Otobüsün içinde Fera’nın yanında cam kenarına gelecek şekilde kendime bir koltuk bulmuştum. Cam kenarına oturma sebebim, Fera’nın gruptaki diğer kişileri tanıması nedeniyle aralarında bir sohbet ortamı olması halinde, ortada kalmış bir bedenden ibaret olmak istemememdi. İnsanların ben yokmuşum gibi kafalarını öne arkaya hareketlendirerek konuşmalarının lüzumu yoktu. Tıpkı benim onların muhabbetlerine üçüncü bir kişi olarak dahil olmak zorunda olmamam gibi. Bu yüzden, Fera ve diğerlerini olabildiğince az rahatsız edecek şekilde oturacak ve sohbetin bir parçası olmaya zorlanmamam halinde sessizce ilerlemeyi bekleyecektim. Ancak ne olursa olsun, bana göre yabancı ve tehlikeli topraklarda bulunmamız nedeniyle, Fera’ya da yönelmesi muhtemel tehlikelere karşı tetikte olacaktım. Belki de biraz takıntılıydım veya önyargılı… Ancak bunların hiçbir önemi yoktu. Bugüne değin olanlar, bundan sonra olacakların habercisiyse eğer, bu toprakların biz Dushalılar için pek de güvenli bir yanı yoktu. Dolayısıyla, burada bulunmamız bir kaynaşma olsa bile, bu yelkenlerimi suya indireceğim veya çılgınlar gibi eğleneceğim anlamına gelmiyordu. Bu sebeple de, kendimi, Fera’yı ve diğer Dushalıları düşünerek hareket etmem gerektiğine inanıyordum.
Otobüsün ilerlemesiyle birlikte üzerime çöken ansız ağırlığa direnmek bir hayli güçtü. Oysa uykumu almıştım ve bu ana kadar kendimi son derece dinç hissediyordum. Yorgunluğa neden olacak bir eylem gerçekleştirmişliğim veya birden uyuklamama neden olacak bir hastalığım da bulunmuyordu. Bu yüzden uykuya biraz olsun direnme gayreti içerisinde, uykunun sebebini düşünmeye başlamıştım. Yediğimiz yemekten bile tok karna kalkmamışken, bu uyku halinin dolu bir mide olamayacağı da belliydi. Fakat elden gelen bir şey yoktu. Neticede bedenim arzuluyorsa, buna direnmek nafileydi. Gözlerim kapanırken, aklımdaki sorularda bir bir uçup gitmişti çoktan.
Ten’in bağırtısıyla açılan gözlerim, ister istemez vücudumun gergin bir şekilde hareketlenmesine neden olmuştu. Kendisini bilinmeyen bir şeye karşı savunur gibi içine kapanan bedenimin bu anlık hareketini hemen çözdükten sonra, etrafıma bakınarak ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. Başımdaki ağrı, nefes alışverişimi bile düzensizleştirirken, yüzüme düşen memnuniyetsiz ifadeyi silmeye çalışmak dışında pek bir şey yapamıyordum. Ten ve Thrao’nun kolumuza girerek bizi dışarı çıkarması ve temiz havanın ardından biraz kendime gelmeyi başarmış olsam bile, bu uykunun ve sonrasının olağan olmadığını düşünmeden edemiyordum. Fakat bu konuya dair fikir yürütmemi sağlayabilecek bir bilgiye bile tutunamam, şimdilik bu konunun rafa kaldırılması anlamına geliyordu. Ten’in uykuya dair açıklamaları ve yemek dağıtmasının ardından, teşekkür edip yemeği reddetme niyetindeydim. Zaten bir yemekten kalkalı çok uzun zaman olmamıştı ve bu yüzden yeniden yemek yeme gibi bir niyetim bulunmuyordu. Açıkçası bu durum, Ten’in uyku halimizin açlıktan olduğuna dair tezini de çürütüyordu. Burada bulunan Dushalılardan Fera hariç herkes güzelce karınlarını doyurmuştu. Bu yüzden olayın açlıkla açıklanabilir olması halinde, benim gibi diğer Dushalıların da uykuya yenik düşmemesi gerekiyordu.
Uyku olayına dair düşüncelerim filizlenmeye başlamışken tüm düşüncelerim, isminin Ae olduğunu öğrendiğim ve şahsi kanaatimin bir lavuk olduğu yönünde olduğu zatın tip tip bana bakmasıyla dağılmıştı. Esasen adamın derdinin Fera olduğu attığı her bakıştan belliyken, sırf yanında olmam nedeniyle bana karşı bu bakışlarla gelinmesi sinir bozucuydu. Ancak Ae denilen herifin bilmediği bir şey vardı… Bana kim ne verirse, ona mislini iade ederdim! Bu yüzden şu saçma festivalin içerisinde kendime güzel bir amaç edinebilirdim. Her şeyi bir kenarda tutarak, anlık olarak eğlenceye dahil olabilirdim. Ancak ne yazık ki benim eğlence anlayışım, sanırım buradakilerden farklıydı. Bu yüzden Ae denilen mal değneği için Fera’ya daha yakın durmam gerekiyordu! Yeni Djurat’ın Başkan Yardımcı olarak kendisini prenslere takdim eden Ae’ye karşı, Forøhata Beyliği’ni yeniden canlandıracak olan Haga! Arada olan Fera’ya olacaktı, ama elden gelen bir şey yoktu.
Ae isimli lavukla ilgili olarak düşüncelerimde haklı çıkmam çok uzun sürmemişti. Yemek faslının sonlanmasının ardından Dushalılara, yani bizlere, yönelik söylemlerinin ardından Fera’ya bir adım daha sokulduktan sonra hiç tarzım olmayacak bir şekilde etrafımdaki Dushalılara bakarak “Doğru söylüyor dostlar! Yolumuz Djurat’a düşerse çöplerden kurtulabiliriz!” diyecektim sadece. Hemen ardından ise yüzüme yerleşen tebessümü hafifçe yok ederek Fera’ya dönüp, sadece onun duyabileceği bir şekilde “Bu adamla samimiyetin nedir bilmiyorum ama, Dushalılara karşı bu tarz lafları kaldırabilecek biri değilim. Bu yüzden ondan hiç haz etmediğimi bilmeni isterim. Yani hoşuna gitmeyen bir şeyler yaparsam şimdiden beni bağışla.” diyecektim. Böylece, Ae denilen lavuğa karşı yapacağım her harekete dair önceden Fera’yı da bilgilendirmiş olacaktım.
Kısa bir dinlenmenin ardından Bahiti Gözlemevi’ne vardığımızda, karşımızdaki manzara son derece büyüleyiciydi. Gözlemevinin ihtişamı karşısında söylenebilecek az söz vardı ve bunların hepsini sineye çekip yutkunmak benim için biraz zaman almıştı. Ten’in yetkili ile görüşüp bizlere seslenmesinin ardından herkes kimlik bilgilerini veriyor ve karşılığında bir yaka kartı ediniyordu. Aslında bu durum bir hayli ilginç gelmişti bana. İlk olarak, Himota’nın varisiyle buraya gelmiş olmamıza rağmen, böyle bir prosedüre gerek olup olmadığı sorusu kafamda çınlıyordu. Akabinde ise, kimlik bilgilerimizi alıp bize hemen bir yaka kartı vermeleri aslında her şeyin planlı olup olmadığı sorusunu sormama neden oluyordu. Tüm bunlara katlanmak gerekiyordu, ancak belki de paranoyak gibi her şeye takılmak da küçüklüğümden beri edindiğim huylardan biriydi. Himota’ya girişimizden beri aklıma takılanlar bir bir zihnimde tekrar ederken, Fera’nın kartını almasını bekleyecek ve onun yanında ve mümkünse aramızda neredeyse mesafe bile kalmayacak kadar yakın yürüyecektim.
İçeride olan bitenler ilgimi hiçbir şekilde çekmiyordu. Zira kafamda bunların ilgi çekici bir yanı da bulunmuyordu. Fakat yine de anlatılanları saygısızlık etmemek için dinleyip belli belirsiz baş hareketleri yaparak karşılıyordum. Elbette arada da Fera’ya ilgi çekici bir şey varmış gibi tepkiler vererek daha yakın bir pozisyonda duruyordum. Bunu yaparken Fera’nın rahatsız olmasını istemiyordum ve bu sebeple hareketlerimin Ae denilen lavuğa karşı olduğunun bilincinde olmasını istiyordum. Ae’nin bize yönelen sinirli bakışları altında gülmemek için kendimi zor tutarken Ae’nin gözlerinin içine bakarak Fera’nın kulağına doğru eğilip “Kudurdu herif kudurdu!” diyecektim sadece. Fera’nın bu eğlenceme ne kadar katılacağı konusunu bilmesem bile, en azından kendimce bir eğlence bulmuş olmaktan son derece memnundum.
Bize tanınan boş zamanla birlikte, Ae lavuğu mağlup bir piç olarak prensleri yalamaya giderken, ben de etrafımda yapabileceğim bir şeyler olup olmadığını keşfetme arzusundaydım. Ancak bu anda, bulunduğumuz yere gelen biri garip giyimli iki adam, doğrudan tüm odağımın bu yöne kaymasına neden olmuştu. Adamın sözlerini ve varislerin karşılıklı konuşmalarını dinledikten sonra, garip adamın uçan taşıt sözleriyle şaşırmam mı yoksa gülmem mi gerektiğini kestirememiştim. Böyle bir şeyin mümkün olmasın imkan yoktu ve adamın anlattıkları da deli saçmasından öte bir şey değildi. Festival boyunca yapılanlara bakıldığında alkolik bir meczup olabileceği en mantıklı cevap gibiydi. Bir meczuba karşı söyleyecek lafım olmadığından ve iki varisin olaya zaten müdahale edecek olmasından dolayı, gelen kişilere karşı ilgim zayıflamışken, bir anda Ae lavuğunun karşımda Fera’ya yönelik aşkını haykırmasıyla şaşırıp kalmıştım. Elbette bu ana kadar üstünlük bendeydi, ancak böylesine bir hamle beklenmedik bir yumruktan fazlasıydı! Yine de bakışlarımı olabildiğince bayağı bir şekilde Ae denilen lavuk üstüne kilitlemişken maçı kimin kazanacağına karar verecek kişinin Fera olduğu ortadaydı. Bu anda Ae’ye karşı bir şey söylemem mümkün değildi, bu beni küçük düşürmekten ileri gitmezdi. Bu sebeple tek umudum, Fera’nın Ae lavuğunun Dushalılara yönelik söylemini hatırlamasıydı. İkisi arasındaki geçmişle ilgili Ae lavuğu ufak tüyoları konuşmasına serpiştirmiş olsa bile, Ae’nin bir lavuktan öte olmadığı aldığı nefesten bile belliydi ve umudum Fera’nın da bunu fark etmiş olmasıydı.
Otobüsün ilerlemesiyle birlikte üzerime çöken ansız ağırlığa direnmek bir hayli güçtü. Oysa uykumu almıştım ve bu ana kadar kendimi son derece dinç hissediyordum. Yorgunluğa neden olacak bir eylem gerçekleştirmişliğim veya birden uyuklamama neden olacak bir hastalığım da bulunmuyordu. Bu yüzden uykuya biraz olsun direnme gayreti içerisinde, uykunun sebebini düşünmeye başlamıştım. Yediğimiz yemekten bile tok karna kalkmamışken, bu uyku halinin dolu bir mide olamayacağı da belliydi. Fakat elden gelen bir şey yoktu. Neticede bedenim arzuluyorsa, buna direnmek nafileydi. Gözlerim kapanırken, aklımdaki sorularda bir bir uçup gitmişti çoktan.
Ten’in bağırtısıyla açılan gözlerim, ister istemez vücudumun gergin bir şekilde hareketlenmesine neden olmuştu. Kendisini bilinmeyen bir şeye karşı savunur gibi içine kapanan bedenimin bu anlık hareketini hemen çözdükten sonra, etrafıma bakınarak ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. Başımdaki ağrı, nefes alışverişimi bile düzensizleştirirken, yüzüme düşen memnuniyetsiz ifadeyi silmeye çalışmak dışında pek bir şey yapamıyordum. Ten ve Thrao’nun kolumuza girerek bizi dışarı çıkarması ve temiz havanın ardından biraz kendime gelmeyi başarmış olsam bile, bu uykunun ve sonrasının olağan olmadığını düşünmeden edemiyordum. Fakat bu konuya dair fikir yürütmemi sağlayabilecek bir bilgiye bile tutunamam, şimdilik bu konunun rafa kaldırılması anlamına geliyordu. Ten’in uykuya dair açıklamaları ve yemek dağıtmasının ardından, teşekkür edip yemeği reddetme niyetindeydim. Zaten bir yemekten kalkalı çok uzun zaman olmamıştı ve bu yüzden yeniden yemek yeme gibi bir niyetim bulunmuyordu. Açıkçası bu durum, Ten’in uyku halimizin açlıktan olduğuna dair tezini de çürütüyordu. Burada bulunan Dushalılardan Fera hariç herkes güzelce karınlarını doyurmuştu. Bu yüzden olayın açlıkla açıklanabilir olması halinde, benim gibi diğer Dushalıların da uykuya yenik düşmemesi gerekiyordu.
Uyku olayına dair düşüncelerim filizlenmeye başlamışken tüm düşüncelerim, isminin Ae olduğunu öğrendiğim ve şahsi kanaatimin bir lavuk olduğu yönünde olduğu zatın tip tip bana bakmasıyla dağılmıştı. Esasen adamın derdinin Fera olduğu attığı her bakıştan belliyken, sırf yanında olmam nedeniyle bana karşı bu bakışlarla gelinmesi sinir bozucuydu. Ancak Ae denilen herifin bilmediği bir şey vardı… Bana kim ne verirse, ona mislini iade ederdim! Bu yüzden şu saçma festivalin içerisinde kendime güzel bir amaç edinebilirdim. Her şeyi bir kenarda tutarak, anlık olarak eğlenceye dahil olabilirdim. Ancak ne yazık ki benim eğlence anlayışım, sanırım buradakilerden farklıydı. Bu yüzden Ae denilen mal değneği için Fera’ya daha yakın durmam gerekiyordu! Yeni Djurat’ın Başkan Yardımcı olarak kendisini prenslere takdim eden Ae’ye karşı, Forøhata Beyliği’ni yeniden canlandıracak olan Haga! Arada olan Fera’ya olacaktı, ama elden gelen bir şey yoktu.
Ae isimli lavukla ilgili olarak düşüncelerimde haklı çıkmam çok uzun sürmemişti. Yemek faslının sonlanmasının ardından Dushalılara, yani bizlere, yönelik söylemlerinin ardından Fera’ya bir adım daha sokulduktan sonra hiç tarzım olmayacak bir şekilde etrafımdaki Dushalılara bakarak “Doğru söylüyor dostlar! Yolumuz Djurat’a düşerse çöplerden kurtulabiliriz!” diyecektim sadece. Hemen ardından ise yüzüme yerleşen tebessümü hafifçe yok ederek Fera’ya dönüp, sadece onun duyabileceği bir şekilde “Bu adamla samimiyetin nedir bilmiyorum ama, Dushalılara karşı bu tarz lafları kaldırabilecek biri değilim. Bu yüzden ondan hiç haz etmediğimi bilmeni isterim. Yani hoşuna gitmeyen bir şeyler yaparsam şimdiden beni bağışla.” diyecektim. Böylece, Ae denilen lavuğa karşı yapacağım her harekete dair önceden Fera’yı da bilgilendirmiş olacaktım.
Kısa bir dinlenmenin ardından Bahiti Gözlemevi’ne vardığımızda, karşımızdaki manzara son derece büyüleyiciydi. Gözlemevinin ihtişamı karşısında söylenebilecek az söz vardı ve bunların hepsini sineye çekip yutkunmak benim için biraz zaman almıştı. Ten’in yetkili ile görüşüp bizlere seslenmesinin ardından herkes kimlik bilgilerini veriyor ve karşılığında bir yaka kartı ediniyordu. Aslında bu durum bir hayli ilginç gelmişti bana. İlk olarak, Himota’nın varisiyle buraya gelmiş olmamıza rağmen, böyle bir prosedüre gerek olup olmadığı sorusu kafamda çınlıyordu. Akabinde ise, kimlik bilgilerimizi alıp bize hemen bir yaka kartı vermeleri aslında her şeyin planlı olup olmadığı sorusunu sormama neden oluyordu. Tüm bunlara katlanmak gerekiyordu, ancak belki de paranoyak gibi her şeye takılmak da küçüklüğümden beri edindiğim huylardan biriydi. Himota’ya girişimizden beri aklıma takılanlar bir bir zihnimde tekrar ederken, Fera’nın kartını almasını bekleyecek ve onun yanında ve mümkünse aramızda neredeyse mesafe bile kalmayacak kadar yakın yürüyecektim.
İçeride olan bitenler ilgimi hiçbir şekilde çekmiyordu. Zira kafamda bunların ilgi çekici bir yanı da bulunmuyordu. Fakat yine de anlatılanları saygısızlık etmemek için dinleyip belli belirsiz baş hareketleri yaparak karşılıyordum. Elbette arada da Fera’ya ilgi çekici bir şey varmış gibi tepkiler vererek daha yakın bir pozisyonda duruyordum. Bunu yaparken Fera’nın rahatsız olmasını istemiyordum ve bu sebeple hareketlerimin Ae denilen lavuğa karşı olduğunun bilincinde olmasını istiyordum. Ae’nin bize yönelen sinirli bakışları altında gülmemek için kendimi zor tutarken Ae’nin gözlerinin içine bakarak Fera’nın kulağına doğru eğilip “Kudurdu herif kudurdu!” diyecektim sadece. Fera’nın bu eğlenceme ne kadar katılacağı konusunu bilmesem bile, en azından kendimce bir eğlence bulmuş olmaktan son derece memnundum.
Bize tanınan boş zamanla birlikte, Ae lavuğu mağlup bir piç olarak prensleri yalamaya giderken, ben de etrafımda yapabileceğim bir şeyler olup olmadığını keşfetme arzusundaydım. Ancak bu anda, bulunduğumuz yere gelen biri garip giyimli iki adam, doğrudan tüm odağımın bu yöne kaymasına neden olmuştu. Adamın sözlerini ve varislerin karşılıklı konuşmalarını dinledikten sonra, garip adamın uçan taşıt sözleriyle şaşırmam mı yoksa gülmem mi gerektiğini kestirememiştim. Böyle bir şeyin mümkün olmasın imkan yoktu ve adamın anlattıkları da deli saçmasından öte bir şey değildi. Festival boyunca yapılanlara bakıldığında alkolik bir meczup olabileceği en mantıklı cevap gibiydi. Bir meczuba karşı söyleyecek lafım olmadığından ve iki varisin olaya zaten müdahale edecek olmasından dolayı, gelen kişilere karşı ilgim zayıflamışken, bir anda Ae lavuğunun karşımda Fera’ya yönelik aşkını haykırmasıyla şaşırıp kalmıştım. Elbette bu ana kadar üstünlük bendeydi, ancak böylesine bir hamle beklenmedik bir yumruktan fazlasıydı! Yine de bakışlarımı olabildiğince bayağı bir şekilde Ae denilen lavuk üstüne kilitlemişken maçı kimin kazanacağına karar verecek kişinin Fera olduğu ortadaydı. Bu anda Ae’ye karşı bir şey söylemem mümkün değildi, bu beni küçük düşürmekten ileri gitmezdi. Bu sebeple tek umudum, Fera’nın Ae lavuğunun Dushalılara yönelik söylemini hatırlamasıydı. İkisi arasındaki geçmişle ilgili Ae lavuğu ufak tüyoları konuşmasına serpiştirmiş olsa bile, Ae’nin bir lavuktan öte olmadığı aldığı nefesten bile belliydi ve umudum Fera’nın da bunu fark etmiş olmasıydı.