[Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#1


Bugün cumartesi. Thrao, balkon konuşmasını bitirip şatonun içine geri döndüğünde, yüzünde hafif bir gülümsemeyle size doğru geliyor. Her adımında kral olmanın getirdiği sorumlulukların ağırlığını ve aynı zamanda bu akşamın keyfini çıkarmaya çalışan bir adamın rahatlığını hissediyorsunuz. Yanınıza geldiğinde, görevlilere talimat veriyor. "İçkileri getirin!" Görevliler hızla harekete geçiyor, büyük tepsilerle salonun dört bir yanına içki dağıtmaya başlıyorlar. Kadehler havada çınlıyor, kahkahalar ve neşeli sesler şatonun taş duvarlarında yankılanıyor. Thrao’nun sesinde bir özgüven var, belki de uzun zamandır hissedemediği bir hafifleme. Balkon konuşmasında yüzleştiği gerçekler ve verdiği sözler, şimdi şatonun bu sıcak atmosferinde bir araya gelen insanlar arasında yankılanıyor. İçkiler tepsilerle elden ele dolaşırken, Thrao’nun gözlerinde bir parıltı, yüzünde bir rahatlama ifadesi beliriyor. Sanki yeni başlayan krallığının ilk adımını bu kutlama ile atıyormuş gibi, Thrao size dönüp "Bunu hak ettik, hepimiz hak ettik." diyor. İçten bir kahkaha atıyor, şatoda yankılanıyor. Müzik, Gedhilfe’nin geleneksel ezgilerini taşıyan notalarla salonu dolduruyor. Kemanlar, flütler ve davullarla dolu orkestra, gecenin ilerleyen saatlerinde bile enerjiyi yüksek tutuyor. Müziğin ritmi, adımlarınıza yansıyor, sohbetler, kahkahalar ve içkilerin kadehlerde çınlayan sesi bu akşamın coşkusunu daha da yükseltiyor. İnsanlar, uzun zamandır hissetmedikleri bir özgürlüğü ve hafifliği kutluyorlar.

Livei, Friks, Mavi ve Bok ile birlikte büyük şöminenin yanında konumlanıyor. Şöminenin sıcaklığı, dışarıdaki karanlık ve soğuk geceyi unutturuyor. Alevlerin dansı, yüzlerinizdeki gölgeleri hareketlendirirken, sohbetiniz de bu sıcaklıkla akıp gidiyor. Bok, bir elini beline dolamış, diğer eliyle kadehini tutarak sakin ama kararlı bir ifadeyle konuşmalara katılıyor. "Biliyorum, daha hiçbir şey bitmedi ama... Bu günü görebileceğimize ihtimal vermemeye başlamıştım ya." diyor Bok, Livei’ye dönerek. "Ama önce bu geceyi kutlamalıyız. Bu zaferin tadını çıkarmak hepimizin hakkı." Friks ise yüzünde hafif bir tebessümle dinliyor, ama gözlerinin derinliklerinde bir gölge var; geçmişin izleri, belki de hala atlatamadığı yaralar. Mavi ise her zamanki enerjik haliyle, içkisini yudumlarken bir yandan da "Bu geceyi hiçbir şey bozmasın, tamam mı?" diyor şakayla karışık bir ses tonuyla. Onun bu rahat tavrı, grubunuzun genel havasını daha da hafifletiyor, herkesin omzundaki yükleri bir nebze olsun hafifletiyor.

Diğer tarafta, Mabi Frip’in koynunda oturmuş, gözlerini müziğin ritmine kaptırmış durumda. Frip’in kollarında, müziğin ve kutlamaların tadını çıkarıyorsun. Onun seni sıkıca sarması, içindeki huzursuzluğu yatıştırıyor, seninle birlikte olduğu bu anın tadını çıkarıyor. Gözlerinde bir sıcaklık, bir rahatlama var. Seninle birlikte bu anı paylaşırken, gözlerindeki sevgi, bu geceyi daha da anlamlı kılıyor. Frip, sana fısıldarken "Molchut Serthad açsalar da şurada iki göbek atsak..." diyor, sesi hafifçe titriyor ama içtenliği her kelimesinde hissediliyor.

Wændz ise Mitga ve Gam ile birlikte geleceğe dair planlar yapıyor. Mitga, ellerini konuşmalarına vurgu yapar gibi hareket ettirirken herkes onu dikkatle dinliyor. "Dünya gezegeni çok uzun süre pasif kalmayacaktır. Bu kutlama bittikten sonra işe koyulmamız gerek." diyor Mitga, gözlerinde bir umut parıltısı var. Gam ise her zamanki sakinliğiyle dinliyor, arada bir düşüncelerini paylaşıyor. "Max'e üzülüyorum. Eğer gerçekten öldüyse, bu beni üzüyor. Ben amaçsız bir insandım. Bana bir amaç verdi. Ama önümüze bakmamız gerekiyor." diyor Gam, Wændz’e dönerek. Üçünüz, bu yeni dönemde neler başarabileceğinizi konuşurken, içten içe bir umut, bir heyecan hissediyorsunuz. Geleceğin belirsizliğine rağmen, bir şeyleri değiştirebileceğinize dair bir inanç var içinizde.

Thrao, salonda dolaşırken, etrafındaki insanlarla kısa sohbetler ediyor, her birine bu gecenin anlamını hatırlatıyor. "Bu gece, yeni bir başlangıcın gecesi. Hep birlikte, Gedhilfe’nin geleceğini inşa edeceğiz. Şimdi eğlenme zamanı, yarın ise çalışma zamanı." diyor gülümseyerek. Onun bu sözleri, salondaki enerjiyi daha da yükseltiyor, herkes bu geceyi hak ettikleri gibi kutlamaya devam ediyor. Müziğin ritmiyle birlikte dans eden bedenler, yükselen kahkahalar ve içkilerin coşkuyla havaya kaldırılması, şatonun her köşesini neşeyle dolduruyor. Bu gece, sadece bir kutlama değil, aynı zamanda sonun başlangıcı yeni bir başlangıcın da habercisi oluyor.
Off Topic
Bu konuda GM olarak ■■■■■ ile ilerleyeceksiniz. Pasiflik süresi 3 gündür.

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#2
Thrao'nun balkon konuşmasının beklediğinden daha az gergin geçmesine sevinmişti. Bir kralın halka seslenişini sarayın içinden dinlemek, bütün hayatı boyunca yaşayacağına ihtimal vermeyeceği bir deneyimdi. Epey de ilginç geçmişti. Halkın aklında elbette hala şüpheler vardı. Kralın ani ölümü, savaşın sona ermesi, Himota prensinin vefatı gibi pek çok haberin şokunu henüz atlatabilmiş değillerdi. Üstelik Thrao onların gözünde Deith Ozæf'in kanından, yani ondan farksız bir kraldı. Thrao'nun sözleri şimdilik bir ümit vaat etse de halkın güvenini gerçek anlamda kazanabilmek için fazlasıyla çaba göstermesi gerekecekti. Elindeki kadehi neşeyle yudumlarken aklından bunlar geçiyordu. Her ne kadar onları Bay Zengin yönlendirmiş olsa da Dünya'ya büyük bir müttefiklerini kaybettirmişlerdi. Kıtasal Savaşı da durdurmuşlardı. Ingenium için yeni bir çağ başlıyordu. Umut dolu bir çağ. Bu sefer her şey farklı olacaktı. Bu sefer Dünya'nın da farkındaydılar. Neye hazırlıklı olmaları gerektiğini nispeten biliyorlardı. Aynı hataları bir daha yapmayacaklardı. Aynı şey bir daha yaşanmayacaktı. İstedikleri kadar onları korkutmayı deneyebilirlerdi, onları umutsuzlukla doldurmayı deneyebilirlerdi ancak hiçbirisi bir işe yaramayacaktı. Livei atom enerjisi üzerindeki hakimiyetini arttırarak üçüncü bir elemente sahip olmuştu. Bok veya Wændz gibi deneysel güçleri olmasa bile oldukça güçlüydü. Kendine güveniyordu.

Sonbaharın serinliği gecelere yansımaya başlamıştı. Sıcaklığı hissedebilmek için şöminenin başına yerleşmişti. Friks, Mavi ve Bok da onunla birlikteydi. Mabi ve Frip az ötede yarım bıraktıkları aşklarını tazeliyorlardı o yüzden onları rahatsız etmemeye karar vermişti. Gözleri şöminenin ateşini izlerken ikinci kıtada bıraktıkları Dünyalıları, Max'in gerçek niyetini ve ileride başlarına gelebilecekleri düşünüyordu. Bok'un ona döndüğünü fark etti. Henüz hiçbir şeyin bitmediğini ancak bu zaferi kutlamaları gerektiğini söylemişti. Livei gülümseyerek ona katıldı. "Az şey başarmadık. Sonunda ne olursa olsun bizden geriye kalanlar edindiğimiz dostluklar ve bu sıcak anılar olacak." dedi sakin bir ses tonuyla kadehini yudumlarken. Gözlerini etraftaki yüzlerde gezdirirken Friks'in gözleri ile buluştuğu anda gülümsemesi söndü. Bok'un belindeki elini hissedince boğazını temizleyerek doğruldu. Bok biraz hızlı bir şekilde sarmaş dolaş olmaya başlamıştı. Friks'in bu kadar etraflarında olduğu zamanlarda yapmasaydı bunu bari. Kaosun ve ölümün burunların diplerinde olduğu bir dönemde neden bu kadar hızlı ilerlemek istediğini anlıyordu, Livei de artık bu aşamayı atlayıp ilerlemek istiyordu ancak ortada bir yaşanmışlık da söz konusuydu ve bunu bir anda söküp atmak mümkün değildi. Arabayla döndükleri esnada da aynı şeyi yapmıştı. Hele oradaki çok daha uygunsuzdu. Friks olmasa bile söylenecek laf değildi. Livei o kadar meşrebi geniş bir insan değildi.

Mavi'nin yaptığı şaka ile ortam biraz yumuşamıştı. Livei kaçamak bakışlarını Bok ve Friks arasında gezdirmeye devam ettirdi. Friks bunu kendine niye yapıyordu ki? Neden onların yanında oturup kendine bu işkenceyi çektiriyordu? Livei bu düşüncelerden uzaklaşmak istiyordu. Artık Friks'e her baktığında vicdan azabı çekmek istemiyordu. Bir karar vermişti. Uzun zaman önce verilmesi gereken bir karardı bu. Evet, Friks için de bir süre her şey çok acıklı geçecekti ancak günün birinde kendine uygun birisini bulacağına yüzde yüz emindi. Sonra da unutacaktı. Zamanla çok daha az acı vermeye başlayacaktı. Sonra da gülüp geçeceği birer uzak anı haline gelecekti. Tıpkı arabaya binmeden önce yaptığı gibi derin bir nefes aldı ve kendine geldi. "Evet bu geceyi hiçbir şey bozmasın. Bu gece kutlama gecesi. Sabahlar olmasın be!" dedikten sonra elindeki kadehi tek seferde kafasına dikti. "Hadi içkilerimizi tazeleyelim baylar." Etrafta içki taşıyan görevlilerden birine eliyle işaret ederek boş kadehini gösterdi. "Gedhilfe cumhuriyet olsa güzel olmaz mıydı ya?" dedi Thrao tam yakınından geçerken sarkastik bir ses tonuyla kaş göz yaparak. Sonra da kahkahalarla gülmeye başladı. Çakırkeyif olmaya başlamıştı galiba...
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#3
Thrao balkon konuşmasının ardından bize geri dönerken yüzündeki hafif gülümsemeye karşı istemsizce gülümsüyordum. Derhal içkilerin dağıtılmasını istediğinde acaba nasıl bir partinin beklediğini düşünüyor olsam da kendimi tamamen tüm sorumlulukların yükünden atabilmiş hissedemiyordum. Yemekler getirilmiş, bardaklar tokuşturulmuş ve dostluk ortamı tam olarak oluşturulmuş denilebilirdi. İlk kez böyle bir ortamda bulunmanın getirdiği heyecan ve mutluluğa karşı kendimi akışa bırakıyordum. Bir yandan müzik dinlerken diğer taraftan alkolsüz içecek tüketiyordum. İçkiye pek alışık olmadığımdan çarpmasından bir hayli korkuyordum çünkü bu geceyi sarhoş geçirmek istemiyor, her saniyesini hatırlamak istiyordum.

İnsanlar bir ara toplu halde takılmaktan gruplaşmaya ve farklı konular konuşmaya başladığında ben, Mitga ve Gam bir arada bulunuyorduk. Eğlenceli hava yerini giderek ciddiyete bırakıyor ve geleceğe yönelik neler olabileceğiyle ilgili aramızda konuşuyorduk. Mitga Dünya gezegeninin kısa süre sonra harekete geçeceğinden endişeliydi. Kutlama biter bitmez işe koyulmamız gerektiğini söylemişti. Thrao'nun sözü aklıma geldiğinde yapabileceğimiz pek çok şeyin de olduğunu da hatırlıyordum. Gam'ın dönmeden önce söyledikleri hala aklımdaydı. Max'ın bizi öylece kullanmaktan öte bu kadar açık davranmasının ardında bilmediğimiz bir şeyler olabilir miydi bilemiyordum. Çünkü biz zaten kısa süredir orada bulunmuş ve neyi amaçladıklarını da tam olarak anlayamamıştık. Yalnızca yeteneklerimi geliştirebilsem benim için yeterliydi ancak Gam sözleriyle Max'ı ndoğrudan bir hain gibi düşünmeme engel olmuştu. Şu an için ne olduğunu bilmiyorduk. Dahası Max gerçekten hayatta mı onu bile bilmiyorduk.

Gam Max gerçekten öldüyse üzücü olduğunu söylemişti. Kendisine bir amaç vermiş Max. Bu konuda biraz şaşırmıştım açıkçası. Gam Max'tan önce polis olarak ne görevler yapmıştı bilmiyordum ama bu kadar amaçsız olması düşündürücü gelmişti. Ben bile çocukları bulmak istediğimde karşıma çıkan olaylara kapılıp bu noktalara gelebilmiştim. Max'ın onu hiçbir sebep olmaksızın yanında isteyeceğini sanmıyordum. Bu gerçekten ilginç ve konuşulması gereken bir konuydu.

"Yeni tesislerin kurulması ve Max'ın teknolojilerinin Gedhilfe'ye taşınması gerektiğini düşünüyorum. Bunu hızlıca ve oradaki insanlara da teminatlar vererek yapmalıyız. Oradaki insanlara nefret beslemiyorum ancak tamamen güvenerek de bir yere varabileceğimizi düşünmüyorum. Bu zamana kadar hep birilerine inanarak hareket ettim ve hep hüsranla karşılaştım. O nedenle önlemimi aldığım için Max olayı iki türlü de beni yıkmadı" diyordum.

Thrao'nun sözlerine karşı ise "Bu yaşta ömrüm çalışmakta geçti kraaaaaal!" demiştim kazara. Ne ara hangi içtiğim beni çarptı bilemiyordum ama ağzımın bağı çözülmüş gibiydi ve hafif bir yayılma hissi vardı. Sözümün utancıyla yüzüm kızarmış içtiğimin yüzümü kızartmasıyla kırmızı elmaya dönmüştüm. "Saklayın beni!" diye bağırıp bir kolumla Mitga diğer kolumla Gam'a yapışmıştım.
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#4
Thrao'nun balkon konuşmasının bir kısmını ağzımdan su akarak dinlemiştim. Neredeyse uyuyacaktım, o kadar ilgimi çekmiyordu ki böyle şeyler. Tek istediğim alkol içmek, yemek yemek, yemek yemek, Frip'i yemek, sonra tekrar yemek yemek, bir daha Frip'i yemek ve alkol içmekti. Bu yüzden konuşmanın bir çoğunluğunu zoraki bir şekilde dinlemiştim, hatta neredeyse dinlemedim desem bile yeridir. Bir yandan içkimi içiyor, bir yandan Frip'i izliyordum. Başka hiçbir şey yapmak içimden gelmiyordu. Thrao'nun balkon konuşması bitip içeri geldiğinde, onun normalde olduğundan daha olgun birisi olduğunu görebiliyordum. Görevlilere verdiği talimatla daha fazla içkinin geliyor olması gözlerimin bir kedi gibi büyümesine sebep oluyordu. Daha fazla alkol, daha fazla eğlence demekti, daha fazla eğlence ise, daha fazla Kudretli Ayı demekti. Kudretli Ayı'nın olduğu ortamda, alkoller su gibi içilir, danslar edilir, şarkılar söylenirdi. Bu gecenin sonunun nasıl olacağı belliydi...

Frip benim koluma girip eve taşıyacaktı, bense sarhoşluktan dağılmış ağzımla birlikte millete laf atacaktım.

Gedhilfe'nin geleneksel ezgilerini taşıyan notalar salonu doldurmaya başladığında bir hışımla elimdeki alkolümle birlikte ayağa kalktım. "Bu domates kafalılar da eğlenmeyi biliyormuş!" Diye bağırdıktan sonra bir oraya, bir buraya zıplamaya başladım. Çok beğenmedim açıkçası, geleneksel orkestra falan hiç hoşuma gitmese de kendimi eğlencenin ortasına atmaya çalıştım. Aslında kakaya benziyordu bu melodilerin kulakta bıraktığı etki. Dans ederken bir yandan hızlı bir şekilde Frip'e yaklaştım ve kulağına doğru fısıldadım. "Ne olur evleniyoruz diye böyle şeyleri dinletmeye kalkma. Ben sana her gün müzik yaparım, bunlar çok kötü." Gözlerine bakıp göğüslerimi teker teker oynatıp bir süre daha dans etmeye devam ettim. Sonrasında yorulup, Frip'in koynuna doğru yaslandım. Yaslanabileceğim en rahat yerde konumumu almıştım.

Kocaman bir bebek gibi Frip'in kollarının arasında yatarken, geleneksel müziklerin ritmindeki o ufak eğlenceyi tatmaya devam ettim. Tamam çok kötü şarkılar ama, ufak bir eğlence tınıları da yok değil. Tabi, Molchut Serthad'ı fısıldadığında gözlerim parıldadı. "Keşke açsalar. Bizim Djurat'ta biri var sen biliyor musun onu? Chügor Pütchapüp. Manyak şarkıcıdır, biz gençken lise zamanlarında falan biramızı alır oturur onu dinlerdik. Bak hatta bak, hatırladığım kadarıyla seslendireyim sana." Dedikten sonra boğazımı bir iki öksürükle temizledim. Ardından Frip'in duyabileceği kadar, etrafımda çalan hiçbir melodiyi umuruma takmadan şarkı söylemeye başladım. O ünlü, muhteşem şarkıcı Chügor Pütchapüp'ün şarkısını...



Şarkım bittiğinde, göz kırptım Frip'e. "Nasıl bebiş?" Şarkım hakkında yorumlarını dinledikten sonra, Thrao'nun kısa konuşmasına kulağım erdi. Bu gecenin yeni bir başlangıcın gecesi olduğunu söylüyordu. Bugün eğlence, yarın ise çalışma vardı. "E bizim düğün ne oldu?" Diye sordum şaşkınlıkla. Ne zaman yapacaktık? Gerçi ben daha yüzük bile almamıştım. Kralın sözlerinin ardından aralarına yeni katılan Wændz'in konuşmasına ve Mitga'nın kolundan tutuşuna şahit oldum. Mitga, sen çok hızlı bir lavuksun, ama daha hızlı olman lazım. Gözümle Mitga'ya doğru baktım, birkaç kaş göz yaparak Gam'ın da kolunu tuttuğunu göstermeye çalıştım. Büyük ihtimal klonum olduğu için ne kastettiğimi anlayabilirdi, 'Oğlum hızlı ol, salak mısın lan, hızlan hızlan, öp kızı.' şeklinde kaş göz yapmaya devam ettim bir süre.

Tabi bir süre daha kaş göz yaptıktan hemen sonra, tekrardan Frip'e döndüm. Onlarla vaktimi çok fazla harcayamazdım. "Bak şimdi ne yapacağım." dedikten sonra ayağa kalktım, tüm orkestrayı susturduktan sonra elime bir mikrofon alıp mikrofona bir ya da iki kez vurarak tüm kalabalığın tepkisini topladım. "Arkadaşlar çok sevdiğim Djuratlı Kudretli Ayı şarkıcı The Mabind'in saygın eserlerinden birini seslendirmek istiyorum sizlere..."

https://suno.com/song/ea162bf3-d80e-4d1 ... 30f47be568
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#5
Livei: Thrao senin şakana kahkahalarla güldükten sonra "Cumhuriyet mi? Aynen kardeşim, kral olarak ilk icraatım kendimi görevden almak." diye espriyle karşılık veriyor. Gülüşmeler devam ederken Thrao kaşlarını çatarak ciddi bir ifadeyle "Ama önce bütün saraylara el koyup yazlık sarayları kendime ayıracağım tabii. Cumhurbaşkanına konfor yok!" diye ekliyor. Bu sefer sen de kahkahalara boğuluyorsun. "Peki ya halk?" diye soruyor Friks. "Onlara da bir şeyler bırakacak mısın?" Thrao omuz silkiyor. "Belki birkaç küçük şato... O da soylulara." Mavi araya giriyor, elinde kadehiyle, sarhoş olduğunu belli eder bir şekilde "Ben de soyluğyum amğua! Bana ne vereceğn?" diyor. Thrao düşünür gibi yapıyor. "Tahtı veriyorum. Tabii krallık anlamında değil, oturduğun taht. Ne dersin?" Hepiniz gülmeye başlıyorsunuz. Friks bile, genelde ciddi olan yüzünde hafif bir gülümsemeyle katılıyor neşenize. "Taht güzel ama bence asıl önemli olan şey..."

Tam o sırada Bok araya giriyor, sana doğru eğilerek "Livei, bir dakika konuşabilir miyiz?" diye soruyor. Sesindeki ciddiyet dikkatini çekiyor. Merakla başını sallıyorsun. Bok seni kolundan nazikçe tutarak kalabalıktan uzaklaştırıyor. Arkana baktığında Friks'in size baktığını görüyorsun, yüzünde anlamlandıramadığın bir ifade var. Mavi ise hala şakalarına devam ediyor, ama sen artık onu duyamıyorsun. Bok seni boş bir odaya doğru yönlendiriyor. Kapıdan geçerken kalbinin hızlandığını hissediyorsun. Odaya girdiğinizde Bok arkasından kapıyı kilitliyor. Sessizlik aniden odayı dolduruyor, sadece kendi nefesini ve kalp atışlarını duyabiliyorsun. Aniden Bok sana doğru dönüyor. Gözlerinde daha önce görmediğin bir yoğunluk var. Yavaşça sana yaklaşıyor, elleri titrediğini fark ediyorsun. Seni nazikçe duvara doğru itiyor, vücudunun sıcaklığını hissedebiliyorsun. "Livei..." diyor, sesi fısıltıdan biraz yüksek. "Bunu çok uzun zamandır yapmak istiyordum." Ve sonra, aniden, dudakları seninkilerle buluşuyor. Öpüşü yumuşak başlıyor, sonra giderek tutkulu bir hal alıyor. Elleri belinde, seni kendine çekiyor. Şaşkınlıkla gözlerin büyüyor. Bir anlık şaşkınlıktan sonra ne yapacağını bilemez halde kalıyorsun. Aklından binbir düşünce geçiyor. Friks'i düşünüyorsun, sonra şu anki durumu, Bok'la aranızdaki çekimi düşünüyorsun. Bok'un dudaklarının sıcaklığını hissediyorsun, vücudunun her zerresinde bir elektriklenme var. Zihnin karmakarışık. Ne yapman gerektiğine karar vermeye çalışıyorsun. Geri çekilmeli misin yoksa karşılık mı vermelisin? Bu anın doğru olup olmadığını sorguluyorsun. Kalbinin hızlı atışlarını duyabiliyorsun, sanki göğsünden fırlayacakmış gibi. Zaman durmuş gibi geliyor sana, saniyeler saatler gibi uzun. Bok'un elleri sırtında geziniyor, seni daha da yakınına çekiyor. Nefesinin sıcaklığını boynunda hissediyorsun. Bu beklenmedik an karşısında nasıl tepki vereceğini düşünmeye devam ediyorsun. Bir yandan vücudun Bok'a cevap vermek istiyor, diğer yandan aklın seni durdurmaya çalışıyor. Ellerinin Bok'un göğsüne doğru hareket ettiğini fark ediyorsun. Onu itecek misin yoksa yakınına mı çekeceksin?

Wændz: Çakırkeyif bağırışının ardından Thrao kahkahalara boğuluyor. Onun gülüşü bulaşıcı, etraftaki herkes gülmeye başlıyor. Sen ise utancından kıpkırmızı kesiliyorsun. Mitga ve Gam'ın arasına sıkışmaya çalışıyorsun. İki dostunun kollarına tutunurken, Thrao'nun gülüşü salonun diğer ucundan bile duyuluyor. Tam o sırada, Mitga'nın dikkatinin dağıldığını fark ediyorsun. Gözleri salonun diğer ucuna, Mabi'ye odaklanmış durumda. Mabi ona doğru garip el hareketleri yapıyor. Önce anlam veremiyorsun, ama Mitga'nın yüzündeki ifadeden onun anladığını görüyorsun. Mitga birden Gam'a dönüyor ve "Kanka, bu arada sana bir şey anlatacağım ama erkeklerin arasında, gelir misin?" diyor. Gam şaşkın görünüyor ama başıyla onaylıyor. İki arkadaşın uzaklaşırken, sen aniden yalnız kalıyorsun. Etrafına bakınıyorsun, herkes kendi sohbetine dalmış durumda. Tam ne yapacağını düşünürken, Prens Thrao'nun sana doğru geldiğini görüyorsun. Thrao'nun yüzünde artık o eğlenceli ifade yok. Gözlerinde ciddi, neredeyse endişeli bir bakış var. Yanına geldiğinde, sesini alçaltarak konuşuyor. "Wændz, seninle özel olarak konuşmak istiyorum." diyor. "Gücünle ilgili... Bazı sorularım var."

Kalbin hızlanmaya başlıyor. Thrao'nun bu kadar ciddi olması seni endişelendiriyor. Başınla onaylıyorsun ve Thrao seni salonun daha sakin bir köşesine yönlendiriyor. "Söyle bana." diye başlıyor Thrao. "Bu gücü nasıl elde ettin? Max'in laboratuvarında mı oldu her şey?" Soruyu nasıl cevaplayacağını düşünüyorsun. Ne kadarını anlatmalısın? Thrao'ya ne kadar güvenebilirsin? "Ve daha da önemlisi... Gücünün sınırları neler? Gerçekten... Ölü birini canlandırabiliyor musun?" Bu soru seni şaşırtıyor. Sen bile gücünün tam olarak ne olduğunu bilmiyorsun. Nasıl cevap vereceğini düşünürken, Thrao'nun gözlerindeki endişeyi fark ediyorsun. Bu sadece merak değil, sanki... korku mu? "Wændz. Bu güç... Tehlikeli olabilir mi? Yani, kontrolden çıkabilir mi?" Bu soru seni derinden etkiliyor. Sen de aynı soruyu kendine sormadın mı? Geceleri uyanıp, gücünün seni nereye götüreceğini düşünmedin mi? Thrao'nun sorularını cevaplamaya hazırlanırken, bir yandan da onun neden bu kadar endişeli olduğunu anlamaya çalışıyorsun. Sadece bir kral olarak mı soruyor, yoksa başka bir nedeni mi var? Cevap vermeye hazırlanırken, salonun diğer ucunda bir hareket dikkatini çekiyor. Mitga ve Gam konuşuyorlar, ama yüzlerinde garip bir ifade var. Acaba ne konuştular? Şimdi iki seçeneğin var: Ya Thrao'nun sorularını cevaplayacaksın, ya da bir bahane bulup arkadaşlarının yanına gideceksin. Ne yapacaksın, Wændz? Ya da kim bilir, belki başka seçeneklerin de vardır.

Mabi: Mikrofonla salona hakim olduğun anda, etrafındaki dünya değişiyor. Şatonun görkemli duvarları, kristal avizeler, zarif goblenler, hepsi bir anda bulanıklaşıyor. Şu an senin için var olan tek şey, elindeki mikrofon ve önündeki kalabalık. Gözlerini kırpıştırarak etrafı süzüyorsun, kalbin hızla çarpıyor. Herkesin dikkati üzerinde ve bu seni daha da heyecanlandırıyor. Frip'i arıyor gözlerin. Onu kalabalığın arasında bulduğunda, ona göz kırpıyorsun. O da sana gülümseyerek karşılık veriyor. Onun gülümsemesi sana güç veriyor, cesaretini topluyor ve derin bir nefes alıyorsun. "Şimdi sizlere, Djuratlı efsane The Mabind'in muhteşem eserini sunacağım!" diye bağırıyorsun. Sesin salonun her köşesinde yankılanıyor, taş duvarlardan geri sekerek kulaklarına ulaşıyor. Bir an için kendi sesinin gücü karşısında irkiliyorsun. Boğazını temizliyorsun, sanki bütün hayatın boyunca bu anı beklemişsin gibi bir his var içinde. Ve sonra, şarkıya başlıyorsun. İlk notalar dudaklarından dökülürken, sesin biraz titrek çıkıyor. Ama umursamıyorsun. Bu senin anın ve sen bu anın tadını çıkaracaksın. Kalabalık önce şaşkın bakışlarla seni izliyor. Gözlerinde bir karışıklık var, sanki "Bu da nereden çıktı?" der gibi bakıyorlar. Ama sen devam ediyorsun, çünkü biliyorsun ki asıl bomba nakaratta patlayacak.

Ve işte o an geliyor. Nakarata ulaştığında, bütün gücünle bağırıyorsun.

"BEN EVLENİYORUM BEBEĞİM
KIZLAR BENİ ÖZLEYECEK, BİLİYORUM"


Bu sözler ağzından çıkar çıkmaz, salonun enerjisi değişiyor. Şaşkınlık yerini eğlenceye bırakıyor. Kalabalıktan bazıları gülmeye, bazıları ise eşlik etmeye başlıyor. Özellikle sarhoş olanlar, ellerindeki kadehlerini sallayarak coşkuyla tekrarlıyor. "BEN EVLENİYORUM BEBEĞİM!" Şarkı ilerledikçe, salonun enerjisi daha da yükseliyor. Mitga ve Gam'ı görüyorsun, az önce ciddi bir konuşma yapıyorlardı ama şimdi onlar bile ritme ayak uydurmaya başlamışlar. Gam'ın normalde ciddi yüzünde bile bir gülümseme beliriyor, bu görüntü seni daha da coşturuyor. Tam şarkının ortalarına geldiğinde, beklenmedik bir şey oluyor. Köşede duran kraliyet polislerinden biri aniden öne çıkıyor. Adamın yüzünde öyle bir heyecan var ki, sanki hayatının en mutlu anını yaşıyor. "Biliyorum! Biliyorum bunu! Djurat'a gittim abi ben!" diye bağırıyor. Bu beklenmedik çıkış, salondaki atmosferi tamamen değiştiriyor. Polis memuru, üzerindeki resmi üniformaya aldırmadan dans etmeye başlıyor. Herkes önce şaşkınlıkla ona bakıyor, sonra kahkahalar patlıyor. Bu manzara o kadar komik ki, Hae gülme krizine giriyor, neredeyse yere düşecek. Shisha ise utançtan kıpkırmızı olmuş, gözlerini kaçırıyor ama o bile gülümsemesini gizleyemiyor. Sen ise bu enerjiyi kullanarak şarkıya devam ediyorsun, şimdi daha da coşkulu.

"Gözler hep üstümde, hep üstümde
Benim gibi kaslı birini arıyorlar"


Bu kısmı söylerken, komik bir şekilde kaslarını şişiriyorsun. Bu hareket, salondaki kahkahaları daha da artırıyor. Frip artık dayanamıyor ve yanına geliyor. Seni belinden kavrayıp dans etmeye başlıyorsunuz. Polis memuru da size katılıyor, üçünüz birlikte absürt hareketlerle dans ediyorsunuz. Bu manzara öyle komik ki, salondaki herkes ya dans ediyor ya da gülmekten kendini yere atmış durumda. Şarkının son nakaratlarına geldiğinde, artık bütün salon seninle birlikte söylüyor.

"BEN EVLENİYORUM BEBEĞİM
KIZLAR BENİ ÖZLEYECEK, BİLİYORUM"


Şarkı bittiğinde, salon alkışlarla inliyor. Öyle bir gürültü var ki, kulaklarının çınladığını hissediyorsun. Frip seni kucaklıyor, nefes nefese kalmış halde. Polis memuru da size yaklaşıyor, hala dans eder gibi hareketler yaparak. Etrafına bakındığında, gördüğün manzara seni gururlandırıyor. Herkes gülüyor, dans ediyor, eğleniyor. Sen bunu başardın. Bu ciddi, resmi atmosferi tamamen değiştirdin. Hae hala gülmekten kendine gelememiş durumda, Shisha ise yavaş yavaş rahatlamaya başlıyor. Frip'le el ele tutuşup bara doğru ilerlerken, arkanda bıraktığın kargaşa ve kahkahaların tadını çıkarıyorsun. Bu gece, uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir gece olacak ve sen bunun mimarısın. Salonun her köşesinden hala şarkının nakaratı duyuluyor ve sen, içten içe biliyorsun ki bu, senin en büyük başarın. Sadece bir şarkı söylemedin, bir efsane yarattın.

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#6
Mitga'nın Gam'ı yerinden kaldırıp konuşmasına gururlu bir bakış attıktan sonra, hızlı bir şekilde mikrofon kapmıştım. Artık, gerçek Kudretli Ayı'yı gösterme zamanı gelmişti, özel olarak yazdığım bu anlamlı ve derin şarkıyı seslendirmek istiyordum. Önümdeki kalabalığa son bir bakış attım, onların bakışlarının değişeceğini biliyordum. Frip'in gülümsemesi cesaretimi daha da harladıktan sonra, derin bir nefes almış ve söze girmiştim. The Mabind'in müthiş eseri olan, "Kızlar Beni Özleyecek" şarkısını seslendirmeye başladım. Kalabalığın şaşkın bakışlarını hissedebiliyordum, benim gibi seksi, görkemli, kudretli bir ayıdan böyle bir şey beklemiyorlardı, ancak nakaratın onları harekete geçireceğini biliyordum. Bu şarkının asıl olayı, nakaratta başlıyordu ve tamamen Mabi Mabi için özel yazılmıştı. Nakaratı tüm gururumla, ruhumla, eğlencemle seslendirmiştim.

Salondaki herkesin eğlendiğini hissediyordum, kimileri gülüyor kimileri ise eşlik ediyordu. Ben artık ünlü bir şarkıcı olmuştum. Alkolden kafaları iyice uçmuş olanlar kadehlerini sallayarak eşlik ediyorlardı, böylesine gururlu bir an yaşadığımı hatırlamıyordum. Mitga ve Gam'ın ciddi yüz ifadesi bile değişmiş, yerini gülümsemeye bırakmışlardı. Bir kraliyet polisinin birinin aniden öne çıkıp, sanki bu anı bekliyormuş gibi Djurat'a gittiğini ve bunu bildiğini söylemesi beni daha da kudretlendirmişti. Bunun sebebi ise, daha önce bu şarkıların hiçbirini Djurat'ta söylememiş olmamdı. Özellikle The Mabind zaten Gedhilfe'de ortaya çıkmıştı, ancak hayranımın moralini bozmaya niyetim yoktu. Bu yüzden ona göz kırparak şarkımı söylemeye devam etmiştim. Resmi bir üniforma ile dans etmeye başlayan kraliyet polisine gururla baktım, o benim en büyük hayranım olmalıydı.

Salondaki kahkahalar, şarkıma kattığım muhteşem otantik hareketlerim sayesinde daha da yükseliyordu. Frip'in de dayanamayıp gelmesi, şarkıyı daha da güzel kılıyordu. Birlikte dans etmeye başlamıştık, hatta en büyük hayranım da bize katılmış, üçümüz birlikte dans etmeye başlamıştık. Salondaki herkesin dans etmesi veya gülmekten kendilerini yere atmaları muhteşem bir histi. Sanırım ben hem bir şarkıcı, hem de restoran sahibi olacaktım. Mutlak Açlık Restoranını açtığımda, canlı müzik bile koyabilirdim! Şarkım bittiğinde alkışların çıkardığı gürültü kulaklarımı çınlatıyordu. Frip beni kucaklarken, usul usul dans ederek yaklaşan polis memuruna kıçımla bir darbe atmayı denedim uzaklaştırmak için. Bu romantik anın içine üçüncü bir kişi olarak dahil olmasını istemiyordum, ancak hayranımı da kırmak istemiyordum. Bu yüzden Popo Bariyeri ile bize yaklaştıkça kıvrak belimle birlikte onu ittiriyordum ufaktan.

Frip'le el ele tutuşup bara doğru ilerlerken, yüzümden bu gurur akıyordu. Bara ilerlerken, bilerek Mitga'nın tam yanından geçmiş ve elimi sırtına koyduktan sonra gözünün içine bakmıştım. Tek bir gözüm olduğu için, iki gözüne birden ara ara bakmaya çalışıyordum. "Bir sıkıntı olursa, bana gel. Chüimimuta kardeşler bunun için var." Dedim Gam'la olan meselesini kastederek. Sonrasında sırtımdaki elimle hafif bir tokat attım sırtına. Frip'le biraz baş başa kalıp konuşmak istiyordum, bu yüzden barın uç kısımlarında bir yere geçtikten sonra ikimize de birer içki aldım. "Ee güzellik, kraliyet polisliği olayını bana anlatacak mısın? Neden polisliğe geri döndün? Nasıl oldu?" Diye sordum. Bu süreci, neler yaşadığını merak ediyordum, onun yanında olamadığım için.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#7
Thrao'nun ona attığı lafa karşılık vermesi üzerine Livei kahkahalarla güldü. Şakalaşmaya Friks ve Mavi de dahil olmuştu. Böylece ağırlaşan bulutlar dağılmış ve ortam yeniden neşelenmişti. Livei Mavi'nin sarhoş halini görünce ona da sataşmadan edemedi. "Ne çabuk sarhoş oldun be! Deinzei erkekleri alkole çok mu dayanıksız yoksa?" Friks ile de Gengzjots'a gittikleri zaman verdikleri molada sarhoş olması on beş dakikasını almıştı. O şeydeki barda... Şey... Ah, tabi ya. Anıların zihnine hücum etmesi ile birlikte Livei yüzündeki gülümsemenin yeniden söndüğünü hissetti. Can sıkıntısıyla bakışlarını elindeki kadehe dikti. Derin bir iç çekti. Böyle hissetmek istemiyordu. Bok'un onu terk edip gittiği dönemde yaşadığı kaybolmuşluk sebep olmuştu her şeye. Naif ve toy davranmıştı. Bok'un ona yönelmesi ile dikkatini değiştirdi. Onunla bir şey konuşmak istediğini söylemişti. Hemen başıyla onayladı ve kadehini kenara koydu. Bok'un onu iç sıkıntılarından ve kasvetli dünyasından kurtarması bu kadar kolay oluyordu işte. Onun bir bakışı, dokunuşu, ses tonu yeterliydi Livei için dünyanın değişmesine. Aynı çekimi Friks ile hissetmezken kendini onunla devam etmeye zorlaması aptalca olurdu. Aptalca. Aptallık etmişti. Friks'i böyle üzmeye ne hakkı vardı?

Livei vicdan azabı ile kavruluyordu. Yaptığı seçimden tereddüt duyduğundan değildi bu. Keşkeler içinde yanmasındandı. Bok'a karşı tutkusu dinmemişken ve hala onun için yas tutuyorken Friks ile kendini avutmaya çalışması yüzünden olmuştu tüm bunlar. Keşke yapmasaydı. Keşke yalnızca iki dost olarak kalsalardı. O zaman her şey ne kadar kolay olurdu. İstediğini elde etmiş olmasına rağmen geçmişin kasvetini atmak o kadar kolay olmuyordu. Farkındaydı. Eski neşeli Friks yoktu son zamanlarda. Gözlerindeki ışıltı sönmüştü. Onu sonsuza dek kaybetmediğini biliyordu. Geri geleceğini biliyordu. Ancak onu bu şekilde kederli görmek içini parçalıyordu. Elinde bir güç olsa ve ona tüm bu acıyı unuttursa... Tekrar hiçbir şeyi umursamayan, kuş gibi şakıyan Friks geri gelse... Bok'un kolunu tutan elinin yönlendirmesi ile ilerlerken bir refleksle arkasına bakıp Friks'i kontrol etme ihtiyacı hissetti. Keşke hissetmeseydi. Friks'in de tam olarak kendisine bakmakta olduğunu gördü. Gözlerindeki ifade... Anlamlandırmakta zorlanmıştı. Sadece bir anlığına yakalamıştı bakışlarını ama... Yüzüne bakmak zor olacak mıydı diye soran kendisiydi ama acaba bunu kendi adına da mı sormuştu genç kıza? Aklından neler geçtiğini merak ediyordu. Acısını hafifletmek için elinden gelen bir şey var mıydı bilmek istiyordu. Onu yalnızca aralarındaki yaşanmışlıklardan dolayı değil, bir insan, bir dost, bir müttefik olarak çok önemsiyordu. Onunla dünyanın bir ucuna bile giderdi. Gözü kapalı güvenirdi. Böyle bir güven kolay yetişmiyordu. Ve o bu güvene ihanet etmişti. O yalnızca onu çok severken hem de.



Bok onu şatonun boş odalarından birisine getirmişti. Arkasından da kapıyı kapatmıştı. Burası kimin odasıydı onu bile bilmiyordu. Livei kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Bu yalnızca aşık olduğu adamla karanlık bir odada yalnız kalmasından değildi. Kalbi karmaşık duygularla hızlı hızlı atıyordu. Bok yavaşça ona doğru dönmüştü. Zümrüt yeşili gözlerinde yine yoğun bir kıvılcım vardı. Livei bazen o gözlerin ruhunu okuduğunu düşünürdü. Aklından geçen şeyleri... Yine okuyor muydu? Onu anlıyor muydu? Neler döndüğünün, ne hissettiğinin farkında mıydı? Umursuyor muydu? Ne düşünüyordu? Livei'nin bilmek istediği çok şey vardı. Deneysel bir gücü olsa zihin okumak isterdi herhalde. Bok'un ona doğru uzandığını gördü perdeden sızan ay ışığının verdiği aydınlıkta. Elleri titriyordu. O da mı heyecanlanmıştı? Titrek elleriyle onu duvara doğru ittirmesine izin verdi. Neden bu kadar acele ediyordu? Kalan ömürleri boyunca, hatta sonsuza dek ona aitti artık. Korkuyor muydu? Sabırsız mıydı? Onu Friks'e kaptırışının acısını aylarca çektikten sonra kavuşmanın sabırsızlığı mıydı? Yoksa tekrar ellerinden kaydırıp Friks'e kaptırmanın korkusu muydu? Ya da ikisi de değildi. Livei kendi isminin dudaklarından döküldüğünü işitti. Yine fısıldayan ses tonunu kullanıyordu. Neye hayır diyemediğini çok iyi biliyordu. Bunu çok uzun zamandır yapmak istediğini söylemişti. Neyi? Kraliyet şatosunda kime ait olduğunu bilmediği bir odada sevişmeyi mi? Dudaklarının onunkilerle kenetlendiğini hissetti. Bu ani hareketin getirdiği şaşkınlık yerini yavaşça sakinliğe bıraktı. Gözlerini kapatıp dudaklarını araladı. Nefesini yüzünde hissetti. Yavaş ve nazik başlayan öpüşme yerini yavaş yavaş dillerinin birbirini keşfe çıktığı, daha uzun ve tutkulu bir öpüşmeye bırakıyordu. Kısa iniltiler arasında soluklanmak için kendini geri çektiğinde o sıcak nefesi bu sefer de boynunda hissediyordu. Bok'un vücudunu saran kollarının sıcaklığını, saçlarının kokusunu, ellerinin sırtında bir şey arar gibi gezindiğini hissediyordu.

Buna kapılıp gidecekti yeniden. Bok onu daha da yakınına çekiyordu. Zihnindeki düşünceler onun sıcaklığında erimeye başlamıştı. Nefesi kesiliyordu. Yine de kendini suçlu hissetmekten alamıyordu. Gözünün önüne Friks'in gözleri geldikçe çıldıracak gibi oluyordu. Ellerinin isteği dışında Bok'un göğsüne doğru hareket ettiğini hissetti. Dudaklarına uzun bir öpücük kondurduktan sonra kollarıyla onu sararak kendine çekti. Başını omzuna yerleştirip boynunu öpmeye başladı. Bok'un sırtında aranan ellerini tutup bluzunun içine soktu ve onu sütyeninin kancasına yönlendirdi. Bok'un boynunu öpmeye devam ederken başını hafifçe kaldırıp kulağına fısıldadı. "Friks için vicdan azabı hissediyor musun?" Sorusu içten bir soruydu. Altında bir anlam yoktu. Gerçekten onun ne düşündüğünü bilmek istiyordu. Bok ona çektiği acıyı unutturabilir miydi? Unutmasını istiyor muydu? Friks unutmak istiyor muydu? Yoksa bu çekilmesi gereken bir acı mıydı? Cevap beklediği çok soru vardı. Ancak cevabını alabileceği sorular belliydi. Hormonların zirveye yükseldiği ateşli bir yakınlaşma anı, dürüst bir konuşma yapmak için mükemmel bir fırsattı.
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#8
Thrao'ya ağzımdan kaçırdığım saçma sapan sözlere gülmesine karşı yine de kendimi utançtan saklamış, bir kolum Mitga'da diğeri Gam'da beni ondan gizlemelerini istemiştim adeta. Sonrasında bir baktım ki Mabi Mabi Mitga'ya bir şeyler hareketi yapıyordu. Acaba sözlüsü için gizli bir şeyler mi planlıyordu emin değildim. Sonrasında Gam'ı da beraberinde götürdü. Erkek işleriymiş. Beni böyle yalnız bırakmışlardı ulu orta. Yine de etrafta o kadar çok şey dönüyordu ki kendime hemen yeni bir uğraş bulabilirdim ama Thrao ben Mabi Mitga olayına bakarken çoktan üzerime geliyormuş, karşımda bir anda gördüğümde şaşırmıştım. Yüzündeki ciddiyeti görünce bir an afallamış konunun gücümle ilgili olduğunu söylediğinde ise bir anda parti sona ermiş gibiydi. Çakır keyfi kafam olsa da hala aklım başında olması ağzımdan yanlış kelimelerin çıkmasına engel olur diye umuyordum. Böylesine bir konuyu şu anda açmış olması nabzımı hızlandırmaya yetiyordu. Dahası fazla ciddi görünüyor, iyice endişelendiriyordu. Başımla konuşma teklifini onayladıktan sonra daha sakin tarafa geçmiştim elimde bardağımla.

Köşeye geçtiğimizde konuya girmiş, gücü nerede elde ettiğimi sormuştu. Max'ın laboratuvarında olabileceğini düşünmüştü. Böylesine geçmişe dayalı bir soruyu nasıl cevaplamalıydım emin değildim. Dahası ona her şeyi anlatacak kadar güvenmeli miydim? Krala da güvenemeyecek miyim diye sorgulasam da önceki kralı da görmüştüm sonuçta. Gücümün sınırlarını sormuş, ölüyü gerçekten canlandırabileceğimi merak etmişti. Ölüler arasında babasının da olması ona bunun cevabını vermekte iyice düşünmeme sebep oluyordu. Ardından gücün tehlikeli olup olmadığını sormuş ve beni düşünceler bataklığına sokmuştu. Ona ne kadarını söylemeliydim bilmiyordum ama her şey çocuklarla başlamıştı. Bu olaydan haberi var mıydı bilmiyordum, o nedenle oradan başlayıp belli bir noktaya kadar detay verebilirdim sanırım. En azından keyfime göre birilerini canlandıramayacağımı, şu an için denemek bile ölümcül olabileceğinden içini rahat ettirecek şeyler söylemek ikimiz için de iyi olabilirdi.

Kafamda cümleleri toparlamaya başladığım sırada Gam ve Mitga'yı görmüştüm. Thrao'nun oluşturduğu atmosferin dışında müzikler çaldığını da o sırada fark edebilmiştim. Mitga ve Gam'ın garip ifadelerine karşı onlara dahil olmasam daha iyiydi sanırım. Yani, Thrao'yu geçiştirmeyecektim. En üst mertebenin haberi olması gerekenleri söylemeliydim.

Yüzümdeki neşeli tavır bu noktaya geldiğimden beri eksikti. Gam tarafından bakışlarımı kurtarıp Thrao'ya odaklanmış ve "Gücümün Max ile bir ilgisi yok..." dedikten sonra derin bir nefes alıp eskilere gitmişti aklım da cümlelerimle beraber. "Ben aylar öncesinde sıradan bir polis memuruydum. Kayıp çocuklar davasını araştırmak üzere her şeyimi ortaya koydum. Bütün olanlar bundan dolayı oldu, Fötr Şapkalı bana Dünya gezegeninin ilk gösterimini yaptı ve kayıp çocukları gizlice araştırırken onların ailelerini de kaybettim. Davayı sonuçlandıramamış olmanın getirdiği ağır yükle bu davadan hiç vazgeçmedim ve aylarımı harcadım ancak hiçbir ize rastlamadım. Hatırlayamadığım günün birinde ormanda iz ararken Dünya gezegeninden bir varlık beni kandırdı ve Dünyalılar içimde özel bir güç olduğunu söyleyip deney yaptılar" dediğimde öldüklerini söylememem gerektiğini o an düşünmüştüm. Aldığım nefesin ardından devam edip "Yapılan deney başarısız sanılarak bir hücreye kapatıldım ve orada kapatılmış insanlar gördüm. Beni oradan Vezir Elion çıkardı" diyerek Elion'un adını vermiştim. "Tüm Elion'un saçmalıklarından kurtulmak için kayıplara karışacaktım ki Max beni buldu ve olanların ardından şu an buradayım" diyerek aylar süren yaşadıklarımı özetlemiştim. "Gücüm diğer elementler gibi, istenildiğinde ölümcül olabiliyor, evet" dedikten sonra endişelerini giderme amaçlı daha kendinden emin bir duruş sergileyip hafif bir gülümsemeyle "Ancak ben yeteneklerimi yararımıza kullanmak için elimden geleni yapacağım. Ölüyü canlandırma meselesini bu seviyemde konuşmak için çok erken, çünkü gerçekten ben de bilmiyorum. Ancak gücümü asla düzelmeyen hastalık, organ ve uzuv eksikliği gibi sorunlara karşı çözüm olarak kullanabilmeyi istiyorum. Başkaca elementleri üst üste koyup düzeni bozarak aklımı yitirmek gibi bir planım yok. Babanıza olanın sebeplerinden biri de aşırı güçlenmekten gelmişti. Ben güç aramıyorum. Çözüm arıyorum. Aynı hataları tekrarlamayacağım" demiştim.
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#9
Mabi: Frip'le el ele tutuşup bara doğru ilerlerken, salonun her köşesinden hala şarkının nakaratı duyuluyor. Etrafınızdaki insanlar hala coşkulu bir şekilde dans ediyor, gülüyor ve eğleniyor. Performansının yarattığı etki, gecenin ilerleyen saatlerine rağmen hala devam ediyor. Bara yaklaştığınızda, Mitga'nın size doğru aceleyle geldiğini görüyorsunuz. Yüzünde karmaşık bir ifade var, hem eğlenceli hem de endişeli. Nefesini düzenleyerek konuşmaya başlıyor. "Mabi, gerçekten muhteşemdin! Herkes hala senin şarkından bahsediyor. Ama... Gam'la konuşurken bir şey fark ettim. Sanırım biraz fazla içmiş. Endişeleniyorum." Mitga'nın sözleri üzerine, gözleriniz hemen salonda Gam'ı aramaya başlıyor. Onu salonun diğer ucunda, büyük bir sütuna yaslanmış halde buluyorsunuz. Gerçekten de biraz sarsak görünüyor, ayakta durmakta zorlanıyor gibi. Frip durumu fark ediyor ve anlayışla başını sallıyor. "Gidip ona bakalım mı?" diye soruyor, sesinde endişe var. Üçünüz birlikte Gam'a doğru ilerliyorsunuz. Kalabalığın arasından geçerken, insanlar hala sana dönüp gülümsüyor, bazıları şarkını mırıldanıyor. Ancak şu anda tüm dikkatiniz Gam'da. Gam'a yaklaştığınızda, durumunun düşündüğünüzden daha kötü olduğunu fark ediyorsunuz. Gözleri bulanık, yüzü kızarmış ve dengesini sağlamakta zorlanıyor. Sizi görünce gülümsüyor, ama gülümsemesi yamuk ve zorlama gibi görünüyor. "Hey, Kudretli Ayı!" diyor Gam, kelimeleri birbirine karıştırarak. "Şarkın harikaydı. Gerçekten... gerçekten harikaydı. Ben de evlensem mi acaba? Ne dersiniz? Beni kim ister ki?" Son cümleyi söylerken sesi biraz kırılıyor, gözlerinde bir hüzün beliriyor. Frip hemen harekete geçiyor. "Su getireceğim." diyerek bara doğru koşuyor. Kısa süre sonra elinde üç bardak suyla geri dönüyor. Gam'a suyu verirken, Mitga fısıltıyla size bir şeyler anlatıyor. "Az önce konuşurken, geçmişten, pişmanlıklardan bahsetti. Sanırım bazı şeyler onu hala rahatsız ediyor. Eski görevlerinden, yapamadığı şeylerden bahsetti. Kendini suçluyor gibi..." Gam suyu yavaşça içerken, etrafınızdaki neşeli atmosfer ile Gam'ın içinde bulunduğu durum arasındaki tezat dikkatinizi çekiyor. Müzik ve kahkahalar devam ederken, sizin küçük grubunuz adeta zaman dışı bir kabarcığın içinde gibi. Gam bardağını indiriyor ve size bakıyor. Gözleri biraz daha odaklanmış görünüyor, ama hala tam olarak ayık değil. "Biliyorsunuz. Bazen her şeyi geride bırakıp gitmek istiyorum. Yeni bir başlangıç yapmak. Belki başka bir ülkeye gidip, kimsenin beni tanımadığı bir yerde yeniden başlamak. Ama sonra sizleri düşünüyorum ve... yapamıyorum. Siz benim ailemsiniz. Nasıl bırakıp giderim ki?" Gam'ın bu samimi itirafı hepinizi etkiliyor ama bir yandan da şaşırtıyor, malum daha yeni tanıştınız. Bir an için sessizlik oluyor, sadece uzaktan gelen müzik ve kahkahalar duyuluyor. Mitga sessizliği bozuyor. "Gam, sen bizim için çok değerlisin. Nereye gidersen git, her zaman ailemizin bir parçası olacaksın. Ama şu an gitmen gereken tek yer yatak. Seni odana götürelim, biraz dinlenmen gerek." Dördünüz birlikte, Gam'ı destekleyerek kalabalığın arasından geçip merdivenlere doğru ilerliyorsunuz. Bu sırada bazı konuklar meraklı bakışlar atıyor, ama kimse bir şey sormuyor. Merdivenleri çıkmak, Gam'ın durumu nedeniyle biraz zor oluyor. Her basamakta dikkatli bir şekilde ilerliyorsunuz. Sonunda Gam'ın odasına vardığınızda, onu nazikçe yatağına yatırıyorsunuz. Gam yatağa uzanırken derin bir iç çekiyor. "Sizi seviyorum, arkadaşlar." diyor yumuşak bir sesle, gözleri kapanmaya başlıyor. "Gerçekten seviyorum. Sizinle olmak... benim için her şey." Mitga, Gam'ın yanında kalmaya karar veriyor. "Siz gidin, ben ona göz kulak olurum. Sabaha kadar yanında kalırım." diyor. Yüzünde endişeli ama kararlı bir ifade var.

Sen ve Frip odadan çıkıyorsunuz. Koridorda yalnız kaldığınızda, bir an için sessizlik oluyor. Aşağıdan hala müzik ve eğlence sesleri geliyor, ama burada, üst katta, her şey daha sakin ve durgun. Frip sana sarılıyor. "İyi misin?" diye soruyor, sesinde gerçek bir endişe var. "Bu gece... çok şey oldu." Frip gülümsüyor, ama gözlerinde hala bir endişe var. "Yoğun bir geceydi. Ama sen... sen gerçekten muhteşemdin. Şarkın, dansın... her şey harikaydı. Herkesi nasıl coşturduğunu gördün mü? Sanırım yarın bütün şehir senin şarkını söylüyor olacak." Frip bir an duruyor, sonra devam ediyor. "Aslında... seninle konuşmak istediğim bir şey vardı. Kraliyet polisliği hakkında... ve başka şeyler. Ama belki daha sakin bir yerde konuşabiliriz? Balkona çıkmak ister misin? Biraz temiz hava bize iyi gelebilir." Frip'in önerisiyle balkona çıkıyorsunuz. Gece serinliği yüzünüze çarparken, şatonun muhteşem manzarası gözlerinizin önüne seriliyor. Uzakta şehrin ışıkları parlıyor, gökyüzü yıldızlarla dolu. Frip derin bir nefes alıyor ve anlatmaya başlıyor. "Biliyorsun, uzun bir süre kendimi kraliyete ait hissetmedim. Sanki buraya ait değilmişim gibi, sanki her an biri gelip 'Sen burada ne arıyorsun?' diyecekmiş gibi hissediyordum. Bu duygu... beni yiyip bitiriyordu." Frip'in yüzünde geçmişin izlerini görüyorsun. Devam ediyor. "Ama sonra... amcamın yaptıklarını gördükçe, bir şeylerin değişmesi gerektiğini anladım. Ona karşı gelmem, bir şeyler yapmam gerektiğini fark ettim. Onun yolundan gitmek, onun gibi olmak istemiyordum. Ve o zaman anladım ki, belki de tam da bu yüzden buradaydım." Frip'in gözlerinde kararlılık var. "Deith'in ölümünden sonra, kendimi burada görmeye, buranın bir parçası olmaya hazır hissettim. Thrao'nun iyi bir kral olacağına inanıyorum ve ona destek olmak istiyorum. Bu yüzden kraliyet polisliğine geri döndüm. Bir şeyleri değiştirebileceğimi, daha iyi hale getirebileceğimi düşünüyorum." Frip bir an duruyor, gözlerini uzaklara dikiyor. Sonra tekrar sana dönüyor, gözlerinde şimdi bir özlem var. "Mabi. Sana bir şey sormak istiyorum. Djurat'a gitmek istiyorum. Beni oraya götürmeni istiyorum. Sen de ister misin? Birlikte gidebiliriz." Bu teklif seni şaşırtıyor. Frip devam ediyor. "Biliyorum, burada sorumluluklarımız var. Ama belki kısa bir süreliğine gidebiliriz? Sadece birkaç gün? Hem sen bana Djurat'ı gösterirsin, hem de biraz baş başa zaman geçiririz. Senin memleketini görmek, oradaki hayatı tanımak istiyorum. Ve belki... belki bu bize iyi gelir. Ne dersin?" Frip'in gözlerinde umut var. Elini tutuyor, parmakları seninkilerle iç içe geçiyor. Gecenin sessizliğinde, sadece uzaktan gelen müzik sesleri ve kendi kalp atışlarınızı duyabiliyorsunuz. Şimdi karar senin, Mabi. Djurat'a gitme teklifini nasıl karşılayacaksın? Sorumluluklarını düşünüyor musun yoksa bu maceraya atılmak mı istiyorsun?

Livei: Bok'un sıcak nefesi boynunda bir iz bırakıyor, tenin ürperiyor. Friks hakkındaki düşünceler zihninde yankılanırken, Bok'un kollarındaki sıcaklık seni gerçek dünyaya geri çekiyor. Bok’un sana olan ilgisi, şefkati ve içindeki derin tutkular, yaşananları anlık olarak unutturuyor. Ama yine de, Friks’in ismi her yankılandığında, bir şeylerin yerinden oynadığını hissediyorsun. Bok’un derin bir nefes alışını duyuyorsun, sanki içindeki karmaşayı yatıştırmak ister gibi. Seni kendisinden nazikçe uzaklaştırırken, gözlerinin içine derinlemesine bakıyor, sanki ruhunun derinliklerine iniyormuş gibi. Dudakları hafifçe titriyor. "Friks mi?" diye soruyor. "Başta onunla ilgili kötü hissediyordum, doğru. Ama sonra... konuştuk." Bok’un yüz ifadesi bir anlığına kararıyor, sanki derinlerde gömülü acı bir anıyı hatırlamış gibi. "Aslında, 'konuşmak' doğru kelime olmayabilir. Bana hakaret etti, Livei. Aramız... bozuldu." Bok'un sesinde bir çatlak hissediyorsun, sanki acı dolu bir anı kalbinin derinliklerinden çıkmış gibi. Gözlerini kısaca kaçırıyor, sanki o anı yeniden yaşamak istemiyormuş gibi. "Detaya girmek istemiyorum, affet. Sadece... artık umurumda değil. Onunla olan her şey geride kaldı." Sözlerinin ağırlığı odada yankılanıyor, sessizlik bir süre aranızda asılı kalıyor. Bu sözleri söylerken, Bok’un elleri yeniden belinde dolaşıyor, parmaklarının sıcaklığı tenine işliyor. Seni yeniden kendisine çekiyor, alınlarınız birbirine değiyor. Gözleri derin bir kararlılıkla bakıyor, sanki seni tamamen sahiplenmek istiyor gibi. "Şu an sadece seninle ilgileniyorum, Livei. Sadece seninle." Bok’un bu sözleri, sanki kalbinde bir yerlere dokunuyor, seni bir anlığına her şeyden izole ediyor.

Bok'un dudakları yeniden seninkilere dokunduğunda, bu sefer öpücüğü daha derin, daha açlıkla dolu. Dudaklarının hareketi seni esir alıyor, sanki zaman durmuş gibi. Ellerinin sırtında gezindiğini, parmaklarının seni daha sıkı sardığını hissediyorsun. Vücudun her zerresi onun dokunuşlarına cevap veriyor, aranızdaki çekim giderek artıyor. Bok'un parmakları saçlarında dolaşıyor, nazikçe çekiştiriyor, bu hareketi sana daha fazla dokunma arzusu yaratıyor. Odadaki hava giderek ısınıyor, sanki etrafınızdaki dünya sizin etrafınızda dönüyor. Bok'un elleri bluzunun düğmelerine gidiyor, her açılan düğmeyle birlikte teninde bir ürperti hissediyorsun, sanki her dokunuşu derinlerinde bir yere işliyormuş gibi. Dudakları boynuna inerken, sıcak nefesini teninde hissediyorsun. Dudaklarının her dokunuşu, kalbini hızlandırıyor. Kulak memeni hafifçe ısırdığında, bir inleme dudaklarından dökülüyor. Bok’un bu hareketi, aranızdaki tutkuyu daha da alevlendiriyor. Kalp atışların hızlanıyor, nefesin giderek derinleşiyor, vücudun onun dokunuşlarına cevap veriyor. Bok’un vücudunun sıcaklığını kendi teninde hissediyorsun, aranızdaki bağ giderek güçleniyor. Ellerinin onun gömleğinin düğmelerine gittiğini fark ediyorsun, sanki bilinçaltın senin yerinde kararını çoktan vermiş gibi. Bok’un gömleğini çıkarırken, kaslı göğsünü okşuyorsun, her dokunuşun aranızdaki bağı daha da derinleştiriyor. Bok inliyor, bu ses sanki seni daha da derinlere çekiyor. Seni daha sıkı sarıyor, dudakları yeniden seninkilerle buluşuyor, dilleri birbirleriyle dans ederken, aranızdaki çekim dayanılmaz bir noktaya geliyor. Bok seni nazikçe duvara yaslarken, ellerini kalçalarına koyuyor. Seni hafifçe kaldırıyor, bacaklarını beline doluyorsun. Şimdi tam göz gözesiniz, nefesleriniz birbirine karışıyor, aranızdaki bağ giderek daha derinleşiyor. Bok'un elleri yavaşça pantolonunun düğmesine gidiyor, bir an duraksıyor. "Burada yapsak olur mu?" diye soruyor, sesi arzuyla kalınlaşmış, gözlerinde hem arzu hem de endişe var. Bu soru seni bir an durduruyor, düşünmeye zorluyor. Şatonun bir odasındasınız, her an biri gelebilir. Ama aynı zamanda, bu risk seni daha da heyecanlandırıyor. Zihnin bir yandan Friks’i düşünürken, bir yandan da Bok’la aranızdaki bu anın büyüsüne kapılıyorsun. Bok’un gözlerinde sabırsızlık görüyorsun, elleri hala pantolonunun düğmesinde, kararını bekliyor. Aklından binbir düşünce geçiyor; burada devam etmek mi, yoksa daha özel bir yere gitmek mi?

Wændz: Thrao, seni dikkatle dinlerken yüzündeki ciddiyet yavaşça yumuşamaya başlıyor. Anlattıkların ona hem düşündüklerini hem de hissettiklerini derinlemesine gösteriyor. Gücünle ilgili verdiğin detaylar, senin ne kadar kararlı ve bilinçli olduğunu ona kanıtlıyor gibi. Thrao, sen konuşmanı bitirdiğinde bir süre sessiz kalıyor, sanki söylediklerini içselleştiriyormuş gibi. Derin bir nefes alıyor ve ardından sana içten bir teşekkürle başlıyor. "Wændz, bana bunları anlattığın için teşekkür ederim. Gücün ve gücünle ilgili kararların konusunda ne kadar sorumlu olduğunu görmek beni rahatlatıyor." Thrao, bir adım geri atıyor ve odanın diğer tarafına bakarken devam ediyor. "Güç... Öyle bir şeydir ki, onu nasıl kullandığın, kim olduğun kadar önemlidir. Güç, insanı dönüştürebilir, onu şekillendirebilir. Ama asıl mesele, bu dönüşümün seni nasıl etkilediğidir. Güç arayışı, insanı bazen beklenmedik yerlere sürükleyebilir. Güç sahibi olmak, sorumluluğu da beraberinde getirir. Ama güç uğruna her şeyden vazgeçmek, en büyük hatadır. Babamın başına gelenler... Onun bu yolda nasıl kaybolduğunu hepimiz gördük. Gücü arzulamak değil, onu nasıl kullandığın önemlidir." Sana dönerken, gözlerinde hala bir miktar endişe var, ama bu endişe yerini daha çok bir anlayışa bırakmış gibi. "Senin gücün, Wændz, diğerlerinden farklı. Ama bu seni korkutmamalı. Ne kadar büyük bir sorumluluğun olduğunu biliyorum, ama aynı zamanda bu sorumluluğun seni tanımlamasına izin vermemelisin. Kendini bu yükün altında ezilmiş hissetme. Gücünü nasıl kullanacağın, sana bağlı. Ve bu yolda ne kadar yalnız hissetsen de, unutma ki, her zaman yanında olanlar var." Thrao bir an sessizce duruyor, ardından derin bir iç çekiyor. "Gece gece seni fazla konuşturdum. Özür dilerim." diyor hafif bir gülümsemeyle. "Belki de bu kadar ciddi şeyleri gündüz konuşmalıydık. Şimdi seni rahat bırakayım." Thrao, sana son bir kez bakıyor ve ardından odanın diğer ucuna doğru yavaşça uzaklaşıyor. Onun adımlarının yankıları hala kulağında çınlarken, etrafına bakıyorsun. Gam ve Mitga'nın biraz önce bulundukları yerde olmadığını fark ediyorsun. Gözlerin hızla onları arıyor, ama ne Gam ne de Mitga görünüyor.

Tam ne yapacağını düşünürken, birdenbire karşında Thrao'nun annesi, Gedhilfe'nin kraliçesi Livei Ozæf beliriyor. Livei Ozæf, kraliçelere has bir zarafetle ve ciddiyetle sana yaklaşıyor. Gözlerinde, seninle konuşmak için geldikleri önemli bir konu olduğunu hissediyorsun. "Merhaba ve hürmetlerimle selam ederim." diyor Livei Ozæf, sesi oldukça resmi ve ağırbaşlı. "Kraliyete dair mütalaalarınızı öğrenmek arzusundayım. Bu hususta düşüncelerinizi benimle paylaşmanızı rica ederim." Livei Ozæf’in bu beklenmedik sorusu seni bir an şaşırtıyor, ama aynı zamanda onun ne kadar ciddiyetle bu konuyu ele aldığını da hissettiriyor. Karşısında bu kadar ciddi bir yüz ifadesiyle dururken, aklından geçen düşünceleri toparlayıp ona nasıl cevap vereceğini düşünüyorsun.

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#10
İnsanların ağzından dökülen şarkımın fısıltıları arasında Frip'le birlikte ilerlemeye başlamıştım. Bara doğru ilerlediğimizde sorularımı sorsam da, cevap almama imkan olmamıştı. Mitga yanımıza gelip muhteşem olduğumu söylemişti, ancak Gam'la konuşurken bir şey fark ettiğini söylüyordu. Başta Gam'ı bir köşede dövüp buradan yollayacağımızı sanıyordum, ancak sonrasında endişelendiğini söylemesiyle birlikte gözlerim anlık olarak Frip'e kaydı. Sonrasında da salonun içerisinde sarhoş Gam'ı aramaya başladım. Salonun diğer ucunda, büyük bir sütuna yaslanmış, zar zor ayakta duruyordu. Frip endişeli bir şekilde seslendikten sonra kafamla onayladım. "Bakalım bari napalım." Dedikten sonra ilerlemeye başladık. İnsanların gülümsemeleri ve mırıldanmaları kulağımdan geçip gidiyordu şimdilik. Gam'a yaklaştığımızda gözleri bulanık, yüzü kızarmış bir halde bulduk onu. Beklediğimden daha kötü bir hale gelmişti. Götünle içiyorsan bu içkiyi içmemelisin, bak Kudretli Ayı'ya, ayı gibi içer, sarhoş olur ama böyle ayakta durmaz, atar kendini yere uyur orada.

Neyse, bu düşünceleri es geçtim ve gözlerinin içine bakmaya çalıştım. Bu adamı aslında tek tokatla bayıltıp yollamak gerekirdi, yine de şarkımı övmesiyle birlikte gülümsedim ona. "Seni çok kişi ister, ben sana bulurum hatun. Elini sallasan ellisi, seninle çıkarız sokağa denk getiririz bir tane. Konuşmasını biliyon mu kızlarla, öğretiyim mi yoksa? Ayı stili yazılmaca falan?" Dedikten sonra Frip'in su getirmek için harekete geçmesiyle birlikte Gam'a çok ufak, hiç acıtmayacak derecede bir iki tokat attım. Sonra Mitga'ya döndüm. "Lan buna ne içirdiniz? Bütün alkolleri mi içti salondaki?" Dedim. Geçmişten, pişmanlıklardan bahsettiğini, hala bazı şeylerin onu rahatsız ettiğini söylemiş. Eski görevlerinden, yapamadığı şeylerden bahsetmiş. Bunların ne olduğunu bilmiyordum. Daha doğrusu ne görevinden, ne geçmişinden bahsettiğini tam olarak bilmiyordum.

Gam suyu içtikten sonra tam ayılmasa da, her şeyi geride bırakıp gitmek istediğini söylüyordu. Yeni bir başlangıçtan, başka bir ülkeye gidip, kimsenin onu tanımadığı bir yerde yeniden başlamak istediğini söylüyordu. Bizi ailesi olarak görüyor ve bizi bırakamadığını da ekliyordu. Bizi böyle gördüğünü bilmiyordum, henüz cevap veremeden Mitga söze girerek Gam'ın çok değerli olduğunu söylüyordu. Şuan da gitmesi gereken yerin yatak olduğunu söylemesinden sonra üçümüz birlikte onu götürmek için destek olmaya karar vermiştik. Sanırım bu gecenin sabahı çok pişman olacaktı, en azından daha kötü hareketler sergilememişti. Onu yatağına yatırdıktan sonra bizi sevdiğini söylüyordu. "Bizde seni seviyoruz." Diyerek tepki verdim, sarhoş adamın halinden anlarım. Mitga Gam'ın yanında kalmaya karar verdikten sonra Mitga'nın sırtına bir tokat attım. "Kıyaksın Kudretli Aslan. Yalnız, Gam'ın bahsettiği şu geçmiş meselelerini bir ara konuşalım." Dedikten sonra odadan çıktım Frip ile birlikte.

Koridorda müstakbel eşimle yalnız kaldığımızda, her şeyin daha sakin ve durgun olması beni burada durmaya itmişti. Frip'in bana sarılmasıyla birlikte onun kendime göre küçük kalan bedenini kollarımla sıkıca sarmıştım. "Sen varken hep iyiyim, beni hiçbir şey yıkamaz." Bir elimi saçlarının arasında götürdüm. Bu gece çok şey olduğunu söyledikten sonra, gülümsemesine karşılık gülümsedim. "Senden iltifat almak, belki de en önemlisi. Zaten amacım insanları değil, seni eğlendirmekti en başta. Müstakbel eşimi..." Gözlerimin içinin, belki de vücudumun her bir parçasının güldüğünden emindim. Benimle konuşmak istediği bir şey olduğunu söyledikten sonra balkona çıkmak isteyip istemediğimi sormuştu. "Çok çaktırmıyorum gibi ama, hanımcıyımdır ben. Kadınım temiz hava bize iyi gelebilir diyorsa, iyi gelir." Dedim kahkaha atarak. Şatonun muhteşem manzarasını izliyorduk, şehrin ışıkları parıldıyor, gökyüzü ise yıldızlarla doluydu. Bu bana, ilk tanıştığmız anı hatırlatıyordu...

Frip, uzun süre kraliyete ait hissetmediğini söylediğinde, tüm ciddiyetim ve anlayışımla gözlerinin içine bakarak onu dinlemeye başladım. Bu duyguların onu yiyip bitirdiğini söylediğinde, bir elimi yanağına atıp, baş parmağımla yanağını okşamaya başladım yanında olduğumu hissettirebilmek için. Amcasının, yani Deith'in yaptıklarını gördükçe bir şeylerin değişmesi gerektiğini, ona karşı çıkması gerektiğini düşünmüş. Thrao'nun iyi bir kral olacağına inandığını ve ona destek olmak istediğini, bu yüzden de kraliyet polisliğine geri döndüğünü söylüyordu. "Sana inanıyorum." Diye cevap verdim bir şeyleri değiştirebileceği konusunda. Gerçekten ona inanıyordum, her neyi değiştirmek istiyorsa sonuna kadar onun yanında olup, onu destekleyeceğimi biliyor olmalıydı. "Bir şeyleri değiştirebilmen için, elimden gelen desteği göstereceğim." diye cevap verdim. Gözleri uzaklara daldığında bile onun gözlerinin içine dalmak, çok ayrı bir manzaraydı benim için...

Bana Djurat'a gitmek istediğini, daha doğrusu benim onu oraya götürmemi istediğini söylüyordu. Birlikte gitmek istediğini, birkaç günlüğüne gidebileceğimizi söylüyordu. Baş başa vakit geçirebileceğimizi, oradaki hayatımı tanımak istediğini söylüyordu. Eli, elimin içine geçtiğinde gözlerim önce onun eline, sonrasında gözlerine kaydı tekrardan. "Djurat'a bayadır geri dönme şansı yakalayamadım. Kan bağım olan bir ailem yok, ama gönül bağı kurduğum insanlar var. Detgo Dede var, Iyur Nine var. Detgo Dede agresiftir biraz, ama Iyur Nine'yi çok seversin. Annem öldükten sonra çok annelik yaptı bana." Geçmiş günleri anımsayıp bir süre yıldızlara daldım, birkaç saniye sonra toparladım kendimi. "Ag ve Ae'yi de çok seversin. Kardeşlerim olur ikisi de. Baş başa vakit geçirelim, sana oradaki hayatımı göstereyim. Eminim çok sevinirler seni tanıdıklarına." Dedikten sonra bir elimi Frip'in sırtına attıktan sonra hızlı bir manevra ile kucağıma aldım bacaklarının altından kolumu geçirip. Sonrasında yürümeye başladım. "Karıcığımın isteğini bekletecek değilim, hadi gidiyoruz." Djurat'a gitme zamanı geldi!
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image
Locked

Return to “Kraliyet Şatosu”

cron