[Livei Nyawodz & Mabi Chüimimuta] Öz ve Benlik

#1
Son üç hafta, Deinzei halkının kaderini yeniden şekillendirmek için yoğun bir şekilde çalışmakla geçti. Kral Thrao'nun önderliğinde düzenlenen toplantılara sen, Friks ve Mavi katıldınız. Bu toplantılar, Deinzei halkının tarih sahnesine yeniden nasıl dahil edileceği, onların topluma nasıl entegre edileceği ve uzun süreli kayıplarının ardından nasıl destekleneceği üzerine yoğunlaştı. Büyük sonuçlar elde edildi; Deinzei halkının kimliklerinin ve varlıklarının tekrar tanınması konusunda hemfikir olundu. Maddi desteklerin yanı sıra, halkın manevi olarak da iyileşmesi için eğitim, sağlık, ve sosyal projeler başlatılacağına karar verildi. Bu süreçte, Friks’in stratejik zekası, Mavi’nin diplomatik becerileri ve senin de liderlik kabiliyetin sayesinde, Kral Thrao ile birlikte büyük bir ilerleme kaydedildi. Deinzei halkı için yeni bir umut ışığı doğdu ve bu toplantılar sonunda, tarihe geri eklenmeleri için gerekli olan adımlar atıldı.

Bugüne gelindiğinde, yoğun geçen üç haftanın ardından evinde dinlenme fırsatı buluyorsun. Hamilelik testinin sonuçlarını görmek için banyoda beklerken, düşüncelerin bu yoğun ve önemli dönemi tekrar gözden geçiriyor. Elindeki teste dikkatle baktığında, ekranın üzerinde beliren sonucu görüyorsun: Negatif. İçindeki karışık duygularla derin bir nefes alıyorsun. Bir yandan bir rahatlama, bir yandan da beklenmedik bir boşluk hissi. Ama en azından bir belirsizliği daha geride bıraktığını hissediyorsun. Evde sakin bir anın tadını çıkarırken, televizyondan Kral Thrao’nun konuşması yankılanıyor. Deinzei halkı için alınan kararları ve gelecekte yapılacak projeleri açıklıyor. Konuşmasında, senin ve diğerlerinin katkılarından da övgüyle bahsediyor, halkın geleceği için daha umut dolu bir tablo çiziyor. Televizyonda yankılanan bu sözler, yaptığınız çalışmaların değerini sana bir kez daha hatırlatıyor. Tam bu esnada, kapının hafifçe çalındığını duyuyorsun. Kalbin biraz hızlanıyor, çünkü kimin geldiğini tahmin edebiliyorsun.

Kapıyı açtığında Bok’un tanıdık yüzüyle karşılaşıyorsun. Gözlerinde her zamanki gibi o rahat ve kendinden emin ifade var, ama bu sefer bakışlarında daha derin ve farklı bir ışıltı var. "Patron’un evine gidiyor muyuz?" diye soruyor, ardından bir adım daha yaklaşıp sesi biraz daha kısık ve alaycı bir tonda ekliyor. "Ama gitmeden önce... başka bir şeyler yapmak ister misin?" Sesi, yalnızca senin duyabileceğin bir fısıltı gibi odanın içinde yankılanıyor. Bok’un dudakları hafif bir gülümsemeyle kıvrılırken, gözleri seninkilere kilitleniyor. Parmakları yavaşça beline dokunuyor, dokunuşu hafif ama ateşli bir his bırakıyor. Bok’un bu yakınlığı ve sözlerinin iması, içindeki bir şeyleri ateşliyor. O an, aranızdaki enerji hissedilir şekilde yoğunlaşıyor. Üç haftanın getirdiği yorgunluk, aniden yerini başka bir türden bir gerginliğe bırakıyor. Bok’un yüzündeki o tanıdık, çekici gülümseme ve bakışları, seni hem güldürüyor hem de kalp atışlarını hızlandırıyor. Bok, başını sana biraz daha yaklaştırarak kulağına doğru eğiliyor ve sıcak nefesi tenine değdiğinde, içini bir titreme kaplıyor. "Belki de biraz oyalanabiliriz, hem kondom da aldım bu sefer." diye ekliyor, sesi neredeyse bir fısıltıdan ibaret ve dudakları seninkilere neredeyse değecek kadar yakın. Bu anda, tüm düşünceler ve mantıklı kararlar arka planda kalıyor. Bok’un bakışlarının derinliğinde kaybolurken, içindeki o tutku ve arzu dalga dalga yükseliyor. Bok’un elleri beline dolanırken, senin de aklından geçen tek şeyin, bu anın getirdiği ateşin tadını çıkarmak olduğunu fark ediyorsun.
Off Topic
Pasiflik süresi 3 gündür. İyi RP'ler!

Re: [Livei Nyawodz] Öz ve Benlik

#2
Kraliyet şatosundaki partiden bu yana üç yoğun hafta geçmişti. Yeni kral ile birlikte yapılacak çok fazla iş vardı ve Livei bu süreçte oldukça aktif olarak görev almıştı. Friks ve Mavi ile birlikte pek çok toplantıya katılmış ve Deinzei halkının Gedhilfe tarihine ve hayatına nasıl yeniden entegre edileceklerini planlamıştı. Bu kolay bir iş değildi zira Deinzei adı çok uzun yıllardır tarihten silinmişti. Halk bile onları pek fazla tanımıyordu. Kalan Deinzeiler ise onların grubundakiler gibi marjinal alt topluluklara itelenmişlerdi. Belki de kimisi asimile olmuş ve kimliğini unutmuştu. Halbuki Gedhilfe bayrağındaki mavi renk ile temsil edilen, kraliyette söz hakkı olan bir azınlık gruptu onlar. Bu ülkenin kurulmasına öncelik etmişlerdi. Thrao Ozæf'in tarihin bu anılarına saygı duyması, yapılan haksızlığı kabul ederek telafi etmeye çalışması Livei için dokunaklıydı. Genç kız onların hayallerini hala hayattayken gerçekleştirebildiklerini gördüğüne çok memnundu. Eski kralın önündeyken Dyoch'un onun yüzüne öfkeyle tükürdüğü an yaşadığı şoku oldukça net hatırlıyordu. Sanki o zamandan bu zamana yıllar geçmiş gibiydi.

Bu süreçte patronu ve diğerlerini ziyaret edebilme şansı bulamamıştı. Aslında genel olarak rahatlayıp dinlenme fırsatına pek erişememişti. Thrao'nun o gece dediği gibi, partiden sonra oldukça sıkı bir çalışma sürecine geçmişlerdi. Ancak bugün farklıydı. Bugün kendi işlerine vakit ayırabilecekti. Bugün patronu da ziyarete gidecekti. Banyoda oturup hamilelik testinin sonucunu beklerken zihni bunlarla oyalanıyordu. Aslında korkması gerekirdi. Son üç haftadır aklı hep kısmen bu konudaydı. Ya hamileyse? Herhangi bir belirti göstermemişti ancak aynı zamanda erkendi de. Üç haftanın yeterli olabileceğini düşündüğü için test yapmıştı. Eğer hamile değilse yakın zamanda regl olması gerekirdi zaten. Şu anda, gezegen bu kadar karmaşıkken, ölüm her an enselerindeyken, yarınlarının ne olacağı hala belirsizken hamile kalıp bir çocuk dünyaya getirmek, hele de evli değilken onun için çok zorlu olurdu. Ancak nedense korkmuyordu. Bir yanı bunu istiyordu sanki. Evlenecek ve yuva kuracak vakti var mıydı? Belki de bir çocuk sahibi olmak ona iyi gelirdi. Evlilik yalnızca kağıt üstünde bir şeydi sonuçta. Aile kurmanın nasıl bir şey olduğunu tatmak istiyordu ölmeden önce. Veya bu savaş onu sonsuza dek değiştirmeden önce. İyi bir anne olabilir miydi? Onu koruyabilir miydi? Bilmiyordu. Elini sakince karnına doğru götürdü.

Tek çizgi. Negatif. İç çekerek çöpe attı elindeki test kitini. Sonra da ellerini yıkadı. Bir yanı rahatlamıştı ancak bir yanı boşluğa düşmüştü. Sanki bu ihtimali düşünmek bile ona bir sorumluluk duygusu vermişti bu üç hafta boyunca ve şimdi o ihtimal ellerinden kayıp gitmişti. Ayna karşısında yüzüne baktı bir süre. Kaküllerini düzeltip salona geçti. Geniş koltuğuna oturup televizyonu açtı. Kral Thrao ekrandaydı yeniden. Son günlerde onu sürekli televizyonda görüyordu. Deinzei kararlarını açıklıyordu. Konuşmasında kendisinden bahsetmesi ise gururunu okşamıştı. O anda kapının çalınması ile telaşlandı. Kimin geldiğini biliyordu. Haberleşmişlerdi. Kapıyı açınca sevdiği adamın gülümseyen yüzüyle karşılaştı. Frisk ile ayrılıp onunla olmaya karar verdiğinden beridir Bok'un ifadesi değişmişti. Sürekli mutlu görünüyordu. Daha rahattı ve kendine güveni gelmişti sanki. Aynı etki muhtemelen Livei'ye de yansımıştı. Omuzlarındaki bir yük gitmiş gibi hissediyordu onunla olmayı seçtiğinden beridir. Bir iç sıkıntısından kurtulmuştu sanki.

Bok'u içeri davet etti hemen. Ona hınzır bir bakış atıyordu Bok. Livei artık bu bakışın ne anlama geldiğini çözmüştü. Patronun evine gidip gitmeyeceklerini sorduktan sonra hemen ona yaklaşmış ve kısık bir sesle gitmeden önce bir şeyler yapmak ister mi diye sormuştu. Aslında bu bir sorudan ziyade bir teklif gibiydi. Bok yavaşça belini kavrayıp onu kendine doğru çekti. Livei yüzünde muzip bir ifadeyle fısıldadı. "Çok isterim. Seni özledim." Aralarındaki bu çekimi ve gerilimi seviyordu. Bir araya geldiklerinde birbirlerini tamamlıyorlardı sanki. Bu çekim, onu konser alanında gördüğü ilk andan beridir hiç sönmemişti. Kalp atışları hızlanırken kollarını onun boynuna sardı ve bedenini ona doğru yasladı. Bok da ona yaklaşıp kulağına fısıldamıştı. Sıcak nefesinin vücuduna değişi karnında kelebekler uçmasına sebep oluyordu. Ancak Livei'nin yüzü duyduğu bir kelime ile kısa süreliğine karardı. Kondom aldığını söylemişti. Bir an için durup geri çekildi. Çok kısa bir andı. Gözlerini onun gözlerine dikti. Sonra onu sertçe duvara itip dudaklarını aşkla öpmeye başladı. Ellerini boynunda, ensesinde, saçlarının arasında gezdirdikten sonra nazikçe saçlarını çekti. Sonra onu, dudaklarını dudaklarından ayırmadan kendisine doğru çekerek salondaki koltuğa sürükledi. Nazik ama dominant bir tavırla koltuğa ittirdi onu ve üzerine çıkarak dudaklarını öpmeye devam etti. Bir yandan da eliyle gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. Sonra da kendi üzerindeki tişörtü bir çırpıda çıkarıp bir köşeye fırlattı. "Bu sefer ben üstte olmak istiyorum." dedi kararlı bir tonda. Gömleğin düğmelerini açtıktan sonra ellerini Bok'un çıplak göğsünde gezdirdi yavaşça daha aşağılara inerek. Bilerek onu çıldırtmak için ağırdan alıyordu. Kalbi heyecandan deli gibi atarken nefesi de düzensizleşmeye başlamıştı. Gözlerinde yoğun ve dolu dolu bir ifadeyle yüzüne baktı. Yüzüne, yanağına, çenesine, burnuna, alnına tutkuyla öpücükler kondurmaya başladı. Sonra bir an için durup geri çekildi hafifçe. Bir eliyle yüzünü okşarken kulağına fısıldadı. "Test negatif çıktı." Bok'un yüzünde oluşan ifadeyi tartarken utangaç bir edayla ekledi. "İster miydin?" Bok'un belini kavramış olan elini tutup karnına doğru götürdü. Gözlerini gözlerinden ayırmıyordu.
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] Öz ve Benlik

#3
Bok’un belini kavramış olan elini tutup karnına doğru götürüyorsun. Gözlerin onunkilerden ayrılmıyor. Bok’un yüzünde birkaç an boyunca düşünceli bir ifade beliriyor. Yüz hatları, sorunun ağırlığını tartar gibiydi. Gözleri karnına kayıyor, sonra tekrar senin bakışlarına dönüyor. Dudaklarının kenarına hafif bir gülümseme yerleşiyor. "Bilmiyorum." diyor sonunda. "Ama düşündüm ki… neden olmasın? Eğer birlikte olacaksak, belki de böyle bir şey… güzel olurdu." Sözlerinin ardından, odadaki atmosfer biraz daha yoğunlaşıyor. Aranızdaki yakınlık daha da derinleşiyor, birbirinizin gözlerinde kaybolmuş gibisiniz. Bir süre daha birbirinize sarılarak, bu sıcak ve samimi anın tadını çıkarıyorsunuz. Bok’un kollarında, hem güven hem de huzur buluyorsun. Bu hisler arasında saatler geçiyor ve akşamın loş ışıkları odayı doldurmaya başlıyor. Bir süre sonra, Bok yavaşça yerinden kalkıyor ve gözlerini senin gözlerinden ayırmadan elini uzatıyor. "Sanırım hazırlanma vakti geldi." diyor nefes nefese kalmış bir şekilde. "Patronun evine gitmeden önce bir şeylere ihtiyacın var mı?" Gözlerinde hala aynı sıcaklık var, ama bu sefer biraz da heyecan eklenmiş gibi. Sen de gülümseyerek başını sallıyor ve birlikte hazırlanmak için odalarınıza yöneliyorsunuz. Birkaç dakika içinde hazırlanıp evden çıkmaya hazırsınız. Bok’un arabasına biniyorsunuz ve Gedhilfe sokaklarında yol almaya başlıyorsunuz. Akşamın karanlığı çökerken, şehrin ışıkları birer birer yanıyor. Şehir merkezinin kalabalık ve gürültülü caddelerinden geçerken, dışarıdaki sokak lambaları ve neon ışıkları pencere camlarında parıldıyor. Şehirden biraz uzaklaşıp daha sessiz ve sakin bir bölgeye geçtikçe, yollar daha dar ve kıvrımlı hale geliyor. Ağaçların gölgeleri yola düşerken, gece serinliği yavaş yavaş camlardan içeri sızıyor.

Patronun evine yaklaştıkça, yolun kenarındaki eski taş binaların, köklü ağaçların ve çiçeklerle bezeli bahçelerin arasından geçiyorsunuz. Evin önüne geldiğinizde, Bok arabayı yavaşça park ediyor ve motoru kapatıyor. Hafif bir heyecan ve özlemle karışık bir hisle arabadan iniyorsunuz. Kapıya doğru yürürken, etraf sessiz ve huzurlu. Kapıyı çalıyor ve birkaç saniyelik bir bekleyişten sonra, kapı yavaşça açılıyor. Karşınızda Eidhæn beliriyor. Gözleri seni gördüğünde anında parlıyor ve gözleri dolarak boynuna atlıyor. Seni sıkıca sarıyor; sanki seni yıllardır görmemiş gibi bir özlemle dolu. İçeri girdiğinde, sıcak ve samimi bir hava seni karşılıyor. Salonun içinde oturan Shira, Neist ve Huld gözlerini sana çeviriyor ve bir anda neşeyle yerlerinden kalkarak selamlaşıyorlar. Shira’nın yüzünde her zamanki sıcak gülümseme var ve elini sımsıkı tutuyor. Neist ise kocaman bir sarılmayla seni karşılıyor. Huld, sessizce kenardan gülümseyip başını sallayarak özlemini belirtiyor. Tam bu esnada içeriden Patron görünüyor. Seni gördüğü anda yüzünde kocaman bir gülümseme beliriyor ve adeta koşar adım sana doğru geliyor. Kollarını açarak seni kucaklıyor, sarılmasında derin bir özlem ve sıcaklık var. "Çok uzun zaman oldu kızım." diye fısıldıyor kulağına, sesinde hem mutluluk hem de hafif bir hüzün var. Hep birlikte salona geçip oturuyorsunuz, herkes etrafınıza toplanmış durumda. Neist, herkes için birer bira getiriyor ve masanın ortasına koyuyor. Birkaç an boyunca herkes birbirine bakıp gülümsüyor, sanki yıllardır bir araya gelmemiş olmanın verdiği bir rahatlama ve mutluluk var odada. Patron, bir yudum birasından aldıktan sonra ciddileşen bir yüz ifadesiyle konuşmaya başlıyor. "Kral Deith Ozæf’in ölümünden sonra her şey çok değişti. Ama bazı şeyler hala eskisi gibi kalmalı, özellikle ailemiz. Ve biz, bu ailede herkesin ne kadar önemli bir yeri olduğunu unutmamalıyız." Patron bir an duraklayıp gözlerini yere indiriyor, derin bir nefes alıyor. Gözleri yavaşça tekrar sana dönüyor. "Livei. Senin bu ailedeki yerin çok büyük. Sen olmadan Deinzei halkı bu kadar güçlü ve kararlı bir şekilde tarih sahnesine geri dönemezdi. Kral Thrao'nun Deinzei halkını yeniden tanıması ve haklarını geri vermesi... Tüm bunlar senin sayende oldu."

Gözlerinde minnettarlıkla dolu bir ifade beliriyor. "Sana ne kadar teşekkür etsek azdır. O anlarda, o zor zamanlarda, hepimiz korkmuştuk. Ama sen... Sen o cesareti buldun, sen o adımı attın. Senin sayesinde Kral Thrao, Deinzei halkının gerçek yerini kabul etti. Ve sadece onlar için değil, hepimiz için büyük bir değişim yarattın." Bir an gözleri doluyor ve sesinde bir titreme hissediyorsun. "Deinzei’nin yeniden doğuşu, senin azmin ve kararlılığın sayesinde oldu. Biz, sana borçluyuz. Çocukluğumdan beri hep böyle bir dünyayı hayal ederdim. Babam hepimizden çok çalışırdı. Deinzei halkının tarih sahnesine geri dönmesi için o zamanlar da mücadele verirdi. Ben küçücük bir çocukken bile onun mücadelelerini izler, anlamaya çalışırdım. O zamanlar, küçük bir çocuktum, etrafımda olup bitenleri tam olarak kavrayamıyordum. Ama babamın gözlerinde gördüğüm kararlılık ve mücadele ruhu, benim de içime işlemişti." Patron derin bir nefes alıp, yüzündeki yaşları silerek biraz daha toparlanmaya çalışıyor. "Ben senin yaşındayken böyle bir dünyayı hayal ederdim, Livei. Ama sen hayal etmekle kalmadın, gerçekleştirdin. Ve bunun için sana her zaman minnettar olacağız."

Re: [Livei Nyawodz] Öz ve Benlik

#4
Bok fikri derinlemesine düşünerek değerlendirmişti. Sonrasında da belki olabileceğine dair bir umut ışığı yakmıştı. Birlikte olacaklarsa bunun güzel olabileceğini vurgulamıştı. Livei'nin yüzü aydınlandı. "Senin bir parçana sahip olmak güzel olurdu." dedi duygulu bir tavırla. Tabi bunun için henüz erkendi. Bir anda verebilecekleri bir karar değildi bu. Yine de Bok'un bu fikre tamamen karşı olmayışı güzeldi. Dudaklarını Bok'unkilerle birleştirdi bir kez daha. Sonra da kendisini sadece o ana teslim etti. Onun kollarına ve sıcaklığına.

İşleri bittiğinde nefes nefese kalmışlardı, tüm kıyafetler salona saçılmıştı ve saçları darmadağın hale gelmişti. Akşam üstü olmuştu. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Ayağa kalkan ilk kişi Bok olmuştu. Gitmeden önce bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını sormuştu. Livei bir süre düşünceyle evi süzdü. Sonra da ayaklanıp hazırlanmak için yatak odasına geçti. Günlük kıyafetlerinden birisini üzerine geçirip saçlarını taradı ve bağladı. Çantasını toparladı. Bok da hazırlandıktan sonra arabasına binerek yola koyuldular. Bok'un bu arabasına ikinci binişiydi ve atmosferin o zamandan ne kadar farklı olduğunu düşünmek Livei'ye ütopik geliyordu.

Patronun evine park ettiklerinde arabadan fırlayan ilk kişi Livei olmuştu. Manzaranın tadını çıkardı bir süre, içeri girmeden. Buraya ayak basmayalı o kadar da uzun zaman olmamıştı ama yaşadıklarını düşününce, her şeyden sonra buraya yeniden dönmek içine başka türlü bir huzur veriyordu. Artık saklanıp gizlenmelerine gerek yoktu. Karargah demelerine gerek yoktu. Artık özgürdüler. Sakince iki kez kapının tokmağını tıklattı. Kapı çok kısa süre sonra açılmıştı. Kapıyı açan kişi ise Eidhæn'den başkası değildi. "Eidhæn!" Ona kocaman sarıldı. "Boy mu attın sen, he?" Çocuğun saçlarını karıştırdı. Onu çok özlemişti. Eidhæn de ona sıkıca sarılmıştı. Resmen boynuna atlamıştı. Onunla hasret giderdikten sonra içeriye girdi. Shira, Neist ve Huld içeride oturuyorlardı. Friks ve Mavi henüz gelmemiş olmalıydı. Ya da belki de sabahtan uğrayıp gitmişlerdi. Shira onu görünce elini sıcaklık ve mutlulukla sıkmıştı. Neist kocaman sarılmış, Huld ise başıyla selam vermişti. Livei hepsini tek tek selamladı ve onlarla hasret giderdi.

Salona doğru ilerlediğinde Lujein ile karşılaştı. Onu bir kez daha sağ ve sağlam görmek Livei'nin içini rahatlatmıştı. Patron onu hemen kocaman kucaklamıştı. O da bu kucaklamaya sıkı bir kucaklama ile karşılık verdi. Neredeyse ağlayacaktı, o kadar duygulanmıştı. Çok uzun zaman olduğunu fısıldamıştı yaşlı adam. "Hepinizi çok ama çok özledim." diye cevap verdi Livei duygusallıktan titreyen bir ses tonuyla. Hep birlikte salondaki masaya geçtiler. Neist birer bira getirmişti. Hamile olmadığı kesinleştiğine göre Livei artık içki içebilirdi. Herkes biralarını yudumlayıp birbirine sevgiyle bakarken lafa ilk giren kişi patron olmuştu. Kral Deith'in ölümünün getirdiği değişikleri belirttikten sonra çabaları için ona teşekkür etmişti yaşlı adam. Ona defalarca teşekkür edip içlerine cesaret getirdiği için, hayallerini gerçeğe çevirdiği için minnettar olduğunu belirtmişti. Livei gülümseyerek yaşlı adamın elini tuttu. "Tek başıma başarmadım. Siz olmasaydınız yapamazdım. Her anımda yanımda oldunuz. Esas ben teşekkür ederim." İç çekerek devam etti. "Hepiniz sağken bu mutluluğu tatmanızı istemiştim. Çok şükür en büyük hayalim gerçek oldu. Ama bunda en büyük pay sizin." Sonra içkisini havaya kaldırdı. "Cesur Deinzei halkına!" Sonra aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı. "Dyoch abi de buralarda mı? Bu sabah haberlerde Thrao'yu dinlerken o geldi aklıma. Deith Ozæf'in yüzüne tükürmesini filan hatırladım. Ne zamandır hiç görmedim onu, iyidir umarım." Ardından ekledi. "Friks ve Mavi de sizi çok özlemişlerdi. Ziyarete geldiler mi? Bir türlü denk gelemedik onlarla."
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] Öz ve Benlik

#5
Patron, Dyoch'un adını duyduğunda başını sallıyor ve hafifçe gülümsüyor. "Dyoch bildiğin üzere Himota'ya gitmişti. Ama sanırım dönüş yolunda olmalı. Onu burada görmek için çok beklemeyeceğiz." diyor. Ardından, Friks ve Mavi’nin nerede olduklarını sorunca omuzlarını hafifçe kaldırarak cevap veriyor. "Onlar da bir süredir ortalıkta yok. Nerede olduklarını bilmiyorum ama eminim yakında uğrarlar. Bizi özledikleri kesin." Sohbetin bu noktasında herkes biralarını kaldırıyor ve şerefe yapıyorsunuz. Eidhæn ve Neist, yaşları tutmadığı için içki içmiyorlar ama yine de sohbete dahil oluyorlar, gençlerin enerjisiyle ortamı daha da neşelendiriyorlar. Bir süre sonra, odada kahkahalar ve eğlenceli konuşmalar dönmeye başlıyor. Patron, eski günlerden bir hikaye anlatıyor, gençliğinde yaşadığı komik bir olayı gülerek paylaşıyor. Huld, aniden başka bir hikayeyle karşılık veriyor ve herkesin gülmekten kırıldığı bir an yaşanıyor. Bok ve Lujein, birbirlerine takılarak neşeli tartışmalara giriyorlar, küçük şakalar ve kelime oyunlarıyla ortamdaki atmosferi daha da hafifletiyorlar.

Bir ara, masadan kalkarak mutfağa yöneliyorsun. Bira şişelerini doldurmak için bu küçük arayı kullanmak istiyorsun. Mutfakta dolapları karıştırırken, Shira da sessizce peşinden geliyor. Mutfak kapısından içeri girerken biraz düşünceli görünüyor. Bir süre senin ne yaptığını izledikten sonra, derin bir nefes alarak konuşmaya başlıyor. "Livei, biliyorsun, benim memleketim Dusha’da son zamanlarda büyük bir devrim yaşandı. Uzun zamandır oraya gitmek ve olanları görmek istiyorum." Bir an durup gözlerini sana çeviriyor. "Bu konuda Shisha’ya da borçluyum." diye ekliyor. "Onunla birkaç kere sohbet etme şansım oldu ve gerçekten çok iyi anlaştık. Dusha'daki durumun ne kadar önemli olduğunu anlıyor. Mutlak Son olmasaydı belki de Dusha kraliyet olarak kalacaktı. Şimdi gerçekten ailemin kalıntılarını bulabilirim." Shira gülümsüyor ve "Friks içiyor. Hani bir bara gitmiştiniz ya, merkez tarafında. En son oraya gidip sabaha kadar içeceğini söylemişti. Haberin olsun." diyor. Mutfaktan çıkıyor ve kısa bir süreliğine tek başına kalıyorsun.

O Sırada
Friks ve Mavi, şehrin merkezindeki karanlık ve biraz loş ışıklandırılmış bir barda oturuyorlar. Friks’in önünde birkaç içki bardağı boşalmış ve yanındaki dolu bardakla oynuyor. Mavi, biraz huzursuz bir şekilde ona bakıyor ve sabrını korumaya çalışarak tekrar konuşmaya başlıyor. "Hadi, Friks. Artık yeter. Eve gitmemiz gerekiyor. Bu kadar içmek sana iyi gelmiyor." Friks, gözlerini kısarak ve barın karanlık köşesine doğru öfkeyle bakarak cevap veriyor. "Hayır! Bok'u ve Livei'yi bir daha görmek istemiyorum!" diyor. "Siz gidin, gecenin tadını çıkarın, ne bok yerseniz yiyin amına koyayım. Ben burada kalacağım. O ikisini görmek istemiyorum Thrao. Siktir git!" Söyledikleri her kelimeyle öfkesini daha da arttırıyor ve yumruğunu masaya vuruyor. Mavi, derin bir nefes alarak tekrar sakinleşmeye çalışıyor ama sabrı tükenmeye başlıyor. "Friks, lütfen." diyor, sesi artık biraz daha sertleşmiş bir tonda. "Bu çözüm değil. Gel gidelim, biraz uyuyalım, yarın her şey daha net görünecek." Ama Friks dinlemiyor, küfürler saçmaya devam ediyor ve bardağını tekrar dudaklarına götürüyor. Sonunda, Mavi'nin sabrı taşıyor. "Pekala, sen bilirsin kardo." diyor sertçe. "Ben gidiyorum. Sen burada kalıp kendini harcamaya devam etmek istiyorsan bu senin seçimin." Ayağa kalkıp bardan çıkıyor ve kapıdan dışarı adımını attığında soğuk gece havası yüzüne çarpıyor.

Mavi, Patron'un evine gitmek üzere karanlık sokaklarda yürümeye başlıyor. Yolda ilerlerken, birkaç dakika sonra bir arabanın onu takip ettiğini fark ediyor. İlk başta bunun bir tesadüf olduğunu düşünüyor, ama bir süre sonra arabanın onun her dönüşünü ve adımını takip ettiğini anlıyor. İçgüdüsel olarak, kenara çekilip yürümeyi durduruyor. Ara sokakta adımlarını yavaşlatıp beklemeye başlıyor. Araba da yavaşça kenara çekip duruyor. Gözleri dikkatle arabayı süzüyor ve kapısı açılınca, içeriden tanıdık bir yüzün çıktığını görüyor: Kendi snapshotu. Bir an için ikisi de bomboş, karanlık yolun ortasında sessizce birbirlerine bakıyor. Mavi’nin nefesi hızlanıyor; bu beklenmedik karşılaşma, gerilimi iyice artırıyor. Mavi, cebinden bir bıçak çıkararak tehditkar bir şekilde snapshotuna doğru kaldırıyor. "Ne istiyorsun?" diye soruyor. Snapshotu ise karşısında duruyor, yüzünde rahatsız edici bir gülümsemeyle. Sonra, aniden o gülümseme genişliyor ve hiçbir şey söylemeden Mavi’ye doğru hızla koşmaya başlıyor.

Patron'un Evinde
Bok, birkaç dakikalık eğlenceli konuşmalardan sonra yüzünü sana dönüp hafifçe gülümsüyor. "Bu arada, Mitga’dan öğrendiğime göre, Mabi Djurat’a gitmiş. Yani senin Kudretli Ayı buralarda yok." Bok'un yüzünde muzip bir ifade beliriyor. "Ve Mitga’nın da Wændz ile birlikte kaldığını duydum. İşi pişirmişler." Göz kırparak hafifçe gülüyor ve seni biraz kızdırmak istiyor gibi görünüyor. "Snapshotlar bile sevgili buluyor ama Friks sap hala." Tam bu sırada Bok, kolundaki saate bir bakış atıyor ve ifadesi biraz ciddileşiyor. "Garip..." diyor, ekrana odaklanarak. "Saatimden biraz garip sinyaller alıyorum. Ne dersin, bir kontrol etmeli miyiz?" diye soruyor sana, ama tam o anda saati aniden kapanıyor. Yüzü şaşkın bir ifadeyle ekrana bakarken, birkaç kez düğmelerine basarak saati açmaya çalışıyor. "Ne bok oluyor burada?" diye mırıldanıyor, biraz endişeli bir şekilde. "Bu saatin kapanması imkansız, kim kapatmış olabilir ki?"

Bok’un saatiyle uğraştığı sırada, camdan dışarı bakmak için biraz yaklaşıyorsun. Sokak lambalarının loş ışığı altında dışarıyı gözlerinle tarıyorsun. Patron’un evi sakin bir sokakta, normalde çok hareketli olmayan bir yerde. Ama bir anda, biraz uzakta, yolda biri beliriyor. Daha dikkatli bakıyorsun ve kanın donuyor. Mavi’yi görüyorsun ama üzerinde kanlar var, sanki birileri tarafından saldırıya uğramış gibi. Kalbin hızla atmaya başlıyor ve gözlerini kısıp Mavi'yi daha net görebilmek için biraz daha yaklaşıyorsun. Mavi, sendeleyerek ve kanlar içinde, yolun ortasında adım adım yürüyor. Bok, seni görünce saatiyle ilgilenmeyi bırakıp hızla yanına geliyor ve camdan dışarı bakıyor. Bok’un yüzünde bir şok ifadesi beliriyor. "Lan bu Mavi!" diyor, sesi bir anda ciddileşiyor. "Ne olmuş ona? Hemen çıkmamız lazım." Bok, hızla kapıya yönelirken sen de onun peşinden gidiyorsun. Mavi karşınızda duruyor, sesi çıkmıyor. Elinde bir bıçak var, bıçağı bir anda yere bırakıyor. Size duygusuz bir yüz ifadesiyle bakıyor.

Re: [Livei Nyawodz] Öz ve Benlik

#6
Patron, Dyoch'un Himota'dan henüz dönmediğini söylemişti. Friks ve Mavi'den ise haberi yoktu. İlginç bir durumdu. O ikisinin bu evden bu kadar uzun süre uzak kalmalarını tuhaf karşılıyordu. Düşünceyle birasını kafaya dikti. Odada eski anılar anlatılıyordu, herkes kahkahalarla sohbete eşlik ediyordu. Şen bir ortam oluşmuştu. Patron gençliğinde utanç verici anıları bile anlatmaya başlamıştı. "Patron sen dikkat et bak çok içme." dedi dalga geçerek Livei. Bok da patrona takılarak yaşlı adamı kızdırmayı denemişti ama Lujein kolay yutulur lokma değildi. Bu eğlenceli ortamda Livei de şüphelerini unutarak kahkahalara boğuldu. Bir süre sonra masadaki biraların bittiğini fark ederek mutfağa yöneldi. Biraların yerini bulmak için dolabı karıştırırken arkasında Shira'nın bittiğini fark etti. Bir şey söylemek ister gibi duruyordu. Livei elindeki işini bırakarak ona yöneldi. Shira, memleketi olan Dusha'da yaşanan devrimden haberdardı. "Shisha gerçekten büyük iş başardı." dedi Livei mutlulukla. "Dusha'ya mutlaka gitmelisin. Aileni bulursan bize de haber yolla. Senin için çok mutluyum Shira. Memleketinin hasretini çok çekiyordun." Shira son olarak Friks'in daha önce gittikleri bir barda sabaha kadar içeceğini söylemişti. Buraya gelmek yerine bara gitmek mi? Hem de Friks. Livei'nin yüzü hüzünle asıldı. Friks böyle bir şey yapıyorsa fena efkarlanmış olmalıydı ve sorumlusu da kendisiydi. Acaba artık Livei'den nefret mi ediyordu? "Teşekkür ederim haber verdiğin için."

Salona diğerlerinin yanına döndü. Neşesi biraz kaçmıştı. Bok, bunu fark ettiğinden miydi emin değildi ama onunla konuşmaya başlamıştı. Mabi'nin Djurat'a gittiğini söylemişti. "Aaa hiç de haber vermedi. Keşke bir vedalaşsaydı bizimle." Mitga'nın da Wændz'de kalmaya başladığını, işi pişirdiklerini söylemişti. Livei kahkaha attı. "Yılın olayı bu olsa gerek, mutluluklar ikisine de." Sonrasında Bok, onu kızdırmaya çalışır gibi snapshotların bile sevgili bulduklarından ama Friks'in sap olduğundan söze girmişti. Livei yarı şaka yarı ciddi koluna vurdu Bok'un. "Öyle demesene! Çok ayıp. Friks yakın zamana kadar nişanlımdı. Ve hala çok sevdiğim bir dostum." Sonra yüzü düşmüş bir şekilde mırıldandı. "Sanırım artık benden nefret ediyor. Baksana, yanımıza bile gelmiyor." O esnada Bok'un kolundaki saatiyle uğraştığını fark etti. Ne oluyor diye soracakken Bok ona garip sinyaller aldığını söylemişti. "Garip sinyaller mi? Nasıl yani?" O esnada da saatin ekranı kapanmıştı. "Bu çok garip." Livei endişelenmişti. Saatin ekranı neden durduk yere kapanırdı ki? "Saatin ayarları ile uzaktan oynanması mümkün mü?"

Livei o esnada bir şey gördüğünü zannederek cama yöneldi. Uzakta, sokak lambalarının biraz ilerisinde bir insan figürü çarptı gözüne. Onun Mavi olduğunu fark ettiği anda da kanı damarlarından çekilmişçesine kalakaldı. Mavi'nin üstü başı kan içerisindeydi. Saldırıya uğramış olmalıydı. Sendeliyordu. Sanki her an bayılabilirmiş gibiydi. Bok da fark ederek cama yönelmişti. Onun hızla kapıya yönelmesi ile birlikte kendisi de peşinden koşturdu. Kim, neden Mavi'ye saldırırdı? Aslında saldırabilecek bir düzineden fazla insan vardı ama neden şimdi? Neden bu şekilde? Anlaması güçtü. Dışarı çıktığı anda Mavi'nin boş bakışları ile karşılaştı. Elinde bir bıçak vardı. Onları görünce onu yere bırakmıştı. Bıçakta kan lekeleri vardı. "Mavi? Ne oldu? Yaralandın mı? Friks nerede?" Hızla ona doğru koşmaya başladı. "Bu senin kanın mı?" Dostunun herhangi bir yarası var mı diye kontrol edecekti ve gerekiyorsa koluna girip yürümesinde ona destek olacaktı. "Shira, Friks'in barda içtiğini söyledi. Şu an savunmasız olabilir. Mavi'ye saldıran kişi onu arıyor olabilir. Onu bul ve buraya getir Bok, lütfen. Mavi'yi de hastaneye götürmemiz gerekebilir."
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] Öz ve Benlik

#7
Mavi'nin koluna girip ona destek olmaya çalışıyorsun. Ayakta zar zor durabiliyor gibi görünüyor, sendeleyerek yürüyen bedeninin ağırlığını hissediyorsun. Bok, hızla yanınıza yaklaşıyor ve bir yandan sorular sormaya başlıyor. "Ne oldu sana Mavi? Kim yaptı bunu? Friks nerede?" Mavi’nin boş bakışları karşısında, Bok’un sesi endişeyle dolup taşıyor. Ama Mavi, sanki Bok’un söylediklerini duymuyormuş gibi sessizliğini koruyor, yüzünde herhangi bir ifade yok. Adımlarını biraz daha hızlandırarak onu eve doğru götürmeye çalışıyorsun. Mavi'nin yüzü donuk ve gözleri karanlıkta boş bir şekilde ilerliyor. Tam o sırada, Mavi’nin boşta kalan eli birdenbire cebine gidiyor. Aniden bir metalin parıltısını fark ediyorsun. "Ne yapıyorsun, Mavi?" diye soruyor Bok. Mavi’nin eli cebinden bir silah çıkarıyor ve silahı havaya kaldırıyor. Anında irkiliyorsun, gözlerin dehşetle açılıyor. O an, uzaktan yankılanan bir ses duyuluyor. "Çabuk ondan uzaklaşın!" diye bağırıyor bir ses. Sesin kimden geldiğini anlamak için başını çeviriyorsun ve uzakta, gölgelerin arasında başka bir figür görüyorsun. Kafanın içi bir anda karışıyor, çünkü bu figür… Mavi’ye benziyor! Aynı kıyafetler, aynı kan lekeleri. Yüzündeki ifade biraz daha canlı ama gözlerinde korku ve panik var.

Sen ve Bok refleksle Mavi’den uzaklaşıyorsunuz. O sırada yanındaki Mavi, hala elinde silahla duruyor. Bok, şok olmuş bir şekilde bağırıyor. "N'oluyor lan?! Sen-" Diğer Mavi’ye bakıyorsun, gözlerindeki endişeyi görebiliyorsun. Ama gözlerin tekrar yanındaki Mavi’ye dönüyor; silahı havada tutan elinde bir titreme başlıyor. Mavi’nin dudakları hafifçe kıpırdıyor, ama hiçbir ses çıkmıyor. Gözleri boş, kaybolmuş bir ruha sahipmiş gibi görünüyor. Diğer Mavi, uzaktan size doğru bir şeyler söylemeye çalışıyor ama duyamıyorsunuz. Bir an, yanınızdaki Mavi’nin gözleri biraz daha açılıyor ve dudakları titremeye başlıyor. Silahı aniden kendine çeviriyor, namluyu çenesinin altına yerleştiriyor. Ellerinde korkunç bir titreme var; gözleri karanlığa boş boş bakıyor. Nefes alışları hızlanıyor, göğsü yükselip alçalıyor. "Hayır… hayır…" diye mırıldanıyor, sesi tiz ve çatlamış bir halde. Bu haykırış, içinde kopan bir fırtınanın dışavurumu gibi yankılanıyor. Silahın ucunda durup kendi iç savaşıyla mücadele ederken, bir an için sanki duraksıyor gibi oluyor. Ama o an, çok kısa sürüyor. Bir an, sanki gözlerinin önüne bir şey gelmiş gibi, başını hafifçe sallıyor. "Hayır, hayır! HAYIR!" diye haykırıyor tekrar, sesi gittikçe yükseliyor. Sonra, her şey bir anda gerçekleşiyor. Patlayan silah sesi, geceyi bir şimşek gibi aydınlatıyor ve bir yankı gibi çevrede dolaşıyor. Mavi’nin bedeni, gümbürtüyle yere düşüyor. Yüzünde şaşkın bir ifade, gözlerinde bir anlık korku donup kalmış. Kan, boynunun altından sızarak soğuk kaldırımla birleşiyor. Cansız bedeni hareketsiz yatarken, ölüm sessizliği çevreyi kaplıyor.

Uzaktaki diğer Mavi, tüm bu olanları kanlar içinde, sessizce izliyor. Gözlerinde büyük bir dehşet ve şaşkınlık var. Hem sen hem de Bok, gördüklerinizin gerçek olup olmadığını sorguluyorsunuz; zihninizde bir an için her şey karmakarışık hale geliyor. Bu korkunç sahne karşısında, kimsenin ağzından tek bir kelime bile çıkmıyor.




15 Dakika Önce
Karanlık bir yolun ortasında, yalnızca sokak lambalarının soluk ışıkları altında Mavi ve snapshotu karşı karşıya duruyor. Gece serin, hava ise gerilimle dolu. Her iki Mavi de gözlerini birbirinden ayırmadan bekliyor. İçlerindeki adrenalinin yükselmesiyle etraflarındaki hava giderek daha da elektrikleniyor. Snapshotu, rahatsız edici bir gülümsemeyle Mavi’ye doğru adım atıyor. Mavi’nin elleri titriyor ama bu bir korkudan değil, beklenen bir savaşın öncesindeki adrenalin patlamasından. Birdenbire, ikisi de aynı anda hareket ediyor. Neon elementlerini kullanarak birbirlerine doğru hızla koşuyorlar. Mavi'nin elinde Neon’un parlaklığıyla titreşen bir bıçak var; snapshotu ise ellerinden fışkıran neon ışıklarıyla saldırıya hazırlanıyor. Havada kıvılcımlar çakıyor, neonun enerjisi gökyüzünü aydınlatan bir yıldırım gibi parlıyor.

Mavi, bir hamle yaparak bıçağını savuruyor, ama snapshotu hızla geri çekilip hareketten kaçınıyor. Anında karşı saldırıya geçiyor ve ellerinden çıkan neon ışınlarıyla Mavi’ye doğru bir darbe gönderiyor. Mavi, aniden yana çekilerek ışıktan kaçıyor, ama birkaç ısın dalgası kolunu sıyırıp geçiyor ve etrafındaki havayı titretiyor. Acının yanması tenine vurduğunda dişlerini sıkıyor ama bu yalnızca onun iradesini daha da sertleştiriyor. İkisi de geri çekilip yeniden birbirlerine odaklanıyorlar. Gözlerinde kararlılık ve öfke var. Birbirlerine bir süre bakıyorlar ve nefeslerini düzenliyorlar. İkisi de Neon elementinin enerjisini içlerinde hissediyor. Mavi, aniden elindeki bıçağı ileriye doğru fırlatıyor ve neon ışıklarıyla aydınlanan bıçak, bir yıldırım gibi snapshotuna doğru uçuyor. Snapshotu, ellerini hızla havaya kaldırarak bıçağı engelliyor, ama tam o sırada Mavi neon hızında peşinden gidiyor. Ellerini kullanarak karşısındaki rakibin savunmasını zorluyor.

Snapshotu, ellerini bir kalkan gibi kullanarak neon elementinin enerjisiyle bir bariyer oluşturuyor ve Mavi’nin hamlesini engelliyor. İkisi de aynı elemente sahip oldukları için güçleri eşit gibi görünüyor. Mavi, sinirle geri çekiliyor ve snapshotunun kalkanını aşmanın bir yolunu bulmaya çalışıyor. Bir anlık tereddütle, enerjisini yoğunlaştırıp bıçağını tekrar kuvvetle savuruyor. Snapshotu bu kez biraz daha dikkatli bir şekilde geri çekilip saldırıdan kaçınıyor. Savaş bir süre böyle devam ediyor; her iki taraf da hızlı ve ölümcül saldırılarla birbirine meydan okuyor. Neonun enerjisi, gecenin karanlığını delip geçiyor ve çevreyi aydınlatan parlak patlamalar yaratıyor. Mavi, bir an için rakibini alt ettiğini düşünüyor ama snapshotu, Mavi’nin her hamlesine karşılık veriyor. Bu acımasız oyun böyle sürüp giderken, Mavi’nin nefesi biraz daha ağırlaşıyor ama hala vazgeçmiyor.

Mavi, sonunda bir strateji değiştiriyor ve hızıyla şaşırtmaya karar veriyor. Aniden ileri atılıyor ve havada bir takla atarak neon ışınlarıyla çevrelenmiş yumruklarıyla snapshotuna saldırıyor. Snapshotu beklenmedik bu hamleye karşı hazırlıksız kalıyor. İlk kez geri çekilmek zorunda kalıyor ve bu sefer dengesini kaybediyor. İşte o anda Mavi, fırsatı yakalıyor. Elindeki bıçakla hızla öne doğru hamle yapıyor ve sonunda snapshotunun yanağına derin bir kesik atıyor. Kesikten neon rengi bir ışık sızıyor. Mavi'nin yüzünde anlık bir zafer ifadesi beliriyor ama savaşı bitirmek için hızla saldırıya devam etmesi gerektiğini biliyor. Kesikten dökülen neon ışığını gördüğünde elindeki bıçağı bırakıp yumruklarını sıkıyor ve hızla yaralı yanağa doğru sert bir yumruk savuruyor. Yumruk, tam da snapshotunun kesik açılan yerine iniyor ve darbenin etkisiyle rakibinin başı yana doğru savruluyor.

Ama o an, Mavi garip bir şey fark ediyor. Snapshotu, Mavi'nin yapmayı düşündüğü şeyi yapıyor. Sanki Mavi'nin aklından geçenler onun kontrolüne geçmiş gibi. Mavi şaşkınlıkla geri çekiliyor ve zihninde aniden çelişkili düşünceler beliriyor. Bir yandan kontrolü elinde tutmak isterken, bir yandan da kendi hamlelerini yapmaya çalışıyor. Ama fark ediyor ki, düşündüğü her hareket snapshotunu da etkiliyor. Bu çift taraflı bir savaşa dönüşüyor; sanki Mavi hem kendi bedenini hem de snapshotunun bedenini aynı anda yönetiyor. Zihninde bir kaos başlıyor; bir yandan savaşı sürdürmek, bir yandan da kontrolü kaybetmemek zorunda. Aklı karışıyor ve iki tarafa birden odaklanmak giderek zorlaşıyor. Snapshotunu hareket ettirmeye çalışırken, aynı anda kendi bedenini de koordine etmeye çalışıyor. Ama bu, kendi düşüncelerinin de kontrolünü kaybetmesine sebep oluyor. Mavi, artık bu karmaşıklıkla daha fazla başa çıkamayacağını anladığında, bir karar veriyor. Patron'un evine doğru yürümeye başlıyor ve snapshotunu da aynı anda önden yürütüyor. Her adımda, hem kendisi hem de snapshotu paralel olarak ilerliyor. Zihnindeki sesler ve düşünceler birbirine karışırken, kontrolü kaybetmemeye çalışıyor. Patron'un evine yaklaşırken, artık hem kendi düşüncelerinin hem de snapshotunun düşüncelerinin karıştığı bu garip ve korkunç durumun nasıl sonuçlanacağını bilmiyor.

Şimdi
Mavi, titreyen elleriyle, gözlerinde hala o dehşet dolu bakışla, biraz önce yaşadığı korkunç olayı herkesin önünde anlatmaya başlıyor. Sesi çatlak ve sarsılmış bir halde, savaşın detaylarını, snapshotuyla olan mücadelesini ve sonunda kontrolü nasıl ele geçirdiğini bir bir dile getiriyor. Bu hikayeyi anlatırken odadaki herkesin yüzünde şaşkınlık ve korku dolu ifadeler beliriyor. Patron, Mavi’nin anlattıklarını dikkatle dinliyor. Yüzü düşünceli bir ifadeyle hafifçe asılıyor ve başını hafifçe sallıyor. "Bu çok tuhaf bir durum. Bu gezegende daha önce de pek çok garip olay oldu ama bu... başka bir şey." Bok da şaşkınlığını gizleyemiyor ve kaşlarını çatıyor. "Bu gerçekten garip. Demek ki snapshotunu öldürmek istemedin ama başka çaren kalmadı." diye yorum yapıyor, kafası karışmış bir halde. "Sana saldırmaya devam ediyordu ve onu durdurmanın başka bir yolu yoktu sanırım." Mavi, başını sallıyor ve sesinde bir pişmanlık beliriyor. "Evet, onu öldürmek istemedim." diyor, sesi biraz daha düşük bir tonda. "Ama başka çarem yoktu. O benim kontrolümü ele geçiriyordu. Sahip olduğum gücün ne anlama geldiğini bilmiyorum... Bu güce nasıl sahip oldum, onu da bilmiyorum." Ellerinin titremesi hala devam ediyor; gözlerinde kaybolmuş bir bakış var.

Bok, biraz duraksayıp düşündükten sonra başını sallıyor. "Ingenium gezegeni hakkında daha bilmediğimiz ne kadar çok şey var acaba?" diye söyleniyor, kafasındaki sorulara bir cevap bulmaya çalışıyormuş gibi. "Ne tür güçler, ne tür sırlar gizli burada, bilmiyoruz." Mavi, biraz sakinleşmeye çalışarak devam ediyor. "Öncelikle Friks ile bir barda oturuyorduk. Ama o benimle gelmek istemedi, ben de tek başıma yola çıktım." Bu sözler odadaki gerilimi biraz daha artırıyor. Bok, aniden sinirlenerek homurdanıyor. "Hep böyle yapıyor işte! Friks hep sorun çıkarıyor. Herkesi kendi haline bırakıyor, sonra da olan bize oluyor." Patron, Bok’un bu tepkisini sakin bir ses tonuyla karşılıyor. "Hayır evlat. Bu kadar sert olma. Friks’in ne durumda olduğunu bilmiyoruz. Ama birilerinin gidip onu kontrol etmesi gerektiği açık." Bok, gözlerini sana çevirerek konuşuyor. "Livei, istersem seni ışınlayabilirim. Belki tek gitmen daha iyi olur. Hem onu bulup anlamaya çalışabilirsin, hem de belki ona yardım edebilirsin." Bu teklifi kabul etmemek için bir sebep göremiyorsun. Mavi, bara giden yolun tarifini verirken elleri hala biraz titriyor. "Merkezdeki eski köprüye yakın. Oradan sağa dön ve birkaç sokak aşağıda. İsmi 'Kırık Bardak' diye hatırlıyorum." Bok, tariften sonra saatine birkaç kez dokunarak sana dönüyor. "Hazır mısın?" diye soruyor, yüzünde hafif bir gülümseme beliriyor.

Bok’un saati parlamaya başlıyor ve bir anda kendini barın hemen dışında buluyorsun. Hava aniden değişiyor, soğuk yağmur damlaları yüzüne çarpmaya başlıyor. Islanmamak için hızlıca barın kapısına doğru koşuyor ve kapıyı itip içeri giriyorsun. İçeri girdiğinde sıcak ve loş bir ışıkla karşılanıyorsun. Barın havası tütün dumanı ve eski ahşap kokusuyla dolu. Gözlerin hemen Friks’i buluyor. Friks, barın ortasında tek başına oturmuş, yedinci birasını bitirmek üzere. Bir anlık duraksamanın ardından bardaktaki son damlayı içip gürültüyle masaya bırakıyor. Sesin ve yaklaşan adımlarınla arkaya dönüyor ve seni görünce alaycı bir gülümseme yayıyor yüzüne. "Gel gel. Bir sen eksiktin, sen de gel. Bakalım bu gece daha kimler gelecek!" diyor. Friks’in bu hali karşısında ne diyeceğini ve nasıl yaklaşacağını düşünmeye başlıyor, ama bir şeylerin yolunda gitmediği çok açık.

Re: [Livei Nyawodz] Öz ve Benlik

#8
Mavi kendinde değil gibiydi. Zar zor ayakta duruyordu. Livei onun hemen koluna girmişti ancak adamı toparlamak çok zordu. Yüzünden kanlar akıyordu. Gözleri o kadar boş bakıyordu ki... Ağzından da tek kelime bir laf çıkmamıştı. Bok da onu konuşturmayı denemişti ama nafileydi. Sanki söylenilenleri duymuyordu. O esnada Mavi, boştaki eline cebine sokmuştu ve parıldayan bir metal görünmüştü. Livei bunun ne olduğunu biliyordu. "Mavi?" Sorgulayan bakışlarını dostunun üzerinde gezdirirken Bok da hayretle ne yaptığını sormuştu. Mavi silahı çıkarıp havaya kaldırdı. Livei irkilerek Mavi'nin destek olduğu kolunu bıraktı ve birkaç adım geri çekildi. "O MAVİ DEĞİL!" Bok'u uyarmaya çalışmıştı. Tam o anda uzaktan tanıdık bir ses duydu. Ondan uzaklaşmalarını söylüyordu. Başını sesin geldiği yöne çevirdiğinde bir başka Mavi ile karşılaştı. Kendi Mavi'leri. Üzerinde snapshotunkiyle birebir aynı kıyafetler ve aynı kan lekeleri vardı. Livei ve Bok derhal sahte olan Mavi'den uzaklaştılar.

Bundan sonrası adeta ağır çekim gibi ilerlemişti. Snapshot olan Mavi'nin boş bakışları devam ediyordu. Elindeki silahı kendi kafasına doğrultmuştu. Titriyordu. Bedeni, elleri, dudakları. Cılız bir inleme sesi dökülüyordu dudaklarından. Hayır diyordu. Hayır diye itiraz ediyordu sanki bir şeye. Sanki kendisiyle mücadele ediyordu tetiğe basmamak için. Sanki birisi onu uzaktan kumanda ile o tetiğe yönlendiriyordu. Gözlerindeki dehşeti ve korkuyu görebiliyordu. Sonra... Patlama sesi. Etrafa sıçrayan kan. Snapshot Mavi'nin yere düşen cansız bedeni. Livei dehşetle geriye sıçramıştı. Göğsü aldığı nefesin düzensizliğe ile inip inip kalkıyordu. Snapshot Mavi'nin gözlerinde son anlarının dehşeti yapışıp kalmıştı. Başını diğer Mavi'ye doğru çevirdi. Gerçek Mavi'ye. Sonra koşup ona sımsıkı sarıldı. Hiçbir şey söylemedi. Bu çok tuhaftı. Mavi'yi ölürken görmüştü. Onun aynı Mavi olmadığını biliyordu. Ama tıpatıp ona benziyordu. Sesi, yüz ifadesi, bedeni... Ona o kadar benziyordu ki dostunu yerde cansız yatarken görmek onu derinden etkilemişti sahte olduğunu bilmesine rağmen.

Olayın ilk şoku atlatıldıktan sonra herkes salona geçmişti yeniden. Livei yerinde duramıyordu, sürekli volta atıyordu. Mavi baştan sona başından geçenleri anlatmıştı. Friks ile barda olduğunu, Friks'in onunla gelmediğini, tek başına sokakta buraya gelmek için yürürken snapshotu ile karşılaştığını, zorlu bir savaşa girdiklerini... Kendisiyle dövüştüğü için zorlanmıştı özellikle çünkü snapshotu da birebir onunla aynı taktikleri uyguluyordu. Neyse ki gerçek Mavi daha zekiydi ve onu alt etmeye başlamıştı. Tam o esnada, yüzünü kanatıp kesik açtığı yere dokunduğunda snapshotu ile zihinlerinin ortaklaşmaya başladığını hissetmişti. İkisinden birinin üstün geleceği bir savaşa girişmişlerdi. Snapshotu onu kontrol etmeye çalışırken o da snaphotunun zihnini kontrol etmeye çalışıyordu. Bu yüzden başka çaresi olmadığı için tüm gücüyle onu kontrol etmeye çalışmış ve patronun evine yürümüştü. Orada da snapshotuna kendisini öldürtmüştü. Aslında öncelikli amacı bu değildi ancak başka çaresi kalmamıştı. Mavi'nin hala tüm bedeni zangır zangır titriyordu. Livei onun yanında dizlerinin üzerine çökerek ellerini avuçlarının arasına aldı. "Geçti, geçti..." Gözleri düşüncelerle kararmıştı. Bok ve patron bunun nasıl mümkün olabileceğini tartışıyorlardı. Mavi ise böyle bir güce ne zaman eriştiğini bilmiyordu. "Bu belki de bir güç değildir." diye fikrini belirtti Livei. "Belki de kanımızda sahip olduğumuz bir şeydir. Ya da snapshotlarımızla ilgili bir durumdur. Mavi'nin snapshotu kaçırıldığı dönemde yapılmış olmalı. Snapshotların nasıl çalıştığını tam olarak bilmiyoruz. Onlarla ne kadar ortak noktamız var, bedenleri ne kadar stabil, bizim güçlerimize ve potansiyelimizin ne kadarına sahipler bilmiyoruz." Mavi'ye döndü yeniden. "Bu zihni kontrol etme olayı onun açık yarasına dokunduğunda oldu, değil mi? Kanına dokundun yani. Her yeriniz de kan içindeydi. O da senin kanına dokundu." Ayağa kalktı. "Bunu araştırmalıyız. Belki Thomas bir şeyler biliyordur, o da Dünyalı sonuçta. Mabi ve Mitga'yı da araştırmalıyız. Hatta... Kendi aramızda bile deneyebiliriz, bilmiyorum. Bunun sınırlarını ölçmeliyiz. Bu çok önemli bir şey gibi hissediyorum. Üstelik tam bu olay olduğu esnada Bok'un saati kapandı. Bunu da soruşturmalıyız."

Ardından konu Friks'e gelmişti. Bok ona karşı aşırı tepkisel ve önyargılıydı. Livei bu duruma bozuluyordu çünkü aralarındaki ilişkinin boyutu değişse bile Friks'e hala çok fazla önem veriyordu. Onu gerçekten sevmişti. Bok'u sevdiği gibi olmasa da sevmişti onu. Aralarındaki ilişki yalan değildi, oyalanma değildi. Friks'in de altın gibi kalbi olan çok iyi birisi olduğunu biliyordu. "Bok!" Uyardı onu kızan bir ses tonuyla. "Friks ailemizin bir üyesi. Lütfen birbirimize karşı daha nazik ve şefkatli olalım." Bok isterse onu ışınlayabileceğini söylemişti. Ona yardım edebileceğini düşünüyordu. "Şansımı denerim." Sesi biraz cesaretsiz biraz da kırgın geliyordu. Mavi ona barın yolunu tarif etmişti. Livei orayı zaten biliyordu. Bok saatine dokunarak onu ışınlamıştı. Kendini barın önünde bulmadan önce gördüğü son şey onun yüzündeki tebessümdü.


Hava serinlemiş, yağmura dönmüştü. Kendini hemen bardan içeri attı. İçerisi sıcak ve loştu. Alkol kokusu buram buram ciğerlerini dolduruyordu. Friks'in figürü bariz bir şekilde göze çarpıyordu. Barın ortasında, tek başına oturuyordu. Onun bu halini görmek Livei'nin içini cızlattı. Friks duygularını kendine saklayan bir adam olduğu için ne kadar harap olduğunu görmezden gelmek kolaydı. Onun gibi kolay kolay yıkılmayacak koca cüsseli bir adamı barda tek başına içerken izlemek acıklıydı. Bok'un yüz ifadesi son dönemde nasıl daha mutlu ve hafif hale gelmişse tam tersi Friks'in yüz ifadesi de kararmıştı. O eski neşesi sönmüştü. Acı çekiyordu, yas tutuyordu. Livei için nispeten kolay olmuştu atlatmak, Bok vardı çünkü ama Friks'in kimsesi yoktu. Friks içeri girdiğinde onu hemen fark etmişti. Elindeki kaçıncı birasıydı bilmiyordu ama oldukça sarhoş görünüyordu. Onu gördüğünde alaycı bir şekilde gülümsemişti. Sonra da alay etmişti, bu gece başına gelmeyen son şeyin kendisi olduğunu ima ederek. "Neden öyle dedin? Başkaları da mı geldi?" Livei onun alaycılığına ayak uydurmaya çalışsa da ruhu hemen sönüverdi. Sakince yanındaki tabureye gidip oturdu. Bedenini tamamen ona çevirerek bir süre sessizce sadece yüzüne baktı. Onun gibi şakacı, en olumsuz anlarda bile herkesi güldürmeyi başarabilen bir adamın neşesini söndürdüğü için kendisinden nefret ediyordu. "Mavi yolda saldırıya uğradı. Snapshotu tarafından. Durumu iyi merak etme. Mavi'nin yani. Snapshot için aynı şeyi söyleyemem. Senin de peşine düşerler diye endişelendim ve kontrol etmeye geldim." Bir süre daha hiçbir şey söylemeden onu izledi. "Friks..." Yutkundu. Boğazına bir yumru oturmuştu. "Bok ile kavga etmişsiniz. Sana kırılmış." Düşünceli bir şekilde indirdi gözlerini bir süre. "Sana hak veriyorum gerçi. Sadece... Keşke bana dürüst olsaydın. Gerçek duygularını açma konusunda. İnan bana kaldırabilirdim, seni yargılamazdım." Derin bir soluk aldı. Ağlamamak için zor duruyordu. "Çok özür dilerim, her şey için. Çok vicdan azabı çekiyorum. Beni affetmen için ne yapmam gerekiyor? Ne gerekirse söyle, yaparım. Sana çok fazla önem veriyorum. İnan ki. Sen benim için ailemin bir parçasısın. Mutlu olmanı istiyorum sadece. Artık benden nefret ediyorsan ve bir süre yüzümü bile görmek istemiyorsan onu da yaparım. Ama biz bir aileyiz ve aileler ne olursa olsun birbirlerini desteklerler. Seni böyle kendini paralarken görmeye dayanamıyorum. Acını hafifletmek için yapabileceğim bir şey varsa söyle, yaparım."
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz] Öz ve Benlik

#9
Friks, söylediklerini duyunca yüzündeki alaycı gülümseme yavaşça kayboluyor. Mavi’nin saldırıya uğradığını duyduğunda, yüzü ciddileşiyor ve gözlerinde kısa bir süre için endişe beliriyor. "Sana gitme demiştim, salak!" diyor dişlerinin arasından, sesinde hayal kırıklığı var. "Ama tabi ki beni dinlemez. Neden onu yalnız bıraktım ki? Onunla gitmeliydim..." diye ekliyor, gözlerini bardaki boş bardağa dikip sinirle elini yumruk yapıyor. Yaptığı hatayı anladığında kendine kızgın bir şekilde iç çekiyor, omuzları düşüyor. Bir süre kendi kendine sinirini bastırmaya çalışırken, söylediklerin, özellikle "aile" kelimesi, sanki içindeki tüm bastırılmış duyguları bir anda su yüzüne çıkarıyor. İçinde patlamak üzere olan bir volkan gibi, bir anda kendini tutamayıp öfkeyle konuşmaya başlıyor. "Aile mi?" diye hiddetle soruyor, sesi giderek yükseliyor. "Biz bir aile olacaktık, Livei! Bir gelecek kuracaktık, birlikte. Bunu istedin, bunu konuştuk! Ama sonra... Son anda her şeyi mahvettin!" Ellerini masanın üzerinde yumruk yaparak bastırıyor, göğsü hızla inip kalkıyor. "Beni Bok için terk ettin. Ben senin her şeyin olmaya çalıştım. Bunu göremiyor musun? Seni mutlu etmek için her şeyi yaptım. Ama sen, seni her zaman sevmiş bir adamı hiçbir şey olmamış gibi kenara attın ve onun kollarına koştun!" Sözleri ağır ve acı verici. Gözlerinde biriken yaşları gizlemeye çalışırken elleri titriyor. "Gözümün önünde ya! Gözlerimin önünde onu seçtin. Sanki ben orada değilmişim gibi, sanki hissettiklerimin hiçbir önemi yokmuş gibi. Beni görmezden geldin, hissettiklerimi görmezden geldin, seni her şeyden çok seven bir adamı görmezden geldin."

Friks, öfkeyle nefes alıp vermeye devam ediyor. "Ne kadar acı çektiğimi biliyor musun? Her gece ne kadar yalnız hissettiğimi, gözlerimin önünde seni başkasının kollarında görmekten nasıl paramparça olduğumu biliyor musun? Bir anda, her şeyimi kaybetmiş gibi hissettim. Her şeyi... Beni, senin için anlamlı kılan her şeyi." Bir an duraksıyor, gözleri doluyor ve boğazı düğümleniyor. "Ama senin umurunda değildi, değil mi? Tek bir defa bile dönüp 'Acaba Friks ne hissediyor?' demedin. Hiç mi değerim yoktu? Benim hayatım, hislerim, acım... Hiç mi önemli değildi? Sen benim için her şeydin, ama ben senin için neydim? Sadece bir aşamaymışım gibi davrandın. Anlamsız, gereksiz." Karşında, hissettiği tüm öfkeyi, kırgınlığı ve çaresizliği serbest bırakırken, gözlerinden yaşlar akıyor. "Sen benim dünyamdın, Livei. Ama sen, benim dünyamı yerle bir ettin." diyor. "Ve ben burada, tek başıma, o enkazın ortasında kalakaldım." Friks’in sesi titreşiyor ve sinirle kendini geri çekiyor, bir sandalye çekip sertçe üzerine oturuyor. Bir anda avazı çıktığı kadar bağırıyor. "Ve şimdi buraya gelip mutlu olmamı mı istiyorsun? Senin boktan özrünle her şeyin düzeleceğini mi sanıyorsun?"
Sessizlik.

Re: [Livei Nyawodz] Öz ve Benlik

#10
Friks aile kelimesini duyduğu anda tetiklenmişti. Bir anda öfkelenerek büyük bir hüsran ile bağırmaya başlamıştı. Kuracakları aileden, her şeyi mahvetmesinden, onu terk etmesinden... Livei tarafından kullanılmış, önemsenmemiş hissediyordu. Görmezden gelindiğini düşünüyordu. Haksız da sayılmazdı. Tek yanıldığı nokta, Livei onu düşünmüştü. Sadece ilk konuşmaları fazlasıyla medeni geçtiği için tüm öfkesini içine atacağını tahmin etmemişti. Friks hayatını mahvettiğini, çok yalnız hissettiğini, onu başkasıyla izlerken paramparça olduğunu ve her şeyini kaybetmiş gibi hissettiğini söylemişti. Sonra da sesini iyice yükselterek boktan bir özürle hiçbir şeyi düzeltemeyeceğini bağırmıştı yüzüne. Livei bu ani ton yükselişiyle aniden irkildi. Yutkundu ve bekledi. Hiçbir şey söylemedi.

İkisi arasında sessizlik oluşmuştu. Muhtemelen bardaki herkes onlara bakıyordu ancak Livei'nin gözlerini Friks'ten kaçıracak cesareti yoktu. Bir süre cesaretini toplamaya çalıştı. "Biliyorum..." diyebildi sonra sadece cılız bir ses tonuyla. "Özür dilerim." Gözünden süzülen yaşları koluna sildi. "Seni önemsemediğim ya da düşünmediğim filan yok, hep aklımdaydın. İyi misin diye merak ediyordum ama bunu gelip sana soramazdım. Zamana ihtiyacın olduğunu düşündüm. Ama bunun bir önemi var mı Friks? Sürekli seni düşünüyor olmam bir fark yaratacak mı? Kaybettiğimiz şeyi bize geri verecek mi?" Hıçkırıklarla dolu bir iç çekti. "Haklısın. Her şeyi mahvettim. Aile kuracaktık, yuvamız olacaktı. Bunu istedim, bunu konuştuk. İstedim, gerçekten istedim. Sana her şeyimi vermeye hazırdım. Sen de beni sadece sevdin. Başka hiçbir yanlış yapmadın. Sevildim. Sevildiğimi hissettim. Senin dünyan, her şeyin olduğumun farkındaydım. Ama ben yine de gidip her şeyi mahvettim. Bana sunduğun her şeyi elimin tersiyle ittim. Seni Bok için terk ettim. Dünyanı yıktım ve seni enkazın içinde tek başına bıraktım. Biliyorum." Gözyaşlarını sildi yeniden. "Çok üzgünüm. Ne yapayım? Ne yapmamı istersin? Ben sana hala çok değer veriyorum. Sen benim için sevgiliden önce bir can yoldaşıydın, güvenilir bir dosttun. Hayatını mahvettiğim için çok özür dilerim Friks. Umarım bir gün benden daha iyi birisini bulursun ve o kişi seni sonsuza dek mutlu eder. Senin mutluluğundan başka hiçbir şeyi istemiyorum. Beni gerçekten, kalbinin tam içinden sevdiğin için çok teşekkür ederim. Bu lafıma kızacaksın biliyorum, kızmakta da haklısın. Ne diyebilirim ki?"

Bar masasından bir peçete alıp gözlerini ve burnunu sildi. "Ben seni gerçekten sevdim. Duygularım yalan değildi. Seninle olmayı çok istedim. Hayatımın en kötü hissettiğim döneminde bana yeniden yaşama tutunma enerjisi verdin. O yüzden... Bana ne kadar kızsan haklısın. Ne kadar kötü şey söylesen de, bağırsan da, küfretsen de gücenmem. Sana hiç adil olmayan çok çirkin bir şey yaptım." Burnunu çekti. "Bunun senin canını ne kadar çok yaktığını biliyorum ama... ben Bok'u çok seviyorum Friks. Ona çok aşığım. Hep aşıktım. O Tihami Savaşı'nda çekip gitmeseydi biz ikimiz arasındakiler zaten hiç var olmayacaktı. O kadar zaman sonra geri döndüğünde aklım çok karıştı... Bunu sana yapamazdım. Bok beni geri istemeseydi bile seninle olmam mümkün değildi. Bunu kabul eder miydin? Bok'a aşık olmama rağmen seninle evlenmemi ister miydin? Bu haksızlığı sana yapamazdım. Bok'un da hala beni istiyor oluşu her şeyi daha da karmaşıklaştırdı." Bir peçete daha aldı. "Ben seni seçmeyi çok istedim. Onu unutup tamamen kendimi sana vermeyi... Her şeyden çok istedim. Çok direnmeye çalıştım. Ama yapamadım. Yapamıyorum. Bu şekilde ilerlemeye devam etseydik ileride duygularını daha da çok incitecektim. Buna bir dur demek zorundaydım. Ne yapabilirim Friks? Özür dilemekten başka ne yapabilirim?"
Image
► Show Spoiler
Locked

Return to “Konutlar”

cron