Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#31
Şapkalı adam sözlerine başladığında, hala aklım Ae'deydi. Onun şuan ne yapıyor olduğu konusunda merak içindeydim. Şapkalı herif bize karşı dürüst olmayacağını söylüyor, ancak gerçeği yansıtabileceğinden bahsediyordu. İnsanlık, yapay zeka denen şeye önem vermiş yapay zeka geliştikçe meslekleri ellerinden alınmış. Sanatsal ve fiziksel meslekler de bu bağlamda önemlerini birer birer kaybetmişler. Sonrasında, yapay genel zeka denen bir şeyin keşfi yaşanmış. Bir insanın yapabildiği herhangi bir görevi yerine getirebilen bir yapay zeka, bir insanınkine eşit zeka seviyesine sahip olmuş. Böylesine bir yapay zekanın olduğu bir dönemde ise insanların yapacağı tek şey evlerinde oturup bu yapay genel zekaları geliştirmek olmuş. Tek görevleri daha üst bir yapay zeka elde etmekmiş.

Başta her şey normal gitse de, yapay zekayı geliştiren ekip daha da ileri gitmeye karar vermişler ve her şeyi yok olmanın eşiğine getirecek o teknoloji ortaya çıkmış. Yapay süper zeka, bilişsel beceriler ortaya koymuş ve kendi düşünme becerilerini geliştirerek insan zekasını da aşmış. Bu teknolojiye vücut vermeye karar verdiklerinde, bazı insanlar öldükten sonra bedenlerini bu yapay zeka için bağışlamışlar. Yapay süper zekalar bir süre sonrasında ise insanlara ihtiyaç duymadıklarına, insanların gezegen için bir vürus olduğuna karar vermiş. Haksız değillermiş.

Ağır ve kanlı bir savaşın görüntüleri etrafımızda dönmeye başlarken, savaşı kazandıklarını söylüyordu. Yapay zekanın rahatlığını yaşamış bir dünyaya dönülmesinin ise çok zor olduğunu söylüyordu. Savaşı kazanmalarına rağmen dünya gezegeni yaşanması mümkün olmayan radyoaktif bir atık haline getirilmiş. Başka gezegenlere gitmek ise onların teknolojisinde bile zor ve pahalı bir iş olduğundan, kendi gezegenlerini oluşturmak zorunda kalmışlar. Sonrasında ise bazı felsefik sorular ortaya çıkmış. Ortaya çıkan soruları cevaplandırmak içinse, Ingenium projesini başlatmışlar. Bizim bir suçumuz olmadığını söylediğinde kafamla onayladım, çünkü tüm suçlu karşımdaki kişi ve diğer insanlardı. Bizden özür dilemeyeceğini, pişman olduğunu da söylemeyeceğini söylüyordu ve kazanamayacağımız bir savaşın parçası olmamamız gerektiğini iletiyordu.

Bunun ardındansa, biz daha söze girmeden sözleri gök gürültüsüne benzer bir söz ile bölünmüştü. Masmavi bir ışığın her yeri kaplamasının ardından laboratuvar önlüğü giyen bir adam, şapkalı adama sarılmış ve bundan sonrasını kendisinin devralacağını söylüyordu. Sonrasında ise bize dönmüş ve kendisinin Bay Zengin, yani Zengin Co'nun kurucusu olduğunu iletiyordu. Ingenium projesinin ikisinin ürünü olduğunu söylüyordu. Bay Zengin'den sonra Livei söze girerek emekli olmaları gerektiğini söylemiş, ardındansa Dufo korkunç bir varlıktan söz ediyordu. Neden söz ettiğini anlamasam da öfkeli gözlerle Bay Zengin'e baktım.

"Yapay zekanın sizin hakkınızda yaptığı çıkarım doğru. Siz mikropsunuz."

Sözümü sindirmeleri için dört beş saniye kadar bekledim. Sonrasında konuşmaya devam ettim. "Sizler mikroptan başka bir şey değilsiniz. Yapay zeka denen şeyleri keşfettiğinizde, sizden üst bir zekaya ulaştıklarında sizin hakkınızda yargılarını vermişlerdi. İnsanların hayatlarını mahvettiniz. Sanatsal meslekleri, fiziksel meslekleri yok ettiniz. Bir mikrop olarak, yavaş yavaş başlattığınız bu çürütme eyleminde en sonunda tüm dünyanız çürüdü. Bu çürümüşlük içerisinde birer mikrop olarak can vermek yerine, başka bir gezegen yaratmayı tercih ettiniz. Başkalarının hayatlarına müdahale edecek, onların canına kast edecek ve onları çürüterek kendi yaşamlarınızı sağlama alacaktınız. Düşündüm de, keşke girdiğiniz savaşı yapay zeka kazansaydı. Mikroplardan kurtulmanın yolu ölümdür. Yapay zekanın yapamadığını, Ingenium olarak biz yapacağız." Derin bir nefes aldıktan Bay Zengin denen adamın gözlerinin içine baktım. "Nerede duracağını bilmeyen mikroplardan kurtulmanın tek bir yolu var. O da savaşmak. Biz, buna hazırız."
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#32
Bay Zengin'in suratı üzüntü ve keder ile doluyor. Acı dolu bir bakışa bürünüyor. İçiniz burkuluyor, duygulanıyorsunuz bir anda.

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz? Benden bu kadar mı nefret ediyorsunuz? Ben şaşkınım. Gezegeninizi ben yarattım. Sizi ben yarattım. Güçlerinizi size ben verdim. Buraya gelirken kıvançla coştuğunuz bir karşılama beklemiyordum elbette ama umutluydum, mutluydum. Sonunda eserimin ve çocuklarımın karşısına kanlı canlı çıkabilecektim. İlk kişioğlunun parçalanan ve gebermekte olan bir gezegenden korumak ve bu kıyameti geciktirmek o kadar zamanımı aldı ki, bir an için sizinle görüşemeyeceğim diye korkmuştum. Beni ne kadar üzdüğünüzü bilseniz, siz de üzülür müsünüz? Bana ne kadar acı çektirdiğinizi bilseniz, pişman olur musunuz? Neden bu kadar karşısınız bana? Benim sizi yok etme veya öldürme amacım yok ki. Nasıl olabilir? Tıpkı dillendirildiği gibi, sizler yeni kişioğlusunuz. Yeni nesilsiniz. Sizi tasarlamak ne kadar uzun sürdü? Sizi ortaya çıkarmak ne kadar kaynağa mal oldu? Size ulaşana kadar ne kadar fazla deney yapıldı? Bilseniz, bunları söylemezdiniz. Söyleyemezdiniz. Sizinle gurur duyan beni bu şekilde görmeniz yıkıcı. Gözlemcilerim kıtanıza savaş tohumları ekmedi. Suretlerim sizi rahatsız etmedi. Biri etkin olarak Dufo ve arkadaşlarına oğlum ile yardım ediyor zaten. Ha, bir suretim sana, sevgili Dufo'ya çok sorun çıkardı. Ağzının payını verdiğimi ve yola getirdiğimi sanmıştım. Yanılmışım. Onu anlıyorum. Yaşadıkları ona fazla ağır geldi ve tedavisi uzun sürdü ancak davranışlarında ve kararlarında kesinlikle haklı değil. Bundan dolayı, senden Dufo, özür diliyorum. Bu kadar genç bir yaşta yaşamaman gerekenleri yaşadın. Yine de elinden geleni yapıyorsun. Ben sende çok daha fazlasını görüyorum. Çok daha fazlasını olabileceğini biliyorum. Elbette, ne olacağın tamamen özgür iradene kalmış. Aydınlık, karanlık, iyi, kötü, ne istersen seç. Bunlar zaten biz insanların yorumlama şekilleri. Biz yanlış bir şey yapmadık. Bizden öncekilerin açgözlülüğü, doymak bilmez güç ve otorite aşkı yüzünden evimizi kaçınılmaz şekilde kaybetmeye başladık. Onlar Kaçınılmaz'ı getirirken, biz onları durdurmak için her şeyi yaptık ama yeterli olmadı. Yeni nesillerin beynini yıkadılar. Her kurumu ele geçirdiler. Biz çok ama çok önceden onların önünü kesmeliydik, evet ama bunu bizim atalarımız vakt-i zamanında yapmalıydılar. Sıra bize gelene kadar mutlak bozgun kesinleşmişti. Biz sadece Kaçınılmaz'ı beklerken kurtarabileceklerimizi kurtardık. Siz benden değil, tıpkı benim gibi, benden önce gelen aşağılık yaratıklardan nefret ediyorsunuz. Bunda sizinle beraberim. Lütfen bana inanın, güncel olarak hayatta kalmış ilk kişioğlu üyelerinin hiçbir suçu yok. Benim de bir suçum olduğuna inanmayın. Sizi bu kadar ileri ve yukarı gidebilecek şekilde yaratan beni niye terk edesiniz ki? Ben sadece geride kalanları kurtarmak istiyorum. Onlar masum. Çoğu kıyamet koparken doğdu ve büyüdü. Hayatta kalmak için canla başla çalışan insanları nasıl düşman edinebilirsiniz? Onları kurtarmaktan öteye gidip size varlık vereni nasıl düşman edinebilirsiniz? Hepiniz çok olumsuzluk yaşadınız, farkındayım ancak elinizi vicdanınıza koyun. Rica ediyorum."

Son sözleri ile yaştan ıslanmış ve parlamakta olan gözleri ve yüreğinin üzerine götürmüş olan eli size sadece dürüstlük ve içtenlik aşılıyor. Aniden, odanın atmosferi değişiyor, hava yoğunlaşıyor ve bir gerginlik hissi yayılıyor. Bay Zengin'in gözlerindeki yaşlar duruyor, yüzündeki ifade değişiyor. Bir anda, yüzünde bir gülümseme beliriyor, ama bu gülümseme samimi değil, daha çok bir zaferin işareti gibi. "Ah, siz gençler." diyor, ses tonu artık daha keskin ve emin. "Siz hala anlamadınız mı? Ben sadece bir yaratıcı değilim, aynı zamanda bir oyuncuyum. Ve bu oyunun kurallarını ben koyarım." Odanın duvarları hareket etmeye başlıyor, sanki birer perdeymiş gibi yavaşça yana kayıyor. Ardından ortaya çıkan manzara hepinizi şaşkına çeviriyor. Duvarların arkasında, devasa bir kontrol paneli ve sayısız ekran var. Ekranlarda, Dünya'nın ve Ingenium'un farklı bölgelerinden canlı görüntüler akıyor. Bay Zengin, kollarını açarak "Bakın, benim eserim!" diyor. "Her şeyi gözlemliyorum, her şeyi kontrol ediyorum. Siz, benim yarattığım birer piyon, birer karakterdiniz. Ve şimdi, bu oyunun sonuna geldik."

Bu gerçeği sindirmekte zorlanıyorsunuz. Bay Zengin'in yaratıcılığının ve gücünün bu kadar derin ve kapsamlı olduğunu hiç düşünmemiştiniz. Bay Zengin, kontrol paneline doğru yürüyor ve bir düğmeye basıyor. Aniden, odanın ortasında bir hologram beliriyor. Hologram, bir gezegeni gösteriyor, ama bu Dünya ya da bildiğiniz kadarıyla Ingenium değil. Bay Zengin "Bu, benim yeni projem." diyor. "Yeni bir dünya, yeni bir başlangıç. Ve siz, bu yeni dünyanın ilk sakinleri olacaksınız. Sizden öğrendiğim her şeyi bu yeni dünyada uygulayacağım. Siz, benim en büyük başarım ve en büyük hayal kırıklığım oldunuz. Ama artık, yeni bir sayfa açma zamanı."

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#33
Bay Zengin'e olan nefretim sayesinde üzgün suratını görmek beni hiçbir şekilde bozmamıştı. Hatta daha fazla yumruklarımı sıkmama sebep olurken, ağzından kelimeler dökülmeye başladı birer birer. Gezegenimizi onun yarattığını, bizi onun yarattığını, güçlerimizi bize onun verdiğini söylüyordu. Tam da bundan nefret ediyordum işte. Bir tanrı kavramı varsa bile, tanrımın karşıma çıkıp bu şekilde küstahça konuşmasını beklemezdim hiçbir zaman. Sonunda eserinin karşısına çıkabileceğini, kıyameti geciktirmenin aldığı zamandan dolayı bizi göremeyeceğini sanması gibi saçma duygusal sebepler sıralıyordu. Ona çektirdiğim acıdan pişman olmayacağımdan emindim. O tür duygulardan yoksundum artık. Özellikle Dünya gezegenine ait bir insana karşı bir duygu beslemek, imkansız bir olaydı. Bizimle gurur duyduğunu falan laflarının arasına sıkıştırmasına rağmen, tek isteğim bir an önce susması ve beni Ae'nin yanına yollamasıydı. Zira, Ae'yi daha önce tek bıraktığımda Mavi Yıldız'ın başına geçmiş ve götümü sikmediği kalmıştı, kim bilir şimdi ne yapıyordu.

Bay Zengin, konuşmanın devamında pek aşina olmadığım ancak Dufo'yu oldukça ilgilendiren şeylerden bahsediyordu. Bir sureti Dufo'ya oldukça büyük sorunlar çıkarmış, Bay Zengin ona ağzının payını verdiğini sansa da Dufo'nun peşini bırakmamış. Sonrasında konuşmasına, kendisinden öncekilere getiriyordu. Anladığım kadarıyla bahsettiği kişiler Yapay Zeka denen şeyi bulan kişiler, yani onların atalarıydı. Sıra kendilerine gelene kadar bozgun kesinleşmiş ve kurtarabileceklerini kurtarmıştı. Bu taraftan bakılınca, doğru söylüyor olabilirdi, suç onun değil ama atalarınındı. Kendisinde bir suç olmadığını söyleyen yaratıcımız, onu terk etmeyeceğimizi söylemeye devam ederken, geride kalanları kurtarmak istediğini ekliyordu. Onların masum olduğunu, çoğunun kıyamet koparken doğup büyüdüğünü ekliyordu.

Bu savaşın içerisinde herkes haklıydı belki de.

Herkes bir şekilde yaşam mücadelesi veriyordu.

Herkes, nefes almaya devam etmek istiyordu.

Başkalarının nefes almamasına bedel olacaksa bile.

Bay Zengin'in konuşması dürüstlük ve içtenlik aşılamaya devam ederken, bir anda gözlerindeki yaşlar durmuş ve yüzündeki ifade değişmişti. Yüzündeki gülümseme samimi bir gülümseme değildi, daha çok bir zafer elde etmiş gibi duruyordu. Ses tonundaki keskinlik ve eminlik hissedilebilir düzeydeydi. Kendisinin sadece bir yaratıcı değil, aynı zamanda oyuncu olduğunu ve bu oyunun kurallarını kendi koyduğunu söylüyordu. Sonrasında odanın duvarları hareket etmeye başlamış ve duvarların arkasında duran devasa bir kontrol paneli ve sayısız ekran ortaya çıkmıştı. Ekranlarda Dünya'nın ve Ingenium'un farklı bölgelerinden canlı görüntüler akıyordu. Bunların onun eseri olduğunu, her şeyi gözlemlediğini ve her şeyi kontrol ettiğini haykırıyordu. Bizim onun piyonu olduğumuzu açık bir şekilde belirtmesinin ardından, bu oyunun bittiğini ekliyordu.

Bay Zengin, kontrol paneline doğru yürümüş ve bir düğmeye basmıştı. Odanın ortasında beliren bir hologram, bir gezegeni ortaya çıkarmıştı. Bu gezegen ne bildiğimiz o Dünya, ne de Ingenium'du. Bu gezegenin yeni projesi olduğunu, yeni bir dünya, yeni bir başlangıç olduğunu söylüyordu. Bizim bu dünyanın yeni sakinleri olacağımızı, bizden öğrendiği her şeyi bu yeni dünyada uygulayacağını söylüyordu. Biz, onun hem en büyük hayal kırıklığı hem de en büyük başarısıydık. Şimdi ise, yeni bir sayfa açacak, yeni hayatları karartacaktı. Buna izin verme niyetinde değildim. Henüz Ingenium'da küçük Mabi Mabi'leri kucağıma almamışken, yeni bir sayfa açamazdım. Livei'ye göz ucuyla baktıktan sonra hızlıca ileriye doğru koştum. Yapabileceğim tek şey, Bay Zengin'e saldırmaktan ibaretti.

Kas Stilimi bacaklarımda kullanıp hızla yerimden fırladıktan sonra, Kemik Bıçakları ile karnına bıçaklarımı saplamayı planladım. Ancak bundan önce, yeterli mesafede Nötron Patlamasını kullanmalı ve ardından onu şaşırtarak bıçakları saplamalıydım. Şimdilik, kurduğum plan bundan ibaretti ve daha fazlasını yapabileceğimi düşünmüyordum. Umarım, Livei ve Dufo bana ayak uydurarak Bay Zengin'i durdurmayı denerler.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#34
Bay Zengin onların tepkilerinden alınmış olacaktı ki duygusuz Şapkalı'nın aksine yüzünü acıyla ekşitmişti. Adamı o halde görmek Livei'nin yüreğini burkmuştu. Yüreğini mi burkmuştu? Nefretle köpürmesi gerekmiyor muydu? Sonrasında ise Bay Zengin onlardan neden nefret etmemeleri gerektiğine dair saçmasapan bir gururlu ebeveyn muhabbeti başlatmıştı. Bitmek bilmeyen uzun konuşmasının sonunda Livei neredeyse uyuyakalacaktı. Yok bilmem kaç deney yapmışlardı onlara ulaşmak için falan filan. Kaç hayatın içinden geçtiklerinden bahsettiğinin farkında bile değildi. Bu zalimlik döngüsüne bugün burada son verilmesi gerekiyordu. Adam onlara kendisini göstermişti, bir zayıflığı olmalıydı. Ona zayıf oldukları yerden vurmaları gerekiyordu sadece.

Adam timsah gözyaşlarını silerken Livei kendisine ait olmayan bu duygulara bir anlam vermeye çalışıyordu. Neredeyse gardını indirecek gibi olmuştu ki Bay Zengin'in yüz ifadesi ve ses tonu aniden değişmişti. Çok daha sinsi, çok daha gururlu bir bakış almıştı az önceki sahtekar ifadesinin yerini. Tanrı kompleksi olan zavallının tekiydi bu adam. Eline sadece biraz para ve güç geçmişti, kendilerine hükmettiğini zannediyordu. Sadece bir "yaratıcı" değil, aynı zamanda oyuncu olduğunu ve oyunun kurallarını kendisinin koyduğunu söylemişti. Şimdilik öyleydi, evet. Ama bu durum fazla uzun sürmeyecekti. Ölümün bile bir kurtuluş olmadığı bu kurtlar sofrasında alfa kurdu öldürmekten başka seçenekleri yoktu. Duvarlar hareket ettiğinde ortaya inanılmaz bir kontrol mekanizması çıkmıştı. Onları ve her şeyi yöneten sistem bu olmalıydı. Ekranlarda hem Dünya'dan hem de Ingenium'dan görüntüler olduğunu görebiliyordu.

Bay Zengin psikopatça tanrı kompleksi ile kollarını iki yana açarak bunun kendi eseri olduğunu söylemişti. Sonrasında üstten bakan bir tavırla kendilerinin bir piyon olduğunu ve oyunun sonunun geldiğini söylemişti. Adam sonrasında bir düğmeye basmış ve ortaya farklı bir gezegenin saydam görüntüsünü çıkartmıştı. Dünya ya da Ingenium değildi bu gezegen. Adamın yeni projesiydi. Her şeye sıfırdan başlamaya karar vermişti. Gezegenlerini, yaşamlarını sıfırlayacaktı. Kendilerini o yeni dünyanın ilk sakinleri haline getirecekti. Yeni bir sayfa açacaktı. Livei öfkeyle dişini sıktı. "Hayır. Biz senin bizi dönüştürdüğün şeyden çok daha fazlasıyız." Mabi ile göz göze geldiğinde onun da aklından aynı şeyin geçtiğini anlamıştı. Saldıracaklardı. Her şeye şimdi burada karar verilecekti. Artık geri dönüş yoktu. Sezyum - Örümcek Ağı stili ile adamı olduğu yerde hareketsiz hale getirip Mabi'ye adama saldırması için rahat bir açıklık sağlayacaktı. Bunun yeterli olmasını umuyordu ancak karşılarındaki onun gerçek bedeni miydi bundan bile emin değildi.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#35
Her şeyin bir sonu olmalıydı. Sonun bile! Her zaman bu sözler ile donatılmış bir hayat yaşadı genç delikanlı. Hayatının her noktasında bir başkasının yönlendirmesi ve etkisiyle oradan oraya sürüklenmeden bir adım ileri veya geri atamadı kendi isteğiyle. Ne zaman buna yeltense, başına hep korkunç şeyler geldi. Bu korkunç şeylerin sonunun gelmesi gerektiğine inandığı için harekete geçtiği nokta da karanlığın adaletine kalmıştı. Karanlıkta onu ezip geçtikten sonra geriye dönüp baktığında elinde hiçbir şey kalmadığını fark etmişti.

Uyandığı andan itibaren öldüğünü düşünüyordu ancak her zamankinden daha canlıydı her şey. Bunun farkında olması onu dehşete düşüren en büyük etken olmuştu. Çünkü bittiğini düşündüğü şeyin asla bitmeyip, tekrarlaması ve her defasında daha kötü bir şekilde başlaması onun kaçamadığı bir son gibiydi. Tıpkı şu an bulunduğu ortamda, karşısında konuşan kişinin söylediği şeyler gibi. Hiçbir zaman sonu gelmeyen, sonu bir şekilde kendiiliğinden değil de bir başkasının müdahalesi sebebiyle gerçekleşen olayların ne denli tehlikeli ve üzücü olduğunu anlayabiliyordu.

Adamın anlattığı her şeyi kendi hayatıyla bağdaştırmıştı genç delikanlı. Aynı hayatının hiçbir önemi olmadığı gibi diğerlerinin de hiçbir öneminin olmadığını görüyordu. Ingenium'un aslında ne kadar da kendisine benzediğini fark ediyordu... Bu farkındalık onu öfkeden kudurtmaya yeterken harekete geçmesi için de gerekli sinyali veriyordu. Daha fazla Dufo ve daha fazla Ingenium olmamalıydı. Kimsenin bir başkası yüzünden bunları yaşamasına gerek yoktu. En azından bu seferlik, bunu denemeliydi.

Kendisini Neon - Hareketlilik ile kaplamayı beklemeden koşmaya başlayacaktı. Bu sırada etrafındaki her şeyi yok edebilmek adına elini Neon - Kılıç tekniği ile kaplayıp etrafında gördüğü her şeyi, özellikle o kırmızı butonun bulunduğu makineyi kesmeyi hedefliyordu. Bunları yaptıktan sonra da karşısındaki kişinin hareketlerine göre devam edecekti. Dufo'ya hayat veren şeyin o olduğunu biliyordu ancak onun hayatını elinden alması, onun yapabileceği bir hareket değildi. En azından o karanlık şeyin söylediklerini de aklından geçirdiği vakit her şeyin ne kadar anlamsız, her şeyin ne kadar birbiriyle bağdaştığının farkına varabiliyordu. Bu yüzden bunu başarmalıydı...
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#36
Mabi fizikselliğini atomun kudreti ile insanın üstüne ve ötesine ulaştırıyor. Bay Zengin'e nefret ile saldırıyor. Bay Zengin'in kemiklerinin kırılma sesi yankılanıyor boyutta. İç organları zedeleniyor ve iç kanama başlıyor bedeninde. Ağzından kan, gözlerinden yaş ve burnundan mukus fışkırıyor. Livei, eklembacaklı avcılar gibi avını sarıp sarmalayarak etkisiz hâle getiriyor. Bay Zengin sudan çıkmış balık gibi çırpınıyor ama nafile. Son olarak Dufo gerçekliğe düşman olarak indiriyor kılıcını. Kim bilir kaç defa yapıyor bunu. Önce makine parçalanıyor. Kıvılcımlar saçıp alev alıyor. Alarm sesleri ve kırmızı acil durum ışıkları gözünüzü ve kulağınızı dolduruyor. Etrafınızdaki görüntü bozuluyor ve gerçeği görüyorsunuz. Sizler kapalı geniş bir odadasınız. "Boyut" aslen teknolojik bir yanılsama. Bir ışık oyunu. Dufo her şeye saldırırken Bay Zengin'i de ihmal etmiyor. Yangın söndürcüler yukarıdan su yağdırırken Dufo kılıcı ile Bay Zengin'i kesip biçiyor. Bay Zengin acı içinde ağlaya ağlayam yalvara yalvara vahşice ölüyor. Ağzı açık ama artık sesi çıkmıyor. Gözleri açık ama görmüyor. Sırf eline para geçti diye insanlığın zayıflığından ve eksikliklerinden yararlanan Tanrı kompleksili bir hadsizin cesedi yerde yatıyor. Mabi tatmin olmuş zihni ile rahatlıyor. Livei kabusa son vermenin umudu ile rahatlıyor. Dufo ise içini kustuğu için rahatlıyor.

"Tatmin oldunuz mu?"

Bu sesi duyduğunuz anda kendinizi uçsuz bucaksız aynı boyutta buluyorsunuz. Saldırmadan önce bulunduğunuz boyutun aynısı. Bay Zengin hala karşınızda duruyor.

"İstediğiniz bu muydu? Vahşi hayvanlar gibi beni kısıtlayıp ezmek ve parçalamak. Bu mu sizi rahatlatacak?" diyor, bu sefer az da olsa kızmış gibi görünüyor. "Rahatlamak isteyen ve rahatlamayı hak eden tek insanlar siz değilsiniz." diyor. Bir anda Bay Zengin'in önünde iki bulanık figür beliriyor. Bu figürlerin kızıl saçları, mavi ve yeşil gözleri var. İçinizden Livei onları anında tanıyor. Bunlar Yald Krishodz ve Kwær Yantodz'dan başkaları değiller. Üstelik netleştikçe ne kadar normal göründüklerini de fark ediyorsunuz. Tamamen kendilerinde gibiler ve ciddi bir yüz ifadesiyle size doğru bakıyorlar.


► Show Spoiler


İlk sözü Yald söylüyor. "Lan, hain puştlar. Bana bakın." Hepiniz gözlerinizi Yald'a çeviriyorsunuz. "Herkesi anlıyorum da, iyi bir kıza benziyordun be Livei. Bu adamları dinleyip de karşılarında olmayı nasıl başardın acaba?" diye soruyor. Kafasını Kwær'e çeviriyor ve "Önce onun işini bitirelim, Sezyum kullanıyor. Tehlikeli bir hedef." diyor. Kwær ise kısık gözleriyle sizi süzüyor ve Yald'a dönüp "İki dakika kapa çeneni." diyor. Yald az da olsa sinirleniyor ama kafasını size çeviriyor. Kwær konuşmaya başlıyor. "Dünya gezegeninin Ingenium'u daha iyi bir yer haline getireceğini düşünüyoruz. Anlaşılan sizin de fikriniz değişmeyecek. Sadede gelelim isterseniz." diyor. Bay Zengin o sırada gülümseyerek gözden kayboluyor. Karşınızda sadece Kwær ve Yald kalıyor. Etrafınız ise tamamen bembeyaz hale bürünüyor. Artık sadece birbirinizi ve karşınızdaki iki adamı seçebiliyorsunuz. Yald bir anda etrafında küçük patlama parçacıkları oluşturuyor, böylece Karbon kullanıcısı olduğunu anlıyorsunuz. Bir anda Dufo'ya doğru havadan patlamalar gönderiyor. Bu patlamalar küçük çaplı olsa da Dufo'ya değmesi durumunda ciddi yanık hasarları oluşturabilir. Havada düz bir çizgi halinde Dufo'ya doğru patlamalar ilerliyor ve birkaç saniye içinde bir şey yapmazsa çok geç olacak. O anda Kwær harekete geçiyor ve elinde mor Sezyum alevini oluşturup Livei'ye doğru püskürtmeye başlıyor. İlk defa Sezyum alevini bu kadar yoğun ve dengeli görüyorsunuz. Aynı şekilde bu alev de Livei'ye birkaç saniye içinde ulaşacak ve yanıktan çok daha kötü sonuçlar doğuracak. Kwær göz ucuyla Mabi'ye bakıyor ve başka bir saldırı yapma ihtimalini göz önünde bulundurarak boşta olan eliyle de Sezyum alevi oluşturuyor.

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#37
Hayattaki her şeyin değişken olduğu bir an. Bu an, hiç durmak bilmeyen şekilde tekrarlandığı müddetçe ne olacak? Genç bir delikanlının bu olaylara kayıtsız kalmamaktan başka çaresi yoksa, ne yapacak? Elbette ayağa kalkıp mücadele edecekti.Kavga kaçınılmadığı gibi karanlığında kaçınılmaz olduğu bir yaşamın bir parıltıyla aydınlatılmaya çalışılması Dufo'nun hikayesiydi. Bu hikayenin her bir noktasında başarısızlığın olduğunu deneyimlediği için daha fazla olmaması adına tüm gücüyle son hamlesini kullanmıştı.

Hamlesinin ardından karşısındaki kişinin başına gelenleri izlemişti. Sebepsizce kendini onu elindeki kılıçla onu ortadan ikiye yararken bulmuştu. Sonrasında yaşanacakları izlemek için soluklanırken kendini bembeyaz bir alanın içerisinde bulmuştu. Bir şeylerin doğru olmadığı sezdiği sırada karşısında iki kişi belirmişti ve iki kişinin niyetlerinin iyi olmadığı herhalinden belliydi.

Dufo karşısındakileri dinledikten kısa bir süre sonra üzerine gelen saldırıyı görüyordu. Karbon kullanıcısı olduğunu anlamıştı ama daha fazla kendini anlamlandırmaya veremezdi. Bu yüzden saldırı üzerine gelirken "Neon - Hareketlilik " tekniğine davranacak ve en kısa sürede bulunduğu ortamdan uzaklaşmak adına bir yönelim gerçekleştirecekti. Eğer imkanı olursa, ona bu tekniği uygulayan kişinin kör noktasına doğru hareket etmeye çalışacak ve vaktinde ilerleyemezse zıplamayı tercih edecekti.

Tekniği başarılı bir şekilde savunmayı ilk önceliği haline getirdikten sonra fırsatını bulduğu anda Neon-Işın tekniği için gerekli hazırlığı yapacaktı. Kendisi eğer hala bir saldırı altında kalırsa da bunu yapmaktan vazgeçip sayı üstünlüğünü kullanabileceği noktaya kadar yem olmayı deneyecekti.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#38
Bay Zengin'i öldürmüşlerdi...? Livei bu kadar kolay olmayacağını düşünüyordu ve tam da tahmin ettiği gibi Bay Zengin üzerinde çizik dahi olmadan yeniden doğmuştu. Muhtemelen karşılarında gördüğü varlık onun gerçek bedeni değildi. Gerçekçi bir yansımaydı belki de ya da kopyası. Bay Zengin onlara rahatlamakla ilgili birkaç zırva söyledikten sonra önüne iki minyon askerini çağırmıştı. İşin acıklı tarafı Livei ikisini de çok iyi tanıyordu. Polis olduğu dönemde ilk görev arkadaşlarıydı bunlar. Yald ve Kwær. Tam olarak onları son hatırladığı gibi görünüyorlardı.

Yald ilk olarak kendisine dönmüş ve hain olduklarını, puşt olduklarını, Ingenium'u mükemmel hale getirecek Dünyalıları desteklemedikleri için ahmak olduklarını ve ölmeyi hak ettiklerini söylemişti. Sonra da sezyum kullandığı için tehlikeli olduğunu belirtmişti. Kwær de benzer şeyler söylemişti. İkili birbirinden pek hoşlanıyor gibi değildi. Bay Zengin ise piç gibi sırıtarak yokluğa karışmıştı. Anlaşılan onları oyalamak, güçlerini tüketmek ve gezegendaşlarını öldürmenin suçluluğunu onlara yaşatmak için bu ikili önlerine koyulmuştu. Yald kısa süre sonra Dufo'yu hedef almıştı. Kwær ise kendisini.

Livei kendisine doğru gelen sezyum ateşinin etkisinden korunmak için Sezyum - Koruyucu Zırh stilini açarak üzerine doğru gelen ateşi nötrleyecekti. Darbeyi savuşturduktan sonra stilini kapatıp Cıva - Sıvı Tuzağı stili ile yerde rakibine kaygan bir zemin oluşturacaktı. Hemen ardından ise Sezyum - Darbe Dalgası ile onu itekleyip dengesini bozmayı ve mümkünse yere düşürmeyi planlıyordu. Planı işe yararsa Sezyum - Örümcek Ağı stili ile rakibini hareketsiz hale getirecekti. "Kendinize gelin! Beyninizi yıkıyorlar ve bizi birbirimize düşürüyorlar. Onu duymadınız mı? Sizi kullanıp atacağı piyonlar olarak görüyor! Bu rolü mü oynamak istiyorsunuz gerçekten? Gücünüzden yararlanmalarına izin verip sonra da sizi öldürüp bir kenara atmalarına izin mi vereceksiniz? Hayır, siz bundan fazlasısınız. Arkadaşlar, kontrolü elinize alabilirsiniz. Beni dinleyin! Bizler aynı gezegenin vatandaşlarıyız. Aynı zorlukla yüzleşiyoruz. O hainlere meze etmeyin kendinizi. Güçlerimizi birleştirip hayatımızı bize kimsenin tepeden bakmasına, küçümsemesine izin vermeden yaşayabiliriz! Sonsuza dek özgür olabiliriz! Lütfen beni dinleyin!"
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#39
Bütün öfkemi, tüm nefretimi Bay Zengin'den çıkarmak için öne doğru atılmıştım. Verdiğim hasarların bedeninden çıkan sesler, ona gerçekten zarar verdiğimi kanıtlıyordu. Çırpınışını büyük bir zevkle izlemiş, kutsal bir zaferden çıkmış gibi hissediyordum. Yapmam gerekeni yapmıştım ve bir ölümden pişman olmadan hayatıma devam edecektim. Etrafımdaki görüntüler bozulmaya başlamış, teknolojik bir yanılsamanın içerisinde olduğumuzu anlamıştık. Dufo kılıcı ile Bay Zengin'i kesip biçerken sessiz ve donuk bir şekilde izledim. Belki başka birisi olsa, olaya müdahale edip bunu yapmamasını isteyebilirdim, belki de gördüğüm görüntüler midemi bulandırırdı. Ancak hiçbir şey hissetmiyordum. Zaferin tatlı, hoş duygusu haricinde.

Tabi, bu duygular duyduğum bir ses ile bir anda silinip gitti.

Bay Zengin'in sesini duymamız ile birlikte tekrardan bir boyutun içerisine alınmıştık. Birkaç kelime kelam ettikten sonra, önünde iki tane figür belirmişti. Kızıl saçlı iki tane eleman, bize doğru dönüp hain puştlar diye hitap ediyordu. Aralarından birisinin Livei'yi tanıdığı belli olmuştu. Önce onun işini bitirmek istiyorlardı ve tabi ki buna izin verecek değildim. Diğer lavuk ise ona çenesini kapamasını söyledikten sonra duymak istemeyeceğim birkaç kelime sarf etmişti. Sonrasında konuşmamıza pek gerek kalmamış ve saldırıya geçme zamanı gelmişti. Önce onlar saldırmış ve Dufo'yu hedef almışlardı, diğer eleman ise Livei'ye doğru alev püskürtmeye başlamıştı. Livei'yi kurtarmam gerektiğinin farkındaydım. Bu yüzden aklıma farklı bir plan gelmişti. Beni de hedef alma ihtimaline karşılık.

Hızlıca Geiger Hayaletleri stilimi kullanarak hayaletimi Livei'ye doğru yönlendirdim. Onunla temas ettirerek Kwaer'in arkasına doğru ışınlamayı planlıyordum. Livei'nin hazırlıksız yakalanma ihtimaline karşılık, onu avantajlı duruma düşürmeye çalışacaktım. Hayaletim çıktığı anda Işıldayan Zincirler stilim ile Kwaer'in vücudunu kollarını kısıtlayacak şekilde zincirle sıkı sıkıya sarmak ve olabildiğince radyasyona maruz bırakmak istiyorum. Planımın efektifliğine ve ne yönde ilerlediğine göre devam edeceğim. Eğer Livei'yi ışınlayamazsam, yine de onu sıkı sıkıya saracağım.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#40
Dufo, Yald'ın üzerine gelen patlamaları gördüğünde, Neon - Hareketlilik tekniğini kullanarak hızla hareket ediyor. Patlamaların düz bir çizgide ilerlediğini fark eden Dufo, bu tehlikeli saldırıdan ustalıkla kaçıyor. Hızla hareket ederken, Neon - Işın tekniğini Yald'a doğrultuyor. Yald, Dufo'nun bu ani hamlesine şaşırıyor ve kaçmaya çalışıyor, ancak Dufo'nun ışınları onu yakalıyor ve Yald, acı içinde yere düşüyor. Vücudunda yanık izleri ve yaralar oluşuyor.

Livei, üzerine gelen Sezyum alevlerini gördüğünde, hemen Sezyum - Koruyucu Zırh stilini kullanarak kendini koruyor. Alevler, Livei'nin koruyucu zırhına çarpıp etkisiz hale geliyor. Ardından, Cıva - Sıvı Tuzağı stilini kullanarak Kwær'ın ayaklarının altını kayganlaştırıyor ve onu dengesiz bırakıyor. Kwær, kaygan zeminde dengesini kaybediyor ve yere düşüyor. Livei, bu fırsatı değerlendirerek Sezyum - Darbe Dalgası ile Kwær'ı itiyor ve onu daha da savunmasız hale getiriyor. Son olarak, Sezyum - Örümcek Ağı stilini kullanarak Kwær'ı hareketsiz hale getiriyor. Kwær, ağlar içinde kıvranıyor ve kurtulmaya çalışıyor, ancak başarılı olamıyor.

Mabi, bu sırada Geiger Hayaletleri stilini kullanarak hayaletini Livei'ye doğru yönlendiriyor ve başarılı bir şekilde onu Kwær'ın arkasına ışınlıyor. Livei, Kwær'ın arkasında beliriyor ve Kwær, şaşkınlık içinde dönüyor. Mabi, hemen ardından Işıldayan Zincirler stilini kullanarak Kwær'ı zincirliyor ve ona radyasyon yaymaya başlıyor. Kwær, zincirlerin sıkı sıkıya sarması ve radyasyonun etkisiyle acı içinde kıvranıyor. Mabi'nin saldırısı, Kwær'ı tamamen etkisiz hale getiriyor.

Bu sırada, Yald yaralı bir şekilde yerde yatıyor ve Kwær, Mabi'nin zincirleri ve radyasyonun etkisi altında acı çekiyor. Livei ve Dufo, bu durumu avantajlarına çeviriyor ve bir sonraki hamlelerini planlıyorlar. Bay Zengin'in yokluğunda, bu iki düşmanı alt etmek için mükemmel bir fırsatınız var. Yald ve Kwær düşmanınız değiller. Kötü insanlar hiç değiller. Onlar sadece beyni yıkanmış ve yardıma ihtiyacı olan iki kişi. Bir anda etrafınızdaki ortam tekrardan beyazlaşmaya ve gittikçe daha da parlak olmaya başlıyor. Bir süre sonra beyazlık dışında hiçbir şey görememeye başlıyorsunuz. Gerçeklik ve sahteliğin arasındaki farkı anlayamayacak kadar algınızı yitirmiş durumdasınız. İster istemez paniklemeye başlıyorsunuz. Bir insan, bedene sahip bir varlık olarak içgüdüleriniz size kesinlikle burada olmamanız gerektiğini söylüyor. Hatta burada olarak sanki var olan bir kanunu ihlal etmiş gibi hissediyorsunuz. Bir anda kulaklarınızı neredeyse sağır edecek kadar tiz ve yüksek bir ses duyuyorsunuz. Sanki sizi bastırmaya, tüm dikkatinizi çekmeye ve etrafınızda var olan her şeyden sizi uzaklaştırmaya çalışıyor. Artık yetmedi mi? İçinizden tüm bunların ne kadar yorucu olduğunu, her zaman üstü kapalı ve anlamlandırmak için kıçınızı yırtmanız gereken, gittikçe psikolojinizi daha da altüst eden bu gerçekliğin ne kadar iğrenç olduğunu düşünüyorsunuz. Size hiçbir şey tam olarak açıklanmıyor, hep ikinci plandasınız ve ne olursa olsun bu gerçeklikte söz sahibi değilsiniz. Artık bir şeylerin değişmesi şart-
► Show Spoiler
"Kutay."

"Barış? Bir şey mi oldu? O ses tonu ne öyle?"


Image


Barış, boğazındaki gıcığı gidermeye çalışırken bir yandan da yavaş yavaş konuşuyor. "Biz ikinci bir pandemiyi hak etmiyorduk ya. Hayatımızda her şeyi gördük, dedik ki rahatladık, doğa yine yaptı yapacağını." Kutay, kafasını yavaşça Barış'a çeviriyor ve "Eeeh, hayat işe n'aparsın?" diyor. Barış gözlerini zemine dikiyor ve iç çekiyor. "Şu dediğin malikane..." Kutay bu sefer hızlıca Barış'a dönüyor. Barış, konuşmaya devam ediyor. "Abi bilmiyorum ya. O kadar monoton, o kadar sıkıcı ki şu son zamanlarda. Sen emin misin gördüğün şeye?" Kutay hızla araya giriyor ve "Abi, gözlerimle gördüm. Götüm yemedi, yese gidip dokunacağım. O kadar eminim ki orada olduğuna. Kaç yıllık hayatımda ilk defa hayalini kurduğum olağanüstü, dünya dışı şeyi gördüm, yalan söyleyecek değilim." diyor. Barış ise "Gidelim bakalım o zaman." diyor emin bir ses tonuyla. Kutay önce duraklıyor, sonra da emin olmayan bir yüz ifadesiyle "Tamam, yarın gidelim." diyor. İkili, sonunda monoton hayatlarında en azından bir fark, bir heyecan olduğu için mutlu oluyorlar ve yarın için hazırlıklara başlıyorlar.


Image


Evlerinden sadece birkaç kilometre uzaklıkta, unutulmuş ve terk edilmiş bir malikanenin yanına varan ikili, merakla çevreyi keşfetmeye başlıyor. Yılların yıprattığı bu eski yapı, gizemli ve ürkütücü bir atmosfere sahip. Malikanenin dış duvarlarında, zamanın ve ihmalin izleri belirgin. Yosun tutmuş taşlar, kırık pencereler ve kapıların paslı demirleri, binanın uzun süredir terk edildiğini gösteriyor. Yürüyüşlerini sürdürürken, malikanenin bir duvarında büyük bir delikle karşılaşıyorlar. Delik, sanki bir şiddetli çarpışmanın sonucu gibi görünüyor. Polis, deliğin birkaç metre ötesine şerit çekmiş, ancak etrafta hiç kimse yok. Delikten kolayca geçilebilecek kadar büyük ve davetkar. İkili, meraklarını yenemeyip bu gizemli delikten içeri giriyor. Delikten geçtiklerinde, kendilerini karanlık ve kasvetli bir koridorda buluyorlar. Koridorun sonunda, beklenmedik bir manzara ile karşılaşıyorlar: Kocaman bir çukur. Çukur, malikanenin zeminini delip geçmiş gibi duruyor ve derinliği karanlıkta kayboluyor. Çukurun kenarları, eski tuğlalar ve dökülen sıvalarla kaplı. İçinde ise, daha önce hiç görmemiş oldukları bir şey var.


Image


Çukurun derinliklerinde, göz kamaştırıcı bir manzara ile karşılaşıyorlar. Mavi ve mor ışıklar, adeta gece göğünün yıldızları gibi, çukurun içinde dans ediyor. Bu ışıklar, birbirleriyle iç içe geçmiş, dalgalanarak hareket ediyor ve göz alıcı bir görsel şölen sunuyor. Işıkların kaynağı belirsiz; ne bir lambadan ne de herhangi bir elektrik kaynağından geliyor gibi görünmüyor. Bu, adeta başka bir dünyanın kapısını andırıyor, fakat bu dünyadan olmadığı kesin. Işıkların arasında, hafif bir titreşim hissediliyor, sanki zaman ve mekanın kendisi bu noktada bükülüyor gibi. Işıkların merkezinde, bir geçit ya da kapıyı andıran bir yapı var. Bu yapı, ışıkların yoğunlaştığı bir noktada, hava gibi görünmez ama hissedilir bir enerjiyle çevrili. Bu enerji, gözle görülemeyen bir bariyer gibi, ışıkların etrafında dönen bir akış yaratıyor. Bu akış, hem çekici hem de ürkütücü; bilinmeyene açılan bir kapı gibi. Barış ve Kutay, bu hipnotize edici manzarayı dikkatle incelerken, Barış'ın ayağı bir taşa takılıyor. Dengesini kaybediyor ve çukura doğru yuvarlanmaya başlıyor. Kutay hızla ona doğru uzanıyor, Barış'ın kolundan yakalamaya çalışıyor. Ancak Kutay'ın eli Barış'ın koluna değdiği anda, ikisi de dengelerini kaybediyor ve çukurun içine doğru düşmeye başlıyorlar. Düşerken, ışıkların yoğun olduğu bölgeye doğru sürükleniyorlar, sanki bir çekim gücü tarafından çekiliyorlar gibi.

Kutay ve Barış, çukurun içine düşerken, etraflarını saran ışıkların içinde kayboluyorlar. Bu düşüş, sıradan bir düşüşten çok daha fazlası; adeta zaman ve mekanın ötesine bir yolculuk gibi. Kutay, Barış'ın yanında olduğunu hissediyor, ancak bir anda her şey değişiyor. Barış'ın vücudu, gözlerinin önünde, parçalara ayrılıyor gibi görünüyor. Bu parçalar, yavaşça yok oluyor ve sonunda tamamen kayboluyor. Kutay, bu manzaraya şaşkınlık ve dehşet içinde tanıklık ediyor. Barış, sanki evrenin kendisi tarafından emiliyor ve varlığı, hiçliğin derinliklerine karışıyor. Bu sırada Kutay, kendisini tamamen farklı bir boyutta buluyor. Etrafı, renklerin ve ışığın bir mozaği gibi. Bu yer, evrenin kendisi gibi görünüyor, ama daha önce hiç deneyimlemediği bir şekilde. Kutay, evrende sınırsızca ilerliyor, her bir hareketiyle yeni bir yıldız sistemi, yeni bir galaksi keşfediyor. Bu yolculuk sırasında, evrenin nasıl oluştuğuna dair bilgiler, onun zihnine akıyor. Büyük Patlama'nın ilk anlarından itibaren, yıldızların doğuşu, galaksilerin oluşumu, gezegenlerin yaratılışı... Her şey, onun gözleri önünde canlanıyor. Bu bilgiler, Kutay'a evrenin sırlarını açığa çıkarıyor. Evrenin karmaşıklığı ve muazzam güzelliği karşısında, Kutay kendini hem önemsiz hem de evrenin bir parçası olarak hissediyor. Bu yeni boyutta, zaman ve mekanın sınırları yok gibi görünüyor. Kutay, bu yeni boyutta ilerlerken, evrenin sonsuzluğunu ve kendi varlığının bu büyük düzen içindeki yerini keşfediyor. Bu, Kutay için hem korkutucu hem de aydınlatıcı bir deneyim; evrenin derinliklerinde, kendisinin ve var oluşun anlamını arıyor.


Image


Bu yolculukta, Kutay, evrenin sadece fiziksel bir yapıdan ibaret olmadığını, aynı zamanda bilinç ve enerjinin bir dansı olduğunu anlıyor. Her bir atom, her bir parçacık, birbiriyle bağlantılı ve her şey bir bütünün parçası. Kutay, bu anlayışla, evrenin sadece dışsal bir gerçeklik olmadığını, aynı zamanda içsel bir gerçeklik olduğunu da kavramaya başlıyor. Bu deneyim, Kutay'ın dünya görüşünü tamamen değiştiriyor. Artık, evreni ve kendi varoluşunu daha derin bir anlayışla görüyor. Bu, onun için sadece bir gözlem değil, aynı zamanda bir dönüşüm. Kutay, bu deneyimden sonra, kendini ve çevresini daha farklı bir perspektifle görmeye başlıyor. Kendini tanrı katına çıkmış gibi hissediyor; ancak bu, onun için sadece bir başlangıç.


Image


Kutay, evrenin sırlarını keşfettikten sonra, kendini bir anda Dünya'da, tanıdık ama bir o kadar da yabancı bir yerde buluyor. Etrafına bakındığında, malikanenin artık orada olmadığını görüyor. Barış'ın izine rastlamıyor; sanki hiç var olmamış gibi. Etrafındaki binalar da tanıdık gelmiyor, hepsi değişmiş, daha modern ve yabancı. Kutay, bu yeni ve bilinmez ortamda yürümeye başlıyor, her adımda etrafını dikkatle gözlemliyor. Şehre indiğinde, her şeyin ne kadar değiştiğini fark ediyor. Sokaklar, binalar, insanlar... Her şey farklı. İnsanların giyim tarzları, teknoloji, hatta sokaklardaki araçlar bile ona yabancı geliyor. Kutay, bu değişikliklerin şaşkınlığı içinde, kendini bir bilgi kaynağı ararken buluyor. Bir gazete bayiine yaklaşıyor ve oradaki gazetelerden birine göz atıyor. Tarih, onun bildiği zamandan tam 40 yıl sonrasını gösteriyor.

--1.-

Kendinizi Frip'in evinde buluyorsunuz. Livei, Mabi, Dufo, Frip, Bok, Maxwell, Mavi, Friks, Huld, Thomas, hepiniz birliktesiniz. Ve anlaşılan yolculuğun bir parçası olmayanlar da, yani odada bulunan herkes az önce yaşananlara tanıklık etmiş. Hepiniz az önce yaşananları birer film seyretmiş gibi hatırlıyorsunuz. Bahsedilen ikilinin isimlerini, ne yaşadıklarını hatırlıyorsunuz, sonu her ne kadar bağlanmamış olsa da. Birbirinize bakıyorsunuz ve olayı anlamlandırmaya çalışıyorsunuz. Eninde sonunda içinizden biri konuyla ilgili yorum yapacak, ama kim?
Locked

Return to “Dolsey Dağı”

cron