Re: [Ana Kurgu] O Adam

#11
Bayram telaşesi dolayısıyla bu tura dahil olamayacağım. Bu durum bayramın ikinci gününe kadar sürebilir ancak ondan sonrasında buradayım.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#12
Prens Thrao'nun teklifini kabul ettikleri sırada isminin Fera olduğunu öğrendiği Dushalı bir kız da yanlarına yanaşmıştı. O da onlarla geliyor gibi görünüyordu. Livei gülümseyerek başıyla selamladı. Hemen ardından Frip de Ae'nin erkek arkadaşını çekiştirerek plana dahil etmişti. Genç kız teklifi kabul ettiğine pişman olmuştu. Şu anda resmen Djurat başkan yardımcısının arkasında onu takip eden altı kişi olmuşlardı. Yoldan geleni geçeni topladıkları için kendine aşık et oyunu ana karakteri gibi hissediyordu. Ya da Ae anne ördekti, onlar da arkasında takip eden yavruları olmuşlardı.

Bahiti Gözlemevi'ne gideceklerdi. Kıtanın ilk ve tek gözlemevi olması ile meşhur bu mekanın şanını çok duysa da hayatında ilk kez gezip görecek olması heyecan vericiydi. Thrao, pek sevgili dostu Ten'i almadan gitmek istemediği için önce onu bulacaklardı. Tabi bu kadar kişi topluca prensi takip etmeye başlamışlardı. Tabi prens hazretleri onlar gibi düşük seviye polislerle takılmak istemezdi, rütbedaşı Ten de muhakkak yanında bulunmalıydı. Livei gözlerini sinir olmuş bir şekilde devirdi. Hepsini öldürecekti.

Hep birlikte büyük bir binaya varmışlar ve prensin peşinde beşinci kata kadar çıkmışlardı. Kimse bu tuhaf turist kafilesinden ya da uluslararası mini polis teşkilatından gözlerini ayıramıyordu. Etraflarındaki herkes büyük bir şaşkınlık içerisindeydi. Genç kız rahatsız olmuş şekilde saçlarıyla oynamaya başladı. Ne söylemesi ya da ne yapması gerektiğinden emin değildi. Kalabalık olmasına mı yanmalıydı yoksa çok dikkat çektiklerine mi bilmiyordu. Bununla da kalmamış hep birlikte bitmek bilmeyen merdivenlerden oflaya puflaya çıkmaya başlamışlardı. Bu kadar eğitim almış, element kullanan, çeşitli çatışmalara girmiş çıkmış, fit olması gereken polislerin merdivenden çıkarken zorlanması da gülünçtü. Nihayet hedeflerine vardıklarında ise Himota prensi Ten ile Dusha kralının birlikte yemek yemekte olduklarını gördüler. Ne güzel ya onların canı çıkarken adamlar tıkınma derdindeydi! Üstelik tek lokma da bırakmamışlardı gözleri doysun. Haberleşmenin daha kolay bir yolu icat edilmeliydi, hem de hemen.

Livei tüm bunlara anlamsız bir şekilde daha da sinirlenirken Ten ve Thrao prenslerin birbirlerine saçma sapan sevgi gösterilerini de izlemek zorunda kalmıştı. İçinde bir yerlerde bir şeytan ona fısıldıyordu, aç diyordu ateş stilini, yak her yeri, kül et. Her yer tutuşuyor, dumandan zehirlenip bayılıyorlar, kimisi canlı canlı yanıyor, çığlıklar, kaos... Bunu bir anlığına hayal etmek bile güzeldi. Neyse ki Livei henüz o kadar intihara meyilli değildi. Aklından birkaç kere kendini öldürmek geçmişse de hayatta yapılacaklar listesi olduğundan ötürü tutuyordu kendisini.

Ten ve Thrao hasret giderdikten sonra Ten odada bulunan diğer polis memuruna da gözlemevini göstermek istediğini söylemişti. Böylece daha önce hiç görmediği bir polis memuru daha katılmıştı uluslararası mini polis teşkilatına. Livei yeni gelen polisi de hafifçe başıyla selamlayıp merhabalaştı. Tekrar el sıkışmak ve adını söylemek için mecali yoktu. Her şey kararlaştırıldıktan sonra dışarı çıkmışlardı, tabi tüm o çıktıkları merdivenleri inerek. Genç kız hala tek lokma bir şey yiyememenin üzüntüsü içerisindeydi. Gerçi yeseydi ne değişecekti sanki, günlerdir bir şey yiyemiyordu ki. Üzüntüden hasta olanları görürdü romanlarda da saçmaladıklarını düşünürdü. Ne kadar yanıldığını birinci elden tecrübeyle öğrenmeyi tercih etmezdi elbette.

Ten ve Thrao otobüs ayarlamalarıyla uğraşmak için yanlarından ayrıldığında tüm kıtadan polis memurları olarak bir arada kalmışlardı. Aralarında birbirlerini tanıyanlar da vardı. Livei bu toplanmalarda ilk kez hiç kimseyi tanımıyordu. Keşke Meinsu da burada onunla olsaydı. Kendisini çok dışlanmış ve yalnız hissediyordu. "Tekrardan çok memnun oldum herkesle tanıştığıma." dedi kısaca ortamı yumuşatmak için. Bozuk ruh hali yüzünden insanlarla kaynaşmakta zorlanıyordu ve bu gidişle festivalden geriye yalnızca tatsız ve silik anılar kalacaktı zihninde. Böyle olsun istemezdi. İleride bir gün pişman olacaktı buna. Belki Kot da böyle olmasını istemezdi. Sahi, Kot şimdi burada olsa kim bilir nasıl da eğlenirdi... O güzel kızıl saçlarını savurur, neşeyle oradan oraya hoplar, herkesle tanışır, şakalar yapar, boş boş gevezelik yapar ama herkesi eğlendirirdi. Kimsenin yüzünün düşmesine izin vermezdi. Onun gibi hayat dolu bir kıza nasıl kıyabilirlerdi... Farkında olmadan yumruklarını sıktığını hissetti. Böyle yapmamalıydı, kendini çok belli ediyordu. Normal davranmalıydı. Bir zamanlar o da böyle neşeli, hayatın tadını çıkarabilen birisiydi. Ne kadar da çabuk değişmişti her şey.

Kısa süre sonra Himota'ya ait olduğu her yerinden belli olan kocaman bir otobüs yanlarına yanaşmıştı. En azından prenslerin konforlarına düşkün olmaları sağ olsun, ferah ferah bir yolculuk yapacaklardı. Livei fazla düşünmeden boş olan koltuklardan birine geçti. Himota prensi yolculuğun yarım saat kadar süreceğini söylemişti. Yani yarım saat sohbet etmek ve sohbetlere ilgi duymak zorundaydı. Derin bir iç çekti. Günün geri kalanında Kot'u düşünmeyecekti. Üzücü şeyler yoktu, şu anda burada iş için vardı. İşini düşünmek zorundaydı. Hem belki patrona sunabileceği değerli bilgiler elde etme şansı olurdu. Gidenin kanının yerde kalmaması için bu yolculuğu bir fırsata dönüştürebilirdi.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#13
Duyacağım şeylere hazır olup olmadığımı bilmiyordum ama gerçekten meraklanmaya başlamıştım. Bu kadar gizem yaratmasının ardından önemli bir şey çıkmalıydı açıkçası. Himota’nın hatta kıtanın kaderiyle alakalı bir bilgi mi biliyordu acaba? Siyasi, askeri ya da hukuki bir boşluğu mu ortaya çıkarma peşindeydi. Bunun için yeterince kanıtı olmalıydı tabi ki. Bu yolda beni kullanmayı düşünmüyordu umarım. Gözlerimi açık tutmalıydım. Beni ya da başkalarını kandırarak Himota işe ilgili kötü planları da olabilirdi. Yoksa böyle birdenbire ortaya çıkıp deli taklidi yaptıktan sonra bana böyle bir şey söylemesi hiç normal değildi. Kesinlikle şüphelenmem gereken sınırı aşmıştı.

Hiç sözünü kesmeden söylediklerini dinlemeye devam ettikçe sözleri garipleşmeye başlıyordu. Konu bilmediğim teknolojilere geldiğinde ise kafam iyice karışmaya başlamıştı. Söylediklerinde mantık aramaya çalışıyordum. Ya benimle dalga geçiyordu ya da gerçekten deliydi. Kesinlikle bu iki seçenek daha ağır basıyordu söylediklerine inanmaktansa. Yine de dinlemeye devam ediyordum. Söyledikleri uydurma bile olsa daha ne kadar anlatabilecek merak ediyordum çünkü. Hem eğer yalan söylüyorsa da anlattıklarını uzattıkça bir yerde tutarsızlaşacağı aşikardı. O noktada onu yakalayabilirdim. Gerçi anlattığı araçları bir yandan hayal gücümde oluşturmaya çalıştığımdan bu da mümkün olmayabilirdi. Araba nasıl havada kalabiliyordu? Hatta bir kürenin üzerinde yaşıyorsak kürenin alt kısmında kalanlar nasıl boşluğa düşmüyordu? Eğer sabah sabah birinin şakasına maruz kalıyorsam hiç komik değildi.

Mantıklı yanım şu deliden kurtulup bir an önce duyduklarımı unutarak festivale gitmemi söylüyordu. Meraklı yanım ise adamın söylediklerini tüm kalbiyle merak ediyordu. Yüzde bir ihtimal… Hayır, belki daha düşük bir ihtimal bile söyledikleri doğruysa, observer ya da kendisine ne diyorsa böyle bir teknolojiye sahipse kesinlikle bunu görmeyi ve öğrenmeyi istiyordum. Ayrıca şu saat gerçekten insanlara görünmememizi sağlıyorsa Tegin için bir çözüm olabilirdi. Umutlarımı bir masala bağlıyordum belki ama elimdeki seçenekleri teraziye koyuyordum. Adama inanırsam ve bu bir yalansa mı daha fazla pişman olurum yoksa adama inanmazsam ve söyledikleri doğruysa mı? Sanırım ihtimali ne olursa olsun doğru cevabım belliydi.

“Dur toparlayayım. Uçan bir araban var, saatin seni görünmez yapabiliyor ve düşmeden bir kürenin üzerinde yürüyebiliyoruz. Doğru mu anladım?” dedikten sonra arabayı Gikan’a sürmek için çalıştıracaktım ve konuşmaya devam edecektim. “Yolumuz çok uzun değil ama yol boyunca iki sorumu yanıtlayabilirsin diye düşünüyorum. Birincisi, sen benim yerimde olsaydın ve biri sana hayatında ilk defa duyduğun şeylerden bahsetse tepkin ne olurdu? İkincisi, geçmişimi araştırdığını söyledin. Sanırım özellikle benim hayatımı araştırmamışsındır. Koskoca kıtada bunları neden bana anlatıyorsun?” Saatle ve uçan arabayla ilgili merak ettiklerimi ise oraya gittiğimizde daha ayrıntılı öğrenebilirdim. Tabi anlattıkları doğruysa.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#14
Fera ile yollarımızın ayrılmasından sonra, bir Dusha kafilesiyle birlikte rehberimiz eşliğinde büyük bir binaya ilerleyişimizi tamamlamıştık. Festival için ortaya saçılan gösteriş, binanın dahi her bir zerresine işlenmişken etrafımıza bakınarak beşinci kata çıkmıştık. Yemeğe davet edenin Toshohe olduğunu düşününce, uzun bir masa ve masanın başında da Toshohe’nin olmasını beklerken, bu kez farklı bir manzara karşımıza çıkmıştı. Bizleri Toshohe ile birlikte Ten Higenadon’un karşılaması ilk anda ilginç gelmişti. Ne var ki, festivale ev sahipliği yapan ülkenin varisinin bu yemekte bulunması oldukça olağandı. Olağan olmayan ise, bir krala varisin eşlik ediyor olmasıydı. Diplomatik açıdan bakıldığında, her ne kadar takdir ve tasvip etmesem bile ülkemin hak olmayan kralının bir varisle muhatap olmasına içten içe bozulmuştum. Sanki aramızdaki sınıf ayrımını yüze vurmak ister gibi, kötü niyetli bile olmasa önceden düşünülmesi ve planlanması gereken böyle bir etkinliğin, denkler arasında yapılması gerektiğine inanıyordum. Yani eğer Toshohe buradaysa, Himota adına burada olması gereken bir varis değil, imparatorun ta kendisi olmalıydı.

Toshohe’nin takdimiyle birlikte yerlerimize geçtiğimizde, kafamdaki bu olumsuz düşünceyle düşen yüzümü toparlama gayreti içerisinde bulunuyordum. Ten’in baş selamına duruma uygun düşecek ölçüde saygılı bir selam vermemin ardından geçilen yemek faslı, gösterişin bir diğer parçası olarak kendini belli ediyordu. Himota’nın özel bifteklerinden olan Koca Oğlan’ın sunumundan sonra, normal ve yine duruma uygun bir şekilde önüme konulanı yeme ve midemi tam doldurmadan yemeğimi yemeyi planlıyordum.

Yemeğimizi yemeye devam ettiğimiz anda, içinde bulunduğumuz odanın kapısının bir anda açılmasıyla, odanın içinde tüm dikkatimiz bu yöne çevrilmişti. Odaya giriş yapan kalabalık grup içerisinde Thrao Ozæf direk gözüme çarparken, aralarında Fera’yı da görmemle birlikte grup içerisindeki diğer kişileri süzmeye başladım. Gruptaki diğer kişiler hakkında pek bir fikrim yoktu, ancak grubun niteliğine bakıldığında, diğerlerinin de başka ülkelerin memurları olduğu sonucuna varmak çok da güç değildi. Toshohe’nin Thrao’nun girişiyle ayağa kalkıp selamlaşması sırasında, sandalyemi hafifçe geriye çekerek yerimden kalkmıştım. Kısa konuşmalarının ardınadn Thrao’nun selamına bir kez daha başımla hafifçe karşılık vermekle yetinmiştim. Thrao ile Ten arasındaki daha samimi sohbeti içim kıyılarak izlemeyi sürdürürken tekrar ufak ufak yerlerimizi almaya başlamıştık.

Bana göre Ten ile Thrao arasındaki boş muhabbet bir müddet daha sürdükten sonra Ten Bahiti Gözlemevi olarak bahsettiği bir yere gezi düzenlediğini ve biz Dushalıların da bu gezide olmasını istediğini belirtmişti. Ona göre geziye renk katacak unsurlar olarak görülmenin gururumu okşayan bir yanı olmasa bile, Toshohe’nin isterik hali nedeniyle bu husus reddedilemeyecek bir hale dönüşmüştü. Böylece, az önce kapıdan giren grubun bir parçası olarak tekrar kapıdan çıkmak için hareketlenmeye başlamıştık.

Dışarı çıkmamızın ardından Ten’in otobüs ayarlama işine girişmesi akabinde, bizler de bir süre kendi başımıza kalmıştık. Bu esnada ortamdaki tanımadığım yüzlerden dolayı, mümkün olduğunca Fera’ya yakın durmayı, alışageldiğim şekilde kendimi tanıtmayı ve aralarında bir muhabbet dönmesi halinde sessizce bu muhabbete dahil olmayı planlıyordum sadece. Ten’in Himota bayrağıyla kaplanmış koca bir otobüsle dönmesinin ardından hepimiz otobüse binmeye ve oturmaya başlıyorduk. Oturma planı içerisinde özel bir arzum bulunmuyordu ve mümkün olursa yine Fera’nın yanında, olmazsa da herhangi birinin yanına geçip oturmak dışında bir düşüncem bulunmuyordu. Yarım saatlik yolda sohbet ortamı oluşursa, buna elbette iştirak etmeyi de ihmal etmeyecektim.
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#15
Ae, Dufo, varisler, adının Livei olduğunu öğrendiği bir Gedhilfeli ile karmaşık bir ortama düşmüştü Fera. Haga ise onlara katılmamıştı. Sosyal açıdan daha şimdiden darlanmaya başlasa da ortama ayak uydurmak zorunda olduğunu biliyordu pek ala. Gelir gelmez birlikte ortalıkta dönen muhabbeti can kulağıyla dinlemişti. Gözlemevine gitmek gerçekten güzel olabilirdi. Himotalıların gökyüzüyle ilgili olduğunu biliyordu ve açıkçası bu da Fera’nın araştırma tutkusunu fazlasıyla tetikliyordu. Gök, yıldızlar… Başlarının üzerindeki görünmez çatı… Bir güneşli bir bulutlu, geceleri lacivert ve her daim uçsuz bucaksız. Heyecanını dizginleyerek muhabbetin gidişatını takip etmeye çalıştı bir süre. Ardından da misafirperverliğini sergileyen Himota varisinin peşinden diğerleriyle birlikte sürüklenmeye başladı.

Bir diğerini bulmaya çalışırken tanık olduğu sahneler Fera’yı hiç ilgilendirmiyordu aslında. Sevgi gösterisinden başka bir şey değildi ve nedense oldukça yapmacık gözüküyordu ortama hakim olan davranışlar. Ses çıkartamayacağı bir yerde olduğundan çatılan kaşlarını gevşek bırakarak yüzünde belirsiz bir gülümsemeyle devam etti. Ta ki Kral’ı görene kadar. Durum izah edilirken aralarında olarak sırıttığını biliyordu, en azından bir Dushalı olarak yemeğe gitmeyip Djurat Başkan Yardımcısı’nın ardında ne yaptığını açıklamalıydı. Kral’ın hiç ama hiç umursamayacağından da bir o kadar emindi ama el mahkum bir şeyler demeliydi. Müsait bir anda Kral’ın yanında biterek, “Fera Pongushe, efendim. İzninizle ben de Gözlemevi grubuna katılmak istiyorum. Yemeğe katılamadığım için ise çok üzgünüm. Umarım yanlış anlamazsınız.” dedikten sonra daha kısık ancak tok bir ses tonuyla devam etti: “Djurat Başkan Yardımcısı’nı uzun bir süredir tanırım. Çağırınca davetini geri çevirmek istemedim. “

Kral’dan da onayvari cümlelee alınca Fera aklında soru işareti kalmadan yola çıkabilirdi artık. Otobüs arayışında bir boşlukta Dufo’nun yanındayken “Üniformanın verdiği his nasıl?” diye sormadan es geçemezdi. Tihami’de savaş sonrası tanışmışlardı. Uzun bir süredir kendisini görmese de unutmayacağı bir arkadaşı olmuştu kendisi. Daha çok iletişimde olmak istediği kişilerden biriydi ne yazık ki farklı milletlerden edindiği arkadaşlıklar oldukça zorluyordu Fera’yı. Ankesörlü telefonu daha sık kullanmaya başlamalıydı belki de.

Daha Mabi ile lafa girişmeye şans bulamadan hoş sohbetin peşinden ayarlanan otobüse binmeye başladılar. Grup giderek büyümüştü. Fera, çokluğun bela getirdiğine inanırdı. Öyle olmamasını umut ederek karamsarlığını bir köşeye bırakmaya kararlı bir halde daha farklı şeylere odaklandı. Ae’nin önünden henüz binmeden geçerken “Tebrik ederim yeni pozisyonunu. Başarmaman daha şaşırtıcı olurdu.” demişti. Bindiği anda da yerleşme telaşesinden daha çok aslında ortam sessizlikle başlamıştı. Nereye geçeceğini bilemedi ilk başta Fera. Ae ile sohbet etmek ve arayı kapatmak istese de mevkisi gereği varislerle daha çok sohbet içinde olacağını düşünüyordu. O yüzden vücut diline yansıtmadan şans eseri bir yere geçti. Gedhilfeli kadınlar arasında gördüğü en güzel kızıl olan Livei’nin çaprazında bir ön sıraya. O sırada Livei’nin söylemine karşılık verdi: “ Bilmukabele.” Kısa bir yanıt olsa da ortama alışmak için idealdi Fera için. Aslında Himota varisi Ten’e kültürleri hakkında sorular da sorabilirdi ama ortamın gidişatını görmek istiyordu öncelikle. Çok bunalırsa Smildreiz’i yanına çekiştirebilirdi hiç değilse, çocukluk arkadaşının burada olması bir şanstı.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#16
Evet, herkesi toplamıştım yanıma neredeyse. Thrao ise biraz düşünceli durdu ama sonunda kafasına yattığı için fikrimi kabul etti. Mabi'nin yanında duran kızıl saçlı kadın ise Mabi'yi çekiştirerek gelmek istediklerini söyledi. Mabi'ye "Kim lan bu karı?" bakışı attım ilk ama sonra kadına dönüp hafiften gülümseyerek "Elbette!" dedim sevecen bir şekilde. Bu arada Fera yanımıza gelince Smildreiz'e selam verdi. Neden? Tanışıyorlar mı bunlar? Abi bu kızı herkesten mi korumalıyım ben? Yani Smildreiz benim kıza yavşamaz da, kızın benim olduğunu bilmediği için belki bir durum yapabilir. Üstelik Fera neden böyle bunalım tiplere yükseliyor anlamadım hiç. Depresif, lisesini elementi ile katledecek tipler mi çekici geliyor? Umarım öyle lavuk kızlardan değildir. O yanımı gösterirsem kız için, rütbem elimden gidebilir.

Thrao, Ten'i aramak için bizi de arkasına takıp götürmeye başladı. Tabi ben durur muyum? Fera'nın yanına gidip kızın beline elimi attım ve çektim kendime doğru. Bu kız benim gençler. Yavşamak yok, elleşmek yok. Pek umursamadım nereye gittiğimizi ve Dufo'ya ve Smildreiz'e nasıl polis oldukları ile ilgili soru sordum öylesine. Yüksek merdivenlere çıktık ve bir ziyafetin yapıldığı kocaman bir binaya vardık. İçeride Ten ve bir sürü Dusha'lı vardı. Ne Dusha polisleri ilgimi çekiyordu burada, ne de Himota veliyathı. Gördüğüm gibi yüzümü güldüren tek kişi Toshohe olmuştu. Fera da adamla konuşmak ister gibi hareketlenince kızın belinden elimi çekmeden kralın yanına gittim. Fera kendini tanıştırdı benim davetimi geri çevirmek istemediğini söyledi. Ben de tüm samimiyetimle "Merhaba." diye selamladım kralı. Tekrardan şöyle bir sarıldım kendisine. Ben bu adamı bir ayrı seviyorum ya. "Afiyet olsun. Prensler ile birlikte gözlemevine bir gezi düzenleyelim dedik. Tanışmış olduğum polis memurlarını da davet ettim. Meşgul olmasanız sizin gelmenizi her şeyden çok isterdim." dedikten sonra kafamı öne eğip hafiften selamladım kralı. "Efendim Başkan Elungi'ye bu konuyu haber vermem gerekiyor. Djurat polisleri bu tarafta olmadığı için sizden rica etsem polislerinizden bir tanesiyle başkana prenslerle gözlemevine gittiğimizi haber verebilir misiniz?" diye sordum.

Prenslerin birbirine sevgisini gördükten sonra iyice olayın bir geziye dönüşmesi ile Himota bayraklı bir otobüsün önünde bulduk kendimizi. Elimi cebime sokmuş, tüm sivilliğimle bulunuyordum orada. Himota bayraklı otobüsü gördüğümde gözlerimi devirmemek için o kadar zor tuttum ki kendimi. Bunun yerine insanlara gülümsüyor, tamamen popüler ve carefree bir kişilik sergiliyordum. Otobüse binerken Fera kollarımdan kaçtı bana da rütbem konusunda laf etti. Dediği şey gururumu okşasa da mütevazilik yapıp "Yok canım." falan dedim. Otobüste tatlı yanımı göstermek amacıyla herkesi tek tek oturdukları yerde ziyaret ettikten sonra en öne, prenslerin yanına doğru ilerledim. Frip denen kadının yanında oturan Mabi'nin yanında durup omzunu sertçe tuttum ve gülümsedim. "Özledim seni." dedim ilk. Sonra da kulağına yaklaşıp "Bilgi güçtür, karşılıksız vermeyelim." dedim fısıltıyla. Sonra da yüzüne bakıp göz kırptım. Rütbemin alınıp sonra bu rütbeye getirildiğimi söylemeyecektim. Mabi'nin de bu durumu bozmaması gerekiyordu. O anlar söylediğimden.

En öne geçip prenslerin oturdukları koltuğun yanındaki çift koltuğa, onların yanına yakın tarafa oturduktan sonra döndüm onlara tamamen. Elimi uzattıktan sonra "Düzgün tanıştırılmadık." dedim. "Ae Libjetütcha, yeni Djurat Başkan Yardımcısıyım. Gedhilfe ve Himota varislerinin bu kadar yakın arkadaş olduklarını hiç bilmiyordum. Birbirinize kardeşim diye sesleniyorsunuz. Aslında babalarınızın ilişkisine bakarsak hiç garip değil." Gülümsedim. "Eğer kabul ederseniz bu gezide politikanın kişisel ilişkilerimizin üstüne çıkmasına izin vermeyelim."
Image
Yaz geldi.
► Show Spoiler
Yan çar
Podosḧi Øfinuafeme

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#17
Mmmmmmmmmmerhabaarkadaşlarbugünsizlerleberaber YEN-Nİ bir turla dahaaaaa beraberiz. Oh boy, OH BOY! Ben çok heyecanlıyım! Umuyorum, siz de öylesinizdir. Himota Ulusal Kutlamaları çok büyük çaplı olup çok da egzantirik içerikler sunuyor bize. Neyse, hiç kimse ile derdi olmayan ve sadece birlik beraberlik arzulayan bu ulusu överek çok yanlış yapmış oldum zaten. Lanet olası Himotalılar, neden insanlık yapıyorsunuz?

Yarım saatlik yolculuğumuz sırasında sizlere etrafınızda neler döndüğü açıklamama izin verin. Et standı, hamur standı, oyuncak standı, içki standı, ok atma gösterisi, kavga eden bir grup ve geldik! Şaka canım ama yolculuk bu kadar kısa olacak. Bakalım herkes bir yere oturmayı başarmış. İçerisi geniş ve ferah. Ooooh! Püfür püfür rüzgâr esiyor. Biri camı mı açtı ne? Gideceğiniz yer Bahiti Gözlemevi. Kıtanın naza- öhöm! Kusura bakmayın, tükürüğümü kaçırdım. Öhö öhö! Tamam, iyiyim; bir şey yok. Devam edelim. Bahiti Gözlemevi kıtamızdaki ilk ve tek gözlemevidir. Gelişen teknoloji ile inşa edilmiş ve el bebek, gül bebek ilgilenilmiştir. Bakımı ve temizliği asla aksatılmaz. Bir onur ve gurur kaynağıdır. Büyük teleskopu kullanmak öyle bir deneyim ki...

Bakalım, kıtanın gözbebekleri veliahtlar ne yapıyorlar? Bunlar çok sıkı arkadaş, biliyor musunuz? Tıpkı babaları gibiler! Lütfen bu yorumumu onlara söylemeyin. Yoksa, kellem gidebilir? Hehehhehe! Oh, sohbet muhabbet! Hasret gidermece, bilgi alışverişi, kültür etkileşimi, babalarının yaptıkları ve yapıyor oldukları ne? Ne diyorlar? Aman aman, bir anda kulaklarım duymaz oldu. Anlaşılan o ki, kendiniz öğrenmeniz gerekecek. Hihihihihih! Biraz da sizden bahsedelim, ne dersiniz? Bakalım, bakalım, burada kimler var? Livei Nyawodz, isyankâr kızımız. İsyankâr derken gerçekten asi. Bıraksalar devleti çökertecek bıcırık! Başka, başka, aha! Fera Pongushe, grubun el değmemiş ve henüz kirlenmemiş saf çiçeği. Şuna bakın, ne kadar da masum! Hiç üzülme, her çiçek gübre ile büyür. Kokuya katlan, yeter. Sıradaki ise, Dufo Slitshut. Karanlığın Prensi, Gölgelerin Hakimi ve Laboratuvar Çocuğu! Acaba tatil bittikten sonra oradan canlı çıkabilecek mi? Kim bilir? Ancak Frum ve Ser! Bir de ben tabii.

Ne? Ah, hadi ama ya! Biraz daha devam etsem, olmaz mı? Çok eğleniyorum ama! Öfffffff, tamam be! Siz de hiç yaşamasını bilmiyorsunuz. Sevgili kıta sakinleri, bana ayrılan sürenin sonuna geldik. Dinlemek zorunda kalmanız beni ne kadar sevindirdi bilemezsiniz. Yakında zaten karşı karşıya geleceğiz. Gerçeklik sadece bir ilüzyon; Evren hologramdan ibaret; Altın satın alın; GÖRÜŞÜRÜÜÜÜÜZ

Herkes bazıları yarı uykuda bazıları uyanık olmak üzere Ae Libjetütcha ile varisler arasında geçen muhabbeti duyabiliyor. Ae'nin laflarının ardından Ten "Elbette." demekle yetiniyor. Thrao ise "Bugüne kadar ben ve Ten ülkelerimizin siyasetine göre değil, iki birey olarak arkadaş olduk. Sizinle de aynı samimiyeti tutturmak hepimiz için daha sağlıklı olacaktır." diyerek fikrini belirtiyor. Yaklaşık yarım saatlik yol su gibi akıp gidiyor. "Uyansanıza!" Ten'in avazı çıktığı kadar bağıran sesiyle kendinize geliyorsunuz. Başınız ciddi bir şekilde ağrıyor. Çoğunuz uyuyakalmışısınız. İçinizdeki dehşet duygusundan kabus gördüğünüzü anlıyorsunuz fakat ne gördüğünüzü anımsamıyorsunuz. Hiçbir fikriniz yok. Sıfır! Otobüste uyuyakalırsanız, olacağı bu zaten. Azıcık sağılığınıza önem verin! Ten ve Thrao endişeli bakışlarla yanınıza gelip hepinizin durumunu kontrol ediyor. Sonra kolunuza girerek sizi dışarı çıkarıyorlar. Rüzgârlı temiz hava size biraz iyi geliyor. Ten, Thrao ile biraz konuştuktan sonra hızla uzaklaşıyor. Thrao hepinizi tekrar tekrar kontrol ediyor. Otobüsteki bir kasayı indiriyor. İçi yarım litrelik pet şişe sularla dolu. Hepinize kendi elleriyle dağıtıyor. Bir süre sonra nefes nefese kalmış Ten geliyor. Elinde bir sürü torba var. Thrao onun yanına varıyor. O sırada hepinizin burnuna çok güzel kokular gelmeye başlıyor. "Açlıktandır diye düşünüp hepinize standlardan bir şeyler getirdim. Buyrun, afiyetle!" Hepiniz Ten'in yanına gidiyorsunuz. Dana ve kuzu etinden şişler; Sadece et veya biberli ve soğanlı, Yumuşacık ve sıcacık tuzlu hamur kızartmaları; sade veya kıymalı, Saf Zevk adındaki soğuk ve alkolsüz cam şişede içecekler, hatta üstü saydam folyo ile kapatılmış plastik kaselerde çorbalar bile var. Tel şehriye çorbası, kaşarlı domates çorbası, tarhana çorbası ve sebze çorbası. Sizler istediğiniz yiyip içerken Ten size sıcacık, masum bir gülümseme ile bakıyor. Ardından Thrao'nun omzuna yumruk atıp kafasıyla işaret ediyor. Thrao'da kolunu onun boynuna atıp onu yanına çekiyor. Sonrasında biraz dinleniyorsunuz ve yola koyuluyorsunuz. Göz açıp kapayıncaya kadar da Bahiti Gözlemevi'ne varıyorsunuz. Dışarıdan o kadar ihtişamlı duruyor ki, bütün olumsuz duygu ve düşünceler beyninizden siliniyor. Önce Ten kapıdaki görevlilerle konuşuyor. Ardından biri içeri gidiyor ve yetkili ile geliyor. Yetkili ile sizi göstererek konuşuyor. Yetkili gülümseyerek başıyla onaylıyor. Ten size sesleniyor ve içeri giriyorsunuz. Hepinizin kimlik bilgileri alınıyor ve size birer yaka kartı veriliyor. Üzerinizden adınız yazıyor. Bunları takmak ve asla çıkarmamak zorundasınız. İçerisi bembeyaz ve tertemiz. O kadar temiz ki, parlıyor adeta. Hepiniz bir grup olarak içeri girdikten sonra Ten size yol gösterici oluyor ve başlıyor konuşmaya. "Ah, Bahiti Gözlemevi! Kıtamızın merkezine yakışan bir yapıt! Burada bilim kişileri gecelerini gündüzlerine katar ve gök nesnelerini incelerler. Biz onlara Gökbilimci diyoruz. Etrafınızdaki masalar onların. Üzerlerindeki kağıtlar günlük, haftalık, aylık ve yıllık bulguları içeriyor. Duvarlardaki kara tahtalarda çeşitli kuramlar ortaya atılıyor ve kanıtlanmaya çalışılıyor. Sizi Gök Koridoru'na götüreyim. Bu taraftan!" Ten'i takip ederek bir koridora giriyorsunuz. Koridor boyunca hem sağda hem solda birçok maket görüyorsunuz. Baya büyükler ve aralarında belirli aralıklar var. Her bir gök nesnesinin maketinin arka yukarısındaki duvara onla ilgili makaleler asılmış. "Yaşam Getiren Güneş, Yol aydınlatan Ay, Haberci Kuyruklu Yıldız, Kutlu Varlıkların Gökdüşümü Takımyıldızları ve daha nice gök nesnesi." Bu koridoru bitirmenizin ardından ana alana geçiyorsunuz. Ten size dönüyor ve kollarını açıyor. "Hoş geldiniz! Sonsuzluk ve ötesine!" Ten'in arkasında toplamda beş tane büyük teleskop görüyorsunuz. Dört tanesi dört farklı yöne konumlanmışken, bir tanesi tam da ortada ve diğerleri ile karşılaştırıldığında devasa bir şey. Hepsinde de bir Gökbilimci var. Önlerindeki bir parçaya gözlerini dayamışlar ve durmadan yanlardan küçük çarkları çeviriyorlar. Bu sırada da kocaman teleskoplar sağa sola hareket ediyor. "Kolay gelsin!" Ten'in iyi dileğine kafalarını işlerinden kaldırmadan karşılık veriyorlar. Ten yine size dönüyor. "Daha fazla rahatsızlık vermeyelim. Buranın bir de bahçesi var. Süper! Oraya geçelim. İşleri bitince onlarla konuşurum. Bakalım, kullanmamıza izin verecekler mi?" Ten'le beraber bu sefer bahçeye çıkıyorsunuz. O an anlıyorsunuz ki, Gözlemevi gerçekten çok büyük bir yer. İçerisi ayrı, dışarısı apayrı. Bahçe iki tarafı çiçekli çalılarla kaplı yol ile başlıyor. Ardından yuvarlak bir genişlik var. Banklar ve çardaklar bulunuyor. Ev sahipliği yaptığı bitkinin haddi hesabı yok. Rengarenk, cıvıl cıvıl bir yer. Çardakların üstü ve direkleri bile sarmaşıklı. Ten son kez size sesleniyor. "Dilediğiniz gibi takılabilirsiniz! Sorunuz olursa Thrao ile beraber şu ilerideki çardakta olacağız. Görüşürüz!" Thrao'yu da alıp uzaklaşıyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Süper Düper Eğlenceli Ufuk Açıcı Sosyalleşme Vakti demek! Yaşasııııın!

Himota
Image

Sai Nopaodan: Adam ilk soruna "Büyük ihtimalle deli olduğunu düşünür ve bir şekilde sıvışmanın yolunu arardım. Ama sen bunu yapma lütfen." diyor ve gülüyor. "İnanması ne kadar zor biliyorum Sai. Bunu zorunda kaldığım için yapmış olsam bile artık sizlerden biriyle iletişime geçmemin zamanının geldiğini düşünüyordum bir süredir. Bunun ilerleme kaydetmek için ne kadar önemli olduğunu ama bir o kadar da riskli olduğunu biliyorum. Umarım bu olaydan sonra arkadaşlığımız devam eder ve sana da gelişmeleri anlatırım." diye ekliyor ve öne eğiliyor. O sırada ikinci sorunu soruyorsun. Aynadan baktığında adamın soruyu dinlerken gülümsediğini görüyorsun ve soruyu bitirdiğin anda tekrar arkasına yaslanıyor ve cevap veriyor. "Elbette bir seçilmiş kişi değilsin, ama teknik olarak şu an seni seçtim, o yüzden seçtiğim bir kişisin. Kıtanın farklı yerlerindeki polisleri araştırmaya çalışıyorum. Sen çoktan veritabanımda vardın, o yüzden merkezde seni görünce direkt sana yönelmeye çalıştım. Sen onurlu bir polis memurusun Sai. Hatta zamanında onurlu bir başpolis memuruydun, o da elinden alındı. Bir gün rütbeni geri alabileceğini düşünüyorum." Biraz duraksıyor ve "Yağ çekmiyorum bu arada, gerçek düşüncem bu. Yetenekli bir adamsın." diye devam ediyor. Bir süre boyunca gözlerini senden ayırmıyor ve sessizliği ilginç bir teklif ile kesiyor. "Bak ne diyeceğim, dediklerimin daha çok oturması için gidebileceğimiz bir yer var. Acelem olduğu doğru fakat seni bana tam anlamıyla güvenmeden uçağımın bulunduğu gizli bölgeye götürmek biraz aptalca olur sanırım. Sana yolu tarif edeceğim, açıklayacağım şeylerin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacak güzel bir yer var." Sana farklı bir yol tarif ediyor ve sen de bu yolda ilerliyorsun. Çok geçmeden varıyorsunuz, malum festivalden de çok uzaklaşmamıştınız daha. Bir bakıyorsun ki adam seni aslında bir Himotalı olarak çok iyi bildiğin bir yere getirmiş, Bahiti Gözlemevine.

Sai ve gizemli adam Bahiti Gözlemevine giriş yapıyor. Kapıdaki görevli ikilinin Gedhilfe ve Himota varisleri ile aynı gruptan olduğunu düşünerek hemen ikiliyi içeri alıyor. Böylece ikili birkaç tanıdık yüz ile karşılaşıyor. Gizemli adam orada bulunan herkesi görünce Sai'ye dönüyor ve "Belki de grup olursak..." diyor. Adam gözleriyle herkesi birer birer süzüyor, kafasıyla her birine döndüğünde başını sallayarak onaylıyor. Adamın lafı gözlemevinin içinde yankılanıyor ve gözlemevinde olan herkes gözlerini adama çeviriyor. Adam ise gülümsüyor ve herkese "Her birinizi selamlıyorum. Ben başka bir diyardan geldim. Birazdan her şeyi anlatacağım" diyor. Herkes şaşkınlık içinde adama bakarken Thrao Ozæf kıkırdıyor ve "Nasıl bir diyar bu? Böyle kıyafetleri ilk defa görüyorum. Siz şu rol yapma oyunlarını oynayan tayfadan mısınız?" diye soruyor. Gizemli adam gözlerini varise çeviriyor ve "Gedhilfe prensi Thrao Ozæf. Demek sizde de role-playing var. Bakın bunu cidden atlamışım." diyor. Thrao "Role-playing? Playing ne demek ya?" diyor kafası karışmış bir ses tonuyla. Ten oturduğu çardaktan ayağa kalkıyor ve "Umarım bu bir şakadır. Böyle kutlu bir günde ülkemde olay çıkmasını istemiyorum." diyor. Gizemli adam bu sefer gözlerini Himota'nın varisine çeviriyor ve "Ben rol yapmıyorum efendim, bu kıtanın dışından geldim. Lakin sizin zamanında rol yapma oyunları oynadığınızı biliyorum." diyor. Ten'in gözleri bir anda faltaşı gibi açılıyor ve Thrao'ya dönüp "Bu adam bir ajan olabilir." diyor. Thrao ise şaşkınlık içinde "Yok artık, sen rol yapma oyunu mu oynuyordun? Giyiniyor muydun böyle bir de?" diyor ve kahkaha atmaya başlıyor. Ten ise "Kırk yılın başı bir kere oturup oynadık adam tiryakisiymişiz gibi konuşuyor." diyor öfkesini belli etmemeye çalışır gibi bir halde. Gizemli adam kalabalığa bir soru yöneltiyor. "Aranızda hiç uçan bir taşıt gören oldu mu?"
Off Topic
Mabi Chüimimuta | Haberli Pasiflik x2
Dufo Slitshut | Haberli Pasiflik x1
Off Topic
Fegø Foø | Habersiz Pasiflik x2
Smildreiz Dyogodz | Habersiz Pasiflik x1

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#18
Himota'nın veliahtı söylediklerimi onayladıktan sonra, Gedhilfe varisi de ikisinin arasındaki ilişkiyi anlatmaya başladı. Kafamı onaylayan bir şekilde salladıktan sonra "Eh, daha yeni tanıştık." dedim. "Tabi ki sizin kadar yakın olamayız ama bu şansı verdiğiniz için teşekkür ederim." Himota yemeklerinden, Gedhilfe'de olup Djurat'a da gelmiş markalardan falan konuştuktan sonra gece boyunca araba sürdüğümü, şöyle bir on-onbeş dakika gözümü kapatmak istediğimi söyleyip koltuğumda uyur pozisyona geldim. Gerçekten de uyumuşum. Ten'in bağırmasıyla kalktım. Öyle bir bağırdı ki sanki... Sanki deminden beri bağırıyormuş da duymuyormuşum gibi. Gözlerimi ovuşturdum avcumun içiyle. Huzursuz bir uykuydu tabi ki. Thrao yanıma gelip koluma girdiğinde "Hiç gerek yok." dedim güçlü durmaya çalışarak. "Dediğim gibi, gece boyunca direksiyondaydım. Ondan olmuş olmalı." Otobüsten inip gerildim. Derin derin nefes aldım. Boynumun ağrısını dindirmek için kafamı şöyle bir çevirdim. Ben kendime gelirken prensler de diğerlerini aşağı indirdiler. Herkes mi kötü olmuştu yolda gerçekten? Dufo ve Mabi'nin yanına gidip "İyisiniz değil mi?" diye sordum. Dufo'nun yanağına bir iki şaplattım renk gelsin az yüzüne diye. Sonra da bir Mabi'ye, bir de Dufo'ya baktım kaşlarımı çatarak. "Herkes mi kötü oldu? Garip." dedim. Otobüsten pet şişede su çıkaran prense bakıp "Bu kadar endişelendiler. Onlarla alakalı olmamalı." diye fısıldadım. Djurat'tan sadece Mabi vardı gezide. Dufo'yu da ben tutup getirmiştim, Tihami'den başka kimse yoktu. Bu yüzden prensler kendi adamlarından sorumluyken, ben de Mabi ve Dufo'ya karşı sorumluluk almalıydım. Thrao'nun getirdiği şişelerden 3'ünü alıp Dufo ve Mabi'ye verdim. Sonuncusunu da açıp ben içtim. Bu durum normal bir durum değildi. Herkes birlikte, uykuya dalıp kabus vesaire mi gördü yani.

Konuyu daha fazla irdelemeden biraz daha durduktan sonra Ten elinde yemeklerle geldi. Açlıktan bayıldığımızı düşündüğü için standlardan yemek toplamıştı. Eyvah Mabi kriz geçirecek. Üstelik, Dusha'lılar ayı gibi yemek yemişti biz gidip aldığımızda. Bir daha yiyecekler Frum ve Ser'i tanımazlar. Boğazınıza dursun. Bak nasıl koşuyolar sıra olacaklar. "Ya Mabi." dedim sinirli bir şekilde. "Dusha'lılar bize bırakmayacaklar. Sırayı falan siktirtmesinler bana. Gel öne geçip alalım." Ben Dufo'ya yemek almak istiyorum, Mabi de belli ki yanındaki kıza almak isteyecek. Dusha'lılar bitirmeden öne geçip almak lazım. Biliyorsunuz ben düzen adamıyım ama bu düzenin bazı önem sırasına göre düzenlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani 30 dakika önce yemek yiyenlerin, yememişlere izin vermesi gibi. Önden ben giderek Dusha'lılardan müsade istedim çok da yüz göz olmayarak. Bu sırada prensler omuz omuza mutlu mutlu duruyorlardı. Ten'in yanındaki yemeklerden 6 tane dana ya da kuzu şiş -farkını bilmiyorum- ve üç tane de içecek bir şeyler alıp geri döndüm Dufo'nun yanına. İki şişi Dufo'ya verip içeceklerden bir tanesini elimden almasını sağladım. Hemen sonra da gözüme kestirdiğim Fera'ya gidip almış olduğum şişlerden iki tanesini ve bir içeceği de ona uzattım. Dusha'lılar arasında yemeyen tek kişi oydu. Yanında takılıp yemeyi planlıyordum ama... Ya bu herif kim? Fera'nın yanında bu sefer de bir Dusha'lı vardı. Kafamla selamlayıp kendimi tanıttım ilk. Herifin adı Haga'ymış. Kafayı yiyeceğim. Önce Dufo, sonra Smildreiz şimdi de Haga... Yanına gelip Fera'nın belini falan elledim. Sevgilisi mi acaba surat falan yapar diye. Yok. Sevgilisi değil belli ki. Bakın ben bi kız için milleti düşman belleyecek biri değilim ama şu kızın güzelliğine bir bakın. Şu ortama baktığınızda Fera'nın güzel ve çekici olduğu her erkek tarafından anlaşılıyordur yani. İlgilendiğimi belli etmezsem olay saçma sapan durumlara varacak. Fera'nın yanında kalmak istiyorum, Haga'yla bırakmak istemiyorum ama daha demin bayıldık. Prensler var... Yakınlık kurmalıyım. Başkaları olursa konuşmazlar belki. Of of. Hayat zor. Karar vermek zor. Güzelim kızı bıraktım Haga denen elemanın yanında. Kalktım gittim prenslerin yanına içim kan ağlayarak. Koyun koyuna girmiş Ten ve Thrao'nun yanına gelince en umursamaz halimle "Thrao." dedim. "Sen de yemedin hiç. Bir şeyler atıştır. Öyle baygınlık geçirmedin ama sanırım bünyen güçlü. Benimki de güçlüdür de... Demiştim, uykusuzum."

Biraz sohbet sonrasında yemekler de bitince polislere "Çöplerinizi çöpe atın." Uyarıları yaparak gözlem evine doğru insanları yönlendirmeye başladım. Dushalılara "Al onu yerden. Burasını Dusha mı sandın?" diye halis mulis saf Djurat ırkçılığımı da yaptım. Neyse işte grubumuz binaya ilerledi. Kimlik kontrolü vs vs içeri geçtik. Bembeyaz bir tasarım. Baya da büyük bir bina. Herkes içeri girdikten sonra Ten anlatmaya başladı. Biliminsanları hep gökyüzünü incelerlermiş. Bahsettiği masaların üstüneki alınan notlara şöyle bir baktım. Sonra da kara tahtaların üstündeki yazılara baktım. Mavi yıldızın burada olanlarla ilgili bilgisi elbette ki vardır.

Başka bir koridora girdik. Bu koridorda gök cisimlerinin maketleri vardı. Güneş, ay... Sanki ilgimi çekmiyormuş gibi hareket etmeye çalışıyordum girdiğimizden beri. Dushalıların diniyle alakalıydı bu durum. İlgilerini çekecekti tabi ki. Şöyle bir esnedim koridorda yürürken. Tabi ilgisiz bir ifade ile haberci kuyruklu yıldıza ve Ten'in kutlu varlıkların gökdüşümü takımyıldızları olarak adlandırdığı maketlere de baktım. Koridor bittiğinde ise asıl göz alıcı yere geldik. Beş tane teleskop... Bundan biz de yapmalıyız diyordum kafamda sürekli. Gökyüzü o konuşmadan sonra o kadar ilgimi çekiyordu ki... Bilmek istiyordum nasıl olduğunu, nasıl çıkılacağını... Uçak dosyasını okudukça bu konu hakkında bilgi açlığı çeker olmuştum. Şuan burada ilgisiz davranmak aşırı zordu. En sonunda birlikte bahçeye indik. Thrao ve Ten çardağa geçeceklerini söylediklerinde ilk önce onların yalnız konuşması için biraz zaman verdim. Dufo ve Mabi'nin yanına gidip adının Frip olduğunu öğrendiğim kızla ve Livei denen diğer kızla olan konuşlarına katıldım azıcık. Bu sırada Haga ile Fera'ya bakıyordum sinirli sinirli. Yeterince yalnız zaman verdiğime emin olduktan sonra da Mabi ve Dufo'ya "Gelin benimle." dedim omuzlarını tutup. Mabi'ye demese miydim acaba? Nereden bulmuş bu kızı sürekli dibinde. Üçüncü teker olacağım belli ki artık arkadaşıma. Hepsi gelince Livei de geldi. O da çok sessiz sakin bi kız. Beni sevdi mi sevmedi mi anlamadım bile. Eh, benim de kimseye kendimi sevdirme gibi bir amacım olmadı.

Prenslerin yanına, çardaklarına gidip "Oturabilir miyim?" dedim gülümseyerek. Onay alınca geçip oturdum. Ten'e "Evet gerçekten görkemli bir binaymış, övüldüğü kadar var." dedim arkama yaslanarak. "Ama ne yalan söyleyeyim, böyle işler hiç benlik değil. Çok... Nasıl denir?" Sanki kelime seçmeye çalışıyormuş gibi yaptım. "Hayallerle uğraşmak gibi. Güneş sabah çıkar, ay gece çıkar. Çok da bir olayları yok yani ehehehe." Tam bir dallama, tam bir andavalım şuanda. DP'ye oy veren yaşlı kesim gibiyim Djurat'taki. "Asıl..." Elimi çardağın masasına 2 kere vurup öne doğru eğildim. Gülümseyerek "Söyleyin bakalım gece partiliyor muyuz? Himota partileri de bolca övülüyor ve benn... Parti adamıyım! Geziden sonra otelde 2 saat uyusam yeter, sonra tüm gece dans edebilirim. Öğretirsen kılıç da sallarız." dedim. Ten'e de göz kırptım. İşte tam o sırada biri her birimizi selamladığını söyleyerek herkesi susturdu. Kafamı çevirip baktım. Garip kıyafetli bir adam, Himota polisinin yanında duruyordu. Adam başka bir diyardan geldiğini söylediğinde Thrao rol yapma oyunu oynayıp oynamadığını sordu. Adam ise anlamadığım bir dilde bir şey yaptığını bilmediğini söyledi prensin. "Siz..." dedim kafam karışmış bir şekilde prense. "Tanışıyor musunuz kendisiyle?" Ten ise Thrao'nun aksine tüm siniriyle kalktı ayağa ve bunun bir şaka olmasını istediğini ve ülkesinde olay çıkmasını istemediğini söyledi. Ne olayı? Delinin teki gelmiş konuşuyor işte. Ne dikkate alıyor- Ne? Bir anda adamın kıtanın dışından geldiğini söylemesi ile duraksadım. Hayır hayır, olayla ilgili bir şeyler bildiğimi belli edemem. Üstelik... Thrao'ya baktım. Hiç de bir şey saklamak ya da açık olacağından korkuyor gibi havası yoktu. Daha çok adamın Ten'e söylediği rol oyunları durumuna kopmakla meşguldu. Ben de katıldım kahkahasına. Ten adamın bu bilgiyi bilmesini direkt adamın ajan olmasına bağlamıştı çünkü. Gülüşümün arasında "Birlikte oynadığın kişiler anlatmış olabilir." diye açıklama getirdim. O da zaten tiryakisi olmadığını söyledi biraz bozularak. Bu sırada da uçan bir taşıttan bahsetti adam. Uçan... Bir... Taşıt...

Uçak.

Derin bir nefes aldım. Daha demin çardağa gelirken benimle gelmelerini istediğim Mabi, Dufo ve Livei'ye doğru çevirdim kafamı prenslerin göremeyeceği bir şekilde. Frip polis değildi, bu yüzden umrumda da değildi şuanlık. Gözümle bu yeni gelen adamı işaret ettim. Ne istediğim belliydi. Adamı buradan uzaklaştırın. Sonra tekrar önüme dönüp aldığım nefesi sinirli bir şekilde verdim. "Daha fazla saçmalayıp, şu güzel günü basitleştirmeye gerek yok." dedim. "Hatta, bayadır düşündüğüm bir şey var. Hazır bu garip beyefendi ortamı sakinleştirmişken, sizin gibi kıtanın ileri gelen isimlerinin huzurunda ve kıtanın ilk ve tek gözlemevindeyken... Daha harika bir an bulamam."

Çardaktan kalktım. Hala Haga'nın yanında duran Fera'ya doğru bakıp "Fera." dedim. Sağ elimi kaldırıp ona uzattım sanki bana gelmesini istediğimi anlatmak için. "Seni ilk gördüğümde, sarhoştum evet ama hala aklımda. Alkol bile o güzelliğin bende uyandırdığı duyguları kafamdan silememiş. Belki ilk düşüncen sorumsuz ve dengesiz biri olduğum yönünde olabilir ama bunun aksini kanıtladığımı düşünüyorum. Biliyorum çoğunlukla denk geldik ama bu denk gelişler kaderin bizi birbirimize bağlama şekliydi. Çok güzelsin ve seni daha çok tanımak istiyorum. Beni kişiliğinin ve deneyimlerinin sayfalarını okumaya layık biri olarak görür müsün? Eğer ikimiz de okuduklarımızı beğenirsek, belki geleceğimizi el birliği ile yazarız." Gülümsedim. "Hem artık Pakt'ta da değiliz. Sadece üç güne sınırlı kalmayız. Ne diyorsun?" diye o an oracıkta Fera'ya ilan-ı aşk ettim.

Bu sırada da herkesin gözü bendeyken bizimkilerin garip herifi buradan çıkarmasını umuyordum.
Image
Yaz geldi.
► Show Spoiler
Yan çar
Podosḧi Øfinuafeme

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#19
Otobüs tekerlekleri hareket etmeye başladığı andan itibaren göz kapakları ağırlaşmaya başlayan Livei'nin kafası da cama doğru düşmüştü. Kabuslarla dolu uykusuz gecelerden sonra yorgun düşmüş olmalıydı, yoksa asla bu kadar hızlı uyuyakalamazdı. Ancak araba içerisinde uyuyakalan her birey gibi boynu aşağı düştükçe hafifçe uykusundan sıçrıyor, ne olduğunu anlamamış bir şekilde sağına soluna bakıyor ve tekrar uykuya dalıyordu. Tam uykusunun çok derin bir noktasındaydı ki Himota prensinin ani haykırışıyla kendine geldi. İyi ki de haykırmıştı çünkü bu kadar tatsız hislerle uyanmasına bakılırsa kesin yine kabus görmüştü. Ne gördüğünü hatırlamıyordu, kesin Kot ile ilgiliydi. Belki de kendisinin ve diğer sevdiklerinin hükümet tarafından tutuklanıp deney fareleri haline geldiğini görmüştü. Hükümetin pis sırları ile birlikte sonsuza dek yok olduklarını...

Otobüsteki pek çok kişi de genç kız ile benzer bir durumda olmalıydı ki inleyerek uyanma sesleri geliyordu. Hatta prensler endişelenip herkesi koluna girerek dışarı çıkartmışlardı. Temiz havayı ciğerlerine çekmek uyku halini dağıtıp zihnini tekrardan mantıklı düşünebilir hale getirmişti. Bu kadar insanın aynı şekilde uyuyakalması da garipti doğrusu, Himota'nın havasından mıydı acaba? Prens Ten açlıktan şekerlerinin düştüğünü düşünerek elinde kocaman poşetlerle geri dönmüştü. Livei ters ters Dushalı takımına baktı. Öyle bir ziyafetten kalktıktan sonra burada da tıkınırlarsa gözlerini de devirmeyi düşünüyordu. Kendisi açlıktan baygın düşmemek için birkaç lokma bir şeyi zorla yuttu. İştahının normal düzenine gelmesi için her gün Frum ve Ser'e dua ediyordu. Bu gidişle sağlıksız bir kiloya düşecekti.

Bu kısa dinlenmeden sonra tekrar yola koyulmuşlar ve Bahiti Gözlemevi'ne varmışlardı. Gösterişi ve şov yapmayı pek seven Himota İmparatorluğu yine masraftan kaçınmamıştı. Gözlemevinin güzelliği dillere destan denilebilecek düzeydeydi. Livei, Gedhilfe'de kralın sarayı dışında böyle görkemli bir yapı hiç gördüğünü hatırlamıyordu. Himotalı doğmak varmış, diye iç geçirdi. Kafası daha rahat olurdu. İnlerde yaşayıp kılıç savaşı yapardı. Milliyetçi olup her yerde ırkı ve ülkesi ile övünürdü. Rahattı valla bu devirde Himotalı olmak. Bunları düşünse de işin aslı Himota hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Azınlıktan da olsa Djuratlı bir sevgilisi olmuştu, Tihami'de savaşmıştı, Dushalı arkadaşları olmuş ve hatta Dushalılarla dolu bir köyde büyümüştü ancak Himotalı hiçbir arkadaşı ya da yakını olmamıştı. Bundan olsa gerek, pek ilgi duyduğu bir memleket değildi.

Gözlemevinin içine girdikleri anda Prens Ten tam bir turist rehberi gibi onlara gördüklerini anlatmaya başlamıştı. Livei başını sallayarak dinliyor gibi yapsa da gökcisimleri bu hayatta ilgi duyduğu son şey olabilirdi. Konu onu açmadığı için zihnini daha çok ilgilendiği başka düşüncelerle doldurmaya karar verdi. Mesela Frip neden Mabi ismindeki Djuratlı ile bu kadar samimi görünüyordu? Djurat başkan yardımcısı Ae neden elini sürekli "bu benim, uzak durun" dermiş gibi Fera ismindeki Dushalı kızın beline atıyordu? Yoksa Mabi ile Ae'nin sevgili olduklarına dair kanıları yanlış mıydı? Bu nasıl olabilirdi? Bir ortamda iki yakışıklı sarışın erkek varsa sevgili olmak zorundaydılar, yazılı olmayan bir kuraldı bu. Hetero çıkmaları tam bir hayal kırıklığıydı. Ayrıca Frip'i asla Djuratlı bir adamla evlendirmezlerdi, boşuna hayal kurmamalıydı. Üstelik Bok ona Djuratlı erkeklerin seviştikleri kızları sağda solda anlattıklarını ve kaba olduklarını söylemişti. Ayrıca çapkındılar ve asla tek bir kadına bağlanamazlardı. Kesinlikle böyle söylemişti. Yoksa söylememiş miydi? Ya da bunu Bok değil de başka birinden mi duymuştu? Üzgün bir şekilde iç çekti. Bok'a dair anıları başka anılarıyla birbirine karışmaya başlamıştı. Zaman tatlı tatlı, sinsi sinsi kanına girerek onu siliyordu. Bu sürece bilinçsizce dahil olmak korkunç bir deneyimdi.

Ten onları son olarak teleskoplarla dolu bir odaya getirmişti. En ortadaki en büyüğü, yanlarında da daha küçük teleskoplar olan bir odaydı. Her birinde de gökbilimci uzmanlar çalışma üstündeydiler. Bu vakitsiz geziden hoşlanmamış olacaklardı ki prens çok kısa bir süre sonra onları rahatsız etmemek adına çıkmalarını tavsiye etmişti. Bunun üzerine hep birlikte bahçeye çıkmışlardı. Gözlemevinin bahçesi vardı, evet. Kocaman bir bahçesi. Resmen Kraliçe Livei'nin bahçesi kadar kocamandı. Her yerde çardaklar olduğu için oturup sohbet edebileceklerdi ve güneş altında kalmayacaklardı. Prensler tabi ki birbirleri ile takılmak için ortadan kaybolmuşlardı. Yine baş başa kalmışlardı. Livei bakışlarını grubun üzerinde gezdirirken Tihamili polis memuruna kilitlendi. Kuzey'den olmalıydı. Acaba Bok'u tanıyor muydu? Bunu sorması garip kaçar mıydı? Onu unutuyor olma hissi genç kızı fazlasıyla rahatsız etmişti. Çocuğu bakışlarıyla taciz ediyormuş gibi görünmemek için yanına gidip gülümseyerek selam verdi. "Arkadaşlarından duydum da yeni polis oldun demek, tebrik ederim. Zor ama zevkli bir meslektir." dedi yalandan buzları kırmak için. "Tihami Savaşı esnasında oradaydım. Ülkeniz için epey inişli çıkışlı bir süreçti sanırım. Şimdilerde nasılsınız? Tihami'de sükunet sağlandı mı?" Savaştan sonra Bok'u kaybetmesi ile birlikte o kadar kendi içine kapanmıştı ki ülkenin durumunu hiç adam akıllı takip etmemişti.

Bu esnada sohbetlerine kısa bir süreliğine Ae de katılmıştı. Sonra da Mabi'yi ve Dufo'yu alıp gitmişti. Livei sohbet arkadaşının elinden alınmasına hayıflanarak diğerlerine döndü. Fera isimli kadına ve Frip'e yaklaştı. "Djuratlı erkeklere dikkat edin bence." dedi fısıldayarak. "Himotalı ve Gedhilfeli erkekler biraz kaba saba oluyorlarmış, öküz gibiler ama sadıklar genellikle diye duydum. Gedhilfeliler öyle zaten, biliyorum. Dusha'nın erkekleri zeki oluyormuş, soğuklarmış bir de biraz. Tihami erkekleri çok sempatik ama biraz çocuksu ve saftiriklermiş. Djurat erkeklerinin ise dağarcıkları güzel kelimelerle dolu olurmuş ama rahat durmuyorlarmış, diyeyim yani." O iki sarışını gey yapması gerekiyordu, ne olursa olsun kızları onlardan uzak tutmalıydı. Tam bu esnada içeriye Himotalı bir polis memuru ile sivil görünümlü bir vatandaş girmişti. Prenslerle rol yapma oyunları üzerine, Livei'ye fazlasıyla anlamsız gelen bir muhabbet çevirdikten sonra uçan bir taşıt görüp görmediklerini sormuştu. Livei kanı damarlarından çekilmiş gibi kalakaldı. Meinsu ile birlikte gördükleri taşıttan söz ediyor olmalıydı. Kocaman, büyük bir gürültüyle çalışan, havada giden, metalden yapılmış bir cihaz. Bu adam bu bilgiyi nereden biliyordu? Açığa çıkarmalı mıydı? Prenslerin önünde gördüğünü söylemeli miydi?

Livei kararsızlık ile boğuşurken Djurat başkan yardımcısı Ae bir anda Fera ile dramatik bir konuşmaya başlamıştı. Evlilik teklifi gibiydi ancak tam olarak öyle değildi. Djurat erkeğiydi işte, kullanıyordu kızı dikkat dağıtmak için. Fera onu dinleyip bu numaralara pabuç bırakmamalıydı. Başkan yardımcısının verdiği mesajı anlayarak adamın yanına gitti. "Burada çeşitli uluslardan görevlendirilerek gelmiş polis memurları olarak bulunuyoruz. Sivillerin izinsiz girişi yasak. Dışarı çıkar mısınız lütfen? Size kapıya kadar eşlik edeyim." diyerek adamın koluna girecek ve oradan uzaklaşacaktı. Eğer yeterince güvenli olduğuna inanırsa adamı sorgulama şansı elde edebilirdi.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#20
Daha önce hiç arkadaşı olmamış bir adamın bir anda etrafında arkadaş grubunun oluşması onun için mutluluk verici bir olaydır. Özellikle genç Dufo, bu konuda oldukça mutluydu. Mutluluk neydi? Bu sorunun cevabını bile veremeyecek durumdayken artık bir şeyler hissedebildiğini, bir şeyleri farklı yapması gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Ülkelerin bir arada olduğu etkinliklerden her zaman yüzü gülerek dönen Dufo bu sefer daha da mutluydu. En azından onun ailesinin dışında da ait olabileceğini düşündüğü bir yer vardı artık. Üstelik kendisi o zamana göre büyümüş, olgunlaşmıştı. Ae'nin ona böyle iyi davranması onu gerçekten mutlu ediyordu.

Ae ile başlayan yolculuk tanıdık bir sürü yüz ile son bulmuştu. Üstelik sadece tanıdık değil ayrıca yeni tanışacağı bir sürü insan da vardı çevresinde. Demek insanlar birbirlerini başka ülkelerden de olsa özleyebiliyor. Bu görevden geri döndüğü vakit özleyeceği, görmeyi dilediği çok daha fazla insan olacaktı Dufo'nun bu belliydi. Ae'nin onunla tanıştırdığı herkes iyi insanlara benziyordu. Her ne kadar kendisi iç dünyasında bir türlü bu duygulara yer veremiyor olsa da bir yerlerde, bir şekilde çırpınan insani duygular onun yaşadığı anlardan keyif almasına neden oluyordu.

Yaşadıkları bir takım maceralardan sonra otobüse binmişlerdi. Sanırım gidecekleri yere ulaşım olarak en rahat ve birlikte vakit geçirebilecekleri en iyi seçenek buydu. Açıkçası şu an Dufo sadece grup ne yapmak istiyorsa, nasıl eğleneceğini düşünüyorsa onlara eşlik etmek istiyordu. Burada olmak bile ona bir çeşit eğlence ve mutluluk katmaya yetiyordu zaten. Otobüse bindiğinde kafasını cama yaslayabileceği bir kısma geçti. Maskesini usulca cebinden çıkardı ve yerine sağlam taktığına emin olduktan sonra kafasını bir güzel geriye yasladı. Maskesini takmasının sebebi aslında tozdan hiç haz etmiyordu Dufo. Öksürmekten tıksırmaktan nefret ettiği için maskeyi takıp rahatça yolculuk etme peşindeydi.

Yolculuk kısa sürecekti ama biraz kestirmek hiç fena olmazdı. Gökyüzünü izlerken çocukken annesinin ve babasının çok dinlediği o güzel şarkıdan bir kısmı mırıldanmaya başladı. O kadar sessiz yapıyordu ki bu mırıldanmayı ellerinden tuttuğu ritim daha net duyulabilirdi. Tam anlamıyla ritim yakalarken mayıştığını hissettiğinde uyumaya karar verdi ve gözlerini kapattı. Ne kadar süre geçtiğinden pek emin değildi ama bir haykırışa uyanmıştı. Gözlerinin açmaya başladığında neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir insan bağırdığında normalde panik olmalıydı ama bu sanki çok doğalmış gibi geldi ona. Oysa ki ne kadar uyumuş olabilirdi ki? Nasıl bu kadar derin bir uykuya dalabilirdi?

Tam olarak ayılamadığı için Ae'nin peşine takılmıştı. Bir şeyler döndüğünden emindi ama ne olduğunu anlayabilecek bir psikolojide değildi şu anda. Sadece Ae'nin söylendiğini ve gidip yemek getirdiğini gözlemleyebiliyordu. İşaret etmesiyle birlikte elindekileri almış ve kibarca teşekkür ettikten sonra yemek yemeye başlamıştı. O sırada gözü tanımadığı, gruptaki diğer insanlara yönelmişti. Aralarında en çok dikkatini çeken kişi maskesinin renginden daha parlak bir saçı olan kızı seçmişti. Gerçekten güzel bir saçı vardı. Kendisi ise sıradan, kimsenin çok fazla takılmayacağı biriydi onun için. Diğer kısma baktığında ise hep yaşça büyük insanları gözlemlemişti.

Bu an gelene kadar hiçbir sıkıntı yaşamayan genç adam devamında neler ile karşılaşacağını çok merak ediyordu. Bir gözlemevinden bahsedildiğinde aklına o büyük bilmece gelip duruyordu. Burada göreceği şeyler kesinlikle onun için hayati değer taşıyordu ve asla eskisi gibi olamayacağının farkındaydı. İçeriye doğru girmek istediğimizde kısa bir güvenlik sürecinden geçiyorduk. O kadar hızlı gerçekleşmişti ki gayet mutluydu bu durumdan genç adam. Zaten yeterince görkemli olan bu yer, görkemini yüceltmeye devam ediyordu.

Ten'in konuşması grubun yürümesiyle birlikte başlıyordu. Gruptakilere ev sahipliği yaparak adeta etrafı tanıtıyordu. Oldukça güzel şeyler mevcuttu burada. Keşke durup burada vakit geçirebilseydi diye biraz düşündü ama gruba ayak uydurmalıydı. Grubu takip ederken Ten onları daha iyi bir yere götüreceğini söylüyordu. Ana alana geçtiklerinde etrafa bakmaktan gözünü alamıyordu Dufo. Ne kadar devasa aygıtlar, ne kadar çok çalışan ve detayları not eden insan vardı böyle! Ae'nin o gün ona söylediği şeyleri düşündü tekrardan. Gerçekten Tihami küçük bir ülkeydi. Sadece burada olan şeyler bile bunun bir örneğiydi.

Etrafı biraz inceledikten sonra özgür olduğunu duyunca gözüne kestirdiği ilk çardağa gitti ve tekrar maskesini takıp kestirmeye başladı. Çiçek polenleri genzini kaşındırıp gıcık yapmasın diye uyurken böyle bir şey düşündü. Fakat yine uykusu yarıda kalmıştı. Ne olduğunu anlamak için kafasını kaldırdığında o kızıl saçlı güzel kızı görmüştü karşısında. Direkt ayağa kalkıp üstünü başını silkeledi, maskesini çıkarttı ve gülümseyerek onu selamladı.

Kızın gülümsemesini izlerken konuşmaya başladı ve söylediklerine cevap vermeye çalıştı:
"İyi dilekleriniz için çok teşekkür ederim! İsmim Dufo! Evet, mesleğime yeni başladım ve inanıyorum ki bu meslek sayesinde çok farklı bir insan olacağım! Sizin gibi insanlarla arkadaşlık etmek bu zor zamanların ardından bana çok fazla iyi geldi." dedi ve gülümsemeye başladı. Daha sonrasında maskesini boynuna indirip gözlerini başka bir yere çevirdi. O sırada eliyle kafasının arkasını kaşırken utangaç bir şekilde şunu söyledi:

"Saçlarınız... Rengi gerçekten etkileyici! " dedi ve sonrasından aklından yine o şarkıyı mırıldanmaya başladı. Çünkü ilk defa Dufo çevresinde başka biri olmadan, meslektaşı ile tanışıyordu.!


En sevdiğimiz kelimeleri söylemek...
Küçük anımıza tutunarak,
Yaşadığım sürece asla unutmayacağım!


Kafasının içinden bu sözler geçerken kendini toparlayıp kadının karşısında disiplinli bir asker olduğunu göstermek amacıyla dik durmuştu. Bu iletişim yaşanırken içeriye birisi girmişti. Yanında ise bir polis memuru vardı ve bu kişi ilginç şeyler söylemeye başlamıştı. Tam o sessizlikte Ae, aksiyona geçip ilan-ı aşk etmişti. Dufo o an Ae'ye baktığı zaman neler olduğunu pek anlamamıştı ama onun gözünde bir işaret vardı. Bu işareti görünce harekete geçmesi gerektiği kanısına varmıştı ki bu konuda tek başına değildi. Çevreden diğer arkadaşları da bir şeyler yapmak istiyor gibiydi. Grubun kör noktasından ilerleyip olabilecek her hangi bir şeye karşı tetikte olmak istiyordu genç adam. Arkadaşlarının zarar görmesini istemezdi! Hele ki; böyle bir yerde...

Out:
► Show Spoiler
Image
► Show Spoiler

Return to “Tincoal”

cron