Re: [Ana Kurgu] O Adam

#21
Otobüsün içinde Fera’nın yanında cam kenarına gelecek şekilde kendime bir koltuk bulmuştum. Cam kenarına oturma sebebim, Fera’nın gruptaki diğer kişileri tanıması nedeniyle aralarında bir sohbet ortamı olması halinde, ortada kalmış bir bedenden ibaret olmak istemememdi. İnsanların ben yokmuşum gibi kafalarını öne arkaya hareketlendirerek konuşmalarının lüzumu yoktu. Tıpkı benim onların muhabbetlerine üçüncü bir kişi olarak dahil olmak zorunda olmamam gibi. Bu yüzden, Fera ve diğerlerini olabildiğince az rahatsız edecek şekilde oturacak ve sohbetin bir parçası olmaya zorlanmamam halinde sessizce ilerlemeyi bekleyecektim. Ancak ne olursa olsun, bana göre yabancı ve tehlikeli topraklarda bulunmamız nedeniyle, Fera’ya da yönelmesi muhtemel tehlikelere karşı tetikte olacaktım. Belki de biraz takıntılıydım veya önyargılı… Ancak bunların hiçbir önemi yoktu. Bugüne değin olanlar, bundan sonra olacakların habercisiyse eğer, bu toprakların biz Dushalılar için pek de güvenli bir yanı yoktu. Dolayısıyla, burada bulunmamız bir kaynaşma olsa bile, bu yelkenlerimi suya indireceğim veya çılgınlar gibi eğleneceğim anlamına gelmiyordu. Bu sebeple de, kendimi, Fera’yı ve diğer Dushalıları düşünerek hareket etmem gerektiğine inanıyordum.

Otobüsün ilerlemesiyle birlikte üzerime çöken ansız ağırlığa direnmek bir hayli güçtü. Oysa uykumu almıştım ve bu ana kadar kendimi son derece dinç hissediyordum. Yorgunluğa neden olacak bir eylem gerçekleştirmişliğim veya birden uyuklamama neden olacak bir hastalığım da bulunmuyordu. Bu yüzden uykuya biraz olsun direnme gayreti içerisinde, uykunun sebebini düşünmeye başlamıştım. Yediğimiz yemekten bile tok karna kalkmamışken, bu uyku halinin dolu bir mide olamayacağı da belliydi. Fakat elden gelen bir şey yoktu. Neticede bedenim arzuluyorsa, buna direnmek nafileydi. Gözlerim kapanırken, aklımdaki sorularda bir bir uçup gitmişti çoktan.

Ten’in bağırtısıyla açılan gözlerim, ister istemez vücudumun gergin bir şekilde hareketlenmesine neden olmuştu. Kendisini bilinmeyen bir şeye karşı savunur gibi içine kapanan bedenimin bu anlık hareketini hemen çözdükten sonra, etrafıma bakınarak ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. Başımdaki ağrı, nefes alışverişimi bile düzensizleştirirken, yüzüme düşen memnuniyetsiz ifadeyi silmeye çalışmak dışında pek bir şey yapamıyordum. Ten ve Thrao’nun kolumuza girerek bizi dışarı çıkarması ve temiz havanın ardından biraz kendime gelmeyi başarmış olsam bile, bu uykunun ve sonrasının olağan olmadığını düşünmeden edemiyordum. Fakat bu konuya dair fikir yürütmemi sağlayabilecek bir bilgiye bile tutunamam, şimdilik bu konunun rafa kaldırılması anlamına geliyordu. Ten’in uykuya dair açıklamaları ve yemek dağıtmasının ardından, teşekkür edip yemeği reddetme niyetindeydim. Zaten bir yemekten kalkalı çok uzun zaman olmamıştı ve bu yüzden yeniden yemek yeme gibi bir niyetim bulunmuyordu. Açıkçası bu durum, Ten’in uyku halimizin açlıktan olduğuna dair tezini de çürütüyordu. Burada bulunan Dushalılardan Fera hariç herkes güzelce karınlarını doyurmuştu. Bu yüzden olayın açlıkla açıklanabilir olması halinde, benim gibi diğer Dushalıların da uykuya yenik düşmemesi gerekiyordu.

Uyku olayına dair düşüncelerim filizlenmeye başlamışken tüm düşüncelerim, isminin Ae olduğunu öğrendiğim ve şahsi kanaatimin bir lavuk olduğu yönünde olduğu zatın tip tip bana bakmasıyla dağılmıştı. Esasen adamın derdinin Fera olduğu attığı her bakıştan belliyken, sırf yanında olmam nedeniyle bana karşı bu bakışlarla gelinmesi sinir bozucuydu. Ancak Ae denilen herifin bilmediği bir şey vardı… Bana kim ne verirse, ona mislini iade ederdim! Bu yüzden şu saçma festivalin içerisinde kendime güzel bir amaç edinebilirdim. Her şeyi bir kenarda tutarak, anlık olarak eğlenceye dahil olabilirdim. Ancak ne yazık ki benim eğlence anlayışım, sanırım buradakilerden farklıydı. Bu yüzden Ae denilen mal değneği için Fera’ya daha yakın durmam gerekiyordu! Yeni Djurat’ın Başkan Yardımcı olarak kendisini prenslere takdim eden Ae’ye karşı, Forøhata Beyliği’ni yeniden canlandıracak olan Haga! Arada olan Fera’ya olacaktı, ama elden gelen bir şey yoktu.

Ae isimli lavukla ilgili olarak düşüncelerimde haklı çıkmam çok uzun sürmemişti. Yemek faslının sonlanmasının ardından Dushalılara, yani bizlere, yönelik söylemlerinin ardından Fera’ya bir adım daha sokulduktan sonra hiç tarzım olmayacak bir şekilde etrafımdaki Dushalılara bakarak “Doğru söylüyor dostlar! Yolumuz Djurat’a düşerse çöplerden kurtulabiliriz!” diyecektim sadece. Hemen ardından ise yüzüme yerleşen tebessümü hafifçe yok ederek Fera’ya dönüp, sadece onun duyabileceği bir şekilde “Bu adamla samimiyetin nedir bilmiyorum ama, Dushalılara karşı bu tarz lafları kaldırabilecek biri değilim. Bu yüzden ondan hiç haz etmediğimi bilmeni isterim. Yani hoşuna gitmeyen bir şeyler yaparsam şimdiden beni bağışla.” diyecektim. Böylece, Ae denilen lavuğa karşı yapacağım her harekete dair önceden Fera’yı da bilgilendirmiş olacaktım.

Kısa bir dinlenmenin ardından Bahiti Gözlemevi’ne vardığımızda, karşımızdaki manzara son derece büyüleyiciydi. Gözlemevinin ihtişamı karşısında söylenebilecek az söz vardı ve bunların hepsini sineye çekip yutkunmak benim için biraz zaman almıştı. Ten’in yetkili ile görüşüp bizlere seslenmesinin ardından herkes kimlik bilgilerini veriyor ve karşılığında bir yaka kartı ediniyordu. Aslında bu durum bir hayli ilginç gelmişti bana. İlk olarak, Himota’nın varisiyle buraya gelmiş olmamıza rağmen, böyle bir prosedüre gerek olup olmadığı sorusu kafamda çınlıyordu. Akabinde ise, kimlik bilgilerimizi alıp bize hemen bir yaka kartı vermeleri aslında her şeyin planlı olup olmadığı sorusunu sormama neden oluyordu. Tüm bunlara katlanmak gerekiyordu, ancak belki de paranoyak gibi her şeye takılmak da küçüklüğümden beri edindiğim huylardan biriydi. Himota’ya girişimizden beri aklıma takılanlar bir bir zihnimde tekrar ederken, Fera’nın kartını almasını bekleyecek ve onun yanında ve mümkünse aramızda neredeyse mesafe bile kalmayacak kadar yakın yürüyecektim.

İçeride olan bitenler ilgimi hiçbir şekilde çekmiyordu. Zira kafamda bunların ilgi çekici bir yanı da bulunmuyordu. Fakat yine de anlatılanları saygısızlık etmemek için dinleyip belli belirsiz baş hareketleri yaparak karşılıyordum. Elbette arada da Fera’ya ilgi çekici bir şey varmış gibi tepkiler vererek daha yakın bir pozisyonda duruyordum. Bunu yaparken Fera’nın rahatsız olmasını istemiyordum ve bu sebeple hareketlerimin Ae denilen lavuğa karşı olduğunun bilincinde olmasını istiyordum. Ae’nin bize yönelen sinirli bakışları altında gülmemek için kendimi zor tutarken Ae’nin gözlerinin içine bakarak Fera’nın kulağına doğru eğilip “Kudurdu herif kudurdu!” diyecektim sadece. Fera’nın bu eğlenceme ne kadar katılacağı konusunu bilmesem bile, en azından kendimce bir eğlence bulmuş olmaktan son derece memnundum.

Bize tanınan boş zamanla birlikte, Ae lavuğu mağlup bir piç olarak prensleri yalamaya giderken, ben de etrafımda yapabileceğim bir şeyler olup olmadığını keşfetme arzusundaydım. Ancak bu anda, bulunduğumuz yere gelen biri garip giyimli iki adam, doğrudan tüm odağımın bu yöne kaymasına neden olmuştu. Adamın sözlerini ve varislerin karşılıklı konuşmalarını dinledikten sonra, garip adamın uçan taşıt sözleriyle şaşırmam mı yoksa gülmem mi gerektiğini kestirememiştim. Böyle bir şeyin mümkün olmasın imkan yoktu ve adamın anlattıkları da deli saçmasından öte bir şey değildi. Festival boyunca yapılanlara bakıldığında alkolik bir meczup olabileceği en mantıklı cevap gibiydi. Bir meczuba karşı söyleyecek lafım olmadığından ve iki varisin olaya zaten müdahale edecek olmasından dolayı, gelen kişilere karşı ilgim zayıflamışken, bir anda Ae lavuğunun karşımda Fera’ya yönelik aşkını haykırmasıyla şaşırıp kalmıştım. Elbette bu ana kadar üstünlük bendeydi, ancak böylesine bir hamle beklenmedik bir yumruktan fazlasıydı! Yine de bakışlarımı olabildiğince bayağı bir şekilde Ae denilen lavuk üstüne kilitlemişken maçı kimin kazanacağına karar verecek kişinin Fera olduğu ortadaydı. Bu anda Ae’ye karşı bir şey söylemem mümkün değildi, bu beni küçük düşürmekten ileri gitmezdi. Bu sebeple tek umudum, Fera’nın Ae lavuğunun Dushalılara yönelik söylemini hatırlamasıydı. İkisi arasındaki geçmişle ilgili Ae lavuğu ufak tüyoları konuşmasına serpiştirmiş olsa bile, Ae’nin bir lavuktan öte olmadığı aldığı nefesten bile belliydi ve umudum Fera’nın da bunu fark etmiş olmasıydı.
Last edited by Haga Nomua on Mon Jul 18, 2022 9:40 am, edited 1 time in total.
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#22
Fera, Himota'ya gelirken yolda ve otele vardığında neredeyse bir gün boyunca aralıksız uyumasına rağmen otobüste üstüne çöken ağırlığa bir anlam verememiş; kendini uykunun tatlı kollarına teslim etmişti. Gözlerini açtığında ise kulağında anlamlandıramadığı bir ses ve alnında biriken ter taneleri vardı. Nefes nefese yerinden doğrulduğunda şaşkın ördek misali etrafına bakındı ilk. Herkesin uykuya dalmış olması, paranoyak düşüncelerinin etkisinde saldırı niteliğinde adlandırabileceği bir olayda grupça etkilenmiş olmaları inanılmaz geliyordu. Veliahtların yetiştirdiği suyu içtiğinde hala uykuda olup olmadığından emin olmak adına arada sırada kendini dahi yoklamıştı. Havadaki paniğin yavaş yavaş dağılmasıyla aklındaki düşünce bulutlarını yalnız kaldığında düşünmek adına tekrar ortaya çıkarmak için bir kutuya kilitleyip günü anlık bir şekilde yaşamaya kararlı halde geri kalan her şeyi ertelemekten başka bir çaresi yoktu. Açlığı bile doğru dürüst hissedemezken Ae'nin söylemiyle göz devirmek zorunda kaldı Fera. Bozulmuş muydu? Evet. Dushalıların bir kesiminin kaba olabildiğini içlerinde yaşayan bir Dushalı olarak elbette biliyordu lakin abartılı bir şekilde ırkçılık yapmaya lüzum yoktu Fera için. Dushalılar, Djuratlılar'a "sarı papatya" diye takılıyor muydu? Düşünüldüğünde bu bile naif bir söylemdi. Üstünde durmak istemese de Haga'nın dürtmesiyle olduğu yerde bir süre kaldı. Ortalığın kızışmasını istemiyordu. Haga'nın ya da Ae'nin de herhangi bir davranışı yanlış anlamasını hiç mi hiç istemiyordu. Normalde bu kadar saf davranmazken araya duyguları girince bocalıyordu Fera. Ne duygusu peki? Emin değildi. "Dusha'da tanışmıştık uzun bir süre önce. Ters veya kötü niyetli birisi değil. Haklılık payın yok değil ama bir şans verip sohb-" demişti belli belirsiz bir şekilde yanıt olarak Haga'ya. Sohbet ederlerse anlaşabileceklerini düşünmüştü bir anlığına, ancak; iki karakteri de yanyana koyunca bunun çok masum bir fikir olduğunu fark etmesiyle lafını yarıda kesmişti. Derin bir nefes daha aldı kadın. Bu yolculuğun bir an önce bitmesini ve Dusha'ya dönmeyi diliyordu içinden.

Neyse ki kısa bir yolcuğun peşinden kendilerini varış noktalarında buldular: Bahiti Gözlemevi. İlgisini kesinlikle çekiyor olsa da dikkatini çekebilecek bir sürü unsur vardı. Öncelikle Ae'nin sinirli bakışlarıyla karşılaşıyor, arada gelip elini beline atmasıyla çekingenlikten ne yapacağını bilemiyordu Fera. Ardından ise yeni yeni sosyalleşmeye başlamanın etkisiyle Livei ile sohbet kuruyor, arada Mabi'yle konuşmaya çalışıyordu. Mabi'nin Gedhilfeliler ile fazla yakınlık kurmasına bir nebze tilt olmuş olsa da ne kadar cana yakın olduğunu bildiğinden ötürü ses çıkarmamıştı. Bu rahatsızlığı hisseden yalnızca kendisi de değildi belli ki. Her neyse. Bir diğer yandan, bütün bu prosedürler oldukça absürt geliyordu gözüne. Gözlemevinin önemini kavrıyor olsa da yanlarında yetkili biri vardı sonuçta. Daha dikkatli olmaları gerekliymiş gibi hissediyordu Fera. Girişi gözleriyle süzmüştü bir süre. Kartını da aldıktan sonra Haga'nın onu beklemesiyle bir hayli şaşırmış, lakin yüz ifadesine yansıtmayarak devam etmişti. Gözlemevinin içerisine girdiklerinde gördükleri karşısında ilk etapta etkilenmişti. Yaşam Getiren Güneş, Yol aydınlatan Ay, Haberci Kuyruklu Yıldız, Kutlu Varlıkların Gökdüşümü Takımyıldızları ve daha nice gök nesnesi... Tek kelimeyle muazzamdı. Eğer vakti ve fırsatı olsa tek başına keşfetmeyi daha çok isterdi kadın. Arada sırada Haga ile yorumlaşıyorlardı da gördükleri hakkında. O sırada Ae'nin kudurmasıyla ilgili bir şey söylediğinde adam mahçup bir şekilde baktı Fera. Ae neden kudursun ki? Bunun için bir sebep mi vardı? Varsa kesinlikle Fera'nın haberi yoktu. Evet, birçok kez denk gelmişlerdi. Birbirlerini hoş buldukları da kesindi ama Ae'nin kendisine karşı başka bir şey beslediğine ihtimal veremiyordu. Çapkın gözüküyordu. Fazlasıyla. Kendini kandırmasının anlamı yoktu Fera'nın. Her daim mantığının sesini dinleyen biri olarak bu sefer zorlansa da yine üstüne düşeni yapmak zorundaydı.

Suratı bir parça düşmüş halde ana alana geçmek için ilerlerken Livei'nin kendisine ve yanında bulunan Frip'e dönüşüyle ilgisini kızıllara verdi hemen. Frip ile sohbet kurmayı düşünmüyordu ama Livei gerçekten cana yakın birisi gibi duruyordu. Fısıltıyla söyledikleri karşısında bir derin nefes daha aldı Fera. Neden şimdi? Niye Djurat erkekleri? Ortada oyuna çağrılmayan her şeyden habersiz bırakılan küçük bir çocuk gibi hissediyordu. Oldukça rahatsız ediciydi bu. İster istemez aklında tekrar eden bu cümleler ile tanıdığı iki Djuratlı'yı düşündü. Mabi... O kasları boşuna yapmadı adam. Ağzı laf yapmasa da sıcakkanlı ve dobra oluşuyla birçok kızla takıldığına dair şüphe yoktu. Ae'nin de bir kadın mıknatısı olduğunu görmemek için aptal olmak gerekirdi. Hatta daha detaylı düşünülürse sadece kadın mıknatısı da olmayabilirdi. İlk tanıştıkları zamanı anımsadı. Alkollü olduğu için fevri hareketler sergileyerek kendini yaralamıştı, Dusha'ya gelen klasik turistlerden biriydi. O zamandan bu yana bir hayli değişmiş olmalıydı. Sorumluluğun yükü farklı olmalıydı en azından. Daha fazla üstüne düşünmek veya konuşmak istemediğinden olabilecek en kesin görüşlü yanıtı vermeye çalıştı Livei'ye, kendince: "Erkek değil mi? Özünde hepsi aynı. En fazla yaşadıkları coğrafyanın huyundan suyundan bir şeyler kapıyorlardır. Ne çıkarsa bahtına." Dedikten sonra Livei'nin yüz ifadesine bakınmaya çalıştı. Bir kız arkadaş edinmek gerçekten iyi olabilirdi, onu yanlış anlamamasını umut ediyordu sadece. Bunalmıştı biraz. Elinde olsa otele geri dönerdi şu an.

Derin nefes almaların temiz havayla buluşmasından daha huzurlu en azından bir tık daha dengeli hale gelebilen Fera, Smildreiz'le açık kapatmaya çalışacaktı. Kaçış yolu olabilirdi çocukluk arkadaşı. Üstelik prenslerin çardağa geçişiyle herkes daha rahat bir şekil almaya başlamıştı ki davetsiz bir misafirle bölünmek zorunda kalmışlardı. İlginç bir soruyla açılış yapan bu adamı baştan aşağı inceledi Fera. Uçan bir taşıt ile kastı ne olabilirdi ki? Mümkün müydü bu? İlgi odağı olmuştu bir anda. Herkesin kafasına bir soru işareti ekilmişti işte şimdi. Bir şeyler dönüyordu ama ne? Fera, Himota içkilerinin adama ağır geldiğini düşünürken Ae'nin el işaretiyle kaşları çatıldı. Bir şey isteyeceğini düşünerek ya da adam hakkında bir şeyler söyleyebileceği fikriyle ilerledi yanına doğru. Dudaklarını aralayıp ne olduğunu soramadan Ae'nin giriş cümleleriyle bir bağlam oluşturmaya çalışmıştı ilk etaptı. Sarhoşluk, dengesizlik, denk gelişler, bağlama şekli, deneyimlerin sayfaları, gelecek, el birliği... Her şey o kadar hızlı gerçekleşmişti ki söylediklerini birleştirebilmek heyecanla daha da zorlaşmıştı. Bütün gözlerin artık üstlerinde olduğunu hissetmenin de ne yazık ki bir faydası yoktu. Gülümsemesine karşılık verdi Fera direkt. Kesinlikle Ae'yi tanımayı çok istiyordu. Yakışıklı, özgüvenli, yer yer hala serseri, hırslı bir tip olmanın dışında başka ne gibi karakteristik özellikleri vardı acaba? Ne de güzel şeyler söylemişti öyle. Ama bir dakika... Şimşek gibi çarpan güzel sözler yanaklarını kızarttığı kadar herkesin içinde söylenmişti, değil mi? Ve de... Anlamdıramadıkları bir adamın gelişinin ardından. Ciddi değildi Ae. Ya da öyle miydi? Fera ciddi olmasını istiyordu. Fakat, tüm gün Haga'nın yakınlığının getirisiyle kıskançlık yapmış olması da bir şeyi kanıtlamazdı. Neden birebir de konuşmayı tercih etmemişti? O kadar samimiyetleri vardı sonuçta. Toplum ortasında olmaları birçok şeyi değiştiriyordu.

Fera omuzlarına çöken ağırlıkla 'yine' derin bir nefes daha aldı. Arka planda kızılın ve Dufo'nun hareketlenişiyle de emin olmuştu Fera. Yardım edecekti onlara. Ae'ye doğru bir adım daha atarak elini uzattı eş zamanlı olarak. "Kaderin ipiyle bağlanmışlığımızı görmezden gelemeyiz. Seni daha yakından tanımayı çok isterim. Birlikte neler neşer yazabileceğimizi hayal bile edemiyorum. Denemeliyiz." Söylediğinde kendi isteğini samimiyetiyle dile getiriyordu aslında. Çevreleri kalabalık olmasa daha güzel ve daha içten konuşabilirdi de ama tüm gün boyunca gerilmiş olmak Fera'yı zora sokuyordu. Ayrıyetten, ne yazık ki Ae tarafından bir oyuna alet edilmiş olmak korumaya çalıştığı kalbini kırıyordu da. Yalnız kalma fırsatı bulduğu anda yüzleşecekti kendisiyle. Sert bir yüzleşme olacağını Poshoto ve Tumi kaderlerine yaldızlı yazdızlı yazmıştı çoktan. "Lakin..." Es verip yönünü veliaht prens Ten'e doğru çevirdi yüzünde parlak bir gülümsemeyle. "Himota'dayız. Festivalin amacına da uygun şekilde Himota'nın dillere destan o çok meşhur adetini yeri getirmezsek saygısızlık edeceğimizi düşünüyorum. Prens Ten, eğer izniniz olursa kültürel bir paylaşım örneğini anında gerçekleştirmeyi çok isterim. Lütfen, beni kırmayın." dedi gayet nazik bir tavırla. Ae'nin elini daha da sıktı görevini yerine getirmeye çalıştığını ve ona yardımcı olmaya çalıştığını belli etmek istercesine. Sinirli değildi. Payına düşeni oynuyordu yalnızca. Emindi ki Ae'nin böyle bir şeye kalkışmasının ardında çok önemli sebepleri vardı. Yoluna taş koymayacak, elinden geldiğince destek olacaktı ona.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#23
Adam sorularıma tek tek cevap vermeye başlamıştı. Ağzı güzel laf yapıyordu. Sözleriyle beni etkilemeye çalıştığını hissedebiliyordum beni övmesinden. Buna gerek yoktu gerçi. Son zamanlarda o kadar çaresizdim ki anlattıkları bana bir nebze umut olmuştu bile. Aslında söylediği gibi kendini kanıtlamasına da gerek yoktu. Hatta şu anlattıklarını ne kadar erken görürsem o kadar iyiydi. Ayrıca görev bakımından bakarsak gideceği yere kadar refakat etmem gerekiyordu sadece. Söyledikleri extraydı. Yine de itiraz etmeden söylediği yere sürecektim aracı.

Tarif ettiği yer oldukça tanıdık bir yerdi. Bahiti Gözlemevine gelmiştik. Garip bir şekilde içeri girişimiz de çok kolay olmuştu fakat nedenini bir nebze olsun anlamıştım içeri girdiğimizde. Festivalin bir bölümü buraya taşınmış gibi görünüyordu. Kıtanın her yerinden polis memurları toplanmışken buraya gelmeleri hiç anormal değildi. Aralarında daha önce gördüklerim bile olabilirdi belki de.

Ben etrafa bakınırken adam konuşmaya başlamıştı bile. Biraz önce sır olarak tutmamı istediği şeyleri herkesin önünde anlatmaya başlamıştı. Gerçekten deli olma ihtimali artıyordu gözümde. Yine de ne yaptığını bildiğini varsayarak jareket edecektim. Bu kadar kişinin, adamın söylediklerine ne tepki vereceklerini bilemezdim. Bu yüzden ben de tetikte olacaktım. Bir gözüm adamda olacağından etrafta olup biten diğer aktiviteleri bir süre gözardı edebilirdim. Bu sırada adama ilk yaklaşan Gedhilfeli bir kız olmuştu. Bu kızı tanıyordum. Savaşta yanımızda olan Gedhilfeli kızlardan biriydi. Arkadaşını bırakıp uzaklaşan ve bizi zor durumda bırakan kızdı. Kafamın içinde şimşek gibi çakıvermişti. O günü geride bırakmıştım ama bu kıza güvenemezdim. İlk harekete geçen oydu ve aklında ne olduğunu bilemiyordum. Adamın koluna girdiği bileğinden tutarak "Hanımefendi şu an buradaki görevli Himotalı polis memuru benim. Siz gezinizin tadını çıkarın. Bırakın da bununla ben ilgileneyim." diyecektim. Adamın herşeyi anlatması benim de hoşuma gitmese de nereye varacağını görmek istiyordum.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#24
Out: Biraz hızlı geçiştirdiğim bir tur olabilir, zira iki turdur katılamadım. Kusura bakmayın lütfen, ancak bu turdan sonra hızlanacağım.

Ae, bana attığı bakışla yanımdaki kızı sorgularken, baş parmağımı kaldırıp olayların iyi bir şey olduğunu onayladım. Sonrasında Frip’e dönerek, “Tabii canım.” Dedim. Bahiti Gözlemevi’ne doğru gideceğimizi öğrendim ancak aslında bu tarz şeylere pek ilgim yok. Yani Bahiti Pastahanesi, Bahiti Fırını tarzında bir şey olsaydı eminim daha çok ilgimi çekerdi. Ancak şimdilik Frip’in ilgisini çektiğine göre benim de ilgimi çekti demektir. Frip’in zorlamasıyla birlikte Thrao’nun peşine takıldık, bu sırada Ae ile konuşacak bir yer bulamadım. Açıkçası biraz donmuş kalmışım, sanırım mideyi de bozmuşum, ondan dolayı kafam çalışmadı.

Frip’in yanında otururken Ae omzumu tutmuş, beni özlediğini söylemişti. “MABİ DE SENİ ÖZLEDİ USTA! BUGÜN İÇELİM HAYVAN GİBİ!” Diye anırdım. Sanırım o donup kalmış olmanın verdiği heyecanla tüm hislerimi patlattım bir anda. Tabi Frip’in yanına oturunca işleri de kaynatmaya başladım. En sevdiğim şey, gizlice öpüşmek ve yiyişmektir. Her zaman heyecanı ikiye katlar, zaten hayvan gibi bir adam olduğum için, muhtemelen Frip’i tamamen saklayabilecek cüsseye sahibim. O yüzden sıkıntı değil, hafif hafif, ince ince öpebilirim.

Mabi mabi
Öpücüklerin efendisi
Mabi mabi

Yarım saat kadar hınzırlık yapmaya çalışırken, Ten denilen adamın bağırışıyla kendime geldim ve toparlandım. Boğazımı temizledikten sonra hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordum. Otobüsten inip Thrao’dan suyu aldım, Ten’İn gelmesiyle birlikte burnuma dolan o güzel kokuya odaklandım. Burnum, burada güzel bir yemek olduğunu söylüyordu bana. Kırmızı et, beni benden alırken, ağzımın suyu akmaya başlamıştı bile. Bu sırada Ae’nin sesiyle birlikte, “Rahat ol usta. Bana katıl.” Dedim. Öyle bir öne geçtim, öyle bir yemek aldım ki anlatamam. Dört kişilik yemeği sadece kendime aldım. Neredeyse dört kişilik bir yemeği alıp yemeye başladıktan sonra Ten’e seslendim. “Odomom bo mothoş bor yomok. Soğoloson, çok ocokmoştom. Oe! Oe!” Ae’ye seslendim yanına koşturup. “Oe, sonlo konoşolom bo oro.” Ae ile özel olarak konuşmak istiyorum. O kadar olaydan sonra tepkisiz kalmam gerçekten hoş olmadı.

Gözlemevi için kimliğimi verdikten sonra yaka kartımı aldım, Ten bize rehberlik ederek konuşmaya başladı. Burada bilim yapıyorlarmış, Gökbilimci denilen adamlar. Keşke birde yemek yapsalar, Yemekadamlar. Ardından bizi Gök koridoru denilen bir yere götürdü, burada her bir gök nesnesinin maketi bulunuyordu. Gökbilimciler, teleskoplardan yukarıya doğru bakıyorlar ve işlerine oldukça odaklanmış durumdalardı. Bizi tabi buradan çıkarıp, aynı burası gibi büyük bir bahçeye çıkarıyordu. İstediğimiz gibi takılabileceğimizi de eklemişti. Tabi, Ae beni ve yanımdaki küçük elemanı çağırdıktan sonra çardağa ilerlemiştik.

Burada Ae gece partileyeceğimizi söylerken, “Tabi usta, senle kaç gündür görüşmüyoruz. Partileyeceğiz. Birde özel konuşmamız lazım.” Dedim. Sonrasında hınzır bir şekilde gülümsedim. “Sarhoşken çok daha güzel konuşuruz…” Bu sırada, gelen garip bir herif vardı. Uçan bir şeylerden bahsediyordu. “Ulen salak mısın? Kuştan taşıt mı olur?” Dedim adamın suratına bakıp. Ancak hoş olmayan bir şey vardı, Ae bu adamdan hoşlanmamış gibiydi. Ae’nin ilan-ı aşkı arasında adamı izledim. Sonrasında, tek bir soru sordum kollarımı sallayıp sert bir şekilde adama bakarken. “Usta, bir arzun varsa bu adamla alakalı, söylemen yeterli.”
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#25
Out: Gecikmeler için kusura bakmayın, daha hızlı olmaya çalışacağım bundan sonra..

Yeterince karışık olmayan grubumuza bir yeni üye daha eklemek adına uğradığımız, benim de açlığımı fark etmemi sağlayan durağımızdan sonra Bahiti Gözlemevine gitmek üzere yola çıktık. Otobüse binmeden önce Ae ile polisliğe nasıl başladığım üzerine sohbet etmiştim ancak sohbeti devam ettirmek için ona bir soru yöneltmeme gerek kalmadan servis gelmişti yanımıza. Zaten tanıştığımız zamanlarda da belliydi Ae'nin polis olmak ve siyasete atılmak istediği. Çok ciddi, sıkıcı bir çocuktu. Şu anda belli ki herkesin sevdiği ve saygı duyduğu bir adamdı, benim zamanında göremediğim bir şeyler vardı demek ki. Veya sırf pozisyonundan dolayı yalakalık yapıyorlardı. Göreceğiz, anlarım yakında. Otobüse kalabalığın binmesini bekledikten sonra son sıralarda içeriye adımımı attım ve cam kenarlarının dolu olduğunu görünce hüsrana uğrasam da çaktırmamaya çalışarak yanına oturacağım şanslı kişiyi seçmek için kısaca göz gezdirdim. Fera ile zaten sohbetimiz var, şu anda oturup da yazlık hakkında konuşabileceğimiz bir ortam da değil üstelik. Böyle bir samimiyetimiz olduğunu göstermeye de niyetim yok açıkçası, bu yüzden onu es geçtim. Diğer Gedhilfeli kızın da tek oturmayı tercih edeceğine bir önceki yolculuğumuzdan dolayı tahmin ediyordum. Biraz sıkıntıları var gibi duruyor. Sonra maskeli adama ilişti gözlerim. Nedenini öğrenmem lazım. Bir yarası mı var? Belki dudakları yanıktır tamamen, sadece ağız açıklığı vardır, gizlemek için takıyordur... Yok ya. Ağzı kokuyordur? Oğlum naneli sakız almak daha kolay olsa gerek. Bu olamaz. Hastalanmak istemiyordur, sonuçta festival çok kalabalık... Ama serviste de mi takıyor? Gidip çöktüm adamın yanında, selam verdim başımla. Sohbet edecektim etmesine de uykulu duruyordu, rahatsız etmek yerine çok uzun sürmeyecek olsa da diğer sohbetlere kulak kabartmayı tercih etmiştim. Uyuyakalmışım.

Prenslerin bağırışlarına gözlerimi araladığımda anlık bir telaşla grubu beklettiğim için sadece bana bağırdıklarını sandım. İnanılmaz bir stresti, herkesin uyuduğunu fark edene kadar boynumdan terler akmaya başlamıştı bile. Derin bir nefes verdim, boynumu ovaladım. Neden uyumuştum ki? Gece yürüyüşü mü yormuştu? Ama hepimiz aynı anda uyuyakalmışız. Sıcaktan olabilir. Ayağa kalktım, aşağı inip biraz nefeslenmek iyi gelir diyorken başımın zonklamasıyla gerisin geri çöktüm koltuğuma. Sanki kafamı iki yandan vidalamışlar da hareket ettirdikçe sinirlerim geriliyor gibiydi. "Huff." Bir nefes daha verdim. Gördüğüm rüyalardan olması çok muhtemeldi, ne gördüğümü hatırlamıyordum ama o kadar alışmışım ki şaşırmadım bile. Kötü olan hatırlamak. Prenslerden birinin koluna girerek herkes gibi ben de dışarı çıktım ve bir kaldırıma çöktüm. Açlıktan olduğunu düşünerek getirdikleri yiyecekleri, koskoca polisler yer kapmaca oynar gibi telaşla almaya çalışırken ellerim ceplerimde çatık kaşlarla izledim. Tek isteğim hamur kızartmalarından almak ve bir tavuk şişi hüpletmekti. Herkesin aldığından emin olunca ben de hakkıma düşene bakmak için yaklaştım sepetlere. Bitmiş! Kimse çorbalara dokunmamış bile ama etli yağlı sağlıksız ne varsa yemiş hayvanlar. Şu Mabi denen Ae'nin flörtü öyle hararetli yiyor ki zaten sanarsın dağdan inmiş, bir aydır konserveyle beslenmiş... Bu kadar açlıktan korkar mı bir insan? Kaşarlı domates çorbasını aldım sadece, diktim kafaya birkaç yudumda. Birbirine yapışmış kaşarlar boğazıma yapışınca hönkürmeye başladım. Zevk bırakmadılar adamda ya.

Döndüm servise, herkes gelince yola çıktık tekrar. Yol boyu az önceki olayın sebebini düşünmekten kendimi alamadım. Bazen fazla paranoyak davrandığımı kabul ediyorum; ekstra düşünüyorum, her ihtimali değerlendiriyorum ama... Ama özellikle yapılmış bir iş miydi acaba? Yolu görmemizi istemeyip özellikle uyutmuş olamazlar mı? Belki de başka bir yere gidiyoruz şu anda? Veya yolda bir yere uğramaları gerekiyordu, görmeyelim diye uyuttular. Sonra da inanılmaz ilgili davranarak gözümüzü boyamaya çalışıyorlar. Belki de sadece prenslere minnettar kalalım diye özellikle zor duruma düşürüp yardım etmişlerdir. Olabilir. Oğlum ben bunları Meinsu ile yaşadığım için mi düşünüyorum acaba. Böyle yalan dolan sahtekarlık niye aklıma geliyor lan. Kaderimin babasını satayım. Evde her türlü yalan dolana başvuran, hayattaki tek varlığı dolandırıcılık üzerine kurulu olan bir adamla yaşayınca artık her şeye olabilir gözüyle bakıyorsun. Annem iyi miydi acaba şu an. Yalnız kaldıklarında kafayı yiyor.

Gözlemevine geldiğimizde en sevindiğim şey herkesin yaka kartı takması oldu. Milletle konuşurken isimlerini sormak zorunda kalmayacaktım. Girdik içeri, tam bilim yuvasıydı. Ne güzel ya, insanlar nelerle uğraşıyor. Bu hayatta böyle bir insan da olabilirdik. Güzel iş valla, zordur tabi de iyi hizmet. "Hoş geldiniz! Sonsuzluk ve ötesine!" Çok iddialı değil mi? "Sonsuzluk çirkin olurdu." dedim yanımdakine. Arada çok kafa açıyorum ha. Ardından çok durmadan dışarı çıktık, inanılmazdı bahçe. Seviyorum doğayla iç içe olmayı, o yüzden kendimi daha güvende hissetmiştim bahçede. Fera'nın yanına yaklaştım kızlarla sohbet ederlerken. Erkekler hakkında yorumlarına kulak misafiri olunca gülmeden edememiştim. Bu Livei denen kız harbiden de çok çekmiş gibi erkeklerden. Eski sevgili acısı mıdır nedir, bir karın ağrısı var o kesin. "Gedhilfelilerin sadıklığına da o kadar güvenmemek lazım yalnız." dedim yorumlarına ithafen. Kendime de geçirmiş oluyorum böyle ama doğruya doğru demek lazım.

Oğlum ya tam sohbete girişeceğim, kaç saattir kendi düşüncelerimden de sıkıldım artık yemin ederim, çapulsuz gibi giyinmiş bir adam geldi başladı konuşmaya. Hepimizin de tepkisini çekti tabi, kendisi de diyor ben farklıyım diye. Triplere gel. O kadar gökyüzüne baka baka sonunda kafayı yemiş biri demek ki. Thrao Ozæf'in sözleriyle sırıttım ancak sonrasında adamın Ten hakkındaki lafına daha çok genişledi sırıtışım. Rol yapma oyununun fantazik olduğunu düşününce ve prensin yatak odası eğlencelerine atıfta bulunduğunu varsayınca oldukça komik gelmişti o an. Lan kimse böyle şeyler düşünmez lan. Ne boş yapıyorum. Valla sıktı resmi ortam yoksa tatlı çocuğum da işte... Ten'in adamı ajan şeklinde suçlamasıyla kendimi tutamayıp bir kahkaha patlattım ve sonrasında "Pardon." diyerek ortamdan geri çekildi birkaç adım. Çok saçma ahahassdfj. Adamın uçan bir taşıt hakkındaki sorusuyla gülüşüm yerini şaşkınlığa bıraktı tabi ve birkaç adım öne geldim tekrardan. Ne demek uçuyor? Oğlum çok normal bir şey mi bu da ineğini kaybetmiş gibi soruyor bu herif? Bak az sonra yine hep beraber uykuya dalacağız, ben diyeyim. Değişik bir gün. Yalnız daha değişiği, kimse de adamı ciddiye alıp ne diyorsun demedi. Saçmaladığına o kadar içten inanmışlardı ki üzerine düşünmeye bile gerek duymayıp, bunun yerine aşk ilanının tam yeri olduğunu düşünerek Ae konuşmaya girişti. Fera'yla aralarında bir şey varmış, nasıl fark etmediğime şaşırdım, görüştüğümüzde de anlatmamıştı hiç.. Mabi tahminim de yanlışmış, bugün iyi gözlemci değilim. Başımı salladım etkilenmiş bir şekilde. "Vay be." Dünya küçük.

Bu sırada adamı çıkarma girişimleri yanındaki polis tarafından engellenince iyice adama yaklaşarak konuya müdahale etmek istedim. Hiç mi merak etmiyorsunuz ne diyeceğini? Çattım kaşlarımı iyice, bir elimi de adamın omzuna koydum sıkacak gibi. "Şimdi, biraz daha net olsana abi. Yeni bir icat mıdır bu nedir? Farkındaysan düzgün bir açıklama yapmazsan deli diye atılacaksın az kaldı." Himotalı polise döndüm ardından. Yaka kartına baktım önce. "Sai Nopaodan, siz kefil misiniz bu beyefendiye? Ne amaçla buradasınız açıklarsanız..." Durdum ve arkamdaki insanlara döndüm hafifçe. "Hem prenslerin huzurunu, hem de Djurat Başkan Yardımcısının bu özel anını daha fazla bozmamış oluruz."
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#26
Ae Libjetütcha: Çardaktayken Ten'e yönelttiğin soruya karşılık olarak genç varis sana "Ben ne yazık ki üstüme düşen görevler gereği parti adamı olamadım hiçbir zaman. Elbette Thrao ile içmeye gittiğimiz zamanlar iş değişiyor. Kendisi bir gün bana o kadar çok içirmişti ki, malum ben de Himotalı adamım, içki ile ne işim olur, bar kavgasına girişmiştim. Onurlu bir adamım ben, önemli bir husus olmadıkça kavgaya girişmeyi anlamsız bulurum. O gece işler çok farklıydı. Kendimde hiç var olduğunu bilmediğim bir kişilik özelliğini keşfettim. O yüzden sanırım gece partilenecekse ben uyurken yapmanız daha doğru olur." diyor. Thrao ise kahkaha atmaya başlıyor ve "Abi müthişti ya, hatırladıkça krize giriyorum. Olay da ne biliyor musun? Ten'in bardağını gösteriyor diyor ki buna içkiyi daha çok koydunuz. Ten de yoo falan demeye başladı, karşılaştırıyorlar, Ten bir anda bardağı adamın kafasına geçirdi. Çocuğu beş kişi falan zor tuttuk ha, bir türlü de bırakmıyor. Tutmasak Ten katil olurdu herhalde." diyor. Ten de "Ne alaka abi ya." deyip gülümsüyor.

Ten katı bakışlarla gizemli adamı süzüyor. Suratındaki ciddiyet mi? Soğukluk mu? Yoksa, sinir mi? Söylemek zor çünkü bir karmaşa içerisinde. Yaşamı boyunca görmediği garip kılıklı biri onun halka açık olmayan bir yerde, belli başlı kişilerle beraber, sadece bir kere gerçekleştirdiği bir etkinlikten haberdar. Bunun olması için gizemli adamın yaşamının o döneminden de önce onu tanıması gerekiyor. Bir varis olduğu saklı değil elbette. Himota'da herkes bunu biliyor. Diğer ülkelerde de haberleri takip eden veya siyaset ile ilgili olan herkes varlığının farkında. Tanınması çok olası ama bir bakıma gizli kapaklı gerçekleştirdiği bir etkinliği bilmesi...

Bu gizemli adam gerçekten de bir casus olabilir mi? Ancak o uzmanlıkta biri bu bilgiyi elde edebilir. Bu kadar yakından takip ediliyor mu gerçekten? Eğer rastgele birisi bunu yapabiliyorsa, başka kim veya kimler yapabiliyor? Bu kesinlikle ulusal güvenlik derecesinde bir sorun. Geleceğin kendisinden sorulduğu bu topraklarda asla göz ardı edilemeyecek bir sorun. Gözlerini gizemli adama dikip hışımla ona doğru ilerlerken, ilan-ı aşka lâyık görülmüş hanımefendinin ona seslenmesiyle duruyor. Çok daha önemli bir işten ötürü görmezden gelmek istiyor ama bu doğru olmaz. O Himota ulusunun temsilcisi. Kendi geleneklerini gerçekleştirmek isteyen birini geri çeviremez. Böyle bir lüksü yok. Bu kadar sevindirici ve kutlu bir olay kesinlikle kendi elinden geçmeli. İçinden yakarıyor. "Kutlu Atam, duy beni! İmdadıma yetiş!" Gizemli adamın yanındaki Himota polisini görüyor. Ona güvenmekten başka çaresi yok. Hanımefendiye dönüyor. "Bu kadar kutlu bir kavramı Himota kültürü ile taçlandırmanız bana içten bir sevinç yaşatıyor. Öyle olsun! Eskiler, birlikteliğin sürekliliği için potansiyel eşlerin birbirlerinin varlığının bütününe tanıklık etmesi ve kendilerini birbirlerine kanıtlaması gerektiğini savunurlardı. Böyle bildik, böyle kabul ettik. O hâlde, dışarı çıkmamız daha uygun olur. Göğün huzurunda olmadan olmaz!" O gizemli adamın yakasından düşmeyecek. Hele şu meydan okuma bitsin.

Düellonun mensupları ve izlemek isteyenler bahçeye çıkarken, Livei, Sai ve Smildreiz gizemli adamın etrafında toplanmış ve bir kaos ortamı oluşmasına ramak kalmışken gizemli adam "Bir dakikanızı isteyeceğim lütfen!" diye bağırıyor ve böylece odada bulunan herkes susup gözlerini adama çeviriyor. Adam onu tutan ellerden kısa bir süreliğine izin istiyor ve odanın ortasına doğru yürümeye başlıyor. Öncelikle Ae'ye dönüyor ve "Dostum, şu an çok daha önemli bir işle uğraştığını biliyorum, o yüzden kısa tutacağım." diyor. Hemen ardından Fera'ya dönüp "Bu arada ikinize de mutluluklar dilerim." diye devam ediyor. Gizemli adam herkesi önüne alacak şekilde pozisyon alıyor ve elini cebine atıyor. Cebinden ne olduğunu anlamakta zorlandığınız bir nesne çıkarıyor. "Yaklaşabilirsiniz." diyor. İçinizden meraklı olanlar ve varislerin her ikisi de adama yaklaşıyor ve bir anda nesne parlamaya başlıyor. Gizemli adam dikdörtgen şeklinde olan nesneyi dikey olarak tutuyor ve üstünde bir ekranla oynuyor. Bu ekran televizyon ekranlarına benziyor fakat adam ekrana dokundukça ekranda farklı farklı şeyler oluyor. Adam size dönüyor ve "Bu bir telefon." diyor. Thrao şaşkınlık içinde hazırcevaplığını konuşturuyor ve "Beyefendi, bu telefona hiç benzemiyor yalnız." diyor. Adam ise "Evet Thrao bey, sizde bulunan ankesörlü telefonlar ile alakası yok. Ben farklı bir gezegenden geliyorum. Bizde telefonlar bu kadar küçültüldü ve içinde sadece arama değil, mesajlaşma, oyun oynama ve bunun gibi yüzlerce farklı özellik var." diyor. "Gezegen bu uçan kürelere deniyor bu arada, unutmayın." diye ekliyor. Telefonu varis Thrao Ozæf'e uzatıyor ve incelemesini istiyor. "Size daha da ilginç bir şey söyleyeyim mi? Bizde de bundan yüz elli yıl önce ankesörlü telefon kulanılıyordu. Bazı teknolojileriniz bizen bihaber olmanıza rağmen bizimle benzer bir şekilde gelişti. Televizyon, radyo, telefon bunlardan sadece birkaçı. Bunu aklım almıyor. Şu an size anlamsız geldiğine eminim ama benim açımdan olaylara bakacak olursanız bu yaşananlar inanılmaz." Adam telefonu geri istiyor, aldığında tekrardan cebine koyuyor ve konuya giriyor. "Buraya geldim ve bunları size anlattım. Neden bunu yapıyorum? Çünkü yardıma ihtiyacım var. Yanımda gördüğünüz Sai adlı arkadaşı yıllardır araştırıyorum ve bugün kıtaya geldiğimde bu kolumda gördüğünüz saatim bozuldu. Bu saati düzeltmeden uçağımla bağlantı kuramıyorum fakat düzeltmemi sağlayacak olan ekipmanlarım uçağımın olduğu yerde. Uçağım ise bir sürü güvenlik tarafından korunan bir yerde saklı. Güvenilir polis memurları olmadan bu yere girmeme imkan yok. Ben de dedim ki hazır Sai ile buluşmuşum, Djurat başkan yardımcısı, Gedhilfe ve Himota'nın varisleri ve onların yanındaki pırıl pırıl polis memurları ile bu iş garanti olur. Bana yardım etmeye ne dersiniz?" Birkaç saniye boyunca sessiz kalan oda Thrao'nun konuşmaya başlamasıyla yeniden canlanıyor. Ten'e dönüp "Ten, sana anlattığım olayı hatırlıyor musun?" diye soruyor. Ten ise "Muhtemelen aynı şeyi düşünüyoruz, elbette hatırlıyorum." diye cevap veriyor. Thrao Ten'in yüzüne birkaç saniye boyunca ciddi bir ifadeyle bakıyor ve Ten "Hayır abi. Kapalı bir alanda konuşuruz bunu." diyor. Thrao ise "Abi ya... Bilmiyorum." diye cevap veriyor. Ten bir süre yere bakıyor ve "Baban seni öldürmekle kalmaz, meydana astırır ben sana söyleyeyim." diyor. Thrao ise başıyla onaylıyor ve omuzlarını 'ne yapayım' dercesine bir ifade ile havaya kaldırıp kendini gizemli adamın yanına konumlandırıp konuşmaya başlıyor. "Bizim sarayda bir gün babamın odasına girmiştim. Gece vaktiydi. Babamla konuşmayı planlıyordum fakat bir baktım ki adam evde yok. Gittim çalışma masasının oraya, belki bir not falan bırakmıştır diye baktım. Bir hükümet dosyası ile karşılaştım. Üstünde ise kanatlı bir taşıtın taslak çizimi vardı. Dosyada uçak ibaresinin yer aldığını hatırlıyorum. Bu adam doğruyu söylüyor arkadaşlar. Bunu size söylemem kesinlikle başımı ağrıtacak şeylere sebep olacak ama şimdilik sizden ricam konuşulanların bu odanın dışına çıkmaması." Gizemli adam Thrao'ya dönüyor ve şaşkın bir yüz ifadesiyle "Senin başından beri rol yaptığını sanıyordum. Gerçekten Gedhilfe hükümetinin neler yaptığıyla ilgili bilgin yok mu?" diye soruyor. Thrao ise gülümsüyor ve "Gedhilfe hükümetinin çoğu konuda ne yaptığı ile ilgili bilgim yok ki be oğlum. Prens olarak doğdum diye zaten kaderimde eninde sonunda kendimi imzalanması gereken kağıtlara boğma gibi bir mesleğim var, bu yaştan odaklanmayayım dedim." diyor. Gizemli adam da gülümsüyor ve herkese dönüp "E o zaman? Gidiyor muyuz?" diye soruyor. Sai'ye dönüyor ve "Sai, bu arkadaşlar kendi başlarına ikna olmazsa lütfen sen de elinden geleni yap. Hem bana yardım edersen Tegin'in hapisten kurtulması için de elimden geleni yaparım." diyor.

Tegin Hentanodan: Dört duvarların sıkıcılaşmaya başladığı bir günün ortasında, umutsuzluğun içinde kıvranmaya devam ederken kapının aralığından gördüğün bir ışık gözünü rahatsız ediyor. Gardiyanlardan biri bulunduğun hücrenin kapısını açıyor ve "Bizimle geliyorsun." diyor. Gardiyan ile birlikte yavaş yavaş dar bir koridordan yürüyorsunuz. Koridorun ardında bir grup hücre daha görüyorsun. Her birinde özgürlüğe susamış aciz insanları görüyorsun. Her birinin birbirinden farklı ağırlıkta suçları olsa da hiçbirinin buradan çıktığında aynı kişi olmayacağını adın gibi biliyorsun. Bir alt kata iniyorsun ve seninle birlikte bir sürü suçlunun binanın kapısında bekletildiğini görüyorsun. Kapının ucundan bakıyor ve dışarıda kocaman bir kamyonun beklediğini görüyorsun. Öyle bir kamyon ki sanki mekanda bulunan tüm suçluları toplasan sığar. Tam olarak da öyle oluyor. Gardiyanlardan biri "Kamyona!" diye bağırıyor ve teker teker kamyona bindiriliyorsunuz. Kamyona binerken gardiyanların üniformalarını çıkardığını fark ediyorsun. Üniformalarının altında ise farklı bir üniforma var. Bunlar gerçekten de ülkenin sadık gardiyanları mı? Kamyona son bindirilenlerden biri sensin, kamyonun kapısı ise hala açık. Üç tane gardiyan veya gardiyan kılığına girmiş insan ile karşı karşıyasın. Bunlardan ikisi kas yığını, bir diğeri ise upuzun. Her biri kamyonun sol tarafında bekliyor. Sağ tarafta ise hapishanenin çıkış kapısı var. Kamyon çıkacağı için kapı açık bırakılmış. Yolculuğun başlıyor, yalnız kurt.
Off Topic
Tegin Hentanodan konuya katılmıştır.
Off Topic
Fegø Foø pasiflik sınırını aştığı için konudan atılmıştır.

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#27
Adamın konuşması, doğal olarak insanların tepki göstermelerine neden olmuştu. Tepkilerin merkezindeki kişilerden biri de bendim. Tabi adamı buraya getiren bendim ve yanında durarak bir nevi söylediklerine de kefil oluyormuşum gibi bir durum oluşuyordu. Halbuki ben de onların bildiklerinden daha fazlasını bilmiyordum. Bu adama güveniyor muydum? Açıkçası güvenmek istiyordum ama söylediklerine inanabilmek için de sağlam kanıtlara ihtiyacım vardı. Henüz beni bile tam inandıramamışken her ülkeden polis memurlarının ve iki prensin karşısına çıkmasına anlam verememiştim. Söyledikleri, bir kişinin geri dönüşü kestirilmeyecek şeylerken bu kadar kişiye açıklamak cesaret gerektiren bir durumdu. Yine de böyle olmasını gerektiren bir durum olduğunu farz ediyordum. Ben de şimdilik buna ayak uydurmalıydım.

Kızı durdurduğumda başka bir Gedhilfeli de bir açıklama istiyordu haklı olarak. “Açıkçası bu biraz karışık…” diye geçiştirmeyle yetinmiştim onu şimdilik. Çünkü adam konuşmasına devam etmek için hareketlenmişti. Onun sorusuna da cevap olabilirdi böylece. Söyleyeceklerini iyi dinlemem gerekiyordu çünkü onu buraya getiren kişi olarak sorumluluk almam gerekebilirdi. Üstelik prenslerin huzurundaydık. Başıma gelenlerden sonra ilk işimi almışken tekrar bir şekilde bir suç işlemek ya da bir hatayla fişlenmek istemezdim. Bu yüzden duruma göre söylediklerime de dikkat etmem gerekecekti.

Adam herkesin dikkatini ona vermesini istemişti. Polis memurlarının hepsi kendi halindeydi çünkü. Aşkını ilan eden bile vardı. Bir gözlem evinde… umarım birine hisler beslediğinde onu sonsuza kadar kaybedeceği gerçeğiyle yüzleşmezdi yakın zamanda. Neyse ilgilenmem gereken konu bu değildi şu anda. Bence onların da bu olmamalıydı. Adam herkesi yanına çağırdığında ben biraz uzaktan izlemeyi tercih edecektim. Zaten muhtemelen yine saatini falan gösterecekti diye düşünürken farklı bir cihaz anlatmaya başlamıştı. Taşınabilir bir telefondan bahsediyordu. Garip aleti Gedhilfe varisine verdikten sonra ise konuşmasına devam ediyordu. “Yani birbirimizden haberdar olmamamıza rağmen aynı teknolojik evrimden geçmişiz öyle mi?” diye mırıldandım normal bir ses tonuyla. Bu da demek oluyor ki, eğer adamın söyledikleri doğruysa gelişim sürecimiz belli aşamalardan geçiyordu. Bir buluşu önceden görmemiş olsak bile. Diğer bir seçenek ise aynı şekilde bu adam gibi olan kişiler kıtaya gelip gelişmemizde yardımcı olmuş olmaları. Anlattıkları kafamda oturmaya başladıkça kendimi hikayesine kaptırıp kendi senaryomu yazmaya başlamıştım yine. Fakat söylediklerini bir mantık çerçevesinde düşünmeye çalışıyordum.

Uçağına ulaşması gerektiğinden bahsettikten sonra prensler kendi aralarında arasında durumu analiz etmeye başlamışlardı. Anlaşılan ülkeleri yönetenlerin sadece bizden değil varislerinden de sakladıkları şeyler varmış. Bundan haberdarlarsa bunu çoktan araştırmış olmaları gerekiyordu. Peki bizden gizledikleri neydi? İnanmıyorlar ve umursamıyorlar mı yoksa bir şekilde kendiler mi kullanmak istiyorlar? Her şey bir yana bu işi araştırma isteğim daha da artmıştı. Öylesine bir umut için değil artık orada ne olduğunu merak ediyordum.

“İzin verin, söylediği konuma gidip araştıralım. Anlattıkları doğruysa tüm kıta için büyük bir keşif olabilir.” diyecektim Himota’nın varisi Ten’e dönerek. Tabi artık orada olanları görmemizi istemeyecek kişilerin de olduğunu varsaymak zorundaydım. Başımızı belaya sokma riskimiz de artmıştı. “Eğer doğru değilse ve bizi kandırıyorsa da bütün sorumluluğu almaya hazırım. Böyle bir keşif için risk almaya değer.” diye devam edecektim. Ardından adamın isteği üzerine bir iki cümle de polis memurlarına edecektim. “Öncelikle çoğunuzu ilk defa görüyorum. Bana güvenmenizi isteyemem. Açıkçası ben de size güvenmiyorum. Fakat kabul ederseniz el ele vermemiz gereken bir durumla karşı karşıyayız. İlk duyduğumdan beri ben de doğruluğuna kanaat getiremesem de söylediklerini delice sözler diyerek geçiştiremem. Anlattıkları doğruysa bütün sahne ışığını Himota’ya bırakmaz istemezsiniz değil mi?” diyecektim gülümseyerek. Açıkçası başımıza ne geleceğini bilmeden bu kadar insanı yanımıza çekmeye çalışıyordum ama içimden bir ses bunu yapmam gerektiğini söylüyordu.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#28
İnsanı anlatan en kısa cevabın ne olduğu sorsalardı, kuşkusuz söyleyeceğim ilk şey hayal kırıklığı olurdu. Bunu, neredeyse kendimi hatırladığım ilk andan beri yaşayan biri olarak bir kez daha tecrübe etmek artık sinirlerime bile dokunmayacak kıvama gelmişti. Doğduğum ülkede, büyüdüğüm topraklarda, yaşadığım yerlerde ve hatta içinde bulunduğum aile de bile hayal kırıklıkları her yanı sarmış gibiydi. Bu yüzden bir kez daha hayal kırıklığının en saf örneğiyle karşılaşmak kanıma dokunsa bile tepkisiz bir insana dönüştürmüştü beni. Bir insandım ve öyle çok olgun biri olabildiğimi de hiçbir zaman düşünmüyordum. Zira duygularımdan arınarak olgunlaşmaya çalışmam halinde, içimde benden arta kalan bir şeyin olmayacağını çok iyi biliyordum. Duygularımdan arınırsam, en önemli motivasyonum olan Hata’yı kaybetmiş olacağımı düşünüyordum. Bu duygulu yaşam ise, çoğu zaman öfke ve kuşku olarak kendini gösteriyordu. Fakat neticede bir insandım ve başka bir insanı sevebilir veya ondan tiksinebilirdim. Ae lavuğuna karşı duygularımın olumsuz anlamda var olmasının yadırgamıyordum ve onunla bir şekilde uğraşmaktan veya onu mutsuz edebilme ihtimalinden keyif almıştım. Ta ki insan gerçeği Fera tarafından bir kez daha yüzüme vurulana kadar…

Fera’nın Ae lavuğuna verdiği olumlu cevap karşısında, istemsiz bir şekilde yüzüme yerleşen alaycı bir gülümseme, derin bir havanın dışarı çıkmasıyla oluşan sesle birleşivermişti çoktan. Aşk, sevgi, beğenme gibi şeyler güzel duygulardı neticede, ancak ülkene ve yoldaşlarında bok parçası davranan gibi birine karşı en azından insanın içinde bir parça gurur olabileceğine inanıyordum. Zaten Ae lavuğunun aşkını ilan etmesinin ardından Fera’dan tüm beklentim de varsa bu gururundan arta kalanlarla dahi yetinerek Ae lavuğuna gereken cevabı vermesiydi. Ancak neticede Fera’da bir istisna değildi ve insandı. Onun için de artık hayal kırıklığı denilmesinin önünde hiçbir engel bulunmuyordu. Bir hayal kırıklığı olarak bol bol Ae lavuğunun sahte olduğuna inandığım aşkını yaşayabilir ve onun bilumum aşağılamalarını parıltılı gözlerle dinleyebilirdi.

Aslına bakılırsa, tüm bu olan biten zihnimin biraz daha gerçeğe dönmesine neden oluyordu. Tüm bu gözlem evi, meczup adam ve festival saçmalıkları arasında, uzun bir süredir aklımdan çıkmış olan bir gerçek tekrar varlığını hissettirmeye başlıyordu. Ben ne bir Dushalı’ydım ne de Dushalılar’ın tamamını masum görecek kadar kendini bilmezdim. Hep bu şekilde olmuştu ve tarih bu kez minimal bir çerçevede yine kendini yineliyordu. Olan bitenin tamamı buydu aslında. Bu yaşananların hiçbir tesadüf değildi, tarihin soluk izlerinden ibaretti. Neticede, Djurat halkı Qardakh kabilesi ile birleşerek kurdukları ülkelerinde, Qardakhlılara ihanet etmiş bir topluluktan ibarettir. Ve şu an herkesin güle oynaya vakit geçirdiği toprakların sahibi Himota ise gözünü başka topraklara diktiğinde, bunun karşısında durabilen iki taraf vardı. Gedhilfe ve Dushalılar, Qardakh kabilesi ile anlaşarak Üç Güç Birliği’ni oluşturmuşlardı. Bu dönemde, Qardakh kabilesinin koruma sözü veren Djurat değil, başka ülkelerdi. Evet, başka ülkeler, kendi ülkelerindeki önemli bir kabilenin koruyuculuğunu yaparken Djurat denilen ülke ve yöneticileri bu konuda hiçbir şey yapmıyorlardı. Kendilerini savunmaktan aciz bu topluluğun, bugün görünen yüzünün de Ae lavuğu gibi olması son derece doğaldı. Hele ki Qardakh kabilesinin demir karşılığı bu kez Dusha’ya ihanet etmesi ve Güneybatı Savaşı’nda yaşananlar da, bu dünyadaki hayal kırıklıklarının doğuştan var olduğunu gösteriyordu. En kötüsü ise, tüm bunların sadece münferit olaylarla sınırlı kalmamasıydı.

Dusha’nın kuruluş sürecinde yaşananlar ve sonrasında Dusha’nın adımlarına karşın yaşadığı ihanetler, esasen Forøhata Beyliği’nin yürüdüğü yolun ne kadar doğru olduğunu gösteriyordu. Her seferinde başka bir ülke veya topluluktan kaynaklanan hayal kırıklıkları, bugün için de Fera üzerinden vuku buluyordu. Ancak bu basit olay, bir kez daha ne Dusha’dan ne de başka bir ülkeden herhangi birinin yürüdüğüm yolda olamayacağını gösteriyordu. Zira Dusha’yla ilgili ne kadar olumsuz düşüncem olursa olsun, başkalarının ülkeme ve sonrasında devam ettirilmesini arzu ettiğim ideama saygısızlık etmesine müsaade etmez ve özellikle saygısızlık edenlerin karşısında durmak yerine onların ellerini tutmayı seçmezdim. Bu husus kişilik değil, karakter meselesiydi ve ne yazık ki Fera’da diğer Dushalılar gibi bu karakterden ziyadesiyle nasibini almış görünüyordu.

Fera ve Ae lavuğu arasındaki pembe spotların altında yaşanan aşk anlarına tanık olarak insanlardan daha da iğrenmemek adına durduğum yeri değiştirmeye karar vermiştim. Bu ana kadar duruşumu Fera’nın bir Dushalı ve Ae’nin de bir lavuk olmasına göre planlamıştım, ancak artık bunun bir önemi de kalmamıştır. Bu yüzden adımlarımı başka bir yöne doğrultmak arzusu içindeyken, meczup adamın konuşmaya girmesiyle, bakışlarımı ve dikkatimi ona yönlendirmiştim. Ne de olsa bir meczubu dinlemek, şu acı ve tiksindirici anlarda var olmaktan çok daha iyi geliyordu kulağa.

Meczubun giriş cümlelerine bayağı bir bakışla karşılık vermemin ardından, cebinden bir nesne çıkarmasıyla olayların rengi değişmeye başlıyordu. Bu zamana kadar gördüğüm herhangi bir nesneye benzemeyen ve duruşu itibariyle de ne olduğu konusunda fikir yürütmemin imkansız olduğu nesnenin bir telefon olduğunu duyduğum anda, bir kez daha şaşırmak ve deli saçması sözler dinlemek arasında kendimi buluveriyordum. Bir telefonun, avuç kadar küçülmesinin imkanı yoktu ve ahizesi bile olmayan telefonla nasıl konuşulabileceğini anlamak benim açımdan mümkün değildi. Teknolojiyle aram her ne kadar pek iyi olmasa bile, avuç kadar nesnenin bir telefon olmasının imkanı olmadığını anlayabiliyordum. Bu yüzden alkolün ne kadar kötü bir şey olduğunu bir kez daha anımsadığım anda, meczup adamın ciddi ciddi konuşmaya devam etmesi ilgimi çekmeye başlamıştı. İlk önce uçan bir taşıt, şimdi ise ufacık bir telefon…

Farklı bir gezegen…

Uçan küreler…

Saat ve uçağın bağlantılı olması…


Tüm bunları anlamak mümkün olmasa bile bir şekilde duyduklarımı hazmetmem gerekiyordu. Ancak buna rağmen bu hiçbir şekilde mümkün olmuyordu. Sanki binlerce koldan saldıran bir bilinmezlik ordusuna karşı tahta bir kılıçla savaşmaya çalışıyor gibi hissediyordum kendimi. Meczup adam konuştukça duyduklarım manasızlaşıyor, ancak bu manasızlık hayret verici bir gerçeği çağrıştırıyordu. Evet, bu adam bir meczuptu, ancak kesinlikle sarhoş veya başka bir uyarıcı madde etkisi altında değildi. Hele de yanından bir Himota memur varken, bunca şeyi uydurabilmesinin, kurgulamasının ve hatta bunları gelip varislere anlatmasının imkanı da bulunmuyordu. Bir baktığımda, ne kadar imkanı olmayan şey varsa, yaşıyormuşum gibi geliyordu. Bu yüzden sessizce gözlemlemeye ve dinlemeye devam ediyordum.

Meczubun konuşmasının sonlanmasından sonra, varislerin konuşmaya başlamasıyla, az önce dem vurduğum hayal kırıklığı kavramının tekrar var oluşuna şahitlik ediyordum. Aklım bir anda buraya gelmeden önce okuduğum Pakt Anayasası dersi kitabına savrulurken, bu dersten neden geçemediğimin de cevabını varisten duyuyordum.

“Pakt Anayasası Bölüm Dört, Kıtasal Sorumluluklar. Madde 9. Hiçbir ülke, hiçbir ülkeden herhangi bir alanda edindiği bilgiyi saklayamaz. Ülkelerin bilgi sahibi olduğu her türlü konu tamamen pakta açık tutulmak zorundadır.”

Zihnimde yankılanan bu maddeyle birlikte yüzüme alaycı bir ifade yerleşmeye başlıyordu. Himota ve Gedhilfe baştan beri aynı güvenilmez iki ulustu. Ne pakt ne de başka bir şeyi umursadıkları yoktu ve ellerine geçen bilgiyi paylaşmamak onların en küçük şeytani yönleriydi. Bu yüzden artık yapılması gereken belli olmaya başlamıştı. Tüm bu Fera ve Ae’nin aşkı, Himota’nın festivali ve daha nice saçmalıktan sonra tutunulabilecek ve takibi yapılması gereken bir konu bulmuştum. Meczup adamın yanındaki Sai isimli kişinin konuşmaya başlamasıyla birlikte, vereceğim cevabı zaten çoktan zihnimde oluşturmuştum. Bu yüzden onun konuşmasının sonlanmasından sonra bakışlarımı Sai ve meczup adam arasında gezdirirken “Dusha’dan Haga Nomua… Bahsettiğiniz şeyleri anlamlandırmakta bile güçlük çeksem de…” dedikten sonra bakışlarımı meczup adamda sabitleyerek “Yanınızda olmak isterim.” diyecektim. Bundan sonrası için ne olacağını bilemiyordum, ancak bu aşamadan sonra takip etmem gereken bir bilgi vardı ve bunun için gerekirse tek başıma bile kalabilirdim.
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#29
Hapishaneye ilk geldiğim zamanı hatırlıyorum da dört duvar arasında ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Ayrıca alışık olmadığım bu çevreye maruz kaldığım kötü koşullarda eklenince psikolojimi korumak için türlü türlü şeyler yapmak zorunda kalmıştım. Ancak şimdi göreceli olarak daha rahatım. Hem buraya biraz daha alıştım hem de artık koşullarım ilk baştaki kadar kötü değil ama şimdi de başka bir sorun baş göstermeye başladı. Çok sıkılmaya başladım. İçeride vakit geçirmek için yapabileceğim her şeyi yaptım. Artık aklıma başka bir şey gelmiyor. Aslında yönetim ile konuşup hapishane olarak organik tarım işine girersek tüm bu can sıkıntısından kurtulabilirim. Ayrıca ekip biçtiğimiz şeyleri satarak ciddi miktarda bir gelir de elde edebilirim.

Yönetimle konuşmak için kendimi ruhsal olarak hazırlamaya başlamışken hücremin kapısı açıldı. Burada çok fazla misafirim olmadığı için kapının açılması ile karşımda nasıl bir manzara göreceğimi biliyordum. Her zamanki gibi beni almaya gelen arkadaşlar kısa ve öz bir emir verdikten sonra onları takip etmeye başladım. Alt kata indikten sonra tek aldıkları kişinin ben olmadığımı gördüm. Bu kadar kişiyi neden topladıklarını düşünürken kocaman bir kamyonun bizi beklediğini gördüm. Tam buraya alışmış tarımsal faaliyetlerime başlamışken anlaşılan başka bir cezaevine transfer edileceğim. Belki de bu müebbet suçluların bulundukları konuma alışmamaları için yapılan standart bir prosedür olabilir.

Gardiyanların teşvikiyle teker teker kamyona binmeye başladık. Ancak gardiyanlar enteresan bir şekilde bizi kamyona bindirirken üniformalarını çıkarmaya başladı. Bu işte küçük bir terslik var. Hapishaneye girerek ellerini kollarını sallayarak mahkumları çıkarabileceklerini sanmıyorum. İstersem hala kamyonun açık kapısından dışarıya çıkmaya çalabilirim ama ne olduğunu bilmeden bir hamle yapmak istemiyorum. Biraz daha bekleyerek üniforma değiştiren arkadaşların bizi bilgilendirmesini bekleyeceğim. Onları beklerken de etrafta element gücümü kullanmamı engelleyen bir şey olup olmadığını anlamaya çalışacağım. En kötü senaryo da eğer element gücümü kullanabiliyorsam polis olmasam bile buradaki mahkumların sivillere zarar vermesine izin vermeyi düşünmüyorum.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#30
Ben polislere ve polislik olgusuna güveniyorum. Bu yüzden kafamı çevirip bakmadım bile uçaktan bahseden adama. Bizimkiler halledecektir.

Gözlerimi diktim ve Fera'nın bana cevabını dinlemeye başladım. Elini uzatınca tutup kibar bir şekilde bekledim Fera'yı. Konuştukça sesindeki tatlı tını kulağımı zevklendiriyor, söylediği olumlu sözler içimdeki yumruyu dindiriyordu. Tabi siz de biliyorsunuz ki ben kendine güvenen bir adamım. Fera'nın bana olumlu yanıt vereceğini biliyorum, garanticiyim. Bu herkesin ortasında bağırıp söyleme olayı, tamamen sineklerin uzaklaştırmasını sağlamak. İlaçlıyorum anlayacağınız. Sinek ilaçlaması. Kızın saçlarının yanından gözlerimi hafiften Dusha tarafına dokundurup tekrar Fera'ya çevirdim. O saniyelik anda Haga denen herifin yüzündeki alaycı gülümsemeyi yakaladım. Evet Haga Bey, öyle vızıldamayınız bu güzelliğin yanında.

Bu tatlı konuşmamızdan sonra ben eğilip kibar bir şekilde elini öptüm Fera'nın. O da döndü Ten'e diyor ki Himota'da bir gelenek vardır bildin mi? Diyor ki yani, gel biz bir güreşelim. Yok yani en son istediğim şey, hoşlandığım ve gelecek düşündüğüm kadınla dövüşmektir. Himota'nın geleneklerine kafam girsin. Ten de kalktı Eyy diyor, kutlu kavramınızı Himota kültürü ile şahlandırıp ikinizi kafese kapatıp dövüştüreceğiz falan... Gelin diyor dışarı çıkalım, dışarıda güreşin biz de şak şak tutalım. Valla özür dileyip diyecektim ki Ten'ciğim, Djurat kültüründe de biz sabah akşam birbirimize dalarız ama karımızı dövmeyiz. Neyse ki bizimkilerin çıkarmasını istediğim adam bir anda bağırdı. Yani buna neyse ki mi demeliyim ki? Adamı gözlerden uzaklaştırmak istedikçe daha çok uğraşıyordu. Bizimkilerin yanından çıkıp odanın ortasına gittiğinde Mabi, Livei, Dufo ve Smildreiz'in durduğu yere sinirli bir bakış attım. Adam odanın ortasına geçtikten sonra bana önemli bir işle uğraştığımı bildiğini söyledi. Dostum hitabından hiç hoşlanmasam da gülümsedim. "Hiç sorun yok." dedim sakin bir ses tonuyla. Herkesin ortasında uçak diye bağırması hiç hoşuma gitmeyecek ama bildiğimi belli etmemeye çok kararlıyım. Fera'nın beline elimi koyup kendime çektim adamın konuşmasını dinlerken. Benim bu kız. Herkes bilsin.

Adam elini cebine attığında bir adım geri atıp defansa geçsem de cebinden dikdörtgen bir alet çıkarıp yaklaşabileceğimizi söylediğinde yanına daha da yaklaştım. Üstündeki görüntülerin dokunularak hareket ettirilebildiği mini bir televizyona benzeyen şeyin telefon olduğunu iddia ediyordu. Thrao telefona benzemediğini söylediğinde de bu şeyin telefon, mektup, oyun oynamak gibi şeyler için kullanıldığını söyledi. Elindeki telefonu Thrao'ya verdiğinde ben de yanında durup biraz elledim telefonu. "Televizyona daha çok benziyor." dedim düşünceli bir şekilde. "Kablosu olmadan arama yapması imkansız ama belki bir yerinden anten çıkabilir." Rahatsız olduğumu belli eden bir şekilde nefes aldım. "Durduk yere nereden çıktı bu şimdi." diye söylendim kendi kendime. Adam da başladı neden bunu bize gösterdiğini anlatmaya. Dedi ki yardıma ihtiyacı varmış. Sai diye seslendiği Himota'lı polisi göstererek bu adamı senelerdir takip ettiğini söyledi. Kolundaki saatine bağlı bir uçağı olduğunu ama saati bozulduğu için uçağıyla bağlantı kuramadığını söylediğinde kaşlarımı çattım. Uçak dosyasında böyle bir şey okuduğumu hatırlamıyorum. Yine de uçağı bilmesi çok şüpheli. Sustuk bir süre. Sonra Thrao, Ten'e bir olayı hatırlattı ve bunu anlatmasının babasını çok kızdıracağı ile ilgili bir şeyler konuştuktan sonra Thrao babasının odasında hükümet dosyasında uçak gördüğünü söyledi. Anında kafamı sağa sola sallamaya başladım söylediklerini duyduktan sonra "Hayır. Hayır. Hayır." diye söylendim Thrao'ya bakarak. Ortamızda duran adam Thrao'nun olay hakkında fikri olmamasını şaşırarak sordu. Ben de aynısını düşünmüştüm ama Thrao'nun böyle bir dalyarak olmasını beklemiyordum be oğlum! "Sus artık Thrao." dedim çileden çıkmış gibi en sonunda. "Evet, burada bireysel olarak arkadaş olalım dedik ancak şuan bahsettiğin hükümetinizin sırları. Gençken uğraşmak istememiş olabilirsin ama babanın en azından bu tür şeyleri ulu orta konuşmamanı öğrettiğine eminim." Durdum biraz sinirlerimi sakinleştirmek için. Deminden beri daha rahat bir adam görüntüsü çizmeye çalışsam da Thrao'nun yaptığı bu hareket beni direkt çileden çıkarmıştı.

Sakinleşince konuşmaya devam ettim. "Odadan çıkmasın denilecek bir şey değil bu. Adam deminden beri uçan bir taşıttan bahsediyor ve sen bunu Gedhilfe'nin bildiğini söylüyorsun. Belli ki Pakt kuralları kurucu devlet Gedhilfe'de hiç umursanmıyor ancak Djurat'ta Pakt kuralları ilkokulda ezberletilirdi. Ülkeler birbirlerinden bilgi SAKLAYAMAZ. Biz şuan Pakt'ta değiliz ancak çok yeni bir karar bu. Bahsettiğin anı Pakt'tan çıkmamızdan önce olan bir an belli ki."

Durup Sai'nin söylediklerini dinlemeye başladım. Buyur başka bir andaval. Diyor ki beni ilk defa görüyorsunuz, güvenmenizi isteyemem falan filan. Ne güveninden bahsediyor bu herif ya? Yanda duran Smildreiz'e baktım. O da kaşlarını çatmış Sai'ye kınayan bir şekilde bakıyordu. Himota'lılar böyle mi polislik yapıyor? Smildreiz'in aynı ifadesini aldım ben de yüzüme. "Sai." dedim. "Sen ne güveninden bahsediyorsun? Burada güven falan yok. Polissin ve işini yapmanı bekliyorum senden. Yapacağımız çılgınca bir hareketin sorumluluğunu düşük rütbeliler almaz. Sadece bir sözle olacak iş değil bu. Prensler rütbeli olarak sayılmadığı için. Böyle bir hareket yapılması benden sorulur. Üstelik zaten kıta üstünde olan ve yüksek güvenlikle korunan bir şey keşif falan değildir. Himota'da bulunuyorsa, sadece ülkenizin Pakt yasalarını ihlal ettiğini kanıtlar. Zaten Gedhilfe'nin ihlal ettiğini prensleri daha demin itiraf etti."

Sai'yi de prensleri de boş verip Fera'ya baktım. Alnımın yanını onun alnının yanına koydum ve düşündüm biraz. Bir uçak görmek istiyor muyum? Deli gibi. Ancak adama bu kadar kolay inanamam. Yani, aslında tabi ki inandım çünkü gezegen falan dedi. Gökyüzündeki küreler falan... Hatta dediği şu teknoloji olayı çok daha derin bir durumdu. Yani onlar için 150 sene geçmişte olmamız ve bunu bilmesi. Sai'yi izliyor olması... Eğer Mavi Yıldız'la karşılaşmış olmasaydım adamın tamamen delirdiğini düşünürdüm. Peki neden çevremdekiler böyle düşünmüyor? Onlar da biliyor olabilir mi? Ten ve Thrao'nun uçağı bildiğini biliyorum.

Kafamda düşünceleri yerleştirdikten sonra kafamı Fera'nın kafasından çektim.

Garip adama "Hemen değil." dedim gitmek konusundaki sorusuna cevaben. "Cevaplanacak çok soru var."

"İlk olarak, Sai'yi takip ettiğini söyledin ve şimdi belli ki bir arkadaşını hapisten kaçması için yardım edeceğini söyleyerek kendi tarafına çekmeye çalışıyorsun. Bu olayı düzgünce bir açıkla bakalım." Sai'ye de dönüp gözlerimi devirdim. "Lütfen bana bu adamla daha önce anlaşmaya vardığını söyle, çünkü sadece bu söylediği üzerine hemen tüm sorumluluğu kendine almayı kabul ediyorsan ya çok malsın ya da Tegin denen elemanı fazlasıyla seviyorsun." Hmph! İkincisi de malca bence. Eğer Mabi ben hapisteyken böyle bir şey yapsaydı ona da mal derdim.

Sorularıma devam ettim tekrar garip adama dönüp. "İkinci olarak kimsin sen? Başka gezegen falan dedin. Sizden 150 yıl öndeyiz vesaire. Başka kıta mı diyeceğim ama küre diyorsun. Ay'dan mı bahsediyorsun?" Olayı bilmiyorum güya. Böyle bir soru sormak zorundayım.

"Üçüncü olarak, diyelim ki söylediğin her şey gerçek ve uçan bir taşıtın var. Peki güvenliklerden neden geçemiyorsun? Saatin bozulmuş da olsa, onu göstersen bile içeri almaları gerekiyor çünkü ben hayatımda öyle bir saat görmedim." Kafamı yana yatırdım. Kendi sorumu cevapladım. "Çünkü taşıt senin değil, değil mi? Bizden uçan bir taşıt çalmana yardım etmemizi istiyorsun."

Durdum sorularımı sorduktan sonra. "Eğer beni ikna edersen gelirim. Ancak tek bir şartla."

"Taşıta biz de bineceğiz."
Image
Yaz geldi.
► Show Spoiler
Yan çar
Podosḧi Øfinuafeme

Return to “Tincoal”

cron