Seldshuts Sokağı... O buz gibi siyah-beyazlık, kemiklere kadar işleyen tuhaf bir soğuk hissiyle sürüyor. Livei, az önceki isyan dolu sözleri haykırdıktan sonra öfkeli nefes alışlarıyla titriyor. Mabi, neden Elion olduğunu sorduğunda, kapüşonlu adamın yüzündeki o sahte gülümseme biraz daha genişliyor. Kırmızı güneş gözlüğü, bu renksiz dünyada tek canlı renk, adeta bir kan lekesi gibi parlıyor. Adamın vücudu, gölgeler misali dalgalanır gibi… Bir noktada, siyah-beyaz zemin eriyormuşçasına çatlamaya başlıyor. Aynı anda birden bir titreşim hissediyorsunuz. Ayaklarınızın altı, kıvrımlı çizgilerle kararıyor, sanki size doğru yükselen bir sis dalgası var. Kapüşonlu adam bir kahkaha daha patlatıyor. "Elion… Aslında kim olduğunu gerçekten biliyor musunuz? Bence… hayır. Bu bilgi size pahalıya patlayacak. Ve neden Elion diyorsunuz. Çünkü Elion sizi hep parmak ucunuzda dans ettirdi." Sonra, beklenmedik bir anda ortadan kayboluyor; sanki bir gölge duvarın arkasına sinmiş gibi. Sokak, bir anda boşalıyor. Yalnız başınıza kalmış hissediyorsunuz. Ama aslında hiç de yalnız değilsiniz. Gri sis, balçık misali bacaklarınıza doğru yükseliyor. İkiniz de kaçmaya çalışıyorsunuz, adım atacak yer bulamıyorsunuz. Nefesiniz buz kesiyor. Bir çarpma sesi duyuluyor, loş sisin içinden yine o kahkaha geliyor, ama adam görünmüyor. Gözlerinizi kapama ihtiyacı duyuyorsunuz. Sis neredeyse boğazınıza dayanmışken bir patlama hissiyle… her yer kalabalık bir gürültüye dönüşüyor. Bir saniye sonra, sanki yeni bir rüyaya yuvarlanıyorsunuz.
Gözlerinizi kısarak bulanık bir görüntü seçebiliyorsunuz. Beyaz ışıklarla aydınlatılmış geniş bir salon. Tavan yüksek ve metalik. Etrafta cam paneller, parlak cihazlar, laboratuvar tezgahları var. Duvarlarda Dünya diliyle yazılmış uyarı levhaları duruyor. "GEN LAB", "RESTRICTED", "TEST SUBJECTS" gibi. Sirenleri andıran, tiz bir alarm sesi kısıklıkla öteleyip duruyor. Salonun tam ortasında sıvı dolu bir tank var. İçinde iri gölgeler görünüyor, ama net seçilemiyor. Cihazların üstündeki dijital göstergeler garip semboller yansıtıyor. Yerde, kurumuş kan izleri. Çelik masalarda, içinde iğneler, neşterler, serumlar olan tepsiler sıralanmış. Burası… canlılar üzerinde deney yapılmış bir laboratuvar mı? Aniden, salonun kapısı açılıyor. İçeri Elion giriyor. Daha genç, saçları kısa ama yüzü aynı Elion. Üzerinde beyaz bir laboratuvar önlüğü var, elinde elektronik bir tablet tutuyor. Tam da gözlerinizin önünde, yanından iki korumalı asker geçiyor, ikisi de başıyla selam veriyor. Elion ise ciddiyetle onlara bakıyor, sonra tankın yanına ilerliyor. Tabletine birkaç şey yazıyor. Ardından boynunu hafifçe çevirerek tankın içindeki gölgeye bakıyor. "Daha fazla seruma ihtiyacı var. Dayanacak mı, bilmiyorum…" Çevredeki ekrana dokunduğunda, tanktaki sıvı kabarcıklanıyor, sanki canlı bir varlığa darbe vuruyor gibi. Tankın içindeki gölge inliyor ama seste insana dair bir şey… çok az. Elion, robotik bir soğukkanlılıkla işe devam ediyor. O anda laboratuvarın diğer ucundan bir subay giriyor.
"Elion, komutan bekliyor. Projenin sonuçlarını istiyor."
Elion alnındaki teri silerek ufak bir telaşla tabletini kapatıyor. İçinden geçen duyguyu yüzünden anlamak zor. Korku mu, heyecan mı? Bir sonuca yaklaşıyormuş gibi bir hali var. Ama bu andan sonra duyduklarınıza dehşetle adım atmak istiyorsunuz, bacaklarınız kıpırdamıyor, sanki bu sahneyi izlemeye mahkum gibisiniz. "Komutana söyleyin… bir hafta daha lazım. Deneklerin çoğu hayatta kalmayı başaramıyor." Subay, can sıkıntısıyla homurdanıyor ve çıkıyor. Elion, sıvı tankına tekrar bakıp derin bir nefes alıyor. Derken… bir "anormallik" hissediyor sanki, başını kaldırıp tam sizin olduğunuz yere bakıyor. Sizi görebiliyormuş gibi gözleri kocaman açılıyor. Kafasını hayır dercesine sallıyor, buruşuk bir yüz ifadesiyle konuşuyor.
"Burada… olamazsınız… Gitmeniz gerekiyor… Ben…"
Bir anda sahne çatırdıyor. Tüm laboratuvar, eski bir film şeridi gibi titreyip duruyor ve karanlıkta eriyor.Dehşetin nabzını hissediyorsunuz. Gördüğünüz şey… Elion bir Dünya laboratuvarında proje yöneticisi gibi mi davranıyor?
Tekrar aniden karanlık. Bir sarsıntı hissediliyor. Bu kez bembeyaz bir boşlukta savruluyorsunuz gibi… Sanki yer çekimi yok, konuşamıyorsunuz, sesiniz bile çıkmıyor. Çok kısa sürüyor, sonra Gedhilfe rengi canlanıyor, ormanlar, düz yollar, harabe olmuş kalıntılar… Ve aniden, yeni bir aydınlanmayla birlikte bir masada oturduğunuzu fark ediyorsunuz. Max, Bok, Friks, Faell, Elion, Garo, hepsi duruyor. Sanki zaman donmuş gibi, kimse kılını kıpırdatmıyor. Gözleriniz birkaç kez kırpışıyor. Elion, elleri dizlerinin üstünde oturuyor, yüzünde garip bir dalgınlık ifadesi var. Az önce gördüğünüz kabus, hayır, anı, neydi o? Elion, tam o sırada gözlerini kısıyor, ortamdaki herkesin donuk bakışları yavaş yavaş canlanıyor. Tekrar masadaki konuşmaya dönülürken, yüzünüzdeki şok ifadesi kimsenin gözünden kaçmıyor. Bok merakla size sesleniyor. "Hop, iyi misiniz? Bir anda yüzünüz soldu ya!" Max de Elion’a bakıyor, sanki neler oluyor diye soracakmış gibi. Elion ise yutkunuyor; dudakları hafifçe titriyor, bakışları sizin üzerinizde donuyor. O an, Mabi canlı gözlerle Elion’un göz bebeklerine odaklanıyor. Laboratuvardaki anıları, Elion’un bir proje yöneticisi gibi çalıştığı görüntü, tanklar… Her şey bir film karesi gibi gözünün önünden geçiyor. Livei de burnunda o kan ve serum kokusunu hala hissediyor sanki. Sessizlik barut gibi; bir kıvılcıma bakıyor sadece. En sonunda, tam Bok bir şey söyleyecekken, Elion öne doğru eğiliyor, ellerini masaya yerleştiriyor. Aniden, nefes nefese ve dizginleyemediği bir coşkuyla konuşmaya başlıyor.
"B-ben… Sadece… Bu… Şeyler hakkında… Özür dilerim, kendimi iyi hissetmiyorum. Kafamdaki düşünceler… Eee… Belki biraz dinlenmem gerek. Hem… Şu Hiperyus meselesi, o da yeterince karmaşık. Biliyor musunuz, planımız… Yani bu Dünya’ya giriş ve… Ki, hani… Yofær’deki enstitüye sızmak için birkaç taktik… Onları konuşsak iyi olur. Zamanımız kısıtlı." Elion’un gözlerindeki endişeyi çok net seçebiliyorsunuz. Adam sanki büyük bir korkudan kaçıyormuş gibi konuşmayı konu değiştirmeyle sürdürmeye çabalıyor. Oysa o kadar belli ki içinde ağır bir yük var. Bunu açığa vurmaktan çekiniyor. Dudakları kurumuş, nefesini zorlukla ayarlıyor. Max de yüzündeki o endişeli bakışları görmezden gelmeyip, bir adım atarak masada Elion’a yaklaşıyor. "Elion, eğer kendini iyi hissetmiyorsan biraz soluklan. Burada baskı altında değilsin. İstediğin zaman odaya geçebilirsin, tamam mı?" Elion başını sallamakla yetiniyor ama gözleri Max’inkine takılınca sıkkın bir ifade beliriyor yüzünde. "Sorun yok, merak etmeyin. Yani… Sadece… Şu kabilelerin bulguları, Jitmii’nin kayıp üyesi… hepsini birden kafaya takıyorum, hepsi. Hiperyus, başka boyut, Şapkalı, Bay Zengin... Karmaşıklaştı…" Sözünün sonunda boğuk bir öksürükle duraklıyor. Bok, ellerini masada kenetliyor, ortamın gerginliğini hafifletmek ister gibi konuyu dağıtıyor. "O halde, Yofær’deki bilimsel enstitüye sızma planını netleştirelim. Burada kim hangi kılıkta girecek, hangi sinyal bozucuyu kim takacak, konvoy rotası nasıl olacak, bunları konuşalım. En azından bir eylem planımız olsun."
Friks hafif bir tebessümle başını sallıyor. "Evet, hedefimiz bu. Dünya’da bizden kalan tipleri de bu tarafa çekebiliriz belki ama ortada kim var, kim yok, belli değil. Maksimum gizlilikle hareket etmemiz şart." Faell, parmaklarıyla masayı tıktık tıklayarak onaylıyor. "Kontrol noktalarını da ben halledebilirim. Bu kıtada güçlerimin ne işe yaradığını biliyorum. Ama başka bir kıtaya gidiyoruz, orada da ne kadar işe yarar… göreceğiz." Arada Garo gülümseyerek hafifçe "Ben her koşulda hazırım." diyor ve kocaman kol kaslarını geriyor. Fakat göz ucuyla Elion’a baktığınızda, hala onda bir huzursuzluk seziyorsunuz. Sessizlik uzayınca Max, herkesin toplanmış olduğu masada ayağa kalkıp konuyu tekrar özetliyor. "O halde sızma operasyonuna başlıyoruz. Ben de bu sırada ya bir geri hat kuracağım ya da en azından Belle ve Lili’yi güvene alacağım. Sonra… raporlarınızı bekleyeceğim. Mabi, Livei, Bok, Garo, Elion, Friks, Faell… Kılık değiştireceksiniz. Sinyal bozucuları devreye sokacağız. Girdiğinizde ilk yapmanız gereken, oranın güvenlik protokollerini öğrenmek ve-"
Bir an Elion kısa bir inilti gibi bir şey çıkarıyor, sonra çenesini sıkıp başını sallıyor. Max lafını kesmiyor, ama gözleriyle yokluyor onu. Elion belli ki kendini toparlamaya çalışıyor. Nefes alışlarında bile bir sarsıntı var. Bok, not defterini kapatıyor, masadaki gerilimi fazla uzatmadan. "Bence bugünlük bu kadar. Herkes birkaç saatliğine kafasını toplasın, kılık değiştirme malzemelerini toplayın, sinyal bozucuları test edin. Akşam yola çıkacağız." Böylece toplantı dağılmaya yüz tutarken, Elion başı öne eğik yerinden kalkıyor. Max onu kolundan hafifçe tutmak istiyor ama Elion bir yarım adım gerileyerek nazikçe çekiliyor. Faell kısık bir sesle "Ne yapsak?" diyor Livei’ye dönerek. Garo ise "Bu adama bir su içirseydik ya." diye fısıldıyor. Ortamda kapalı bir endişe dalgası yayılıyor. Sonuçta, kimse açıkça soramıyor. Herkesin kafası, Yofær enstitüsüne sızma planlarıyla, Hiperyus bulmacasıyla, Şapkalı ve Bay Zengin’le, Jitmii üyelerinin kurtarılmasıyla dolu. Ve böylece toplantı bitiyor. Herkes bir köşeye çekilip hazırlıklarına başlıyor; ama o masadan kalkanların zihinleri, çok daha büyük bir fırtınanın eşiğine sürüklenmekte…
Peki ya siz ne yapacaksınız?
Gözlerinizi kısarak bulanık bir görüntü seçebiliyorsunuz. Beyaz ışıklarla aydınlatılmış geniş bir salon. Tavan yüksek ve metalik. Etrafta cam paneller, parlak cihazlar, laboratuvar tezgahları var. Duvarlarda Dünya diliyle yazılmış uyarı levhaları duruyor. "GEN LAB", "RESTRICTED", "TEST SUBJECTS" gibi. Sirenleri andıran, tiz bir alarm sesi kısıklıkla öteleyip duruyor. Salonun tam ortasında sıvı dolu bir tank var. İçinde iri gölgeler görünüyor, ama net seçilemiyor. Cihazların üstündeki dijital göstergeler garip semboller yansıtıyor. Yerde, kurumuş kan izleri. Çelik masalarda, içinde iğneler, neşterler, serumlar olan tepsiler sıralanmış. Burası… canlılar üzerinde deney yapılmış bir laboratuvar mı? Aniden, salonun kapısı açılıyor. İçeri Elion giriyor. Daha genç, saçları kısa ama yüzü aynı Elion. Üzerinde beyaz bir laboratuvar önlüğü var, elinde elektronik bir tablet tutuyor. Tam da gözlerinizin önünde, yanından iki korumalı asker geçiyor, ikisi de başıyla selam veriyor. Elion ise ciddiyetle onlara bakıyor, sonra tankın yanına ilerliyor. Tabletine birkaç şey yazıyor. Ardından boynunu hafifçe çevirerek tankın içindeki gölgeye bakıyor. "Daha fazla seruma ihtiyacı var. Dayanacak mı, bilmiyorum…" Çevredeki ekrana dokunduğunda, tanktaki sıvı kabarcıklanıyor, sanki canlı bir varlığa darbe vuruyor gibi. Tankın içindeki gölge inliyor ama seste insana dair bir şey… çok az. Elion, robotik bir soğukkanlılıkla işe devam ediyor. O anda laboratuvarın diğer ucundan bir subay giriyor.
"Elion, komutan bekliyor. Projenin sonuçlarını istiyor."
Elion alnındaki teri silerek ufak bir telaşla tabletini kapatıyor. İçinden geçen duyguyu yüzünden anlamak zor. Korku mu, heyecan mı? Bir sonuca yaklaşıyormuş gibi bir hali var. Ama bu andan sonra duyduklarınıza dehşetle adım atmak istiyorsunuz, bacaklarınız kıpırdamıyor, sanki bu sahneyi izlemeye mahkum gibisiniz. "Komutana söyleyin… bir hafta daha lazım. Deneklerin çoğu hayatta kalmayı başaramıyor." Subay, can sıkıntısıyla homurdanıyor ve çıkıyor. Elion, sıvı tankına tekrar bakıp derin bir nefes alıyor. Derken… bir "anormallik" hissediyor sanki, başını kaldırıp tam sizin olduğunuz yere bakıyor. Sizi görebiliyormuş gibi gözleri kocaman açılıyor. Kafasını hayır dercesine sallıyor, buruşuk bir yüz ifadesiyle konuşuyor.
"Burada… olamazsınız… Gitmeniz gerekiyor… Ben…"
Bir anda sahne çatırdıyor. Tüm laboratuvar, eski bir film şeridi gibi titreyip duruyor ve karanlıkta eriyor.Dehşetin nabzını hissediyorsunuz. Gördüğünüz şey… Elion bir Dünya laboratuvarında proje yöneticisi gibi mi davranıyor?
Tekrar aniden karanlık. Bir sarsıntı hissediliyor. Bu kez bembeyaz bir boşlukta savruluyorsunuz gibi… Sanki yer çekimi yok, konuşamıyorsunuz, sesiniz bile çıkmıyor. Çok kısa sürüyor, sonra Gedhilfe rengi canlanıyor, ormanlar, düz yollar, harabe olmuş kalıntılar… Ve aniden, yeni bir aydınlanmayla birlikte bir masada oturduğunuzu fark ediyorsunuz. Max, Bok, Friks, Faell, Elion, Garo, hepsi duruyor. Sanki zaman donmuş gibi, kimse kılını kıpırdatmıyor. Gözleriniz birkaç kez kırpışıyor. Elion, elleri dizlerinin üstünde oturuyor, yüzünde garip bir dalgınlık ifadesi var. Az önce gördüğünüz kabus, hayır, anı, neydi o? Elion, tam o sırada gözlerini kısıyor, ortamdaki herkesin donuk bakışları yavaş yavaş canlanıyor. Tekrar masadaki konuşmaya dönülürken, yüzünüzdeki şok ifadesi kimsenin gözünden kaçmıyor. Bok merakla size sesleniyor. "Hop, iyi misiniz? Bir anda yüzünüz soldu ya!" Max de Elion’a bakıyor, sanki neler oluyor diye soracakmış gibi. Elion ise yutkunuyor; dudakları hafifçe titriyor, bakışları sizin üzerinizde donuyor. O an, Mabi canlı gözlerle Elion’un göz bebeklerine odaklanıyor. Laboratuvardaki anıları, Elion’un bir proje yöneticisi gibi çalıştığı görüntü, tanklar… Her şey bir film karesi gibi gözünün önünden geçiyor. Livei de burnunda o kan ve serum kokusunu hala hissediyor sanki. Sessizlik barut gibi; bir kıvılcıma bakıyor sadece. En sonunda, tam Bok bir şey söyleyecekken, Elion öne doğru eğiliyor, ellerini masaya yerleştiriyor. Aniden, nefes nefese ve dizginleyemediği bir coşkuyla konuşmaya başlıyor.
"B-ben… Sadece… Bu… Şeyler hakkında… Özür dilerim, kendimi iyi hissetmiyorum. Kafamdaki düşünceler… Eee… Belki biraz dinlenmem gerek. Hem… Şu Hiperyus meselesi, o da yeterince karmaşık. Biliyor musunuz, planımız… Yani bu Dünya’ya giriş ve… Ki, hani… Yofær’deki enstitüye sızmak için birkaç taktik… Onları konuşsak iyi olur. Zamanımız kısıtlı." Elion’un gözlerindeki endişeyi çok net seçebiliyorsunuz. Adam sanki büyük bir korkudan kaçıyormuş gibi konuşmayı konu değiştirmeyle sürdürmeye çabalıyor. Oysa o kadar belli ki içinde ağır bir yük var. Bunu açığa vurmaktan çekiniyor. Dudakları kurumuş, nefesini zorlukla ayarlıyor. Max de yüzündeki o endişeli bakışları görmezden gelmeyip, bir adım atarak masada Elion’a yaklaşıyor. "Elion, eğer kendini iyi hissetmiyorsan biraz soluklan. Burada baskı altında değilsin. İstediğin zaman odaya geçebilirsin, tamam mı?" Elion başını sallamakla yetiniyor ama gözleri Max’inkine takılınca sıkkın bir ifade beliriyor yüzünde. "Sorun yok, merak etmeyin. Yani… Sadece… Şu kabilelerin bulguları, Jitmii’nin kayıp üyesi… hepsini birden kafaya takıyorum, hepsi. Hiperyus, başka boyut, Şapkalı, Bay Zengin... Karmaşıklaştı…" Sözünün sonunda boğuk bir öksürükle duraklıyor. Bok, ellerini masada kenetliyor, ortamın gerginliğini hafifletmek ister gibi konuyu dağıtıyor. "O halde, Yofær’deki bilimsel enstitüye sızma planını netleştirelim. Burada kim hangi kılıkta girecek, hangi sinyal bozucuyu kim takacak, konvoy rotası nasıl olacak, bunları konuşalım. En azından bir eylem planımız olsun."
Friks hafif bir tebessümle başını sallıyor. "Evet, hedefimiz bu. Dünya’da bizden kalan tipleri de bu tarafa çekebiliriz belki ama ortada kim var, kim yok, belli değil. Maksimum gizlilikle hareket etmemiz şart." Faell, parmaklarıyla masayı tıktık tıklayarak onaylıyor. "Kontrol noktalarını da ben halledebilirim. Bu kıtada güçlerimin ne işe yaradığını biliyorum. Ama başka bir kıtaya gidiyoruz, orada da ne kadar işe yarar… göreceğiz." Arada Garo gülümseyerek hafifçe "Ben her koşulda hazırım." diyor ve kocaman kol kaslarını geriyor. Fakat göz ucuyla Elion’a baktığınızda, hala onda bir huzursuzluk seziyorsunuz. Sessizlik uzayınca Max, herkesin toplanmış olduğu masada ayağa kalkıp konuyu tekrar özetliyor. "O halde sızma operasyonuna başlıyoruz. Ben de bu sırada ya bir geri hat kuracağım ya da en azından Belle ve Lili’yi güvene alacağım. Sonra… raporlarınızı bekleyeceğim. Mabi, Livei, Bok, Garo, Elion, Friks, Faell… Kılık değiştireceksiniz. Sinyal bozucuları devreye sokacağız. Girdiğinizde ilk yapmanız gereken, oranın güvenlik protokollerini öğrenmek ve-"
Bir an Elion kısa bir inilti gibi bir şey çıkarıyor, sonra çenesini sıkıp başını sallıyor. Max lafını kesmiyor, ama gözleriyle yokluyor onu. Elion belli ki kendini toparlamaya çalışıyor. Nefes alışlarında bile bir sarsıntı var. Bok, not defterini kapatıyor, masadaki gerilimi fazla uzatmadan. "Bence bugünlük bu kadar. Herkes birkaç saatliğine kafasını toplasın, kılık değiştirme malzemelerini toplayın, sinyal bozucuları test edin. Akşam yola çıkacağız." Böylece toplantı dağılmaya yüz tutarken, Elion başı öne eğik yerinden kalkıyor. Max onu kolundan hafifçe tutmak istiyor ama Elion bir yarım adım gerileyerek nazikçe çekiliyor. Faell kısık bir sesle "Ne yapsak?" diyor Livei’ye dönerek. Garo ise "Bu adama bir su içirseydik ya." diye fısıldıyor. Ortamda kapalı bir endişe dalgası yayılıyor. Sonuçta, kimse açıkça soramıyor. Herkesin kafası, Yofær enstitüsüne sızma planlarıyla, Hiperyus bulmacasıyla, Şapkalı ve Bay Zengin’le, Jitmii üyelerinin kurtarılmasıyla dolu. Ve böylece toplantı bitiyor. Herkes bir köşeye çekilip hazırlıklarına başlıyor; ama o masadan kalkanların zihinleri, çok daha büyük bir fırtınanın eşiğine sürüklenmekte…
Peki ya siz ne yapacaksınız?