Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#11

Sorusuna cevap vermek için onu kendisinden hafifçe uzaklaştırmıştı Bok. Gözlerinin içine derin derin bakmaya başlamıştı. Yine o ruhunu okuyan bakıştan atıyordu. Sanki Livei'nin içinde kopan fırtınanın şifresini çözmek ister gibiydi. Friks'in ismini yeniden gündeme getirirken dudakları titremişti. Bakışları, öfke ve hüsran dolu karmaşık duygularla kararmıştı. Başta onunla ilgili kötü hissettiğini söylemişti. Bunu Livei de biliyordu. İrlanda'da olanlardan sonra Bok ilk olarak Friks'i düşünmüştü. Her şeye rağmen onu ailesinden birisi gibi gördüğünü de biliyordu. Yine de o ikisi hep biraz mesafeliydiler birbirlerine karşı. Sonrasında Bok, Livei'yi şoke eden bir şey söylemişti. Friks ile kavga ettiklerini, Friks'in ona hakaret ettiğini ve bu yüzden de aralarının açıldığını söylemişti. Livei bir an için beyninden vurulmuşa döndü. Şaşkınlıkla ona bakarken Bok'un gözlerini kaçırdığını ve zorlukla yutkunduğunu fark etmişti. Bunu dile getiriyor olmak onu fazlasıyla üzüyor olmalıydı. Detaya girmek istemediğini, artık umursamadığını, her şeyin geride kaldığını söylemişti. Livei için parçalar yavaş yavaş yerine oturuyordu. Bok'un neden Friks'e inat onunla yakınlaştığını, Friks'in enerjisindeki düşüşün sebebini, kaçamak bakışlarını... Her şey bir anda anlam kazanmıştı. "Konuştuğumuzda bana hiç böyle söylemedi. Hatta tam tersi-" Kendi lafını böldü dudaklarını ısırarak. Bunu gündeme getirerek Bok'a daha fazla acı çektirmek istemediğine karar verdi. Yine de bu durum hoşuna gitmemişti. Friks ile aralarının bozuk olmasını istemiyordu. Bu duruma sebep olan olayları düşününce Friks'e hak veriyordu ancak tüm suç Bok'ta değildi. Onu günah keçisi belleyerek bundan sıyrılamazdı. Livei kendi hür iradesi ile bir seçim yapmıştı. Bok, onun hayatına hiç girmemiş olsaydı ömrünün sonuna kadar Friks'i sever ve onunla mutlu olurdu. Ancak Bok ile olan anıları ağır basıyordu. İlk o vardı. Her şeyden önce, Deinzei'den de önce o vardı. Mavi ve Friks'ten önce o vardı. Bok'un yokluğunda, zaman içerisinde Friks ile olan yakınlaşmaları, ona hissettiği ateşi söndürmeye yetecek kadar güçlenmemişti. Evet, Bok ona karşı bir değil, iki değil, belki üç kere hamle yapmıştı ama en sonunda bu hamlelerden birisine cevap veren de Livei'ydi. Bu durumun iki suçlusu vardı. Bir kişinin kalbini kırmışlardı.

Ancak işin tuhaf tarafı bu değildi. İşin tuhaf tarafı, Friks ile konuştuğunda asla böyle bu durumdan bahsetmemiş olmasıydı. Hatta Livei bile onun bu durumu bu kadar medenice karşılamasını garipsemişti. Onu içten içe kutlamıştı ve belki de olgunlaşması için bunun gerekli olduğunu hissetmişti. Friks ne demişti o gün kendisine? Onu sevdiğini, bu sevgiden ötürü de yaptığı şeyin onu çok yaraladığını söylemişti. Arkadaş olarak birbirlerini yeniden bulabileceklerini, onu bir insan kaybetmek istemediğini söylemişti. Karargahta Bok ile ne konuştuklarını sormuştu ona. Ne cevap vermişti? Konuştuklarını söylemişti. Bu durumun acı verdiğini ona anlattığını, Bok ve Livei'nin geçmişini öğrenmeye çalıştığını... Bok'un da onu çok sevdiğini, bunu anladığını, Bok'un onunla ne kadar çok birlikte olmak istediğini anladığını söylemişti. "Ona seni ne kadar sevdiğimi ve bu durumun beni ne kadar zorladığını anlattım. Bok ise senin için ne kadar önemli olduğumu anladığını belirtti. Onunla konuşmak, bana biraz olsun huzur verdi. Çünkü ikimizin de seni sevdiğimizi ve senin mutluluğun için elimizden geleni yapmamız gerektiğini anladım." Livei öfkeyle dişlerini sıktı. Neden yalan söylemişti ona? Son anda dürüst olsa olmaz mıydı? Bok'tan öğrenmeyeceğini mi düşünmüştü? Livei'nin fark etmeyeceğini zannetmişti? Bok'un ellerinin beline indiğini ve bedenini ona çektiğini hissetti. Heyecanla ürperdi ve hafifçe titredi. Aralarındaki sessizlik ne kadar uzun sürmüştü bilmiyordu ancak Livei'nin yüz ifadesi tüm hikayeyi anlatmış olmalıydı. Bok alnını, Livei'nin alnına koyup gözlerine büyük bir kararlılıkla bakarken Livei de ellerini onun yüzüne koydu. "Bana yalan söyledi." dedi öfkesini ve şaşkınlığını zorlukla perdeleyen bir ses tonuyla. "Bana yalan söyledi."

Bok bunun artık bir önemi olmadığını söylemişti ancak Livei'nin içinde yeniden fırtınalar kopuyordu. Bok da her ne kadar umursamadığını söylese de yüz ifadesinden ne kadar kırgın olduğu belli oluyordu. Üstelik onu kıskandırmak için yaptığı davranışları da her şeyi ele veriyordu. Friks'in de aynı hissettiği aşikardı. Bu durumu bir şekilde çözmesi gerekiyordu. Friks ile baş başa konuşmalıydı. En kısa zamanda hem de. Bok buna içerler ya da karışır mıydı bilmiyordu ancak onunla konuşması şarttı. Livei kendi iyiliği için yapacaktı bunu. Bok ona şu anda sadece kendisiyle ilgilendiğini söyleyerek zihnini şimdi ve buradaya çekmişti. Ve o kelimelerin ağzından dökülmesiyle birlikte Livei için her şey bir toz bulutuna dönüşüp kayboldu. Sadece Bok vardı artık. Tüm zihni onunla meşguldü ve bir süre daha öyle olacaktı. Baş başa kaldıkları bu anın kıymetini bilecek ve onu başka gereksiz dertlerle doldurmayacaktı. Bok eğilip onu öncekine göre daha da tutkuyla öpmüştü. Elleri tüm vücudunda geziniyor, sanki her yeri kendi sıcaklığı ile işaretlemek istiyordu. Parmaklarını saçlarında gezdiriyordu. Sonra yavaşça bluzuna yönelmiş ve düğmelerini tek tek açmaya başlamıştı. Livei'nin göğsü, heyecan ve adrenalinle inip kalkıyordu. Üşümemesine rağmen ürperiyor ve titriyordu. Bluzu üstünden kayıp giderken Bok'un, boynuna inen dudaklarıyla birlikte başını yavaşça geriye atarak duvara yaslamıştı. Ses çıkartmamak için kendini zorluyordu. Tüm bu çabaları, kulak memesinde hissettiği baskıyla birlikte boşa çıktı. Ağzından çıkan inilti duyuldu mu diye endişelenecekken yeniden dudakları onunkilerle birleşmişti. Livei kendini yükselmekte olan tutku ve arzunun pençelerine teslim etmişti. Elleri, adeta kendi kontrolünün dışında Bok'un gömleğinin düğmelerine yönelmişti. Gömleği üzerinden çıkarırken göğsüne dokunmuştu. Sıcaklığını ve kokusunu iyice içine çekmeye çalışıyordu. Onun öldüğünü zannettiği günlerde bunları nasıl zihninde tekrar tekrar canlandırdığını, onu nasıl özlediğini hatırlıyordu. Bok'tan çıkan iniltiler daha fazla heyecanlanmasına yol açtı. Bok onu daha da sıkı sarmıştı sanki bundan daha bile sıkı sarmak istiyormuş da insan vücudu kapasitesinde yapamıyormuş gibi. Onu hafifçe duvara yaslayıp kalçalarından yukarı kaldırmıştı. Livei de bacaklarını onun gövdesine sarmıştı. Bu yükselen duyguyu söndürmenin tek bir yolu vardı ve ikisi de bunun ne olduğunu çok iyi biliyordu. Bok elini yavaşça pantolonunun düğmesine götürdüğünde Livei neyi istediğini anlamıştı. Yine de bir an için duraksayıp izin istemişti kendisinden. Livei hayır diyemeyecek kadar baştan çıkarılmıştı. Bunun çok iyi farkındaydı. Bilerek yapıyor olmalıydı. Livei, odanın basılması veya dışarıdan duyulma tehlikesinin olduğu seksleri daha heyecan verici bulurdu. Hatta bunu Friks de biliyordu. Bok da biliyor olmalıydı... Malum sebepten ötürü... Yavaşça başını salladı onaylar şekilde. "Olur." Derin bir nefes alıp ekledi. "Ama kendimi tutmayacağım." Sesini bastırmak için uğraşmayacağına dair uyarmıştı onu. Duyarlarsa da duysunlardı. Hiç umurunda değildi bu saatten sonra.

Bu sahnenin çok benzerini zıt aktörlerle yaşamış olması ona bir an için ironik gelmişti.
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#12
Thao konuşmayı ben konuşmayı sürdürdükçe yüzündeki ciddiyetin yavaşça yumuşadığını görüyordum. Sözlerimi beni daha fazla ürkütmeden dinledikten sonra bir süre düşünmüş ve doğru anladığından emin olmak için tekrar düşünüyor gibi görünüyordu. Ardından teşekkür etmiş ve gücün sorumluluğu, onu nasıl kullanacağım ve onun sorumluluğu altında nasıl ezilmemem gerektiğini söylemişti. Sorumluluk konusunda zaten çoğu insana göre iyi olduğumun farkındaydım, yani güçlerimi karanlık için kullanmayacaktım, ama gücün getirdiği sorumluluğun altında kendi benliğimi kaybetmemem gerektiği konusuna girdiğinde kendimi sorgulamıştım. Gücümü keşfetme dürtülerimle geliştirmek istesem de aklıma polislik yaparken kayıpları aradığım sırada geçirdiğim o karanlık aylar geliyordu. Yanımda mutlaka birileri olduğunu söylediğinde bir an aklıma sürekli beni yanıltan veya bir yerlere çeken figürler geliyordu. Artık o figürlerin yerini arkadaşların dolduruyor olduğunu fark ettiğimde yüzümde bir gülümseme yeşermişti. Gece gece fazla konuşturduğunu söylediğinde öyle olmadığına dair kafamı iki yana sallayıp tebessüm mutluluğumu onunla paylaşmıştım. Beni rahat bırakması gerektiğini söyleyip son kez bakmış ve odanın diğer ucuna doğru yavaşça uzaklaşmaya başlamıştı.

Thrao'nun arkadan profil yürüyüşünü birkaç saniye daha izledikten sonra Gam ve Mitga'nın ortadan kaybolduğunu fark etmiş. Etrafa attığım bakışları hızlandırarak onları aramıştım. Ne yapsam nereye gitsem diye düşünürken birden bire kraliçenin karşımda belirmesiyle nutkum tutulmuş derhal saygılı bir duruşa geçip başımı hafifçe eğmiştim karşısında. Zarafetinden mi ağırbaşlılığından mı bilinmez, kendimi kavgacı bir sokak çocuğu gibi göstermekten çekinmiştim. Krala karşı bu kadar rahatken ana kraliçenin bu kadar etkili olması şaşırtıcıydı. Gözlerinde önemli bir konu üzerinde bana gelme zahmetinde bulunduğunu hissettiriyordu. Selamına karşı baş selamı vermek yerine daha saygılı bir duruşa geçip ve karşısında afallamamdan dolayı kızarak suratımın farkındalığıyla birkaç kat daha utanıp kızarsam da kraliyete dair ne tür sonuçlara vardığımı sormasına bir anda öyle şaşırmıştım ki bakışlarımı kaldırıp göz göze gelmiştim ana kraliçeyle.

Yüzündeki ciddiyeti görebiliyor olsam da bir şekilde düşüncelerimi toparlayıp doğru düzgün bir cevap vermem gerektiğini bildiğimden duruşumu düzeltiyor ve "Merhabalar kraliçem, saygılarımı kabul edin lütfen..." diyordum. Ardından "Kralımızın her türlü konuda elinden geleni yapacağını defalarca kez duyma fırsatım oldu ve bunda ne kadar kararlı olduğunu en kısa sürede atacağı adımlarla göstereceğinden şüphem yok. Lakin krallık içerisinde dış güçlerin meydana getirdiği pek çok gizem var. Bu konularda da elimizden geleni yapacağız" derken sonunda bakışlarımı kalabalığa doğru çeviriyordum. Ardından yeniden ona baksam da bir an başka ne desem diye boşluğa düşüp etrafa kaçamak bakışlar atmış ve bakışlarımı kraliçeye çevirip "Ben yalnızca insanların mutluca yaşadığını görmek istiyorum ve..." dedikten sonra bakışlarım hafifçe yere doğru düşmek üzere olsa da kendimi tutup yeniden kaldırmış ve "Kayıp olan onca çocuk, hala krallığın sorumluluğunda" diyordum.
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#13
Mabi: Frip'i kucağına alıyorsun. Frip şaşkınlıkla bir çığlık atıyor, kollarını boynuna dolayarak sana sıkıca tutunuyor. Balkonun korkuluklarına doğru ilerliyorsun, Frip'in gözleri korkuyla büyüyor. "Mabi, ne yapıyorsun?" diye soruyor endişeyle. Sen ise sadece gülümsüyorsun. Balkondan atlıyorsun. Frip nefesini tutuyor, gözlerini sıkıca kapatıyor. Ancak sen, kalsiyum elementine sahip olduğun için, yere zarar görmeyecek bir şekilde iniyorsun. Frip gözlerini açtığında, şaşkınlıkla etrafına bakınıyor. "Nasıl... nasıl yaptın bunu?" diye soruyor, sesi hala titreyerek. Frip'i nazikçe yere bırakıyorsun ve elini tutuyorsun. Şatonun bahçesine doğru ilerlemeye başlıyorsunuz. Frip hala şaşkın, ama yüzünde yavaş yavaş bir gülümseme beliriyor. "Ne adamsın Mabi." diyor. Bahçeden geçerken, çiçeklerin ve ağaçların arasından ilerliyorsunuz. Gece serinliği yüzünüze çarpıyor, uzaktan gelen müzik sesleri yavaş yavaş azalıyor. Frip sana daha sıkı sarılıyor, sanki bu anın tadını çıkarmak istercesine.

Şatonun ana kapısına ulaştığınızda, nöbetçiler şaşkınlıkla size bakıyor. Sen ise sadece gülümsüyorsun ve onlara el sallıyorsun. Frip de utangaç bir şekilde gülümsüyor. Şatonun dışına çıktığınızda, şehrin ışıkları gözünüze çarpıyor. Otobüs durağına doğru ilerlemeye başlıyorsunuz. Frip heyecanla konuşuyor, Djurat hakkında sorular soruyor. Sen de ona kısa cevaplar veriyorsun, ama asıl sürprizi Djurat'a vardığınızda göstermek istiyorsun. Yürüyüşünüz hızlanıyor, adımlarınız daha da sıklaşıyor. Otobüs durağı görünmeye başladığında, Frip'in gözleri parlıyor. "Gerçekten gidiyoruz, değil mi?" diye soruyor, sesi hem heyecanlı hem de biraz endişeli. Tam o sırada, otobüsün kalkmaya hazırlandığını görüyorsunuz. Frip'in elini sıkıca tutuyorsun ve koşmaya başlıyorsunuz. Rüzgar saçlarınızı dağıtıyor, nefesleriniz hızlanıyor. Frip kahkahalar atıyor, bu spontane maceranın heyecanıyla dolup taşıyor. Otobüse tam zamanında yetişiyorsunuz. Nefes nefese biniyorsunuz, diğer yolcular meraklı bakışlarla sizi süzüyor. Sen ve Frip yan yana oturuyorsunuz, hala el ele tutuşuyorsunuz. Frip başını omzuna yaslıyor, gülümsemesi hiç solmuyor.

Otobüs hareket ederken, şehrin ışıkları yavaş yavaş geride kalıyor. Yeni bir maceraya doğru yol alıyorsunuz. Frip sana bakıyor, gözlerinde sonsuz bir sevgi ve güven var. Otobüs hareket ederken, motorun yumuşak uğultusu kabini dolduruyor. Pencereden dışarı bakıyorsun, şehrin ışıkları yavaş yavaş geride kalırken. Frip hala başını omzuna yaslamış, rahat bir şekilde oturuyor. Bir süre sonra, otobüs görevlisi bilet kontrolü için yolcuların arasında dolaşmaya başlıyor. Size doğru yaklaşırken, birden Frip'i fark ediyor. Gözleri büyüyor, hemen selam duruşuna geçiyor. "Leydim." diyor saygıyla eğilerek. Frip nazikçe başını sallıyor ve görevli, hiç bilet sormadan yanınızdan geçip gidiyor. Bu durumu izleyen diğer yolcular merakla size bakıyor, bazıları fısıldaşmaya başlıyor. Frip, görevli uzaklaştıktan sonra sana dönüyor, gözlerinde hem eğlence hem de hafif bir endişe var. "Mabi, diğerlerine haber vermeyecek misin? Yani, Thrao'ya, Livei'ye, Mitga'ya... Böyle aniden ortadan kaybolduğumuz için endişelenebilirler." Frip'in sorusuyla, aklına düşmemiş olan bu detayı düşünmeye başlıyorsun. Gerçekten de, arkadaşlarınıza haber vermeden çıkıp gitmiş olmanın sorumluluğu şimdi omuzlarına çöküyor.

Livei: Bok'un gözleri, dudaklarından dökülen kelimeleri duyar duymaz bir an parlıyor. Bu küçük onay, onun için bir davet, bir meydan okuma gibi. Elleri, senin pantolonunun düğmesini çözmekte artık daha kararlı ve aceleci. Yavaşça açılan düğmelerin ardından, parmakları tenine dokunduğunda vücudun istemsizce irkiliyor, sanki her dokunuş, bir kıvılcım gibi tüm bedenine yayılıyor. Bok, seni daha sıkı kavrıyor, bacaklarını daha da kendine çekiyor, aranızdaki mesafeyi tamamen ortadan kaldırıyor. Vücudunuzun her hareketi, birbirinize olan açlığınızı ve arzunuzu daha da körüklüyor. Dudakları yeniden boynuna iniyor, ısırıklar ve öpücüklerle her bir santimini keşfetmeye çalışıyor. Nefesi sıcak ve hızlı, kalp atışları ise seninkine karışıyor. Onun sıcak nefesi kulağında, dudaklarının teninde bıraktığı izler hala hissedilirken, Bok seni bir anlığına geri çekiyor, gözlerinin içine derinlemesine bakıyor. Seni dikkatle duvara yaslıyor, elleri kalçalarından yukarı doğru kayarken seni daha da kavrıyor. Bacakların hala onun beline dolanmışken, pozisyonunuzu ayarlıyor ve seni biraz daha yukarı kaldırıyor. Bu hareket, senin de kalp atışlarını hızlandırıyor, nefesini daha da düzensizleştiriyor. Bok, artık hiçbir engelin kalmadığına emin olduğunda, seni tamamen kendine çekiyor. Gözlerinde o kararlı ve yoğun bakış yine beliriyor. Dudakları yeniden seninkilere kapanırken, öpücüğü bu sefer daha da derin, daha da tutkulu. Ellerinin teninde dolaşmasını, her bir temasın yarattığı sıcaklığı ve gerilimi hissediyorsun.

Ellerin de boş durmuyor. Bok'un vücudunu saran kasları okşarken, parmaklarınla onun sıcaklığını daha da içine çekiyorsun. Her dokunuşun, her temasın ona daha da yakınlaşmanı sağlıyor. Onun iniltileri, odanın sessizliğinde yankılanırken, seni daha da derinlere çekiyor, daha fazla istemeye itiyor. Bok'un elleri bu sefer senin sırtında geziniyor, seni daha da sıkıca kavrıyor. Nefes alışları daha hızlı ve düzensiz, gözleri ise tamamen sana odaklanmış. Aranızdaki gerilim artık neredeyse dayanılmaz bir noktaya geldiğinde, Bok aniden bir anlığına duruyor. Nefesini tutup seni yeniden yüzüyle karşı karşıya getiriyor, gözlerinin derinliklerinde başka bir şeyler arar gibi. Gözleri, senin onayını, belki de bir kelimeyi ya da bir işareti beklerken, senin nefesin de onunkine karışıyor. O sırada, kapının hemen arkasından, sessizliği yırtarcasına üç kez hızlıca vurulan tok bir kapı sesi duyuluyor. Bok, bir an için duraklıyor. Gözleri hala sende, ama o anlık dikkatinin dağılması, bedenindeki gerginliği hemen ele veriyor. Nefesi kesiliyor, yüzünde bir an için hem şaşkınlık hem de belirsizlik beliriyor. Gözlerin kapıya kayarken, Bok’un gözleri de kapıya yöneliyor. Kimse bir şey söylemiyor ama ikiniz de aynı anda kapıya bakıyorsunuz. Bu kısa an, her şeyin üzerine bir bulut gibi çöküyor, beklenmedik bir soğuk duş etkisi yaratıyor.

Kapının arkasından gelen ses, bu sefer daha düşük bir tonda tekrarlanıyor, sanki içeridekilerin varlığından emin olmak ister gibi. Bok’un elleri, hala seni sıkıca tutarken, yavaşça gevşemeye başlıyor. Yüzündeki ifadede belirsizlik ve belki de hafif bir hayal kırıklığı var. Gözleri sende ama aklı sanki kapının arkasında olanlarda. "Kim var orada?" diye mırıldanıyor. Bu anın büyüsü, kapının ardındaki ziyaretçiyle birlikte sanki çözülüyor gibi. O anda kapının ardından Friks'in tanıdık sesini duyuyorsun. "Livei, orada mısın? Bir şey konuşmamız lazım."

Wændz: Kraliçe Livei Ozæf, senin anlattıklarını dikkatle dinlerken yüzündeki ifade neredeyse hiç değişmiyor. Gözleri, sanki söylediklerin arasında bir ipucu arıyormuş gibi, senin üzerinde sabitlenmiş. Her kelimeni dikkatle ölçüp biçiyor gibi görünüyor. Senin kraliyete dair düşüncelerin, özellikle güç ve sorumluluk konusundaki sözlerin onu belli ki etkilemiş. Uzun bir süre sessiz kalıyor, sanki her bir detayın üzerine düşünüyor. Yüzündeki ciddiyet, senin gözünde onun bu konuyu ne kadar önemsediğini açıkça gösteriyor. Bir süre sonra, derin bir nefes alarak konuşmaya başlıyor. "Wændz. Anlattığın hususlar dikkatimi celb etti. Bu bahse konu mesele öyle bir meseledir ki, sadece rivayetlere yahut basit bir tahkike havale edilecek türden değildir. Bizzat bu meseleyi derinlemesine tahkik etmeye niyetliyim. Ancak, bu işin ehemmiyeti ve mahiyeti gereği, tek başıma hareket etmem kâfi gelmeyecektir." Gözleri seninkilere dikilirken, sözlerinin ağırlığını hissettiriyor. "Senin kudretini, sebatını ve mesuliyetini nazar-ı dikkate alarak sana bir vazife tevdi etmek isterim. Bundan böyle, seni Başpolis Memuru rütbesine terfi ettiriyorum. Bu meseleyi tetkik etmen, derinlemesine tefekkür edip incelemen ve bana kati bir rapor sunman icap eder. Bu sebeple, kendine güvenilir bir ekip teşkil etmeni ve bu hadiseyi bizzat takip etmeni talep ediyorum. Kudret ve mesuliyet, her şeyden evvel intizam ve itina ister. Seni bu vazifeye layık görürüm." Sesi, kararının kesinliğiyle dolu ve bu görevin önemini vurgulayan bir tonda.

Kraliçe Livei Ozæf, söylediklerinin ağırlığını senin anlamanı bekleyerek bir an duraklıyor. Ardından, kararının üzerinde hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ekliyor, "Kraliyet için önemli bir mesele bu, Wændz. Ve senin bu görevi layıkıyla yerine getireceğine inancım tam." Son bir kez daha sana bakıyor, gözlerinde hem bir güven hem de beklenti dolu bir ifade var. "Bu hususu çözmek senin sorumluluğunda." diyor. "Ve unutma, bu görevin sana büyük bir sorumluluk ve yetki getiriyor." Ardından, ağır adımlarla odadan çıkıyor, pelerininin ucu yerde sürüklenirken sessizliği bozan tek şey, adımlarının yankısı oluyor. Kraliçe yanından ayrıldıktan sonra, odada bir anlık sessizlik hüküm sürüyor. Sözlerinin ağırlığı hala havada asılı kalmış gibi. Düşüncelerin karmaşık bir şekilde zihninde yankılanırken, bir anda odanın kapısı aralanıyor ve Mitga içeri giriyor. Yüzünde hafif bir endişe, ama bir o kadar da rahatlamış bir ifade var. "Wændz." diyor, adımlarını hızlandırarak sana doğru gelirken. "Gam çok içmiş. Onu yatağa yatırdık, biraz dinlenmesi gerekecek." Mitga'nın sözleri, seni bir an için mevcut durumdan uzaklaştırsa da, hemen ardından gözlerinin içine bakarak devam ediyor. "Sen ne yaptın? Burada ne oluyor?" Sesinde hem merak hem de biraz şaşkınlık var. Onun için, senin bulunduğun yerde her zaman bir hareket ve her zaman bir olay olurdu; bu yüzden, olup bitenleri merak etmesi şaşırtıcı değil. Bir an duraksıyor ve sana tekrar bakarak soruyor. "Şimdi ne yapmak istiyorsun? Bu gece daha bitmedi."

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#14
Bok, Livei'den duymak istediğini almıştı. Duyduklarının hoşuna da gittiğini gözlerindeki yükselmekte olan parıltıdan anlayabiliyordu. Bir an bile duraksamadan devam etmişti başladığı işe. Livei pantolonunun düğmeleri tek tek açılırken o kadar sabırsız ve heyecanlıydı ki etek giymediği için kendi kendine küfretti. Neyse ki düğmelerin çözülmesi o kadar uzun sürmemişti. Teninde Bok'un dokunuşlarını hissettiği an ürperdi yeniden. Sanki elektrik çarpıyordu tüm vücuduna. Uzun zamandır bir birleşme için bu kadar heyecanlanmamıştı. Bok ona her ne büyü yaptıysa işe yarıyordu. Bok'un onu daha sıkı kavradığını, bacaklarını kendisine doğru çektiğini hissediyordu. Öpücükleri dudaklarında başlayıp boynunda son buluyordu. Livei artık ne hissettiğinden emin bile olamıyordu. Zihni haz ve arzuyla karman çorman hale gelmişti. Etraftaki her şey puslu bir örtünün altından bakıyordu ona sanki. Kalbi yerinden çıkarcasına atıyordu. Gözleri hazzın aşırı uyarılması ile dolmaya başlamıştı. Bu görüşünü de puslandırıyordu. Nefesi Bok'un nefesine karıştıkça çıkardığı sesler ondan mı çıkıyordu bilmiyordu. Bildiği tek şey Bok'u çok istediğiydi. Burada onunla olmayı her şeyden çok istiyordu.

Bok onu kısa bir anlığına geri çekerek gözlerine bakmıştı. Orada ne görmüştü? Livei onun gerçeği gördüğünden emindi çünkü o da görebiliyordu. Bok'un yeşil gözlerinde ona nasıl içten bir sevgi ve istekle baktığını görmüştü. Bok onu yavaşça biraz daha yükseltti. Kalçasını sıkıca kavradı. Her ikisi için de olabilecek en rahat pozisyonu ayarlıyordu. Livei, Bok'un staminası buna yetecek mi diye endişelenmişti bir an için ancak sonra sorun olmadığını fark etti. Parkta sevişmişlerdi daha önce, duvar önü mü sorun olacaktı? Bok onu kendisine doğru çektiğinde aynı anda dudakları da birleşmişti. Kraliyet şatosundaki bu odada sıcaklık o kadar yükselmişti ki neredeyse ağızlarından buhar çıkacaktı. Livei derin nefes alışları ve birbirine karışan iniltiler eşliğinde kendinden geçiyordu. Elleri onun gövdesini sıkıca kavrarken ona daha da fazla dokunmak, onu daha da fazla hissetmek istiyordu. Bok'un gözlerini tek bir saniye için bile onun gözlerinden ayırmaması Livei'yi daha da sarhoş ediyordu. "Seni seviyorum. Hep sevdim." diyebildi soluk soluğa zorlukla. Hisler hızla yukarı çıkıp doruk noktasına ulaşırken Bok durup onu yeniden yüzünün hizasına getirmişti. Bir şey sormak istiyor ya da onay bekliyor gibi bir hali vardı. Livei tam onun ne diyeceğini beklerken odanın kapısının sertçe vurulması ile irkildi.

Cidden mi? Şu anda mı? Bok gözlerini ondan ayırmamıştı ama hissiyat değişimini görebiliyordu. Endişe, hayal kırıklığı... Sonra ikisi de birlikte kapıya bakmıştı. Kapı bir kez daha çaldı. Bu sefer daha hafif. Bok'un elleri gevşemeye başladığında Livei inatla daha sıkı tuttu onu. Hayır, böyle bitmesine izin vermeyecekti. Kapının arkasından Friks'in sesinin gelmesiyle birlikte öfkesi iki katına çıkmıştı. Bilerek yapıyordu! Bilerek yapıyor olmalıydı! Burada neler döndüğü bariz değil miydi? Her şeyi tuhaflaştırmak mı istiyordu? Livei medeni bir şekilde ayrıldıklarına inanmıştı ama aralarındaki bu çocukça çekişmeye maruz kalmak zorundaydı anlaşılan. Livei ona istediği şeyi vermeyecekti. Ona bu zaferi tattırmayacaktı. Kolları ve bacakları ile Bok'u sıkıca sardı ve geri çekilmesini engelledi. "Boşver." dedi kulağına fısıltıyla, sanki onu baştan çıkarmaya çalışıyormuş gibi. "Durma, devam et. Bırak duysun." Sonra hiç de nefesini düzenlemeye uğraşmadan Friks'in duyabileceği bir ses tonuyla ona seslendi. "Biraz zaman verebilir misin? Birazdan gelirim yanına. Salonda bekle." Sonra da yüzünde muzip bir ifadeyle Bok'a göz kırptı.
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#15
Frip, onu bir hamlede yakalayıp balkonun korkuluklarından aşağıya doğru atlamama oldukça şaşırmıştı. Daha doğrusu, şaşırmaktan ziyade sesinde bir endişe vardı. Ne yapacağımı anlamış olsa bile, bunu yapıp yapamayacağımdan emin değildi sanırım. Tabi muhteşem bir inişle aşağıya indikten sonra gülümsemiştim, şaşkınla etrafa bakan müstakbel eşime bakarak. "Ben yaparım, neden yaparım biliyor musun? Çünkü ben Kudretli Ayı'yım." diyerek cevap verdim. Frip'i yere bıraktıktan sonra elini tutup ilerlemeye başladım. İlerleyişimiz bahçenin içinden dışarıya doğru devam etti, bir sürü çiçeğin yanından geçtim ancak yanımdaki çiçek kadar güzelini göremedim. Uzaktan gelen müzik sesleri yavaş yavaş daha uzaktan gelmeye başladığında, daha da uzaklaşmak istedim. Bir an önce gitmek ve kafamı dağıtmak istiyordum aslında.

Şatonun ana kapısında bekleyen nöbetçilerin şaşkın bakışları arasında onlara el sallamaya başladım. "Napıyonuz lan?" Diye seslendikten sonra şatonun dışına çıktık. Şehrin ışıkları gözlerime sert bir şekilde vursa da, otobüs durağına doğru ilerledik. Djurat hakkında sorduğu sorulara, normalden daha kısa cevaplar vermeye başladım. "Yok herkes benim gibi kaslı değil." Den başladım, "Kudretli Ayı'nın önünde diz çöker hepsi." ile sonlandırdım cümlelerimi. Otobüs durağına geldiğimizde, Frip'in kısa sorusuna gülümseyerek cevap verdim. "Gidiyoruz." Onun kadar ben de heyecanlıydım otobüse bindiğimde. Bir süredir geri dönmemiştim, kardeşlerimi görmemiş, Iyur Nine ile Detgo Dede'yi ziyaret etmemiştim. Burnum hazır boktan kurtulmuşken, onları görecek olmak beni de heyecanlandırıyordu.

Frip başını omzuma yaslamış, ben de gülümseyerek camdan dışarıyı izliyordum. Şehrin ışıkları yavaş yavaş geride kalırken, kendimi camdan geçip giden manzaraya bırakmıştım. Müstakbel eşimin gözlerinde ki sevgi ve güveni görmek, beni daha da heyecanlandırıyordu. Otobüs görevlisi bilet kontrolü için geldiğinde, Frip'i görmüş ve gözleri büyümüştü. Biletlerimizi bile kontrol etmeden saygıyla eğilerek gitmişti. "Ben ne zaman böyle karşılanacağım? Bende kraliyetten değil miyim?" Diye sordum. Sonrasında Frip'in söylediği şeyi düşündüm, dediği gibi kimseye haber etmemiştik. Aklıma bile gelmemişti, sadece bir an önce gitmeyi düşünmüştüm. Sol elimi havaya kaldırıp saatimin kısa mesaj özelliğini açtım. Thomas'a haber vermek yeterli olacaktı.

"Thomas, monsieur ben Frip ile birlikte bir süreliğine Djurat'a gidiyorum. Ekibe bunu haber edebilirsen ve beni, bizi idare edebilirsen çok sevinirim. Bir sıkıntı olursa, hemen yanıma gelebilirsin."

Diyerek kısa mesaj attım ve manzaraya geri döndürdüm gözlerimi. Bir yandan da kolumu iyice Frip'e sardım.

"Thomas'a haber ettim, diğerlerine haber edecektir."
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#16
Kraliçe Livei sözlerimi dikkatlice dinlerken Thrao'nun aksine yüzünde bir ifade değişimi yaşanmıyordu. Sözlerimin her bir cümlesini tartıyor gibi görünüyordu. Güç ve sorumlulukla ilgili cümlelerim etkisiz kalmamıştı neyse ki. Sözlerim bittiğinde uzun bir süre sessiz kalmış ve düşünceler içerisindeymiş gibi görünüyordu. Bir anda ölüm fermanımı bile yazabilecek gerginlik yaratıyordu bu bekleyiş bende. Daha önceden kraliyet ailesinin kenarından bile geçmediğim gibi kim olduklarıyla ilgilenmiyordum bile. Şimdi ise tam yaşam alanlarının içerisine girmiş evlerinde sarhoş olabilmek gibi devasa bir değişim içerisindeydim. Gerçi, olanların yanında bu pek bir şey değilmiş gibi gelse belki de kraliçenin mizacından dolayı böyle hissetmiştim.

Aldığı nefesin ardından konuşmaya başlamıştı. Kurduğu eski kelimeler dolu cümleleri anlamakta güçlük çekiyor olsam da her kelimesini anlıyormuş gibi kafamı sallayıp onaylıyordum sözlerini. Ancak öyle bir nokta gelmişti ki bir anda kendimi Başpolis Memuru olarak bulmuştum. Konu ile ilgili daha fazla yetkim olmuştu böylece ancak bu yetki her kapıyı açan bir yetki gibi de görünmüyordu. Ancak hiç yoktan iyiydi. Aklım diğer yandan araştırma konusuna takılmıştı. Polislik görevine doğrudan mı devam etmeliydim yoksa yeteneğimin sınırlarını test edip kendimi geliştirip bir yandan da Dünya teknolojisine karşı kendi teknolojimize katkıda bulunarak gelecek mücadelelere mi hazırlanmalıydım? Bu karışık düşüncelerden dolayı kraliçenin yetkilendirmesine karşı büyük bir sevinç yaşayamamıştım. Ancak kraliçenin umut dolu bakışlarına karşı olumlu bir ifade takınıp hiçbir şeyden vazgeçmediğimi ona da yansıtıyordum. Konuşması bittikten sonra yeniden polis selamımı verip "Görevlerimi layığıyla yerine getireceğimden şüpheniz olmasın efendim..." demiştim.

Kraliçenin ağır adımlarla ilerleyişini izlerken duyduğum ses adımlarının yankıları oluyordu. Bu da bana başka bir şeyi fark ettirmişti. Herkes nereye gitti gerçekten? Milleti aramak yerine öncelikle kraliçenin sözlerini sindirmek için kalakalmıştım olduğum yerde. Ne yapacağım konusunda gerçekten de bazı belirsizlikler olsa da en azından niyetim belli olduğu için çok fazla şaşacağını sanmıyordum. En kötü yine bildiğimi okuyup kendi başıma hareket etmeye başlardım ama Thrao'nun desteğini alacağımdan nedense şüphem yoktu. Ben düşüncelerle baş başa böyle düşünürken Mitga kapıyı aralamış salona dönmüştü. Yüzündeki hafif endişeyi fark etmiş olsam da aynı zamanda rahatlamış görünümü onunla ilgili endişelenmemin önüne geçiyordu. Adımlarını hızlandırarak bana doğru geliyor oluşu biraz ürkütücü görünüyordu o devasa boyutuyla ancak tatlı bir devasalık diyebilirdim sanırım. Gam'ın çok içtiğini ve dinlenmesi için yatağa yatırdığını söylemişti. İki dakika yalnız bıraktık diye erkek milleti hemen dağıttı ortalığı işte. Ancak Mitga gayet normal görünüyordu. Çocuksuz bir tebessüm belirdi yüzümde. Sanki bir kral devrilip oğlu kral olmamış da arkadaş ortamında öylesine bir gecede eğleniyormuşuz gibi gelmişti. Oysa ki krallığın kaderini değiştirmiştik belki de.

Mitga yanıma geldiğinde ne yaptın diye sormuştu. Sorusuna karşı ben de karşılık olarak önce gözlerine bakıp ardından etrafa bakınma gereği duydum çünkü ben soylularla uğraşırken tüm eğlenceyi kaçırmıştım galiba. Mabi ve Livei yoktu. Diğerleriyle pek samimiyetim olamamıştı henüz ama kendimi yabancı da hissetmiyordum onlara karşı. "Thrao ve Kraliçe Livei geldi. Pek göze çarpan biri olduğumu düşünmüyordum aslında ama yeteneklerim doğal olarak insanları ürkütüyor..." dedikten sonra bıkkın bir nefesle o konuyu tamamladığımı düşünsem de bir şeyi atladığımı fark edip parmağımı kaldırıyor ve "A, bir de artık baş polis memuruyum" diyordum. Bundan sonrası için ne yapmak istediğime emin değildim. Buradan çıksam nereye gideceğimi de pek bilemiyordum aslında. Kafamı gökyüzüne kaldırıp yüzüne baktığımda "Gam sızmış herkes bir yerlere dağılmış... Etrafta fazla kalan tatlı içecek bir şeyler kesin kalmıştır. Çantaya doldurup açık, hava alan bir yerde yiyip içerken konuşalım mı?" diye sormuştum. Ancak bana ne yapmak istediğini sorduğu için belki burada ayrılacağımızı düşünüp sormuş olmalı diye düşünmüştüm ve kusur işlemiş gibi hissediyordum "Affedersin, sanırım önce başka bir işin olup olmadığını sormam lazımdı... Sonuçta sen bir Kudretli Ayı'sın, ikinizin de yerinde durduğunu pek görmedim" dedikten sonra yine etrafa bakınıp "Tek gözlü olan da ortalıkta yok. Siz aynı olduğunuza göreee o zaman sen de benimle vakit geçirmek için mi geldin?" dedikten sonra ne dediğimin kendim de farkında olmadığını fark edip bir anda gülmeye başlamış ve "Beni gece gece kraliçe çarptı galiba.." diyerek kısa bir gülüş daha eklemiştim.
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#17
Livei: Friks'e seslendiğin anda, Bok'un nefesleri hala omzunda sıcacık hissediliyor. Cevap gelmeyince, bir an dikkat kesilip kapının ardındaki hareketi dinliyorsun. Hiçbir ses, hiçbir adım sesi duymuyorsun, sadece Bok'un biraz hızlı atan kalbi ve kendi nefeslerin var odada yankılanan. Friks'in uzaklaştığını varsayarak geri dönüyorsun ve Bok'un gözlerindeki heyecanı görüyorsun. O da senin gibi bir anın bozulmadığını fark edince yeniden yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldığını hissediyorsun. Bok’un eli belinde geziniyor ve sana daha da yaklaşarak kulağına eğiliyor. Nefesi sıcak, sesi ise neredeyse fısıldar gibi. Sana bir şeyler fısıldarken gözlerindeki yoğun bakışı kaybetmiyor. Bok, sanki hiç ara vermemiş gibi, kaldığı yerden devam ediyor. Ellerinin hareketleri daha kararlı ve ateşli, seni bir kez daha kolları arasında sımsıkı kavrarken aranızdaki mesafeyi ortadan kaldırıyor. Gece boyunca, Bok'un tutkusu ve aranızdaki bağ giderek daha da yoğunlaşıyor. Her an, her dokunuş, her bakış sanki aranızdaki alevi daha da harlıyor. Odadaki hava ağırlaşıyor, teniniz birbirine karışıyor ve saatler geçtikçe sabaha doğru ilerliyorsunuz. Bok’un teni seninkine sürtünürken, kaslarının her hareketi, nefes alış verişlerinizin ritmi ile uyum içinde. Her bir temas, her bir dokunuş, sana kendini daha da canlı hissettiriyor. Saatler süren bu yoğun ve iç içe geçmiş anlar boyunca Bok, seni her seferinde biraz daha derine, biraz daha tutkuyla kendine çekiyor. Ellerinin sıcaklığı, bedenini sardıkça içinde hissettiğin bu yakınlık, dünyada başka hiçbir şeyin önemli olmadığını düşündürüyor sana.

Sabahın ilk ışıkları odaya dolmaya başladığında, Bok yavaşça geri çekiliyor ve yüzünde yumuşak bir gülümsemeyle sana bakıyor. Henüz uykuda olan yüzünü izlerken, yavaşça saçlarını geriye doğru okşuyor ve alnına hafif bir öpücük konduruyor. Bir süre seni izlemeye devam ediyor, sanki bu anın tadını çıkarmak ister gibi. Ardından, sessizce yanından kalkıyor ve odanın penceresine doğru ilerliyor. Pencerenin kenarına yaslanıp dışarıyı izlerken, şehrin henüz uyanmamış olduğunu fark ediyor. Her yer sessiz ve sakin. Bok, bir süre pencerenin yanında durup sabahın serinliğini içine çekiyor. Daha sonra yavaşça geri dönüp yeniden yanına geliyor. Yüzünde hala o rahatlamış, mutlu ifade var. Elini hafifçe omzuna koyuyor ve seni nazikçe uyandırmaya çalışıyor. "Uyan bakalım artık." Gözlerini araladığında, Bok’un sana sıcacık bir gülümsemeyle baktığını görüyorsun. O anki haliyle, gecenin tüm yorgunluğunu üzerinden atmış gibi duruyor. Sabahın serinliğine rağmen, odada hala bir sıcaklık hissi var. Bok, seni uyandırırken, yüzündeki gülümseme hiç kaybolmuyor. Gözlerindeki yorgunluğa rağmen, bakışlarında bir canlılık ve enerji var. Bir süre daha seninle tatlı tatlı konuşuyor Bok, geceye dair ufak tefek espriler yapıyor. "Gece az kalsın kapıdan birinin gireceğini sandım. Bir de çıplak yatmışız, kraliyetten biri girse sıçtık." diyor hafifçe gülerek, gözlerinde hala uyku sonrası o buğulu bakışla. Sana daha da yaklaşarak "Ama seni bu kadar yakınımda hissetmek... Sabaha kadar benimle kaldığın için teşekkür ederim." diye ekliyor, sesi daha yumuşak ve samimi bir tonla.

Bir an durup gözlerine bakarak "Bu arada dün gece baya cesurdun." diye devam ediyor ve sana hafif bir kaş kaldırışıyla alaycı bir bakış atıyor. "Friks’in duyabileceği kadar yüksek sesle konuşman... Yani, o da eğer hala kapının arkasındaysa tabii..." diyor ve gülmeye başlıyor. "Sanırım, seninle birlikteyken her şey daha eğlenceli oluyor." Ardından, biraz daha ciddi bir tona bürünerek ve seni hafifçe kollarına alarak soruyor. "Patron’un yanına gitmek ister misin? Onları bayadır görmüyorsun." Seni hala nazikçe tutarken, olası cevabını bekliyor.

Mabi: Thomas'ın mesajı saatine anında ulaşıyor. Ekranında beliren yanıt kısa ve öz. "Bana bırak monsieur!" Frip'in sıcaklığını hissederken, otobüsün monoton sesi ve yolculuğun ritmi sizi yavaş yavaş uykuya sürüklüyor. Gözleriniz kapanırken, Djurat'a olan heyecanınız rüyalarınıza karışıyor. Saatler sonra, gözlerinizi açtığınızda kendinizi Djurat'ın başkenti Bolcheb'in merkezinde buluyorsunuz. Otobüs, büyük bir meydanın kenarında durmuş. Frip de uyanıyor, gözlerini ovuşturarak etrafına bakınıyor. "Nereye gideceğiz?" diye soruyor, sesi hala uykulu. Otobüsten indiğinizde, Bolcheb'in ihtişamı sizi karşılıyor. Meydan, şehrin kalbindeki dev bir açıklık gibi. Etrafınızda, Djurat mimarisinin en güzel örnekleri yükseliyor. Binalar, koyu taşlardan inşa edilmiş, üzerlerinde altın yaldızlı süslemeler göz alıyor. Meydanın ortasında, devasa bir çeşme var. Suyun şırıltısı, sabahın erken saatlerinde bile duyulabiliyor. Meydanın bir kenarında, rengarenk çiçeklerle bezeli bir bahçe uzanıyor. Djurat'ın nadir bulunan bitkileri burada sergileniyor sanki. Diğer yanda, büyük bir saat kulesi yükseliyor. Kulenin tepesindeki dev saat, şehrin nabzını tutar gibi tik taklıyor.

İnsanlar yavaş yavaş uyanmaya, meydanı doldurmaya başlıyor. Satıcılar tezgahlarını kuruyor, kokular havada dans ediyor. Taze ekmek, baharat ve kahve kokuları burnunuza çarpıyor. Uzaktan, bir sokak müzisyeninin melodisi duyuluyor. Frip, gözleri parlayarak etrafı inceliyor. Bolcheb'in güzelliği onu büyülemiş gibi. Size dönüp gülümsüyor, heyecanı gözlerinden okunuyor. "Burası harika! Burada mı büyüdün gerçekten?" diyor, sesi coşkuyla dolu. Meydanın bir köşesinde, büyük bir harita dikkatinizi çekiyor. Üzerinde "Bolcheb'e Hoş Geldiniz" yazıyor ve şehrin önemli noktaları işaretlenmiş. Haritanın yanında, turistlere yardımcı olmak için bekleyen bir görevli var. Güneş yavaş yavaş yükselirken, Bolcheb'in enerjisi de artıyor. Sokaklar canlanıyor, dükkanlar açılıyor. Uzakta, büyük bir pazar yerinin kurulduğunu görebiliyorsunuz. Renkli tenteler ve bağrışan satıcılarıyla oldukça canlı görünüyor. Frip, elini tutup seni meydanın ortasına çekiyor. Etrafında dönerek şehri inceliyor, her yeni detayı keşfetmekten keyif alıyor gibi. "Ne yapacağız?" diye soruyor, gözleri merakla parlıyor. "Nereye gitmek istersin?"

Wændz: Mitga sözlerini dikkatle dinliyor. Yüzünde anlayışlı bir ifade beliriyor. "Başpolis memuru mu? Tebrik ederim!" diyor, sesinde içten bir sevinç var. "Demek Kraliçe Livei seni önceden görmüş. Bu önemli bir sorumluluk, ama senin bunu başarabileceğine eminim." Dışarı çıkma önerini duyunca, Mitga'nın gözleri parlıyor. "Bu harika bir fikir!" diyor heyecanla. "Biraz temiz hava ve tatlı bize iyi gelecektir. Hem de seninle daha fazla vakit geçirmek için mükemmel bir fırsat." Mitga, şaşkınlığına ve karışık duygularına gülümsüyor. "Endişelenme. Hepimiz zaman zaman karışık hissedebiliriz. Özellikle böyle heyecanlı bir geceden sonra. Hadi biraz dışarı çıkalım." Birlikte şatodan çıkarken, gece serinliği yüzlerinize çarpıyor. Gökyüzü yıldızlarla dolu, ay ışığı etrafı yumuşak bir parlaklıkla aydınlatıyor. Şehrin ışıkları uzakta titreşiyor, gecenin sessizliği ara sıra uzaktan gelen müzik sesleriyle bölünüyor. Mitga, sana dönerek gülümsüyor. "Pekala, şimdi nereye gideceğiz? Bu senin memleketin, değil mi? Bana biraz gezdirmek ister misin? Belki favori yerlerini gösterebilirsin." diyor. Etrafınızda, şehrin gece manzarası uzanıyor. Dar sokaklar, taş binalar, ara sıra görünen küçük meydanlar... Her köşe başı yeni bir keşif vaat ediyor sanki. Uzakta, bir tepenin üzerinde yükselen eski bir kule dikkat çekiyor. Aşağıda, nehir boyunca uzanan rıhtımda birkaç gece yürüyüşçüsü görünüyor.

Mitga yanında yürürken ara sıra sana bakıyor. "Burası hakkında ne düşünüyorsun?" diye soruyor. "Nasıl bir yerdi büyürken? Bana anlatmak istediğin özel bir yer var mı?" Gece ilerledikçe, şehrin farklı bir yüzü ortaya çıkıyor. Gündüz kalabalık olan caddeler şimdi daha sakin, ama hala hayat dolu. Uzaktan bir sokak lambasının altında duran bir çift görünüyor, fısıldaşarak konuşuyorlar. Bir köşede, geç saate rağmen hala açık olan bir fırından taze ekmek kokusu yayılıyor. Mitga, yanında yürümeye devam ederken ara sıra durup etrafı inceliyor. Gözleri merakla parlıyor, sanki her detayı hafızasına kazımak istiyor gibi. "Burası gerçekten büyüleyici." diyor sessizce. "Senin burada büyümüş olman... Kim bilir ne kadar ilginç hikayelerin vardır." Yavaş adımlarla ilerlerken, gökyüzünün renginin değişmeye başladığını fark ediyorsunuz. Doğu ufkunda, gece karanlığının yerini yumuşak bir pembelik almaya başlıyor. Mitga, dikkatini çeken bu değişimi işaret ediyor. "Bak, güneş doğuyor." Şehrin en yüksek binalarının tepeleri, yeni günün ilk ışıklarıyla aydınlanmaya başlıyor. Gökyüzü, maviden turuncuya, oradan da altın sarısına dönüşürken, etraftaki her şey yavaşça belirginleşiyor. Sokak lambaları bir bir sönüyor, yerlerini güneşin sıcak ışıklarına bırakıyor. Kuş sesleri artıyor, sanki yeni günü selamlıyorlar. Mitga derin bir nefes alıyor, taze sabah havasını ciğerlerine çekerken. "Ne kadar güzel." diye mırıldanıyor, gözleri ufukta. "Seninle birlikte bir gün doğumunu izlemek... Bu anı hiç unutmayacağım, Wændz." Güneş, tüm ihtişamıyla ufuktan yükselirken, yeni bir günün, yeni umutların ve belki de yeni bir başlangıcın müjdecisi gibi parlıyor.

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#18
Thomas'ın güven dolu mesajını yüzümde bir gülümseme ile sade bir şekilde cevaplamıştım kendimce. Frip'in sıcaklığı, gözlerimin önünden geçip giden manzaralar, tüm duyguların birbirine karıştığını hissediyordum. Bu duygu seli içindeyken üstüne birde yolculuğun ağırlığı binince, göz kapaklarım yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı bile. Gerçek bir ayı gibi esnedikten sonra kendimi uykunun kollarına bırakmıştım. Birkaç saat sonra gözümü açtığımda, otobüsün büyük bir meydanın kenarında durduğunu fark etmiştim. Bolcheb'in merkezine gelmiştik bile. Zamanın bu kadar hızlı bir şekilde akıp gitmesini beklemiyordum. Frip'in uykulu sesiyle nereye gideceğimizi sormasına güldüm. Hafif bir kahkahanın ardından otobüsten inmek için hafifçe yönlendirdim onu. "Sen önce bir uyanmayı başar, ondan sonra nereye gideceğimize bakarız." dedim gülerek. Bolcheb'in ihtişamı gözlerimi tekrardan büyülediğinde gençlik yıllarıma döndüm. Heyecanla konuşmaya başladım. "Buralarda arkadaşlarımızla dövüşürdük, ben hepsinin kafasını kırardım." Dedim. Meydanın ortasındaki devasa çeşmeyi gösterdim sonra. "Bak biz buradan su içerdik, sonra amcalara laf atıp kaçardık." Yaşadığım heyecanlı ve güzel geçmişi, çocukluğu Frip'e anlatmaya devam ederken, saat kulesi gözüme çarptı. "Bu boş muhabbet biraz. Kocaman saat mi olur?" Dedim. Sahi, kocaman saat mi olur?

İnsanlar yavaş yavaş uyanıp meydanı doldurmaya başladığında, bu canlılığı izlemek ayrı bir eğlenceliydi. Satıcıların sattıkları ürünlerin kokuları birbirlerine karışıyor, sanki havayı boyuyorlardı. Müzisyenlerin güzel sesleri kulağıma doluşmaya başladığında Djurat'ın güzel yanını tekrardan hatırladım. Burası muhteşem bir ülkeydi, Gedhilfe gibi domates tarlasına benzeyen götü boklu bir ülke değildi. Frip'in gözlerindeki mutluluğu görebiliyordum, "Buralarda büyüdük. Biz daha çok yaramaz çocuklardık, birilerini döverdik, kaçardık, bazen meyve çalardık. Eğlenceli yıllardı." Dedim. Meydanın köşesindeki haritanın yanına gittiğimizde, şehrin önemli noktaları işaretlenmişti. Güneş yavaş yavaş tam tepeye oturmaya hazırlanırken, pazar yerlerinin kurulduğunu da görüyorduk. Frip elimden tutmuş ve beni meydana çekmişti. "Jechi'ye gidelim önce. Seni ailemle tanıştırayım. Hem asıl büyüdüğüm yeri görmüş olursun, olur mu?" Dedim. Kardeşlerimi, Iyur Nine'yi, Detgo Dede'yi görmeyi çok istiyordum, aynı zamanda Frip'i de onlarla tanıştırmak için çok heyecanlıydım.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#19
Friks'ten geri cevap gelmemişti. Bir süre sessizce kapının arkasındaki sesleri dinledi. Hiçbir şey duyulmuyordu. Ne bir ayak sesi, ne bir insan sesi. Hiçbir şey. Friks'in kapının önünden gittiğine dair bir gösterge bile yoktu. Duyabildiği tek şey kendisinin ve Bok'un nefes sesleriydi. Onun sıcaklığını hala boynunda hissedebiliyordu. Bakışlarını kapıdan çekip yeniden Bok'un gözleriyle buluştuğunda heyecan dolu titremenin hala orada olduğunu, hatta artmış olduğunu fark etti. Bok onu yeniden sıkıca kavramış, yavaşça kulağına eğilerek bir şeyler fısıldamıştı. Livei gözlerini kapatıp kendini tamamen ona teslim etti. Açıkçası söylediği hiçbir şeyi duyamıyordu. Duyuyorsa bile idrak edemiyordu. Zihni tamamen anın büyüsü ve heyecanı ile buğulanmıştı. Algılayabildiği tek şey Bok'un kulağına tatlı şeyler fısıldadığıydı. Ve bu onun büyük bir zayıflığıydı. Aralarındaki mesafe bir kez daha ortadan kalkarken kollarını ona sıkıca sardı. Sonra da zihnini onu bu andan koparabilecek her şeyden soyutladı. O kapı bir kez daha çalacak olursa duymayacaktı. Ağzından dökülecek tek kelime de Bok'un ismi olacaktı.

Gece boyunca bu soğuk ve boş odayı sıcaklıkları ve arzularıyla ısıtmışlardı. Birbirlerine sıkıca sarılmışlar, arzuyu ve tutkuyu en derinine kadar hissetmişlerdi. Kalpleri birlikte atmış, nefesleri bir senfoni gibi uyum içinde birbirine karışmıştı. Kaç saat bu şekilde sevişmeye devam etmişlerdi emin değildi ancak sabahın aydınlığının odaya çökmekte olduğunu fark ettiğini hatırlıyordu Livei en son. Bu anın bitmesini istememişti. Bok ona her dokunduğunda kendini daha canlı ve daha yaşamaya istekli hissediyordu. Sanki kurumuş bir çiçekti de Bok onun çok ihtiyacı olan o suydu. Sanki koca evrende tek önemli olan şey buydu, başka hiçbir şeyin önemi yoktu. Boğulacakken başını suyun üzerine çıkarıp kocaman bir nefes almak gibiydi. Çok ama çok güzeldi, rahatlatıcıydı.

Ne zaman uyuyakaldığını hatırlamıyordu. Yorgunluktan sızmış olmalıydı. Zihni tamamen kapalı değildi, Bok'un sıcaklığını yanında hissedebiliyordu. Saçlarını okşadığını, yüzünü öptüğünü hissedebiliyordu. Çok huzurlu bir rüyanın içindeydi. Heifteth'in ona gösterdiği yemyeşil bahçede görmüştü kendisini. Bok onun elini tutuyordu. Gözlerine sevgiyle bakıyordu. Yanlarında küçük bir erkek çocuğu vardı. Tıpkı Bok'a benziyordu. Rüyasında Bok onu omuzlarından tutup hafifçe sarsmaya başlamıştı. Uyan artık diyordu. "Mmmhmm" Yarı uykulu yarı uyanık birisinin anlamsız mırıldanışıyla itiraz etti. "Mmmhmmeş makika mahaa....." Ancak daha fazla direnemeyerek gözlerini açtı ve cennet bahçesinde değil de kraliyet şatosunun herhangi bir odasında olduğunu fark etti. Bütün kıyafetler etrafa saçılmıştı ve her ikisi de çırılçıplaktı. Djurattaki parkı seyran ettikleri gibi burayı da seyran etmişlerdi. Livei Bok ile seviştikleri mekanların bir listesini tutsa iyi olurdu.

Livei ürpererek doğruldu. Bok'un yüzündeki samimi ve rahatlamış gülümsemeyi gördüğünde Heifteth'in cennetinde olmadığına o kadar da üzülmemeye başladı. Odanın içi serinlemesine rağmen ikisinin hararetinin etkisi hala sürüyordu. Bok ufak şakalar ile ona sataşmaya başlamıştı. Livei kıkır kıkır gülümseyerek dinledi onu. Bütün gün onunla konuşsa bütün gün dinlerdi onu böyle. Sadece yüzünü seyrederek. Ona yaklaşıp bütün gece yanında kaldığı için teşekkür edince uzanıp burnunu öptü. "Hiç de birisinin odaya girmesinden korkuyor gibi davranmıyordun halbuki." Bok hafif alaycı bir bakışla onun dün gece ne kadar cesur olduğundan bahsetmişti. Livei aynı sarkastik gülümsemeyle cevap verdi. "Ben mi cesurdum o mu bilmiyorum. Umarım hala kapının arkasında değildir. Düşünsene... Ama bu iş böyle olmaz he, onu söyleyeyim. İkinizin barışması lazım." Kıkırdarken Bok'un kollarını ona sardığını fark etti. Patronu ziyarete gitmek ister miydi diye soruyordu. "Evet, çok isterim. Mavi ve Friks de bizimkileri epeydir görmedi. Patron, Dyoch, Eidhæn, Neist... Hepsini çok özledim. Aslında annemi ve babamı da ziyaret etmek istiyorum. Muhtemelen olanları duymuşlar ve çok endişelenmişlerdir." dedi hafifçe kaygılanan bir ses tonuyla. "Sahi, bizimkiler ne yaptılar acaba? Umarım partide bizim kadar sapıtmamışlardır. Thrao'ya rezil olacağız." İyice doğrularak etrafa saçılmış kıyafetlerini aramaya başladı. İç çamaşırlarını bulduğu anda aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı. Dün gece Bok ondan o konuda izin istediğinde... İzin vermiş miydi? Vermişti herhalde. Emin değildi. Hatırlayamıyordu. Sertçe yutkundu. "Bok... Utanç verici bir şey soracağım ama..." Kalbi yerinden çıkarcasına atmaya başladı. "Biz dün gece... Anın heyecanından hatırlamıyorum da... Sen-" Gözlerini Bok'un gözlerine dikti. "Ha-Hamile kalır mıyım sence? Yani... O şekilde mi oldu? Anladın işte." Utanarak bakışlarını çevirdi.
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son - Ana Kurgu] Cumartesi

#20
Mitga'nın tebriğine karşı sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdim. Ardından kraliçenin sorumluluk verme vesaire sözlerine karşı yüzümü bir anda ekşitip kraliçe hakkında daha fazla bir şey hatırlamak istemediğimi istemsizce belli ediyordum. Elbette şakasına bu hareketi yapsam da içten gelen bir hareketti. Mitga'nın dışarı çıkmayı kabul etmesi içimi rahatlatmıştı. Emrivaki konuşuyor gibi olmuştum çünkü.

Şatodan dışarı çıkarken durgun iç atmosferden serince esen rüzgara geçiyor ve ruhum ferahlıyordu. Ay ışığı altında kalabiliyor olmak şehrin içindeyken pek mümkün olmuyordu. Dahası, uzun zamandır gerçekten yaşadığımı da hissedememiştim olaylardan dolayı. Ancak şimdi durum farklıydı. Derin bir nefes alıp kendimi atmosfere bırakıyordum.

Mitga'nın nereli olduğunu sormamıştım aslında ancak Gedhilfe'li olmadığı belliydi. Favori yerleri göstermemi istediğinde sözlerinden çok gözlerindeki ışıltılara ve ve yüzündeki tebessüme bakıyordum sözleri sona erse bile. Yüzümde tatlı bir gülümseme beliriyor, ancak sebebini dışa vurmamak için gözlerimi yumuyordum. Ardından kafamı yola doğru çeviriyor ve gözlerimi aralıyor, nereye gidebileceğimizi gözden geçirmeye başlıyordum. Buraları az çok tahmin edebiliyor olsam da, evimin çevresi kadar iyi bilmiyordum. O nedenle geriye tek bir şey kalıyordu, dolaşarak öğrenmek!

Birlikte pek çok yeri gezip tarihini bilmediğim için utanç duyduğum yapıları gözlüyorken Mitga'nın da bunların ne olduğunu sormaması şansıyla utancımı dışa vurmama gerek kalmıyordu. Beraber yürürken ara ara bana baktığının farkındaydım. Sonunda burası hakkında ne düşündüğümü sormuştu. Büyüdüğüm yeri, ona anlatmak istediğim özel bir yer var mı diye sormuştu. İşaret parmağımı dudağıma götürüp bakışlarımı gökyüzüne kaldırdım cevabı orada arar gibi. "Gedhilfe hep bir hareketli. Ben de harekete bayılırım. Sınırlar içerisinde bazı yerleri gezsem de daha çok arkadaşlarımla boş vakit öldürmek için rastgele dolanıyorduk. Buraları hep sevdim, özellikle alışveriş merkezleri! Bayılıyorum! Uzun zamandır da yapmamıştım, ah... Yolumu çevirip en başta o dükkana girseydim... Belki de Deith hala yaşıyor olurdu, sözümü geri alıyorum" dedikten sonra hafifçe gülmüş ve gülüşümü kısa tutmuştum. "Hayatım kafe, dükkan ve alışverişte geçti, özel yerler ise... Özel yerlerse... Aklıma mücadele ettiğim yerler geliyor ve sanırım hep aklımda kalacak" demiştim. Bunu dediğimde modumda biraz dalgalanma hissetsem de Mitga'nın varlığı modumun düşmesine engel oluyordu.

Gece ilerledikçe şehrin farklı bir yüzü ortaya çıkmaya başlamıştı. Caddeler daha sakin ama hayat doluydu. Gece vakitleri pek dolaşmadığım için şehrin bu yanını nasıl kaçırabildiğim için kendime şaşırıyordum. Mitga'nın buraları bu kadar beğenmesine çok sevinmiştim. Daha önce bir erkekle böyle gece yarısı dolaştığımı hatırlamıyordum. Demek böyle görünüyorlarmış. Burada büyümüş olmamdan çok kendisi daha çok Gedhilfe meraklısı gibi gelmişti. Çünkü benim için bazı şeyler monotonlaşalı çok olmuştu. Çok da özel bir şey yaşamamıştım aslında. "Aslında... Burada yaşayanlara göre gayet sıradan bir hayatım vardı. Element kullanıcısı olmasaydım, herhangi evden birinde yaşayan sıradan bir kızdım şu an sanırım" demiştim ona bakarak. Bu sözleri ilk kez dışarı vuruyordum sanırım. O nedenle bana da garip gelmişti. Böylesi bir hayatı yaşamamın sebebi babamdı. "Bana bu harika sıradanlığı yaşattığı ve daha ben çocukken hayatımı kurtardığı için babama teşekkür borçluyum... Onu onurlandırmak için en iyi polislerden biri olmak için çabaladım" demiştim. Babamla uzun zamandır görüşememiş olmanın hasreti olsa da, mevcut yaşamımda ona bir süre daha yaklaşmamam onun için daha iyi olacaktı. Nereden geldiği belli olmayan figürlerin onu keşfetmesine izin veremezdim. Kafamı iyice geçmişe takmamak için iki yana salladım. Ardından onunla vakit geçirmenin mutluluğunu yüzümde kaybolmayan tebessümle belli ediyordum. Güneşin doğumunu gösterdiğinde bakışlarımı aydınlanan havaya baktığımda zamanın ne kadar da çabuk geçtiğini fark etmiştim. Mitga ruhuma iyi gelmişti. Ne kadar güzel, diye mırıldandı. Onun ufuktaki gözlerine bakıyorken benimle gün doğumunu izlemeyi, bu anı hiç unutmayacağını söylemesiyle utangaçlık hissediyor olmama rağmen küçük bir çocuk gibi kendimi saklamıyordum bu sefer. Yüzümün kızardığına emindim ama bakışlarımı gözlerinden alamamıştım ben de. Esen serin rüzgarın altında yürümekten kısmen yorulmuş ayaklarım bana ne kadar keyifli bir gece geçirdiğimi hissettiriyordu. İçimde huzur vardı ve bu sırada ona bakıyordum. Ben de bu anı hiç unutmayacaktım.

"Neden Gedhilfe'de kalmıyorsun Mitga?" dedim. Bu bir sorudan çok kalmasını istediğimi belli eden tondaydı. "Her türlü cehennemi gördükten sonra, toplum ne der diye düşünemeyeceğim, istersen evimde kalabilirsin, fazladan odam var, hem zaten bir kedim bile yok" dedikten sonra ne kadar her şeyi boş vermiş olsam da yüzümün kızarmasına bir türlü engel olamıyordum. "Ya.. yan-yani... kendine yeni bir ev bulana kadar" diyordum. "Önce nerede kaldığını sormam lazımdı değil mi?" demiştim utançla.
► Show Spoiler
Locked

Return to “Kraliyet Şatosu”

cron