Re: [Ana Kurgu] Başlangıç

#11
Pisan, Livei'nin sözlerini dikkatle dinliyor, tek bir kelimesini bile kaçırmıyor. Livei, Ten'in intikamından bahsettiğinde, Pisan'ın gözlerinde hafif bir titreme fark ediyorsunuz. Başını hafifçe yukarı kaldırıyor, derin bir nefes alarak duygularını bastırmaya çalışıyor. Ardından, yavaşça elini uzatıp Livei'nin başına koyuyor ve saçlarını nazikçe okşuyor. "Başaracağız evlat." diyor kararlı bir ses tonu ile. "Başarmadığımız bir senaryonun olmasına izin vermeyeceğim." Tam o anda, kapıdan içeriye ellerinde tabaklarla dolu tepsiler taşıyan hizmetliler giriyor. Pisan, yüzünde bir gülümsemeyle size dönüyor. "Ama önce karnımız doysun!" diye neşeyle ekliyor. Hızla odanın ortasında büyük bir masa kuruluyor. Üzerine beyaz bir örtü seriliyor, her biriniz için özenle hazırlanmış servisler yerleştiriliyor: önlükler, çatal bıçak takımları, kristal kadehler... Ortam, bir anda resmi bir ziyafet havasına bürünüyor. Bir garson, elinde büyük bir tabakla yanınıza yaklaşıyor. "Efendim." diyor nazik bir sesle. "Sizlere Himota'nın özel lezzetlerinden olan bonfileyi takdim etmek istiyorum. Bu etimiz, dağlarımızda özgürce otlayan sığırlarımızdan elde edilir. Etin yumuşaklığı ve lezzeti, hayvanların doğal beslenmesinden gelir. Geleneksel olarak, özel baharat karışımımızla marine edilip odun ateşinde pişirilir."

Tabaklar önünüze konulduğunda, bonfilenin mis gibi kokusu iştahınızı kabartıyor. Et, dışı hafifçe kızarmış, içi ise sulu ve yumuşak görünüyor. İlk lokmayı aldığınızda, etin ağızda dağılan dokusu ve baharatların mükemmel uyumu damaklarınızda bir şölen yaratıyor. Yemeklerin tadını çıkarırken, garson tekrar yanınıza geliyor. Bu kez elinde, üzerinde yoğurtlu bir sosla servis edilen köfteler var. "Sırada, Himota'ya özgü özel bir köftemiz var." diyor gururla. "Bu köftelerimiz, pirinç ve kıymanın özel bir oranla karıştırılmasıyla hazırlanır. İçine taze otlar ve baharatlar eklenir, ardından hafifçe kızartılır. Üzerine döktüğümüz yoğurtlu sos ise, lezzetine lezzet katar." Köftelerin tadı gerçekten de benzersiz. Dışı hafif çıtır, içi ise yumuşacık ve aromatik. Yoğurtlu sos, köftenin lezzetini tamamlayarak damakta hoş bir serinlik bırakıyor. Tam artık doyduğunuzu düşünürken, garsonlar bu kez devasa bir et parçasıyla geri dönüyorlar. Tabak neredeyse masanın yarısını kaplıyor. Garson, gözlerinizdeki şaşkınlığı fark ederek gülümsüyor. "Bu gördüğünüz, 'Koca Oğlan' adını verdiğimiz özel bifteğimizdir." diyor. "Bu et, Himota'nın en büyük ve en lezzetli sığırından elde edilir. Geleneksel olarak, dokuz aileyi bir arada doyurabilecek büyüklükte hazırlanır. Özel günlerde ve önemli misafirlerimiz için servis ederiz." Bifteğin büyüklüğü karşısında hepinizin gözleri fal taşı gibi açılıyor. Ancak iştahınız, bu devasa eti denemek için sizi cesaretlendiriyor. İlk dilimi aldığınızda, etin lezzeti ve yumuşaklığı sizi bir kez daha büyülüyor. Pisan, neşeyle kahkaha atarak "Hadi bakalım! Himota'nın gücünü tadın!" diye teşvik ediyor. Yemek boyunca sohbet koyulaşıyor, ancak herkesin aklında yaklaşan tehlikenin farkındalığı var. Pisan'ın misafirperverliği ve Himota mutfağının lezzetleri, bu kısa an için bile olsa sizi endişelerinizden uzaklaştırıyor.

Pisan, yemeklerin tadına bakmanız için sizi teşvik ettikten sonra, yüzündeki neşeli ifade yavaş yavaş ciddiyete bürünüyor. Gözleri, bir liderin sorumluluğunu taşıyan derin bir düşünceyle parıldıyor. Size doğru hafifçe eğilerek konuşmaya başlıyor. "Livei, söylediklerinin her bir kelimesini anladım ve ciddiyetini tamamen kavradım. Birinci Kıta, atalarımızın kanıyla sulanmış, bizim evimizdir. Onu sonuna kadar savunmak boynumuzun borcudur. Ancak, eğer Dünya'nın gücü gerçekten de bu kadar büyükse, halkımızın ve özellikle en değerli savaşçılarımızın güvenliğini de düşünmek zorundayız." Size tek tek bakarak devam ediyor. "Gerekirse, en güçlü askerlerimizi ve liderlerimizi İkinci Kıta'ya göndermek mantıklı bir adım olabilir. Böylece hem burada direnişimizi sürdürürken hem de orada yeni bir strateji planlayabiliriz. Fakat bu kararı tek başıma alamam. Himota'nın kaderi, sadece benim değil, halkımızın ve müttefiklerimizin ortak kararlarıyla şekillenmeli." Derin bir nefes alıyor. "Bu nedenle, bir Pakt Görüşmesi düzenlememiz şart. Diğer liderlerle bir araya gelmeli, stratejimizi ortaklaşa belirlemeliyiz. Hepimizin aynı amaç için birleşmesi gerekiyor." Tam bu sırada Bok, sessizce söze giriyor. "Biz de aynı amacı paylaşıyoruz." diyor kararlı bir sesle. "Eğer birlikte hareket edersek, şansımızı artırabiliriz." Pisan, Bok'un sözlerini duyunca başını hafifçe sallayarak ona bakıyor. "Öyleyse, bu işi birlikte başaracağız."

Aniden ayağa kalkıyor ve ceketini düzeltiyor. "Siz yemeğinizin tadını çıkarın. Benim görüşme öncesinde halletmem gereken bazı işler var. Pakt Bölgesi'nde buluşacağız." Pisan, size son bir kez bakıp odadan ayrılırken, arkasında kararlı bir hava bırakıyor. Onun ayrılışının ardından odada kısa bir sessizlik hakim oluyor. Bok, bu sessizliği bozarak size dönüyor. "Pakt Bölgesi'ne gidip Stefaw Dudshes ile konuşmak mantıklı olacaktır." diyor. "Onun desteği, Tihami'deki direnişi güçlendirebilir." Yemeğinize geri döndüğünüzde, lezzetli yemekler sizi bekliyor. Friks, önündeki devasa 'Koca Oğlan' bifteğine bakarken gözleri parlıyor. "Bunu tek başıma bitirebilirim." diye iddialı iddialı konuşuyor. Yemek boyunca Friks'in iştahına şaşkınlıkla tanık oluyorsunuz. Tabak tabak etleri silip süpürürken, sonunda yüzünde hafif bir kızarıklık ve baş dönmesiyle geriye yaslanıyor. "Sanırım... biraz abarttım. N'oluyor bana amına koyayım..." diye mırıldanıyor gülümseyerek. Mitga, Friks'e bakıp gülüyor. "Dostum, sana biraz kas yapmak lazım. Tüm şu işler bitince seni bir dojoya götüreyim." Bu neşeli anların tadını çıkarırken, yaklaşan tehlikeye rağmen ekibin moralinin yüksek olduğunu görmek sizi rahatlatıyor.

Yemeğinizi bitirdikten sonra hepiniz bir araya geliyorsunuz. Bok, sizi yanına çağırarak "Hazırsanız, Pakt Bölgesi'ne ışınlanabiliriz." diyor. Onayladığınızı görünce, Bok'un etrafınızda oluşturduğu enerji dalgasını hissediyorsunuz. Bir anlık bir parıltı ve hafif bir sarsıntının ardından, gözlerinizi açtığınızda kendinizi Pakt Bölgesi'nin kalbinde, lüks bir otelin önünde buluyorsunuz. Etrafınıza baktığınızda, bölgenin sakin ama bir o kadar da ihtişamlı atmosferi sizi karşılıyor. Modern mimarinin izlerini taşıyan binalar, geniş caddeler ve etrafta dolaşan insanların huzurlu hali, kısa bir an için sizi içinde bulunduğunuz durumdan uzaklaştırıyor. Bok "Stefaw Dudshes'in odası bu otelde olmalı." diye açıklıyor. "Otelin içindeki salonda onu bulabiliriz belki." Hep birlikte otele doğru adım atarken, yaklaşan görüşmenin ve yapmanız gereken planların ciddiyeti yeniden üzerinize çöküyor. Ancak birbirinize olan güveniniz ve kararlılığınız, bu zorluğun üstesinden gelebileceğinize dair inancınızı tazeliyor.

Otelin geniş salonuna adım attığınızda, yüksek tavanlardan sarkan avizelerin ışığı sizi karşılıyor. Mermer zeminin üzerinde yankılanan adımlarınız, lüks ve ihtişamın hakim olduğu bu mekânda hafifçe kayboluyor. Salonun girişindeki rahat koltuklardan birinde, Frip ve Stefaw Dudshes'in sohbet ettiğini fark ediyorsunuz. Frip, sizi gördüğü anda gözleri parlıyor. Hızla ayağa kalkarak Mabi'ye doğru koşuyor ve onu sıkıca kucaklıyor. "Mabi! Bana bir rota verilmedi, bu yüzden en mantıklısı Stefaw Dudshes'i kontrol etmekti diye düşündüm ve buraya geldim." Stefaw Dudshes de yavaşça ayağa kalkıyor. Onu dikkatle incelediğinizde, ne kadar zayıfladığını ve yorgun göründüğünü fark ediyorsunuz. Kıyafetleri yıpranmış, yüzünde derin çizgiler belirmiş. Gözlerindeki hüzün ve kararlılık aynı anda hissediliyor. Stefaw, ağır adımlarla size doğru yaklaşıyor. Tam önünüzde durduktan sonra, aniden dizlerinin üzerine çöküyor. "Tihami savaşı sırasında gösterdiğiniz çaba ve verdiğiniz kayıplar için her birinize minnettarım." diyor titrek bir sesle. "Ülkem için yaptıklarınız asla unutulmayacak." Bu beklenmedik jest karşısında hepiniz şaşkınlıkla birbirinize bakıyorsunuz. Kalbinizde sıcak bir duygu, gözlerinizde ise hafif bir nem beliriyor. Stefaw, yavaşça ayağa kalkıyor ve gözlerini Bok'a çeviriyor.

"Bok, seni ve Shisha'yı affediyorum. Affedicilik, bu dünyada en önemli erdemlerden biri. Barış yolunda ilerlemek için geçmişi geride bırakmalıyız. Bundan sonra dostuz." Bok, bu sözler karşısında gözleri dolarak bir adım öne çıkıyor. Elini uzatarak "Stefaw, senden özür dilerim." diyor, sesi duyguyla titriyor. "Geçmişte yaptıklarım için pişmanım ve senin affın benim için çok değerli." İkisi el sıkışırken, aralarındaki buzların eridiğini hissediyorsunuz. Bu anın ağırlığı ve önemi, kalplerinize işliyor. Barışın ve birlikteliğin gücünü bir kez daha anlıyorsunuz. Sessizce bu sahneyi izlerken, içinizde yeniden filizlenen umut ve inancı hissediyorsunuz. Stefaw Dudshes'in bu içten davranışı, herkesin kalbinde yeni bir sayfa açıyor. Stefaw, bakışlarını ekibin üzerinde gezdirerek "Şimdi, önümüzde büyük bir görev var. Birlik olup Dünya'ya karşı duracağız." diyor. Bok, başını sallayarak onaylıyor. "Birlikteyiz ve gücümüzü birleştirdiğimizde yenilmeyiz." Bu duygusal ve birleştirici anın ardından, hepiniz içten bir gülümsemeyle birbirinize bakıyorsunuz. Artık sadece bir ekip değil, aynı zamanda birbirine kenetlenmiş bir aile gibisiniz. Önünüzdeki zorluk ne olursa olsun, bu bağın size güç vereceğini biliyorsunuz.
Off Topic
Wændz Neidthad | x2 Haberli Pasiflik

Re: [Ana Kurgu] Başlangıç

#12
Pisan'ın buyurması üzerine yemek hazırlıkları derhal başlatılmıştı. Millet yemeğe epey hevesli görünüyor olsa da benim zihnim karmaşaya boğulmuştu. Boğazımdan bir şey geçebilecek miydi emin değildim ancak bunca mesele içerisinde anlamsızca dikkat çekmek de istemiyordum. Pisan bizi kaçınılmaz olan savaşa karşı motive etmek istiyordu sanırım.

Yemekler masaya özenle kurulurken bazılarının yemeği yerkenki neşe dolu seslerini duyabiliyordum. Herkesin içinde olacaklara karşı çeşitli duygular yaşadığına inanıyor olsam da bulunduğum ortam huzurumu kaçırıyordu. Belki de doğru olanı onlar yapıyorlardı. Büyük savaş öncesi gücünü koruyan savaşçılardı. Ancak ben kendimi bir savaşçı gibi hissetmiyordum. Ben bu savaşın hiç olmamasını yeğler ve durdurulabilmesi için, en azından en az zararla atlatılabilmesi için çabalamayı tercih ederdim. Bunun için de buradaydım bir noktada. Livei şimdiye kadar gördüğüm en etkili kişi olmuştu. Onları bırakırsam zaten kaos içerisinde bilemediğim onca şeye karşı iyice savunmasız kalır ve mevcut yeteneklerimin de belki de ziyan olmasına sebep olurdum.

Yemeklerin tadına bakmanın kıyısında dolanırken midem bir türlü dolmak istemiyordu. Pisan'ın ciddiyete kavuştuğu noktada ise aldığım nefeste bir rahatlama yaşamış, sorumluluk alacak yüksek mertebe bir ses duyacağıma inanıyordum. Livei'nin üç gün içerisinde olacaklarla ilgili sözlerine kulak vermiş ve ikinci kıtaya önemli insanları göndermeye sıcak yaklaşmıştı. Pisan derhal harekete geçtikten sonra Bok'un bizi pakt bölgesine ışınlayacak oluşuyla kendimi hazırlıyordum.

Işınlandığımız yer bir otelin önüydü. Tanımadığım biri ile görüşmeye gelmiştik ve içeri girdiğimizde onu Frip ile konuşuyorken bulmuştuk. Aralarında geçen diyalog beni kapsamıyordu ancak Dünya'ya karşı duracak oluşumuzda ortaktık. Tek tek güçleri birleştirmek üzere hareket edecektik belli ki. Gezerken burada göreceklerim bana ne katacaktı emin değildim. Bu yüzden belki de yolumu ayırıp kendimi yeteneğimi kullanacak uygun bir yere gitmeliydim. Mesela, ikinci kıta, tesisin bulunduğu yer.

Mitga'nın yanına gidecek ve "Livei ile konuşmama katılır mısın?" diye rica edecektim. Her ne kadar garip yaşanmışlığımız olsa da olayların ciddiyetinden dolayı onunla konuşmaktan geri duramazdım. Kabul ederse birlikte Livei'nin yanına gidip dikkatini çekecektim. Ardından "Müsaitsen biraz konuşabilir miyiz?" diyerek özel konuşabileceğimiz bir alana kadar eşlik etmesini isteyecek ve "Zamanımızın kısıtlı oluşunu dikkate alarak ben de bu süreyi etkin değerlendirmek istiyorum. En önemli insanlardan destek aldığımızı görmek bana daha da moral veriyor ancak elimden geleni yapıyormuş gibi hissetmiyorum. O yüzden, ikinci kıtadaki tesisin durumunu sormak istedim. Yetenekli bilim insanlarıyla yeteneğimi sınamak ve Mitga'nın durumunu kontrol etmek için bana tesiste gerekli imkanları sağlayabilir misin?" diye soracaktım. Mahcubiyetimin yanında olacaklar konusundaki huzursuzluğumu gizlemenin kimseye faydası olacağını düşünmediğimden bu duygularımı net bir şekilde belli ediyordum.
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Başlangıç

#13
Pisan herkese kocaman bir ziyafet çektirmişti. Yemeklerin biri gidiyor diğeri geliyordu. Livei ne kadar çok çeşit olduğunu saymayı bırakmıştı artık. Yemek esnasında Pisan olayın ciddiyetini anladığını, elinden gelen yardımı yapacağını dile getirmişti. Bu kararı tek başına alamayacağını, tüm liderler ile Pakt Görüşmesi yapmaları gerektiğini söylemişti. Livei de buna katılıyordu. Eğer çok hızlı bir şekilde halledebilirlerse en azından tüm liderlerle görüşme işini tek celsede halletmiş olurlardı. "Çok az vaktimiz var, acele etmeliyiz." Bok da Stefaw Dudshes ile görüşmelerinin faydalı olabileceğinin altını çizmişti. Livei konuşulanları başıyla onayladı. O esnada Friks de hayvan oğlu hayvanlık yaparak koca bifteği gömmüştü. Sonra da fazla kaçırdığı için sızlanmaya başlamıştı. Livei bu kadar ciddiyetin ortasında onun bu haline kahkaha atmaktan geri duramadı. Adamın bir şeyi iki dakika olsun ciddiye aldığı yoktu. Gerçi... Bazen de alıyordu. Sadece çaktırmıyordu.

Yemekten sonra Bok'un önderliğinde Pakt Bölgesi'ne ışınlanmaya karar verdiler. Bir otelin önüne gelmişlerdi. Bok nereye ışınlanması gerektiğini nasıl ayarlıyordu acaba? Bok Stefaw Dudshes'ın bu otelde olabileceğini söylemişti. Bunun üzerine hızlıca otele girdiler. Oldukça zevkli ve lüks eşyalarla döşenmiş otelin geniş bir bekleme salonu vardı. Salonun girişinde de Frip ve Stefaw Dudshes sohbet ediyorlardı. Frip geldiklerini görünce hemen onlara doğru koşmuştu. Kendisine yönerge verilmediği için Stefaw ile görüşmenin yapılacak en doğru şey olduğunu düşündüğünü söylemişti. Onlar Mabi ile hasret giderirlerken Stefaw Dudshes de onlara dönmüştü. Perişan halde görünüyordu. Bundan aylar önce savaş komutasındaki Stefaw ile alakası bile yoktu. Üstü başı parçalanmış, yorgunluktan gözlerinin altı çökmüş, saçı başı dağılmış, stresten resmen yaşlanmış, adeta köpek saldırısından çıkmış gibiydi. Önlerine geldikten sonra aniden dizlerinin üzerine çökerek Tihami Savaşı'nda gösterdikleri çaba için teşekkür etmişti. Bunu duyunca Livei tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. Hayatta pek çok kötü deneyim yaşamıştı ancak içlerinde en geri dönmek istemediği nokta Tihami Savaşı'ydı. O gün onun bir parçasını kaybettiği, sonsuza dek değiştiği gündü. O günden beridir eski kendisini arıyor ancak ne kadar uğraşsa da bulamıyordu. Travmalarını tetiklediği için o savaşa dair iyi ya da kötü herhangi bir şey duymak onu rahatsız ediyordu.

Stefaw ayağa kalkıp Bok'u da ihaneti için affettiğini söylemişti. Bok da çok pişman olduğunu söylemişti. Böylece birbirlerini affedip el sıkışmışlardı. Livei herhangi bir yorum yapmadan izledi sahneyi. Dokunaklı olması gereken bir sahneydi ancak nedense onun içi bir türlü soğumuyordu. O savaşta yediği radyasyonun etkilerini vücudu hala ara ara belli ederken olanları sindirip unutması pek mümkün görünmüyordu. Stefaw onlara dönüp birlik olup Dünya'ya karşı durmaları gerektiğini söylediğinde dilini tutamadı. "Birlik olmak Endud Asgama'yı da içeriyor, farkındasınız değil mi? Her ne olursa olsun, aramızdaki tüm kırgınlıkları unutup Dünya'ya odaklanmamız gerekiyor. Yoksa kazanamayız. Ve sonuç olarak da Tihami'nin lideri Endud Asgama, savaşı o kazandı." Livei onun gerçeklerin ne kadar farkında olduğunu bildiğinden emin olmak istiyordu. "Bunun hepimiz üzerindeki duygusal yükünün farkındayım ama gerçeklere hazırlıklı olmalıyız."

Bu esnada Wændz ona yaklaşarak özel konuşmak istediğini söylemişti. Yanında Mitga da vardı. Livei diğerlerinden uzakta, boş bir köşeye onları takip ettikten sonra ne diyeceğini dinlemeye başladı. Wændz elinden geleni yapabiliyormuş gibi hissetmediğini, İkinci Kıta'daki tesise gidip yeteneklerini sınamak ve Mitga'nın durumunu kontrol etmek istediğini söylemişti. "Mitga'nın durumu mu? Mitga'nın nesi var ki?" Livei şaşkınlıkla gözlerini ikisinde gezdirdikten sonra cevap beklemeden devam etti. "Biz de planı son haline getirdikten sonra İkinci Kıta'ya gideceğiz gibi duruyor. Saatiniz var mı? Haberleşebiliyor olmamız lazım. Savaşta size ihtiyacımız olabilir. Tesisin durumunu bilmiyorum açıkçası Thomas ya da Mabi daha iyi bilebilirler ama gidip bir kontrol etmenizde fayda var. Belki aradığınız cevapları ve daha fazlasını da bulabilirsiniz. Hatta istiyorsanız Mavi Yıldız'dan bilgisi olabilecek birilerini de yanınıza alın."
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Başlangıç

#14
Pisan ve Livei konuşmaya devam ederken, benim aklım sadece ete çalışıyordu. O kadar acıkmıştım ki, şuan karşıma canlı kanlı bir hayvan koysalar onu boğarak öldürür ve pişirmelerini isterdim muhtemelen. Pisan'ın dediği gibi, başaracağız, et yemeyi başaracağız, karınlarımız doyacak. Karınlarımızın doymadığı bir senaryonun olmasına izin vermeyeceğim. Odanın ortasına konulan masada elime çatalı bıçağı almadan heyecanla beklemeye başlamıştım. Önüme nasıl bir et gelirse gelsin, löps diye ağzımın içine koyacak ve mideye indirecektim. Bonfilenin mis gibi kokusunu aldığım anda gözlerim kedilerin gözleri gibi bir anda büyümüştü, hızla elimi etin üstüne atıp kocaman eti mideye indirdikten sonra devamını beklemeye başlamıştım. Kudretli Ayı'yı beslemek kolay değildi ve az biraz beni tanıyorlarsa, bunu da biliyor olmaları gerekirdi. Himota'ya özgü olan köfteler geldiğinde yine çatal kullanmadan hepsini sanki içime oksijen çekiyormuş gibi çekmeye ve atmaya başlamıştım. Köftelerin nasıl yapıldığından falan bahsediyorlardı, ancak bu şuan umurumda bile değildi. Ağzımın içinde dönen festivale odaklamıştım kendimi. Bu festivalin içinde kaybolmaktan çok memnundum. Dünya'nın ne yapacağı sikimde bile değildi.

Ancak, sonrasında Frip'ten sonra aşık olacağım bir şey konuldu önüme. Koca Oğlan adını verdikleri bu et parçasını gördüğüm anda ona tutulmuştum, hatta bu eti tek başıma yemek için herkesi dövebilirdim. Hatta bana sürekli bu etten servis edecek olsalar, Himota'da yaşamaya bile başlayabilirdim. Eti yemeye başladığım anda kendimi çayırların içerisinde, yağlanmış çıplak bedenimle koşuyormuş gibi hissediyordum. Ette bana doğru koşuyor ve onunla sarılarak bir tavanın içerisinde beraber pişmeye başlıyormuşuz gibi hissediyordum. Bu yüzden, herkes sohbetin koyuluğuna kendini atmaya başlarken ben sinsi ve sessiz bir şekilde gizli aşkımı tırtıklamaya devam ediyordum. Benim gibi hayvan olan birisi daha varsa, onun da Mitga olduğundan emindim. Pisan ciddi bir şekilde konuşmaya başladığında, parmağımı birkaç kez şıklatarak önce Mitga'nın dikkatini çekmiş, sonrasında çok ciddi bir şekilde söze girmiştim fısıldayarak. "Pisan'ı dinle Pisan'ı. Senin için baya önemli bir konuşma bu." Ayı Mitga'nın benim gibi yemesini engellemek için onun dikkatini dağıttıktan sonra bir tehlikeyi bertaraf etmiş, etimi yemeye devam etmiştim.

Pisan odadan ayrılmaya karar verirken, neredeyse şişmiş mideme eti indirmeye devam ediyordum. Bu sırada Bok Stefaw ile konuşmanın mantıklı olacağını söylüyordu. Eti de yanımıza götürebiliyor muyduk acaba? Friks ile Mitga arasında değişik bir muhabbet dönerken, onların muhabbet etmesinden yararlanarak daha fazla eti mideye götürmüştüm. Yemek tamamen bittiğinde derin bir nefes alıp karnımı ovalamaya başlamış ve bize servis yapan kişiyi yanıma çağırmıştım. "Bu Koca Oğlan'dan bir tane daha yapar mısın? Ama aramızda kalsın, ben tek yiyim." Garsonla olan sohbetim bittikten sonra Pakt Bölgesi'ne ışınlanmıştık. Lüks bir otelde Stefaw denen kişiyi arıyorduk. Salonun girişinde Koca Oğlan'dan sonra aşık olduğum kişi karşıma çıkmıştı, Frip önceden Stefaw'ı kontrol etmeyi akıl etmişti. "İyi yapmışsın." Diyerek gülümsemiş ve onu selamlamıştım gülüşümle. Sonrasında Stefaw'ı dinlemeye başlamıştım, Bok ve Shisha'yı affetmiş, Bok gene de özür dilemişti. Bir şekilde durumu orta noktalara getirmeyi başarmıştık, burada bana çok bir iş çıkacağını düşünmüyordum. Bu yüzden kenarda kollarımı göğsüme kavuşturmuş bir şekilde beklemeye başlamıştım.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Başlangıç

#15
Wændz: Livei'nin sözlerinden sonra düşüncelerin derinleşiyor. Mitga, yanınıza yaklaşarak elindeki saati gösteriyor. "Bak, saatim var. İstersen İkinci Kıta'ya şimdi gidebiliriz." Teklifini kabul ediyorsun ve birlikte harekete geçiyorsunuz. Mitga, saatin ayarlarını yaparken sana dönüp göz kırpıyor. Bir anlık ışık parlamasının ardından kendinizi Max'in daha önce işlettiği binanın önünde buluyorsunuz. Bina, eski ve terk edilmiş bir görünüme sahip, ancak içinde hala bir enerji hissediliyor. Tam binaya doğru adım atarken, içeriden bir adam hızla dışarı çıkıyor ve önünüzde beliriyor. Dünyalı olduğu her halinden belli olan bu adam, gergin bir ifadeyle size bakıyor. "Sizden birilerinin gelmesi iyi oldu." diyor telaşlı bir sesle. "Sizinle konuşmam gereken önemli bir şey var." Adamın acelesini ve endişesini fark ediyorsun. Adam "Lütfen, içeri gelin." diyerek sizi binaya davet ediyor. Mitga ile birlikte adamı takip ediyorsunuz. Dar ve karanlık koridorlardan geçerken, birkaç odanın yanından ilerliyorsunuz. Sonunda geniş bir odaya giriyorsunuz; duvarı tamamen kaplayan dev bir ekranlı bilgisayar sizi karşılıyor. Adam, ekrana birkaç tuşa basarak bir mesaj görüntülüyor. Mesaj büyük harflerle yazılmış bir cümle.

"ZAMAN YOK. GÖKTELER. BİRDEN FAZLA. SAVAŞ ŞART."

Adam, mesajı gösterdikten sonra sana dönüyor. "Bu mesajı Max gönderdi." diyor ciddi bir ifadeyle. "Bilerek oraya gitti. Bize yardım etmek istiyor." Sözlerinin ağırlığıyla bir an için duraksıyorsun. Adam devam ediyor. "Bunu derhal herkese bildirmen lazım. Max, Dünya'nın planlarına dair önemli bilgilere sahip. Eğer harekete geçmezsek çok geç olabilir." Mitga, yanında sessizce dururken yüzünde endişe beliriyor. Zihninde hızlıca düşünceler uçuşuyor; Max'in bu mesajıyla savaşın ne kadar yakın olduğunu ve durumun ciddiyetini anlıyorsun. Adam tekrar sana bakıyor. "Sana güveniyoruz. Bu bilgiyi yaymak ve insanları uyarmak senin elinde." Karar anının geldiğini hissediyorsun. Hem Livei'ye hem de diğerlerine bu mesajı iletmek için zaman kaybetmemen gerektiğini biliyorsun. Adam hemen ardından tekrar size bakıyor ve "Niye gelmiştiniz siz peki?" diye soruyor.

Mabi ve Livei: Bok ve Stefaw Dudshes, otelin rahat koltuklarında otururken derin bir sohbete dalıyorlar. Livei ve Mabi, biraz uzakta durarak konuşmalarını dinliyorsunuz. Bok, gözlerinde hafif bir pişmanlık ifadesiyle konuşmaya başlıyor. "Stefaw, Güney Tihami'yi seçtiğim zaman, inandığım şeylerin peşinden gittim. O dönemde, ülkenin geleceği için en doğru yolun bu olduğunu düşündüm. Ancak şimdi anlıyorum ki, yaptığım seçimler birçok insanın acı çekmesine neden oldu." Stefaw, düşünceli bir ifadeyle başını sallıyor. "Bok, herkes hata yapar." diye cevaplıyor. "Önemli olan, hatalarımızdan ders alıp ilerleyebilmek. Senin de o zaman kendi inançların ve bilgilerinin ışığında hareket ettiğini biliyorum. Örnek olarak Livei'nin az önce dediklerini düşün. Tihami'nin istikbali için bu kadar insanın öleceğini ve yaralanacağını bilseydim belki de böyle bir direnişe kalkışmazdım bile. Ve işin sonunda yine Livei'nin dediği gibi o adama ihtiyacım olacak. Una'yı öldüren, ülkemizin geleceğini sömüren o adama..." Bok derin bir nefes alarak devam ediyor. "Güney Tihami'yi desteklerken, ülkenin birliğini ve halkın refahını amaçladım. Fakat işler istediğim gibi gitmedi. Şimdi görüyorum ki, bölünmüşlük sadece zayıflığa yol açıyor." Stefaw, Bok'un omzuna hafifçe dokunuyor. "Geçmişi değiştiremeyiz ama geleceği birlikte şekillendirebiliriz. Şu an hepimizin birleşmeye ve ortak bir amaç için savaşmaya ihtiyacı var." Bok, gözlerinde minnetle Stefaw'a bakıyor. "Teşekkür ederim." diyor içtenlikle.

Sohbetin bu samimi anında, bir anda etrafınızdaki her şey yavaşlamaya başlıyor. Sesler kısılıyor, hareketler ağırlaşıyor. Göz açıp kapayıncaya kadar, bulunduğunuz mekanın renkleri soluyor ve yerini bembeyaz bir boşluğa bırakıyor. Mabi ve Livei, şaşkınlıkla etraflarına bakarken, kendinizi sonsuz bir beyazlığın içinde buluyorsunuz. Bu beyazlığın ortasında, siyah üniformalı ve yüzü maskeyle örtülü bir adam beliriyor. Figür, ağır adımlarla size doğru yaklaşırken, maskesini yavaşça çıkarıyor. Karşınızda duran kişinin Max olduğunu fark ediyorsunuz. Max'in yüzünde derin bir hüzün ifadesi var. Sesi yankılanarak size ulaşıyor. "En çok sizi ilgilendiren bir konuda sizden çekingen bir yol izlediğim için çok özür dilerim." diyor. Sözleri hem bir itiraf hem de bir pişmanlık taşıyor. "Her şeyi telafi edeceğim, ancak çok vaktim yok." diye devam ediyor aceleyle. "Karımı ve çocuğumu öldürmekle tehdit ettiler. Onları güvende sandım, sakladığımı düşündüm ama yerlerini buldular." Gözlerinde acı bir ifade beliriyor. "İkili, şu an uzayda." diyor, sesi daha da ciddi bir tona bürünerek. "Onların koordinatlarını bilen insanlar var. Bu kişilere ulaşmamız gerekiyor. Kim olduklarını öğrenmeye çalışıyorum ve bilgiyi size aktaracağım."

Max, derin bir nefes alarak sözlerini sürdürüyor. "Savaştan kaçış yok. İkinci Kıta'ya yerleşmeniz stratejik olarak daha doğru olacak. Orada hazırlık yapabilir, savunmanızı güçlendirebilirsiniz. Dünya'nın planları sandığımızdan daha karmaşık ve tehlikeli." Size doğru bir adım daha atarak gözlerinizin içine bakıyor. "Sizden sakladığım gerçekler için pişmanım. Ama şimdi tüm kartları masaya koyma zamanı." Bir an için duraksıyor, sanki söyleyeceği son sözlerin ağırlığını tartar gibi. "Şok edici bir gerçeği öğrendim." diyor alçak bir sesle. "Hiperyus ve Bay Zengin, teknik olarak aynı kişi değiller. İşin içinde ikiden fazla insan var. Planlarımızı buna göre yeniden değerlendirmemiz gerekiyor." Bu sözler, zihninizde bir yıldırım gibi çakıyor. Bildiğinizi sandığınız düşmanların aslında daha karmaşık bir yapıya sahip olduğunu anlamak, durumu daha da kritik hale getiriyor. Max'in yüzündeki ifade, sözlerinin ciddiyetini doğrular nitelikte. "Emin olun, elimden gelen her şeyi yapacağım." diye ekliyor kararlılıkla. "Ama sizin de hızlı ve dikkatli olmanız gerekiyor. Zamanımız daralıyor." Eğer Max'e bir şeyler söylemek istiyorsanız vaktinizin kısıtlı olduğunu unutmayın derim.

Vaktiniz çok kısıtlı.

Re: [Ana Kurgu] Başlangıç

#16
Wændz, Livei'den onayı aldıktan hemen sonra yola çıkmıştı. Mitga saati olduğunu gösterince iletişim kurmaları için de arada bir engel kalmamış oluyordu. Bu esnada Bok ve Stefaw günah çıkartma konuşmalarına başlamışlardı. Livei ise Mabi ile birlikte biraz daha uzak köşede konuşmalarına kulak misafiri oluyordu. Livei, yorgunluktan ağırlaşmış gözlerini ovuşturarak Mabi'ye döndü. "Sen de aşırı yorgun hissediyor musun?" Ancak cümlesini tam bitirememişti ki bir anda etraflarındaki alanın yok olmaya başladığını hissetti. Önce her şey ağır çekime alınmış gibi olmuştu, hemen ardından ise her yeri bembeyaz bir boşluk kaplamıştı. "Observerlar." dedi Livei kısaca. Bu daha önce defalarca kez başına gelmiş bir fenomendi.

Ne olacağını beklerken sonsuz beyazlığın ortasında siyah bir figür belirmişti. Üniformalıydı ve yüzünde bir maske vardı. Kendilerine doğru yaklaşırken maskesini çıkartmıştı. Gelen kişi Max'ti. Onun ölmediğine dair bir ipucunu adamlarından aldıkları için bu duruma pek de şaşırmamıştı genç kız. Tam ona karşı gardını alıp öfkeyle çıkışacaktı ki adamın hüzün dolu yüz ifadesini gördü. Konuşmaya ilk Max başlamıştı. Sesi yankılı geliyordu. İlk olarak kendilerini bu kadar ilgilendiren bir konuda çekimser davranıp onları bu işten uzak tutmaya çalıştığı için özür dileyerek söze girmişti. Her şeyi telafi edeceğini ancak fazla vaktinin olmadığını söylemişti. Ailesi tehdit edildiği için geri dönmek zorunda kaldığını, ikilinin uzayda olduklarını ve onların konumunu bilen insanlara ulaşmaya çalıştığını söylemişti. Savaşın kaçınılmaz olduğunu, İkinci Kıta'ya yerleşmenin akıllıca olacağını desteklediğini belirtmişti. Dünya'nın planlarının çok karmaşık ve tehlikeli olduğunu söyledikten sonra gerçekleri onlardan sakladığı için pişman olduğunu tekrar dile getirmişti.

Sonrasında söyledikleri ise gerçekten şok ediciydi. Hiperyus ve Bay Zengin'in bir kişi olmadıklarını, iki ayrı kişi olduklarını söylemişti. Livei bir an için duraksayarak bunun nasıl mümkün olacağını düşündü. "Kendini mi snapshotlamış yani?" Aslında onun gibi deney ve potansiyel manyağı bir insan için bu çok da şaşırtıcı olmazdı. Böyle bir teknolojiyi stabil hale getirdiklerinde ilk olarak kendini denek olarak sunması Livei'ye çılgınca gelmiyordu. Ancak en başından beridir işin içinde iki kişi olduğunu sandıklarından bu yeni durum planlarını baştan yapmalarını gerektiriyordu. "Bunu Elion bile bilmiyor, ona söylemeliyiz. Elion ile çalışmak ve ona güvenmek zorundayız. Dünyalılar için çok iyi şeyler planlamadıklarının farkındayım ancak onlara izin vermeyeceğim." Max son olarak hızlı olmaları gerektiğini, zamanın az olduğunu söylemişti. "Zamanın az olduğunun farkındayız ancak tam olarak ne yapabiliriz? Çok güçlüler Max. Bunun sen de farkındasın. Yine de bir umut varsa mücadele edeceğiz." Biraz duraksadıktan sonra en önemli kısmı atladığını fark etti. "Özrünü kabul ediyorum, bizim için çok şey yaptın ve bunlar için minnettarım." Ardından hızlıca ekledi. "Biz kendimizi ve sevdiklerimizi korumak için mücadele ediyoruz. Bize yardım etmekten hiçbir çıkarın yok, yine de ediyorsun. Eğer işin sonu bizim için ümitsiz hale gelirse sen de önce kendini ve sevdiklerini düşün. Aileni kurtar."
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Başlangıç

#17
Livei Mitga'nın durumundan haberdar değildi. Ona detaylı açıklama yapabilecek bilgiye de sahip değildim aslında. Plan son hale geldikten sonra ikinci kıtaya geleceklerini söylüyordu. Haberleşmeyi sürdürmemiz gerektiğini söylediğinde başımla onaylamıştım onu. Gerekirse Mavi Yıldız'dan birilerini yanımıza almakta fayda gördü. Ardından Mitga yaklaşarak saatini göstermişti. İstersem ikinci kıtaya gidebileceğimizi söylediğinde daha sözü biter bitmez "Hemen gidelim" dedim endişeyle. Mitga saati ayarlarken göz kırpmasıyla o an içimdeki endişeyi hafifletmeyi başarmış ve bizi ikinci kıtaya ışınlamıştı.

Işınlanmak konusunda alışmış mıydım acaba? O kadar olayın arasında yeteneğim kadar büyüleyici gelen tek yetenek buydu belki de. Işınlandığımız yerde tesisin girişi gibi bir yerdi. Binanın eski ihtişamı kalmamış olsa da hala canlılık barındırıyor gibi hissettiriyordu. Nitekim vakit geçmeden içeriden biri çıkıp bize doğru hızla gelmişti. Alelacele içeriye daveti olumlu karşılayıp içeri girmiştik. Bizi götürdüğü büyük oldada dev ekranlı bir bilgisayar bizi karşılamıştı. Adamın bastığı birkaç tuşun ardından karşımıza çıkan büyük puntolu yazı bir anda tüylerimin diken diken olmasına sebep oluyordu. Adamın mesajın Max tarafından gönderildiğini söylediği sırada gözlerimi hala ekrandan alamamıştım fakat Max'ın adının geçiyor oluşu zihnimi olaya kilitlememin önüne geçmişti. Adam bu bilgiyi diğerlerini uyarmak için kullanmak kullanmamızı isteyip konuyu neden geldiğimize çevirdikten sonra bakışlarım Mitga'ya dönüyor ve "Livei'lere bu olanları iletebilir misin?" diye sorduktan sonra "Buraya Mitga'nın elementler arasındaki dengesizliği araştırmak ve düzeltmek için geldik. Biyo yeteğimle bu konuda ne kadar başarılı olabilirim bilmiyorum. O yüzden yeryüzündeki en gelişmiş tesis olan burasına gelmek zorundaydım. Yardım edebilecek birileri hala var mı?" dedikten sonra mahçubiyetimi belli ederek "Geçmişte yaşanan karmaşıklıklar için üzgünüm, büyük görünen yeteneklerim olsa da ne yazık ki benim yapabileceklerim de sınırlı çevreyi etkiliyor" diyordum.
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Başlangıç

#18
Bok ve Stefaw, derin bir sohbetin içerisine giriyorlardı yavaş yavaş. Bok, pişmanlıkla niye Güney Tihami'yi seçtiğini anlatırken, Stefaw onun düşüncelerine karşılık olarak herkesin hata yapabileceğini, önemli olanın hatalarımızdan ders çıkarıp ilerlememiz gerektiği olduğunu söylüyordu. Aralarındaki sohbet hem geçmişin affediciliğini hem de aralarındaki samimiyeti göstermeye devam ediyorken, aniden her şeyin yavaşlaması bir anda kanımın kaynamasına sebep oluyordu. Sesler yavaş yavaş kısılmaya başlamış, hareketler ağırlaşmıştı. Livei'nin sorusuna karşılık, "Evet." diyerek cevap vermiştim sesimde tüm gerginliği taşırken. Observerların tekrardan harekete geçtiğini hem Livei'nin ağzından duymak hem de hissediyor olmak yumruklarımı sıkmama sebep olmuştu. Yüzü maskeli figür karşımda belirdiğimde hızlıca harekete geçmeyi, ona saldırmayı düşünmüştüm ancak bir süre beklemek herkes için iyi olmuştu sanırım. Kısa bir süre içerisinde karşımda duran kişinin Max olduğunu, onun yüzünde derin bir hüzün taşıdığını görmek bir süre beklememe sebep vermişti.

Cümleye bizden özür dileyerek başlıyor, sonrasında her şeyi telafi edeceğini söylüyordu. Ona nedense pek fazla inanmak istemiyordum. Karısını ve çocuğunu öldürmekle tehdit ettiklerini, onların yerini bulduklarını söylüyorlardı. İkilinin şuan uzayda olduğunu, onların koordinatlarını bilen kişiler olduğunu söylüyordu. Onlara ulaşmamız gerektiğini söylüyordu, ancak bu kişilerin kim olduklarını Max'te henüz bilmiyordu. Öğrendikten sonra bu bilgiyi aktaracağını söylemiş ve savaştan bahsetmeye başlamıştı. Stratejik olarak İkinci Kıta'ya yerleşmemizin daha mantıklı olacağını, hazırlığımızı yapabileceğimizi, savunmamızı güçlendirebileceğimizi söylüyordu. Sanırım kısmen benim planıma doğru ilerlememiz gerekiyordu, Birinci Kıta'yı kaderine bırakacakmış gibi terk edecek, ancak sonradan hızla geri dönecektik. Belki Max'in planında Birinci Kıta'ya aniden geri dönmek yoktu ama, en azından bu planlar birleştirilebilir duruyordu.

Bu cümleleri bittikten sonra Hiperyus ve Bay Zengin'in aynı kişiler olmadığını söylüyordu. İşin içinde ikiden fazla insan olduğunu, planlarımızı buna göre yeniden değerlendirmemiz gerekiyordu. Bizim de hızlı olmamızı istiyordu, zamanımızın daraldığının farkındaydım. Livei bunu Elion'a söylemeyi düşünüyordu, onunla çalışmalı ve ona güvenmeliydik. Buna hak veriyordum, bu bilgiyi tek başımıza taşımak artık mantıklı değildi. Livei onun özrünü kabul etmiş ve ardından ailesini kurtarmasını söylemişti. Kafamla birkaç kez bunu onayladıktan sonra hiçbir şey söylemeden kollarımı göğsüme kavuşturmuş ve Livei'ye dönmüştüm. "Elion ile hızlıca iletişim kuralım. Planlarımızı hızlıca uygulamaya başlasak çok daha iyi olur." Diyerek sessizliğe bırakmıştım kendimi tekrardan.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Başlangıç

#19
Wændz: Mitga, senin talebini duyduktan sonra başını olumlu bir şekilde sallıyor. "Tamam, diğerlerine haber vereceğim." diyor ve kenara çekilerek saatini kurcalamaya başlıyor. Parmakları hızlı ve alışık bir şekilde saatin üzerinde dolaşıyor, sanki bu işlemi defalarca yapmış gibi. Bu sırada, karşında duran adam derin düşüncelere dalıyor. Gözleri bir an için uzaklara bakıyor, sonra sana dönüyor. "Mitga'ya yapılan deneylerin tam detaylarını bilmiyoruz." diyor ciddi bir ifadeyle. "Ancak vücudunu detaylı bir şekilde analiz edebilirsek, bazı sonuçlara varabiliriz diye düşünüyorum. Bu süreç biraz zaman alacak ve Mitga'nın burada bir süre kalması gerekecek." Mitga, saatiyle işini bitirmiş gibi yanınıza geri dönüyor. "Tamam, haber verdim." diyor hafif bir gülümsemeyle. Sonra sana dönerek devam ediyor. "O halde, istersen sen git. Pakt Görüşmesi'ne katılman iyi olur. Orada önemli kararlar alınacak ve senin de orada olman faydalı olabilir." Adam da konuşmaya dahil oluyor. "Eğer bu bilgilerin işinize yarayacağına inanıyorsanız, ikinizin de burada kalması daha mantıklı olabilir. Mitga'nın durumu ve yetenekleriniz, belki de savaşın gidişatını etkileyebilecek nitelikte. Analizler sırasında sana da ihtiyacımız olabilir."

İkisi de sana bakarak kararını bekliyorlar. Zamanın kısıtlı olduğunu ve her seçeneğin kendi içinde riskler taşıdığını hissediyorsun. Mitga'nın burada kalıp analiz edilmesi, onun ve belki de diğerlerinin geleceği için kritik olabilir. Ancak Pakt Görüşmesi'ne katılmak da stratejik olarak önemli görünüyor. Zihninde hızlıca düşünceler uçuşuyor. Bir yanda Mitga'nın sağlığı ve olası yetenekleri, diğer yanda liderlerle yapılacak önemli bir toplantı. Karar vermen gereken anın geldiğini biliyorsun. Mitga, gözlerinde anlayışlı bir ifadeyle sana bakıyor. "Ne karar verirsen ver, arkasındayım. Eğer burada kalmayı tercih edersen, birlikte bu işi hallederiz. Yok eğer gitmen gerekiyorsa, ben burada güvendeyim." Adam da ekliyor. "Sana ve yeteneklerine güveniyoruz. Burada kalırsan, belki de Mitga'nın durumu hakkında daha hızlı sonuçlar elde edebiliriz." Çevrendeki sessizlik, kararının önemini vurguluyor. İkisi de sana güveniyor ve senin seçimini bekliyorlar. İçinde bulunduğun durumun ciddiyetini ve aciliyetini hissediyorsun. Hangi yolu seçersen seç, bunun savaşın kaderini etkileyebileceğinin farkındasın.

Livei ve Mabi: Max, Livei'nin sözlerini dikkatle dinliyor. Gözlerinde derin bir hüzün ve kararlılık beliriyor. Livei'nin sözlerine karşılık, sesi yankılanarak cevap veriyor. "O adamları öldürmemiz gerek, başka bir seçeneğimiz yok." Livei'nin ailesini koruması gerektiği yönündeki sözlerini duyduğunda, Max'in gözleri doluyor. Bir an için sessizlik oluyor, ardından gözyaşları yanaklarından süzülmeye başlıyor. "Onlar benim ailemse, siz de benim kardeşlerim oldunuz. Sizi asla bırakmayacağım." Bu duygusal anın ardından, etrafınızdaki beyazlık yavaş yavaş solmaya başlıyor. Max'in figürü gittikçe silikleşiyor ve sonunda tamamen kayboluyor. Bir anda gözlerinizi açıyorsunuz ve kendinizi yeniden otelin salonunda buluyorsunuz. Etrafınıza baktığınızda, her şeyin normale döndüğünü fark ediyorsunuz.

Bok'un da biraz ötede kendine geldiğini görüyorsunuz. Yüzünde şaşkın bir ifade var. Hızla yanınıza geliyor. "Size de mi aynı şey oldu?" diye soruyor, sesi alçak ama telaşlı. "Max..." diye fısıldıyor, gözlerinde hem şaşkınlık hem de umut beliriyor. Bu sırada, Stefaw Dudshes durumu fark ediyor. Yüzünde merak ve endişe karışımı bir ifadeyle size yaklaşıyor. "Neler oluyor? Bir sorun mu var?" diye soruyor, bakışlarını üçünüz arasında gezdirerek. Bok, durumu Stefaw'a açıklamaya çalışıyor. "Az önce... Max ile bir bağlantı kurduk. Hala hayatta ve bize önemli bilgiler verdi." Stefaw, şaşkınlıkla kaşlarını kaldırıyor. "Max mi? O da kim?" Tam bu esnada, otelin kapısı açılıyor ve içeriye Elion, Meinsu ve Bekwo giriyor. Elion'un gözleri kararlılıkla parlıyor. Stefaw, Elion'u gördüğünde hızla ayağa kalkıyor ve ona doğru yürüyor. İkisi de birbirlerine yaklaşırken, geçmişteki tüm anlaşmazlıkların ağırlığı hissediliyor. Elion, hafif bir gülümsemeyle elini uzatıyor. "Tüm dargınlıklara rağmen birlikte olacağız. Sizi koruyacağıma söz veriyorum." Stefaw da gülümsüyor ve Elion'un elini sıkıyor. "Anlaştık." diye cevap veriyor. "Birlikte daha güçlüyüz."

Bu sıcak anın ardından, Bok hızla Elion'a doğru ilerliyor. "Sana anlatmamız gereken şeyler var." diyor telaşla. Siz de yanlarına gidiyorsunuz. Hep birlikte biraz kenara çekilip Max ile yaşadıklarınızı Elion'a anlatmaya başlıyorsunuz. Elion, duyduklarına inanamaz bir ifadeyle sizi dinliyor. Max'in hala hayatta olduğunu öğrendiğinde gözlerinde bir ışık beliriyor. "O zaman hala bir şansımız var." diyor, sesi umut dolu. Bu sözleri duyduğunuzda, herkes bir an için duraksıyor. Elion'un yüzündeki kararlılık ve heyecan, durumu daha da ciddileştiriyor. "Görüşme için hazırlıklara başlamamız gerek." diye ekliyor hızlıca. "Shisha nerede? Onun da burada olması lazım." Etrafınızdaki herkes bir anda harekete geçiyor. Asistanlar, koridorlarda koşuşturmaya başlıyor. Telefonlar açılıyor, mesajlar gönderiliyor. Otelin salonu, adeta bir karargah havasına bürünüyor. Meinsu, hızlı adımlarla yanınıza yaklaşıyor. "Onunla iletişime geçmeye çalışıyorum."

Bok, bir yandan saatiyle uğraşırken bir yandan da talimatlar veriyor. "Herkes görev başına. Zamanımız kısıtlı, elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız." Livei, etrafınızdaki bu hareketlilik içinde derin bir nefes alıyorsun. Max'in verdiği bilgiler ve Elion'un kararlılığı, içindeki umudu yeniden alevlendiriyor. Mabi'ye dönüyorsun ve göz göze geliyorsunuz. İkiniz de bu mücadelenin ne kadar önemli olduğunun farkındasınız. Stefaw, Elion'un yanında durarak planları tartışmaya başlıyor. "Pakt Görüşmesi için her şey hazır." diyor. "Diğer liderlerle iletişime geçtim. Hepimiz aynı amaç için bir araya geleceğiz." Elion, başını sallayarak onaylıyor. "Mükemmel." diyor. Bu yoğun ve heyecanlı atmosfer içinde, herkes kendi görevini yerine getirmek için çabalıyor. Zaman daralıyor, ancak içindeki kararlılık ve inançla bu zorluğun üstesinden gelebileceğinizi biliyorsunuz.

O Sırada
Pisan Higenadon, gözlerinde kararlılığın ateşiyle Tihami sınırında duruyor. Arkasında ağır ağır ilerleyen bir at arabası, hemen önünde ise vücutları neredeyse tamamen demirden oluşan sadık askerleri sıralanmış durumda. Rüzgar, Pisan'ın pelerinini hafifçe dalgalandırırken, önündeki manzara içini hüzünle dolduruyor. Daha önce kıta ile Tihami'yi birbirine bağlayan büyük köprünün yerinde şimdi sadece yıkıntılar ve harabeler var. Derin bir nefes alarak çevresini süzüyor. "Yıkılmış olabilir. Ama irademiz hala sapasağlam." Ellerini yavaşça yere doğru indiriyor ve avuçlarını toprağa bastırıyor. Güçlü bir enerji dalgası vücudundan geçerek toprağa yayılıyor. Yerin altındaki demir cevheri onun çağrısına yanıt vererek yüzeye çıkmaya başlıyor. Toprak titrerken, demir kütleleri birleşip şekillenerek göz alıcı bir köprü oluşturuyorlar. Köprü, sanki doğanın bir parçasıymış gibi zarif ve sağlam bir şekilde Tihami topraklarına kadar uzanıyor. Askerlerine dönerek başıyla bir işaret veriyor. Demir bedenli adamları, sessizce ve disiplinle onu takip etmeye başlıyorlar. Köprüde adımları yankılanırken, Pisan'ın zihninde sadece tek bir düşünce var: Kıtayı korumak ve ihaneti sonlandırmak.

Köprünün karşı ucuna yaklaştıklarında, Tihamili askerler ufukta belirmeye başlıyor. Silahlarını kaldırmış, tehditkar bir şekilde yaklaşan grubu izliyorlar. Bir asker öne çıkarak bağırıyor. "Durun! Bir adım daha atarsanız ateş açacağız!" Pisan, durmaksızın yürüyüşüne devam ediyor. Soğukkanlı bir sesle emrediyor. "Kimseye zarar vermeden, etkisiz hale getirin." Askerleri, bir gölge gibi hızla hareket ederek Tihamili askerlerin üzerine atılıyorlar. Her biri, ustalıkla ve hassasiyetle hareket ederek düşmanlarını bayıltıyor. Ne bir can kaybı ne de gereksiz bir yaralanma yaşanıyor. Pisan, sessizleşen savaş alanını geçerek Tihami'nin hükümet binasına doğru ilerliyor. Gösterişli ve ihtişamlı bina, içindeki karanlık sırları saklamaya çalışır gibi. Binanın önüne geldiğinde, askerlerine dönüp "Burada bekleyin ve etrafı gözleyin." diyor. Onlar da emre itaat ederek pozisyon alıyorlar.

Pisan, ağır ahşap kapıyı iterek içeri giriyor. Koridorlar sessiz ancak duvarların ardında fısıltılar ve gizli planlar dolaşıyor sanki. Adımlarını hızlandırarak odaları tek tek tarıyor. İlk katta kimseyi bulamıyor. Merdivenleri tırmanarak ikinci kata ulaşıyor. Sonunda geniş bir toplantı odasının kapısına geliyor. İçeriden hafif bir mum ışığı sızıyor. Kapıyı yavaşça aralayarak içeri baktığında, masanın etrafında oturan iki figür görüyor. Birleşmiş Tihami Başkanı Endud Asgama ve mevcut Djurat Başkanı Elü'ud Elungi. İkisi de masadaki belgeleri inceliyor, fısıltıyla konuşuyorlar.

Pisan, kapıyı ardına kadar açarak içeri giriyor. Ani hareketle irkilen liderler, hızla ayağa kalkıyorlar. Endud kaşlarını çatarak soruyor. "Pisan Higenadon! Burada ne işin var?" Pisan, sessizce odanın ortasına doğru ilerliyor. Gözlerini ikiliden ayırmadan, derin ve etkileyici bir sesle tek bir soru soruyor. "Kıtanın bekasını önemsiyor musunuz?" Elü'ud Elungi, hafif bir alayla gülümsüyor ve bir adım öne çıkarak elindeki parlak saati gösteriyor. "Ne yaptığına dikkat et, Pisan." diyor uyarı dolu bir tonla. "Bu yaptıklarının sonuçları ağır olabilir."

Pisan, göz açıp kapayıncaya kadar süren bir hızla sağ kolunu tamamen demire dönüştürüyor. İkilinin tepki vermesine fırsat vermeden, Elü'ud'un saati tutan koluna doğru ezici bir yumruk savuruyor. Demir yumruk, Elü'ud'un kolunu paramparça ediyor. Odada yankılanan kemik kırılma sesi ve Elü'ud'un acı dolu çığlığı, atmosferi daha da ağırlaştırıyor. Kan her yere sıçrarken, kopan kol ve saat odanın zeminine savruluyor. Elü'ud, şok ve acı içinde yere yığılırken, Endud Asgama gözlerini dehşetle açıyor. Sakin kalmaya çalışsa da alnından terler süzülüyor, nefesi hızlanıyor. Pisan, gözlerinde tehditkar bir ışıltıyla ona doğru adım adım yaklaşıyor.

Elü'ud'un inlemeleri ve bağırışları arasında Pisan'ın sesi daha da yükseliyor. "Kıtanın bekasını önemsiyor musunuz?!" diye haykırıyor yeniden, malum çığlıklardan dolayı duyamayabilirler. Elü'ud, acıyla kıvranırken bir şeyler söylemeye çalışıyor. Ancak Pisan, ona bir şans daha vermiyor. Hızla arkasına dönerek, demir koluyla Elü'ud'un kafasına ezici bir darbe indiriyor. Darbenin şiddetiyle Elü'ud'un bedeni tanınmaz hale geliyor, kan ve parçalar odaya yayıldı.

Endud Asgama, bu dehşet verici sahne karşısında geriye doğru sendeliyor ve duvara yaslanıyor. Gözleri korkuyla Pisan'a kilitlenmiş durumda. Pisan, sakin adımlarla ona doğru ilerliyor. "Onun Dünya ile birlikte çalıştığının kanıtları var." diyor, sesi soğuk ve keskin. "Zamanın Gedhilfesi gibi, belli şeyleri yerine getirerek Dünya burayı ele geçirdiğinde güç elde etmeyi amaçlıyor." Kısa bir an duraklayarak yere bakıyor ve ardından kendini düzeltiyor. "Vardı."

Bakışlarını tekrar Endud'a çeviriyor. "Halkını umursamayan vasıfsız bir orospu çocuğu olman dışında Dünya ile görüştüğüne dair bir kanıt yok. O yüzden sana bu soruyu tekrar soracağım. Kıtanın bekasını önemsiyor musun?" Endud, yüzünde hafif bir gülümsemeyle cevap veriyor. "Evet dersem ne yapacaksın?" diye soruyor. Pisan, gözlerini kısarak karşılık veriyor. "Bir uzvunla başlamayacağım. Seni acısız bir şekilde öldüreceğim."

Endud derin bir nefes alarak son sözlerini söylemeye hazırlanıyor. "Tek istediğim ideallerimi yaşatmaktı." diyor. Pisan, kaşlarını çatarak cevap veriyor. "Hak olan tek ideal, devletin ve kıtanın bekasıdır. Bu medeniyetlerin korunmasıdır. Bu yolda hainlere yer yok." Sözlerini bitirir bitirmez, demire dönüşmüş kolunu hızla kaldırarak Endud'un karnının ortasına ezici bir yumruk indiriyor. Darbenin şiddetiyle Endud'un gözleri donuklaşıyor ve bedeni yere yığılıyor. Oda, bir an için ölüm sessizliğine bürünüyor.

Tam o sırada, dışarıdaki kargaşayı fark eden Tihami askerleri içeriye doluşuyorlar. Silahlarını Pisan'a doğrultarak bağırıyorlar. "Ellerini kaldır! Teslim ol!" Pisan, yavaşça arkasına dönüyor. Gözlerinde hiçbir korku belirtisi yok. Soğukkanlı bir şekilde konuşuyor. "Liderleriniz öldü. Onlara itaat etmeyin." Askerlerin bazıları bu sözler karşısında şaşkınlıkla geriliyor. Kimileri silahlarını indirerek geriye doğru çekiliyor ve kaçıyor. Ancak bir grup asker, kararlılıkla Pisan'a doğru ilerlemeye başlıyor.


...


Güneş batıya doğru ilerlerken, Pisan Higenadon tekrar köprünün başında. Arkasında sadık askerleri, önünde ise ağır ağır ilerleyen at arabası duruyor. Giysileri kan ve toz içinde kalmış, yüzünde ise derin bir yorgunluk ve kararlılık ifadesi var. Arkasında bıraktığı Tihami hükümet binası alevler içinde yanıyor. Siyah dumanlar gökyüzüne doğru yükseliyor. Pisan, bir an için geriye dönüp yanan binaya bakıyor. İçindeki cesetler ve yok olan sırlar, kıtanın geleceği için verilen bu mücadelenin bedelini simgeliyor. Derin bir nefes alarak yüzünü ileriye çeviriyor. Şimdi sırada Pakt Bölgesi var. Birlik ve beraberlik için atılması gereken adımların zamanı geldi. Askerlerine dönerek başıyla bir işaret veriyor. "Yola çıkıyoruz." diyor. At arabası harekete geçerken, Pisan ve adamları köprüden geçerek yeni bir geleceğe doğru ilerlemeye başlıyorlar.


Image


1 Saat Sonra
Pakt Görüşmelerinin yapılacağı büyük ve görkemli binanın önündesiniz. Livei ve Mabi, içeriye adım attığınızda yüksek tavanlar, gösterişli avizeler ve koridorlarda hareketli bir atmosfer sizi karşılıyor. Diplomatik temsilciler, asistanlar ve güvenlik görevlileri arasında ilerlerken, gözlerinizle Shisha'yı arıyorsunuz. Tam o sırada, salonun kapısından Shisha'nın içeri girdiğini görüyorsunuz. Yanında Dusha Cumhurbaşkanı Dana Ferori var. Shisha, sizi fark eder etmez yüzünde bir gülümsemeyle yanınıza geliyor. "İlk defa bu kadar önemli insanla aynı odadayız galiba." diyor heyecanla fısıldayarak. Shisha, ardından Bok'a dönüyor ve elini dudaklarına götürüp sigara işareti yaparak dışarıyı işaret ediyor. Bok size dönüp "Hemen geliyorum." diyor ve Shisha'nın peşinden dışarı çıkıyor. Siz de onların arkasından bakarken, salon yavaş yavaş dolmaya başlıyor. Biraz sonra, Gedhilfe Kralı Thrao Ozæf kapıdan içeri giriyor. Hızlı adımlarla yanınıza gelip derin bir nefes alarak "Oh be, iyi ki yetiştim!" diyor. Size samimi bir şekilde selam veriyor. "Sizleri burada görmek güzel." diye ekliyor, gözlerinde memnuniyetle.

Ardından, Pakt Konseyi'nin en yaşlı üyesi olan saygın bir adam salona giriyor. Beyaz saçları ve bilge bakışlarıyla dikkat çeken bu kişi, odadaki liderleri tek tek selamlıyor. Sonra size doğru yönelerek, hem Livei hem de Mabi ile tokalaşıyor. "Bu görüşmeye katkılarınız için teşekkür ederim." diyor sıcak bir gülümsemeyle. Yaşlı adam, ardından Elion'un yanına gidiyor. "Seni unutmadım genç adam!" diyerek, şakayla karışık Elion'un saçlarıyla oynuyor. Elion hafifçe gülümseyerek başını eğiyor ve saygılarını sunuyor. Yaşlı adam etrafına bakınarak "Kim eksik diye bakıyorum." derken, salonun kapıları bir kez daha açılıyor. Himota İmparatoru Pisan Higenadon, heyetiyle birlikte içeri giriyor. Üzerindeki ihtişamlı kıyafetleri ve heybetli duruşuyla dikkatleri üzerine çekiyor. Pisan, kimseye selam vermeden doğrudan masadaki yerine doğru yürüyor ve oturuyor. Thrao Ozæf de yerine geçiyor. Dana Ferori ve Stefaw Dudshes de masadaki yerlerini aldığında, salon yavaş yavaş sessizleşiyor. Tam bu sırada, Shisha ve Bok da içeri geri dönüyor ve yanınıza geliyorlar.

Pakt Konseyi'nin yaşlı üyesi, toplantının başladığını ilan ediyor. "Saygıdeğer liderler ve değerli misafirler." diye başlıyor, sesi salonun her köşesinde yankılanıyor. "Kıtamızın geleceği ve halklarımızın güvenliği için burada toplanmış bulunuyoruz. Bu zorlu dönemde, birlik ve beraberlik içinde hareket etmemiz hayati önem taşıyor." Ardından size ve ekibinize bakarak "İlk sözü Livei Nyawodz, Mabi Chüimimuta, Bok Jemipech, Shisha Shøge ve Elion'a bırakmak istiyorum." diyor. "Lütfen teker teker düşüncelerinizi ve önerilerinizi bizimle paylaşın." Salonun tüm gözleri şimdi sizin üzerinizde. Liderler ve delegeler, merak ve dikkatle sizi dinlemeye hazır bekliyorlar. Bu anın ciddiyeti ve önemi, omuzlarınızdaki sorumluluğu hissettiriyor. Ancak, birlikte olduğunuz sürece bu zorluğun üstesinden gelebileceğinizi biliyorsunuz.

Re: [Ana Kurgu] Başlangıç

#20
Max onları asla bırakmayacağını ağlayarak söyledikten sonra yok olmuştu. Bu duygusal an, gözlerini önceden bulundukları odada açmalarıyla bitmişti. Bok'un tepkilerine bakılırsa fiziksel olarak orada gözükmese bile Bok da Eren Yeager'in Eldialılara yaptığı halka sesleniş gibi alana girmiş ve her şeyi duymuştu. İçeriye Elion ve çıkıntılarının girmesiyle birlikte Max'ten öğrendiklerini hemen ona da anlatmışlardı. Max'in yaşadığını öğrenmek herkes için bir umut kaynağı olmuştu. Böylece bir saat içinde pakt toplantısını yapmak üzere herkes çalışmaya başladı.

Bir saat sonra toplantının yapılacağı mekanda yerlerini almışlardı. Shisha, yeni cumhurbaşkanı Dana ile birlikte içeri girmişti ama öküz ile birlikte girmemişti muahahah. İçeri girer girmez her zamanki neşesiyle yanlarına gelmiş ve esprilere başlamıştı. Sonra da Bok'a dönerek sigara molasına çıkmak istediğini söylemişti. "Bir bırakamadınız şu zıkkımı. Neyse bir de onu bırakmanın stresiyle uğraşılmaz şu dönemde." Onlar dışarı çıktıktan kısa süre sonra da Thrao Ozæf gelmişti. Sarayda odasında tatlı tatlı takılırken bir anda Elionları karşısında görünce ne tepki verdiğini Livei merak etmişti. Bunu daha sonra ona soracaktı. Pakt konseyi üyelerinin de yerlerini almasıyla salon artık doluyordu. Konseyin en yaşlı üyesi yanlarına gelerek tek tek hepsiyle selamlaşmıştı. Hatta Elion'un saçlarını okşamıştı. Koskoca Mavi Yıldız lideri Elion'un çocuk muamelesi gördüğünü görmek hem ürkütücü hem de komikti. Livei bıyık altından gülmesini saklayamadı. Yaşlı adam yerine geçip yoklama yaparken Livei, Elion'a döndü. "Elion ne anlama geliyor? Gerçek ismin değil herhalde. Elion ayağıdokuz. Pfffttttttt" Uykusuzluk başına vurmaya başlamıştı garibanın.

O esnada salonda eksik olan son kişi, yani Pisan da içeri girmişti. Heybetiyle kimseye selam vermeden doğrudan koltuğuna oturmuştu. Kısa bir işim var diye çıkıp gittikten sonra neler yaptığını Livei merak ediyordu. Pisan'ın arkasından Shisha ve Bok da çıktıkları moladan dönmüşlerdi. Herkesin tamamlanması ile birlikte toplantı başlamıştı. Yaşlı üyenin ilk sözü onlara bırakacağını söylemesi Livei'yi biraz afallatmıştı. Buraya bir konuşma yapmayı bekleyerek gelmemişti. Mutlak Son lideri olarak ilk sözü alması gerektiğini düşünüyordu. Boğazını temizleyerek ayağa kalktı. "Saygıdeğer ülke liderleri, Pakt Konseyi üyeleri ve diğer tüm Ingeniumlu kardeşlerim. Bugün burada, bütünlüğümüzü ve bekamızı tehdit eden Dünya adlı gezegenin çok kısa zamanda gezegenimize gerçekleştireceği saldırı karşısında ne yapacağımızı konuşmak ve planlamak için toplanmış durumdayız. Bilgim dahilindedir ki burada yer alan herkes üzerimize yaklaşmakta olan tehlikenin ehemmiyetinin farkındadır. Bizim temennimiz, gezegenimizin tamamını ve bu topraklar üzerinde nefes alan her bir canlıyı tehdit eden bu düşman karşısında hepimiz aramızdaki kırgınlıkları, fikir ayrılıklarını, yanlış anlaşılmaları ve savaşı bir kenara bırakıp tek yürek tek yumruk haline gelelim. Mutlak Son ve Mavi Yıldız toplulukları da zamanında pek çok fikir ayrılıkları yaşamış, hatta ölümle sonuçlanan saldırılarda birbirlerinin canına kast etmişlerdir. Ancak günümüzde karşılaştığımız problemin mahiyetine bakarsak, bu fikir ayrılıkları büyük resmin karşısında bir hiçtir. Boşa enerji ve nefes tüketmektir. Her iki topluluğun da liderleri ve üyeleri olarak anlaşmaya varıp ateşkes ilan ettik ve ortak düşmanımıza karşı birlikte çalışmayı kabul ettik. Bizim maruzatımız, karşımızdaki tüm bu diğer güçlü liderlerimizin de bizim yolumuzu takip etmesi ve bizim yaptığımızı yapmalarıdır. Vakit, ayrışma vakti değildir sevgili Ingeniumlular. Vakit, birlik olma vaktidir. Ancak işleyen bir çark gibi çalışırsak ve birbirimize güvenip saygı duyarsak karşımızdaki düşmana karşı kazanma ihtimalimiz tezahür eder. Ben böyle bir giriş yaparak sözün kalanını diğer müttefiklerime ve can yoldaşlarıma bırakmak istiyorum." Oldukça havalı ve artistik bir şekilde yerine yavaşça oturdu. Boğazını temizledikten sonra bacak bacak üstüne attı. Karizmasından geçilmiyordu. Spontane olarak nasıl da güzel bir konuşma yapmıştı öyle! Lider olmak kanında mı vardı ne?!
Image
► Show Spoiler
Locked

Return to “Avegreen”

cron