Ae bana küstü herhalde. Gelince sarılmadım, donmuşum kalmışım ya, açıklama da yapmadım. Kesin darıldı bana, normalde cevap verirdi hep. Olsun, ben onun gönlünü alırım, sonuçta dostlar her zaman bir şekilde barışır. Şimdilik alttan alayım, çünkü çok garip bir adam geldi yanımıza. Beni yine takmadı tabi Ae, ne yapayım bu adama diyorum, bana cevap vermiyor. Benim tontiş kalbim bunlara dayanacak güçte değil ancak kendimi zorlayabilirim. Tabi bu olaylar neticesinde Ten, garip bir konuşma yaparak varlıklarının birbirine tanıklık etmesi gerektiğini ve bunun göğün huzurunda olması gerektiğini söyledi. Sanırım birbirlerini dövecekler, ancak bu çok garip değil mi? Ae her türlü döver gibi geliyor. Himota herhalde kaslı kadınlarla dolu, benim usta karım gibi. Sahi, usta karım nerede acaba? Ne yapıyor?
Gizemli adam, tüm olayı bozup kendisine çekmişti tekrardan dikkati. Cebinden çıkardığı şey çok dikkatimi çekmişti, Ae'nin yorumuyla televizyona benziyordu ancak oynadıkça oynuyordu bu. Arada gördüğüm minicik bir yemek resmini yakaladım, o anda heyecanla bağırdım, "YEMEK RESMİ VAR! YOKSA BUNUN İÇİNDEN YEMEKTE Mİ YİYORSUNUZ?" Aklımın almadığı teknolojiden böyle bir şey yaşansa buna da inanırım. Adam, bunun telefon olduğunu söyledikten sonra eşyaya tekrar baktım. İşte buna inanmam. Tabi Thrao benim gibi telefona benzemediğini söyledikten sonra, gizemli adam çok garip bir şekilde konuşmaya başladı. Farklı bir gezegenden geldiğini, telefonların küçültüldüğünü ve çok farklı özellikleri olduğunu söyledi. Kendilerinde elli yıl önce ankesörlü telefon olduğunu, ancak şimdi bunları kullandıklarını söylüyordu.
Bu adamın bunları anlatmasının sebebi yardıma ihtiyacı olmasıymış. Saati varmış ve bozulmuş, uçak denen bir şeyle bağlantısını da kuramıyormuş. Adam güvenilir polis memurları olmadan uçak denen şeyin olduğu yere gidemediği için, bizlerle anlaşmaya ve yardım istemeye karar vermiş. Thrao, Gedhilfe devletinin gizli bilgilerini ifşa ederken gözüm Frip'e kaydı. Acaba bunlardan haberdar mı? Gedhilfe Devleti daha neler saklıyor olabilir? Gizemli adamın verdiği tepkiye bakılırsa, daha büyük şeyler sakladığı aşikar. Ae'nin konuşmalarına kulak vermeye başladım. Burada en mantıklı konuşan kişi O'ydu ve bu beni şaşırtmamıştı. Sonrasında ise Sai'yi taşlamaya başlıyordu. Bu adamla körü körüne anlaşmak için ya Tegin'i çok sevdiğini, ya da çok mal olduğunu söylüyordu. Beni güldürmüştü, Ae'nin bu hareketlerini özlemiştim. Ancak ona küsüm, o ayrı bir konu.
Küstüğüm dostum bu sefer de başka gezegenin Ay olup olmadığını sorguluyordu, ardından ise uçak denen şeyi bizden çalmaya çalıştığını ekliyordu. Mantıklıydı. Taşıta bizim de bineceğimiz şartıyla geleceğini söylerken, bu hoşuma gitmişti. Mabi Mabi kesinlikle o taşıta binmek isterdi. Yine de, konuşmalara katılmamaya karar verdim, sadece dinlemek benim için yeterli gözüküyordu. Nasıl olsa top bana atılmamıştı, bu yüzden sessizce dinlemek en mantıklısı.
Re: [Ana Kurgu] O Adam
#32Prens Ten neyse ki Fera’nın isteğini kırmamıştı, ancak; gidişatı yönlendirme konusunda istedikleri gibi olmayacağının da anlaşılması çok uzun sürmemişti maalesef. Garip gurup adamın söyledikleri ve Prens Thrao’nun babasına ihanet sayılabilecek sözlerinin ardından Fera düşünüyordu. Tek bir düşünme eylemi kurtarmazdı da. Her şeyi süzgeçten geçirmeli, gördüklerini elimine etmeli, mutlak olana ulaşmalıydı. Ama nasıl? Yığınla soru cevabını beklerken adamın “telefon” diye adlandırdığı icadı eline alıp kurcalamak istiyordu. Uçan taşıttan daha çok ilgisini çekmiş olmalıydı. Makinemsi her şey ilgisini çekerdi. Uçan taşıt hakkında fikir edinebilmek için onu da görmeliydi. “Televizyon gibi ama değil. Boyutunu nasıl bu kadar ufaltabildiniz?” diye sordu meraklı gözlerle. Onca soru arasında kaynayıp gideceğini biliyordu kendi sorusunun Fera.
O sebeple, Ae’nin mantığında ilerlemeye karar verdi. Yardıma ihtiyacı olan bitine elbette yardım ederlerdi ama kendilerinden daha gelişmiş olduğu her halinden belli olan bir adama yardım ederken bilgi almamak ve paylaşımda bulunmamak hata olurdu. Görmeden kolay kolay inanacak gibi de değildi Fera. Telefon olayıyla birlikte daha fazla kanıta ihtiyacı olmasa da “mantık” arayışı asla son bulmuyordu. Ae’nin ardından söze girişti bu fikirleri doğrultusunda: “Gidip görelim o halde.”
O sebeple, Ae’nin mantığında ilerlemeye karar verdi. Yardıma ihtiyacı olan bitine elbette yardım ederlerdi ama kendilerinden daha gelişmiş olduğu her halinden belli olan bir adama yardım ederken bilgi almamak ve paylaşımda bulunmamak hata olurdu. Görmeden kolay kolay inanacak gibi de değildi Fera. Telefon olayıyla birlikte daha fazla kanıta ihtiyacı olmasa da “mantık” arayışı asla son bulmuyordu. Ae’nin ardından söze girişti bu fikirleri doğrultusunda: “Gidip görelim o halde.”

► Show Spoiler
Re: [Ana Kurgu] O Adam
#33Himotalı polis memuru kendini düzgünce açıklamak yerine bir şeyler geveleyip susmuştu. Sonrasında bu garip adam ortaya atılıp konuşmaya başladı. Ben de ellerimi hırkamın ceplerine yerleştirerek ciddi bir ifade ile dinlemeye başladım dediklerini. Cebinden bir alet çıkarıp yaklaşmamızı söylediğinde birkaç kişi çekimser adımlar atarken ben sadece kafamı dikleştirip gözlerimi kısmakla yetinmiştim. Bunun bir telefon olduğunu, hatta onunla oyun bile oynanabildiğini öğrendiğimde “Niye peki?” dedim anlam veremeyerek. Bu kadar küçük bir kutu içinden nasıl bir oyun oynayacağız ki? Adam gelecekten gelmiş gibiydi. Çok farklı bir hayatı var gibi duruyordu, ama aynı zamanda da bize çok tanıdıktı.
Diğerlerinin bakışlarını incelemeye ve tepkilerini gözlemlemeye devam ediyordum adam konuşurken. Benim için çok yeni bir konuydu bu, efsaneydi belki de, ama diğerleri? Biliyorlar mıydı, polislerin bildiği bir şeydi de ben yeniyim diye mi hakim değildim konuya yoksa... Yok yok bu çok farklı bir şeydi. Kimsenin bilmemesi gerekiyordu. Zaten çok uğraştırmaya gerek kalmadan Gedhilfe varisi de kabul etmişti gizli bir sır olduğunu. GİZLİ hani GİZLİ. Anlatıyor ama prensimiz. Herkesten gizliyorlardı bu teknolojiyi demek ki. Söylediklerini hayretle ve biraz da hayal kırıklığıyla dinledim. Ulan madem biliyorsunuz, madem kralın odasında gizli dosyalar bunlar... Niye casus gibi gelmiş ortada anlatıyorsun lan? Hayır kendisi diyor zaten burada konuşulmaması gerektiğini. Her milletten polis var burada, sence doğru yer mi? Ellerimi saçlarımdan geçirdim derin bir nefes alırken. Şu an Gedhilfeli olmasam her şey daha kolay olurdu da, devleti tek cümlede soktuğu zor durumu ben görüyorken bu nasıl görmüyor ona yanıyorum. Bu yaştan odaklanmak istemediğini söyleyince dalga geçerek güldüm sessizce, belli zaten.
Sözü Ae aldığında da sessizce dinlemeye devam ettim, arada söylediklerini onaylar şekilde başımı sallıyordum. Bence zaten buradaki herkes adamla devam etmeyi kabul edecekti, bir ülkenin dahi bu hareketi gerçekleştirmesi diğerleri için de zorunlulukmuş gibi geliyor bana. Hele bizim prensin satışından sonra durumu düzeltmesi adına belki bir şeyler yapabiliriz. Her neyse, gitmeliyiz gitmesine de adama yardım etmek amacıyla değil. Niye yardım edelim ki lan? Bizi kendi küresinden izleyecek, biz de yavru köpek gibi, fare gibi, denek gibi devam edeceğiz hayatımıza ÖYLE Mİ? Sonra böyle arada saati bozulunca yardım isteyecek, o sırada da sizden 50 yıl ilerideyiz diye şov yapacak bir de? Bizden görüp görüp ilerletiyorlar işte oğlum, ellerinde iki katı kaynak var. Bir de sapık gibi Sai'yi izlemiş lan adam, üzüldüm ona biraz. Beni izleyen biri olsa yıllardır, bir anda ortaya çıksa bir de, iyi bir küfür yer hani. Özel hayatın gizliliği, biraz saygı, biraz sınırlar.
"Uçak" dedikleri neydi peki? Mabi'nin kuşlardan bahsettiğini duymuştum. Çok daha teknolojik bir şey olmalı. Hepimizi taşıyabilecek miydi? "Bu bahsettiğiniz uçak aygıtı hepimizi taşıyabiliyor mu?" dedim öne atılarak. Eğer sınırlı kontenjanı varsa her ülkeden bir kişi gelmeliydi bence. Ae'nin sorularına nasıl cevap vereceğini ve ikna edip edemeyeceğini merak ediyordum açıkçası ama sadece onun şartlarıyla ilerlemek hoşuma gitmedi. Önemli olan şart uçağa bizim de binecek olmamız mıydı ki? Bence önemli olan, uçağa bundan sonra hep binebilme hakkını almamızdı. Anlatabiliyor muyum? Yanımdaki tek Gedhilfe'liye, Livei'ye yaklaşarak kulağına eğildim. "Bu adama gıcık kapan sadece ben değilim herhalde?" dedim. Gelecekten geldiğini iddia edenden bahsediyordum. "Niye yardım edelim ki? Bize hiçbir katkısı yok. Ama... Yardım ettiğimizi düşünmesinde de hiçbir sıkıntı yok bence. Ha?" dedim fikrini sorarak. "Şu 5-10 dakikada bize üç farklı icattan bahsetti. Normalde de belli ki anlatmaması gerekiyor. Zor durumda. Daha fazla şey öğrenebilecekken neden elimizdeki fırsatı salalım?" Yıllardır izliyorlarmış bizi, biraz da biz izleyelim öyle kolaysa?
Diğerlerinin bakışlarını incelemeye ve tepkilerini gözlemlemeye devam ediyordum adam konuşurken. Benim için çok yeni bir konuydu bu, efsaneydi belki de, ama diğerleri? Biliyorlar mıydı, polislerin bildiği bir şeydi de ben yeniyim diye mi hakim değildim konuya yoksa... Yok yok bu çok farklı bir şeydi. Kimsenin bilmemesi gerekiyordu. Zaten çok uğraştırmaya gerek kalmadan Gedhilfe varisi de kabul etmişti gizli bir sır olduğunu. GİZLİ hani GİZLİ. Anlatıyor ama prensimiz. Herkesten gizliyorlardı bu teknolojiyi demek ki. Söylediklerini hayretle ve biraz da hayal kırıklığıyla dinledim. Ulan madem biliyorsunuz, madem kralın odasında gizli dosyalar bunlar... Niye casus gibi gelmiş ortada anlatıyorsun lan? Hayır kendisi diyor zaten burada konuşulmaması gerektiğini. Her milletten polis var burada, sence doğru yer mi? Ellerimi saçlarımdan geçirdim derin bir nefes alırken. Şu an Gedhilfeli olmasam her şey daha kolay olurdu da, devleti tek cümlede soktuğu zor durumu ben görüyorken bu nasıl görmüyor ona yanıyorum. Bu yaştan odaklanmak istemediğini söyleyince dalga geçerek güldüm sessizce, belli zaten.
Sözü Ae aldığında da sessizce dinlemeye devam ettim, arada söylediklerini onaylar şekilde başımı sallıyordum. Bence zaten buradaki herkes adamla devam etmeyi kabul edecekti, bir ülkenin dahi bu hareketi gerçekleştirmesi diğerleri için de zorunlulukmuş gibi geliyor bana. Hele bizim prensin satışından sonra durumu düzeltmesi adına belki bir şeyler yapabiliriz. Her neyse, gitmeliyiz gitmesine de adama yardım etmek amacıyla değil. Niye yardım edelim ki lan? Bizi kendi küresinden izleyecek, biz de yavru köpek gibi, fare gibi, denek gibi devam edeceğiz hayatımıza ÖYLE Mİ? Sonra böyle arada saati bozulunca yardım isteyecek, o sırada da sizden 50 yıl ilerideyiz diye şov yapacak bir de? Bizden görüp görüp ilerletiyorlar işte oğlum, ellerinde iki katı kaynak var. Bir de sapık gibi Sai'yi izlemiş lan adam, üzüldüm ona biraz. Beni izleyen biri olsa yıllardır, bir anda ortaya çıksa bir de, iyi bir küfür yer hani. Özel hayatın gizliliği, biraz saygı, biraz sınırlar.
"Uçak" dedikleri neydi peki? Mabi'nin kuşlardan bahsettiğini duymuştum. Çok daha teknolojik bir şey olmalı. Hepimizi taşıyabilecek miydi? "Bu bahsettiğiniz uçak aygıtı hepimizi taşıyabiliyor mu?" dedim öne atılarak. Eğer sınırlı kontenjanı varsa her ülkeden bir kişi gelmeliydi bence. Ae'nin sorularına nasıl cevap vereceğini ve ikna edip edemeyeceğini merak ediyordum açıkçası ama sadece onun şartlarıyla ilerlemek hoşuma gitmedi. Önemli olan şart uçağa bizim de binecek olmamız mıydı ki? Bence önemli olan, uçağa bundan sonra hep binebilme hakkını almamızdı. Anlatabiliyor muyum? Yanımdaki tek Gedhilfe'liye, Livei'ye yaklaşarak kulağına eğildim. "Bu adama gıcık kapan sadece ben değilim herhalde?" dedim. Gelecekten geldiğini iddia edenden bahsediyordum. "Niye yardım edelim ki? Bize hiçbir katkısı yok. Ama... Yardım ettiğimizi düşünmesinde de hiçbir sıkıntı yok bence. Ha?" dedim fikrini sorarak. "Şu 5-10 dakikada bize üç farklı icattan bahsetti. Normalde de belli ki anlatmaması gerekiyor. Zor durumda. Daha fazla şey öğrenebilecekken neden elimizdeki fırsatı salalım?" Yıllardır izliyorlarmış bizi, biraz da biz izleyelim öyle kolaysa?
► Show Spoiler
Re: [Ana Kurgu] O Adam
#34Livei tam adamı sorgulamak için koluna girmişti ki Himotalı polis memuru tarafından durdurulmuştu. Polis memuru bilmiş bilmiş bu işin Himotaya düştüğünü söylemişti. Ne yani onlar buraya eğlencesine mi görevlendirilmişlerdi? Livei tam ağzını açıp karşı çıkacakken diğer Gedhilfeli polis memuru arkasından gelmiş ve açıklama istemişti. Livei kollarını göğsünde birleştirmiş bir şekilde Tihami'de birlikte savaşmış olduğu polis memurundan bir yanıt beklerken tuhaf görünüşlü adam yine tüm ilgiyi üzerine çekmişti. Adam telefon denen bir cihazdan bahsetmişti, hatta çıkarıp göstermişti. Garip görünüşlü küçük bir cihazdı. Onların telefon olarak bildikleri hiçbir şeye benzemiyordu. Daha sonra adam gezegen diye bir şeyden bahsetmişti. Güya içinde yaşadıkları şeye gezegen deniyordu. Bir de kendisinin farklı bir gezegenden olduğunu, orada da benzer şekilde teknolojik bir evrim geçirdiklerini söylemişti. Livei her şeyi kafasını sallayarak dinliyordu çünkü duyduğu her kelimeye direkt olarak inanmıştı. Adamın bunları uydurmadığına emindi. Uçan taşıtı gözleriyle görmüştü.
Adam bu uçan taşıtın adının uçak olduğunu söylemişti. Saatini düzeltip buradan kendi evine dönmesi gerekiyordu ve yardıma ihtiyacı vardı. Livei'nin aklına yatmayan bir şeyler vardı. Bunu sormak üzereyken prenslerin konuşmalarına tanık oldu. Prens Thrao, babasının dosyalarında uçak denen aleti gördüğünü söylemişti. Bir de sırıtarak, evrak işlerine gömüleceği için babasından işi devralana kadar hayatını yaşadığını, bundan ötürü de hiçbir şey bilmediğini söylemişti. Livei kanının damarlarından çekildiğini hissetti. Bu şımarık velede bir dakika daha tahammül edemeyecekti. "Tabi prens hazretleri Thrao Ozæf kendi küçük mükemmel hayatını yaşamakla meşguldü. Tam da halkını düşünen, sorumluluk sahibi bir prens davranışı. Umarım bol bol eğlenmişsinizdir." diye söylendi öfkeli ve alaycı bir tonda. Sabahtan beri kendisini dizginlemeye uğraşsa da ipin ucu artık kaçmıştı. Bu adamın isminin Mavi'nin ismi ile aynı olması bile ironikti. Onun Thrao'su halkının iyiliği için bütün gençliğini feda etmiş, hayatından vazgeçmiş, her türlü zorluğa göğüs germiş bir kahramandı. Hükümetin Thrao'su ise her türlü imkana sahip olmasına rağmen daha kendi donunu çekemeyen sümüklü bir veledin tekiydi.
Prensten hıncını aldıktan sonra uzaylı adama döndü. Ae'nin onu sorgulaması bittikten sonra diğer Gedhilfeli polis memuru Smildreiz'in kulağına fısıldadığını hissetti. O da kendisi gibi adama güvenmemişti, işte Gedhilfeli içgüdüleri. Bu adama yardım ediyormuş gibi yaparlarsa daha fazla şey öğrenebileceklerdi. Makuldü. Alınabilecek bir riskti. Livei'nin canını sıkan bir nokta vardı ki, bu adam Mavi Yıldız örgütünün bir ajanıysa onları geri döndürülemez bir noktaya götürebilirdi. Mavi Yıldız'ın Gedhilfe'nin elindeki uçağa ve deneylere ilgisi olduğunu biliyordu. Bunları ele geçirmeye çalışıyorlardı ve ne amaçla kullanacakları belirsizdi. Doğru adımlar atılmazsa tüm kıta yıkımın eşiğine gelebilirdi. "Daha fazla şey mi öğrenmek istiyorsun?" Çocuğa göz kırptıktan sonra adama döndü. "Sen Mavi Yıldız Örgütü için mi çalışıyorsun? Sakın yalan söylemeye kalkışma. Eğer onlar için çalışıyorsan amacınız ne? Neyin peşindesiniz? Uçağa karşı neden bu ilgilisiniz? Gedhilfe hükümetinden ve kıtadan ne istiyorsunuz? Elde ettikleriniz ile ne yapmayı planlıyorsunuz? Her şeyi dökül. Ayrıca bu uçak dediğin cihaz şu anda ne amaçla kullanılıyor? Gedhilfe hükümeti bu aletin adının uçak olduğunu nereden biliyor ve onu kullanmayı nereden öğrendi? Ortaya yemi atıp öylece yakalanmamızı bekleyemezsin bizden."
Adam bu uçan taşıtın adının uçak olduğunu söylemişti. Saatini düzeltip buradan kendi evine dönmesi gerekiyordu ve yardıma ihtiyacı vardı. Livei'nin aklına yatmayan bir şeyler vardı. Bunu sormak üzereyken prenslerin konuşmalarına tanık oldu. Prens Thrao, babasının dosyalarında uçak denen aleti gördüğünü söylemişti. Bir de sırıtarak, evrak işlerine gömüleceği için babasından işi devralana kadar hayatını yaşadığını, bundan ötürü de hiçbir şey bilmediğini söylemişti. Livei kanının damarlarından çekildiğini hissetti. Bu şımarık velede bir dakika daha tahammül edemeyecekti. "Tabi prens hazretleri Thrao Ozæf kendi küçük mükemmel hayatını yaşamakla meşguldü. Tam da halkını düşünen, sorumluluk sahibi bir prens davranışı. Umarım bol bol eğlenmişsinizdir." diye söylendi öfkeli ve alaycı bir tonda. Sabahtan beri kendisini dizginlemeye uğraşsa da ipin ucu artık kaçmıştı. Bu adamın isminin Mavi'nin ismi ile aynı olması bile ironikti. Onun Thrao'su halkının iyiliği için bütün gençliğini feda etmiş, hayatından vazgeçmiş, her türlü zorluğa göğüs germiş bir kahramandı. Hükümetin Thrao'su ise her türlü imkana sahip olmasına rağmen daha kendi donunu çekemeyen sümüklü bir veledin tekiydi.
Prensten hıncını aldıktan sonra uzaylı adama döndü. Ae'nin onu sorgulaması bittikten sonra diğer Gedhilfeli polis memuru Smildreiz'in kulağına fısıldadığını hissetti. O da kendisi gibi adama güvenmemişti, işte Gedhilfeli içgüdüleri. Bu adama yardım ediyormuş gibi yaparlarsa daha fazla şey öğrenebileceklerdi. Makuldü. Alınabilecek bir riskti. Livei'nin canını sıkan bir nokta vardı ki, bu adam Mavi Yıldız örgütünün bir ajanıysa onları geri döndürülemez bir noktaya götürebilirdi. Mavi Yıldız'ın Gedhilfe'nin elindeki uçağa ve deneylere ilgisi olduğunu biliyordu. Bunları ele geçirmeye çalışıyorlardı ve ne amaçla kullanacakları belirsizdi. Doğru adımlar atılmazsa tüm kıta yıkımın eşiğine gelebilirdi. "Daha fazla şey mi öğrenmek istiyorsun?" Çocuğa göz kırptıktan sonra adama döndü. "Sen Mavi Yıldız Örgütü için mi çalışıyorsun? Sakın yalan söylemeye kalkışma. Eğer onlar için çalışıyorsan amacınız ne? Neyin peşindesiniz? Uçağa karşı neden bu ilgilisiniz? Gedhilfe hükümetinden ve kıtadan ne istiyorsunuz? Elde ettikleriniz ile ne yapmayı planlıyorsunuz? Her şeyi dökül. Ayrıca bu uçak dediğin cihaz şu anda ne amaçla kullanılıyor? Gedhilfe hükümeti bu aletin adının uçak olduğunu nereden biliyor ve onu kullanmayı nereden öğrendi? Ortaya yemi atıp öylece yakalanmamızı bekleyemezsin bizden."

► Show Spoiler
Re: [Ana Kurgu] O Adam
#35Tihami'den yola çıktığında işlerin çok sıkıcı olacağını ve sadece arkadaşları ile aynı ortamda bulunacağı için mutlu olmaya çalışmak ile yetinen genç adam, arkadaşlarını takip etmeye başladığı andan itibaren hayalini bile kuramadığı şeyler yaşamaya başlamıştı. Himota'ya indiğinden beri ilginç şeyler ile karşılaşması onun beklentisi arttırmaya devam ediyordu ama bu, bir anda ortaya çıkan adamın söylediği şeyler ve ortamdaki havanın değişimi onu sinirlendirmeye başlamıştı. Çünkü bu eğlenceli ortam çok tehlikeli yerlere gitmeye başlamıştı.
Kendi haline eğlenmeye çalışırken içeriye bir polis memuruyla giren sivilin değişik şeyler söylemesi ve ortamda herkesin bir şekilde hareketlenmesine eşlik etmişti. Beraberinde ise adam cebinden bir alet çıkarmıştı ve bunun ne olduğunu daha önce hiç görmemişti Dufo. Adama usulca yaklaştığında elinde küçültülmüş bir televizyon olduğunu görebiliyordu. Telefon mu? Telefonlar böyle şeylere mi dönüşüyormuş? Kıtanın ilerideki gücü böyle bir şey olacak demek ki.
Daha sonrasında adam derdini anlatmaya devam ediyor ve çözüm için bizlere güvendiğini söylüyordu. Dufo bunun ilk başta yapılabilecek bir şey olduğunu söylüyordu ama bilmedikleri bir lokasyon, yanlarında prensler? Oldukça imkansız duran bir şeydi bu çünkü başlarına bir iş gelirse herkes onların gözlemevinde olduğunu biliyordu. Ancak başka bir yerde olduğumuz öğrenilir ve onlara zarar gelirse bunun altından kimse kalkamaz. O yüzden bu fikre pek sıcak bakmıyordu.
Çevredeki memurları ikna etmesi için Sai'den medet umuyordu yabancı. Ancak buna kimse inanmazdı zira Sai onunla birlikte gelmişti. Zaten Dufo'nun kendisi böyle düşünen tek kişi değildi. Sanki çevredeki arkadaşları bir şeyler biliyormuş ancak hiçbir zaman bundan bahsetmemiş gibiydi diğerlerine. Hepsinin ağzından, prenslerde buna dahil bir bir bazı bilgiler dökülüyordu. Genç Dufo bu olaylar karşısında kime güveneceğini pek bilmiyordu zira kimin niyeti iyi, kimin niyeti kötü gerçekten belli değildi.Şimdilik sadece adama yakın durmayı ve bileğindeki bıçağı ne olur ne olmaz diye kullanmak için hazır bir şekilde durmak adına beklemeye koyuldu. Gözlerini Sai'ye dikti ve sadece ortamda yaşanan konuşmalardan edinebileceği izlenimler ve bilgileri hafızasına kazımak için öylece onları izlemeye başladı.
Kendi haline eğlenmeye çalışırken içeriye bir polis memuruyla giren sivilin değişik şeyler söylemesi ve ortamda herkesin bir şekilde hareketlenmesine eşlik etmişti. Beraberinde ise adam cebinden bir alet çıkarmıştı ve bunun ne olduğunu daha önce hiç görmemişti Dufo. Adama usulca yaklaştığında elinde küçültülmüş bir televizyon olduğunu görebiliyordu. Telefon mu? Telefonlar böyle şeylere mi dönüşüyormuş? Kıtanın ilerideki gücü böyle bir şey olacak demek ki.
Daha sonrasında adam derdini anlatmaya devam ediyor ve çözüm için bizlere güvendiğini söylüyordu. Dufo bunun ilk başta yapılabilecek bir şey olduğunu söylüyordu ama bilmedikleri bir lokasyon, yanlarında prensler? Oldukça imkansız duran bir şeydi bu çünkü başlarına bir iş gelirse herkes onların gözlemevinde olduğunu biliyordu. Ancak başka bir yerde olduğumuz öğrenilir ve onlara zarar gelirse bunun altından kimse kalkamaz. O yüzden bu fikre pek sıcak bakmıyordu.
Çevredeki memurları ikna etmesi için Sai'den medet umuyordu yabancı. Ancak buna kimse inanmazdı zira Sai onunla birlikte gelmişti. Zaten Dufo'nun kendisi böyle düşünen tek kişi değildi. Sanki çevredeki arkadaşları bir şeyler biliyormuş ancak hiçbir zaman bundan bahsetmemiş gibiydi diğerlerine. Hepsinin ağzından, prenslerde buna dahil bir bir bazı bilgiler dökülüyordu. Genç Dufo bu olaylar karşısında kime güveneceğini pek bilmiyordu zira kimin niyeti iyi, kimin niyeti kötü gerçekten belli değildi.Şimdilik sadece adama yakın durmayı ve bileğindeki bıçağı ne olur ne olmaz diye kullanmak için hazır bir şekilde durmak adına beklemeye koyuldu. Gözlerini Sai'ye dikti ve sadece ortamda yaşanan konuşmalardan edinebileceği izlenimler ve bilgileri hafızasına kazımak için öylece onları izlemeye başladı.

► Show Spoiler
Re: [Ana Kurgu] O Adam
#36Sorulacak ve cevaplanacak çok soru vardı, her birinin de cevaplanması gerekti.
Sai: Önce varise, sonra polis memurlarına yaptığın konuşma boyunca Ten'den ses çıkmıyor fakat gözünün ucuyla sana gülümseyerek baktığını görebiliyorsun. Bütün konuşman bittikten sonra gülmeye başlıyor. "Bu merak ve atılganlık, sen Sai'sin, değil mi? Düzenli olarak teşkilat dosyalarını inceliyorum ve en son dosyaları incelerken seninkine rast geldim. Çok ilginç bir kişiliksin. Senin gibiler enderdir. Şu noktadan sonra hiç kimsenin dönüp gideceğini sanmıyorum zaten. Beyefendi gerçekten de çok ilgi çekici konulara değindi." Garip adama dönen Ten onun karşısına geçiyor ve gözlerinin içine bakıyor. "Sana güvenmiyorum ve seni bir tehlike olarak görüyorum fakat Thrao senin yanındaysa, ben de sana yardım edeceğim. Unutmaman gereken tek bir şey var. Eğer ulusuma ve kıtaya zararın olduğuna kanaat getirirsem, seni öldüreceğim." Gizemli adam Ten'in sözlerine karşılık olarak gülümsüyor ve "Ülkenize olan sadakatiniz beni size hayran bırakıyor, sayın varis." diyor. Ten sözlerini bitirdikten sonra adamın diğer yanına geçiyor. Bunu yaparken sana başıyla onay vermeyi de ihmâl etmiyor. Gizemli adamın Tegin ile ilgili konuşmasının hemen ardından ise Ten gözlerini pörtleterek sana dönüyor. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun lan?!"
Ae: Sai'ye ders vermeye kalkman ile birlikte Himota varisi Ten'i fark ediyorsun. Sana gözlerinden alev, burnunda buhar çıkartacakmış gibi bakmakta. Kesinlikle sinirli fakat konuşmaya devam ediyorsun. O da senin lafını kesmiyor. Bütün konuşman bittikten sonra kafasını sana çeviriyor. "Evet, her ne kadar her koyun kendi bacağından asılsa da, ortamda üst rütbeli birisi var ise, en büyük sorumluluk ona aittir ve en çok o yargılanır. Gel gör ki, yanlış bildiğin bir nokta söz konusu. Sorumlu olacak olan sen değilsin, benim. Burası Himota toprakları ve şu an buradaki herkes arasında en büyük yetkiye ben sahibim. Bu topraklarda sen sadece sadece misafirperverliğimize layık gördüğümüz bir misafirsin. Bir misafir olarak haddini aşmaman senin için en iyisi olur." Önüne döndükten hemen sonra bir kez daha sana dönüyor. "Bak, neredeyse unutuyordum." diyerek parmağı ile ağzını işaret ediyor ve bir anda öfke kusuyor. "Rütbe sahibi olmuşsun ama gerektirdiği kişilikten mahrumsun! Sen ne cüretle Himota topraklarında Himota devletini en büyük suçlardan biri ile suçlarsın? Hepimiz beyefendiyi ilk defa görüyoruz ve dediklerini ilk defa duyuyoruz. Himota devletinin kimseden gizlisi saklısı yoktur. Haddini bil! Yoksa o dilini koparır cebine sokarım!" Thrao laflarına karşılık olarak biraz da kıl olmuş olacak ki "Başkan yardımcım, öncelikle kendi başımın çaresine bakabilirim. Rütben gereği bu tarz şeyleri önemsediğinin farkındayım ama şu an benimle bir birey gibi konuşursan emin ol bu gezi daha eğlenceli geçer. İçinde hükümet sırları olsa bile." diyor. Hemen ardından da "Hükümetler birbirlerinden bilgi saklayamaz kuralı gerçekten uygulansaydı Pakt diye bir şey olmazdı." diye ekliyor.
Thrao'nun laflarının ardından odada bir sessizlik oluyor. Sonrasında gizemli adama birkaç soru yöneltiyorsun. Adam her bir sorunun ardından gülümsüyor ve hepsini dinledikten sonra konuşmaya başlıyor. "Evet, tamam. İlk sorundan gidelim o halde. Sai'yi neden takip ettiğimi en basit haliyle açıkladığımı hatırlıyorum. Hapishanedeki arkadaşını bir koz olarak kullanmıyorum, yanlış anlamayın. Sai bana tek başına yardım etse de sonrasında gelip ona bu konuda yardımcı olacağım. En azından arkadaşını nerede tuttuklarını kontrol etmemi sağlayacak çalışır bir saatim olacak. Yani bunu ona minnettar olduğum için yapacağım." Havaya bakıp düşünmeye başlıyor ve "150 yıl öndeyiz lafını tamamen olduğu gibi anlamamak lazım öncelikle. 150 yıl sonra bizimle aynı olacaksınız diye bir şey yok. Bunun arkasında bir bilim var ama bunu şu an size anlatmaya kalkışırsam günler sürer. Ben kimim? Sizi kendi kaynaklarını tükettiği için yedek olarak kullanmak isteyen bir gezegen dolusu insanı durdurmak için elimden geleni yapan bir kişiyim. Gezegen ne? Uzay boşluğunda gezen, kendi yerçekimine sahip olan uçan bir küre. Uzay ne? Gökyüzüne baktığınızda gördüğünüz şey. Daha da detaylı olmak gerekirse bizim ayak bastığımız zemini ve bunun gibi milyonlarca, hatta milyarlarca zemini kapsayan bir boşluk." diye açıklıyor. "Bak, bunların çok mantıksız geldiğinin farkındayım ama bana arkasındaki mantığı bilmediğin sorular soruyorsun. Sana tekdüze ve sonuç odaklı cevaplar vererek seni hiçbir şeye inandırmam mümkün değil. Arkasındaki bilimi açıklamak da zamanımızı çok ama çok daraltacak." Üçüncü sorunu cevaplamaya başlıyor. "Güvenlikli yerin tam olarak ne olduğunu açıklamadım, kusura bakmayın. Bahsettiğim yer Himota'da bilimsel projeler için kullanılan bir alan. Halka tamamen kapalı olduğu için, ben de görünmezliğimi koruyabildiğim için orada saklanmanın daha kolay olacağını düşündüm. Bugünkü kazayı hesaplayamamıştım. Anlayacağın oradaki adamlara bu saati gösteremem. Gösterdiğim anda bu iş resmiyete girer ve hükümet beni araştırmaya başlar. Hükümetin benden haberdar olması demek kıtanın ufkunun kontrol edilemez bir hızda açılması demek. Alınan bu kontrolsüz bilgi de paniğe sebep olur ve fevri hamleler yapılabilir. Bu hamlelerin sonucunda da kıtanın sonu gelebilir. Bu olmasın diye güvenliklere saatimi gösterip beni içeri alın demiyorum yani." Gülümsüyor ve devam ediyor. "Taşıtın benim olup olmadığını kanıtlamamın tek yolu gidip taşıta bağlanmak olur." dedikten sonra şartını dinliyor ve tekrar gülümseyip "İzninle bunu herkesle konuştuktan sonra cevaplamak isterim." diyor.
Smildreiz: Gizemli adam uçakla ilgili sorunu duyunca heyecanlanıyor. "Bak bu soruyu sorduğun iyi oldu, uçak söz konusu olunca kapasite çok değişken olabiliyor. Şu an anladığım kadarıyla..." Herkesi teker teker sayıyor. "13 kişiyiz, değil mi? Rahatlıkla sığarız." diyerek onay veriyor.
Livei: Thrao ettiğin lafları dinliyor ve gülümseyip "Emin ol hiç öyle bir iddiam olmadı. Sorumluluk sahibi prens falan. Ülkemde neredeyse herkesten daha ayrıcalıklı bir hayat yaşadığımı da biliyorum, bundan memnun olmadığımı da söylemeliyim ama ben henüz sadece bir piyonum. Prens ünvanını düşününce bu dediğim saçma geliyor olabilir ama gerçekten, prenslik hiçbir şey ifade etmiyor Nyawodz. Babamın yerini alana kadar sadece sözde kraliyet üyesiyim." diyor. Ten ise arkadaşını savunmaya geçiyor. "Thrao'nun bu kadar rahat göründüğüne bakma. Bizlerin arkaplanda çok fazla işi ve sorumluluğu olduğunu ve bunları yerine getirmek için elimizden geleni yaptığımızı söylemek isterim. Thrao sadece bu yönünü dışarı vurmaktan hoşlanmıyor." Gizemli adama sorular yöneltiyorsun ve adam sana dönüp sorularını cevaplamaya başlıyor. "Mavi Yıldız örgütünün varlığından haberdarım ama hayır, onlar için çalışmıyorum. Hatta onlar benim bildiğim bilgilerin 10'da 1'ini bile bilse şaşarım. Mavi Yıldız örgütünü belli başlı sebeplerden ötürü takdir ediyorum, orası ayrı. Amaçları ne biliyor musunuz bilmiyorum ama Mavi Yıldız'ın var olma sebebi kıtada hükümetlerin sakladığı sırları ortaya çıkarmak ve kıtayı sakinlerinin ellerine bırakmak. Diktatörlükleri yok etmek ve sakladıkları şeyleri ortaya çıkarmak istiyorlar. Ama hataları da var. Az önce Ae ile konuşurken ne dedim? Fevri hamleler. İnsanların ölümüne sebep oluyorlar, bilgiye ulaşmak için gereğinden fazlasını ortaya koyuyorlar ve adam kaybediyorlar. Uçak niye kullanılıyor diye sormuştun, değil mi? Uçağın kullanılma sebepleri kişiden kişiye, ülkeden örgüte değişiyor. Gedhilfe hükümeti benim şu anda çalışmalarımı yaptığım kıtaya gidip geliyor ve orada araştırmalar yapıyor. Elbette bizim dünyamız ile iletişime geçmesinde de büyük rol oynuyor. Mavi Yıldız bildiğim kadarıyla uçaklarla ilgili bilgi edinmeye çalışıyor. Onların ne yapacağını kim bilir? Ben ise uçakları diğer kıtadan buraya gidip gelmek için kullanıyorum. Burada araştırma yapıyorum. Araştırmalarımın amacı sizi kullanmak isteyenleri durduracak bilgiye ve güce sahip olmak." Bir süre duruyor ve tekrar sana dönüp "Gedhilfe uçakları kullanmayı asıl gezegenin insanlarından öğrendi." diye ekliyor.
Her birinize teker teker göz ucuyla bakıyor, varislerin de onayını aldığı için onlarla bir kez daha bakışıyor ve kafasıyla onları onaylıyor, sesi tüm odada yankılanacak gürlükte konuşmaya başlıyor. "Ae, belki adını hepiniz bilmiyorsunuzdur, Djurat Başkan Yardımcısı bana yardım etmesi durumunda uçağa binmek istediğini söyledi. Arkadaşlar, kabul ediyorum. Uçağa binmekle kalmayacağız, hep birlikte uçacağız." diyor. Böylelikle herkesin şartını karşılayan gizemli adam hep birlikte dışarı çıkmanızı istiyor ve siz de onun peşinden geliyorsunuz. Dışarı çıktığınız gibi otobüsü görüyor ve sizlere dönüp "Bu sizin galiba. Kullanabilir miyiz?" diye soruyor. Ten ise başını onaylarcasına sallıyor ve böylelikle her biriniz tekrardan otobüse biniyorsunuz. Ten otobüs şoförünün yanına gidiyor ve ara verip gözlemevini gezebileceğini söylüyor. Şoför ise varise teşekkür ediyor ve otobüsten inip gözlemevine doğru gidiyor. Ten "Ben kullanırım." diyor ve gizemli adamın yanına gelmesini istiyor. Otobüs çalışıyor ve böylece yolunuza devam ediyorsunuz. Yolculuğunuz devam ederken bir hapishanenin yanından geçiyorsunuz ve Ten bir şeylerin yanlış gittiğini fark etmiş olacak ki "Bir dakika." diyor ve otobüsü durduruyor. Sai bu hapishanenin Himota'daki en büyük ve güvenli hapishanelerinden biri olduğunu biliyor. Camdan bakıyor ve hapishanenin bahçesinde olanları incelemeye başlıyorsunuz. Bir kamyona bir grup suçluyu yerleştiren birkaç gardiyanı görüyorsunuz. Yine aranızdan Sai bu gardiyanların üniformalarının Himota üniformasını andırmadığını fark ediyor. Ten hemen otobüsün kapısını açıyor ve aşağı iniyor. "Thrao, burada yanlış bir şeyler dönüyor." diyor. Thrao da hemen arkasından iniyor. Gizemli adam Sai'ye dönüyor ve "Acaba?" diye sormakla yetiniyor. Gizemli adam hepinize dönüyor ve "Benimle ne döndüğünü incelemek isteyen var mı? Tek başıma olursam kim olduğum anlaşılabilir. Buna izin veremeyiz." diye soruyor. O sırada...
Tegin: Etrafında dönen olayları incelemeye karar veriyorsun ama çok geçmeden bir aracın sesini duyabiliyorsun. Hapishanenin dışına park ettiğini düşündüğün araca daha kapısı kapanmamış kamyonun içinden başını eğerek bakıyorsun ve bir anda bir otobüsten koskoca Himota varisi Ten Higenadon ve Gedhilfe'nin varisi Thrao Ozæf'in indiğini görüyorsun. Gözlerini otobüsün içine çeviriyorsun ve bir bakıyorsun ki otobüste yakın arkadaşın Sai var! Bakalım şimdi ne yapacaksın genç adam.
Sai: Önce varise, sonra polis memurlarına yaptığın konuşma boyunca Ten'den ses çıkmıyor fakat gözünün ucuyla sana gülümseyerek baktığını görebiliyorsun. Bütün konuşman bittikten sonra gülmeye başlıyor. "Bu merak ve atılganlık, sen Sai'sin, değil mi? Düzenli olarak teşkilat dosyalarını inceliyorum ve en son dosyaları incelerken seninkine rast geldim. Çok ilginç bir kişiliksin. Senin gibiler enderdir. Şu noktadan sonra hiç kimsenin dönüp gideceğini sanmıyorum zaten. Beyefendi gerçekten de çok ilgi çekici konulara değindi." Garip adama dönen Ten onun karşısına geçiyor ve gözlerinin içine bakıyor. "Sana güvenmiyorum ve seni bir tehlike olarak görüyorum fakat Thrao senin yanındaysa, ben de sana yardım edeceğim. Unutmaman gereken tek bir şey var. Eğer ulusuma ve kıtaya zararın olduğuna kanaat getirirsem, seni öldüreceğim." Gizemli adam Ten'in sözlerine karşılık olarak gülümsüyor ve "Ülkenize olan sadakatiniz beni size hayran bırakıyor, sayın varis." diyor. Ten sözlerini bitirdikten sonra adamın diğer yanına geçiyor. Bunu yaparken sana başıyla onay vermeyi de ihmâl etmiyor. Gizemli adamın Tegin ile ilgili konuşmasının hemen ardından ise Ten gözlerini pörtleterek sana dönüyor. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun lan?!"
Ae: Sai'ye ders vermeye kalkman ile birlikte Himota varisi Ten'i fark ediyorsun. Sana gözlerinden alev, burnunda buhar çıkartacakmış gibi bakmakta. Kesinlikle sinirli fakat konuşmaya devam ediyorsun. O da senin lafını kesmiyor. Bütün konuşman bittikten sonra kafasını sana çeviriyor. "Evet, her ne kadar her koyun kendi bacağından asılsa da, ortamda üst rütbeli birisi var ise, en büyük sorumluluk ona aittir ve en çok o yargılanır. Gel gör ki, yanlış bildiğin bir nokta söz konusu. Sorumlu olacak olan sen değilsin, benim. Burası Himota toprakları ve şu an buradaki herkes arasında en büyük yetkiye ben sahibim. Bu topraklarda sen sadece sadece misafirperverliğimize layık gördüğümüz bir misafirsin. Bir misafir olarak haddini aşmaman senin için en iyisi olur." Önüne döndükten hemen sonra bir kez daha sana dönüyor. "Bak, neredeyse unutuyordum." diyerek parmağı ile ağzını işaret ediyor ve bir anda öfke kusuyor. "Rütbe sahibi olmuşsun ama gerektirdiği kişilikten mahrumsun! Sen ne cüretle Himota topraklarında Himota devletini en büyük suçlardan biri ile suçlarsın? Hepimiz beyefendiyi ilk defa görüyoruz ve dediklerini ilk defa duyuyoruz. Himota devletinin kimseden gizlisi saklısı yoktur. Haddini bil! Yoksa o dilini koparır cebine sokarım!" Thrao laflarına karşılık olarak biraz da kıl olmuş olacak ki "Başkan yardımcım, öncelikle kendi başımın çaresine bakabilirim. Rütben gereği bu tarz şeyleri önemsediğinin farkındayım ama şu an benimle bir birey gibi konuşursan emin ol bu gezi daha eğlenceli geçer. İçinde hükümet sırları olsa bile." diyor. Hemen ardından da "Hükümetler birbirlerinden bilgi saklayamaz kuralı gerçekten uygulansaydı Pakt diye bir şey olmazdı." diye ekliyor.
Thrao'nun laflarının ardından odada bir sessizlik oluyor. Sonrasında gizemli adama birkaç soru yöneltiyorsun. Adam her bir sorunun ardından gülümsüyor ve hepsini dinledikten sonra konuşmaya başlıyor. "Evet, tamam. İlk sorundan gidelim o halde. Sai'yi neden takip ettiğimi en basit haliyle açıkladığımı hatırlıyorum. Hapishanedeki arkadaşını bir koz olarak kullanmıyorum, yanlış anlamayın. Sai bana tek başına yardım etse de sonrasında gelip ona bu konuda yardımcı olacağım. En azından arkadaşını nerede tuttuklarını kontrol etmemi sağlayacak çalışır bir saatim olacak. Yani bunu ona minnettar olduğum için yapacağım." Havaya bakıp düşünmeye başlıyor ve "150 yıl öndeyiz lafını tamamen olduğu gibi anlamamak lazım öncelikle. 150 yıl sonra bizimle aynı olacaksınız diye bir şey yok. Bunun arkasında bir bilim var ama bunu şu an size anlatmaya kalkışırsam günler sürer. Ben kimim? Sizi kendi kaynaklarını tükettiği için yedek olarak kullanmak isteyen bir gezegen dolusu insanı durdurmak için elimden geleni yapan bir kişiyim. Gezegen ne? Uzay boşluğunda gezen, kendi yerçekimine sahip olan uçan bir küre. Uzay ne? Gökyüzüne baktığınızda gördüğünüz şey. Daha da detaylı olmak gerekirse bizim ayak bastığımız zemini ve bunun gibi milyonlarca, hatta milyarlarca zemini kapsayan bir boşluk." diye açıklıyor. "Bak, bunların çok mantıksız geldiğinin farkındayım ama bana arkasındaki mantığı bilmediğin sorular soruyorsun. Sana tekdüze ve sonuç odaklı cevaplar vererek seni hiçbir şeye inandırmam mümkün değil. Arkasındaki bilimi açıklamak da zamanımızı çok ama çok daraltacak." Üçüncü sorunu cevaplamaya başlıyor. "Güvenlikli yerin tam olarak ne olduğunu açıklamadım, kusura bakmayın. Bahsettiğim yer Himota'da bilimsel projeler için kullanılan bir alan. Halka tamamen kapalı olduğu için, ben de görünmezliğimi koruyabildiğim için orada saklanmanın daha kolay olacağını düşündüm. Bugünkü kazayı hesaplayamamıştım. Anlayacağın oradaki adamlara bu saati gösteremem. Gösterdiğim anda bu iş resmiyete girer ve hükümet beni araştırmaya başlar. Hükümetin benden haberdar olması demek kıtanın ufkunun kontrol edilemez bir hızda açılması demek. Alınan bu kontrolsüz bilgi de paniğe sebep olur ve fevri hamleler yapılabilir. Bu hamlelerin sonucunda da kıtanın sonu gelebilir. Bu olmasın diye güvenliklere saatimi gösterip beni içeri alın demiyorum yani." Gülümsüyor ve devam ediyor. "Taşıtın benim olup olmadığını kanıtlamamın tek yolu gidip taşıta bağlanmak olur." dedikten sonra şartını dinliyor ve tekrar gülümseyip "İzninle bunu herkesle konuştuktan sonra cevaplamak isterim." diyor.
Smildreiz: Gizemli adam uçakla ilgili sorunu duyunca heyecanlanıyor. "Bak bu soruyu sorduğun iyi oldu, uçak söz konusu olunca kapasite çok değişken olabiliyor. Şu an anladığım kadarıyla..." Herkesi teker teker sayıyor. "13 kişiyiz, değil mi? Rahatlıkla sığarız." diyerek onay veriyor.
Livei: Thrao ettiğin lafları dinliyor ve gülümseyip "Emin ol hiç öyle bir iddiam olmadı. Sorumluluk sahibi prens falan. Ülkemde neredeyse herkesten daha ayrıcalıklı bir hayat yaşadığımı da biliyorum, bundan memnun olmadığımı da söylemeliyim ama ben henüz sadece bir piyonum. Prens ünvanını düşününce bu dediğim saçma geliyor olabilir ama gerçekten, prenslik hiçbir şey ifade etmiyor Nyawodz. Babamın yerini alana kadar sadece sözde kraliyet üyesiyim." diyor. Ten ise arkadaşını savunmaya geçiyor. "Thrao'nun bu kadar rahat göründüğüne bakma. Bizlerin arkaplanda çok fazla işi ve sorumluluğu olduğunu ve bunları yerine getirmek için elimizden geleni yaptığımızı söylemek isterim. Thrao sadece bu yönünü dışarı vurmaktan hoşlanmıyor." Gizemli adama sorular yöneltiyorsun ve adam sana dönüp sorularını cevaplamaya başlıyor. "Mavi Yıldız örgütünün varlığından haberdarım ama hayır, onlar için çalışmıyorum. Hatta onlar benim bildiğim bilgilerin 10'da 1'ini bile bilse şaşarım. Mavi Yıldız örgütünü belli başlı sebeplerden ötürü takdir ediyorum, orası ayrı. Amaçları ne biliyor musunuz bilmiyorum ama Mavi Yıldız'ın var olma sebebi kıtada hükümetlerin sakladığı sırları ortaya çıkarmak ve kıtayı sakinlerinin ellerine bırakmak. Diktatörlükleri yok etmek ve sakladıkları şeyleri ortaya çıkarmak istiyorlar. Ama hataları da var. Az önce Ae ile konuşurken ne dedim? Fevri hamleler. İnsanların ölümüne sebep oluyorlar, bilgiye ulaşmak için gereğinden fazlasını ortaya koyuyorlar ve adam kaybediyorlar. Uçak niye kullanılıyor diye sormuştun, değil mi? Uçağın kullanılma sebepleri kişiden kişiye, ülkeden örgüte değişiyor. Gedhilfe hükümeti benim şu anda çalışmalarımı yaptığım kıtaya gidip geliyor ve orada araştırmalar yapıyor. Elbette bizim dünyamız ile iletişime geçmesinde de büyük rol oynuyor. Mavi Yıldız bildiğim kadarıyla uçaklarla ilgili bilgi edinmeye çalışıyor. Onların ne yapacağını kim bilir? Ben ise uçakları diğer kıtadan buraya gidip gelmek için kullanıyorum. Burada araştırma yapıyorum. Araştırmalarımın amacı sizi kullanmak isteyenleri durduracak bilgiye ve güce sahip olmak." Bir süre duruyor ve tekrar sana dönüp "Gedhilfe uçakları kullanmayı asıl gezegenin insanlarından öğrendi." diye ekliyor.
Her birinize teker teker göz ucuyla bakıyor, varislerin de onayını aldığı için onlarla bir kez daha bakışıyor ve kafasıyla onları onaylıyor, sesi tüm odada yankılanacak gürlükte konuşmaya başlıyor. "Ae, belki adını hepiniz bilmiyorsunuzdur, Djurat Başkan Yardımcısı bana yardım etmesi durumunda uçağa binmek istediğini söyledi. Arkadaşlar, kabul ediyorum. Uçağa binmekle kalmayacağız, hep birlikte uçacağız." diyor. Böylelikle herkesin şartını karşılayan gizemli adam hep birlikte dışarı çıkmanızı istiyor ve siz de onun peşinden geliyorsunuz. Dışarı çıktığınız gibi otobüsü görüyor ve sizlere dönüp "Bu sizin galiba. Kullanabilir miyiz?" diye soruyor. Ten ise başını onaylarcasına sallıyor ve böylelikle her biriniz tekrardan otobüse biniyorsunuz. Ten otobüs şoförünün yanına gidiyor ve ara verip gözlemevini gezebileceğini söylüyor. Şoför ise varise teşekkür ediyor ve otobüsten inip gözlemevine doğru gidiyor. Ten "Ben kullanırım." diyor ve gizemli adamın yanına gelmesini istiyor. Otobüs çalışıyor ve böylece yolunuza devam ediyorsunuz. Yolculuğunuz devam ederken bir hapishanenin yanından geçiyorsunuz ve Ten bir şeylerin yanlış gittiğini fark etmiş olacak ki "Bir dakika." diyor ve otobüsü durduruyor. Sai bu hapishanenin Himota'daki en büyük ve güvenli hapishanelerinden biri olduğunu biliyor. Camdan bakıyor ve hapishanenin bahçesinde olanları incelemeye başlıyorsunuz. Bir kamyona bir grup suçluyu yerleştiren birkaç gardiyanı görüyorsunuz. Yine aranızdan Sai bu gardiyanların üniformalarının Himota üniformasını andırmadığını fark ediyor. Ten hemen otobüsün kapısını açıyor ve aşağı iniyor. "Thrao, burada yanlış bir şeyler dönüyor." diyor. Thrao da hemen arkasından iniyor. Gizemli adam Sai'ye dönüyor ve "Acaba?" diye sormakla yetiniyor. Gizemli adam hepinize dönüyor ve "Benimle ne döndüğünü incelemek isteyen var mı? Tek başıma olursam kim olduğum anlaşılabilir. Buna izin veremeyiz." diye soruyor. O sırada...
Tegin: Etrafında dönen olayları incelemeye karar veriyorsun ama çok geçmeden bir aracın sesini duyabiliyorsun. Hapishanenin dışına park ettiğini düşündüğün araca daha kapısı kapanmamış kamyonun içinden başını eğerek bakıyorsun ve bir anda bir otobüsten koskoca Himota varisi Ten Higenadon ve Gedhilfe'nin varisi Thrao Ozæf'in indiğini görüyorsun. Gözlerini otobüsün içine çeviriyorsun ve bir bakıyorsun ki otobüste yakın arkadaşın Sai var! Bakalım şimdi ne yapacaksın genç adam.
Re: [Ana Kurgu] O Adam
#37Konuşmam sırasında herkese tek tek göz gezdiriyordum. İlk yüz ifadelerine göre akıllarından geçenleri az çok tahmin edebilirdim böylece. Gedhilfeli kız hariç burada kimseyi tanımıyordum. Ona da güven seviyem sıfırın altındaydı zaten. Bu kadar tanımadığım insanla bir iş yapacağım zaman kime nasıl davranmam gerektiğini doğru ayarlamam gerekiyordu. Bunun için de ilk izlenimlerime güvenirdim çoğu zaman. Herkesi süzdüğüm sırada Ten’in gülümsediği gözüme çarpmıştı. Prensimizin ne için böyle gülüyordu acaba? Konuşmam bittiğinde merakımı gidermek için ona dönmüştüm tekrar. O da sanki beni bekletmek istemiyormuş gibi konuşmaya başladı. Sanırım akıllarda kalan biri olmuşum. Yalnız dosyamı incelediyse son olaylardan da haberdardır. Buna rağmen hakkımda kötü konuşmaması içime bir nebze olsun su serpti diyebilirim.
Sözlerimin ardından herkes kendi fikirlerini dile getirmeye başlamıştı sırayla. Ama içlerinde en hararetli olan sarışın elemandı. Bana hitap ederek söylediklerini kafamı çevirmeden sadece gözlerimi ona çevirerek dinledim. Lavuk, kıza hava atmak için benim üzerimden şova döküyordu işi. Üstüne üstlük Himota’yı da zan altında bırakıyordu. Tabi bu konuda haklı olma ihtimali olsa da henüz Himota tarafından bizden bir şey saklanıp saklanmadığını bilmiyorduk. Bu konuda tedbirli ilerleme taraftarıydım. Ayrıca öyle olsa bile karşımda Himota hakkında atıp tutması da sinirimi bozuyordu. Ben cevabını vermek için konuşacakken Ten, benden önce söze girmişti. Prensler sözlerini bitirdiklerinde adam sorularını cevaplamaya başlamıştı tekrar. Ben de onun sözlerinin ardından dönmüştüm sarışın elemana. Gülümseyerek “Başkan yardımcım, ben zaten görevim için rütbemi ve arkadaşımı kaybettim. Eğer size söylenenlerin dışına çıkacak iradeniz yoksa burada kalıp evcilik oyununuza devam edebilirsiniz.”
Adam herkesin sorularını çekinmeden yanıtlıyordu teker teker. Bu sırada ben de gözlemime devam ediyordum. Adamın grup toplama isteği başımızı tahmin ettiğimden daha fazla ağrıtabilir gibi görünüyordu. İnsanların temkinli davranmaları çok doğaldı fakat oraya vardığımızda uçağı göremezsek sakin kalamayacak bir tayfayla birlikteymişim gibi hissediyordum. Tabi bu ihtimali ben düşünmek istemiyordum ama diğer ihtimalde de sorun çıkarmayacaklarının bir garantisi yoktu. Buna rağmen adam her şeyi aşırı istekli bir şekilde açıklamaya devam ediyordu. Hatta isteklerini bile kabul ediyordu.
Otobüse bindikten sonra bir koltuğa oturarak düşünmeye başlamıştım. Gedhilfeli kız bir örgütten bahsetmişti. Adam ise onu bildiğini söylemişti. Acaba Kızıl Güneş Tarikatı ile ilgili de bir şeyler biliyor mudur? Onun sayesinde bilgi edinebilirdim belki. Bu iş bittiğinde belki bunları da sorabilirdim. Derken otobüs birdenbire durmuştu. Bu hapishane… Garip bir şey oluyor gibiydi. “Noluyor lan?” diye ayağa fırlamıştım olduğum yerde. “Bu herifler hapishane gardiyanı değil.” dedikten sonra gizemli adama “Bekle bir dakika!” diyerek prenslerin peşinden dışarı fırlayacaktım. Bu herifler kim ve neden mahkumları kamyona bindiriyorlar? Kesinlikle normal bir durum değildi bu. Gidip bakmakta bir fayda vardı. Otobüsten indikten sonra Ten’e “İzin verirseniz gidip bir bakayım. Kesinlikle yanlış bir durum var.” diyecektim.
Sözlerimin ardından herkes kendi fikirlerini dile getirmeye başlamıştı sırayla. Ama içlerinde en hararetli olan sarışın elemandı. Bana hitap ederek söylediklerini kafamı çevirmeden sadece gözlerimi ona çevirerek dinledim. Lavuk, kıza hava atmak için benim üzerimden şova döküyordu işi. Üstüne üstlük Himota’yı da zan altında bırakıyordu. Tabi bu konuda haklı olma ihtimali olsa da henüz Himota tarafından bizden bir şey saklanıp saklanmadığını bilmiyorduk. Bu konuda tedbirli ilerleme taraftarıydım. Ayrıca öyle olsa bile karşımda Himota hakkında atıp tutması da sinirimi bozuyordu. Ben cevabını vermek için konuşacakken Ten, benden önce söze girmişti. Prensler sözlerini bitirdiklerinde adam sorularını cevaplamaya başlamıştı tekrar. Ben de onun sözlerinin ardından dönmüştüm sarışın elemana. Gülümseyerek “Başkan yardımcım, ben zaten görevim için rütbemi ve arkadaşımı kaybettim. Eğer size söylenenlerin dışına çıkacak iradeniz yoksa burada kalıp evcilik oyununuza devam edebilirsiniz.”
Adam herkesin sorularını çekinmeden yanıtlıyordu teker teker. Bu sırada ben de gözlemime devam ediyordum. Adamın grup toplama isteği başımızı tahmin ettiğimden daha fazla ağrıtabilir gibi görünüyordu. İnsanların temkinli davranmaları çok doğaldı fakat oraya vardığımızda uçağı göremezsek sakin kalamayacak bir tayfayla birlikteymişim gibi hissediyordum. Tabi bu ihtimali ben düşünmek istemiyordum ama diğer ihtimalde de sorun çıkarmayacaklarının bir garantisi yoktu. Buna rağmen adam her şeyi aşırı istekli bir şekilde açıklamaya devam ediyordu. Hatta isteklerini bile kabul ediyordu.
Otobüse bindikten sonra bir koltuğa oturarak düşünmeye başlamıştım. Gedhilfeli kız bir örgütten bahsetmişti. Adam ise onu bildiğini söylemişti. Acaba Kızıl Güneş Tarikatı ile ilgili de bir şeyler biliyor mudur? Onun sayesinde bilgi edinebilirdim belki. Bu iş bittiğinde belki bunları da sorabilirdim. Derken otobüs birdenbire durmuştu. Bu hapishane… Garip bir şey oluyor gibiydi. “Noluyor lan?” diye ayağa fırlamıştım olduğum yerde. “Bu herifler hapishane gardiyanı değil.” dedikten sonra gizemli adama “Bekle bir dakika!” diyerek prenslerin peşinden dışarı fırlayacaktım. Bu herifler kim ve neden mahkumları kamyona bindiriyorlar? Kesinlikle normal bir durum değildi bu. Gidip bakmakta bir fayda vardı. Otobüsten indikten sonra Ten’e “İzin verirseniz gidip bir bakayım. Kesinlikle yanlış bir durum var.” diyecektim.

► Show Spoiler
Re: [Ana Kurgu] O Adam
#38İsminin Sai olduğunu öğrendiğim kişi ve meczup adama kendimce yeterli cevabı vermenin ardından, ortamda olacakları gözlemeye başlamıştım. Bu aşamadan sonra, ortamda bulunan kişilerin atacakları adımlar bir nevi hepimizi ve belki de ülkeleri etkileyecek gibi görünüyordu. Bu yüzden de önemli olan husus, hangi ülke vatandaşının nasıl bir adım atmayı seçeceğiydi. Tüm yaşadığımız olaylara bakıldığında, her şeyin baş kahramanı hiçbir suretle ilginç olmayacak şekilde Himota ve Gedhilfe’ydi. Zira meczup adamın bahsettiği uçak adı verilen ve uçtuğu şeklinde dile getirilen vasıtadan Himota’nın haberi vardı. Dolayısıyla, bu vasıtanın gerçekliği konusunda tereddüde düşmenin lüzumu yoktu. Bunun dışında, Gedhilfe’de de uçak denilen vasıtaya ilişkin taslak çizimlerinin de mevcut olduğu dile getirilmişti. Gerek tarihsel sürece gerekse de yöneticilerinin tutumlarına bakıldığında, her iki ülkenin de Pakt Anayasası’na aykırı bir şekilde elinde bulundurduğu bilgileri diğer ülkelerle paylaşmadığı gün gibi ortadaydı. Dolayısıyla, meczup bir üçüncü şahsın gelerek bu iki ülkenin elindeki bilgilere paralel başkaca bilgileri dile getirmesi, en çok prenslerin atacağı adımların ne şekilde olacağı konusunda merak uyandırıyordu. Zira onlar dışında geri kalanlarımızın her şeyden habersiz masum köylüler gibi olduğu açıktı. Tüm bu sebeple de esas dikkatim her iki varisin de üzerinde yoğunlaşmıştı.
Her ne kadar dikkatimi varisler üzerine vermişsem de, yine hiçbir suretle ilginç ve şaşırtıcı olmayacak şekilde Ae lavuğu lafa girivermişti. Üstten konuşmaları ile kendine göre bilmiş ve sorgulayıcı tavırlarının karşılığında kullanılabilecek en güzel kelimenin ne olabileceğini birkaç saniye düşünmeden edemiyordum. Zira aklıma dolan onca güzel sıfattan hangisinin Ae için en uygun olacağını seçmek, tüm bu uçak ve meczup adam mevzusundan bile daha zordu. Lavuk sıfatının en yakıştığı şahsiyet olan Ae, sanki tüm sır perdelerini aralıyor veya her şeyin cevabını bulmaya çalışıyor gibi görünse bile, gözden kaçırdığı en büyük detay, başka bir ülkenin sınırları içerisinde olmamız ve sorduğu her soruyu buradaki orta zekalı herkesin sorabileceği türden olmasıydı. Bir lavuk ile aklını kullanan insan arasındaki fark da burada ortaya çıkıyordu zaten. Zira bu soruların dile getirilmesi, öncelikle Himota ve Gedhilfe aleyhine olacak hususlardı ve bunların ulu orta değil, olay döngüsü içinde uygun düşecek şekilde yapılması gerekiyordu. Ancak Ae lavuğu, kendisine pompalanan unvanından ya da karakterinden olsa gerek, bu hususları aklından bile geçirmeye tenezzül etmemişti. Bir nevi, buradaki herkesin yolunu kesmesine neden olabilecek bir tutum içerisine girmişti. Dolayısıyla, Ae’nin lavuk ağzının kapanmasıyla birlikte alacağımız cevaplardan ziyade varislerin tutumu daha önemli bir hal almıştı. Sonuçta, Ae lavuğu alenen varisleri ve dolaylı olarak ülkelerini zan altında bırakırken, kendisini bir şekilde buradaki oluşumun en önemli yerine konumlandırmıştı. Bakışlarım varislerin üzerinde gezinirken, Ae için “dallama” mı yoksa “ahmak” mı demenin daha doğru olacağını düşünmeden edemiyordum.
Aşk pıtırcığı Fera’nın Ae’den sonra lafa girerek olaya dahil olacağını beyan etmesi, sözlerinin benimkinden ziyade Ae ile birlikte olmak arzusuyla ortaya saçıldığını düşündürtüyordu. Dusha’nın geri bırakılmış haline üzülmesi ve bunu ortadan kaldırmak için çabalamasını beklediğim, daha doğrusu bunu yapmasını umduğum Fera çoktan zihnimde bir hayal kırıklığı olarak damgalanmış durumdaydı. Dolayısıyla, yürümeye çalışacağım yolda ondan destek bulmayı beklemiyordum. Zaten bekleyeceğim desteği karşılasa bile, Ae lavuğunun iki sözünden sonra aşk bahçelerine hangi çiçeği ekip hangisini koklarken birbirlerine sarılacaklarını düşünmeye başlayacağından, Fera’nın umutsuz bir vaka olduğu fikrini kafamdan çıkarmamalıydım. Bu arada “ahmak” yerine “andaval” daha uygun gibiydi malum zat için…
Zihnim ve bakışlarım, olay örgüsü içinde uygun bir pozisyon bulmayı ümit ederken, kızıl saçlı kızın lafa girmesiyle işlerin rengi biraz daha değişmeye başlıyordu. Thrao’ya hitaben kurduğu giydirmeli cümlelerden ziyade, Mavi Yıldız Örgütü isminin zikredilmesiyle yüzümün biraz buruşmasına engel olamıyordum. Bu buruşmanın sebebi, kesinlikle örgütü bildiğimden falan değildi, zira adını bile ilk kez duyuyordum. Tüm bu memnuniyetsizliğimin sebebi halen daha Ae lavuğu ile aynı ortamda bulunuyor olmak da değildi. Belki bir parça etkisi vardı, ancak tamamen ondan dolayı değildi. Yüzümdeki ekşime, burada olan kişilerin neredeyse tamamının bir şeylerden haberdar olmasına karşın, biz Dushalıların bomboş bakışlarla olan biteni dinlemesiydi. Uçak, gezegen, telefon, örgüt… Biz öylece yaşayıp gidiyorduk sadece. Buna karşın diğer ülkelerin insanları ne çok şey bilip de kendi içlerinde bunu yaşıyorlardı… Bu akıl almaz gerçek karşısında hem insanlar hem de ülkeler hakkındaki düşüncelerimin ne denli olduğunu bir kez daha ilk elden görebiliyordum. Tüm bu insanlar hayal kırıklığı ve tüm bu ülkeler ihtiyacımız olan dost görünümü düşmanlardan ibaretti. Aslında “denyo” da üzerine gayet iyi yakışıyordu adı batasıcaya…
Nihayet herkesin hayal kırıklığı yaratan sözleri tamamlandığında, esas konuşması gerekenler sahneye teşrif ediyorlardı. İlk olarak lafa giren Ten’in konuşmasını dinledikten sonra, onun da meczubun tarafında yer alması sevindiriciydi. Ancak bu, meczup adamla konuşma arzuma ket vuran bir durumdu da… Bu yüzden bunun çaresini sonraya bırakmaya karar vermişken, Ten’in sözleriyle Ae lavuğunun ağzına ağzına vurması, şimdiye kadar yediğim yemeklerden çok daha leziz bir tat bırakmıştı ağzımda. Elbette Ae bir lavuk ve hepsinden de ötesi “dallama”, “ahmak”, “andaval” ve “denyo” sıfatlarına aday olmuş bir şahsiyetti ve bu yüzden de yediği onca sözden sonra aval aval bakacağını düşünmüyordum. Bu noktada da Ae’nin varislerden herhangi birini fiziki olarak hedef alması halinde, buna engel olmak için elimden geleni yapmaya hazır bir şekilde bekliyordum. Bu yüzden, suratıma hafif alaycı bir gülümseme yerleştirip bakışlarımı Ae’nin gözlerine içine dikerek elimden geldiğince onu tahrik etmeye çalışacaktım. Biraz aklı varsa, buradan çekip giderdi, ancak bu ana kadar akıl namına pek bir şey barındırmadığı ortadaydı.
Konuşma sırası kendisine gelen meczup cümlelerini kurmaya başladığında, odağımı Ae’nin yapacağı herhangi bir hamleye karşı tetikte olarak meczup adama yönlendirmiştim. Bir şekilde Ae’nin sorduğu soruları cevaplamaya başlayan meczubun sözleri, kuru kuruya giden bir yemekten beterdi. Ancak “Sizi kendi kaynaklarını tükettiği için yedek olarak kullanmak isteyen bir gezegen dolusu insanı durdurmak için elimden geleni yapan bir kişiyim.” şeklinde kurduğu cümlenin ardında gözlerimin şaşkınlıkla büyümesine engel olamamıştım. Burada en az üç bilinmeyen vardı benim nazarımda… Bunlardan ilki gezegen denilen şeylerdi… Bunu anlamlandırabilmek benim açımdan çok da kolay bir şey değildi. Ancak sadece bu yeterli değil gibi, bu gezegenlerde yaşayan başkaca insanlar olduğu gerçeği de bir tokat gibi suratımıza çarpılmıştı. Başka bir kara parçası ve hatta denizin dibi denilse bile bunu bir nebze anlayabilirdim, ancak başka bir gezegen denilen cisimde yaşayan insanlara mana bulabilmek güçtü. Her şeyden ötesi, bu insanların bizlerden haberdar olması ve bizleri kendileri için bir ikmal deposu olarak görmeleri akla ve hayale sığan bir durum değildi. Kendi içimizde sınırlı kaynaklarla geçinmeye çalışırken, başka bir gezegendeki başka insanların bizi yedek kaynak olarak görmesi, kuşkusuz ki bizlerin her hareketinden haberdar olduklarını ortaya koyuyordu. Bu da en büyük sorunu ortaya çıkarıyordu aslında… Ne zamandan beri yedekte tutulan gezegen veya insanlardık?
Meczup adamın konuşmasındaki üçüncü bilinmeyen ise, bizi yedekte tutan kişileri durdurmaya çalışan kişi olduğunu dile getirmesiydi. Buradan çıkarabildiğim sonuç da kendi içinde bölünüyordu aslında. Meczup adam konuşmasının başlangıcında Sai isimli kişiyi yıllardır araştırdığını ve bugün kıtaya geldiğini söylemişti. Ancak az önce de bizi başka bir gezegeni durdurmak isteyen kişi olduğunu söylemişti. Dolayısıyla, meczup adamın yaşadığımız gezegenin varsa başka bir kıtasından mı geldiği yoksa başka bir gezegene mi ait olduğu sorusu aklımda yer edinmişti. Bu sorunun cevabı ne olursa olsun, sonuç bizler açısından çok vahimin de ötesindeydi. Her ne amaç uğruna olursa olsun, hiç haberimizin dahi olmadığı kişiler tarafından yüzyıllardır gözleniyorduk! Peki ya sadece gözlemlemiyorlarsa?
Kafamda şimşek gibi çakan düşüncelerimden dolayı meczup adamın konuşmalarını tam anlamıyla takip edemediğimi fark ettiğim anda, yüzüme yerleşen dehşet ifadesini silip atarak kendimi tekrar hedefime odaklamıştım. Ancak meczup adam konuştukça, korkularımdaki dehşetin ne kadar gerçek olduğunu görebiliyordum. Zira meczup adam kendi ağzıyla ele geçmesi halinde kıtanın ufkunun kontrol edilemez bir şekilde genişleyeceğini beyan etmişti! Tüm bu konuşmalar da tek bir sonuca varıyordu kafamda… Kanaatimce bizler sadece gözlemlenmiyorduk!
Korkularımla yüzleşmenin ötesine geçmeye ramak kalmışken, meczup adamın Mavi Yıldız isimli örgütle ilgili söylediklerini dinlemeye koyulmuştum. Bu aşamada örgütün faaliyetleri ilginç bir şekilde kulağıma son derece mantıklı ve makul geliyordu. Bu ucundan tutulması gereken bir konu gibi görünse bile, meczup adamın anlattıklarına bakıldığında, bu sadece ufak dünyamızın ufak bir gerçeği kadardı. Oysa gerçeklik bizden ve hatta hayallerimizden bile daha büyüktü! Meczup adam konuşmasını sürdürdüğünde ise, şok edici gerçeklerin devamı geliyordu. Meczup adamın başka bir kıtada çalışmalarda bulunduğu, Gedhilfe’nin bu kıtaya gidip geldiği ve meczup adamın “bizim dünyamız” diyerek başka bir gezegeni kast etmesi… Bunlar çok ağırdı, taşınması ve hazmedilmesi hiç de kolay değildi. Özellikle Gedhilfe’nin başka bir kıtanın varlığını bilmesine ve hatta uçak denilen taşıtın kullanılmasını asıl gezegenin insanlarından öğrenmesine rağmen sessiz kalması, her şeyin en başından beri belli bir temel üzerinden ilerleyip ilerlemediğini sorgulatıyordu. Ancak varis en başından doğruyu söylemişti… “Hükümetler birbirlerinden bilgi saklayamaz kuralı gerçekten uygulansaydı Pakt diye bir şey olmazdı.”
Bir yalana dahil olmuş bir avuç zavallıdan başka bir şey değildik! Bu zavallılığımız her aldığımız nefese sirayet etmişti ve bu bir avuç zavallıdan daha karaktersiz kişi ve kişiler tarafından her geçen gün daha da zavallı hale getirilmiştik! Bu korkunç bir şeydi ve damarlarımda akan kanın bile ısınarak dışarıya fışkırmaya çalıştığını hissedebiliyordum. Hareket etmek istemiyordum, konuşmak istemiyordum, nefes almak istemiyordum… İçimde yaşama, geçmişe ve geleceğe dair hiçbir şey yoktu! Bir boşluğun içinde nefes almaya çalışan çaresiz bir insandan farksızdım. Ne için vardım, ne için çabalıyordum ve ne olmak istiyordum… Hayata bakışımı kardeşimin başına gelenler değiştirmemişti, sadece şekillendirmişti… Ancak bu duyduklarım ve öğrendiklerim her şeyin temelsizliğini yüzlerce ve hatta binlerce kez yüzüme vuruyor gibiydi. Aklımı yitirmenin en mantıklı çözüm olacağı aşikardı, fakat bunun hiçbir şeyi çözmeyeceği de ortadaydı! Ne yapmam gerektiği, tüm bunların nasıl hazmedebileceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Kenara düşmüş kollarımı kaldırmak, omuzlarımı dikleştirmek, bakışlarımdaki donukluğu silmek… Bunları yapmak imkansız gibiydi. Ne yapacağım ve ne yapabileceğim tüm belirsizliğiyle karşıma dikilmişken… Şu an sadece… İnsan olduğumu bilmek istiyordum!
Artık ipin ucunu kaçırmıştım ve söylenenleri duymak dışında hiçbir şey yapamıyordum. Algılarım tükenmiş, zihnim kapanmış ve vücudum sadece nefes alıp verebilir hale gelmişti… Bu yüzden topluca bir şeye binmemiz ve ilerlememiz sanki rüzgarın savurduğu bir yaprak kıvamındaydı. Nereye gittiğimizin, nerede ve niye durduğumuzun hiçbir manası yok gibiydi. Bir şeylerin doğru gitmediğinden bahsetmişlerdi, ancak duyduklarım karşısında doğru giden tek bir şey bile göremiyorken, bir şeylerin yanlış gitmesine neden şaşırmış ve bunu neden önemsemişlerdi ki? Hafifçe camdan dışarıya yönelttiğim bakışlarım bir hapishane avlusuyla yüzleşiyordu sadece. Ne önemi vardı ki? Yoksa hapishane denilen yer de mi başka bir gezegendi? Veya suçlular başka gezegenin insanları mıydı? Ya da gardiyanlar, suçlular yerine başka gezegenden veya kıtadan insanları mı avlıyordu? Bunun gerçekten ne önemi vardı?!
Sadece omuzlarımı silkmiştim. Ne adım atmak, ne ilerlemek, ne öğrenmek, ne keşfetmek, ne dahil olmak, ne anlamak, ne anlamlandırmak, ne sormak, ne duymak, ne konuşmak, ne hissetmek, ne başarmak, ne kaybetmek, ne nefes almak, ne nefes vermek, ne var olmak ne de yok olmak… Hiçbirini istemiyordum! Bu lanet olası topraklara geldiğimden beri hiçbir şeyi istemediğim gibi, şu an tüm her şeyi tek bir kalemde reddediyordum! Bu yüzden ne oturduğum yerden kalkacaktım ne de bana uzanan bir eli tutmaya yeltenecektim! Bir yalan mahkum olarak düzeltmeye çalıştığım geleceğim, çoktan bilmediğim kişilerin eliyle yüzyıllar önce şekillendirilmişti! Şimdi çabalamanın ne anlamı vardı ki?
Her ne kadar dikkatimi varisler üzerine vermişsem de, yine hiçbir suretle ilginç ve şaşırtıcı olmayacak şekilde Ae lavuğu lafa girivermişti. Üstten konuşmaları ile kendine göre bilmiş ve sorgulayıcı tavırlarının karşılığında kullanılabilecek en güzel kelimenin ne olabileceğini birkaç saniye düşünmeden edemiyordum. Zira aklıma dolan onca güzel sıfattan hangisinin Ae için en uygun olacağını seçmek, tüm bu uçak ve meczup adam mevzusundan bile daha zordu. Lavuk sıfatının en yakıştığı şahsiyet olan Ae, sanki tüm sır perdelerini aralıyor veya her şeyin cevabını bulmaya çalışıyor gibi görünse bile, gözden kaçırdığı en büyük detay, başka bir ülkenin sınırları içerisinde olmamız ve sorduğu her soruyu buradaki orta zekalı herkesin sorabileceği türden olmasıydı. Bir lavuk ile aklını kullanan insan arasındaki fark da burada ortaya çıkıyordu zaten. Zira bu soruların dile getirilmesi, öncelikle Himota ve Gedhilfe aleyhine olacak hususlardı ve bunların ulu orta değil, olay döngüsü içinde uygun düşecek şekilde yapılması gerekiyordu. Ancak Ae lavuğu, kendisine pompalanan unvanından ya da karakterinden olsa gerek, bu hususları aklından bile geçirmeye tenezzül etmemişti. Bir nevi, buradaki herkesin yolunu kesmesine neden olabilecek bir tutum içerisine girmişti. Dolayısıyla, Ae’nin lavuk ağzının kapanmasıyla birlikte alacağımız cevaplardan ziyade varislerin tutumu daha önemli bir hal almıştı. Sonuçta, Ae lavuğu alenen varisleri ve dolaylı olarak ülkelerini zan altında bırakırken, kendisini bir şekilde buradaki oluşumun en önemli yerine konumlandırmıştı. Bakışlarım varislerin üzerinde gezinirken, Ae için “dallama” mı yoksa “ahmak” mı demenin daha doğru olacağını düşünmeden edemiyordum.
Aşk pıtırcığı Fera’nın Ae’den sonra lafa girerek olaya dahil olacağını beyan etmesi, sözlerinin benimkinden ziyade Ae ile birlikte olmak arzusuyla ortaya saçıldığını düşündürtüyordu. Dusha’nın geri bırakılmış haline üzülmesi ve bunu ortadan kaldırmak için çabalamasını beklediğim, daha doğrusu bunu yapmasını umduğum Fera çoktan zihnimde bir hayal kırıklığı olarak damgalanmış durumdaydı. Dolayısıyla, yürümeye çalışacağım yolda ondan destek bulmayı beklemiyordum. Zaten bekleyeceğim desteği karşılasa bile, Ae lavuğunun iki sözünden sonra aşk bahçelerine hangi çiçeği ekip hangisini koklarken birbirlerine sarılacaklarını düşünmeye başlayacağından, Fera’nın umutsuz bir vaka olduğu fikrini kafamdan çıkarmamalıydım. Bu arada “ahmak” yerine “andaval” daha uygun gibiydi malum zat için…
Zihnim ve bakışlarım, olay örgüsü içinde uygun bir pozisyon bulmayı ümit ederken, kızıl saçlı kızın lafa girmesiyle işlerin rengi biraz daha değişmeye başlıyordu. Thrao’ya hitaben kurduğu giydirmeli cümlelerden ziyade, Mavi Yıldız Örgütü isminin zikredilmesiyle yüzümün biraz buruşmasına engel olamıyordum. Bu buruşmanın sebebi, kesinlikle örgütü bildiğimden falan değildi, zira adını bile ilk kez duyuyordum. Tüm bu memnuniyetsizliğimin sebebi halen daha Ae lavuğu ile aynı ortamda bulunuyor olmak da değildi. Belki bir parça etkisi vardı, ancak tamamen ondan dolayı değildi. Yüzümdeki ekşime, burada olan kişilerin neredeyse tamamının bir şeylerden haberdar olmasına karşın, biz Dushalıların bomboş bakışlarla olan biteni dinlemesiydi. Uçak, gezegen, telefon, örgüt… Biz öylece yaşayıp gidiyorduk sadece. Buna karşın diğer ülkelerin insanları ne çok şey bilip de kendi içlerinde bunu yaşıyorlardı… Bu akıl almaz gerçek karşısında hem insanlar hem de ülkeler hakkındaki düşüncelerimin ne denli olduğunu bir kez daha ilk elden görebiliyordum. Tüm bu insanlar hayal kırıklığı ve tüm bu ülkeler ihtiyacımız olan dost görünümü düşmanlardan ibaretti. Aslında “denyo” da üzerine gayet iyi yakışıyordu adı batasıcaya…
Nihayet herkesin hayal kırıklığı yaratan sözleri tamamlandığında, esas konuşması gerekenler sahneye teşrif ediyorlardı. İlk olarak lafa giren Ten’in konuşmasını dinledikten sonra, onun da meczubun tarafında yer alması sevindiriciydi. Ancak bu, meczup adamla konuşma arzuma ket vuran bir durumdu da… Bu yüzden bunun çaresini sonraya bırakmaya karar vermişken, Ten’in sözleriyle Ae lavuğunun ağzına ağzına vurması, şimdiye kadar yediğim yemeklerden çok daha leziz bir tat bırakmıştı ağzımda. Elbette Ae bir lavuk ve hepsinden de ötesi “dallama”, “ahmak”, “andaval” ve “denyo” sıfatlarına aday olmuş bir şahsiyetti ve bu yüzden de yediği onca sözden sonra aval aval bakacağını düşünmüyordum. Bu noktada da Ae’nin varislerden herhangi birini fiziki olarak hedef alması halinde, buna engel olmak için elimden geleni yapmaya hazır bir şekilde bekliyordum. Bu yüzden, suratıma hafif alaycı bir gülümseme yerleştirip bakışlarımı Ae’nin gözlerine içine dikerek elimden geldiğince onu tahrik etmeye çalışacaktım. Biraz aklı varsa, buradan çekip giderdi, ancak bu ana kadar akıl namına pek bir şey barındırmadığı ortadaydı.
Konuşma sırası kendisine gelen meczup cümlelerini kurmaya başladığında, odağımı Ae’nin yapacağı herhangi bir hamleye karşı tetikte olarak meczup adama yönlendirmiştim. Bir şekilde Ae’nin sorduğu soruları cevaplamaya başlayan meczubun sözleri, kuru kuruya giden bir yemekten beterdi. Ancak “Sizi kendi kaynaklarını tükettiği için yedek olarak kullanmak isteyen bir gezegen dolusu insanı durdurmak için elimden geleni yapan bir kişiyim.” şeklinde kurduğu cümlenin ardında gözlerimin şaşkınlıkla büyümesine engel olamamıştım. Burada en az üç bilinmeyen vardı benim nazarımda… Bunlardan ilki gezegen denilen şeylerdi… Bunu anlamlandırabilmek benim açımdan çok da kolay bir şey değildi. Ancak sadece bu yeterli değil gibi, bu gezegenlerde yaşayan başkaca insanlar olduğu gerçeği de bir tokat gibi suratımıza çarpılmıştı. Başka bir kara parçası ve hatta denizin dibi denilse bile bunu bir nebze anlayabilirdim, ancak başka bir gezegen denilen cisimde yaşayan insanlara mana bulabilmek güçtü. Her şeyden ötesi, bu insanların bizlerden haberdar olması ve bizleri kendileri için bir ikmal deposu olarak görmeleri akla ve hayale sığan bir durum değildi. Kendi içimizde sınırlı kaynaklarla geçinmeye çalışırken, başka bir gezegendeki başka insanların bizi yedek kaynak olarak görmesi, kuşkusuz ki bizlerin her hareketinden haberdar olduklarını ortaya koyuyordu. Bu da en büyük sorunu ortaya çıkarıyordu aslında… Ne zamandan beri yedekte tutulan gezegen veya insanlardık?
Meczup adamın konuşmasındaki üçüncü bilinmeyen ise, bizi yedekte tutan kişileri durdurmaya çalışan kişi olduğunu dile getirmesiydi. Buradan çıkarabildiğim sonuç da kendi içinde bölünüyordu aslında. Meczup adam konuşmasının başlangıcında Sai isimli kişiyi yıllardır araştırdığını ve bugün kıtaya geldiğini söylemişti. Ancak az önce de bizi başka bir gezegeni durdurmak isteyen kişi olduğunu söylemişti. Dolayısıyla, meczup adamın yaşadığımız gezegenin varsa başka bir kıtasından mı geldiği yoksa başka bir gezegene mi ait olduğu sorusu aklımda yer edinmişti. Bu sorunun cevabı ne olursa olsun, sonuç bizler açısından çok vahimin de ötesindeydi. Her ne amaç uğruna olursa olsun, hiç haberimizin dahi olmadığı kişiler tarafından yüzyıllardır gözleniyorduk! Peki ya sadece gözlemlemiyorlarsa?
Kafamda şimşek gibi çakan düşüncelerimden dolayı meczup adamın konuşmalarını tam anlamıyla takip edemediğimi fark ettiğim anda, yüzüme yerleşen dehşet ifadesini silip atarak kendimi tekrar hedefime odaklamıştım. Ancak meczup adam konuştukça, korkularımdaki dehşetin ne kadar gerçek olduğunu görebiliyordum. Zira meczup adam kendi ağzıyla ele geçmesi halinde kıtanın ufkunun kontrol edilemez bir şekilde genişleyeceğini beyan etmişti! Tüm bu konuşmalar da tek bir sonuca varıyordu kafamda… Kanaatimce bizler sadece gözlemlenmiyorduk!
Korkularımla yüzleşmenin ötesine geçmeye ramak kalmışken, meczup adamın Mavi Yıldız isimli örgütle ilgili söylediklerini dinlemeye koyulmuştum. Bu aşamada örgütün faaliyetleri ilginç bir şekilde kulağıma son derece mantıklı ve makul geliyordu. Bu ucundan tutulması gereken bir konu gibi görünse bile, meczup adamın anlattıklarına bakıldığında, bu sadece ufak dünyamızın ufak bir gerçeği kadardı. Oysa gerçeklik bizden ve hatta hayallerimizden bile daha büyüktü! Meczup adam konuşmasını sürdürdüğünde ise, şok edici gerçeklerin devamı geliyordu. Meczup adamın başka bir kıtada çalışmalarda bulunduğu, Gedhilfe’nin bu kıtaya gidip geldiği ve meczup adamın “bizim dünyamız” diyerek başka bir gezegeni kast etmesi… Bunlar çok ağırdı, taşınması ve hazmedilmesi hiç de kolay değildi. Özellikle Gedhilfe’nin başka bir kıtanın varlığını bilmesine ve hatta uçak denilen taşıtın kullanılmasını asıl gezegenin insanlarından öğrenmesine rağmen sessiz kalması, her şeyin en başından beri belli bir temel üzerinden ilerleyip ilerlemediğini sorgulatıyordu. Ancak varis en başından doğruyu söylemişti… “Hükümetler birbirlerinden bilgi saklayamaz kuralı gerçekten uygulansaydı Pakt diye bir şey olmazdı.”
Bir yalana dahil olmuş bir avuç zavallıdan başka bir şey değildik! Bu zavallılığımız her aldığımız nefese sirayet etmişti ve bu bir avuç zavallıdan daha karaktersiz kişi ve kişiler tarafından her geçen gün daha da zavallı hale getirilmiştik! Bu korkunç bir şeydi ve damarlarımda akan kanın bile ısınarak dışarıya fışkırmaya çalıştığını hissedebiliyordum. Hareket etmek istemiyordum, konuşmak istemiyordum, nefes almak istemiyordum… İçimde yaşama, geçmişe ve geleceğe dair hiçbir şey yoktu! Bir boşluğun içinde nefes almaya çalışan çaresiz bir insandan farksızdım. Ne için vardım, ne için çabalıyordum ve ne olmak istiyordum… Hayata bakışımı kardeşimin başına gelenler değiştirmemişti, sadece şekillendirmişti… Ancak bu duyduklarım ve öğrendiklerim her şeyin temelsizliğini yüzlerce ve hatta binlerce kez yüzüme vuruyor gibiydi. Aklımı yitirmenin en mantıklı çözüm olacağı aşikardı, fakat bunun hiçbir şeyi çözmeyeceği de ortadaydı! Ne yapmam gerektiği, tüm bunların nasıl hazmedebileceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Kenara düşmüş kollarımı kaldırmak, omuzlarımı dikleştirmek, bakışlarımdaki donukluğu silmek… Bunları yapmak imkansız gibiydi. Ne yapacağım ve ne yapabileceğim tüm belirsizliğiyle karşıma dikilmişken… Şu an sadece… İnsan olduğumu bilmek istiyordum!
Artık ipin ucunu kaçırmıştım ve söylenenleri duymak dışında hiçbir şey yapamıyordum. Algılarım tükenmiş, zihnim kapanmış ve vücudum sadece nefes alıp verebilir hale gelmişti… Bu yüzden topluca bir şeye binmemiz ve ilerlememiz sanki rüzgarın savurduğu bir yaprak kıvamındaydı. Nereye gittiğimizin, nerede ve niye durduğumuzun hiçbir manası yok gibiydi. Bir şeylerin doğru gitmediğinden bahsetmişlerdi, ancak duyduklarım karşısında doğru giden tek bir şey bile göremiyorken, bir şeylerin yanlış gitmesine neden şaşırmış ve bunu neden önemsemişlerdi ki? Hafifçe camdan dışarıya yönelttiğim bakışlarım bir hapishane avlusuyla yüzleşiyordu sadece. Ne önemi vardı ki? Yoksa hapishane denilen yer de mi başka bir gezegendi? Veya suçlular başka gezegenin insanları mıydı? Ya da gardiyanlar, suçlular yerine başka gezegenden veya kıtadan insanları mı avlıyordu? Bunun gerçekten ne önemi vardı?!
Sadece omuzlarımı silkmiştim. Ne adım atmak, ne ilerlemek, ne öğrenmek, ne keşfetmek, ne dahil olmak, ne anlamak, ne anlamlandırmak, ne sormak, ne duymak, ne konuşmak, ne hissetmek, ne başarmak, ne kaybetmek, ne nefes almak, ne nefes vermek, ne var olmak ne de yok olmak… Hiçbirini istemiyordum! Bu lanet olası topraklara geldiğimden beri hiçbir şeyi istemediğim gibi, şu an tüm her şeyi tek bir kalemde reddediyordum! Bu yüzden ne oturduğum yerden kalkacaktım ne de bana uzanan bir eli tutmaya yeltenecektim! Bir yalan mahkum olarak düzeltmeye çalıştığım geleceğim, çoktan bilmediğim kişilerin eliyle yüzyıllar önce şekillendirilmişti! Şimdi çabalamanın ne anlamı vardı ki?
► Show Spoiler
Re: [Ana Kurgu] O Adam
#39Garip görünüşlü adamın ve varislerin Ae ile konuşmalarını dinledikten sonra gezegen ve uzay kavramları üzerine biraz daha düşünmeye zorlamıştı kendisini. İlgi duymadığı ve anlamsız bulduğu bu kavramlar, şimdi başka bir anlam ifade ediyordu onun için. Kendi kaynaklarını tüketmiş ve yok oluşun eşiğine gelmiş bir gezegenin yedeği olduğunu öğrenmek, içini büyük bir korkuyla kaplamıştı. Yüzlerce, belki de binlerce, teknolojik açıdan onlardan üstün insan gelip kıtalarını işgal edecekti. Üstelik bu olaydan büyük ihtimalle bazı hükümetlerin haberi vardı. Bunun Gedhilfe deneyleri ile ilgisi neydi? Gedhilfe kendini bu işgalden korumak için mi Friks gibi insanüstü güçler elde edebilecekleri deneyler yapıyordu? Yoksa bu işgalciler ile anlaşmalıydı da kıtayı onlara hazır etmek için kendilerini mi kurban ediyordu? Cevabını şuradaki kılıbık, omurgasız, kendi kıçının zevkinde olan kralın oğlu bile bilmediği için öğrenmesinin kolay bir yolu olmayacaktı. Garip görünüşlü adam bu işgali durdurmak için elinden gelen her şeyi yapmaya çalıştığını söylemişti. Bunu neden hiç tanımadığı insanlar için yapıyordu ki? Bundan çıkarı neydi? Sadece onlara acıdığı ve bunun yanlış olduğunu düşündüğü için miydi? Adam uçağının da Himota'nın halka kapalı bilimsel çalışmalar yürüttüğü bir bölgesinde olduğunu söylemişti. Gedhilfe'nin uçağı sakladığı gizli koru ile çok benzer bir mekandı. Muhtemelen üst düzey bir güvenlik ile korunuyordu. O halde Himota da kesinlikle olanlardan haberdardı. Himota varisi Ten aptala yatıyor olabilir miydi? Livei şüphelerini onun üzerinde tutmaya karar verdi.
Thrao'nun ona hitaben dile getirdiği sivri laflarına verdiği yanıt ve köpeği Ten'in de arkasını koruması karşısında hiç dönüp cevap vermedi genç kız. Sadece omuz silkti. Bu iki omurgasız onun gündeminde değildi, hiçbir zaman da olmayacaktı. Zaten Thrao, babası hakkında Livei'nin ne gibi planları olduğunu bilse onu bu şekilde yanında tutmazdı. O esnada diğer dünyalı adam da onun sorularına cevap vermeye başlamıştı. Mavi Yıldız örgütünü bildiğini ve onlar için çalışmadığını, hatta Mavi Yıldız örgütünün onun bildiklerini bilmediğini söylemişti. Demek ki örgütün diğer dünya ile bir bağlantısı yoktu ancak şüphelendikleri bir şeyler vardı ve cevabı bulmaya çalışıyorlardı. Deneklere ve özellikle de Friks'e bu kadar ilgi göstermelerinin sebebi de buydu belki de. Üstün olmak ve kendilerini korumak zorunda hissediyor olmalıydılar. Adam sonrasında Mavi Yıldız örgütünün amacını açıklamıştı. Livei'nin uzun zamandır duymak istediği şeydi bu. Kıtayı, kıtanın sahiplerinin eline bırakmak istiyorlardı. Yani amaçları aynıydı aslında. Bu durumda Gedhilfe kim için çalışıyordu? Herkes farkında olmadan aynı amaca mı hizmet ediyordu yoksa burada bir hain var mıydı? Livei bunu öğrenmek zorundaydı. Mavi Yıldız örgütü diktatörlükleri yok etmek istiyordu, tıpkı Livei'nin istediği gibi. Ancak fevri hamlelerde bulunup insanların ölümüne sebep açtıklarını söylemişti. Haklıydı da. Livei, Friks'in gözlerinin önünde iki Mavi Yıldız üyesini öldürmesini izlemişti. Ancak suç onlardaydı. Ne istediklerini açıkça dile getirmeliydiler. Genç kızı kandırıp, manipüle edip Friks'i ondan almak istemişlerdi. Başvurulacak en şerefsizce yoldu bu. Halbuki uçaktan haberi olduğunu biliyorlardı, ona gerçeği söyleyip yardım talep edebilirlerdi. Hatta belki Friks kendisi teslim olmayı kabul ederdi.
Adam son olarak Gedhilfe'nin uçağı, diğer dünyaya gidip onlarla iletişime geçme amacıyla kullandığını söylemişti. Yani gerçekten de bir haindi. Kendi halkını ve insanlarını satıyordu. Dünya onlara ne vaat etmişti acaba? Güvenlik mi, para mı, kahramanlık mı? Mide bulandırıcıydı. Şerefsizceydi. Livei bu halktan biri olarak doğduğu için bile kendisini iğrenç hissediyordu. Adam kısaca herkesi süzdükten sonra uçağa her birlikte bineceklerini ve birlikte uçacaklarını söylemişti. Genç kızın bir anda karnında kelebekler uçuşmaya başladı. Bu hem ilgi çekici hem de korkutucu bir teklifti. Uçağı merak ediyordu, diğer kıtayı merak ediyordu, oraya gitmek ve gerçekleri öğrenmek istiyordu. Yine de korkuyordu. Bu öğrenilirse başlarına ne gelecekti? Diğer dünya onların uyanmasını istemiyor olmalıydı. Livei, doğduğu andan itibaren, ömrü boyunca habersizce bir deney faresi olmaya mahkum edildiğini fark etti. Haksızlığın ve çaresizliğin öfkesi tüm kalbini doldurdu. Friks'in başına gelenlere üzülürken bir anda kendisini varlığından habersiz olduğu büyük bir oyunun içinde bulmuştu. İğrençti. Bu yapılanlar iğrençti.
Livei bu düşüncelerle dalgın dalgın diğerlerini takip etti. Birlikte otobüse bindiler. Biraz yolda ilerlemişlerdi ki Ten bir şey görmüş gibi durmalarını istemişti. Hapishanenin önündeydiler. Bahçeye bir kamyon park etmişti ve suçluları kamyona yüklüyorlardı. Bu sahne genç kızın zihninde şimşekler çakmasına sebep oldu. Dhæcho ile Dyoch'a da benzer bir şey olmamış mıydı hapisteyken? O halde Himota da suçlular üzerinde deneyler yapıyor olmalıydı. Tabi ya! Gedhilfe, biricik kankisi Himota olmadan bir boka bulaşmazdı ya. Tabi ki Himota da haberdardı yaşananlarda. Göz ucuyla Sai'ye baktı. Endişelenmiş ve meraklanmış görünüyordu. Ülkesi hakkındaki karanlık gerçekleri öğrenince o muhteşem, düzgün, milliyetçi polis memuru Sai ne yapacaktı acaba? Livei gibi nefret ve öfkeyle dolup karanlığa mı düşecekti? Elbette öyle olacaktı. Sai de ondan farksız olacaktı. Livei'nin aylardır tattığı ilaçtan tadacaktı, sevip sevmediğine kendisi karar verecekti. Tuhaf giyinişli adam onunla birlikte neler olduğunu incelemek için birileri gelir mi diye sormuştu. Livei direkt atıldı. "Ben gelirim." Gözleriyle Tihamili çocuğu ve Smildreiz'i aradı ve onları kollarından tutup çekiştirdi. "Onlar da geliyor." Sonrasında ikisine doğru fısıldadı. "Gedhilfe ve Himota masum değil. Prenslere de güvenmiyorum. Birbirimizin arkasını kollayalım." Bu kutlu görev için neden o ikisini seçmişti emin değildi ancak gruptan en çok bu ikisine güveniyordu. Smildreiz bir Gedhilfeli olarak ülkesinin gerçeklerini bilmeliydi. Dufo da Tihamili olarak kendini hazırlamalı ve gardını düşürmemeliydi, ülkesi daha savaştan yeni çıkmıştı. Djuratlılara nedense güvenmiyordu, Himotalılar fazla milliyetçiydi. Dushalıların ise ellerini taşın altına sokacaklarına inanmamıştı şimdilik. Diğer dünyalı adamı takip etmeye başladı. Himota'nın ihtişamlı yüzü bir bir düşerken Sai'nin yüzünün alacağı ifadeyi de yakından görmek istiyordu.
Thrao'nun ona hitaben dile getirdiği sivri laflarına verdiği yanıt ve köpeği Ten'in de arkasını koruması karşısında hiç dönüp cevap vermedi genç kız. Sadece omuz silkti. Bu iki omurgasız onun gündeminde değildi, hiçbir zaman da olmayacaktı. Zaten Thrao, babası hakkında Livei'nin ne gibi planları olduğunu bilse onu bu şekilde yanında tutmazdı. O esnada diğer dünyalı adam da onun sorularına cevap vermeye başlamıştı. Mavi Yıldız örgütünü bildiğini ve onlar için çalışmadığını, hatta Mavi Yıldız örgütünün onun bildiklerini bilmediğini söylemişti. Demek ki örgütün diğer dünya ile bir bağlantısı yoktu ancak şüphelendikleri bir şeyler vardı ve cevabı bulmaya çalışıyorlardı. Deneklere ve özellikle de Friks'e bu kadar ilgi göstermelerinin sebebi de buydu belki de. Üstün olmak ve kendilerini korumak zorunda hissediyor olmalıydılar. Adam sonrasında Mavi Yıldız örgütünün amacını açıklamıştı. Livei'nin uzun zamandır duymak istediği şeydi bu. Kıtayı, kıtanın sahiplerinin eline bırakmak istiyorlardı. Yani amaçları aynıydı aslında. Bu durumda Gedhilfe kim için çalışıyordu? Herkes farkında olmadan aynı amaca mı hizmet ediyordu yoksa burada bir hain var mıydı? Livei bunu öğrenmek zorundaydı. Mavi Yıldız örgütü diktatörlükleri yok etmek istiyordu, tıpkı Livei'nin istediği gibi. Ancak fevri hamlelerde bulunup insanların ölümüne sebep açtıklarını söylemişti. Haklıydı da. Livei, Friks'in gözlerinin önünde iki Mavi Yıldız üyesini öldürmesini izlemişti. Ancak suç onlardaydı. Ne istediklerini açıkça dile getirmeliydiler. Genç kızı kandırıp, manipüle edip Friks'i ondan almak istemişlerdi. Başvurulacak en şerefsizce yoldu bu. Halbuki uçaktan haberi olduğunu biliyorlardı, ona gerçeği söyleyip yardım talep edebilirlerdi. Hatta belki Friks kendisi teslim olmayı kabul ederdi.
Adam son olarak Gedhilfe'nin uçağı, diğer dünyaya gidip onlarla iletişime geçme amacıyla kullandığını söylemişti. Yani gerçekten de bir haindi. Kendi halkını ve insanlarını satıyordu. Dünya onlara ne vaat etmişti acaba? Güvenlik mi, para mı, kahramanlık mı? Mide bulandırıcıydı. Şerefsizceydi. Livei bu halktan biri olarak doğduğu için bile kendisini iğrenç hissediyordu. Adam kısaca herkesi süzdükten sonra uçağa her birlikte bineceklerini ve birlikte uçacaklarını söylemişti. Genç kızın bir anda karnında kelebekler uçuşmaya başladı. Bu hem ilgi çekici hem de korkutucu bir teklifti. Uçağı merak ediyordu, diğer kıtayı merak ediyordu, oraya gitmek ve gerçekleri öğrenmek istiyordu. Yine de korkuyordu. Bu öğrenilirse başlarına ne gelecekti? Diğer dünya onların uyanmasını istemiyor olmalıydı. Livei, doğduğu andan itibaren, ömrü boyunca habersizce bir deney faresi olmaya mahkum edildiğini fark etti. Haksızlığın ve çaresizliğin öfkesi tüm kalbini doldurdu. Friks'in başına gelenlere üzülürken bir anda kendisini varlığından habersiz olduğu büyük bir oyunun içinde bulmuştu. İğrençti. Bu yapılanlar iğrençti.
Livei bu düşüncelerle dalgın dalgın diğerlerini takip etti. Birlikte otobüse bindiler. Biraz yolda ilerlemişlerdi ki Ten bir şey görmüş gibi durmalarını istemişti. Hapishanenin önündeydiler. Bahçeye bir kamyon park etmişti ve suçluları kamyona yüklüyorlardı. Bu sahne genç kızın zihninde şimşekler çakmasına sebep oldu. Dhæcho ile Dyoch'a da benzer bir şey olmamış mıydı hapisteyken? O halde Himota da suçlular üzerinde deneyler yapıyor olmalıydı. Tabi ya! Gedhilfe, biricik kankisi Himota olmadan bir boka bulaşmazdı ya. Tabi ki Himota da haberdardı yaşananlarda. Göz ucuyla Sai'ye baktı. Endişelenmiş ve meraklanmış görünüyordu. Ülkesi hakkındaki karanlık gerçekleri öğrenince o muhteşem, düzgün, milliyetçi polis memuru Sai ne yapacaktı acaba? Livei gibi nefret ve öfkeyle dolup karanlığa mı düşecekti? Elbette öyle olacaktı. Sai de ondan farksız olacaktı. Livei'nin aylardır tattığı ilaçtan tadacaktı, sevip sevmediğine kendisi karar verecekti. Tuhaf giyinişli adam onunla birlikte neler olduğunu incelemek için birileri gelir mi diye sormuştu. Livei direkt atıldı. "Ben gelirim." Gözleriyle Tihamili çocuğu ve Smildreiz'i aradı ve onları kollarından tutup çekiştirdi. "Onlar da geliyor." Sonrasında ikisine doğru fısıldadı. "Gedhilfe ve Himota masum değil. Prenslere de güvenmiyorum. Birbirimizin arkasını kollayalım." Bu kutlu görev için neden o ikisini seçmişti emin değildi ancak gruptan en çok bu ikisine güveniyordu. Smildreiz bir Gedhilfeli olarak ülkesinin gerçeklerini bilmeliydi. Dufo da Tihamili olarak kendini hazırlamalı ve gardını düşürmemeliydi, ülkesi daha savaştan yeni çıkmıştı. Djuratlılara nedense güvenmiyordu, Himotalılar fazla milliyetçiydi. Dushalıların ise ellerini taşın altına sokacaklarına inanmamıştı şimdilik. Diğer dünyalı adamı takip etmeye başladı. Himota'nın ihtişamlı yüzü bir bir düşerken Sai'nin yüzünün alacağı ifadeyi de yakından görmek istiyordu.

► Show Spoiler
Re: [Ana Kurgu] O Adam
#40Genç Dufo arkadaşlarıyla çıktığını düşündüğü tatlı bir gezintide bugüne kadar duymadığı veya görmediği ne varsa hepsine şahit olmuştu. Artık bu olay sıradan bir gezinti değil aksine canlıların şahit olduğu gerçeklerle yüzleştiklerinde ne denli varlık ortaya koyduklarıyla alakalıydı. Bir sürü insan bir araya gelmişti ve her biri bildiklerinin dışında zaten önemli insanlardı. Fakat bildiklerini de konuştuklarında her birinin aslında sadece ülkeleri için değil, kıtanın geleceği için önemli bir rol oynadığını fark edebilir hale gelmişti genç delikanlı. Kendisinin ne kadar toy olduğunu ya da yaşadıklarına nazaran bu insanların yaşadığı gerçekleri kıyasladığı zaman ise ortada korkunç derecede büyük farklar vardı. Bu farklar sadece hayat yaşandığı zaman kapabilecek farklardı. Dufo ise yaşamış birisi değildi ki zaten yaşadığını, nefes almayla denk tutan bir bireyin nasıl bir yaşanmışlığı olabilirdi ki?
Grubun kendi içerisindeki konuşmalara dikkat kesilmiş durumdayken ona yanlış gelen en büyük durum Ae'nin Ten ile olan konuşma şekliydi.Çünkü Ae sadece bir memurdu daha ötesi değildi. Öte yandan karşısındaki kişiler ve hatta kişi, bulunduğumuz ülkenin gelecekteki imparatoruydu. Böyle bir özgüvenin nereden geldiğini merak eden genç adam buradan kendine bir ders çıkarmıştı. Bireylere verilen politik güçler doğuştan gelenlere nazaran onları daha da kibirli bireyler haline getiriyordu. Bu durum oldukça ilginçti zira Ten gerçekten Dufo'ya göre fazla anlayışlı davranmıştı. Babasının nasıl birisi olduğu göz önüne alınınca kendisinin bu denli hareket etmemesi ve üstelik ev sahibi olması, gerçek imparator gücünün nerede kullanılması gerektiğine karar veren kişi idi galiba. Öte yandan Ae, her ne kadar başkan yardımcısı olsa da başkanlıklar, içerisinde bireylerin koşulsuz şartsız değişebildiği yönetim şemasına sahiptir. Ancak bir imparatorun yerine ancak ve ancak onun oğlu geçer. Aradaki bu fark herkes için net olmalıydı. Bu yüzden Dufo Ten'i şimdilik iyi biri olarak hatırlayacaktı.
Thrao'nun tavırları ise genç Dufo için bir tehdit unsuruydu açıkçası. Pakt'ın kuruluş amacına aykırı bir söylemi geleceğin yöneticilerinden biri "böyle olmalı" ibaresini kullandığı zaman güvensizlik ortamı oluşur. İttifak durumlarında ittifağın amacı en başından bellidir ve birlikte hareket amacı gütmelidir. Fakat Thrao gibi önemli birinin söylediği şey, cidden bir çok insanın kafasında çok fazla art niyet ile anlaşılabilecek bir cümle. Ancak kendisinin şu an bulunduğu ortamda böyle bir şeyi söylemesi sanırım çevresindeki insanlara olan güveni, görecekleri karşısındaki şeylere hazır olması gerektiğine dair bir uyarıydı. En azından böyle düşünmek şimdilik en doğrusu olacaktır.
Daha sonrasında kendini Observer olarak tanıtan kişinin söylemlerine kulak kesildi genç delikanlı. Şu an burada en çok önem arz eden kişi oydu çünkü yoktan var olmuştu. Yoktan var olan herhangi bir şey tehlike arz eder. Üstelik gösterdikleri ve şu andan itibaren anlattıklarını incelendiği vakit kendisi Dufo için bugüne kadar gördüğün en tehlikeli varlık. Bunun en büyük sebebi kendisinin potansiyeline dair herhangi bir ölçütün bulunmamasıydı. Anlattıklarını dinlediği vakit buradaki insanların gizlediği, söylemekten çekindiği her şeyi net bir şekilde söyleyebilmesi de onlardan daha üstün olduğunun bir kanıtıdır. Onlardan haberdar olup, kendisinin gizli kalması da bu kişiyi Dufo gözünde en büyük tehdit yapmaktadır. Ancak niyeti kötü olmadığı için onun oyununu, istediğini yapmak şimdilik bir sıkıntı çıkarmayacak gibiydi.
Otobüse bindiklerinde gitmeye hazırlardı. Dufo bu yolculuğu çok merak ediyordu çünkü Observer diye kendini tanıtan kişi kıtanın her şeyine hakimdi. Dufo'nun ona sormak istediği çok önemli sorular vardı. Bu sırada onun daha önce saçına iltifat ettiği kişi Livei, onu kolundan tutup çekmişti. Observer ile birlikte gitmek istediğini ve diğerlerine güvenmediğini dile getirmişti. Yanında ise diğer gedhilfeli memur vardı. Açıkçası bu ikisine güvenebilirdi ama asıl istediği şey Observer ile Tanrı'nın Kitabı (Geskt fri Kopt) üzerine konuşmaktı. Üstelik Heifteth ve onun günlüğü hakkında bir şeyler biliyor olabilirdi.
Kafası ile Livei'yi onayladıktan sonra Observer'a dönüp bir soru yöneltti Dufo:
"Size ne diye hitap etmem gerekiyor bilmiyorum. Size sormak istediğim çok önemli bir soru var." demiş ve sadece dördünün olduğu bir ortamda çok ciddi bir şekilde konuya girmişti:
"Heifteth, bu kıtanın Tanrı'nın Kitabı (Geskt fri Kopt) diye bilinen dini inancın kutsal kitabı... Neden bir laboratuvar bölgesinde yazıldı? Onun kendisine ait olan bir günlüğü olduğunu öğrenmiştim orada ne yazıyor? Ya da doğrudan şu soruyu sormama izin ver, Heifteth gerçek birisi mi? Anlatıldığı gibi var ettiği mucize, neden onu bir denek olmaya zorladı? Böyle birine neden bir şeyleri not etme hakkı verdiler! Bütün bilmek istediğim şeyler bunlar ve bana bu cevabı verebilecek tek kişi sensin burada. " dedikten sonra bakışlarını Observer'a dikti. Yanındakilerin de belki hayatını tehlikeye atmıştı ama Dufo'nun içini yiyip bitiren kuşkuyu sonlandırmanın vakti gelmiş gibiydi. Bu yolun sonunda ya hiçlikten başka bir şey olmayacaktı ya da gerçekten bir şeyler Dufo'yu olduğu kişinin dışına itecekti...
Grubun kendi içerisindeki konuşmalara dikkat kesilmiş durumdayken ona yanlış gelen en büyük durum Ae'nin Ten ile olan konuşma şekliydi.Çünkü Ae sadece bir memurdu daha ötesi değildi. Öte yandan karşısındaki kişiler ve hatta kişi, bulunduğumuz ülkenin gelecekteki imparatoruydu. Böyle bir özgüvenin nereden geldiğini merak eden genç adam buradan kendine bir ders çıkarmıştı. Bireylere verilen politik güçler doğuştan gelenlere nazaran onları daha da kibirli bireyler haline getiriyordu. Bu durum oldukça ilginçti zira Ten gerçekten Dufo'ya göre fazla anlayışlı davranmıştı. Babasının nasıl birisi olduğu göz önüne alınınca kendisinin bu denli hareket etmemesi ve üstelik ev sahibi olması, gerçek imparator gücünün nerede kullanılması gerektiğine karar veren kişi idi galiba. Öte yandan Ae, her ne kadar başkan yardımcısı olsa da başkanlıklar, içerisinde bireylerin koşulsuz şartsız değişebildiği yönetim şemasına sahiptir. Ancak bir imparatorun yerine ancak ve ancak onun oğlu geçer. Aradaki bu fark herkes için net olmalıydı. Bu yüzden Dufo Ten'i şimdilik iyi biri olarak hatırlayacaktı.
Thrao'nun tavırları ise genç Dufo için bir tehdit unsuruydu açıkçası. Pakt'ın kuruluş amacına aykırı bir söylemi geleceğin yöneticilerinden biri "böyle olmalı" ibaresini kullandığı zaman güvensizlik ortamı oluşur. İttifak durumlarında ittifağın amacı en başından bellidir ve birlikte hareket amacı gütmelidir. Fakat Thrao gibi önemli birinin söylediği şey, cidden bir çok insanın kafasında çok fazla art niyet ile anlaşılabilecek bir cümle. Ancak kendisinin şu an bulunduğu ortamda böyle bir şeyi söylemesi sanırım çevresindeki insanlara olan güveni, görecekleri karşısındaki şeylere hazır olması gerektiğine dair bir uyarıydı. En azından böyle düşünmek şimdilik en doğrusu olacaktır.
Daha sonrasında kendini Observer olarak tanıtan kişinin söylemlerine kulak kesildi genç delikanlı. Şu an burada en çok önem arz eden kişi oydu çünkü yoktan var olmuştu. Yoktan var olan herhangi bir şey tehlike arz eder. Üstelik gösterdikleri ve şu andan itibaren anlattıklarını incelendiği vakit kendisi Dufo için bugüne kadar gördüğün en tehlikeli varlık. Bunun en büyük sebebi kendisinin potansiyeline dair herhangi bir ölçütün bulunmamasıydı. Anlattıklarını dinlediği vakit buradaki insanların gizlediği, söylemekten çekindiği her şeyi net bir şekilde söyleyebilmesi de onlardan daha üstün olduğunun bir kanıtıdır. Onlardan haberdar olup, kendisinin gizli kalması da bu kişiyi Dufo gözünde en büyük tehdit yapmaktadır. Ancak niyeti kötü olmadığı için onun oyununu, istediğini yapmak şimdilik bir sıkıntı çıkarmayacak gibiydi.
Otobüse bindiklerinde gitmeye hazırlardı. Dufo bu yolculuğu çok merak ediyordu çünkü Observer diye kendini tanıtan kişi kıtanın her şeyine hakimdi. Dufo'nun ona sormak istediği çok önemli sorular vardı. Bu sırada onun daha önce saçına iltifat ettiği kişi Livei, onu kolundan tutup çekmişti. Observer ile birlikte gitmek istediğini ve diğerlerine güvenmediğini dile getirmişti. Yanında ise diğer gedhilfeli memur vardı. Açıkçası bu ikisine güvenebilirdi ama asıl istediği şey Observer ile Tanrı'nın Kitabı (Geskt fri Kopt) üzerine konuşmaktı. Üstelik Heifteth ve onun günlüğü hakkında bir şeyler biliyor olabilirdi.
Kafası ile Livei'yi onayladıktan sonra Observer'a dönüp bir soru yöneltti Dufo:
"Size ne diye hitap etmem gerekiyor bilmiyorum. Size sormak istediğim çok önemli bir soru var." demiş ve sadece dördünün olduğu bir ortamda çok ciddi bir şekilde konuya girmişti:
"Heifteth, bu kıtanın Tanrı'nın Kitabı (Geskt fri Kopt) diye bilinen dini inancın kutsal kitabı... Neden bir laboratuvar bölgesinde yazıldı? Onun kendisine ait olan bir günlüğü olduğunu öğrenmiştim orada ne yazıyor? Ya da doğrudan şu soruyu sormama izin ver, Heifteth gerçek birisi mi? Anlatıldığı gibi var ettiği mucize, neden onu bir denek olmaya zorladı? Böyle birine neden bir şeyleri not etme hakkı verdiler! Bütün bilmek istediğim şeyler bunlar ve bana bu cevabı verebilecek tek kişi sensin burada. " dedikten sonra bakışlarını Observer'a dikti. Yanındakilerin de belki hayatını tehlikeye atmıştı ama Dufo'nun içini yiyip bitiren kuşkuyu sonlandırmanın vakti gelmiş gibiydi. Bu yolun sonunda ya hiçlikten başka bir şey olmayacaktı ya da gerçekten bir şeyler Dufo'yu olduğu kişinin dışına itecekti...

► Show Spoiler