[Ana Kurgu] O Adam

#1
Image

"Himota İmparatoru sayın Pisan Higenadon sizleri bereket ve şölen dolu Himota Ulusal Kutlamaları'na davet ediyor. Himota bu kutlamalar süresince kapılarını herkese açacaktır. Yapmanız gereken tek şey giriş kapısındaki görevlilere kimlik bilgilerinizi verip kaydınızı açtırmaktır. Peki, Himota Ulusal Kutlamaları nedir? Himota her yıl belli bir dönemde milli bayramlarını kutlar. Çeşitli etkinlikler düzenlenir ve sokaklar devasa bir sofraymış gibi donatılır. Ayrıntıya girip sürprizleri bozmak istemeyiz! Topraklarımıza ayak basacak olan kıta sakinlerimize konaklama dahil olmak üzere birçok alanda indirim yapılacağını da unutmayın lütfen. Yolunuzun kıtanın en şaşalı kutlamalarına düşmesi dileğiyle, esen kalın!"

Himota Ulusal Kutlamaları Reklam Ekibi Başı broşürü okumayı bitirdikten sonra İmparator'a uzatıyor. İmparator broşürü incelemeye koyuluyor. Kat kat açılan broşürde geçen yılın kutlamalarından kalma görüntüler ile doğal güzellikler yer almakta. İmparator broşürü bitirdikten sonra yorum yapıyor. "Niye diğerlerinin kutlamalara katılması için umutsuzca yalvarıyoruz? İsteyen gelir, isteyen gelmez! Sürpriz de ne demek oluyor? Bizim kimden ne saklımız var? Dışarıdan gelecek paraya zerre kadar ihtiyacımız yok! İndirim mindirim bizi küçük düşürüyor!" İmparator gök gibi gürleyerek karşı çıkıyor. Ekip Başı ise korkudan başını eğip bedenini kasıyor. İmparator'un karısı Banoge Higenadon söze giriyor. "Pisan, hayatım, sence de abartmıyor musun biraz? Bu broşürü bütün kıta okuyacak sonuçta. Elbette olabildiğince arkadaş canlısı ve teşvik edici olması gerekiyor. Hem merak güçlü bir kuvvettir. Kişiye her şeyi yaptırabilir. İlgi uyandırmak en iyisidir." Ekip Başı atlıyor hemen. "E-evet efendim, b-bizim de a-amacımız buydu!" Pisan bir hışımla kafasını Ekip Başı'na çeviriyor. Gözleri alev kusuyor adeta. Ekip Başı hemen başını tekrar eğiyor. Karısının "Her sene aynı şey" bakışını görünce yumuşuyor ve Ekip Başı'na kafasını kaldırabileceğini söylüyor. Ardından oğluna, Himota İmparatorluğu'nun yegane veliahtı Ten Higenadon'a dönüyor. "Annenle aynı fikirde misin oğul? Sen daha iyi anlarsın bu işlerden." Ten hızla söze giriyor. "Son yıllarda Ulusal Kutlamalarımızı kıtaya açma nedenimiz üzerimize yönlendirilen ve artık kök salmış önyargılar ile iftiraları ortadan kaldırmak değil mi zaten? Bu doğrultuda annemin dedikleri doğru. Zaten, katıldıkları zaman asla unutamayacakları anılar biriktireceklerinden eminim. Sonuçta kıtanın merkezi biziz." Banoge, Pisa'nın arkasından Ten'e gülümseyerek göz kırpıyor. Ten babasıyla nasıl konuşacağını en iyi bilen kişidir. Her ne kadar fazla konuşmasalar da...

İmparator'un onayı ile çok geçmeden broşürler bütün kıtaya yayılıyor ve hazırlıklar süratle devam ediyor. Beklenen gün gittikçe yaklaşırken Rintoa Bagon'a üç kişi giriş yapıyor. İmparator'un huzuruna çıkıyorlar ve onla beraber Toplantı Odası'na geçiyorlar. Masaya oturuluyor ve son rütuşlar yapılıyor. Pisan teker teker yoklama yapıyor. "Kığemliler hazır mı? Bir sorun var mı?" Üzerinde bol, tek parça ve belden kuşakla bağlanmış, sarı ve turuncu renklerinin bulunduğu kapşonunda güneş çizimi bulunan kişilik "Yeni ve aydınlık güne hazırız efendim." yanıtını veriyor. Pisan, bu sefer üzerindeki kıyafeti sıkı, bütün bedenini saran çeşitli parçalarla donatılmış, kapşonu ise yüzünün üst yarısı kapatan kişiliğe dönüyor. "Warinliler hazır mı? Bir sorun yoktur umarım." "Komutlarınız doğrultusunda her şey hazır efendim. Pisan en son üzerinde hayvan kürkleri bulunan, gövdesi yarı çıplak, kafasında geyik, omzunda ayı kafatası bulunan kişiliğe yöneltiyor sorusunu. "Şipistalılar hazır mı peki? Coşmamışlardır umarım." "Hahahahaha! Böyle bir günde coşmamak ne mümkün? Endişe etmeyin efendimiz, her şey yolunda." Pisan kendisine uzatılan resmî belgeleri toplayıp incelemeye koyuluyor. "Güzel, güzel! Bu senenin de bize kut getirmesi dileğiyle! İşinizin başına dönebilirsiniz." Böylelikle hepsi dağılıyorlar.

Tahtına dönen İmparator'u oğlu karşılıyor. "Oğul, hanım nerede?" Ten babasına cevap veriyor. "Annem teftişe çıktı. İlk elden hazırlıkları görmek istediğini söyledi." "Ona izin verdiğim günden beri hazırlık sürecini çok iyi yönetiyor. Kadın milletinden korkulur he!" Babasının gülüşüne hafif bir şekilde karşılık veriyor Ten. "Annemi bu yüzden seçmediniz mi zaten? Her açıdan yetenekli olduğu için yani." Pisan gülümsüyor ve kendisini açıklıyor. "Oğlum, bir İmparator olarak, karım olacak kadının kesinlikle üstün olması gerekiyor fakat bizim evliliğimiz zoraki değildi. Biz gerçekten de birbirimizi sevdik ve çok iyi anlaştık. Onun gibi bir kadına sahip olduğum için Frum ve Ser'e ne kadar şükretsem az. Tıpkı seni bana armağan ettikleri için sayısız kere şükrettiğim gibi." Ten, beklemediği bu övgü karşısında diyecek bir sözcük bulamıyor. En son ne zaman babasıyla iki lafın belini kırmıştı? En son ne zaman ondan övgü almıştı? Başını eğerek teşekkür ediyor ve izin isteyerek uzaklaşıyor. Pisan, bir şeyler söylemek istiyor ama ne diyeceğini bulamıyor. İzni veriyor ve oğlunun uzaklaşmasını izliyor. Ne çok isterdi ona sarılmayı, onu öpüp koklamayı, onunla sohbet etmeyi, beraber gezip tozmayı. Yapamaz. O bir İmparator, oğlu ise veliaht. Bu tavır oğlunu yumuşatabilir. Oğlu sert olmak zorunda. Yaşamın katı ve soğuk gerçeklerini bilmek ve kendisi de öyle olmak zorunda. En bilgili ve en güçlü olmak zorunda. Yarın bir gün tahta o geçecek. Geçtiği zaman herkesten üstün bir varlık olmalı. Hem bu kutlu sorumluluk olmasa yine böyle olumlu bir tavır alamazdı çünkü nasıl yapacağını bilmiyordu. Aradaki nesil farkı, kendi babasından hiç öyle tavırlar görmemiş olması, kişilik farkı vesaire vesaire.

Festival Günü

Beklenen gün gelip çattığında her şey olması gerektiği gibi. Sanatçılar, yol göstericiler, satıcılar, polisler ve daha niceleri yerli yerinde. Himota'ya görülmemiş bir insan kalabalığı giriş yapmakta. Hepsi de açılış töreni için Tinkadoko'ya gelmekte. Bütün Kıta Rintoa Bagon bölgesinin hemen dışındaki devasa alanda beklemeye koyuluyor. Saat tam öğlen on ikiyi vurduğunda güneş ışınları Rintoa Bagon'a vuruyor ve Altın Saray adeta şafak yıldızına dönüşüyor. Öyle bir kudretle ışık saçıyor ki, sanki yeryüzünden yeni bir güneş doğuyor. Bu görsel şölen sırasında şaşkınlığını ve hayranlığını gizleyemeyen halka bir de şanlı Himota İmparatorluğu'nun kutlu lideri Pisan Higenadon şoku geliyor. Pisan Higenadon geleneksel Himota kıyafetleri ile sahnenin önünde dikiliyor ve ortaya şöyle bir manzara çıkıyor. Yeryüzünde doğan yeni güneşin saçtığı ışık hüzmeleri Pisan'ın tam da kafasının arkasından yarım daire şeklinde çıkıyor ve kendilerini Pisan'ın takıyor olduğu bir taç olarak gösteriyorlar. Pisan bütün heybeti ile adeta boy gösterisi yapmakta. Dakikalar hızla geçiyor ve güneş ışınlarını saraydan çekiyor. Bu sırada da Pisan'ın önüne bir kürsü getiriliyor. Ses sistemi son kez gözden geçirilip onaylanıyor ve Pisan açılış konuşmasına başlıyor.

"Ey güzel kıtamızın sevgili insanları, hepiniz kutlu Himota topraklarına hoş geldiniz! Ben, şanlı Himota İmparatorluğu'nun başı Pisan Higenadon, hepinize unutamayacağınız bir tatil sözü veriyorum. Gönlünüzce yiyin, için, gezin, tozun, eğlenin ve konaklayın! Yarından itibaren kültürel etkinliklerimiz başlayacaktır. Bugün ise ülkemizi keşfe çıkın. Doğal güzelliklerimize tanıklık edin. İnsanlarımızı tanıyın. Bu özel dönemde aramızda olmanızdan mutluluk duyuyoruz. Birlik ve beraberlik içinde olma dileğiyle, sağlıcakla kalın!" Pisan'ın kısa süren konuşmasının ardından kulakları sağır eden alkış sesleri havayı kaplıyor ve herkes serbest kalıyor. Himota'nın bütün zenginlikleri önünüze seriliyor. Seçin, beğenin ve alın!

Himota
Image

Sai Nopaodan: Sabahın köründe telefonla uyandırılmanla birlikte kırk yılın başı yapılan festivali görme planın suya düşüyor. Komiserlerinden biri seni duyduğun detaylara bakılırsa oldukça anlamsız ve sıkıntılı bir konu için merkeze çağırıyor. Telefonda sana yapılan "Bir adam var, nereden geldiği belli değil. Evini tarif edermiş biri yardımcı olursa. Oturduğun yerin adı ne diyoruz bilmiyorum diyor. Deli olma ihtimali de var. Frum ve Ser aşkına zaten bugün öğlen kapatacağız merkezi, şu adama bir yardım et de sonra geçersin festivale." açıklamasını hazırlanma ve yola çıkma sürecinde ard arda sorguluyorsun. Kafanda bin farklı senaryo oluşurken kendini göreve adamak zorunda olduğun bilinciyle rütben alınmasaydı astlarına yıkma şansın olacağı fakat yaşadığın talihsiz olayların getirdiği sonuç ile kendi başına uğraşman gerekecek olan bu iş için yola çıkıyorsun. Evinden tarif edilen polis merkezine gidiyorsun, ki şanslısın, bu polis merkezi hemen şehir meydanının içinde. Merkeze vardığın ve içeri girdiğin zaman görünüşü olayı daha da garipleştiren bir tip ile karşılaşıyorsun. Biri sana açıklama yapmadan gördüğün bu adamın mevzubahis kişi olduğunu anlıyorsun. Adama yaklaşırken adamla muhabbet eden komiser seni görüyor ve "Nopaodan! Gel buraya!" diye bağırıyor. Yanındaki adam da seni başıyla selamlıyor. Adamı baştan aşağı süzüyorsun. Üstünde deri bir ceket, çok ince kumaştan yapılmış kısa kollu bir tişört, tişörtün üstünde garip garip semboller, mavi bir kot pantolon ve eğik bir çizgi olan bir ayakkabı var. Komiserin olayı kısaca açıklıyor. "Bu arkadaşımız anlaşılan Himotalı değil. Kaybolmuş, evimi tarif edebilirim çok uzak değil diyor. Haritada göster diyoruz gösteremiyor. Yön olarak bildiğini söylüyor. Bizim kafamız karıştı, bir de sen anlamaya çalış bakalım." Komiserin gülerken adam yanına geliyor ve "Kusura bakmayın, öğrendiğim kadarıyla bugün önemli bir gün sizin için. Çok vaktinizi almamaya çalışacağım, çok uzak değil hem." diyor. Adamın aksanının daha önce duyduğun hiçbir aksanla alakası olmadığını fark ediyorsun. Komiserin yanına geliyor ve kısık bir sesle "Dışarıdaki arabalardan birini alabilirsin. Eğer iş uzarsa başka yere yönlendir gel. Şu kutlu günde elin manyağına vakit ayırmayalım boşu boşuna." diyor. Komiserinle vedalaşıyor ve daha adını bile öğrenmediğin adamla dışarı çıkıyorsun. Her biri standart polis arabası olan arabalardan birini seçiyor, görevli ile konuşup anahtarını alıyor ve arabaya biniyorsun. Arka koltuğa da yabancı adam biniyor. Adam binip kapıyı kapattığı anda ilgi çekici bir cümle kuruyor. "Sai, sır tutabilir misin?"

Gedhilfe
Image

Livei Nyawodz & Smildreiz Dyogodz & Mabi Chüimimuta: Gedhilfe'nin Himota ile olan diplomatik ilişkileri sağ olsun bir hafta önceden detaylı bir şekilde bilgilendirildiğiniz Himota Ulusal Kutlamaları'nı görmek için hazırlanmaya baya bir vaktiniz oluyor. Üç gün orada kalacağınızı bildiğiniz için ne giyeceğinizi, yanınıza hangi eşyalarınızı alacağınızı ayarlıyor ve bir gün önceden yola çıkıyorsunuz. Başkente vardığınızda sizin için lüks bir otel ayarlanıyor ve her birinize tekli odalar veriliyor. İçinde iki tuvaleti, çift kişilik yatağı ve dev ekran bir televizyon olan bu odalarda bir geceyi en güzel olanaklarla geçiriyorsunuz. Festival sabahı her biriniz otelin lobisine iniyor ve kontrol ediliyorsunuz. Sıra Mabi'ye geldiğinde kendisine Gedhilfeli olup olmadığı soruluyor. Tatmin edici bir cevap vermiş olacak ki festivale gitmesine izin veriliyor. Son anda merdivenlerden bazıları için tanıdık, bazıları için yabancı bir yüzün de indiğini görüyorsunuz. Listeden okunduğunda adının Frip Ozæf olduğunu öğrendiğiniz genç önce Mabi'ye gidip sarılıyor, sonra da Livei'nin yanına gidip selam veriyor. Çok geçmeden festivale iniyor ve onbinlerce kişinin olduğuna emin olduğunuz kalabalığın dışında, Gedhilfe'ye özel ayrılmış sandalyeler olan bir bölümde İmparator Pisan'ın konuşmasını dinliyorsunuz. Konuşmanın ortasında Gedhilfe Kralı Deith Ozæf'in oğlu Thrao Ozæf oturduğunuz yere geliyor, her birinizle tokalaşıyor ve yanınıza oturuyor. Konuşma bittiği anda yarım saat serbest kalacağınızı öğreniyorsunuz. Thrao ayağa kalkıyor ve "Burada Ten diye bir arkadaşım var, onu görmeye gideceğim. İşiniz yoksa gelin takılalım olmadı?" diyerek sizlere cazip bir teklif sunuyor.

Dusha
Image

Fera Pongushe & Haga Nomua & Fegø Foø: Dusha Kralı'nın yılın başlarında lojistik problemlerinden ötürü bu sene Himota Ulusal Kutlamaları'na katılınamayacağını açıklamasıyla içiniz rahatlamıştı. Kutlamalara üç gün kala kralın sözünden dönüp sorunun çözüldüğünü ve gidileceğini açıklamasıyla yine iş başa düşmüş oldu. Üç günlük sürede artık ne kadar hazırlanabilirseniz hazırlanıyorsunuz ve yarım yamalak bir halde yola çıkıyorsunuz. Neyse ki Dusha yetkililerinin Poshota ve Tumi'ye az buçuk saygısı varmış da sizler için otobüs ayarlamışlar. Otobüse bir gün kala biniyorsunuz ve Himota'nın başkentine vardığınız gibi gece olduğu için size verilen otellere gidiyor ve zıbarıyorsunuz. Memleketinizden bir tık daha ferah bir havaya sahip olduğu için şükrettiğiniz Himota başkentini sabahleyin kısa süreliğine de olsa gezme şansınız oluyor. Festivalin yapılacağı şehir merkezinde Himota İmparatoru Pisan Higenadon'un konuşmasına kadar serbest kalıyor ve konuşma başladığında yerlerinizi alıyorsunuz. Konuşma sonuna doğru Dusha Kralı Toshohe Hafuru sizlerin yanına geliyor ve her birinizi teker teker selamlıyor. Konuşma bitince serbest kalmayı beklerken kral tarafından çağrıldığınızı öğreniyorsunuz. Kralın yanına gittiğinizde sizin için yemek hazırlanacağını, bu yemeğe katılmanın da zorunlu olduğunu söylüyor. Memurların büyük çoğunluğu bu haberi omuz silkerek karşılıyor. İçlerinden biri "Aslında istesek sıvışırız. Kim fark edecek, rahat yüz kişi varızdır burada." diyor. Gerçekten de öyle, kim fark edecek?

Djurat
Image

Ae Libjetütcha: Artık Djurat Cumhuriyeti'nin Başkan Yardımcısı olduğun için -her ne kadar Mavi Yıldız gibi havalı bir serbest mesleğin de olsa- kıta içerisinde resmi hangi etkinlik varsa katılmak zorundasın. Devlet Başkanı Elü'ud Elungi ile birlikte bir gece önceden yola çıkıyor ve festivalin başlangıcına iki saat kala Himota'ya varıyorsunuz. Geldiğiniz gibi Himota devlet yetkilileri tarafından resmi bir törenle karşılanıyor ve tüm ülkelerden gelenleri karşılamak için yola koyuluyorsunuz. Böyle bir prosedür olduğunu da önceden söylemedikleri için Elü'ud'un içten içe gıcık olduğunu tavırlarının değişmesinden anlayabiliyorsun. Çok sallamadan formalite icabı herkesi selamlıyorsun ancak Gedhilfe tarafına geldiğin anda can dostun Mabi ile karşılaşıyorsun. Muhabbet etmek için yaklaşık beş dakikanız oluyor ve hemen ardından seni Djurat'ın devlet yetkililerinin oturacağı yüksek bir bölüme alıyorlar. İmparator Pisan'ın konuşmasını dinliyor ve hemen ardından serbest bırakılıyorsun. Elü'ud yanına geliyor ve bir saat içerisinde kendisiyle buluşmanı istediğini söylüyor. Sana küçük bir not kağıdı veriyor ve kağıdın üstünde kalacağınız otelin adresinin yazdığını söylüyor. Vedalaşıyor ve bakanlarıyla Himota İmparatoru ile görüşmek üzere yola koyuluyor. Artık özgürsün, en azından bir saatliğine.

Kuzey Tihami
Image

Dufo Slitshut: Tihami, Himota'nın geçmişi uzun olan bir müttefiği. Hele hele son olaylardan sonra Himota'nın Kuzey Tihami'ye desteği paha biçilemez. Bu yüzden, Himota Ulusal Kutlamaları'nın başlayacağı haberi buraya ulaşınca kura sonucu seçilen şanslı kişiler Himota'nın başkenti olan Tinkadoko'ya gitmek için hazırlanmaya başlıyor. Onlardan biri de sensin. Her ne kadar Himota'yı ve oraya dair herhangi bir şeyi zerre umursamasan da ve kendin bambaşka bir amaç peşinde olsan da, emir demiri keser. Zorunda kalıyorsun işte. Himota'da bulunmam uluslararası ilişkiler için çok önemli. Hem kim bilir? Belki orada amacına ulaşmanda sana yardımcı olacak bir şeyler bulursun. Himota Tihami söz konusu olunca biraz hassastır, o nedenle yolculuğu Tihami değil, Himota karşılıyor. On numara özel otobüsler gönderiyorlar. Rahat bir yolculuk sonucu başkente ulaşıyorsun. Oradan da seni arabayla alıp festival alanına getiriyorlar. Etkileyici görsel şölen ve açılış konuşmasından sonra serbest kalıyorsun. Serbest kaldığın gibi de karşına Kuzey Tihami Cumhurbaşkanı Stefaw Dudshes çıkıyor. Dudshes seni ve diğer polis memurlarını selamlıyor. Himota İmparatoru Pisan Higenadon'u görmeye gideceğini söylüyor ve yanınızdan hızla ayrılıyor. Keşif vakti!

Ey serbest kalan misafirler! Özgürlüğün en kötü yanı da seçim yapamayacak kadar seçenek olmasıdır. Standlar var, lokantalar var, çalgı çengi var, Nopa Yolu var, Bahiti Gözlemevi var, dövüş sanatı ve silah sanatı gösterileri var, ayak topu oynanabilecek alanlar var, ok ve mızrak atılabilecek yerler var, şans oyunları var, başkentle bile sınırlı değilsiniz. Diğer şehirlere de geçebilirsiniz. Yol gösterici ayarlayarak tabi.
Off Topic
Ana Kurgu etkinliğimize hoş geldiniz! Pasiflik süresi 3 gündür.
Off Topic
Tegin Hentanodan henüz konuya giremez.

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#2
Üniformamı bavulumda sivil kıyafetlerimin üstüne düzgünce yerleştirdikten sonra fermuarını kapattım. Odamdan aşağı kata inerken lacivert takımımı askısı ile taşıyor, kırışmasın diye elimden gelen çabayı gösteriyordum. Himota'ya uzun bir yolculuk olacağı için her zamanki rahat kıyafetlerimi giymiştim. Bir de öğleden sonra uyumuştum ki gece araba kullanabileyim. Ehliyeti aldıktan sonra babama uzun yollarda şoförlük yaptığım için sürekli, bu yolculukta da ben kullanmak istedim arabayı. Hem Elungi ile de özel konuşuruz falan. Annemden bir öpücük, babamdan da sırtıma iki tokat aldıktan sonra dikkatli olmam söylenilerek yolcu edildim. Rütbemi kutlamak adına aldığım motorsiklete eşyaları düzgün bir şekilde yükleyip zaten çok uzak olmayan hükümet binasına doğru bastım gaza. Etkinlikte boş zamanlarımda Himota sokaklarını gezerim diye motoru getirmelerini istemiştim polislerden. Hükümet binasına geldiğimde motordaki eşyaları düzgün bir şekilde başkan Elungi'nin eşyalarının yanına koydum. Anahtarını da polislerden birine teslim ettim. Bu olay baya bir anda çıktığı için, daha bu sabah kararlaştırılmıştı araba falan. Çalışanlar eşyaları arabanın arkasına koyarlarken ben de bir şişe su aldım yolculuk adına. Binadaki çalışanlara acele ile talimat veren sivil kıyafetler içindeki Elungi de hazır olunca yola çıktık.

Bir elim direksiyonda, diğer elim viteste Elungi'nin bu saatte güzel bir müzik bulmak için dakikalarca radyonun tuşunu bir sağa, bir sola çevirişinin bitmesini bekledim. Genç bir kızın şarkısını duyunca duran başkana şöyle bir bakış attım.
Bakışımı fark eden başkan "Bu aralar baya popüler oldu." diye fikrini söyledi.
"Duymadım." dedim.
"Duymadın mı? Gençler sürekli bu şarkıyı dinliyor." diye devam etti.

Omzumu silktim. Gerçekten daha önce duymadım. Polisliğe başladığımdan beri partilemeyi bıraktım zaten. İyice işkolik oldum. Geçmişten hiçbir arkadaşımla da görüşmüyorum. Zaten yakın arkadaşım yoktu. Öyle basit çıkar ilişkileriydi. Mabi ile yakın bir arkadaşlığımız oldu tek. Ciddi bir olay sonunda oluşan arkadaşlıklar daha sağlam oluyor diye düşünüyordum ama Gedhilfe'ye gideceğim dedi gitti. Daha da gelmedi. Ona yük olmamalıydım galiba. Evinde kalmak kötü bir fikirdi. Tamam da ülke neden değiştiriyorsun birader? Beni bıraktığı için vururum falan diye mi düşündü acaba? Öyle manyak bir görüntü mü çiziyorum acaba?

Direksiyonu sola dönmek için kırarken "Benim gençliğim mi kalmış başkanım." dedim. "Artık eğlence için zaman geçti. İşime bakarım, evlenirim."
Elungi gülerek "Var mı gelin adayı?" diye sordu.
Gülümsedim mahçup bir şekilde gözümü yoldan ayırmadan. "Daha yok." dedim. "Yani kızlar var tabi de, yanlış bir karar vermemek gerekiyor."
"Sadece evlenme olgusu için seçeceğin kızdan uzun vadede bir verim alamazsın." dedi gülümsemesi devam ederken.

Durup düşündüm. Aja'yı düşünme sebebim buydu gerçekten. Sadece ailesinin iyi olması, kendisinin iyi bir eş olacağına, sözümü dinleyeceğine olan güvenimden. Benim kendimi kaybedip bağlandığım bir evlilik verimli değildi asıl. Bu yüzden "Katılmıyorum." dedim. Yine de şuanki bulunduğum rütbede ve Elungi'nin politik görüşüne uymak adına Aja'yı listemden çıkarmıştım. Bana Djurat'lı bir kız gerekiyordu.

Kızlardan açılan konu Mavi Yıldız'a döndü. Gezegen denen şeyi ikimiz de birbirimize anlatıp olayın aslını çözmeye çalışırken Elungi cebinden tütün çıkartıp sarmaya başladı. Sardığını bana uzatınca şöyle bir baktım kararsız şekilde. "Almayayım." dedim sonunda.
"Yılbaşında Toshohe ile tüttürdüğünüzü gördüm Libjetütcha, al hadi." dedi ve daha da yakınlaştırdı.
Pes edip aldım elinden. "Bırakmaya çalışıyorum. Hatta bırakmıştım da, son olanlar yüzünden... Her neyse işte."

Dudaklarımın arasına koydum dalı, Elungi yakınca içime çektim ve baya bir süre sohbet edip tütün içtik. Baya bir şu Alep olayını konuştuk. Başkana Mabi'yle olan arkadaşlığımı anlatıp "Ona her konuda güvenebilirim." gibi bir cümle kurdum. Gerçekten öyleydi yani. Himota sınırlarında daha önce hiç yaşamadığım sınır geçimini atlattık. Djurat artık Pakt'ta olmadığı için sınırlardan geçmek o kadar kolay değildi. Yine de zorluk çıkmadı. Yola devam ederken başkana uyumasını önerdim. Yarın yorulacaktı zaten. Koltuğunu arkaya yaslayıp yattı ben de yolun devamını tek başıma getirdim. Etkinlik alanına az kaldığında kıyafet değiştirmek ve kahvaltı etmek için yol üzeri restorantta durup başkanı uyandırdım. Biraz bacaklarımızı rahatlatlatıp karnımızı Himota usulünce doyurduk. Bol bol Himota'lı kötülemesi yaptıktan sonra ben arabaya inip arabadaki ve üstümdeki tütün kokusu gitsin diye pencereleri havalandırıp bir de sakız çiğnedim. Şimdi elin Himota'lısı "Djuratlılar da leş gibi tütün kokuyor" demesin. Elungi arabaya geri geldiğinde adamın yüzünün renginin bile normalden daha soluk olduğunu ve uykusunu düzgün alamadığını anlayabildim. "Bir dakika bekleteceğim." diyerek adamı arabada bırakıp restoranttan iki karton bardakta kahve alıp geldim. "Hay bin yaşa!" diye karşılayıp Himota sokaklarını daha iyi görmek adına pencereyi sonuna kadar açan Elungi, yolda keyfini biraz da olsa topladı. Ancak çok sürmedi bu durum. Çünkü etkinlik alanına ulaştığımız, arabadan indiğimiz gibi bir törenin ortasında bulduk kendimizi. Müzikler çalıyor, ülkelerden gelen yetkililer elimizi sıkmak için bekliyor falan. "Şaka mı bu?" diye yol boyunca kullanmadığı sinirli, politikacı sesiyle konuşmaya başladı başkan. "Kaç saatlik yoldan geliyoruz biraz dinlenmemize izin verilmeliydi. İnanılmaz! Takım elbisem bagajda!" Yani, Elü'ud Elungi beni daha önce baya saçma kıyafetlerle baya lüks bir buluşmaya götürmüştü. Bok gibi hissetmiştim. Aynısını tekrar yaşayacaktık belli ki. İmaj kötülemesi değildir de nedir bu yani. Arabadan çıkmadan "Başkanım." diyerek kendime döndürdüm Elungi'yi. Şöyle bir saçını inceleyip şeklini şemalini düzelttim. O da aynı şekilde benim de yamulmuş olan yakamı düzeltti. Sonra da arabadan indik. Ben arabanın anahtarını gelen Himota polisine teslim edip arabayı nereden geri alabileceğimi falan öğrenirken Elungi'nin çatık kaşlar ve sivil kıyafetler ile Himota tarafına ilerlediğini görüp kendi kendime güldüm.

Başkanın peşinden tek tek ülke başkanlarını ziyarete çıktım. Yorgun da olsam dik duruyor, güven verici bir şekilde sıkıyordum ellerini.

Djurat Cumhuriyeti Başkan Yardımcısı Ae Libjetütcha. Ah! Kulağa ne kadar güzel geliyor.

Önce ev sahibi ülke olan Himota'nın imparatoru Pisan Higenadon'un elini sıktım. Elimi sanki kıracakmış gibi sıkan adamdan sonra karısının elini tutup bir centilmen gibi öptüm. Pisan'cığım, karının memişkolar tombişkoymuş canım. Harbi imparatoriçe olacak güzellikte. Güzel seçim. Banoge Higenadon'dan sonra da İmparatorun veliyathı Ten'in elini sıktım. İkimiz de ciddi ifadelerle birbirimize bakıp, baya sıkı bir el sıkma yarışmasına girmiş gibi 3-5 kere salladık elimizi. Çocuğun elini bıraktığımda hem elim acıyordu, hem de Himota'nın geleneksel kıyafetlerinin ne kadar saçma göründüğünü düşünüyordum. Sivil halimle bile daha klas gözüküyorum bunların yanında.

Dusha bölümüne geçtik Himota'dan sonra. Toshohe Hafuru ile daha önceden de karşılaştığım hatta yılbaşında birlikte vakit geçirdiğimiz için el sıkmakla kalmayıp sarıldım kendisine. "Eğer vaktiniz olursa sizinle tekrar sohbet etmeyi çok isterim." dedim dostane bir şekilde. Karısına da her zamanki centilmenliğimi yaptıktan sonra diğer ülkenin tarafına doğru ilerledim.

Gedhilfe'ye ayrılmış bölüme geçtiğimizde tüm kızılların içinde dev gibi kasları ile sarı sarı parlayan adamı gördüğüm gibi gözlerim kocaman açıldı. Elungi de görmüş olacak ki kafasıyla onu gösterip "Her konuda güveneceğin arkadaşın Gedhilfe polisleriyle gelmiş." diye laf çaktı bana. Sonra da Gedhilfe kralı ile el sıkışmak için çevirdi kafasını. Ulan Mabi! Ulan Mabi! O kadar kızgınım ki sana. Deith Ozæf'in ve karısının elini sıkıp kafamla selamladıktan sonra varisleri Thrao'nun da elini sıktım ifadesiz bir şekilde. Sonra da Elungi kralla konuşurken Mabi'nin yanına doğru tüm sinirimle gidip "Mabi!" diye hırladım. "Abi sen burada ne yapıyorsun Frum ve ser aşkına? Haber de vermedin gittiğinden beri! Başına bir şey gelse ruhum duymayacak! Tamam sikinde değilim belki ama insanın aklına bir kere gelir anasını satayım! O kadar öpüştük." dedikten sonra göğsünden geriye doğru ittirdim sertçe. Tabi kızgınlıktan gözüm dönmüş yanındaki Gedhilfe'lileri sonradan gördüm.
Kızıl saçlarını arkadan toplamış olan kıza elimi uzatıp "Ae Libjetütcha." dedim. "Djurat Başkan Yardımcısı." Hemen Mabi'ye dönüp "Evet, Başkan Yardımcısı. Terfi ettim. Gidip söyleyeceğim arkadaşım yoktu. Bil bunları da üzül biraz." diye daha da iğneledikten sonra diğer kızın da elini sıkıp onun da kraliyet ailesinden olduğunu öğrendim. Bu kız için satıldım ben işte arkadaşlar. En güvendiğim adam kraliyet karısı için çekti gitti. Diğer polisin elini sıkmak için yüzüne baktığımda tanıdık bir yüz gördüm. "Aaa..." Herifin adını unutmuşum. "Sen babamın arkadaşının oğlu değil misin? Gelmiştin Djurat'a." Saçındaki ve yüzündeki lekeden tanıdım. Çocuk adını söyleyince "Heh, Smildreiz." dedim. Polis olmuş ya la. "Tebrik ederim." dedikten sonra Elungi'nin Tihami tarafına gittiğini söyleyen sesi yüzünden devam ettiremedim sohbeti. Mabi'ye "Serbest kalınca geleceğim yanına. Çok kızgınım sana, çok!" diyerek Elungi'nin peşinden Tihami tarafına doğru yürüdüm.

İlk olarak Kuzey Tihami'nin Cumhurbaşkanı Dudshes ile el sıkışıp kısa bir konuşma yaptıktan sonra asıl adamımız olan Kuzey Tihami lideri Asgama ile de el sıkışıp konuştuk. En sonunda da Djurat için ayrılmış locaya geçtik. Güzeldi ortam güzel olmasına ama Elungi yapılan durumdan dolayı baya bir rahatsızdı. Politik bir durumdu tabi ki. Rahatsızlığını çok da dillendiremiyordu başkan çünkü sürekli gelip bizimle konuşanlar, tanışanlar oluyordu. Pisan çıkıp konuşma yaptıktan sonra alkışladık. Sadece başkanın duyacağı bir şekilde "Bu kadar kendilerini yırtmaları..." dedim. "Bahsedilen Himota şanından sonra bu tarz hareketler acınası." Alkıştan sonra Elungi elime bir kağıt sıkıştırıp 1 saat serbest bıraktı beni. Anladığımı belli eden bir şekilde kafamı salladım. Kolumdaki saatin alarmını 1 saat sonrasına ayarlayıp kağıdı da gömleğimin cebine koyduktan sonra yüksek alandan aşağıya indim. Toshohe ile konuşamazdım büyük ihtimalle lider toplantısındaydı. Bu yüzden Mabi'ye doğru yola çıktım.

Tabi ilk Tihami tarafından geçtiğim için polisler arasında oturan tanıdık yüzü görünce hiç düşünmeden çocuğun omzuna elimi koyup "Dufo?" dedim. Bak bu lavuğun adını unutmamışım. "Polis mi oldun sen?" Aferin lan. Koru ülkeni aferim. "Yalnız mı oturuyorsun yine?" Bu çocuk ilk tanıdığımda da böyle bunalım takılıyordu. Arkadaş falan edinememiştir. Ben ediniyorum da ne oluyor anasını satayım? Gedhilfe'li karılar için bırakıp gidiyorlar. "Kalk gel benimle. Gezeriz." diyerek kaldırdım bunu yerinden. Gedhilfe tarafında yürümeye devam ettim. "Ne yaptın görüşmeyeli nasılsın?" diye havadan sudan konuştuktan sonra Gedhilfe bölümüne ulaştık. Mabi'nin yanına gidip omzuna sertçe vurduktan sonra "Niye dönmedin?" diye atarlandım yine. "Bir sorunun varsa söylesen çözeriz, ne diye bırakıp gidiyorsun? Oha dur." Gözüm Dusha tarafında yürüyen bir kıza takıldı. Dufo'yu dirseğimle dürttükten sonra "Fera değil mi o?" dedim. Dufo'dan da onaylayan bir hareket geldikten sonra Fera'ya doğru elimi kaldırıp beni görmesini sağladım. Elimle gelmesini işaret ettim.

Bu sırada da Gedhilfe'nin varisi, Himota'nınki ile buluşacağını söyledi Gedhilfe'lilere. İsterlerse onlar da gelebilirmiş falan filan. "Damdan düşer gibi olacak ama," diye lafa girdim Gedhilfe varisine karşı. "Bahiti Gözlemevine gitmeyi planlıyordum. Sizi ve veliyath Ten'i de tanımayı çok isterim. Eğer takılıp konuşmak dışında bir planınız yoksa birlikte gidebiliriz." diye teklifimi sundum. Hem Gedhilfe varisi ve Himota varisi ile MAVİ gökyüzünü konuşmak çok isterim... Baya bir isterim. Anlarsınız ya.
Image
Yaz geldi.
► Show Spoiler
Yan çar
Podosḧi Øfinuafeme

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#3
Kıta tarihine bakıldığı zaman Himota ile Tihami arasında hep bir bağlantı olmuştur. Özellikle son yaşanan olaylardan sonra Kuzey Tihami, Himota için daha değerli bir hale gelmiştir. Bunun neden böyle olduğuna dair çok fazla fikir olsa da genel olarak net bir görü yoktur. Bununla birlikte iki taraf da bu ilişkiden oldukça mutlu durumdadır. Her ne kadar otoriteler arası durum böyle gözükse de halk için bu durumlar çokça farklılıklar göstermektedir. Ne yazık ki kendilerinin görüşleri doğru bir noktada bulunmakta. Ancak bilinmelidir ki kıtanın sarsıntılı günleri her geçen gün bu sarsıntının şiddetini hissetmeye devam ediyor.

Dufo, daha öncesinde özel günler ve özel olaylar için oluşturulan ekiplerin birinin içinde bulunmuştu. Himota'nın yakın zamanda yapacağı bir festivalden ötürü Tihami davetliydi. Eh pek tabii, uzun süre gelen ittifakları ve aralarındaki ilişki onlara iyi niyetle yaklaşılmasına neden oluyor. Her neyse, genç adam bu festival için seçilecek özel bir ekibin parçası olduğunu öğrendiğinde açıkçası seviniyordu. Bu vesile ile bazı arkadaşlarını görebilirdi. Ae, Fera bu ikisi ile görüşmeyeli uzun zaman olmuştu. Üstelik Dufo o zamanlar polis bile değildi. Şimdi polis olarak karşılarına çıkması belki bir nebze onları şaşırtır diye düşündü. Bu düşüncesinin ardından daha da geç kalmamak için hazırlandı ve yola koyuldu.

Himota'nın başkenti olan Tinkadoko'ya gitmek için hazırlanmaya başlıyor herkes. Aslında her kadar Himota'yı umursamasa da orada göreceği insanlar, göreceği kıtanın güzellikleri vardı. Ölmeden önce kıtayı ve çevresini dolaşmak istiyordu. Keşfetmek, bu sistemin insanları içerisinde hapis ettiği olgulardan uzaklaşmak istiyordu. Bu yüzden bu yaşanan olaydan pek şikayetçi değildi.

Üstelik hevesli olduğu bu durumda Himota'nın jestleri olayı daha da güzel bir hale getiriyordu. Hem yolculuğu karşılıyorlar hem otobüs gönderiyorlar. Açıkçası kendisini değerli olduğunu hissetmeyeli uzun zaman olmuştu genç dellikanlı için. Kim bilir belki bu yaşanan olaylardan sonra gerçekten büyük bir resmin içinde kendine özel bir yer bulur. Yolculuk sırasında bu düşünceleri ile hevesini alevlendiren Dufo, sonunda Himota'ya varmıştı. Üstelik oradan da araba ile onu festival mekanına götürmüşlerdi. Himota'nın misafirperverliği gerçekten çok iyiydi bunu söyleyebilirdi.

Etkileyici görsel şölen ve açılış konuşmasından sonra serbest kalıyordu. Etrafta dolaşırken karşısına Kuzey Tihami Cumhurbaşkanı Stefaw Dudshes çıkıyordu. Başkanın selamlamalarının ardından herkes kendi işine bakıyordu açıkçası. Acaba bay Dudshew iyi olacak mı diye düşünüp duruyordu. Zira kendisiyle daha öncesinde bulunduğu etkinlikte kıymalı patatesli gözleme yemişlerdi ki; muazzam bir olaydı Dufo için.

Başıboş bir şekilde olduğu yerde dikilirken karşısına uzun boylu, sarışın ve oldukça yakışıklı bir adam belirdi. Bu tarife uyan tanıdığı ve görmeyi istediği tek bir kişi vardı; Ae! Ae'yi gördüğünde zaten Ae de sanki onu görmek istiyormuş davranınca kendisi de mutlu oldu. Polis olduğunu sorunca gözlerini başka tarafa kaydırıp utanan bir ses tonu ile konuşmaya başladı:

"Ae, seni görmek çok güzel. Evet o günden sonra polis olmaya karar verdim. Küçüklerin de güçlenmesi ve daha kötü şeyler yaşamaması için bir şeyler yapmak istedim." dedikten sonra öbür sorusuna gülerek cevap verdi "Yani evet bizim ekibimiz kura ile seçildi bu yüzden herhangi bir arkadaşım buraya gelmedi. Sadece Bay Dudshew var o da işleri dolayısıyla burada değil. Kendisi ile ufak bir tanışıklığım var ama burası bile onun için huzur dolu bir yer değil. Ama şimdi bizi bıraktılar o yüzden seninle gelebilirim." dedikten sonra Ae'yi takip etmeye başladı.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#4
Zrrr… Zrrr…

Uzun zamandır duymadığım bir sesle gözlerimi yarım yamalak açarak kendime gelmeye çalışıyordum. Bugün festival günü değil miydi? Sanırım onun için aranıyorum. Saat kaç? Çoktan kalkıp hazırlanmış olmama gerekiyordu sanırım. Tamam da beni neden bunun için arasınlar ki? Cevabını telefona cevap vererek öğrenebilirdim tabi ki. Açar açmaz ise karşımdaki kişi direkt olarak açıklamaya girişmişti. Gerçekten mi? Günler sonra bugünü mü buldunuz? Üstelik ne dediğini tam olarak anlayamamıştım bile. Merkezdeki herkes festivale mi gitti de böyle boş bir iş için beni çağırıyorlardı. Sanırım rütbemi kaybetmemin yanında kimsenin bakmak istemediği işlere de beni koşturacaklardı bundan sonra. Bundan çıkardığım sonuç buydu. İstemeye istemeye de olsa gitmek zorundaydım yine de. Açıkçası uzun zaman sonra aldığım bir görevin festival gününde ve evden çağrılmaya değmeyecek bir görev olması canımı sıksa da bu benim işimdi. En azından polis merkezinde yön gösterme konusunda en yetkili ki olduğumu düşünerek kendimi mutlu edebilirdim. Belki…

Merkeze varıp etrafa bakındığımda üstün gözlem yeteneklerimle adamımızı hemen fark edebilmiştim. Ya da kim olduğu çok barizdi bilemiyorum. Adamın yanına ilerlerken acele etmiyordum. Evet buradan festivale geçecektim ama çok da hevesli değildim açıkçası. Kıtanın her yerinden insanlar gelecek falan. Böyle yerlerde zaten rahat edemiyordum zaten. En azından bu eve götürme görevi benim gecikme bahanem olabilirdi. Bu yüzden aceleye getirmeye çalışmayacaktım. Komiser çağırdığında yavaş adımlarla yanına gittikten sonra durumu izah etmeye başlıyordu. Ulan! Yön olarak biliyormuş işte ‘sağa, sola’ desin götürün adamı. Kimse mi elinden tutup gidelim demedi? Ne garip bir olayın içine düştüm yine. Telefonda deli dedikleri adam da nazik bir şekilde açıklıyordu kendini. Hiç de deli gibi konuşmuyordu ayrıca. Şu yaşadıklarım aşırı tutarsız gelse de hiç sorgulamayacaktım. Ama eğer bunun altından bir şaka falan çıkarsa da ben bütün hırsımı bu adamdan çıkartırım. Komisere “Merak etmeyin, ben hallederim.” dedikten sonra adamla birlikte araçlardan birine yöneldim.

Arabaya binip güzelce yerleştikten sonra bir elimi direksiyona atıp arabayı çalıştırmak için anahtara hamle yapacaktım ki arka koltuğa oturan eleman sır tutup tutamayacağımı sorumuştu. Hadi bakalım. Burnumuzu yine bir boka sokuyoruz ama meraklanmıyor da değildim. Bunu geri çevirir miydim sanmıyorum. Gözlerimi aynanın yansımasından adama dikerek gülümsedim. “Sır tutmakta iyiyimdir. Gerekirse kendim bile unuturum.”
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#5
Üç günlük bir yurtdışı seyahatinin bu kadar canını sıkmasına gerek yoktu. Alt tarafı bir festivale davet edilmişlerdi. Üst rütbeli insanlarla tanışacak, diğer ülkelerden polislerle ve sivillerle kaynaşacak ve birbirinden leziz yiyecekler tadacaktı. Himota'nın bu meşhur festivaline gitmeyi çocukluğundan beri çok arzuluyordu ancak hiçbir zaman fırsatı olmamıştı. Şimdi ise davetli olarak gidiyordu, özel bir konuktu, lüks otellerde kalacak ve el üstünde tutulacaktı. Üstelik tebdili mekanda ferahlık vardı, herkes böyle söylerdi. Bu kısa yolculuk kafasını kaygı verici düşüncelerden uzaklaştırması için güzel bir fırsattı.

Ancak gitmeyi hiç ama hiç istemiyordu.

Sadece bütün gün yatağında uzanmak ve ağlamak istiyordu. Kot'un kanlar içinde boğazının kesilmiş görüntüsü zihnine adeta musallat olmuştu. Baktığı her yerde onu görüyordu. Vitrinlerde, kızıl saçlarda, tren raylarında, şen kahkahalarda, aynada... Her yerde o güzel kadının ona hiç yakışmayan solgun bedeninin imajı vardı. Livei kafasını duvarlara vura vura unutmak istiyordu hepsini. Günlerdir su dışında başka bir şey tüketemiyordu. Ağzına attığı her bir lokma Kot'un cesedini çiğniyormuşcasına bir his veriyordu ona. Açlıktan midesi zil çalsa da geri çıkarıyordu yuttuğu her bir lokmayı. Birkaç günde ciddi anlamda zayıflamıştı. Sürekli ağlama krizlerine giriyordu. Durduramadığı, atak olarak başlayan, onu günde en az dört - beş kere yoklayan ağlama krizleri... Sürekli acı çekmek, sokakta gördüğü her kadını bir anlığına Kot'a benzetmek zihnini o kadar yormuştu ki hiç kimseye bakmak dahi istemiyordu. Gözlerini kapatıp tüm gün yatağında uzanmak... tek hayali buydu.

Ancak öyle ya da böyle vazife onu bekliyordu ve gitmek zorundaydı. En azından bir süre her yerde kızıl kafa görmek zorunda kalmayacaktı. Gitmeden önce Friks ile görüşmek ve onunla vedalaşmak istemişti ancak bunun ona iyi gelmeyeceğine karar vererek son anda vazgeçti. Onu görürse kesin ağlardı ve gitmek istemezdi. Mavi'yi ve patronu da görmek istiyordu ancak kendisine tanıdık gelen tüm yüzlerden kaçmaktan başka bir şey yapmıyordu. Hatırlamak istemiyordu. Anmak istemiyordu. Üzerine düşünmek istemiyordu. Sadece unutmak istiyordu.

Olabildiğince minimum seviyede iletişime geçtiği yolculuk sonunda başkente vardıklarında kendini adeta otel odasına kilitledi genç kız. Kaldığı odanın lüksünü bile görmeyen gözlerle kendini yatağa attı. Saatini kurdu ve yorganı başının üstüne kadar çekip cenin pozisyonunda yattı. Ne zaman uykuya daldığını bilmiyordu. Birkaç kere kabuslarından sıçradığını hatırlıyordu ancak tekrar uyuya kalmış olmalıydı ki alarmın çirkin gürültüsüne gözlerini açmıştı. Yine sabah olmuştu. Yolculuk zihninde fazlasıyla buğulu geçtiği için gözlerini bir anda yabancı bir ortamda açmak onu korkutmuştu. Nerede olduğunu hatırlaması birkaç saniyesini almıştı. Oflayarak başını yastığa gömdü. Sonra yastığı kaldırıp yatağa gömdü ve yastığı kafasının üzerine bastırdı. Sonra yastığı öfkeyle odanın diğer ucuna doğru fırlattı. Her şeyden nefret ediyordu. Hızlıca giyinip saçlarını her zamanki gibi topladı. Aynada kendini inceledi. Çok mutsuz görünüyordu. Birkaç sahte gülümseme provası yaptı. Fena değildi, işini görürdü.

Hazırlandıktan sonra belirlenen saatte diğer Gedhilfeli davetlilerin yanında lobiye indi. Burada kısa bir kontrolden geçeceklerdi. Aralarında oldukça iri yarı sarışın bir arkadaş da vardı. Gedhilfeli olmadığı her halinden belli olan bu adamı niye aldıklarını sorguladı kısa bir süreliğine, sonra bu düşünce diğer baskın düşüncelerin altında silikleşerek kayboldu. Merdivenlerden inen Frip'i görünce şaşırdı. Onun polislikten ayrıldığını duymuştu, burada ne işi vardı ki? Belki de amcası kral Deith Ozæf yollamıştı zorla. Aşağı iner inmez önündeki sarışın adama sarılması ile biraz evvel aklına takılan, o adamın burada ne işi olduğu sorusuna bir cevap bulmuş oldu genç kız. Frip'in torpiliydi demek. Aptal kraliyet ailesi. Hepsini acı çektirerek öldürecekti. Frip ona dönüp kısaca selam verdiğinde oldukça soğuk bir şekilde karşıladı selamını. Onu da öldürecekti. Hepsini öldürecekti. Yavaşça, çığlıklarını dinleyerek öldürecekti. Kot'un kanını akıttıkları gibi kanlarını akıtacaktı, Dhæcho'yu deney faresi yapıp zihnini bulandırdıkları gibi çeşitli işkencelerle akıllarını kaçırtacaktı. Hepsini, tüm kraliyeti, herkesi kanlarında boğacaktı. Onun her canını yaktıkları an için bin misliyle karşılık verecekti. Hepsini öldü-

İrkilerek kendine geldi. Sarışın, yapılı bir adam yanlarına gelmişti. Yanındaki diğer adama Mabi diye seslenmişti. İsmi olmalıydı. Tanışmışlar mıydı? Livei dikkatini verememişti. Adam öpüştükleriyle ilgili bir şeylerden yakınıyordu, herhalde erkek arkadaşıydı. Zaten hep yakışıklı sarışınlar gey olurdu. Elini sıkıp kendini tanıtan adama karşılık verdi. "Livei Nyawodz, memnun oldum." İsminin Ae olduğunu öğrendiği adam Djurat başkan yardımcısıydı. Bunu duyduktan sonra başını saygıyla eğdi. Üst rütbelilerin hoşuna giderdi saygı duyulmak, sahte olduğunu bilseler bile. Livei bu üç gün hiçbir üst rütbelinin kaprisini çekmek istemediği için doğasına aykırı bir şekilde uysal davranmaya karar verdi. Adam sonrasında Gedhilfeliler arasında bir başka tanıdığını bulup onunla sohbete başlamıştı. Genç kız da isminin Mabi olduğunu öğrendiği adama döndü. "Sizinle de memnun oldum, resmen tanışmamıştık sanırım." dedi dalgın bir şekilde. Adamla göz teması kurduğundan bile emin değildi. Şu anda kendini bu kıtaya ait değil gibi hissediyordu.

Kısa süre sonra Pisan bir gövde gösterisi yaparak konuşmaya başlamıştı. Livei konuşmanın hiçbir kısmını dinlemedi. Başını öne eğdi. Etrafına dahi bakmadı. İşin en sıkıcı kısmını atlatmıştı, bu bir başarı sayılırdı. Konuşma devam ederken Djurat başkan yardımcısı erkek arkadaşını görmek için geri gelmişti. Arkasında daha önce görmediği, Tihami üniformalı bir polis de vardı. Tihami üniformasını görmek içini sızlatıyordu. Ne yazık ki bu adam Kuzey'dendi. Diğer taraftan olsa Bok'u sorabilirdi. Komiser Yots ona Güney Tihami'nin araştırılması için yeni bir merkez kurulduğunu, oraya gidip Bok hakkında bilgi alabileceğini söylemişti ancak Livei son günlerde o kadar çok olay yaşamıştı ki bunu düşünecek zamanı hiç olmamıştı. Ae ve Mabi konuşurlarken iç çekerek siyah saçlı polisin yanına gitti ve tokalaşmak için elini uzattı. "Merhaba ben Livei Nyawodz, memnun oldum." dedi kendini gülümsemeye zorlayarak. Djurat başkan yardımcısı ile takıldığına göre önemli bir isim olmalıydı sonuçta. Kısa süre sonra Gedhilfe prensi Thrao Ozæf de yanlarına gelmiş ve herkesle tek tek tokalaşmıştı. Aynı süreci bir de onunla yürüttükten sonra genç kız artık kusacak noktaya gelmişti. Onun eline dokunan elini kesip atmak istedi. Kim bilir bu ellerle başka hangi masumların canına kıymışlardı. Kim bilir kimlerin hayat ışığının sönmesinde parmakları vardı. Prens onlara Himota prensi Ten ile görüşeceğini söyleyip kendilerini de davet etmişti. Nefreti bu kadar tazeyken prensle o kadar da haşır neşir olmak istemeyen Livei tam müsaade isteyecekti ki Djurat başkan yardımcısının gitmek istediğini duydu. "Tabi, müsaitim prensim neden olmasın." Böyle bir teklifi her polis memuru kabul etmek isterdi. Gitmezse göze batacaktı ve daha da kötüsü, kraliyet kaprisi çekecekti. Eğer bu olursa işte o zaman festivali kana bulayabilirdi. Sakince gülümsedi ve aldığı teklif hoşuna gidiyormuş gibi davranmaya çalıştı.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#6
Oldukça yoğun bir haftanın ardından Fera nihayet Kral'ın Himota'nın Ulusal Kutlamaları'na gidilmeyeceğini iletmesiyle rahatladığını düşünüyordu ki sevincinin kursağında kalması gecikmemişti. Görev arkadaşından aldığı haberle adeta yıkılan Fera hayıflansa da ne yazık ki bir faydasını görmeyecekti. Verilen üç günlük sürede Dusha Polis Merkezi olarak her ihtimale karşı önlemler almaya çalışmış olmakla birlikte bireysel olarak da Fera'nın hazırlanması elinden geldikleri kadarıyla "tamam" sayılırdı. Yedek üniformasının yanında çantasına sivil kıyafetlerini de sıkıştırmıştı. Kaldırdıkları otobüse binerken aklında tek bir şey vardı; o da, uyumaktı. Kalabalıktan haz etmeyen Fera'nın onca insan arasında nefes alabilmesi için yeterli bir uyku çekerek direncini toplaması gerekliydi. Oldukça sıkışık olan ikili koltuklarda yanına son anda çekine çekine gelen çaylağa bir bakış atarak Uykum hassastır. Fazla kıpırdanıp sakın uyandırayım deme beni." dedi yüzünden hiç eksik olmayan ciddi ifadesiyle. Ardından da "Oraya gittiğimizde de mesleğini icra ederken 'şu şekil' davranayım deme."diye minik bir uyarı geçmeden gözlerini kapamadı kadın. Sadece çatacak bir yer aramıştı. Huysuzluk enerjisini bünyesinden bir an önce atması gerektiğini o da biliyordu.

...

Fera gözlerini tekerleğin duruşuyla açmıştı. Pencereden yüzüne yansıyan güneş ile uyanmayı tercih etse de koltukta iki büklüm olmak yerine bir an önce otele geçip doyumsuzca uyumak istiyordu. En son Dusha sınırlarında kovaladığı bir at hırsızı iki amaçsız adam yüzünden yakın dövüşte aldığı et ezilmeleri yüzünden hala canı sıkkındı. Bir polis memuru olmanın yanısıra tıp fakültesi mezunu olmasının en güzel getirisi kendi kendini tedavi edebiliyor olmasıydı. Yer yer bitkisel yer yer lüzumu olan ilaçlarla. Gerine gerine ayılmaya çalıştı herkes ayaklanırken. Bir cümbüş hali otobüsü esir aldığında hızlanarak olduğu yerden doğruldu ve iniş yolunu tuttu çaylakla birlikte.Otobüsten indiği anda havayı derin deri soludu. Temiz hava gibisi yoktu Fera için. Himota'nın Dusha'dan daha temiz bir havaya sahip olduğu çok açıktı. Bir süre dikilip öylece bekledi.Buraya gelişi için heyecanlı sayılabileceği bir konu vardı ki o da bir kültürü keşfetmekti. Himota hakkında çok şey duymuştu, çoğunlukla kötü şeyler. Söylentilere kulak asmadığından gözlem yapmakla meşgul olacaktı bir süre Fera. Ağır aksak şekilde otele girip görevliden kaptığı anahtarla odasına geçti bir çırpıda. Sıcak bir duşun ardından tekrar uyuyacaktı. Yeterince uyumamış gibi. Aldığı ağrı kesicinin etkisi de baz alınırsa bir noktadan sonra vücudunun isteklerini sorgulamamaya başlamıştı.

...

İşte bu sefer gözüne dik bir açıyla gelen güneşin sıcaklığı yüzünü ısıttığında yenilenmiş bir şekilde kalktı Fera. Hayatının rutine bağlamışlığından her ne kadar sıkılsa da gelirken sürekli içten içe söylenmiş olsa da enerjisini geri kazanmış olarak kalkmak kadının ruh haline doğrudan yansımıştı. Yatmadan önce hazırladığı kıyafetlerini alıp güzel bir kahvaltının peşinden Himota'yı keşfedecekti bugün. En azından kapıdan çıkana kadar planı buydu. Hazırlanıp koridora çıktığında çok sık görmeye maruz kaldığı görev arkadaşı Fera'yı kolundan tuttuğu gibi esir almıştı. Peki, derdi neymiş? Sadece boş laflarla ve yoğun ısrarlarla iletişim kurma çabası. Zihnen sömürülmemek için kahvaltının ardından kızla 'kısa' bir tur attı yalnızca. Himota sokaklarında yayılan müziği beğenmişti en azından. Daha fazla keşfetmeyi ne kadar çok istese de bir yolunu bulup kaçmayı başardığında odaya dönüp düşündüğünden daha çok vaktinin çalındığını fark etmesiyle kaşları çatılmıştı. Hız kesmeden üniformalarını geçirdi üstüne. Diğerleriyle birlikte buluşup şehir merkezindeki festival alanına geldiklerinde en başta hissettiği temiz hava yerini o denli yoğun bir gürültüye bırakmıştı. Herkes şen gözüküyordu. Fera, o an için kuş bakışı ile gökkuşağını andırdığını düşünüyordu bu güruhun. Kızıllar, sarılar... Gökkuşağında olmayan renkler... Gözünün ısırdığı ilk kişiye büyük adımlarla ilerledi.Festival, etkileşimde bulunmak için ve bazı insanlarla açık kapatmak için biçilmiş bir kaftandı. "Smildreiz! Yüzün gülsün biraz." diye giriş yapmıştı ilk. Çocukluk arkadaşı da polisti. Üniformayla birleşen sert yüzü Gedhilfe'de suça karışacak şahışlara hiç şans tanımıyordu. Fera, onu suratı asık ve öfkeli görmeye o kadar çok alışmıştı ki güldüğü anları zihninde canlandıramıyordu bile. Ayaküstü sohbetin ardından özlemler dinmiş sayılırdı. Bir ara fırsat bulup tekrar görüşmek ve açık kapatmak için sözleşmişlerdi bile. Sıcak bir gülümsemeyle ona veda ederken konuşmanın başlıyor oluşuyla geldiği hızla merkezdekilerin yanına döndü. Mimiksiz biçimde konuşmayı dinledikten sonra Kral Toshohe'nin yanlarına çağrıldığında selamına düzgünce karşılık verdi. Ünvanının hakkını veriyordu bu adam. İçlerinden biriydi sanki. Kendisiyle uzun uzun sohbet etmeyi ve doğrudan ona bağlı çalışmayı çok istese de muhtemelen Mabi'nin ömrü boyunca yediği etler kadar bir yol kat etmesi gerekirdi Fera'nın. Sahi, aklından geçen bu düşüncelerle neden onu bulmuyordu ki? Sarışınların çoğunlukta olduğu bölgeye bakınırken yemeğe geçilmesini beklemiyordu haliyle. Gitmeyi çok istese de Mabi'nin yanına uğrayıp kısa sürede geri dönebilirdi. Ya da öyle olabileceğine ihtimal vermiş olması dahi kısa bir fıkra niteliğinde sayılabilirdi. Gözlerini kısıp etrafı süzdüğünde Fera'nın kulakları hala Dushalılar'da idi. Sıvışmak... Sadece kısa bir süreliğine.

O esnada gözüne takılan cüsseli sarışın bir tipe doğru adım atmaya yeltendiğinde adamın yan dönüşüyle yüzünü net şekilde görmüştü. Fera'nın hatası tabi. Bir Mabi olamaz bu adam. Başını çevirip yerinde bir iki kıpırdanmayla çok uzaklarda olmayan başka bir Djuratlı'yı görmüştü. Ae mi o? El hareketlerini ona mı yapıyordu? Evet, kesinlikle o idi. Sivil olduğundan daha önce gözüne çatmalıydı. Onu görmeyeli yine baya zaman geçmişti. Ufak bir silkinmeyle yanına gitmeye karar kıldı. Hemen yanında duran Haga'ya da baş işaretiyle gideceği tarafı göstererek Tanıdıkları gördüm. Bir yanlarına uğrayacağım. Sen de gel istersen. Geri döneriz." demişti hemen. Belki de o Fera'dan daha fazla kişi tanıyordur. Daha uzun bir süredir meslekteydi sonuçta. İçinde anlamlandıramadığı ve üstüne kafa yormadığı bir heyecanla Ae'ye doğru giderken yanında duranın yüzü netleştiğinde yüzündeki gülümseme yayılmıştı. Neden başta çıkaramadığını şimdi anlıyordu. Sivil olmaması. Duraksadığında öncelikle buna değindi "Üniforma yakışmış. Seni burada görmek güzel. Biraz gecikmeli olsa da… Aramıza hoş geldin." Ae'nin söylemlerinin sonuna yetiştiği için göz gezdirdi hemen kümeleşmiş topluluğa. Giyiniminden ve tipik yapısından Gedhilfe'nin varisi olduğunu düşündüğü kişilere çatmadan başıyla gülümseyerek selam verip Ae'yi bölmemeye çalışacaktı, söze girmeyi sonraya erteleyerel gözüne ilk bakışta ilişen fazla düzeltildiği her halinden belli olan ve daha çok göze batan yakanın duruşunu bozmayacak ancak daha ferah duracak şekilde eliyle ucundan düzelterek ufak bir dokunuş yapmakla yetindi.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#7
Şehir dışında olduğum için yazamama ihtimalim çok yüksek 5 gün kadar, yine de telefondan tur atmayı deneyeceğim bu akşam.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#8
Anlayamıyordum, hepsi bu. Adalet Felsefesi ve Pakt Anayasası derslerine ait kitapları birkaç seferden daha fazla okumuş olsam bile, mantığımın almadığı noktaların var oluşu, bu derslere ilişkin başarımı dibe kadar çekmeyi başarıyordu. Her defasında, bomboş bir kafayla ve tam da benden istenildiği gibi, kitaplardan yazanları satır satır ezberlemeye yeminler etsem bile, bir noktada sürekli tıkanıyor ve olay altından kalkılamaz bir boyuta geliyordu. Oysa herkesin kafasındaki görüş belliydi. Kitaplarda yazanı okumak ve bu okudukları öğrenerek olaylara uygulamak… İşte hukuk hiçbir zaman bu kadar basit değildi. Mevzu, bilmem kaç sayılı kanunun bilmem kaçıncı maddesinin bilmem kaçıncı bendine sokuşturulmuş bilmem kaçıncı fıkranın bilmem kaçıncı cümlesini öğrenmekten ibaret değildi hiçbir zaman. O kalın kalın kitapların içindeki bilgilerin sindirilmesi ve her bir olay için tüm bu bilgilerin tek bir süzgeçten geçirilmesi gerekiyordu. İnce ayrıntılara gizlenmiş ve çoğu kişinin umursamadığı kelimeleri tespit edip, onları bir kanun maddesiyle ilişkilendirmeden bu işin oluru bulunmuyordu. Tüm bunları yapabilmek için ise, olayın felsefesini ve hukuksal düşünce yapısına erişmek gerekiyordu. Ancak sorun olan büyük kısımda burada başlıyordu. Hoş, buna erişmek bile başlı başına bir problemken ve bugün başımızda bizi yönetenlerin bile buna haiz değilken, bir de özgür bir birey olarak bunlara erişebilmek imkansızın ötesinde gibiydi. Kaynak kitapların her biri kendi düşünce yapısını aktarıyor, kanunlar ise iktidarın gücünü koruyordu. Bunun karşında, naçizane bir insan olarak ya kaynaklara bağlı kalmak ya da kanuna yanaşmak gerekiyordu. Oysa insan olmanın altında yatanlara bakıldığında, birini kabullenip diğerini dışlamak veya her ikisini de harmanlamak veyahut da kendi sistematiğinde ilerlemek seçenekleri arasında sıkışmaya mahkum olunuyordu. Gücü arzulayan kanuna, mantığı arayan kaynağa, kendi olmak isteyen ise sistematiğine sığınıyordu. İş böyle olunca da… Alttan kalan derslerle uğraşmak zorunda kalan bir birey olarak lanetler savurmakla yetiniyordum.

Kitabın kapağını biraz sertçe kapatırken, kendimden dahi uzaklaşmak istercesine aldığım nefesle yenilenmek niyetindeydim. Kendi derdine düşmüş biri olarak, tam da bu dönemde hiç de umurumda olmayan ve düşüncelerimin bambaşka yerinde bambaşka bir şekilde vücut bulan Himota’nın Ulusal Kutlamaları’na katılmayacak olmak tek sığınağım gibiydi. Önümdeki yoğun bir çalışma dönemi varken, burada vakit öldürmeyecek olmama o kadar seviniyordum ki, bu bile bir anda düşük suratıma tebessüm konmasını sağlamıştı. Gün içinde başkaca bir ders çalışma planım olmadığından, kendime yapabileceğim programları sıralamaya başlamıştım. Elbette planlarımın tepesinde kardeşim varken, çalınan kapıyla içime doğan kötü hissi birbirine bağlayıvermiştim. Bu kapı, öyle pek çalınan, komşunun bir fincan kahve içmeye çağıracağı veya eksik bir yumurtanın tedarik edilebileceği bir kapı değildi. Çalınıyorsa, bunun muhakkak bir sebebi vardı. Adımlarım, düşüncelerimden yorgun tavırlarla kapıya sürüklendiğinde, içimden kapıyı açmamam gerektiğini söyleyen onlarca cümleler geçiriyordum. Hiçbirinin gerçeğe dönüşemeyeceğini bildiğim cümleler arasında kapıyı açtığımda ise, o kutlu haber ile karşılaşıyordum. Lanet olası Himota’nın lanet olası Ulusal Kutlamları’na katılmamız gerekiyormuş! Hele bir de üç günlük hazırlanma süremiz varmış ya…

Küfürlerimi içime doğru savururken, önümüzdeki üç günün ikisinin kendimi motive etmekle ve kalan bir gününü de abuk subuk hazırlıklarla geçireceğimi biliyordum. Bu yüzden, planlarımda herhangi bir aksama olmadan, iki günümü psikolojimi hazırlayarak üçüncü günü de valizimi toparlayarak geçirmiştim. Kardeşime durumu anlatıp evden çıktığımda, halen daha kapıyı kapattıktan sonra ettiğim küfürleri yineliyordum. En azından otobüs vardı, sonuçta Toshohe Hafuru yürüyerek gitmemiz gerektiğini de söyleyebilirdi… Bu kutlamaya katılmak gibi bir eziyetin yanından, Himota’ya kadar yürümenin lafı mı olurdu?

Yolculuğa başladığımız sıralarda, yanıma aldığım hukuk kitaplarına gömülmeyi planlamıştım bile. Yolun ne kadar süreceği, yolda neler olacağı veya nerede işeyebileceğim gibi hususları düşünmek bile, katılacağımız kutlamaya referans olacağı için olabildiğince kendimi soyutlamayı amaçlıyordum. Bu soyutlamanın da gerçekleşebilmesi için kendimi ders kitaplarına verecektim. Belki bu şekilde kitapların bir faydasını da görebilecektim. Belki de bu sayede olsa gerek, yolculuk beklediğimden daha hızlı geçmiş ve gece vakti Himota’nın başkentine vararak benim için ayarlanmış otel odasına geçmiştim. Yaşadıklarım düşüncelerimden daha hızlı gerçekleştiği için, yol ve kafa yorgunluğu birleşince -havanın güzel oluşunu kabul etmeyeceğime söz verdiğim için bu hususu eklemiyordum- güzel ve deliksiz bir uyku çekmiştim.

Odamdan olabildiğince geç çıkarak, sadece verilen görev üzerine kutlamaya iştirak edecektim. Himota’nın başkentinin cıvıl cıvıl sokakları, mis kokuları veya huzurlu havası arzularımın arasında yer almıyordu. En azından bu havayı, şu bulunduğum konumda soluyup bunun tadının çıkaracak değildim. Bu yüzden hazır bulunmam gereken saate uygun olarak otel odasında çıkmamın ardından, Himota İmparatoru Pisan Higenadon’un konuşmasının başlayacağı anda festival alanında bulunuyordum. Himota İmparatoru’nun tüm konuşmasını, hiçbir duygu kıpırdanması yaşamadan dinlemiştim sadece. İnançlarım ve düşüncelerim, bu konuşan şahsın sözlerinin yalanını her cümlesinde hissetmeme neden oluyordu. Ancak bu yalanları yüze vurma günü de gelecekti elbette. Her şeyin bir sırası vardı ve Himota’da bu sıralamada yerini çoktan almıştı. Bu yüzden, bildiğim yalanları dinler gibi geçiştirdiğim konuşmanın ardından, otele dönüp pinekleme arzusuna düşmüşken, Toshohe Hafuru’nun yemeğine katılmamız gerektiği gerçeğiyle yüzleşmiştim. Önce Himota, sonra imparatoru ve şimdi de Toshohe… Gün içinde bu kadar çok şeye katlanmaya nasıl dayanabilirdim hiçbir fikrim yoktu. Sıktığım dişlerimin gıcırdamaması için büyük çapa sarf ederken, yanımdan gelen sese döndüğümde, ismini Fera Pongushe olarak bildiğim memurun bana bir şeyler söylediğini duydum. Teklifine “sağol kalsın” diyen bir el hareketi ve yüzümdeki gülümsemeyle karşılık vermekle yetinecektim. Ancak bunun alenen bir kabalık olacağının farkında olarak henüz benden uzaklaşmadan “Tüm bu karmaşanın içerisinde yeni yüzleri görmeyi istediğimi pek sanmıyorum.” diyerek kendimce bir açıklamada bulunacaktım. Beni insan sevmeyen, asosyal bir tip olarak algılayabilirdi belki, ancak şimdilik bunu sorun edecek değildim. Olumsuz bir durumu, kendi topraklarımda telafi edebilirdim.

Fera ile yollarımızın ayrılmasının ardından ise, tam bir görev adamı olarak Toshohe’nin çağrısına karşılık vermeyi düşünüyordum. Bu yüzden en azından buradaki karmaşadan uzaklaşıp, daha az sevmediğim birileriyle yemek yemenin mantıklı olabileceğine kendimi ikna ediyordum. Adımlarım bu kez, yerde hafifçe sürünerek yemeğin yeneceği yere doğru gidiyordu.
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#9
Gezmeyi seven biri olmama rağmen Himota sınırlarına girmek benim için her zaman aşamadığım bir çekincem olarak kalmıştır. Ablalarım Dogin ve Chü’om, babaları Dado Amca ile birlikte burada yaşıyor. Küçükken bize geldiklerinde Himota’yı anlatıp dururlardı ama hiç çağrılmadık bu özel mekana. Büyük ihtimalle Dado Amca annemi görmek istemediğinden asla davet etmediler, zaten çağrılsak ve annem gitmeyi kabul edecek olsa bile Meinsu ile büyük bir kavgaya tutuşacaklarından hiçbir zaman olmadı sanırım. Ama küçükken, özellikle de daha Dogin ve Chü’om ile birbirimize karşı başka hiçbir düşüncemiz gelişmemişken, bahsettikleri festivalleri o kadar ilgimi çekerdi ki. Gösteriler, kalabalık, müzik, yemekler… Bir sürü şey anlatır, hatta belki de özellikle benim çok etkilenmem için abartırlardı. Bir gün gelirsin demişlerdi, samimilerdi de. Ben de akşam olduğu gibi annemin yanına koşmuş, heyecanla seneye festival için Himota’ya gitmeyi önermiştim. O gün bana çekinceli gözlerle baktıktan sonra “İstiyorsan neden olmasın. Tabii ki.” demişti. O sene müsait bir zamanda olmadığı için gidemedik. Diğer sene havanın kötü olduğunu söyledi. Diğer sene de gideceğiz dedi ama Meinsu’nun akrabaları ayda yılda bir bizi ziyarete geldiler. Her sene bir sonraki yıl gitmenin sözünü aldım aslında ama ilk defa şu anda gidiyorum.

Tam da bu düşüncelerle, haftanın başında Himota Ulusal Kutlamalarına gideceğimi öğrendiğimde ne düşüneceğimi bilememiştim.

Anneme söylemekle gizlemek arasında kaldığım birkaç gün sonunda valizimi hazırlarken fark ettiğinde durumu anlattım kısaca. Hiçbir şey söylemedi o an. Sonraki günlerde evde beni yalnız buldukça, yani Meinsu’nun duymayacağı zamanlarda, Dogin ve Chü’om’dan bahsedip durmaya başladı. Onları mutlaka görmem gerektiğini, mektuplarını götürmemi, Dado’yla görüşmemi ısrarla günlerce tekrarlayıp durdu. Sonunda hiçbiri için oraya gitmediğimi, eğer denk gelirken selam vereceğimi ancak görevimi onlar için terk etmeyeceğimi söyleyerek evden ayrılmıştım. Şimdi de olabildiğince ettafıma bakmamaya çalışıyor ve olur da onlardan herhangi biriyle karşılaşırsam diye ensemden akan soğuk ter damlalarını yok saymaya çalışarak hızla odama ulaşmaya çalışıyordum.

Yol bu yüzden benim için çok da güzel geçti denemezdi. Zaten yanımdakileri de tanımıyordum ve aralarından Gedhilfe’li olduğuna emin olduğum kız hiç de istekli değildi konuşmaya.

Otel odasında geçirdiğim birkaç saatlik uyku sonrasında düşüncelerimle bölünen rüyalarımdan bıkmış ve odadaki dev ekrandan öylesine bir şeyler açarak zaman öldürmeye başlamıştım. Gözlerimi ağrıtması ve ekranı kapatmam çok kısa sürmüştü. Yapacak bir şey bulamayınca otel odamdan dışarı çıkıp kendimi gece yarısı Himota sokaklarında yürüyüşe attım. Sokaklarda etrafa saçılmış festival broşürlerinde göz gezdirerek yürüdüm bir süre. “Kıtanın en şaşalı kutlamaları…” Bakalım gerçekten de öyle mi olacaktı.

Güneş ağarmaya başlayınca odama döndüm, ilk günden çok da yorulmak istememiştim. Odadan çıkmadan önce tuvalete gireyim dedim de abi bu odada neden iki tuvalet var? Birine sıçmak diğerine işemek için herhalde. İlginç kültür harbiden. Neyse ikisinde de işimi halledip indim aşağı.

Kayıt olduktan sonra yanımdakiler birileriyle selamlaşırken ben öylece etrafa bakınıyor, hem ortamı tanımaya hem de tanıdık suratlardan kaçınmaya çalışıyordum. Bir süre sonra bize ayrılan localara geçtik. Önümüzdeki on binlerce insana hayranlıkla bakmaktan alamamıştım kendimi. Ne kalabalık ama! Doginlerin bahsettiği kadar varmış!

Yanımıza yaklaşanlardan birinin tanıdık sesini duyana kadar kaldırmamıştım kafamı. Yanımızdaki cüsseli adama selam vermek için gelmiş ve üniformasından yüksek mertebeden birisi olduğunu çıkarabildiğim sarışın adam birkaç yıl öncesinde evlerine misafirliğe gittiğim Ae olmalıydı. Beni tanıyacak mı şeklinde düşüncelere hiçbir zaman girmem, yüzümün yarısı beyaz hani. Tanıyacağını biliyorum da, acaba ne kadarını hatırlıyordu. Ve başkan yardımcısı mı olmuştu, yuh be. Benim daha polislikte ilk günlerimdi. İnsanlar neler yapıyor ya.

Ae ile selamlaştığımızda adımı söyledim hatırlaması adına. “Aynen, birkaç gün takılmıştık.” Ulan ya, artık başkan yardımcısı adam. Takıldık da demeseydim iyiydi. “Gece ormana çıkarıyordun beni.” Sus neyse sus. Adamın sevgilisi yanımdaki şu uzun herif büyük ihtimalle. Az önce öpüştüklerine kulak misafiri oldum. Valla yüzüme bir koysa uçar giderim şimdi hiç istemiyorum burnumu kırdırmak. “Teşekkür ederim. Asıl ben tebrik ederim…” Cümlem sessizliğe gömülürken adam da ilgisini başka yöne vererek ayrılmıştı yanımdan. Ellerimi ceplerime sokarak duvar kenarına yaslandım ben de ve huzursuzca etrafıma bakınmaya başladım. Herkes mutlu mutlu selamlaşıyor, hasret gideriyor, saygınlıklarını tazeliyordu. Yanlış yerde gibi hissetmiştim. Sokakta koşup suçlu yakalamak falan olmalıydı benim görevim, siyasilerle koca partileri değil.

“Smildreiz! Yüzün gülsün biraz!” Adımı bugün ikinci kez yine tanıdık bir ses tarafından duymuş olmanın şaşkınlığıyla tek kaşımı kaldırıp sağıma döndüm ve yanıma gelen mavi saçlı esmer kıza ilişti gözlerim. “Fera?” dedim ellerimi de ceplerimden çıkarırken. Onu görmeyi ciddi anlamda hiç beklemiyordum. En son geçen yaz Dusha’da görüşmüştük, ben arada oraları ziyarete gidiyordum. Biraz ayak üstü muhabbet ettikten sonra konuşmanın başlamaya yaklaşmasıyla yerimize geçmek üzere ayrıldık.

Konuşmayı dinlemekten çok dinleyenlerin tepkilerini incelemek istiyordum aslında ama çoğunluk mimiksiz bir şekilde dik bakışlarıyla konuşmanın sonunu bekliyordu. Fazla politiklik hakimdi bu ortama. Yetmiyormuş gibi konuşmanın ortasında da Prens Thrao gelmişti yanımıza. Rahatsız olduğum için çatık kaşlarla bekledim sonuna kadar, en son da konuşma bittiğinde hızla ayağa kalkmıştım dışarı çıkmak için ancak geri çevrilmemesi gerektiğini düşündüğüm bir teklifle karşılaşınca kaderime mahkum, yalan söylemeyeceğim biraz da heyecanlı bir şekilde başımla onaylamıştım teklifi. “Ten” dediğinin Himota prensi olduğunu bilecek kadar vardı bilgim ve koca etkinlikte tanıdığım iki kişinin de buraya gideceğini gördüğüm için daha iyi bir tercihim yoktu.
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#10
Himota
Image

Sai Nopaodan: "Bu iyi, ama kendini hazırlasan iyi edersin, duyacağın şeylere hazır olduğunu hiç sanmıyorum." Adam tüm camların kapalı olup olmadığını tekrardan kontrol ettikten sonra sana doğru eğiliyor ve "Ben buralı değilim." diyor. "Buralı değilim derken Himota'yı kastetmiyorum, kıtayı da kastettiğim söylenemez." diyerek devam ediyor. Anlamlandırmakta zorlandığın bu cümleyi idrak etmen için kısa bir süre veriyor ve "Çok fazla vaktimiz yok, o yüzden şimdilik kısa keseceğim. Siz dönen bir kürenin üstünde yaşıyorsunuz. Bu kürede tek bir kıta yok, keşfetmediğiniz başka kara parçaları da var. Ben bu kıtalardan birinde sizin kıtanızın iyiliği için çalışıyorum." diyor. Pantolonunun sağ cebinden kol saatine benzeyen bir cihaz çıkarıyor. Kol saatlerinin aksine bu cihazın üstünde siyah bir dikdörtgen var. Cihazı sana uzatıp "Bu saat sayesinde, biz ona Serveye diyoruz, kıtanızda kimseye gözükmeden gezebiliyor ve çeşitli gözlemler yaptıktan sonra uçağımla-" diyor ve duraksayıp "Uçak nedir biliyor musun?" diye bir soruyla devam ediyor. Sen cevap veremeden "Bir kıtadan bir kıtaya uçmanı sağlayan kocaman bir araba gibi düşün." diye açıklıyor ve sözlerine devam ediyor. "Serveye cihazım bozuldu, o yüzden görünmezliğim de elimden alındı. Serveye aynı zamanda uçaklarımızla bağlantı kurmamıza da yardımcı oluyordu. Anlayacağın uçağım Serveye ile aktive edilmeden çalışmıyor." diyor ve biraz daha duraksayıp "Eskiden çalıştığım yerde bunu kıta insanlarına nasıl açıklayacağımızla ilgili ders almıştım ama bilmediğin bir sürü terim kullandım sanırım, kusuruma bakma." diye ekliyor. "Kısacası, Sai, ben bir Observer'ım." diyor. "Sana gerçek ismimi söylemek için çok erken olduğunu düşünüyorum, ama doğduğundan bugüne ne yaptığını araştırdım ve iyi bir insan olduğunu düşünüyorum Sai. Observer teriminin ne anlama geldiğini, hangi dilde olduğunu da sana açıklamadan seni terk etmeyeceğim, buna emin olabilirsin." diyor ve arkasına yaslanıyor. "Elbette soruların olacak, açıkçası benim de sorularım olacak çünkü gizli görev dışı ilk defa kimliğimi açıkladığım bir kıta insanı ile sohbet etme şansım oluyor. Ama senden tek ricam bunu yola çıktığımızda, hareket halindeyken yapman. Uçağım Tinkadoko'ya güneyden sınırı olan Gikan şehrinde saklı. Uçağımın içinde Serveye cihazımı düzeltmeye yarayacak araç gereçler bulunuyor. Bir kıta insanına ihtiyaç duyma sebebim ise uçağımın devlet memurları tarafından korunan bir yerde saklı olması. Bugüne kadar görünmez bir şekilde girip çıktığım için işin ciddiyetini böyle kavramış olmak biraz komik oldu açıkçası ama en azından artık sana sahibim, değil mi?" diyor ve gülümsüyor. "Gikan şehrine doğru yola çıkalım Sai. Sana söz veriyorum ki kötü bir niyetim yok." Arabayı çalıştırmanı bekliyor gibi görünüyor.

Gedhilfe
Image

Livei Nyawodz & Smildreiz Dyogodz: İkiniz de varisin teklifini kabul ettiğiniz sırada Ae Libjetütcha, yani Djurat Başkan Yardımcısı bulunduğunuz yere geliyor ve Thrao'ya bir teklif sunuyor. Thrao'nun bu teklifi eninde sonunda kabul etmesiyle siz de olaya dahil olmuş oluyorsunuz. Yanınıza Dushalı bir kızın da yaklaştığını ve bir şekilde olaya dahil olduğunu görebiliyorsunuz.


Dusha
Image

Fera Pongushe: Teklifinin reddedilmesiyle birlikte önce Mabi, sonra da Ae'nin yanına tek başına gidiyorsun. Ae'nin cazip teklifi karşısında şaşıran ve düşünmeye başlayan Gedhilfe varisi kenara çekiliyor ve yanında gelen birkaç adama fısıldıyor. Bu süre içerisinde Ae, Mabi ve yanlarında bulunan tanımadığın diğer insanlar ile sohbet etme şansın oluyor. Sohbete dalmışken Dusha tarafına bakıyor ve Haga dahil herkesin yok olduğunu fark ediyorsun. Anlaşılan kralının düzenleyeceği yemeği kaçırdın. O sırada yanındaki insanlar nereye gideceklerini kararlaştırıyor ve sen de onlarla birlikte sürükleniyorsun. Anlaşılan gezi vakti!

Haga Nomua: Dusha Kralı Toshohe Hafuru'nun isteği üzerine bölümünde bulunan tum Dushalılar ile birlikte kalkıp kralın yemeği sunacağı yere doğru ilerliyorsunuz. Bir tur rehberini takip ediyor ve eninde sonunda büyük, beş katlı olduğunu tahmin ettiğin bir binaya varıyorsunuz. Binaya bir Gedhilfe kalesini istila etmeye gelmiş bir Dusha ordusu gibi giriyor ve aç karınlarınızı doyurmak için binanın beşinci ve son katına çıkıyorsunuz. Sizi ise orada sadece Dusha kralı değil, aynı zamanda Himota'nın varisi, İmparator Pisan Higenadon'un oğlu Ten Higenadon karşılıyor! Kral Hafuru şık ve işlemeli sandalyelere oturmanızı istiyor ve eliyle Ten'i gösterip hızlıca tanıtıyor. Ten de başıyla sizleri selamlıyor ve yemeğe geçiyorsunuz. Aşçılar masaya hiç beklemediğiniz bir yemek getiriyorlar, koca oğlan yemeği. Koca oğlan, Himota'da hazırlanan özel bir biftektir. Kıtanın en büyük hazırlanan eti olduğu söylenir. Her birinizin tabağına oldukça büyük parçalar konuluyor. E o halde yumulma vakti.

Djurat
Image

Ae Libjetütcha: Gedhilfe varisi Thrao Ozæf'e Bahiti Gözlemevi'ne gitme teklifini sunduğun sırada varis yanındaki korumaları olduğunu düşündüğün insanlarla konuşmaya başlıyor ve o sırada yanına Fera geliyor. Seni onu gördüğünden beridir takipte olan Dufo da orada. Livei ve Smildreiz adlı elemanların da plana dahil olduğunu bildiğin için yavaş yavaş bir ordu oluşturmaya başladığınızı hissediyor ve gözlerini yine Mabi'ye çeviriyorsun. Bu konuşmalar sürerken Frip Ozæf Mabi'nin kolunu çekiştiriyor ve "Ay bu plan olursa biz de geliriz!" diyor. O sırada Thrao Ozæf sana dönüyor ve "Tamamdır, Bahiti Gözlemevi'ne gidiyoruz o halde." diyor. Hemen ardından etrafa bakıyor ve "Yalnız Ten... Burada değil galiba." diyor. "O halde önce Ten'i bulmamız lazım." diyor ve "Peşime takılın gençler, gidiyoruz!" diye ekliyor. Dufo, Fera, Livei, Smildreiz ve Frip'in zorlamasıyla Mabi de peşine takılıyor.

Kuzey Tihami
Image

Dufo Slitshut: Ae'yi takip ediyor ve bir anda kendini büyük ihtimalle festivalin ilerleyişine ters olan bir planın içinde buluyorsun. Çok geçmeden plan onaylanıyor ve sen de diğerleriyle birlikte bu plan doğrultusunda Bahiti Gözlemevi'ne bir yolculuğa sürükleniyorsun. Kim bilir nice süredir görmediğin arkadaşların karanlık ve soğuk dünyanı yırtarak seni sıcacık ve aydınlık bir dünyaya getiriyor. Senin gibi amansız bir idealistin bile dinlemeye ve keyfine bakmaya ihtiyacı var. Bunu hak ediyorsun. Hadi, git de biraz yaşa!


Ae, Dufo, Fera, Livei, Smildreiz, Mabi: Hep birlikte Gedhilfe varisi Thrao Ozæf'in peşine takılıyor ve Himota varisi Ten Higenadon'u bulmak için yola çıkıyorsunuz. Thrao birkaç yetkili ile görüşüyor ve sizin duymanızın mümkün olmadığı bir bilgi alışverişi sonrasında Ten'in nerede olduğunu öğreniyor. Bir an vazgeçecek gibi bir hali oluyor ancak sonradan yola devam etmenizi söylüyor ve büyük bir binaya varıyorsunuz. Binaya teker teker giriyorsunuz ve binanın kapısında duran görevli sizi şaşkınlıkla karşılıyor. Thrao görevli ile konuşuyor ve beşinci kata çıkmanız gerektiğini öğreniyor. Upuzun merdivenlerden hep birlikte çıkmaya başlıyorsunuz. Topluca ter içinde kaldığınız merdivenlerin sonunda ise kapısı kapalı bir oda ile karşılaşıyorsunuz. Thrao kapıyı açıyor ve bir bakıyorsunuz ki bir grup Dushalı polis memuru Dusha Kralı Toshohe Hafuru ve Ten Higenadon ile yemek yiyor. Kral odaya Thrao Ozæf'in girdiğini görünce heyecanla ayağa kalkıyor ve "Hoş geldin Thrao, uzun zaman oldu." deyip Thrao'nun elini sıkıyor. Thrao ise "Toshohe abi özlettin kendini ya, Gedhilfe'ye yolun düşerse bir kılıç karşılaşmamız olsun isterim yine." diye cevap veriyor. Kral Toshohe gülümsüyor ve hemen ardından sizleri selamlayıp içeri davet ediyor. Yemeğin çoktan bitmiş olduğunu görüyor ve bu yorgunluğun üstüne bir şeyler yiyemeyeceğiniz için üzülüyorsunuz. Thrao hemen Ten'in yanına gidiyor. Ten'e doğru ilerlerken avazı çıktığı kadar "KARDEŞİM!" diye bağırıyor. Hepinizin kulaklarınızı tırmalayan bu sesine karşılık olarak Ten ayağa kalkıyor ve "ADAMIM GELMİŞ!" diye geri bağırıyor. Birbirlerine öyle sıkı sarılıyorlar ki sanarsınız birbirlerini bir asırdır görmüyorlar. Birkaç dakika sohbet etmelerinin ardından Thrao Ten'e planını anlatıyor ve Ten "Bahiti Gözlemevi'ni arkadaşlara göstermeyi çok isterim. Ülkemizin en önemli yapıtlarından biri olduğunu düşünürsek babamdan da ülkeyi iyi tanıttığım için bir iki övgü alırım herhalde." diyor ve gülümsüyor. Thrao da bunun üstüne "Aaa, Pisan abiyi de göreyim gitmeden ya. Özledim onu da." diyor. Ten ise "Elbette Thrao'm, arkadaşları uğurladıktan sonra gidip görürüz kendisini." diye cevap veriyor. Muhabbetin ardından Ten ayağa kalkıyor ve krala dönüp "Sayın Kral Toshohe, izninizi isteyeceğim. Bahiti Gözlemevi'ne bir gezi düzenleyeceğim. Burada pırıl pırıl Dushalı kardeşlerimle tanıştım, izninizle onları da yanıma almak isterim. Gezimize renk katacaklarına eminim." diyor. Kral ise "Mutluluk duyarım, sizinle gelmeleri Himota kültürünü öğrenmeleri için güzel bir şans olur onlar için de." diyor. Böylelikle grubunuza bazılarınızın tanıdığı Haga da dahil olmuş oluyor.

Hep birlikte dışarı çıkıyorsunuz ve binanın önünde kimlerin geleceğini ayarlıyorsunuz. Himota varisi Ten "Ben gidip bize bir otobüs ayarlayacağım. Bahiti Gözlemevi yürüme yoluyla biraz uzak kalıyor." diyor ve Thrao'yu da alıp ilgili yetkililerle konuşmak için yanınızdan ayrılıyor. Bu süreçte tanıdık olanlarınız sohbet etme şansına sahip oluyor. Geri döndüklerinde Himota bayrağı ile kaplanmış kocaman bir otobüsle karşılaşıyorsunuz. Hep birlikte otobüse biniyor ve istediğiniz insanların yanına oturuyorsunuz. Ayarladıkları şoför de bindikten sonra yola çıkıyorsunuz. Ten ayağa kalkıyor ve "Yarım saat falan sürer arkadaşlar, haberiniz olsun." diye bilgi veriyor. O halde takılmaca, sohbet muhabbet.
Off Topic
Mabi Chüimimuta | Haberli Pasiflik x1
Off Topic
Fegø Foø | Habersiz Pasiflik x1

Return to “Tincoal”

cron