorum." Nefesi sarsılıyor, sesi giderek kısılıyor. Tam o anda, odadaki diğer kişiler telaşla içeri doluşuyor. Bazıları zaten kapıdaydı ama Mabi’nin öfkeli sesini, Elion’un çarpıcı itiraflarını duyanlar da geri dönüyor. Herkes, kanlar içinde kalan Elion’u, onu sarsıcı bir şekilde kenetlemiş Mabi’yi ve biraz geride duran Livei’yi görüyor. Odanın havası ağırlaşmış, sanki kimse nefes almıyor. Ortamda birkaç saniyelik ölüm sessizliği yaşanıyor. Elion, kanla ıslanmış dudaklarıyla güçlükle yutkunuyor.

"Şimdi… öğrenmiş oldunuz. İsterseniz… beni terk edin. Ya da öldürün. Belki durmak bilmeden size ihanet edebilecek bir… gölgeyim. Siz… benim hangi parçamı kurtarmak istersiniz ki?" Kimse ne diyeceğini bilemiyor. Mabi’nin yüzündeki öfke yerini bir şaşkınlığa, bir dehşete bırakıyor; Livei, gözlerinde bu beklenmedik itirafın büyüklüğüyle afallamış halde Elion’un omzunda tuttuğu elini çekip çekmemek arasında kalıyor. Max, dudakları sımsıkı kapanmış, bir adım öne çıkamıyor. Bok bile gözbebeklerinde müthiş bir şaşkınlıkla, ne yapacağını bilemeden bakıyor. Tam bu anda, koridordan gelen ayak sesleri beliriyor. Hızlı ve sert adımlar… Kapı gıcırdayarak açılıyor. Üstünden sigara dumanı tüten biri, içeri adım atıyor, Shisha. Sigarasını masadaki küllüğe bastırarak söndürüyor; odanın orta yerinde kanlı, nefes nefese bir sahneyle karşılaşınca gözleri kocaman oluyor. "N’oluyor lan burada?!"

Ve bu sert, tiz sorusu, odaya yayılan ağır sessizliği bıçak gibi kesiyor…

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#45
Elion, neden gerçekleri sakladığını anlatmaya başladığında, böylesine bir hikaye beklemiyordum. Tam olarak hatırlamadığını, içinde "biz" var olduğunu söylüyordu. Hangisi açığa vurmak istiyor, hangisi saklamak istiyor kendisi bile bilmiyordu çünkü kendini bile tanımayacak durumdaydı. Kafasının içinde başka benler olduğunu söylüyordu. Bu tanıdığımız Elion, her zaman olan Elion değilmiş. Dünyada farklı olduğunu ve kendine dair anıları böldüğünü, daha doğrusu kendilerine ait anıları böldüklerini söylüyordu. Bir sürü farklı insanın anılarını taşıyordu zihninin içerisinde, her seferinde başka bir kimlik buluyordu. Böyle bir karmaşa içerisinde nasıl yaşıyor olabilirdi? Oldukça zor ve mücadele içinde bir yaşam olmalıydı. Öz benliğinin bile burada olup olmadığını bilmiyordu artık. Kendini bir ara Drance diye birisi sanıyormuş, yoksul bir Dünya mahallesinde büyüdüğüne dair anılar varmış kafasında. O kadar çok anıyı zihninin derinliklerinde taşıyormuş ki, hangisi gerçek, hangisi yalan ayırt bile edemiyormuş. Ellerim dinlediğim hikayeyle birlikte yavaş yavaş gevşerken, sessizliğimi korumaya devam ettim. Hikaye beni derinden sarsacak kadar güçlü bir hikayeydi.

Bir an için laboratuvarlardaki bir yönetici olduğunu, başka bir hafızada ise masum bir araştırmacı sanıyordu kendini. Sonrasında bir katil oluyordu, bir asker, bir beden içerisinde birden çok varlık. Hangisinin gerçekten kendisi olduğunu bilmiyordu, bize yalan söylemesinin sebebi de bu oluyordu. Her uyandığında başka bir masal anlatmak zorundaydı, çünkü hepsi değişiyordu. Bir benliğini bizden nefret ediyor, bir benliği ise bizi seviyor, diğeri bizimle savaşmak istiyor, diğer ise onu kurtarmamızı bekliyordu. Peki, gerçekten Elion olan benliği, hangisini istiyordu acaba? Hangi benliği gerçekten ona aitti? Bizi seven Elion mu, yoksa savaşmak isteyen mi? Belki de kurtarılmak isteyendir. Hangisi bilmiyorum ama dostu olarak, bunu bulmasına yardımcı olacağım. Ellerim iyice gevşekleşti, aldığım boyun kilidini bıraktım ve dizlerinin üstüne çöküşünü usulca seyrettim. Bu konuyu ağzına yumruk yiyerek açmasını istemezdim ama, onu konuşturmanın en iyi yolu bu oldu.

Hepimizden özür dileyerek, kendisinin kim olduğunu bile bilmediğini söylüyordu. Hangi Elion'un ne yapacağı konusunda bir garanti veremiyordu haklı olarak. Sonuçta, kendisi de bilmiyordu hangisinin ortaya çıkacağını ve ne yapmak isteyeceğini. Bazen geceleri bizi rüyasında öldürdüğünü söylüyordu, bazen de bizi kurtarmak için çırpınıyordu. Kısa bir sessizliğin ardından, istersek onu öldürebileceğimizi, terk edebileceğimizi söylüyordu ama bunu yapmak kesinlikle niyetlerim arasında değildi. Öfkem, bizden bir şeyler saklıyor olmasıydı, bunları bizden saklamamalıydı. En başından beri bilseydik, belki ona yardımcı olmak için her şeyimizi ortaya koyabilirdik, ama tabi bunu anlatmak istememiş olabilirdi diğer Elion'lardan herhangi biri. Ancak kendisinin kim olduğunu, hangi benliğin gerçekten ona ait olduğunu öğrenmek isterdim ve eminim Elion'da bunu bilmek isterdi. İsterse bizden nefret eden, bizimle savaşmak isteyen ve her gece rüyasında bizi öldüren kişi olsun, böyle bir yaşamı hak etmiyordu. Ona bir kere dost demiştim ve onun için her şeyi göğüslemeye hazırdım. Shisha'nın içeri gelişinin ardından sesi kulağıma gelmişti ama ona bakmak yerine derin bir nefes aldım gözlerimi kapayıp. Elimi Elion'un saçlarına koydum usulca.

"Terk etmek veya öldürmek mi? Sana dostum olacak mısın diye sormadım mı? Şimdi seni neden terk edeyim veya öldüreyim? Burada herhangi biri, neden sana bunu yapmak istesin?" Dostane bir şekilde kafasına bir iki kez vurdum oldukça yumuşak bir şekilde. "Senin gerçek kimliğini elde etmek için bir yolumuz varsa, bunun için sonuna kadar çarpışmaya hazırım. Bu yüzden, gölgeyim mölgeyim gibi konuşma. Hepimiz yan yana durmuş ve birbirine sıkı sıkıya bağlı dostlarız, sen de bunun bir parçası oldun çoktan. İşte şimdi seninle omuz omuza çarpışmaya, senin için sonuna kadar mücadele etmeye hazırım." Dedim. Her şeyi dürüstçe açmış olması, gerçek dostluğun eseridir. Attığım bu yumruğa ve tepkiye rağmen çekip gidebilirdi, ancak bunu yapmak yerine her şeyi söylemeyi tercih etti. Onu nasıl terk edebilir veya öldürebilirim ki? Dostlar arasında tabii ki müsamaha gösterilir, onu gerçekten kazanana kadar bu hoşgörüyü göstereceğim. Eminim, diğerleri de bunu kabul edecektir, acıdıkları için değil, dost olarak gördükleri için.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#46
Mabi'nin yumruğunun etkisiyle Elion geriye doğru sendelemişti. Burnundan ve dudaklarından kan süzülüyordu. Odaya bir anda sessizlik çökmüştü. Kimsenin çıt çıkaracak cesareti yoktu. Ne yapacaklarını bilmez halde bakıştıklarını görebiliyordu Livei. Elion bir süre nefesini toparlamaya çalıştıktan sonra ağzını açmış ve tüm düşüncelerini büyük bir şeffaflıkla anlatmıştı. Tam olarak kim olduğunu bilmediğini, birden fazla benliğe, onların kişiliklerine ve anılarına sahip olduğunu söylemişti. Öyle ki Elion artık gerçekte hangisi olduğundan bile emin değildi. Zihnindeki yüzlerce anıdan hangisi olduğunu bilmiyordu. Livei bunları duyduğunda gözleri dehşetle kocaman açıldı. Elion'un ağzından çıkan her bir kelime korkunç bir keder taşıyordu. Belki de hiçbir Dünyalının ya da deneylere maruz kalmış Ingeniumlunun yaşamadığı bir dehşet... Elion tamamen parçalanmış, un ufak edilmiş ve bu halde bırakılmıştı. Laboratuvar çalışanı, asker, araştırmacı, katil... Onları seven bir benliği vardı, onlardan nefret eden bir benliği vardı, onlara yardım etmek isteyeni de vardı. Elion bunca zamandır hem yalan söylüyor hem de yalan söylemiyordu. Bunları ona yapan kişinin Hiperyus olabileceğini söylediğinde Livei duraksadı. Bu yüzden mi onu öldürmelerini istiyordu? Elion'un kendisinin bile haberinin olmadığı sırları sakladığı için mi?

Elion da tam olarak bunları dile getirerek özür dilemişti samimi bir şekilde. Yaşadığı zorluk ve çektiği acı tüm bedenine ve ses tonuna yansıyordu. Dürüst olduğu belliydi. Hatta Elion'u ilk defa bu kadar dürüst görüyordu. Ona ayağıon gibi saçma lakaplarla sataştığı için kendisini kötü hissetti Livei. Elion bunca zamandır kendi başına, kimse bilmeden karanlıklarda içindeki şeytanlarla savaş veriyordu. O ise vermekte olduğu tek fiziksel savaş için sızlanıp duruyordu. Bu kadar mızmız olduğu için öfkelendi kendisine. Elion artık gerçekleri öğrendiklerine göre isterlerse onu öldürebileceklerini ya da bırakabileceklerini söylemişti. Elbette bunu yapmayacaklardı. Bakışlarını aynı fikirde mi diye anlamak için Mabi'ye çevirdiğinde onun da zihninden aynı düşüncenin geçtiğini fark etti. O esnada kapı gıcırdayarak sonuna kadar açılmıştı. Kapının açılmasıyla birlikte de leş gibi bir sigara kokusu odayı doldurmuştu. Shisha, gördüğü manzara karşısında şaşkına dönerek neler olup bittiğini soruyordu. Tüm bunları ona nasıl açıklayacaklardı ki?

Mabi, Shisha'nın sorusu karşısında onu tamamen görmezden gelerek Elion'a dönmüş ve onu terk etmeyeceklerini, dost olacaklarını açıklamıştı. Livei başını sallayarak onu onayladıktan sonra Elion'un yüzünden akan kanları temizlemesi için masanın üzerindeki peçeteden bir parça aldı. Burnu kırılmış mıydı acaba? Peçeteyi ona uzatırken Mabi'nin sözlerine destek çıktı. "Belki de tek bir kişi değilsindir. Belki de seni birkaç farklı kişiden meydana getirmişlerdir. Böyle şeyler yapacak kadar adiler çünkü." Derin bir iç çekişten sonra devam etti. "Madem o kadar kişilik arasından hangisi olduğunu seçemiyorsun, senin için bir kişilikte karar kılalım ve sadece o ol, ne dersin? Bundan sonra sen bizim müttefikimiz, Ingeniumlu Elion'sun. Birlikte Dünyalılara hadlerini bildireceğiz ve Ingenium'a huzur getireceğiz. Bunun dışındakilerin hepsi sahte, onlar değilsin sen. Bunu başarabileceğine inanıyorum. Sana ne olduğunu öğreneceğiz ve seni düzelteceğiz. O zamana kadar kendini kontrol edebileceğine güveniyorum."
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#47
Elion dudaklarını siliyor, kanı dirseğinin tersine bulaştırmadan bir el hareketiyle uzaklaştırmaya çalışıyor; gözlerinde hem çekingen hem de minnettar bir pırıltı var. Omuzları titrerken başını hafifçe kaldırıyor, hepinize tek tek bakıyor ve bitkin gülümsemesiyle fısıldıyor. "Teşekkür ederim… Hiçbirinizin, hiçbir parçama bu kadar sabır göstereceğini sanmıyordum." Max başını sallıyor, ardından Shisha’nın kül tablasına bastırıp söndürdüğü izmaritten yükselen dumanı eliyle dağıtmaya çalışıyor. Bok kısa bir nefes alıp gerilimi yumuşatmak ister gibi gülüyor. Shisha ise "Millet ben yokken birbirini dövüyor ya. Sonra Shisha niye sigaraya yeniden başladı." diyor ve gülüyor. Odanın havası, iki dakika önceki patlayıcı gerginlikten uzaklaşıp, yorgun bir kabullenişe dönüyor. Mabi’nin sert çizgileri yumuşuyor, Livei Elion’un koluna destek olmaya hazır bekliyor; Faell ve Friks hala şaşkın bakışlarla birbirlerine sorular fısıldasa da ikisi de Elion’a karşı gardlarını indiriyor. Garo, mahcup bir tebessümle "İyi misin mürekkepli dostum?" diyerek Elion'u yokluyor, Shisha ise iç geçirmeye devam ediyor, sırtındaki ağır yeleği düzelterek "Ben gidip ıslak mendil falan alayım, sonra yine kavga çıkacak, kim temizleyecek ortalığı?" diye homurdanıyor.

Hava kararmaya yüz tutarken Ribo’nun arka odaları küçük bir karargaha dönmüş durumda. Duvarlara askı kancaları çakılmış, çeşitli kılık kıyafet setleri, şapkalar, maske ve bandajlar sırayla asılı; masanın üstünde Max’in getirdiği sinyal‑bozucu yüzükler parlıyor. Shisha biraz kenarda, silah kasalarını kontrol ederken Mabi’ye yanaşıyor, boğuk bir sesle konuşuyor. "Kardeşim, bu sefer gelemiyorum maalesef. Burada tonla iş var, kabileler hala birbirinden haber bekliyor, Prui lojistiği aksadı, Jitmiilerin de yola erzak lazım. Sadece sizi görmek, moraller nasıl diye bakmak istedim… Kendine dikkat et." Elini Mabi’nin omzuna vuruyor, küçük bir ıslıkla dükkandan dışarı kayboluyor. Öte yanda Livei, Friks’le birlikte kumaşları, perukları ve takma kimlik belgelerini ayıklıyor. Friks bir gözlüğü burnuna koyup alaycı bakış atıyor. "Profesör kılığı bana fazla ciddi kaçacak ama işe yarar herhalde, ne bileyim amına koyayım." Livei ile birlikte boğuk kahkahalarla gerginliği dağıtıyorlar.

Bir süre sonra Bok ortadaki halı kaplı alanı temizleyip herkesin toplanmasını istiyor. Elion yarım sandalye ötede, yüzüğünü takmış, hala dalgın ama toparlanmış görünüyor; Garo kılık olarak kalın bir tüccar paltosu giyiyor, göğsüne şişkin bir yastık tıkıştırıp bira göbeği yapmış. Faell, Aisi bürokrat elbisesiyle uzun saçlarını topuz etmiş. Max hepinizi son kez süzüp koordine ediyor. Bok herkesi bir araya topluyor ve konuşmaya başlıyor. "Plan, üç aşamalı. Bir. Yofær’e ışınlanıyoruz; şehrin kuzeyindeki ara sokaklardan birinde belireceğiz. Kılıklarımız hazır. Garo, Friks ve ben Gedhilfe’ye ulaştırma malı getiren tüccar konvoyu kisvesindeyiz. Sinyal‑bozucu yüzüklerimizi hemen takıyoruz. Livei, Gedhilfe doğum belgesiyle tıbbi lojistik sorumlusu; elindeki evraklarda Rekonstrüksiyon Bakanlığı mührü var. Mabi, bizlerin özel koruması, omzundaki sahte askeri armayla sorguda "şehir dışı sözleşmeli güvenlik" diye geçecek. Faell, İrlanda'dan gelen diplomatik ataşe, reaktör parça tedariğini denetlediğini öne sürecek. Elion, evrağa göre eski Dünya şirketi Novacore Medical’ın gezici danışmanı, kimlik taraması görürse protokol 47 kodunu veriyor; bu, Direniş’in eline geçmiş bir üst seviye kimlik. Bununla kimse senin nereden geldiğini sorgulamaz." O sırada Max devreye giriyor. "Bu arada verdiğim yüzükler sinyal kesmekle kalmıyor, konuşurken karşınızdakilere onların dilinde konuşuyorsunuz gibi gösteriyor."

Bok planı anlatmaya devam ediyor. "İki. Ana sokağa çıkıyoruz, buradan enstitüye kadar ‘mal teslim’ koridoru var. Yakalanmadan içeri sızmak için ‘Yıldız tozu’ güvenli şifremiz, tehlike şifre‑cümlemiz ise…" bakışını Mabi’ye kaydırıyor; Mabi buruk ama gururlu gülümsemeyle başını sallıyor. "…Kapkara götler çük eller, gerçek erkeklere şeker gibidir armut memeler. Biri bunu dedi mi, herkes derhal ayrı çıkış rotasına yöneliyor, saatleri 300 metre ileriye yan sokağa ayarlayın. Üç. Enstitüde iki hedef. Bir, Jitmiili esiri kurtarıyoruz; iki, USB belleği Dünya sistemine okutuyoruz. Max koordinat aktarımı için arka planda bekleyecek. Ben hack bağlantısını bulduğumda sinyal vereceğim. Giriş katında kalmayın; asıl laboratuvar ikinci bodrum katında. Beni izleyin, tarayıcıyı susturunca içeri gireceğiz. Çıkışta kuzey parkına ışınlanacağız, oradan da İkinci Kıta'ya." Max cebinden minik bir datatap çıkarıp Bok’a veriyor. "Harita ve geçiş kodları burada." diyor. Elion sesini kısık tutarak "Herkes radyasyon etiketlerini takmayı unutmasın." diye ekliyor; ne kadar parçalanmış olsa da içindeki araştırmacı hala orada.




Kılık kıyafetler giyildikten, yüzükler takıldıktan sonra saatler tek tek ayarlanıyor. Ribo, arka kapıda sizi uğurlarken "Şarabın borcunu unutmadan dönersiniz!" diye takılıyor. İnce bir ışık halesi herkesi çepeçevre kuşatıyor, Shisha kapı eşiklerinden bakıp iki parmak selam çakıyor. Sonra ufak bir vakum boşalması hissi, bir tıkırtı… ve herkes aynı anda kayboluyor.

Göz açıp kapayıncaya kadar soğuk beton duvarlarla çevrili ufak bir ara sokakta beliriyorsunuz. Hava ağır bir egzoz kokusuyla dolu; üstünüzde bulunan holografik bir pano titrek ışık yayıyor. Kırmızı‑mor neon çizgiler apartman cephelerini boydan boya kestiği için gökyüzü neredeyse görünmüyor. Sokağın girişinde Latin harflerle "CENTRAL DISTRICT - Y-7 BLOCK" yazan bir tabelanın yarısı yanıp sönüyor. Ana caddeye süzülürken çevredeki şehir dekoru dikkatinizi çekiyor. Uğultulu maglev tramvayları, havada pizza kutusu gibi süzülen kargo dronları, kaldırım kenarında holografik asistan projeksiyonları, renkli saçlı yapay rehberler alışveriş fırsatı öneriyor, yanından geçerken "Merhaba, yeni kimlik güncellemenizi yaptınız mı?" diye cıvıldıyorlar. Dükkan vitrinlerinde Dünya markaları; "Novacore – NextGen Prosthetics" tabelası, "SkyPulse AI" kioskları… Her şey Pakt dilinden arındırılmış, Latin alfabeli sloganlarla parlıyor. Arada bir sokak lambasının dibinde çul‑çaput giymiş Gedhilfeliler görünür oluyor. Bazıları küflü battaniyeye sarılı, bazıları duvara sprey boyayla "Free Gedhilfe" yazıp yıldırım işareti karalıyor. Köşede beş‑altı yaşındaki bir çocuk sepetten yırtık kral‑bayrakları satmaya çalışıyor; Dünya devriyesi köşeyi dönünce o bayrakları çabucak yerden toparlayıp ardına saklıyor.

Bu manzara, Livei’nin kalbini sanki pençe gibi sıkıyor. Bir zamanların hareketli refah caddesi artık yabancı tabelaların, yabancı reklam melodilerinin sahnesi; kendi dili bir grafiti çığlığına dönüşmüş. Sesler boğazında düğüm olup kalıyor; ama görev gereği adımlarını hızlandırıyor. Bok kolundaki saate göz atıp alçak sesle uyarıyor. "Hızlı olmalıyız. Gözetleme dronları her dört dakikada bir tarama yapıyor. Garo, Friks, mal kutularını öne çekin. Livei, evraklarını hazır tut. Elion… lütfen kendine dikkat et." Ticari konteyner kılıklı tekerlekli sandıkları iterek ana kampüs kapısına doğru ilerliyorsunuz. Uzaktan, enstitünün çelik‑cam kuleleri tungsten ışıkla parlıyor; giriş bariyerinde otomatik tüfekli iki robot muhafız omuz lambalarını döndürmekte. Yol şimdiye dek sorunsuz, ama herkes tetikte, sinyal‑bozucu yüzüklerin sıcak titreşimini bile hissedebiliyorsunuz.

Kontrol noktasına beş‑altı dakika kaldığında ekip ikiye ayrılacak. Garo, Friks, Bok, ana mal girişi turnikelerini prosedür belgeleriyle geçip yük asansörüne binecek. Livei, Faell, personel kapısında "Tıbbi Parça Denetim" kimliklerini taratacak, bodrum katına giden servis merdivenlerini bulacak. Mabi, Elion, gölge güvenlik görevlisi ve danışman rolünde, lobi içindeki QR taramalarını bertaraf edip "Prototip depo" yönlendirme ekranına E‑kimliklerini girecek. Bok son sifre hatırlatmasını yapıyor; "Kapkara götler" hala kaçış işareti, "Yıldız tozu" güvenli geçiş kodu. Ardından herkes çabuk çabuk ayrılıyor, kapının iki yanından üçerli damla gibi dağılıyor. Gölgelerin içinde dron kameraları zar zor seçili, teleskoptan bakan gözler gibi bug’lu ışık hüzmeleri gönderiyor.

Mabi, görevin ilk adımında Garo ve Bok’la kalıp yük arabalarını itebilir, girişte robotik tarayıcıya göğsündeki sahte militar‑armayla göz dağı verebilir ya da Elion’a refakat ederek lobideki güvenlik kiosklarına sızmayı tercih edebilirsin.

Livei, personel koridorundan Faell’le birlikte bodrum servis merdivenlerine inebilir, Jitmiili esirin tutulduğu koğuş kodunu arayabilir ya da lobi tarafına kıvrılıp Mabi‑Elion ikilisini gözetleyerek ana veritabanı terminalinde hack açığını sen bulabilirsin.

Şehir kalabalığı neon ışıltıyla akıyor; tehlike bir sonraki köşe başında gizleniyor. Seçimleriniz, planın seyrini belirleyecek…

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#48
Bu iş iyice garip bir hal almaya başladı. Milletin ağzına yumruğu oturtmadan kimseden bir şey öğrenemiyoruz. Ne garip bir durum, görev bitiminde geriye döndüğümüz zaman bunu konuşmak lazım. Odanın havası gerginlikten uzaklaşmıştı ve bu güzel bir şeydi. Hep böyle gergin bir havada kalacak değiliz ya. Tam o sırada Garo'nun Elion'a mürekkepli demesiyle birlikte ayı gibi bir kahkahayı basmış, sonrasında çocuk gibi işaret parmağımı Elion'a uzatmıştım. "Puhahahaha, sana mürekkepli dedi lan! Ahahahahahahahah." Bir anda dizlerimi kırıp, dilimi çıkarmış ve iyice çocuklaşmıştım, hala işaret parmağımla Elion'u gösteriyor, bir yandan da kendi etrafımda dönüyordum. "Mürekkep götlü Elion, mürekkep götlü Elion, ahtapot Elion, ahtapot Elion, ahtapot götlü mürekkep göt Elion, ahahahhahahahaha." Bundan sonra Elion'un yeni ismi, Mürekkep Göt. Ona böyle sesleneceğim, artık yeni takma adı bu.

Hava kararmaya başlarken, Shisha bu sefer gelemeyeceğini, burada tonla iş olduğunu söylüyordu. Kabileler birbirinden haber bekliyormuş, Prui lojistiği aksamış, Jitmiilere erzak lazımmış. Kendime dikkat etmemi söylediğinde sırtına tokadı patlattım dostça. "Ederim, merak etme. Aklın bizde kalmasın, buradaki işleri hallet." Dedim. Kısa bir süre sonra ise, ortada buluşmuştuk. Garo'nun tipine gülmemek için kendimi çok zor tutuyordum. Bok planın üç aşamalı olduğunu anlatmaya başlamıştı. Önce ışınlanıyorduk, ara sokaklardan birinde belirecektik. Garo, Friks ve Bok ulaştırma malı getiren tüccar rolündeydi. Livei tıbbi lojistik sorumlusu olmuştu, elindeki evraklarda Rekonstrüksiyon Bakanlığı mührü bile vardı. Bir anda terfi etmişti. Birde bana bak, siktiri boktan şehir dışı sözleşmeli güvenlik olmuştum! Bunlar kesin benim maaşımı da vermiyordur, canımı zaten garanti etmiyorlardır. Ölürsem aileme falan da bakmıyorlardır, ama Livei'ye bak, mühürle geziyor! Bu nasıl ayrımcılık anlamadım ki! Elion'un elinde bile üst seviye kimlik vardı, lan beni niye aşağılık bir bekçi yaptınız? Bende aşırı özel süper seksi kaslı muhteşem yakışıklı bir güvenlik olsaydım ya?

Planın ikinci kısmıdna ise ana sokağa çıkıyorduk, enstitüye kadar mal teslim koridoru varmış. Yakalanmadan içeriye sızmak için Yıldız tozu güvenlik şifresi olarak belirlenmişti. Tehlike şifremiz ise benim bulduğum müthiş parolaydı. Bunu duyduğumuz anda, hepimiz çıkış rotasına yöneliyorduk. Üçüncü kısım ise Jitmiili esiri kurtarmak ve USB belleği sisteme okutmaktı. Giriş katında kalmamamız gerekiyordu, asıl laboratuvar ikinci bodrum katındaydı. Elion, yani Mürekkep Göt'ün uyarısından sonra, hepimiz kılık kıyafetlerimizi giymiş ve yüzüklerimizi takmıştık. Anlık birkaç saniye içerisinde kendimizi beton duvarlarla çevrili ara sokakta bulmuştuk. Hava egzoz kokusuyla doluydu, gökyüzü neredeyse görünmüyordu bile. Ne hale çevirmişlerdi güzelim ülkemizi. Öyle iğrenç bir yere dönmüştü ki burası, havada uçan kargo dronları, uğultulu tramvaylar, her bir kareye baktıkça daha da sinirlerim bozuluyordu. Yapay rehberlerin suratına yumruğu patlatmamak için zor duruyordum, ama görevi tamamlayabilmek için öfkemi bir kenara bırakmak zorundaydım. Pakt dili ortalıktan kaldırılmıştı, her şey bu Dünyalıların diline çevrilmişti. İbneler.

Bok hızlı olmamız gerektiğini söylediğinde gözlerimi ona doğru çevirdim ve kafamla onayladım ağzından çıkan cümleleri. Kontrol noktasına az bir süre kaldığında ikiye ayrılacaktık. Ben ve Elion lobi içinde yönlendirme ekranına e-kimliklerimizi girecektik. Görevin ilk adımında, Elion'a refakat etmeyi tercih etmiştim. Onunla birlikte gidecek ve güvenlik kiosklarına sızmayı deneyecektim. Bakalım, bu görev kaderimizdeki hangi ipliği çekecek...
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#49
Elion ile yaşanan mesele beklenmedik ancak hızlı bir şekilde çözülmüştü. Shisha da yaşadığı şoku sigaraya geri başlamasının bahanesi olarak sunmuştu. Livei ağrıyan başına masaj yapar gibi alnını tuttuktan sonra Mabi'nin, "mürekkepli" yorumuna attığı kahkahaya katılmıştı bir süre. Böylece odadaki gergin hava dağılmış, her şey eskiye dönmüştü. En azından şimdilik. Livei, Friks ile birlikte kılık değiştirecekleri kıyafetleri ayıklamaya başlamıştı. Takma peruklar, sahte kimlik belgeleri, kıyafetler ve daha bir sürü şeyin ayarlanması gerekiyordu. Herkese oynayabilecekler uygun roller de verilmeliydi. Friks gözlüklerden birisini takarak profesör kılığına girmişti. Onu profesör olarak düşünmek bile Livei'nin karnı acıyarak gülmek istemesine sebep oluyordu.

Herkes rollerine dağıtıldıktan sonra Bok'un emri ile toplandılar. Elion biraz daha toparlanmış gibi görünüyordu. Garo tüccar kılığına girmiş, kendine yastıktan bir bira göbeği bile yapmıştı. Herkes toplandıktan sonra Bok planın üzerinden son bir kez daha geçmişti. Üç aşamada ilerleyecekti planları. Livei, tıbbi lojistik sorumlusu kılığına girecekti. Elinde mühürlü evrakları bile vardı. Mabi ise özel koruma gibi davranacaktı. Faell İrlandalı bir diplomat, Elion ise eski Dünya şirketlerinden birinin gezici danışmanı olacaktı. Max parmaklarındaki yüzüklerin sadece sinyal kesmediğini, aynı zamanda karşı taraflarındaki insanlarla onların dilinde konuşuyorlarmış gibi gösterebileceğini de belirtmişti. Dünyalıların elinde her derde deva cihazlar vardı resmen. Planın ikinci aşamasında enstitüye kadar mal teslim koridorundan yakalanmadan geçmeleri gerekiyordu. Güvenli şifreleri yıldız tozu olacaktı. Tehlike şifresi ise... Livei o cümlenin Bok'un ağzından döküldüğünü duyunca istemsizce kıkırdadı. Tehlike anında gülmeden bu şifreyi söylemesi çok zor olacaktı. Ciddi ciddi bu fikri kabul ettiklerine inanamıyordu. En azından eğlenecekleri bir şey olmuştu. Planın üçüncü aşamasında enstitüye sızdıktan sonra Jitmiili esiri kurtaracaklardı ve Max'in USB cihazını Dünyalı bilgisayarlardan birisine okutacaklardı.

Böylece hazırlıklar da tamamlanınca yuvası bildiği ülkeye, Gedhilfe'ye geri dönmüştü. Ne yazık ki Gedhilfe'den geriye aklındaki ve kalbindeki isminden başka hiçbir şey kalmamıştı. Yalnızca 3 ayda Dünyalıların yuvalarını nasıl bu kadar asimile ettiklerine inanmak mümkün değildi. Gözleri ile görmese abarttıklarını düşünürdü. Her yerde bilim kurgu filmlerinden fırlamışçasına neon tabelalar ve ışıklar, her sokağın ve binanın Dünyalı dilindeki isimleri, etrafta gezinen Dünyalı icadı cihazlar... Mimarileri bile yok edilmişti. Fütüristik bir film setinde geziniyor gibi hissetmişti kendisini. Gedhilfe'den de Pakt dilinden de geriye bir şey bırakılmamıştı. Yurdunun esas sahipleri ikinci hatta üçüncü sınıf insan muamelesi görerek küflü battaniyelerde yaşam mücadelesi veriyorlardı. İçlerinden hala bazıları direniyor ve Gedhilfe için özgürlük sloganları çiziyorlardı duvarlara. Küçücük bir çocuk sepetindeki yırtık bayrakları satmaya çalışıyordu. Livei yutkunarak bu sahneyi izlemenin zorluğuna göğüs germeye çalıştı. Ancak bu sahneyi görmek ona direnmek için bir umut da vermişti. İkinci Kıta'nın aynı kaderi paylaşmamasını sağlayarak kendi kıtalarını da kurtarmak için savaşacaktı. Eski düzenine getirmeleri çok sürmezdi bu ülkeyi. Onlar gittikten sonrası kolaydı. Bok'un sesi ile irkildi. Evrakları hazır tutmasını söylemişti. Eline aldığı evrakları sıkıca tuttu.

Kontrol noktasına beş-altı dakika kaldığında Faell ile birlikte tıbbi denetim personel kapısından ilerleyerek kimliklerini taratacaklardı. Sonrasında da Faell ile birlikte bodrum servis merdivenlerine inerek laboratuvarı bulacaktı.
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#50
Neon rüzgarı teninizde geziniyor; yukarıda zangırdayan hava-tramvayı gürültülü bir titreşim bırakıp geçiyor. Tekerlekli kargo sandığı ilerledikçe çelik kaldırımın akıllı fayansları ayaklarınızın ağırlığını tartıyor, yüzüğünüzün yaydığı mini parazit titremesini parmak boğumlarınızda hissediyorsunuz. Kafalarınızı kaldırdığınızda enstitü kompleksinin aynalı cepheleri artık birkaç blok ötede değil, parmak ucuna kadar gelmiş gibi. Işık huzmeleri gökyüzünü tarıyor, tabelalar "AUTHORIZED PERSONNEL ONLY" diye kısık bas tonunda uyarı fısıldıyor. Bu noktadan sonra herkes, prova ettiğiniz rollere gömülerek iki kanada ayrılıyor.

Mabi: Garo güya mallarla dolu ağır sandığı öne itiyor, tekerlekler titreşimli zeminde metalik çizikler bırakıyor. Bok, boru biçimli sokaktan lobinin dev cam kapılarına çıkışta yük kabul kioskunu işaret ediyor. Üzeri çizik ekran kurşun rengiyle titrerken, sağında solunda siyah beyaz tarama kameraları tıkır tıkır dönüyor. İlk adım gayet kolay görünüyor, Garo kibirli bir tüccar kahkahası atarak barkod rozetini okutup geçiyor, Bok arkasından sahte fatura dosyasını okutuyor, sistem "Tedarik Kaydı Açıldı" diye mavi ışıkla yanıyor. Sorun tam burada başlıyor. Barkod tarayıcı seni "Kas dokusu güçlendirilmiş güvenlik görevlisi" olarak tanıyor, üstteki satır yeşil görünüyor ama yan sütun pembe uyarı yanıp sönüyor. "EK SAĞLIK TARAMASI GEREKLİ – VÜCUT İÇİ ÇİP YOK / BİYOMETRİK BOŞLUK." Yani sistem, Dünya vatandaşı olmadığın için deri altı kimlik çipi bulamıyor.

Metal tırtıllı zeminin üst rayından iki küçük devriye drone’u geliyor. Teneke misket büyüklüğünde gözleri mavi nokta gibi yanıyor, yan panellerinde kibrit kutusu kadar lazer diyotlar var. Drone’lardan biri yüz taraması için tam çenene iki karış mesafede havada asılıyor. Diğeri Elion’a dönüyor, danışman tabletini daha yakından görmek istiyor. Elion terliyor, sözde Novacore danışmanı kimliğini cilalayıp drone’a okutuyor. Drone ekrandaki verileri tararken Elion çakallıkla sayfa sayfa teknik protokol açıyor, sistemin dikkatini oyalıyor ama işlem yalnızca on saniye sürüyor. Tam o anda lobinin arkasındaki sütunlar arasından iki gerçek insan muhafız beliriyor; zırhları plastik parlaklığında, omuzlarına tüfek kayışları çapraz asılmış. Geçen herkese durgun bakış atarak yaklaşıyorlar. Garo ve Bok sessizce sandığı ileri sürüyor ama bir yandan da seni bekliyorlar.

Drone’u yanıltmanın bir yolunu bulup çip taramasını atlatabilirsin. Bu, Elion’un tabletindeki protokole hızlıca müdahale gerektirir. Muhafızları bir şekilde ikna etmeye çalışabilirsin. Dil dökmek ve rol yapmak şart. Drone’u fiziksel olarak sabote edebilirsin ama bunu yaparsan iki saniye sonra sistem genel alarma geçer, kaçış hazırlığı gerekir. Karar vermeye çalışırken zemin döşemesi altındaki manyetik hat hummalı uğultuyla yükseliyor, demek ki tarama modülü tetikte. Elion, yani Mürekkep Göt hangi yönde davranır, kestirmesi imkansız ama şimdilik danışman kimliğini sürdürmeye devam ediyor. Ölçülü bir hareketle içeriden "Kapkara…" kelimesi herhangi birinin ağzına düşerse tüm plan ilk dakikada patlayacak.

Livei: Karşı cephede, cam tünel gibi parlak bir koridorun sonunda "TIBBİ LOJİSTİK E-GİRİŞ" yazısı mavi ışıkla titreşiyor. Bir hemşire-bot hologramı nazik gülümsemeyle "Hoş geldiniz, dezenfeksiyon kabinine ilerleyin." diyor. Metal turnike tam ortada, her geçişte kolonya kokulu buğu fışkırtıyor ve tavan paneli avuç içi tarıyor. İlk saniyeler pürüzsüz geçiyor, kimlik kartını gösterdiğinde ön ekran yeşile dönüyor ve "Görev Yetkisi Var" yazıyor. Faell diplomat belgesini tutunca Hiperya devlet damgası ışıldıyor, hologram saygıyla eğiliyor. Çatlak tam geçişte patlıyor,turnikenin üst modülü senin boynundaki sinyal-bozucuyu bilinmeyen frekans kaynağı diye hafif sarıyla işaretliyor ve bir alt menü açıyor. "Neural Trace Incomplete - Additional Brain Probe Required" Hemen tavan panelinden kalem kalınlığında gri bir iğne kolu sarkıyor. Bir anda kafana doğru yaklaşmaya başlıyor. Anlaşılan beynine bir şeyler sokmaya çalışıyorlar.

Alarm çalmış değil, ama panel geri sayımı başlatıyor: 00:14… 00:13… Bir sağlık görevlisi-bot kulvarın öbür ucundan sedye iterken yaklaşıyor. Faell diplomat refleksiyle cebindeki şifreli kalemi çıkarıyor, "Uluslararası muafiyet kodu" girerek oyalıyor ama ekranda Yetki Kodu satırı kırmızı yanıp sönüyor, girmek için on haneli referans numarası bekliyor. Koridorun sağ duvarından aşağı bodrum merdivenlerinin keypad paneli görünüyor, burası asıl hedefe giden yol. Ama turnike alarm verir ve iğne kolu sana girerse bodrum merdiveni kapanacak, sinyal-bozucunun varlığı ortaya çıkacak.

Faell’in kaleminden hızlıca sahte muafiyet kodu üretip girebilirsin. Çok ikna edici ses tonu ve hatasız rakam dizisi gerektirir. Elinizde Max'in hazırladığı bir rakam üretici var ama kesin bir sonuç elde edilir mi belli değil. Kabinin güç kablosu hemen yanında bulunan panjurun arkasında, kapağı kırıp fişi çekebilirsin. Enerji kesilince iğne kolu devre dışı kalır ama kısa devre alarmı tetiklenir, o an merdivene atlamak zorundasın. Sinyal-bozucu yüzüğü avuç içine gizleyip tıbbi jargonla yalan söyleyebilirsin. Hemşire-bot ikna olursa taramayı göğüs seviyesine indirir.

Geri sayım 00:08… 00:07… Merdiven istasyonundan soğuk hava esiyor, paslanmaz korkuluklar titriyor ve aşağıda bodrum ışıkları titreşerek yanıyor. Görevin merkezi oralarda bir yerde ama önce bu turnikeyi ve iğneyi aşmak gerekiyor.

Return to “Slistua”

cron