Yolculuk
Posted: Sat Aug 29, 2020 10:50 pm
“Hastahaneden ayrıldım, ancak bir şeyler bulmalıyım. Kendimi.. Kendimi keşfetmeme yardımcı olacak bir şeyler. Nereden başlamalıyım bilmiyorum. İnsanlar yürüyor, hangisini tanıdığımı bilmiyorum. Belki aralarından bir kişiyi tanıyorum ancak, kimi tanıdığımı bilmiyorum. Anahtar. Cebimde bir anahtar var. Nereye ait bilmiyorum.”
Derken, ellerini daha sıkı bir şekilde soktu kapüşonlu ceketinin ceplerine. Yüzünü iyice saklamaya çalışıyordu kapüşonun arkasına. İnsanlar etrafından onu umursamadan geçip giderken, Dits olduğu yerde dikiliyor, sadece insanları izliyordu. Nereye gidiyorlardı? Daha önemlisi ise, Dits nereye gitmeliydi? “Gitmem gerekiyor. Belki de sadece akışına bırakmalıyım. Ama olmaz, dövüldüğümü söylediler. Temkinli olmalıyım. İnsanlardan uzak durmalıyım. Sadece kendime odaklanmalıyım. Beni tanıyan birisi olursa, belki onunla konuşabilirim. Ancak, ya bana tekrardan saldırmak isteyen birisiyse? Güvenemem. Gerekirse önüme çıkanları öldürmeliyim. Beni kim bu hale getirdi bilmeliyim!” diye haykırıyordu içinden zihnine. Bir boşluk içerisindeydi, hiçbir şey bilmediği bu boşlukta tekrardan öğrenmeye çalışıyordu her şeyi. Adımlarını saymaya başladı ilerlerken, “Bir.. İki.. Üç..” yavaş ve temkinli adımlar. Gözü, etrafta kendisine tehlikeli olabilecek her şeyi seçmeye çalışırken, bir kaplumbağa gibi yavaş yavaş ilerliyordu. İnsanlar kendisine baktığı zaman kabuğunun içine giriyor, biraz daha hızlı ilerlemeye başlıyordu. İnsanlardan kaçıyordu, elinden geldiğince hızlı şekilde.
Adımlarını saymayı bir süre sonra durdurmuş, kendini kaptırarak ilerlemişti saatlerce. Nereye ilerleyeceğini bilmeyen bu adam, sanki dünyanın sonuna gitmeye çalışıyor gibi gidiyordu. Ancak onu durduran, mezarlık olmuştu. Karşısında duran büyük mezarlık, tekrardan bir canlı olduğunu hatırlatıyordu ona. “Burada, belki bir akrabam vardır. Buradan gördüğüm kadarıyla, çiçeklerle süslenmiş bir anıt var. Orada yatanlardan bir akrabam olabilir mi? Akrabamı öğrenirsem, onu insanlara sorabilir miyim?” Kendi kendine sorduğu soruların cevabını vermeden, yavaş adımlarla mezarlığın içerisine adımlarını atmıştı. Adımları yavaş yavaş ilerlerken, sağ eli mezar taşlarının üstünde geziniyordu. “Ölüm, mutlak bir gerçek. Burada yatmıyor olmak mı daha iyi, hayatıma dair hiçbir şey bilmemek mi, bilmiyorum.” Mezar taşlarının üzerindeki isimleri yavaşça okurken, polislerin yattığı, çiçekli anıtın oraya doğru geçiyordu. “Bunlar polisler. Bir akrabam polis olabilir mi? Belki bir fotoğrafını görebilirsem, kendime benzetebilirim.” Diye geçirdi içinden. Çaresizliği, hiç tanımadığı birini kendine benzeterek bulmaya çalışmasına sebep oluyordu. Araması, saatler sürdü. Kendi soyadını taşıyan ne birini bulabildi, ne de kendisine benzeyen herhangi birisi. Kendi kafasını elleri arasında ezip, bir şeyler hatırlamaya çalışırken ani bir sesle kendine geldi.
“Demek buradaydın. Seni arıyordum.” Bu ses kendisine hiç tanıdık gelmiyordu. Hastahaneden çıkan birisi olamazdı. Hızlıca arkasına döndü. Kızıl saçları yüzünün yarısını kapatan, yarım ağızla gülümseyip Dits’in tam gözlerinin içine bakan bu adam, elleri cebinde sakince bekliyordu. “Sen kimsin?” diye sordu genç adam yabancıya, yabancı ise cebinde bir şeyler ararken, Dits hızlıca gard aldı. “Beni dövenlerden misin lan yoksa, babası ibne?” Ağzından geçmişini unutmanın, gözlerini açtığından beri yaşadığı çaresizliğin öfkesiyle çıkan kelimeler karşısında, yabancı çebinden çakmak ve sigara çıkartmış, sakince onları Dits’e gösteriyordu. “Sakin ol Dits, sadece beni takip et.” Diyerek sigarasını yakmış, derin bir nefesle dumanını çektikten sonra arkasını dönüp bir eli cebinde ilerlemeye başlıyordu. “Güvenmeli miyim? Bu adamı tanımıyorum. Ancak onunla gitmemi istiyor. Kendimi savunacak bir şeyler yanıma almalıyım. Bana bir şey yapmaya kalkarsa..” Düşünceleri doğrultusunda, mezar taşının yanında duran bir taşı hızlıca cebine atıyordu. Yabancıyı takip ederken bile mesafesini iyi bir şekilde korumaya devam ediyordu. Aklında bir sürü soru vardı. Bu adam kimdi, ne için onu takip ediyordu, ona güvenmeli miydi, ondan bir şekilde kurtulmalı mıydı? “Sorduğun soruların çoğunu cevaplayabilirim. Sadece takip et.” Dedi soğukkanlılıkla yabancı. “Bana kim olduğunu söyle! Sana güvenmiyorum lan!” diye bağırdı Dits cebinde tuttuğu taşı sıkıca kavrarken. Yabancı, sigarasından bir duman daha alıp kenara fırlattı ve arkasını döndü. “Ben Jodhuld. Seni yakından tanıyorum. Tek yapman gereken, benimle gelmek. Cebinde bir anahtar vardı değil mi? Nereyi açtığını biliyorum. Beni takip edersen öğreneceksin.” Cümlelerini sonlandırıp arkasını dönerken, son bir kez daha kafasını çevirdi hafifçe, “Ayrıca o taşı bırak. Ben senin düşmanın değilim. Merak etme.” Adımlamaya devam etti tüm cümleleri bittiğinde. Dits, cebindeki taşı bile görmüş olan bu yabancının karşısında kuşku dolu adımlarını atmaya devam ediyordu. Ancak, taşı bırakmamaya karar vermişti bir kere. Karşısındaki kendisine güvenmesini istiyor olsa bile, henüz beş dakika olmuş birine hiçbir şekilde güvenemezdi. Kendini korumak zorundaydı, her ihtimale karşı…
Derken, ellerini daha sıkı bir şekilde soktu kapüşonlu ceketinin ceplerine. Yüzünü iyice saklamaya çalışıyordu kapüşonun arkasına. İnsanlar etrafından onu umursamadan geçip giderken, Dits olduğu yerde dikiliyor, sadece insanları izliyordu. Nereye gidiyorlardı? Daha önemlisi ise, Dits nereye gitmeliydi? “Gitmem gerekiyor. Belki de sadece akışına bırakmalıyım. Ama olmaz, dövüldüğümü söylediler. Temkinli olmalıyım. İnsanlardan uzak durmalıyım. Sadece kendime odaklanmalıyım. Beni tanıyan birisi olursa, belki onunla konuşabilirim. Ancak, ya bana tekrardan saldırmak isteyen birisiyse? Güvenemem. Gerekirse önüme çıkanları öldürmeliyim. Beni kim bu hale getirdi bilmeliyim!” diye haykırıyordu içinden zihnine. Bir boşluk içerisindeydi, hiçbir şey bilmediği bu boşlukta tekrardan öğrenmeye çalışıyordu her şeyi. Adımlarını saymaya başladı ilerlerken, “Bir.. İki.. Üç..” yavaş ve temkinli adımlar. Gözü, etrafta kendisine tehlikeli olabilecek her şeyi seçmeye çalışırken, bir kaplumbağa gibi yavaş yavaş ilerliyordu. İnsanlar kendisine baktığı zaman kabuğunun içine giriyor, biraz daha hızlı ilerlemeye başlıyordu. İnsanlardan kaçıyordu, elinden geldiğince hızlı şekilde.
Adımlarını saymayı bir süre sonra durdurmuş, kendini kaptırarak ilerlemişti saatlerce. Nereye ilerleyeceğini bilmeyen bu adam, sanki dünyanın sonuna gitmeye çalışıyor gibi gidiyordu. Ancak onu durduran, mezarlık olmuştu. Karşısında duran büyük mezarlık, tekrardan bir canlı olduğunu hatırlatıyordu ona. “Burada, belki bir akrabam vardır. Buradan gördüğüm kadarıyla, çiçeklerle süslenmiş bir anıt var. Orada yatanlardan bir akrabam olabilir mi? Akrabamı öğrenirsem, onu insanlara sorabilir miyim?” Kendi kendine sorduğu soruların cevabını vermeden, yavaş adımlarla mezarlığın içerisine adımlarını atmıştı. Adımları yavaş yavaş ilerlerken, sağ eli mezar taşlarının üstünde geziniyordu. “Ölüm, mutlak bir gerçek. Burada yatmıyor olmak mı daha iyi, hayatıma dair hiçbir şey bilmemek mi, bilmiyorum.” Mezar taşlarının üzerindeki isimleri yavaşça okurken, polislerin yattığı, çiçekli anıtın oraya doğru geçiyordu. “Bunlar polisler. Bir akrabam polis olabilir mi? Belki bir fotoğrafını görebilirsem, kendime benzetebilirim.” Diye geçirdi içinden. Çaresizliği, hiç tanımadığı birini kendine benzeterek bulmaya çalışmasına sebep oluyordu. Araması, saatler sürdü. Kendi soyadını taşıyan ne birini bulabildi, ne de kendisine benzeyen herhangi birisi. Kendi kafasını elleri arasında ezip, bir şeyler hatırlamaya çalışırken ani bir sesle kendine geldi.
► Show Spoiler