Friks, senin söylediklerini dinlerken barın içindeki hava iyice ağırlaşıyor. Onun her kelimeni dikkatle dinlediğini fark ediyorsun, ama her bir cümleyle yüzündeki ifade daha da sertleşiyor. Öfke ve kırgınlık arasında gidip gelen bakışları gözlerinde geziniyor. Gözleri dolmuş, acıdan katılaşmış. Gözyaşların dökülürken, Friks'in duygularını bastırmakta zorlandığını hissediyorsun, ama bu bastırılmış öfke ve kırgınlık dalgası daha fazla dizginlenemez bir hale geliyor. Bir süre senin söylediklerini sindirmeye çalışıyor. Dudakları titriyor, yumrukları iyice sıkılmış halde. "Demek o herif savaş sırasında gitmeseydi biz hiçbir zaman var olmayacaktık." diye başlıyor, sesi soğuk ve alaycı bir tona bürünmüş. "Demek Bok’un dönmesi her şeyi değiştirdi, ha? Bizim yaşadığımız, paylaştığımız her şey... Hepsi bir hiçti. Ben mi? Ben sadece bir yedektim senin için. Seni Bok’u unutturmak için kullandığın geçici bir oyuncak. Anladım." Sözleri sert ve kırıcı, ama içinde biriken tüm acının dışa vurumu bu. "Beni düşünmüşsün, öyle mi? Ne zaman, Livei? Beni bırakıp Bok’a koştuğunda mı düşündün? Yoksa her gece onun kollarındayken mi beni düşündün? Beni bıraktın, geri dönüp de bir kez bile ne halde olduğumu sormadın. Çünkü umrunda değildi. Benim nasıl hissettiğim, nasıl acı çektiğim... Senin umrunda değildi. Hep kendi rahatını düşündün."
Ellerini masaya vuruyor, bardaklar hafifçe zıplıyor. "Bu yaptığın sadece bana değil, bize de haksızlık. Benimle evlenmeyi planladın, geleceğimizi kurmayı konuştun. Ama bir yandan hep Bok’a baktın, hep onun geri gelmesini bekledin. Ve geri döndüğünde... Her şeyin bir anda sona erdi. Sen o an o kadar kolayca, o kadar rahat bir şekilde beni bırakabildin ki… Bu kadar kolay olmamalıydı! Benim hislerimi, benim hayatımı hiçe sayarak gidip başka bir adama koşmak... Bu kadar basit olmamalıydı." Friks derin bir nefes alıyor, ama bu nefes daha çok sinirini kontrol etmeye çalışmaktan çok, daha da köpürmesine sebep oluyor. "Özür dilemekten başka ne yapabilirim diyorsun, değil mi? Özür dilemek hiçbir şeyi geri getirmez, Livei. Hiçbir şeyi düzeltemez! Kalbim kırıldı, senin yüzünden. Ve sen buna rağmen gelip bana 'Hadi affet beni' diyorsun. Senin için kolay olabilir, ama benim için öyle değil!"
"Seninle her şeyimle savaşabilirdim, Livei. Senin için her şeyi yapabilirdim. Ama sen... sen o savaşı hiç vermedin. Daha başlamadan teslim oldun. Bu, beni nasıl hissettiriyor biliyor musun? Hiç düşündün mü? Ben sana güvenip, sana tüm kalbimi açarken, senin çoktan başka birine gittiğini bilmek... Bu beni nasıl mahvediyor, biliyor musun?" Friks’in sesi giderek daha çatlak ve kırık hale geliyor. Gözleri doluyor ve sonunda yine yanaklarından yaşlar süzülmeye başlıyor. "Ne yapabilirim, Livei? Bu acıyla nasıl yaşayabilirim? Beni bu kadar kolayca silmenle nasıl başa çıkabilirim?" diye ekliyor, gözlerindeki öfke yerini derin bir hüzne bırakıyor. Bir anda başını iki elinin arasına alıyor ve biraz sendeleyerek oturduğu yerden kalkmaya çalışıyor. Ama sarhoşluk ve duygusal yük, bedenini kontrol etmesini zorlaştırıyor. "Seninle konuşmak bile... Bu kadar acı verici..." diye mırıldanırken, bir anda adım atmaya çalışıyor ama dengesini kaybedip sendelemeye başlıyor. Bir iki adım atıyor, ama sarhoşluktan ve duygusal patlamadan tükenmiş bir halde sendeleyip geri düşüyor. Bardaki herkes şaşkınlıkla ona bakarken, Friks’in gözleri bulanıklaşıyor ve yavaşça kapandıkça yere doğru yığılıyor. Baygın bir halde, artık hissettiği tüm öfke ve acı, yalnızca bitkinliğin karanlık boşluğunda kayboluyor. Friks'in bu hali karşısında kalakalıyorsun, içinde karmaşık bir duygu fırtınası kopuyor. Gözlerinin önünde yaşanan bu sahne, bu gecenin daha da dramatik ve yürek burkan bir hal almasına sebep oluyor.
Ellerini masaya vuruyor, bardaklar hafifçe zıplıyor. "Bu yaptığın sadece bana değil, bize de haksızlık. Benimle evlenmeyi planladın, geleceğimizi kurmayı konuştun. Ama bir yandan hep Bok’a baktın, hep onun geri gelmesini bekledin. Ve geri döndüğünde... Her şeyin bir anda sona erdi. Sen o an o kadar kolayca, o kadar rahat bir şekilde beni bırakabildin ki… Bu kadar kolay olmamalıydı! Benim hislerimi, benim hayatımı hiçe sayarak gidip başka bir adama koşmak... Bu kadar basit olmamalıydı." Friks derin bir nefes alıyor, ama bu nefes daha çok sinirini kontrol etmeye çalışmaktan çok, daha da köpürmesine sebep oluyor. "Özür dilemekten başka ne yapabilirim diyorsun, değil mi? Özür dilemek hiçbir şeyi geri getirmez, Livei. Hiçbir şeyi düzeltemez! Kalbim kırıldı, senin yüzünden. Ve sen buna rağmen gelip bana 'Hadi affet beni' diyorsun. Senin için kolay olabilir, ama benim için öyle değil!"
"Seninle her şeyimle savaşabilirdim, Livei. Senin için her şeyi yapabilirdim. Ama sen... sen o savaşı hiç vermedin. Daha başlamadan teslim oldun. Bu, beni nasıl hissettiriyor biliyor musun? Hiç düşündün mü? Ben sana güvenip, sana tüm kalbimi açarken, senin çoktan başka birine gittiğini bilmek... Bu beni nasıl mahvediyor, biliyor musun?" Friks’in sesi giderek daha çatlak ve kırık hale geliyor. Gözleri doluyor ve sonunda yine yanaklarından yaşlar süzülmeye başlıyor. "Ne yapabilirim, Livei? Bu acıyla nasıl yaşayabilirim? Beni bu kadar kolayca silmenle nasıl başa çıkabilirim?" diye ekliyor, gözlerindeki öfke yerini derin bir hüzne bırakıyor. Bir anda başını iki elinin arasına alıyor ve biraz sendeleyerek oturduğu yerden kalkmaya çalışıyor. Ama sarhoşluk ve duygusal yük, bedenini kontrol etmesini zorlaştırıyor. "Seninle konuşmak bile... Bu kadar acı verici..." diye mırıldanırken, bir anda adım atmaya çalışıyor ama dengesini kaybedip sendelemeye başlıyor. Bir iki adım atıyor, ama sarhoşluktan ve duygusal patlamadan tükenmiş bir halde sendeleyip geri düşüyor. Bardaki herkes şaşkınlıkla ona bakarken, Friks’in gözleri bulanıklaşıyor ve yavaşça kapandıkça yere doğru yığılıyor. Baygın bir halde, artık hissettiği tüm öfke ve acı, yalnızca bitkinliğin karanlık boşluğunda kayboluyor. Friks'in bu hali karşısında kalakalıyorsun, içinde karmaşık bir duygu fırtınası kopuyor. Gözlerinin önünde yaşanan bu sahne, bu gecenin daha da dramatik ve yürek burkan bir hal almasına sebep oluyor.