[Zengu Dudshuf] Yaşlandık Be

#1
Sabahın ilk ışıkları küçük pencereden sızarak odanın içindeki ahşap mobilyaların üzerine nazikçe düşüyor. Yatağında hafifçe doğrulup esnerken duvarda asılı olan, Haarian’ın kuruluş gününden kalma eski bir tablonun tozlu çerçevesine kısa bir bakış atıyorsun. Yatağın yanındaki küçük ahşap masa üzerinde duran saatin sakin ve ritmik tıkırtıları, yeni bir güne başladığını habercisi. Evin kapısından dışarı adım attığında, Haarian’ın tarih ve modernliği bir arada tutan eşsiz dokusunu hemen hissediyorsun. Dar sokaklar boyunca yürürken taş binaların yanında yükselen modern yapıların camları, güneşin yansımasını parıldatıyor. Her sabah olduğu gibi, hareketli meydana doğru ilerlerken yol boyunca esnafın sıcak selamlarıyla karşılanıyorsun. Meydana varınca, birbirinden renkli tezgahların etrafına toplanmış insanların sohbetleri kulağına çalınıyor. Meydanın ortasında yükselen, kentin geçmişini simgeleyen bronz heykelin yanında bir an durup derin bir nefes alarak güne hazırlanıyorsun. Bir yandan da memleketini, Tihami'yi hatırlıyorsun.

Emniyet merkezine doğru ilerlerken, Haarian'ın merkezindeki bu bina eski taş işçiliğinin güzelliğini koruyarak modern teknolojiyle donatılmış bir yapı olarak dikkat çekiyor. Merkeze girdiğinde, seni her zamanki hareketlilik karşılıyor. Memurlar hızlı adımlarla görevlerine giderken, koridorlarda dosya taşıyan memur adayları telaş içinde koşturuyor. Yanından geçenler sana tanıdık bir tebessümle başlarını sallıyorlar. Üst kata çıkıp komiserin odasına doğru yürüyorsun. Kapıyı tıklayıp içeri adım attığında, komiser Nara'nın büyük masasının başında, evraklar arasında kaybolmuş şekilde seni beklediğini görüyorsun. Komiser Nara, Haarian polis teşkilatının en kıdemli ve saygın üyelerinden biri olarak, her zaman düzgün giyimi ve sakin tavrıyla bilinir. Gözlüklerinin üzerinden bakarak yüzünde sıcak bir gülümsemeyle karşılıyor seni.

"Günaydın, Zengu. Bugün seni biraz olağan dışı bir görev bekliyor." diyor hafifçe eğilerek masadaki belgeleri sana doğru uzatıyor. "Bildiğin gibi, yaşlı bir vatandaşımızın günlük ihtiyaçlarını karşılayacak başka bir kamu birimi bulunamadı. Geçici bir çözüm olarak polis teşkilatımız bu görevi devraldı. Görevin ayrıntıları bu belgelerde mevcut. Bölge yönetimiyle yakın koordinasyon içinde çalışman gerekiyor. Özellikle yaşlı adamın sağlık durumunu sürekli olarak kontrol edip, ihtiyaçlarını titizlikle takip edeceksin." Komiser evrakları verirken son olarak ekliyor. "Bu görev senin titizliğini ve sabrını gerektiriyor. Anlamadığın veya sormak istediğin herhangi bir detay var mı, Zengu?"
Off Topic
Pasiflik süresi üç gündür.

Re: [Zengu Dudshuf] Yaşlandık Be

#2
Gözlerimi araladığımda, odanın loş ışığında dans eden toz zerreciklerini fark ettim. Ahşap duvarlara vuran güneş ışığı, Tihami’de okul yurdunun sabahlarını hatırlattı bana. Buraya geleli epey zaman olmuştu ama sanki sabahları hâlâ Tihami’deki o keskin deniz kokusunu arıyordum. Burada daha farklıydı. Sahi, Haarian’da genel olarak hava nasıldı?

Bu sorunun cevabını düşünürken esneyerek yatağımdan doğruldum. Duvardaki eski tabloya gözüm takıldı. Haarian’ın kuruluş gününden kalma bu tabloyu defalarca görmeme rağmen her seferinde yeni bir detay fark ediyordum. Bu sefer de kalkıp yanına gittim ve incelemeye başladım.
Sonrasında küçük ahşap masada duran saate göz attım. Zamanında kalkmıştım. Fazladan vakit kaybetmeden koyu renkleri ağırlıkta olacak çekilde üstümü giyinip dışarı adımımı attım.

Sokaklar her zamanki gibi hareketliydi. Cebimdeki paketi çıkartıp içinden bir dal sigara aldım. Yakıp dumanını çektim. İçime çok çekmedim. Nefes borusuna kadar çekip geri bıraktım. Bu sırada marketten rastgele aldığım bu paketin markasının ne olduğunu inceledim.

Paketi incelerken yürümeye başladım. Bir süre sonra cebime atıp çevreyi inceleyerek yolumu almaya başladım. Taş binaların arasından yükselen modern yapılar, şehrin eski ile yeniyi nasıl bir arada tuttuğunu gösteriyordu. Esnafın selamlarını alarak meydana doğru ilerledim. Meydan her zamanki gibi kalabalıktı, tezgâhların arasında dolaşan insanlar, kahkahalar ve sohbetler birbirine karışıyordu. Bir an için durup meydanın ortasındaki bronz heykele göz gezdirdim. Şehrin geçmişini simgeleyen bu heykel, ona bakan herkese Haarian’ın tarihini hatırlatıyordu. Tihami’de buna benzer kaç heykel vardı? Belki de vardı ama hiç dikkatimi çekmemişti.

Heykeli inceledim, ardından derin bir nefes alarak yürümeye devam ettim. Emniyet binası kısa sürede görüş alanıma girdi. Tarihi taş işçiliğini koruyan bu yapı, içerisine girildiğinde modern bir merkeze dönüşüyordu. İçeri adım attığımda, her zamanki hareketlilik beni karşıladı. Hızlı adımlarla geçen memurlar, ellerinde dosyalarla koşturan yeni adaylar... Herkes kendi işine odaklanmıştı. Bana doğru başlarını sallayan birkaç kişiye karşılık verdim ve doğrudan üst kata, Komiser Nara’nın odasına yöneldim.
Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde, Nara’nın büyük masasının arkasında evraklar arasında kaybolmuş olduğunu gördüm. Gözlüklerinin ardından bana baktı ve hafifçe gülümseyerek selam verdi. Ardından beni olağan dışı bir görevin beklediğini söyledi.

Sözleri ilgimi çekti. Olağan dışı mı? Bir suç soruşturması ya da gizli bir operasyon bekliyordum belki de ama Nara’nın önüme koyduğu belgeleri görünce bunun tamamen farklı bir şey olduğunu anladım.
"Bildiğin gibi, yaşlı bir vatandaşımızın günlük ihtiyaçlarını karşılayacak başka bir kamu birimi bulunamadı. Geçici bir çözüm olarak polis teşkilatımız bu görevi devraldı. Görevin ayrıntıları bu belgelerde mevcut. Bölge yönetimiyle yakın koordinasyon içinde çalışman gerekiyor. Özellikle yaşlı adamın sağlık durumunu sürekli olarak kontrol edip, ihtiyaçlarını titizlikle takip edeceksin."
Bir an duraksadım. Bu gerçekten bir polis görevi miydi? Bir yaşlı vatandaşa bakıcılık yapmak... Pek alışkın olduğum türden bir iş değildi. Yine de itiraz etme hakkına sahip değildim. Ben bana verilen görevleri yapmakla mükelleftim.

Evrakları elime aldım ve dikkatlice inceledim. "Bu kişinin özel bir durumu var mı? Sağlık açısından dikkat etmem gereken belirli bir şey söz konusu mu?" diye sordum. Bu sırada belgeyi inceliyordum. Ardından “Bölge yönetimiyle nasıl koordinasyon içinde olabilirim ki, market alışverişi falan mı yapacağım? Ya da daha farklı bir şey mi?”

Eğer böyle bir görev verildiyse, mutlaka bir nedeni olmalıydı. Nara’nın cevabı, bu işin gerçekten sadece bir kamu hizmeti mi olduğunu, yoksa daha derin bir nedeni olup olmadığını anlamama yardımcı olacaktı.
İşkolik polis memuru.
Image
► Show Spoiler

Re: [Zengu Dudshuf] Yaşlandık Be

#3
Konum yeni açıldı farkındayım. Ancak ne yazık ki vize sınavlarım sebebiyle 19 nisana kadar konumu dondurmak istiyorum. Dönem çok yoğun. Sonra direkt damlayacağım buraya.
İşkolik polis memuru.
Image
► Show Spoiler

Re: [Zengu Dudshuf] Yaşlandık Be

#4
Komiser Nara, dosyayı elinle kavradığın anda gözlüğünü hafifçe doğrultup sorularını yanıtlamaya koyuluyor. "Yaşlı adamımız, adı Gafar Tihari, seksen üç yaşında." diyerek başlıyor. "Geçirdiği progresif multisistem atrofisi nedeniyle hem motor kontrolü zayıf, titremeler ve ani düşüşler görünüyor, hem de nefes kapasitesi kısıtlı. Ev tipi oksijen konsantratörü, günde iki doz sübkütan levodopa infüzyonu ve haftada bir fizyoterapist ziyareti şart. Bölge yönetiminin Sağlık Koordinasyon Bürosu şu anda personel açığı yaşıyor; o yüzden ilacın lojistiği, konsantratörün bakım raporları ve fizyoterapistin planlaması senin üzerinde olacak." Elindeki belgelerden birini çevirip haritanın üzerine dokunuyor. "Ev, Birinci Kıta Yerleşim Bölgesi C‑7 hattında, Ahududu Sokağı 14A. Sağlık bürosuna ait etiketli ilaç kasasını her sabah 09.30‑10.00 arası teslim alman gerekiyor. Oksijen cihazı da ayda bir teknik servise bildirilecek; arıza kodlarını sisteme sen gireceksin. Her kontrolden sonra şu formu doldurup büroya dijital imza atıyorsun." Belgeleri sana uzatırken bakışları ciddileşiyor. "Sorun çıktığında doğrudan beni ara. Adam yalnız, akrabası yok, komşularının yarısı da hala geri dönüş merkezlerinde kayıt aşamasında. Sabır isteyecek, ama senin Tihami sakinliğinin bu işe yarayacağına güveniyorum. Başka sorunun yoksa çıkabilirsin; önce tanış, ortamı değerlendir, sonra raporla."

Dosyayı çantana yerleştirip karakoldan ayrılıyorsun. Gün iyice aydınlanmış, Birinci Kıta Yerleşim Bölgesi’nin sokakları, savaş sonrası yeniden inşa ruhunu sergileyen yamalı bir mozaik gibi. Göçmen fırıncılar sacın üzerinde buğulu börekler çeviriyor; yan tezgahtaki eski Haarianlı bir kadın, Tihami usulü ıhlamur demleyip bardaklara dökerken yeni komşularına tarçın ikram ediyor. Modüler konut bloklarının cam cepheleri hala geçici iskelelerle çevrili, asansör halatlarında sallanan işçiler, duvarlara memleket bayraklarının minik çıkartmalarını iliştirerek ev hissi yaratmaya çalışıyor. Arada bir, sokak lambalarına sabitlenmiş holografik bilgilendirme panelleri yanıp sönüyor. "Yeni İkamet Kartı Dağıtımı – Bölge Merkezi, 14:00". Yürüdükçe, farklı aksanların birbirine karıştığı gündelik konuşmalar kulaklarına çalınıyor. Bir çocuk gurubunun Kıyıdöğen topu oynadığı alanı geçerken balçıktan yapılma geçici kale maketleri, sana Tihami sahilindeki rüzgarla sürüklenen kum tepelerini hatırlatıyor; özlem bir an kıpırdıyor ama yerini hemen meraka bırakıyor.

Evin bulunduğu dar sokak, diğerlerine göre daha sessiz. Burada yıkık taş kemer kalıntıları ile yeni döşenmiş aktif karbon asfalt yan yana. Pencerelerin çoğu metal panjurla kapalı, ancak 14A numaralı evin çinko çatısında küçük bir rüzgar türbini dönüyor, oksijen konsantratörüne yedek enerji sağlamak için yerel yönetim tarafından kurulmuş olmalı. Cephe, grinin kaç tonu arasında kararsız kalmış eski tuğlalarla kaplı; tuğlaların arasına dikilmiş mor salkım sarmaşıkları evin yaşanmışlığına inat, hayatın inatçılığını sergiliyor. Kapının yanında, yeşil ışığı yanıp sönen biyometrik teslim kutusu dikkat çekiyor: Günlük ilaç kasalarının buraya bırakıldığı terminal bu. Sokağın devamında ise birkaç güzel dükkan var. Köşede küçük bir bakkal‑kafe melezi var. Taze süt, ön ödemeli veri kartı, basit kahvaltı. Yolun karşısında Topluluk Sağlık Noktası mevcut. Mobil klinik her çarşamba çalışıyor ama bugün pazartesi olduğu için kapalı. Bir blok ötede Ahududu Parkını görüyorsun. Cılız ağaçlar ve birkaç egzersiz aleti, mahallelinin sabah yürüyüşü için toplandığı yer. Kapının önünde durup etrafı süzerken, levodopa teslim terminalinin günün ilk sinyalini verdiğini duyuyorsun. Bip bip... teslimat hazır.

Şimdi ne yapacaksın? Eve girip Gafar Tihari ile hemen tanışacak mısın, yoksa başka bir planın mı var?

Re: [Zengu Dudshuf] Yaşlandık Be

#5
Verilen görevi dikkatle dinlemeye başladım. Adamın adı Gafar'mış. 83 yaşında bir ayağı çukurda bir yaşlı. Komiser Nara uzun uzun adamın hastalığından bahsetti. Personel yetersizliğinden dolayı ilacın lojistiği, konsantratörün bakım raporları ve fizyoterapistin planlaması gibi şeyleri ben yapacaktım. Haritada yerini gösterdi. Sorun olursa komiseri aramam lazımmış. Hata kodlarını da forma geçirmem gerekiyormuş. Bu direktiflerin ayrıca kağıtta yazılı olduğunu da farz ediyordum. Şuan söylenen şeyler görevin işleyişi için kılavuz mahiyetindeydi. "Anlaşıldı" dedim. "Bu geçici görev için yeni bir sağlık görevlisinin atanması ne kadar sürer? Sonuçta bir uzmanın hasta bakımı yapması daha yerinde olacaktır. Elimden gelenin en iyisini yapacağım ancak daha önce yaşlı birine bakım yapmadığım için bu konu hakkında endişelerim var." diyecektim.

Konuşma sonunda dosyayı çantama yerleştirip Haarian’ın canlı, bir o kadar da kültürel anlamda melez olan sokaklarında ilerlemeye başlamıştım. Kültürel farklılıklar heterojen olarak dağılmış, ve bana göre henüz birbirini tamamlayamamıştı. Bir yerde hologram paneller varken diyer tarafta evlerinne bayrak çıkartmaları yapıştıran işçiler vardı. Bir kahvehane aradı gözüm. Bulabilirsem bir masaya yerleşip dosyaları çıkartacak ve incelemeye başlayacaktım. “Sert filtre kahve lütfen.” Diyecektim. Tabii filtre kahveleri yoksa herhangi bir sert kahve de iş görürdü. Kahvemi yudumlarken görevin detaylarını araştırmaya başlayacaktım. Dosyaları dikkatlice okuyup ne yapmam gerektiğini ne yapmamam gerektiğini anlamaya çalışacaktım. Ayrıca neden bir yaşlı için polis karakolundan görevlendirme yapıldığını anlamaya çalışacaktım. Cidden personel yetersizliği mi vardı yoksa adamın ayrıca korunmaya da ihtiyacı var mıydı? Adamın özgeçmişini inceleyecektim.

Kahvemi bitirip ödemesini yaptıktan sonra dosyalarımı toplayıp adamın evine doğru yol olacaktım. Komiser bana acele etmemi söylemediği için öncesinden bir araştırma yapmayı uygun görmüştüm. Yoksa kahvehaneye uğramadan direkt göreve yönelirdim. Eski binaya vardığımda modern teknoloji ile harmanlanmış bir yapı olduğunu fark ettim. Özellikle 14A numaralı eve özel çatı kısmında bir rüzgar türbini vardı. Anlaşılan fazladan enerji için gerekli olan bir cihaz. Yeşil ışık yanan ve sesli sinyal veren biyometrik teslim kutusunu terminalden alıp şöyle bir etrafa baktım. İleride kahvehaneye benzer bir yer gördüm. Aslında burada da kahve içebilirdim. Diye düşündüm. Ancak kahveye ihtiyacım kalmamıştı.

İçeri girmeden önce sigaramı çıkarttım büyük ihtimalle yaşlının yanında sigara içmem yakışık sayılmazdı. Sigaramı yakarken düşüncelere daldım. Dosyalarda okuduğum şeyleri düşünürken sigaramı bitirdim. Varsa bir çöp kutusuna, söndürüp, atacaktım. Yoksa yere atıp izmariti ezecektim. Sonra varsa bahçe kapısı ziline basacak, yoksa direkt evin dış kapısının ziline basacaktım. Kim olduğumu sorduklarında “Merhaba efendim ben, Haarian polis karakolun tarafından görevlendirilmiş polis memuru Zengu Dudsuf. Buraya sağlık görevlisi açığı sebebiyle atandım.” Diyerek kapıyı açmalarını umacaktım. Rozet falan göstermemi isterlerse de gösterecektim.



İşkolik polis memuru.
Image
► Show Spoiler

Re: [Zengu Dudshuf] Yaşlandık Be

#6
Komiser Nara, endişeni dile getirince gözlüğünü düzeltip dudaklarını ince bir çizgiye çekerken kısık bir sesle "Sağlık Bürosu şu an iç göç dalgasını ancak kayıt altına alabiliyor; ileri bakım için sıradaki atamalar dört-altı haftayı bulur." demişti. "O zamana kadar, belki de daha uzun, Tihari’nin tek sabit temas noktası sensin." Bu belirsiz süre ifadesi, dosyaların kenarına titrek bir kurşun kalemle düşülmüş küçük nottan da pekişiyordu. "Geçici görevlendirme, ek bildirime dek uzatılabilir."

Şimdi hatırladığın o cümle zihninin gerisinde yankı yaparken sigaranın son kıvılcımını metal çöp kovasına bastırıyor, Ahududu Sokağı 14A’nın ağır çınar kapısındaki eski pirinç zile başparmağınla dokunuyorsun. İçeriden boğuk bir çınlama yükseliyor; ardından, gecikmeli bir sürüklenme sesi ve bozuk menteşelerin şikayet dolu gıcırtısı. Kapı aralandığında önce soluk bir ampul ışığı, sonra bastonuna sıkıca tutunmuş çelimsiz bir siluet beliriyor. Adamın omuzları ve boynu istemsizce titriyor; yüzündeki ince çizgiler, yer yer koyulaşmış yaşlılık lekelerinin çevresinde derin vadiler gibi iniyor. Gözleri puslu ama canlı; dalgın bakışını toparladığında sigara kokusu üzerinde asılı kalıyor, kaşları bir kat daha çatılıyor. Sert, kısık bir sesle "Rozet." diyor, titremeyi gizlemeye hiç çalışmayan avucunu uzatarak.

Parmaklarının ucuyla metal rozeti ceketinin iç cebinden çıkarıyor, bükük ama keskin bakışının tam altına getirip birkaç saniye tutuyorsun. Işığın vurduğu noktada mavi-gümüş armadaki H harfi parlıyor. Adam "Heh… yeni atananlardan. İsminden belli zaten." diye homurdanıyor, cümleyi bitirmeden bastonunu hafifçe sallayıp yana çekiliyor. "İçeri gir de kapı cereyan yapmasın. Ha, ayakkabılarını paspasa silmeyi unutma, yoksa kan değerlerimden sonra bir de parke raporu tutmak zorunda kalırsın." diye ekliyor, ince alayını topallayan adımlarına karıştırarak geniş holün loşluğuna doğru ilerliyor.

Evin içi, dıştaki kırık tuğla dokusunun tersine diz boyu antika dolu ve beklenmedik biçimde düzenli. Sol duvardaki vitrin, pası hafifçe parlatılmış bakır kahve cezveleri ve Aisi sahillerini gösteren siyah-beyaz kartpostallarla dolu. Koridorun sonunda oksijen konsantratörü monoton bir uğultu çıkarıyor, yanına iliştirilmiş dijital ekranda titrek yeşil bir bar, solunum akışını gösteriyor. Tihari bastonunun ucunu ahşap zemine vurarak "Cihazın filtresi yine saçmaladı galiba, teknik servise bildirmen gerekecek memur." diyor, memur kelimesinin üzerinde gereksizce durarak. Sonra "Salon bu tarafta, mutfak o tarafta, banyo bozuk." şeklindeki hızlı yön tarifini, bir emlakçının yılgın rutiniyle sıralıyor.

Salona adım attığında ağır perdeler yüzünden yarı karanlıkta kalmış koltuk takımı, ortadaki masanın üzerinde dağınık tutulan ilaç blisterleri ve el yazısıyla karalanmış doz çizelgelerini çevreliyor. Gafar Tihari koltuğa oturur oturmaz bastonunu ahşap kolluğa yaslıyor, ince oksijen kanülünü parmaklarıyla kontrol ederken dişlerinin arasından "Buraya beni bekçi köpeği gibi gözetlemeye mi yolladılar, yoksa gerçekten yardım edecek misin?" diye hırlıyor. Titreyen elleriyle küçük bir uzaktan kumanda arıyor, bulamayınca da sana bakıp "Şu kanallar yine karıncalı, devlete para yetmiyor ya, sinyali kesip kesip duruyorlar. Bir teknisyensen hallet, yok polislik yapacaksan rapor defterini çıkar." diyor.

Oksijen cihazının ekranında beliren hücre filtresi ikazı sana dosyada okuduğun 'E-04 arızası: filtre aşırı kirlilik' satırını hatırlatıyor. Aynı anda koltuğun arkasındaki rafın üzerinde duran, köşesi kalkmış bir fotoğrafta genç bir piyade üniforması içindeki Tihari’nin gözlerinin hala buğulu parıltısını koruduğunu fark ediyorsun ama adam bakışını yakaladığında fotoğrafı hafifçe geriye itip konuyu kapatır gibi sırtını koltuğa yaslıyor.

Önünde beliren ilk saatler için seçeneklerin netleşiyor. Şimdi: oksijen konsantratörünü hemen denetleyip E-04 arızasını gidererek profesyonel yaklaşımını mı gösterirsin, yoksa mutfağa yönelip yaşlı adama ve kendine sıcak bir çay hazırlayarak tansiyonu yumuşatacak bir başlangıç mı yaparsın, belki de önce oturup Tihari’nin geçmişine dair sorular sorarak güven inşa etmeyi, dosyadaki boşlukları bizzat ondan doldurmayı mı denersin? Kararın, hem ilk izlenimini hem de günün geri kalanını şekillendirecek.

Re: [Zengu Dudshuf] Yaşlandık Be

#7
Komiser Nara'nın söylediklerini düşündükten sonra kapıyı çalmıştım. Yaşı bir adam açtı kapıyı. Yüzündeki kırışıklıklar ve omuz ve boynunun titremesi yaşını ortaya koyan özelliklerinden bir kaçıydı. Benden rozetimi göstermemi istedi. Sonra ışığın yansıması ile H harfini görerek yeni atananlardan olduğumu anlamıştı. Gerçi isminden belli zaten demesine anlam veremedim. İsmimde ne var ki? Diye düşünerek bastonun yönlendirmesi ile ayaklarımı paspasa güzelce silip içeriye girdim. Ayakkabılarımı güzelce sildim, kimsenin parkesini kirletmek istemem.

İçeri girerken baston sesleri koridor boyunca yankılandı. Kapının hemen ardındaki vitrindeki bakır cezveler göz ucuma takıldı; bazıları titizce parlatılmış, bazıları ise hâlâ kararmıştı. Aisi sahillerinden manzaralar gösteren kartpostallar, zamanında gezilmiş ya da sadece özlemle bakılmış yerlere işaret ediyor gibiydi. Derin bir nefes aldım, hafifçe rutubet ve yaşlılık kokusu karışımı bir hava genzimi yaktı.

Defterimi çıkardım. Kapaktaki mürekkepli yazıyı başparmağımla silmeye çalıştım, dağılmadı. Kalemi sayfanın köşesine dayayıp küçük harflerle yazmaya başladım:

"Koridor temiz. Vitrin düzenli. Banyo çalışmıyor — tamir talebi gerek."

Salon eşiğinden adımımı attığımda ışığın değiştiğini fark ettim. Ağır perdeler ışığı içeri zar zor alıyordu. Orta sehpanın üzeri çeşitli ilaçlarla doluydu. Blisterlerin bazıları yarım, bazıları açılmamış. El yazısıyla çizilmiş doz çizelgeleri ise biraz dağınıktı ama anlamlı.

"İlaç düzeni görece karışık. Etken madde takibi gerekebilir."

Köşede televizyon vardı; ekranda dalgalı karıncalanma. Tihari hâlâ hırladığı cümlelerin etkisinden çıkmamıştı, ama ben kafamı hafifçe sallamakla yetindim.

"TV alıcısı bozuk olabilir. Sinyal destek birimine yönlendirilecek. Teknik bilgi yetersiz — arıza teyidi gerek."

Kafamı çevirdiğimde gözüm, koltuğun arkasındaki rafın üstünde duran çerçeveli fotoğrafa takıldı. Gençlik yıllarından, askeri üniformasıyla dimdik duran bir siluet. Gözleri bugünle aynı buğuyu taşıyordu. Yorum yapmadım, başımı çevirdim.

"Tihari — emekli asker. Fotoğraf mevcut. Askerlikle alakalı anılar duygusal tetikleyici olabilir."

Cihazdan gelen monoton uğultuya döndüm. Ekrandaki hücre filtresi ikazı dikkatimi çekti. Hemen deftere not düştüm.

"E-04: filtre kirliliği. Oksijen çıkışında dalgalanma olabilir. Düzeltilebilecek mi diye inceleme yapılacak"

Çantamı yere koyup biyometrik teslim kutusunu çıkardım. Raporda nasıl açılması gerektiği yazıyorsa direktiflere uyarak kutunun kapağını açtım. Eğer yaşlı adam açması gerekiyorsa uzatıp açılımı ondan isteyecektim, "Efendim kutuyu açabilir misiniz?"

Önce içinde gereken filtre olup olmadığına baktım. Varsa cihazın bağlantı noktasıyla uyumlu olup olmadığını kontrol etmek üzere kutudan çıkardım. Eğer yoksa kutudaki şeyleri inceledim.

Sonrasında masanın üzerindeki ilaç kutularını tek tek çevirdim; isimlerini, dozlarını, son kullanma tarihlerini kontrol ettim. Elimdeki görev raporuyla karşılaştırmaya başladım. Raporda uyan ve uymayan ilaçların raporunu tutup tek tek işaretledim. Ve deftere ona göre not düştüm.

Kağıdın kenarını hafifçe buruşturarak defteri kapattım. Tihari hâlâ koltuğa gömülmüş durumda, uzaktan kumandayı arıyordu. Göz teması kurmaktan çekinmedim ama bir şey de demedim. Sadece kısa bir bakış ve ardından tekrar filtre kutusuna odaklanma... Ben işimi profesyonelce yapan birisiydim. Filtre eğer benim değiştirebileceğim gibiyse ve cihaza uyumluysa değiştirecektim. Eğer değiştiremeyeceğim bir şekildeyse "Bunu nasıl takabilirim efendim?" diyerek soracaktım. O da bilmiyorsa deftere filtre takımı için birim çağırma ile alakalı not düşecektim.

Her şeyin sonunda "Bütün almam gereken notları aldım. Şimdi birime gidip bu raporları bildireceğim. Sonra geri döneceğim. Bugün almanız gereken ilaçlar şunlar" diyip ilaçları tek tek masaya dizecektim. Hepsine defterden kağıtlar koparıp notlar yazarak
"Sabah 2 tane öğlen 1 tane aç karna"
gibi notlar yazarak ilaçların önüne koyacaktım. "Beklerseniz bir-iki saat içinde döneceğim. "
İşkolik polis memuru.
Image
► Show Spoiler

Re: [Zengu Dudshuf] Yaşlandık Be

#8
Filtre muhafazasını açmak için plastik mandalı bastırıyorsun ama kapak bir türlü yerinden oynamıyor; parmakların metal kasanın kenarında kayarken, içeriden gelen uğultu kısa bir an kesiliyor, sonra yeniden başlıyor. "Şu lanet şeyin kullanım kılavuzunu nereye koyduğumu hatırlamıyorum." diye homurdanıyor Tihari; bastonunun tokmağıyla konsantratöre vurup "Sözde akıllı makine, bakıcısız kalınca aptallaşıyor." diye ekliyor. Mandalı tekrar zorlayıp gevşeyen contayı fark ettiğinde filtreye dokunman bile mümkün olmadığını, kasayı açmak için özel bir torna anahtarına ihtiyacın olduğunu anlıyorsun. Yaşlı adama dönüp soruyorsun, o ise omuz silkerek "Benim işim soluk almak, tornacılık değil." deyip gözlerini televizyona kaydırıyor. Yapabileceğin başka müdahale kalmayınca dosyalarını toplayıp raporu tamamlamak üzere büroya gitmek için izin istiyorsun, Tihari elini sallayıp "Yolu uzatma da filtrem tıkanmadan dön, yoksa beni morg raporuna yazmak zorunda kalırsın." diye aksi bir vedayla seni uğurluyor.

Sokağa çıkar çıkmaz rüzgar uğultusu, çatılardaki küçük türbinlerin pervanelerini döndürerek hafif bir vızıltı yaratıyor. Adımların, aktif karbon asfaltın üzerine ritmik bir tıkırtıyla düşerken elindeki notlara göz gezdiriyorsun: E-04 filtresi / Tornavida anahtarı — teslim birimi; ilaç eşleştirme tutarsızlığı; televizyon alıcı arızası… O sırada önünden geçen karayosunlu kaldırım taşına takılıp dengen bozuluyor; kağıtlar havaya savruluyor ve bir anlık dikkatsizlikle, köşeden hızla gelen biriyle omuz omuza çarpışıyorsun. İnce bir "Ah!" sesiyle genç bir kadın yere oturuyor; telefonuyla not defteri arasına sıkışmış gözlüklü çerçevesi çınlayarak kaldırıma düşüyor. Eğilip yardım etmeye davranıyorsun ama kadın eliyle seni nazikçe durduruyor. "Ben iyiyim, merak etmeyin." diyor sakin bir tonla.

Dizlerinin üzerine yükselirken güneş, açık kestane rengi saçlarındaki bakırı ortaya çıkarıyor; yüzünde, irili ufaklı çiller çene hattından elmacık kemiklerine serpiştirilmiş. Zümrüt yeşili gözleri bir an seninkilere kilitleniyor, nefesini toplar toplamaz dudağında hafif bir kıvrımla gülümsüyor ve avucunu tozdan silkeleyip eşyalarını topluyor. Parmaklarının eklemleri zarif ama keskin, cebinden çıkardığı ince kalem, tırnaklarına sürülmüş soluk mor ojeyle neredeyse aynı renkte. Dokunmadan önce omzuna elini koyuyor, sıcaklığı, tişörtünün dikişlerini hissedecek kadar yakın. "Peki ya siz?" diyor yumuşak ama berrak bir sesle. "Sizce de artık yükselme vakti gelmedi mi?" Sanki basit bir nezaket cümlesi değil, içeriden gelen bir bildiri gibi. Göğsünde anlık bir sıkışma hissediyor, bu yabancının nasıl olup da seni tanıyormuşçasına konuştuğunu anlamlandıramıyorsun. Kadın, sorunun yarattığı dalgalanmayı gözlerinde görüp keyif almış gibi başını eğerek tekrar gülümsüyor, ardından çantasını omzuna asıp kalabalığa karışıyor.

Tuhaf huzursuzluk hissi hala midende kıvrılırken belgelerini toparlayıp yoluna devam ediyorsun. Sağlık Koordinasyon Bürosu’nun mat gri cephesi ilerde yükseliyor, otomatik kapılar, kimliğini okur okumaz hışırdayarak açılıyor. İçerideki bekleme alanında sabah saatlerinde tanıştığın tıknaz depo sorumlusu gözlüğünün üzerinden bakıp sesleniyor. "Rapor mu geldi?" Notlarını uzatınca belgeleri hızlıca tarıyor, başını sallıyor. "Tedarik zinciri sıkışık ama hallederiz, E-serisi filtreyi yarına yetiştirmeye çalışırım." Ardından tereddütsüz bir ses tonu ile "Gitmeden bir çay iç ya." diyor ve işaret bile beklemeden arka tezgahtan buharlı bir bardak çayı önüne koyuyor.

Çayın dumanı burnuna eski Tihami limanındaki yosun kokusunu çağrıştırırken adam sandalyeye ilişip meraklı bakışlarını sana dikiyor. "Tihami’de hayat nasıldı kanka?" diye soruyor, samimiyetle ama biraz da klişeyle. "Balıkçılık falan yapıyormuşsunuz siz galiba… Dalga sesleri, taze kılıçbalığı, öyle şeyler?" Sorusunu henüz yanıtlamadan, kupandaki çayın yüzeyinde kendi yansımanı görüyorsun, belirsiz bir endişe var üstünde.

Re: [Zengu Dudshuf] Yaşlandık Be

#9
Filtre kapağı inatla kıpırdamamıştı. Mandalı bastırdım, contayı zorladım, ama kasa milim oynamadı. Uğraştıkça yalnızca parmaklarımda iz kaldı. "Basit bir filtre için bile özel anahtara muhtaç kalmak mı? İyiymiş..." diye düşündüm. Tihari'nin bastonuyla makineye vururken söylediği sözleri umursamadım.

Not defterini elimde çevirerek sokağa çıktım. Rüzgar türbinlerini döndürüyor, havada sabit bir uğultu… Alışılmış. Adımlarımı ritmik tuttum, düşüncelerimi toparlamaya çalışırken notlara göz gezdirdim. E-04 filtresi — tedarik birimi. Tornavida anahtarı lazım. Televizyon arızası. Bir de eşleşmeyen ilaç. Yazmaya başladım, kenar boşluklarına küçük simgelerle kodlayarak. Kalemi kaldırmadan yürürken…

Ayağım, yosun tutmuş kaldırım taşının kenarına takıldı. Dengemi kaybettim, belgeler elimden savruldu. "Hay...!" Sert bir çarpışma. Omuz omuza bir darbe, diz kapağım yere indi. Karşımda yere oturmuş bir kadın. "Pardon— Özür dilerim, ben— İyi misiniz?" dedim, not defterine yönelirken. Eğildim ama eliyle kibarca durdurdu. “Ben iyiyim, merak etmeyin.”

Sesi netti. Dizlerinin üzerinden doğrulurken saçlarının arasında güneş parladı. Açık kestane... Renk analizine gerek yok, bakır oranı yüksek. Yüzünde çiller — rastgele değil, belirli dağılımda. Gözleri yeşil, tam zümrüt tonuna yakın. Cilt tonu, tırnaklarındaki soluk mor ojeyle iyi kontrast oluşturmuş. İnce kalemiyle not defterini toparladı, ben de belgeleri toplarken birkaçına toz bulaştığını fark ettim. Kolumda bir sıcaklık. Elini omzuma koymuştu. “Peki ya siz?” dedi. “Sizce de artık yükselme vakti gelmedi mi?”

Sesindeki vurgu sıradan değildi. Boş bir laf gibi değildi. Bilinçaltıma doğrudan dokunmuş gibiydi. Yükselmek mi? Ne demek bu? Nereden biliyor? Göz temasını sürdürdüm, ama birkaç saniye sonra gülümsedi ve arkasına bakmadan kalabalığa karıştı. Aklımda kalan soruyu cebime koydum, gözlemle yetindim. Duygusal değildi tepkim. Analitikti.

Defteri açıp sayfanın altına not düştüm:
- Kadın, yaş: 25–30 arası. Saç: Açık kestane. Göz: Yeşil. Cilt: Açık tonlu, çilli. Tırnak: Soluk mor oje. Kalem: Mor.
- “Sizce de artık yükselme vakti gelmedi mi?”
- "Yükselme vakti" ifadesi. Bilinçli söylem?

Yürüyerek Sağlık Koordinasyon Bürosu’na vardım. Otomatik kapılar açıldı, içerideki görevli — sabah tanıştığım tıknaz adam — gözlüğünün üstünden bakarak seslendi: Raporu inceledi ve yarına filtreyi getireceğini söyleyip çay ikram etti. Beklenmedik teklif karşısında reddedemeden kendimi çay masasında buldum.

Çayı elime aldım, ama içmedim. Bardaktaki yansımama baktım. Endişeli gözüküyorum. Camın içinden bana bakan bir yüz: Denizaltının penceresinden dışarıyı izleyen Zengu. Suyun rengi gri, görüş alanı bulanık. Kadının sesi yeniden içimde yankılandı: “Yükselme vakti gelmedi mi?”

Denizaltındaki Zengu düşüncelere daldı. E-04 filtresi. Tıkanırsa oksijen kesilir. Morg.
Zengu artık denizaltında değil. Metal bir masada uzanıyor. Beyaz kefene sarılmış.
Yüzü… yaşlı adamın yüzüyle örtüşüyor. Tihari.
Görev başarısız. Filtre değişmedi. Zaman yetmedi.
Yükselmek istiyorsan, görevi tamamlamalısın.
Yükselmek ne demek? Rütbe? İtibar? Kabul görmek?
Ailede kabul görmek.
Yükselmek...
Yükselmek = Kabul görmek.
Başarmak için harekete geç.


Birden doğruldum, çayı tek yudum bile almadan masaya bıraktım. Tihami hakkında sorulan soruyu duymamıştım bile. Adama bakıp:
“E-04 filtresini nereden temin edebilirim? Ve özel torna anahtarı gerekiyor. Neredeyse gidip almam gerek. Acelem var.” Sonra tekrar çaya bakıp, "Çay için teşekkürler ancak vakit kaybedemem" demiştim. Belki yaşlı adamın durumu o kadar acil değildi ancak burada oturup lak lak etmek istemiyordum.

Eğer söylerse filtre almak için yola koyulacaktım. Neredeyse oraya gidip önce filtreyi sonra anahtarını alacaktım. Bilmiyorsa yine çıkacaktım ve bu sefer televizyoncuya gidecektim. Televizyoncuya arızadan bahsedip bunun için uygun anten var mı diye soracaktım. Gerekirse kendi cebimden ödeyecektim. Zaten çok para sıkıntısı çektiğim söylenemezdi. Çok darda kalırsam babamdan borç alırdım. Gerçi bu aşamaya getirmemek benim için daha iyi olurdu. Gerekmedikçe böyle bir seçeneğe başvurmak istemem.

Yine yolda bir eczane ile karşılaşırsam içeri girip ilaçların listesini ve yaşlı adamda olan ilaçları gösterecek ve eczacının bu ilaçlar hakkındaki değerlendirmesini soracaktım. Eksik ilaç varsa yine temin edecektim. En son yine yaşlı adamın kapısının önüne varacaktım. Kapı ziline basıp bekleyecektim. Yolda sigara işini halledecektim. Yaşlı adamın yanında sigara içmek olmaz.
İşkolik polis memuru.
Image
► Show Spoiler

Re: [Zengu Dudshuf] Yaşlandık Be

#10
Çayı bırakıp ani bir hareketle ayağa kalktığında fincanın ince çini dudağı masaya çarparak tiz bir ses çıkarıyor, berrak sıvının yüzeyinde savrulan küçük titreşim halkaları Keldren’in kaşlarının çatılmasına eşlik ediyor. "Bu kentte acele edenler ya yükselir ya da yutulur, genç." diye homurdanıyor, ağır gözlüğünü burnunun ucuna indirerek sana bakıyor. "Ama filtrenin nereye gittiğini sormayı başardığına sevindim en azından." Masanın kenarındaki eski model veri terminaline uzun parmaklarıyla birkaç komut giriyor, ekran soluk yeşil bir ışıkla yanıp sönüyor. "E-Serisi filtreler ile onları sökmek için gereken AL-4 tip anahtar, Tedarik Hangarı 3-C’de tutuluyor. Çoğu kişi depo demez, Labirent der. Ön kapıdan gir, üçüncü koridora sap, sağdaki asma kata çıkan dökme merdivenleri takip et. Stokçu bir nöbetçi vardır, elinde resmi raporun varsa yardımcı olur. Senin rapora acele damgası vuruldu, yarın sabaha kadar beklemeye niyetliysen bile filtrenin bu akşam takılması makbul." Çayını içmediğin için özrünü beklemeden sandalyesini geri itip ekliyor. "Ve bir dahaki sefere misafirperverliği geri çevirmeden önce tatmaktan zarar gelmez, Tihami usulü demledim onu."

Koridorun floresan ışıkları altından hızla geçerken kendini hafif bir suçluluk duygusuyla yakalıyorsun, Keldren’in sözleri kapı eşiklerinin ardında kalsa da kulaklarında tınlamayı sürdürüyor. Otomatik kapılar kapanırken güvenlik turnikesinin üzerine çizilmiş eskitme bir ok sembolü gözüne çarpıyor. Gün batımı silüeti, Haarian’ın kuzey depolama bölgesinde yer alan dev beton blokların keskin kenarlarını turuncu bir hatla boyarken "Labirent" adının hakkını veren geniş bir kompleksin ana kapısına ulaşıyorsun. Hava, türbin vızıltılarının yerini alan ağır nakliye dronlarının pervane uğultusunu taşıyor, yere serili sarı-siyah güvenlik şeritleri güneş ışığında solgun bir örümcek ağı gibi duruyor. Sensör direklerinden ikisi hala inşa halinde, çelik kolları pas payı yüzünden kahverengiye dönmüş, dengesiz bir şekilde gri göğe uzanıyor.

Turnikeyi geçerken gövdeni tarayan soğuk foto-iyon ışını hafif bir karıncalanma bırakıyor, kimliğin okunur okunmaz paslanmaz çelik kapı ağır bir iç çekişle yana kayıyor. İçeri adım atar atmaz keskin dezenfektan kokusu metallik tozla karışıp genzini yakıyor. Tavandan süzülen beyaz ışık seli, tavan vincinin kancasını karanlık zemin üzerinde dev bir sarkaç gölgesi gibi sallıyor.

İlk iki koridoru geçiyorsun, paletli sürücüler, raflı robot kollar, gri plastik kaplı konteynerler sıralanmış. Üçüncü koridorda duvarlar daralıyor, tünel hissi artıyor. Kelepçelenmiş kablolar tavan boyunca uzanırken arada tek tük yanıp sönen turuncu uyarı lambaları "DEPOLAMA ALANI KISITLI ERİŞİM" yazısını sergiliyor. Sağ köşedeki dökme demir merdivenin basamakları yağdan kaygan, tırabzanı kavradığında avucunda metalik bir film bırakıyor. Yukarıdaki asma kat, yalnız kalmış bir komuta balkonu gibi depo manzarasına bakıyor.

Korkulukların ardında, askılı tulumunun ceplerini aletlerle doldurmuş, kısa boylu ama geniş omuzlu bir kadın görevlinin seni süzdüğünü fark ediyorsun. Tulumunun göğsünde solmuş leylak rengi bir rozet var, rengini çarpıştığın kadının ojelerinden anımsıyorsun ama dudak büküp tesadüfe yoruyorsun. Görevli, kolundaki tarayıcıyı kapatıp seni işaret ediyor. "Stok raporuna göre acil E-Serisi talebi sensin." diyor kısık ama tok bir sesle. "Alda ben. Rapor kodu?"

Rapordan kopardığın damgalı formu uzatırken, tırnaklarındaki soluk yağ izlerinin kenar boşluğa iz bıraktığını görüyorsun. Alda dosyayı hızlıca okuyor, sonra gözlerini kısarak sana bakıyor, yüzünde işini ciddiye alan ama sınayan bir ifade. "Peki." diyor, rafların arasında kaybolan bir patikaya yönelirken. "Anahtar setini hemen verebilirim, ama filtreden elimizde son bir tane kaldı. Onu da teknik testten geçmeden bırakmam. Kullanıcının oksijen cihazı kaçıncı nesil? 6-B mi, 7-C mi?" Tam hatırlayamıyorsun, belki de pek dikkat etmemişsindir. Alda elindeki PDA’ya birkaç not girip duraksıyor. "6-B ise, filtreden önce sensör adaptörü de gerekecek."

Merdivenin paslı korkuluğuna yaslanmış haldesin, yüksek kubbeli depoda forklift sirenleri inliyor, alt kattaki otomatik raf robotları düzeni bozacak şekilde arıza alarmı verip kendi eksenlerinde dönmeye başlıyorlar. Kule vinç gölgesinin ucu tam ayaklarına düşüyor, tavandan gelen sarı alarm ışığı gölgeni yukarı çekiyormuş gibi titreştiriyor. Yükselme… yükselme… kelime zihin kıvrımlarında yankı buluyor. Alda bir anlığına gülümsüyor ve "İlk günün mü?" diye soruyor.
Post Reply

Return to “Haarian”

cron