Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#11
Livei ile ani atılımımız, mükemmel bir senkronizasyon oluşturuyordu savaş alanının ortasında. Hiçbir şekilde iletişim kurmamamıza rağmen böylesine mükemmel bir saldırı yapabiliyor olmak beni daha da gaza getirmiş ve daha cesur bir şekilde öne atılmama sebep olmuştu. Kwær’i avlamak için hızlı bir şekilde yetişmiştim, geriye doğru sendelemese oracıkta doğramıştım onu. Ancak dengesini kaybetmiş olması bile benim için büyük bir avantaj yaratıyordu. Kwær’in açığından yararlanmak, etrafında daireler çizerek bir hamle yapmasına engel olmak bize güzel bir zafer kazandırıyordu. En azından şimdilik, bir zafer kazanmış durumdaydık. Arkalarına bakmadan uzaklaşmalarını dikkatle izledim, derin bir nefes alarak. Gözlerim Livei'ye kaydığında onun enerjisini tüketmiş olduğunu görmek, zaferin nelere sebep olabileceğini anlatıyordu bana. İğneyi boynuna basışını sonuna kadar izledikten sonra, gözlerimi yavaş yavaş tekrardan savaş alanına kaydırdım. Hiçbir şey dememeyi düşünsem de, "Zafer bizim olacak." dedim sadece Livei'nin duyabileceği şekilde. Sadece koşturan ikiliye bakarak konuşmuştum.

Gözlerim Mitga'yı gördüğünde, daha büyük bir şaşkınlık yaşamaya başlıyordum. Devasa kalın bir deri katmanı yaratmış ve havada dalgalandırıp Dünya askerlerine hücum etmişti. Ne olduğunu idrak etmek için birkaç saniye daha izledim şaşkınlıkla. Sanki tüm savaş etrafımdan kayıp gitmiş, sadece onu görebiliyordum. Wændz eliyle Mitga'ya dokunarak ona destek oluyordu. Ancak kısa bir süre sonrasında, ağzımı açık bırakacak bir şey yaşanıyordu. Sırtından kanatlara benzeyen uzuvlar fışkırmaya başladığında ağzım öyle bir açık kaldı ki, neredeyse tüm savaşı unutacaktım. Kontrolsüzce çırpınan kanatlara baktıkça hem şaşırıyor hem de aynı şeyi ben de yapmayı diliyordum. Mitga uçmaya başladığında, "Ebesininki..." demiştim istemsizce. Bizim olduğumuz bölgeye doğru yönelmiş ve bizi ana gemiye götürebileceğini söylemişti. Böyle uçabiliyorsa gerçekten bunu yapabilirdi ve bu muhteşem bir plana dönüşürdü!

Ancak Yald'ın bir anda ışınlanmasıyla, ya da bilmediğimiz bir şey yapıp ortadan kaybolmasıyla birlikte dikkatim dağılmıştı. Kwær kolunu gökyüzüne kaldırmış ve metalik bir madde ile kaplanmıştı. Bok, bunun nanoteknoloji olduğunu söylemişti, normal bir element olmadığını, ileri teknoloji bir şey olduğunu söylüyordu. Bana doğru kolunu uzatmış, kolunun ucundan bir ışık kümesi büyümeye başlamıştı. Ona doğru ilerleyişim sırasında, bu saldırının bir enerji patlaması yaratacağından emindim. "Livei'yi ana gemiye götürebilirsen iyi olur! Burada iki kişinin hasar almasındansa bir kişinin alması daha iyi! Duygusal düşünmenin bir mantığı yok!" Diye bağırmış ve hızla harekete geçmiştim. Işıldayan Zincirler yeteneğimi kullanarak hızla kolunu veya belini bağlamaya çalışacak ve onun bana doğrulttuğu yönü ya havaya doğru, ya da yere doğru indirecektim. Bu saldırım işe yararsa, zincirlerimi daha da sıkıştırarak ileriye doğru harekete geçmeyi planlıyordum. Ona yetişebilirsem, tekrardan Kemik Bıçakları stilimi kullanacak ve boğazına en az 6 kere bıçaklarımı sokup çıkaracaktım.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#12
Livei'nin planı, Mabi'nin de koordineli saldırıları sayesinde planladığı gibi ilerlemişti. Havaya doğru yükselmiş, o esnada Mabi kemik bıçaklarıyla ikiliye saldırırken sıvı tuzağını sermiş ve ayaklarını kaydırmıştı. Ardından ateş stili ile cıvanın etkileşime girmesini sağlayarak büyük bir yangın çıkartmıştı. Yere iniş yaptığında kullandığı yıkım stili de büyük bir alandaki teknolojik cihazların durmasını sağlamıştı. Böylece kaçabilecekleri bir yer de kalmamıştı. Son olarak Livei'nin kalkanı sayesinde de gözleri kamaşan ikili çareyi geri çekilmekte bulunmuştu. Kısa sürecek bir zafer kazanılması sağlanmıştı ancak yeterli değildi. Livei çok fazla atom enerjisi harcamıştı. Kullandığı şırınga onu bir süre daha idare edecekti ancak sonrasında çok yorgun düşeceğinin bilincindeydi. Mabi zaferin onların olacağını söylemişti. Livei yutkundu. Emin olamıyordu, bu kadar kolay olamazdı.

Livei bir sonraki hamlesinde ne yapması gerektiğini düşünürken gökten kanatları çıkmış bir Mitga yanlarına inmişti. Onları ana gemiye götürebileceğini söylemişti. "Bu kanatlar ne oğlum?" Tam o esnada Yald ortadan yok olmuştu. Kwær geride kalmıştı. Tek kolunu gökyüzüne kaldırmıştı. Akışkan tuhaf bir sıvı tüm kolunu kaplıyordu. Henüz teknoloji kullanamaması gerekmiyor muydu? O esnada uzaklardan Bok'un yakarışını işitti. Nanoteknoloji gibi bir şey söylemişti. Uzak durmaları gerekliydi. Kwær kolunu Mabi'ye doğrultmuştu. Göz alıcı bir ışık kümesi gittikçe büyüyordu. Livei bunun büyük hasar verecek korkunç bir şey olduğunu anlayamayacak kadar aptal değildi. Bir an önce buradan gitmeleri gerekliydi. O esnada Mabi'nin söylediklerini duydu. Mitga'ya onu götürmesini, ikisinin hasar almasının faydası olmayacağını söylemişti. "Yok öyle bi' dünya!" Mabi'nin koluna yapıştığı gibi saatini ayarladı ve hızla kendini ve Mabi'yi buradan uzak bir yere ışınlamaya odaklandı. "Bak espri yaptım yine." Arkadaşını burada ölüme terk etmeyecekti. "Mitga buradan uzaklaş, bizi tekrar bul ve gemiye götür!"
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#13
Yağmurun şiddeti artmaya devam ederken, savaş alanı neredeyse cehenneme dönüşüyor. Her nefesinizde barut, kan ve çamur kokusu genzinizi yakıyor. Zaman, sanki parlak lazer alevleri ve metalik çığlıklar arasında esniyor, uzuyor. Tam Kwær’in kolunun ucunda büyüyen o tehlikeli ışık sizi yakıp geçmek üzereyken, Mabi duraksamadan harekete geçiyor. Daha önce neon ışıkları altında parıldayan, şimdi karanlıkta zor seçilen zincirlerini ustaca fırlatıyor. Zincirler, nanoteknolojiyle donanmış Kwær’in kolunu sarmalarken Mabi bir adım öne atılıyor; Kalsiyum - Kemik Bıçakları stilini kusursuzca kullanarak Kwær’i savunmasız bir noktadan yakalıyor. Bıçaklar, belki de insan elinden çıkmış en keskin kemiklerden, kırılmaz ve acımasız. Saniyeler içinde Kwær’in savunması dağılıyor. Bir haykırış, kan ve metalik sıvılar zemine karışıyor. Kwær, ağır yaralı halde geriye sendeleyip toprağa yığılırken, gizemli teknolojik saldırısı da yarım kalıyor.

Tam bu anın gerilimi içinde Livei'nin bakışları Mabi’ye kayıyor. Aralarında tek bir kelime bile geçmese de ikisi de ne yapmaları gerektiğini biliyor. Livei, Neon enerjisinin imkanlarından yararlanarak saati kullanıyor. Bir anlık titreme ve göz açıp kapayıncaya dek süren bir bulanıklıktan sonra ikili, aniden Elion’un ve Meinsu’nun olduğu yere ışınlanıyorlar. Ciğerlerinizi yakan o kesif koku bir anlığına kayboluyor, ama sadece birkaç saniye için. Bu noktada, Elion’un şaşkın bakışlarını fark ediyorsunuz. Meinsu'ya dönüyor ve "Livei ve Mabi'yi ne pahasına olursa olsun koru!" diye bağırıyor. Meinsu ise tam önünüzde, bir kalkan oluşturmak için hamle yapmaya çalışıyor. O sırada bir kurşun göğsünü delip geçiyor. Zaman, yeniden ağırlaşıyor. Yağmurun damlaları sanki tek tek havada asılı kalıyor. Meinsu, dizlerinin üstüne çöküyor, nefesi kesik, gözlerinde karmaşık duygular. Elion ise adını haykırıyor. "Meinsu! Hayır!" Sesindeki acı ve öfke kulaklarınızda çınlarken, Meinsu zorlukla başını Livei’ye doğru çeviriyor, gözlerindeki hayal kırıklığı ve ümitsizlikle "Bizi buradan kurtarın." diye fısıldıyor. O an, Meinsu’nun vücudu kontrolsüzce sarsılıyor, yağmur damlaları göz yaşlarına karışıyor. Birkaç saniye sonra bedeni gevşiyor, canını yitirmiş bir ağırlık gibi yağmurun altında sessizce kalıyor.

Bu duygusal şokun etkisiyle sarsılırken, Mitga göklerdeki kaosu kullanıp geri dönüyor. Yeni kazandığı kanatsı uzuvlar hala tam kontrolünde değil, ama en azından ayaklarınızın dibine inip sizi korumak, buradan kaçırmak için yeterli iradeye sahip. Mitga’nın yüzünde üzüntü ve öfke iç içe geçmiş durumda. Bir an için Meinsu’nun cansız bedenine bakıyor, gözlerinde ıslak bir parıltı, belki de pişmanlık ya da hüzün. Sonra dişlerini sıkıp, ellerini uzatıyor. Kolunda atom enerjisi dalgalanıyor, tüylerinizin diken diken olduğunu hissediyorsunuz. Sessizce sizi koltuk altlarınızdan kavrıyor, kanatlarını çırpıp bulutların nemli soğukluğuna yükseliyor. Düşman ateşi hala etrafta vızıldıyor, ama Mitga bedenini kalkan gibi kullanıyor; her saldırıyı savuşturamasa da yönünü değiştirerek sizi olabildiğince güvende tutmaya uğraşıyor.

Yağmur iliklerinize kadar işliyor. Tüm dünya çığlıklar, ateş topu, lazerler ve metalik çatışma sesleriyle doluyken siz yukarıda, gri bulutların arasında bir anlık nefes alma lüksü buluyorsunuz. Fakat bu sefer de önünüzde iki küçük uzay gemisi beliriyor. Bunlar ana geminin minik uyduları gibi, keskin hatlı, parlak metalik yüzeyleri yağmur damlalarını milyonlarca kristal gibi yansıtıyor. Göz alıcı ve ölümcül görünüyorlar. Mitga, kanatlarıyla dengede kalmaya çalışırken size bakıyor. Sesi rüzgarda kaybolsa da söylemek istediği bakışlarından okunuyor. "Ne yapacağız?" Bok’un gergin ifadesini, Elion’un uzaklardan attığı emirler gibi akan bir fon sesi duyuyor gibisiniz. Mabi ve Livei olarak birbirinize bakıyorsunuz; büyülü stilleriniz, element gücünüzün kazandırdığı kudretiniz, şimdi devreye girmesi gereken şeyler. Yağmurun soğukluğunda titreyen kaslarınız, Meinsu’nun ölümü ve az önceki korkunç yıkım hala zihninizde dönüp dururken, önünüzdeki minik gemilerin ışıkları gittikçe parlaklaşıyor.

Savaş, kelimelerin ötesine geçen bir dehşete evriliyor. Ancak hayatta kalmak ve kazanmak için ne gerekiyorsa yapmanız gerekecek.

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#14
Mabi hızlı hareket ederek Kwær'in koluna zincirler fırlatmış ve Kemik Bıçakları ile Kwær'in kolunu saniyeler içerisinde koparıp atmıştı. Kwær acı içinde haykırırken Livei başını diğer yöne çevirmek zorunda hissetti kendisini. Sıcak kanın sıçrayışına tanıklık etmişti ve görüntü mide bulandırıcıydı. Böylece Kwær'in hedeflediği saldırı yarım kalmıştı, bedeni de muhtemelen yarı baygın bir halde toprağa düşmüştü. Bunun hemen ardından Livei planladığı gibi saatini kullanarak kendisini ve Mabi'yi Elion ve Meinsu'nun yanına ışınlamıştı. Biraz olsun soluklanmaya ve saldırılardan uzak kalmaya ihtiyaçları vardı. Mitga'nın onları bulmasını bekleyeceklerdi. Elion onları görünce bir an için şaşırmıştı ancak sonrasında Meinsu'dan onları ne olursa olsun korumasını istemişti. Meinsu bu emri hiç sorgulamadan yerine getirmek için önlerinde bir kalkan açmaya girişmişti. Tam o sırada genç kızın göğsünü delip geçen bir kurşun gördüler.

Zaman durmuştu. "MEINSU!" Meinsu önce dizlerinin üzerine çökmüş, zar zor nefes almaya çalışırken yere yığılmıştı yavaşça. Ya da belki de hızlıca çakılmıştı ancak Livei'ye zaman yavaş akıyor gibi gelmişti. Elion'un acı dolu haykırışlarını duyuyordu. Meinsu'nun yaş dolu gözlerinin kendisine kaydığını hissetti. Onları kurtarmasını istemişti Livei'den. "Meinsu... Özür dilerim. Çok özür dilerim." Onunla olan anıları gözlerinin önünden geçip gitmişti. Sahile indikleri o gün, ona verdiği beyaz kolye, düğünde Bok ile onu tanıştırması, otobüste yol boyu birlikte söyledikleri şarkılar... Livei genç kızın yanına çömeldi. Elleriyle alnına düşmüş saçlarını geriye iterken boynundaki beyaz manolya kolyesini çıkarıp Meinsu'nun artık canı gitmiş avuçlarının içine yerleştirip sıkıca kapattı avuçlarını. "Kolyeni hala takıyorum arkadaşım... Hiç unutmadım. Seni yarı yolda bıraktığım için özür dilerim. İntikamını alacağım." Gözünden akan yaşları koluna sildikten sonra öfkeyle alev alev yanan bakışlarını Elion'a çevirdi. "İntikamını alacağım!" O esnada Mitga'nın onu kavradığını ve havaya kalktığını hissetti. "İntikamını alacağım..."

Havada açık hedef oldukları için düşman kurşunları büyük bir hızla onlara yöneliyordu. Mitga zorlansa da elinden geldiğince hamle yaparak onları uzak tutmaya çalışıyordu. Yağmur Livei'nin kıyafetlerini ve saçlarını sırılsıklam etmişti. Meinsu'nun hayatını kaybetmeden önce ona yönelen hayal kırıklığı dolu bakışları gözlerinin önünden gitmiyordu. Bunca zaman onu kaybettiğini düşünmüştü ancak onu şimdi gerçekten kaybetmişti. Onunla tekrar konuşamayacak, geçmişi yad edemeyecek, hataları için af dileyemeyecekti. Onu yeniden Bok ile bir araya getiremeyecekti. Meinsu sonsuza dek gitmişti. O esnada önlerinde beliren iki küçük gemiyi fark etti. Ana gemiye kıyasla çok küçüktüler ancak yeterince ölümcül görünüyorlardı. Mitga zar zor dengede kalabilirken ne yapmaları gerektiğini sorguluyordu. Livei öfkeyle dişlerini sıktı. "Bizi hedef almalarını zorlaştıracağım ancak yağmur ile tepkimeye girip patlamalara sebep olacak. O yüzden hızlı hareket etmeliyiz Mitga." dedikten sonra Sezyum - Sis Perdesi stilini kullandı. Sis yayılmaya başlarken de Cıva - Ayna Kalkanı stilini kullanarak sezyum patlamalarının ışıklarını gemilere yansıtıp onları kör etmeyi hatta mümkünse birbirlerine çarpışmalarına sebep olmayı planlıyordu. "Mitga yapabilirsen zikzaklar çizerek gidelim, kafaları karışsın ve çarpışsınlar."
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#15
Livei'nin sözleri kulağımda yankılansa da, hızlıca harekete geçmiş ve Kwær’in kolunu zincirlerle sarmıştım. Kemik bıçakları stilim ile kolunu kestikten sonra, yüzümde bir zafer gülümsemesi oluşmuştu. Haykırışını kulaklarımda duymak zaferin bir tınısı gibiydi, normalde böyle şeylerden hiç hoşlanmasam bile artık hoşlanıyor gibi duruyordum. Toprağa doğru sendelediğinde, onu öldürmek istedim. Bıçaklarımı sürekli sürekli saplamak, onu katletmek istedim ancak gözlerim Livei'nin gözleri ile buluştuğunda, beni ışınlamıştı. Elion ve Meinsu'nun olduğu yere doğru ışınlanmıştık. Elion, Meinsu'ya ne pahasına olursa olsun bizi korumasını söylediğinde, bunun canını alacağını hiç tahmin etmezdim. Kurşun, göğsünü delip geçmişti, Meinsu dizlerinin üstüne çökmüştü. Elion onun adını haykırırken, sadece izlemekle yetinmiştim. Soğuk ve cansız bir şekilde izliyordum onun canını vermeye çalıştığı her bir anı. Livei'den kurtarılmayı istese de, birkaç saniye sonrasında ruhunu tamamen bırakmıştı bedeninden. Livei onun cansız bedeniyle vedalaşırken, gözlerimi onun bedeninden çektim. Savaşın bedelini görmek sarsıcıydı, ancak buna odaklanamayacak durumdaydım.

Mitga'nın gelişine odaklandıktan sonra, onun suratına baktım. İradesini görebiliyordum, ne de olsa bu adam bendi! Cansız bedene kayan gözlerini gördükten sonra bizi kavrayarak uçmaya başladı. Hiçbir şey söylemedim, sadece ilerlemeyi izlemeye başladım. Düşman ateşi hala gelmeye devam etse de, Mitga bedenini bir kalkan gibi kullanıyordu. Bizi güvenli bir şekilde uçurmaya devam ederken, önümüze iki adet küçük uzay gemisi gelmişti. Göz alıcı ve ölümcül duran bu gemilere baktım, ne yapacağımızı düşünüyordum aynı Mitga gibi. Livei'nin söze girmesinin ardından, hızlı bir şekilde ben de söze girdim. "Beni çok hafif yaklaştır, Karbon Patlama stilini kullanacağım! Direkt olarak gemilerin üstünde kullanacağım, eğer bizi hedef almaları zorlaşırsa zaten tespit edemeyeceklerdir!" Diyerek plana nasıl dahil olacağımı belirttim. Livei'nin hedef almasını zorlaştırması, benim ise Karbon Patlama stilini kullanmam ile beraber gemileri alt edebileceğimizi düşünüyordum.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#16
Yağan yağmur, göklerin hıçkırığı gibi inliyor. Mitga, Livei ve Mabi’yi kucaklamış, iki küçük geminin önünde zigzag çizerek havada manevra yapmaya başlıyor. Rüzgar, üçlünün yüzüne sertçe çarpıyor. Mitga’nın sırtındaki kanatsı uzuvlar, yağmur damlalarını keskin bıçaklar gibi hissediyor. "Sıkı tutunun!" diye bağırıyor Mitga, sesini yağmurun uğultusuna karıştırarak. İki küçük gemi, parlak metalik gövdeleriyle tam önlerine set çekiyor. Onları ana gemiye yaklaştırmamak için tetikte bekliyorlar. Livei, dişlerini sıkarak Sezyum - Sis Perdesi stilini devreye sokuyor. Havaya morumsu, opak bir sis karışıyor, yağmur damlalarıyla birleşip ayırt edilemez bir perde oluşturuyor. Görüş kısıtlanırken, Mabi de Karbon Patlama stilini hatırlıyor ve Mitga’ya işaret ediyor. Mitga, sisin ve yağmurun içinde denge kurmak için kanatlarını yana açıp hızlı bir sapma yaparken Livei, Cıva - Ayna Kalkanı stilini kullanıyor. Cıvanın parlak yüzeyi, gemilerin sensörlerine yansımalar gönderiyor. Işık, yağmur damlalarının kırılmasıyla çeşitleniyor, sanki bir prizma patlaması yaşanıyor. Gemiler, bu optik yanılsamalar yüzünden hedeflerini kaybetmeye başlıyor. Mabi ise Geiger Hayaletleri ve Kalsiyum-Kemik Bıçakları stilini anımsayarak Karbon Patlama stiline geçmek için konumunu ayarlıyor.

Bu sırada, Livei ve Mabi’nin planları birleşiyor. Sis, yansımalar, Karbon Patlama’nın radyasyon esintisi... İki küçük geminin sensörleri allak bullak oluyor. Bir gemi, panikle manevra yaparken diğeriyle çarpışmamak için yükseliyor, ancak görüş o kadar kötüleşmiş ki yanlış bir hamleyle kendi müttefikine doğru yöneliyorlar. Bir çatırtı, metalik bir gürültü yankılanıyor gökte. Küçük gemiler çarpışıyor, kıvılcımlar ve alevler yağmurla sönmeden önce bir patlama sesi daha duyuluyor. İki gemi de kontrolden çıkarak dengesizce dönüyor, biri süratle aşağı düşerken diğeri yalpalayıp ufka doğru savruluyor. Gökyüzü, kısa süreli bir sessizlik yaşıyor, üçlü ise bu manzara karşısında nefes nefese. Mitga, bu zaferle cesaretlenerek ana gemiye doğru daha da hızlanıyor. Yağmur azalır gibi, ancak hâlâ gökyüzü gri ve tehditkâr. Geminin dev silueti, kara bir dağ gibi önlerinde yükseliyor. Mitga dişlerini sıkarak kanatlarını çırpıyor. Tam geminin gövdesine yaklaştıklarında bir içgüdü onu zorluyor. İki sivri ve yassı uzuv daha kollarının olduğu yerden fışkırıyor. "Arkamda durun!" diye bağırıyor Mitga, acıyla çarpıtılmış bir yüz ifadesiyle. Bu yeni uzuvlarını geminin yüzeyine saplıyor. Metalik bir gıcırtı, sanki geminin gövdesi inliyor. Çelik devin gövdesinde büyük bir yarık oluşuyor. Mitga ağrıdan çığlık atarken, kasları geriliyor. "Şimdi!" diye haykırıyor, Livei ve Mabi’yi büyük bir güçle o yarıktan içeri doğru fırlatıyor.

İkili içeri girerken Mitga’nın tüm uzuvları yavaşça kayboluyor. Acı bir gülümseme konduruyor yüzüne. "Bundan sonrası sizde…" diye fısıldıyor, sesi yağmurun uğultusuna karışırken kontrolsüzce geminin dışından geri düşüyor. Yarıktan içeri girdiğinizde Mitga’nın havadaki düşüşünü ve yok oluşunu ister görüyor, ister görmemek için gözlerinizi kapatıyorsunuz. İçinizde bir sızı, boğazınızda düğümlenen bir hıçkırık var. Ama vakit kaybetmemeniz gerek. Geminin içinde, sizi bilinmezlik bekliyor.

Geminin içi, depo benzeri bir yer. Gri metal koridorlar, elektrik kabloları duvarlardan sarkıyor, bazı yerlerde yapay zekâ sistemlerinin işlemci ışıkları yanıp sönüyor. Arada sesli uyarılar veren otomatik anonslar duyuluyor: "Sızıntı tespit edildi. Yedek hatlar devreye girecek." Paslı metal kutuların, esrarengiz kimyasal bidonların, kabloların ve kıvılcım çıkaran ufak jeneratörlerin arasından süzülüyorsunuz. Her adımınızda içinize bir huzursuzluk çöküyor. Şangırdayan zincirler, boşluğa girip çıkan kablolar, arızalı ekranlar… Tüm bunlar, buranın hiçbir şekilde insani bir yer olmadığını gözler önüne seriyor. Burası bir laboratuvar, bir askeri depo, bir ölüm makinesinin kalbi gibi. İlerlerken kısa bir merdiven buluyorsunuz. Merdiven, üst kata açılan bir kapağa uzanıyor. Sessizce yukarı tırmandığınızda, dar bir koridorda iki maskeli adam görüyorsunuz. Arkaları dönük, fısıldıyorlar. Biri "Yarık açıldığını fark ettiler mi?" diye soruyor alçak sesle. Diğeri omuz silkerek cevap veriyor. "Bilmiyorum, ama güvenlik sistemleri devreye girdi. İkili yaklaştı mı dersin?" Seslerindeki tedirginlik hissediliyor. Koridorun karanlığında pusuya yatarken birini tanıdık bir ses gibi algılıyorsunuz. Bu ses… Bu titreşim, bu konuşma biçimi… Aynı anda fark ediyorsunuz: Bu adamlardan biri Max!

Tam o an, Max olduğunu düşündüğünüz adam hızla cebindeki tabancayı çıkarıyor. Yanındaki adam ne olduğunu anlayamadan patlayan bir mermi sesi yankılanıyor. Kurşun, maskeli adamın kafasını delip geçiyor. Kan duvarlara sıçrarken adam cansız yere yığılıyor. Manzara sarsıcı, bir saniye önce konuşan bir insan, şimdi kan gölünün ortasında hareketsiz yatıyor. Max, maskesini yavaşça çıkarıyor. Yağmurun gürültüsünden uzakta olsa da, gözlerinde aynı yoğunluk var. Yüzünde bir gülümseme beliriyor. "Karımı ve çocuğumu İkinci Kıta'ya götürdüm." diyor sakin bir sesle. Size doğru elini uzatıyor. "Benimle misiniz?" diye soruyor, sesi kısık ama keskin. Anbean değişen bu savaşın içinde, Max’in yeniden belirişi tüm dengeleri altüst ediyor. Gözlerindeki kararlılık, şimdi her zamankinden daha gerçek.

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#17
Sis Perdesi yayılmaya başladığında, Livei'nin tahminlerinin aksine yağmur ile tepkimeye girip patlama oluşturmamıştı. Livei bunun, Mabi'nin karbon stili ile alakası olduğu kanısına vardı. Mabi karbon patlamaları oluştururken Livei de cıva aynası ile bu patlamaların ışınlarını gemilere gönderip onları kör ediyordu. Aynı zamanda Mabi'nin radyasyonu gemileri etkilemiş olacaktı ki çok kısa bir süre sonra gemiler rotalarını şaşırmaya ve yalpalamaya başlamışlardı. Birbirlerine çarpmamak için ani manevralar yapsalar da en sonunda tam da planladıkları gibi birbirlerine doğru ilerleyerek müthiş bir gürültüyle çarpışmışlardı. Tamamen kontrolden çıkmış gemilerden birisi hızla aşağıya düşerken diğeri de ufukta ileri bir bölgeye savrulmuştu. Kim bilir nereye düşecekti. Gemiler düştükten sonra geriye tuhaf bir sessizlik kalmıştı. Bir taşla iki kuş vurmak dedikleri böyle bir şey olsa gerekti. Gerçi, iki taşla iki kuş da vurmuş olabilirlerdi.

Mitga hiç vakit kaybetmeyerek onları hızla ana gemiye doğru uçurmaya başlamıştı. Tam geminin gövdesine yerleştiklerinde ise kollarından iki uzuv daha çıkararak gemiye saplamış ve geminin gövdesine iri bir yarık açılmasını sağlamıştı. Bunları yapmak Mitga için fazlasıyla acı verici ve yorucu görünüyordu. Şimdiden çok fazla enerji harcamıştı. Mitga son bir çığlık kopararak onlara yarıktan içeri atlamalarını emretmişti. Kolları onu daha fazla tutmuyordu. Mabi ve Livei hemen bu direktife uyarak yarıktan içeri girdiler. Livei arkasını dönüp Mitga'ya baktığında, onun uzuvlarının tek tek yok olmaya başladığını fark etti. Yüzünde hem acı hem rahatlama dolu bir ifade vardı. Bundan sonrasını onlara emanet etmişti. Gözlerinin kaydığını, artık taşıyamadığı vücudunun geminin gövdesinden kayarak gökyüzünde düştüğünü ve bir nokta haline gelip yok olduğunu hissetti. "Mitga..." Dişlerini sıkarak göz yaşlarını bastırmaya çalıştı. Mitga'nın onlar için yaptığı bu fedakarlığı boşa çıkarmamalıydılar. Görevlerini yerine getirmeliydiler. Hepsinin intikamını alacaklardı. Kimsenin kanı yerde kalmayacaktı.

Hızlı bir şekilde geminin içinde ilerlemeye başladılar. Bazı anons ve arıza duyuruları duyuluyordu. Birtakım kimyasal bidonlar, elektronik kutular ve ne işe yaradığını bilmediği daha nice teknolojik eşyanın arasından ilerleyerek yürüyorlardı. Burada yok yoktu gerçekten, olmayan tek şey ise insanlıktı. Bir süre ilerledikten sonra bir merdiven fark ettiler ve hemen yukarı çıktılar. İki adet maskeli adam gözlerine çarptı. Hemen saklanıp aralarındaki konuşmayı dinlemeye başladılar. Maskelilerden biri diğerine yarık açıldığını fark edip etmediklerini soruyordu. Diğeri ise güvenlik sisteminin devreye girdiğini söyleyerek ikilinin yaklaşıp yaklaşmadığını sormuştu. İkili? Kendilerinden mi bahsediliyordu? Ana gemiye sızmaya çalıştıkları çoktan haber edilmiş miydi? Geç mi kalmışlardı? O sırada Livei bir şey fark etti. Bu konuşan adamlardan birisini tanıyordu. Bu sesi duymuştu. Hem de çok yakın bir zamanda. Hatta bu sesi o kadar iyi tanıyordu ki...

Livei heyecanla anladı mı diye Mabi'nin yüzüne bakarken, maskeli adamlardan birisi eline bir tabanca alarak yanındaki diğer adamı alnının ortasından vurmuştu. Adamın kanı, karşısında durduğu duvarı kırmızıya boyamıştı. Tabancalı maskeli adam yüzündeki maskeyi çıkarttığında Livei tahmininde hiç yanılmadığını fark etti. "Max!" Sevinçle koşarak adamın boynuna atladı ve ona sımsıkı sarıldı. Karısını ve çocuğunu İkinci Kıta'ya götürdüğünü söylemişti. Onları güvene almıştı demek. Max sonrasında onlara dönerek yanında olup olmayacaklarını sormuştu. "Seninleyiz. Sonuna kadar. Ne yapmamız gerektiğini söyle." Şu anda güvenebilecekleri daha iyi bir adam yoktu. Max, tüm olanlardan sonra kendini Livei için fazlasıyla kanıtlamıştı. Mabi aynı fikirde miydi bilmiyordu gerçi. Bakışlarını Mabi'ye çevirdi. "Değil mi, Mabi?"
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#18
Savaşın yıkıcı sonuçlarının farkında olduğumu sanıyordum. Oysa, farkındalık böyle bir şey değil. Bir şeyleri tahmin etmek kolay, bunları göreceğim, bunları yaşayacağım demesi çok kolay. Bunları kabul etmek bile çok kolay bir şey! Ancak, o gerçekler bir anda suratına dayatıldığında, bu gerçeklerle karşılaşmanın ağırlığını hissediyorsun omuzlarında. Fedakarlık, büyük bir ağırlık. Bunu kendin yapıyorsan, belki de en hafif olaylardan birisi. Kendini feda etmek, geride bıraktığın şeyler önemsiz birer detay olarak kalıyorlar. Ancak birinin fedakarlığını görmek, işte bu en ağırlarından bir tanesi.

Her şey aslında uçaklara saldırmamız ile başladı. Mitga bizi kendi gücüyle harekete geçirdiğinde, Livei ve ben elimizden geleni yaptık. Gemilerin hedeflerini kaybetmesi, sensörlerini bozmamız, hepsi organize bir şekilde yaşandı. Bu uyumu yakalamak güzeldi, hatta buna şahit olmak umutlarımı tümden arttırıyordu. Bu uyumla birlikte zafere ulaşabileceğimizi ön görüyordum. Her bir saniye, daha da yakınlaştığımızı hissediyordum zafere karşı. Kazanacaktık, öyle ya da böyle, biz kazanacaktık. İki geminin kontrolden çıkıp dengesizce dönmesini görmek, birinin aşağıya düşerken diğerinin yükseldiğine şahit olmak çok daha büyük umutlar canlandırıyordu içimde. Ufak bir zafer olduğunu biliyordum, ancak bu ufak zaferler birike birike bizi büyük olana götürecekti. Şimdilik bunu görmek bile muhteşem bir duyguydu. Aynı şekilde, bunlardan Mitga da cesaret almış olmalıydı ki, ana gemiye doğru hızlanarak gitmeye başlamıştı. Ana gemiye ulaştığımızda, yeni uzuvlarını geminin yüzeyine doğru saplamış ve bizim için büyük bir yarık oluşturmuştu. Bizi de o yarıktan içeriye doğru fırlatmıştı.

Mitga'nın tüm uzuvları kaybolurken, acı gülümsemesini görmek içimde büyük bir burukluk oluşturmuştu. Ona doğru ilerlemek istedim, ancak başaramadan geriye düşüşünü izlemek, gözlerimin büyümesine sebep olmuştu. Onun yok oluşunu izlemek, büyük bir ağırlıktı. Savaşın gerçekliği, dostlarından kopmak ve bu kopmanın yarattığı acı zihnime akın ediyordu adeta. Hiçbir şey diyemeden, sadece izlemekle yetinmiştim. Suratımda hala büyük bir şok vardı, onu kaybetmek istemiyordum. O, bu hayata kazandırdığım bir insandı, yeni bir hayat kurmaya çalışıyordu kendine, üstelik bu hayata bunun için gelmemişti. Bizler için savaşmaya değil, yaşamaya gelmişti. Yaşayamadan ölümle karşılaşmış olması, kalbimin incinmesine sebebiyet veriyordu.

Anonslar boğuk bir şekilde kulağımda yankılanmaya başlarken, damarlarımda gezinen öfkenin suratıma akın ettiğini anlıyordum. Mitga'yı onurlandırmak için, sevdiklerimi onurlandırmak için her şeyi yok etmem gerektiğini biliyordum. Yerimden kalktığımda, bu öfkeyi patlatmak için her şeye hazırdım. Yine de öfkenin esiri olup, ani bir hareket yapamazdım. Planımıza olduğu gibi devam etmeli, ancak karşıma çıkanlara asla acımamalıydım. Dar bir koridora ulaştığımızda iki maskeli adam fısıldaşıyorlardı. Onlara bir anda saldırmak istedim, özellikle o kişilerden birinin Max olduğunu anladığım anda. Harekete geçemeden, Max tabancasını çıkarmış ve yanındaki adamı vurmuştu. Maskesini çıkardıktan sonra karısını ve çocuğunu İkinci Kıta'ya götürdüğünü söylüyordu. Onunla olup olmadığımızı soruyordu. Livei onunla olup olmadığımı sorguladığında, tüm öfkemle Max'in gözlerinin içine baktım. "Senin ve senin gibilerin hepsinin amına koyayım. Livei hangi noktadaysa ben oradayım." Livei bu taraftaysa, ben de buradayım. Taraf değiştirirse, ben de o taraftayım. Bu konunun Max'le hiçbir ilgisi yok ve bu iş bittiğinde, seni karınla çocuğunun yanına göndermeyeceğim.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#19
Max, Mabi’nin sözlerine sakin bir ifadeyle bakıyor, gözlerinde belli belirsiz bir hüzün var. "Umarım bir gün bana güvenirsin." diyor sessizce. Ardından derin bir nefes alıyor ve sesini kararlı bir tonda yükseltiyor. "Bakın, şu anda bu geminin kontrolü onların elinde. Burada kalıp doğrudan savaşmak bizim için büyük bir kumar, ama gemiyi okyanusa düşürürsek onların en büyük üslerinden birini yok edebiliriz. Üstelik ikinci bir gemi de yolda. Yaklaşık bir saatleri olduğunu hesap ediyorum. Bu bize zaman kazandırır. Buradaki Dünyalıları alt edersek, onlara ağır bir darbe vurmuş oluruz."

Gövdesi ve zihni çelişkilerle dolu olan Max, Livei ve Mabi’ye doğru bir adım atıyor. "Sizden ayrı görevlere gitmenizi istiyorum. Livei, geminin üst güvertelerine çıkıp havalandırma sistemlerini sabote etmen gerek. O sistemler devre dışı kalırsa, içeridekilerin koordinasyonu bozulur, geminin manevra kabiliyeti düşer. Ancak oraya giderken, etrafa döşenmiş lazer tuzaklarının olduğu dar koridorlardan geçmen gerekecek. Duydukları en ufak sesi güçlendiren akustik sensörler de var; sessiz olmak zorundasın. Yolunun üstünde, Dünyalıların özel deneylerinden birinin beklediğini duydum. Ne olduğu tam belli değil ama yakalanırsan kurtulman zor olabilir."

Sonra Mabi’ye dönüyor. "Sen alt katlara inip ana güç kaynağının yedek jeneratörlerini imha etmelisin. Bu jeneratörler geminin stabilitesini koruyor. Aşağıda kalın bir zırhlı kapı ve gelişmiş kilitler var. O kilitleri koruyan iki kişilik özel bir ekip duydum. Bunlar insan değil, yarı-mekanik varlıklarmış. Duyduğuma göre göz temasından bile saldırı algoritması tetikleniyormuş. Ayrıca, jeneratör odasına vardığında, içinde radyoaktif bir madde olduğunu ve sızıntı halinde oranın canlı cehenneme döneceğini söylemeliyim. Yani, çok dikkatli olman gerekiyor. Hem o garip muhafızları atlatmalı, hem de asla zedelenmemesi gereken boruların arasında manevra yapmalısın."

Max bunları anlatırken etraftan metal kapıların açılıp kapanma sesleri geliyor. Geminin titreştiğini fark ediyorsunuz. Sanki her an bir çatışma başlayacakmış gibi diken üzerindesiniz. Max, kısık sesle ekliyor. "Ben üst komuta odasına çıkıyorum. Herkese bir saat. Bu süre içinde işinizi halledin, sonra buluşuruz. Başaramazsak... Hepimizin sonu gelir. Ama başaracağımıza inanın."

Bu sırada, dev geminin dışında kalan dünyada Wændz dizlerinin üzerine çökmüş, kollarında Mitga’nın cansız bedenini tutuyor. Gökten yağmur hala yağmaya devam ediyor. Etrafında korkuyla bakan bazı Himota askerleri var ama Wændz kimseyle ilgilenmiyor. Titreyen elleriyle Mitga’nın yüzünü okşuyor, göz yaşları sırılsıklam olmuş yanaklarından süzülürken kısık bir sesle fısıldıyor. "Hayır... Sana bu dünyayı yaşatacaktım." Sesindeki acı bir bıçak kadar keskin. Ardından etrafındaki atom enerjisini kontrol etmeye çalışıyor, Mitga’nın göğsünün üstünde avucunu gezdiriyor. Herhangi bir tepki yok. Yağmur damlaları Mitga’nın yüzünü yıkıyor, Wændz ise her damlayı umutla karşılıyor sanki. Atom enerjisini tekrar ve tekrar deniyor, ama Mitga’nın bedeni tepkisiz. Gözlerinde hüzün dolu bir kararlılık var. Pes etmemeye yemin etmiş gibi yine deniyor. Henüz vazgeçmedi. Belki bir mücize bekliyor. Karanlık gök, onlarca metre yukarıda, iç geçiren bir tanık gibi. Dünyanın bu korkunç savaşından habersiz, sadece iki dost arasındaki bu sessiz vedayı izliyor.


Livei: Geminin metalik koridorları boyunca ilerlerken, kalbin her adımda biraz daha hızlanıyor. İçerideki ışıklandırma rahatsız edici bir sarı, duvarlardan yansıyan yumuşak ama belirsiz titreşimli uyarı sinyalleri kulağını tırmalıyor. Havalandırma sistemlerinin üst güverteye yakın olduğunu hatırlıyor, Max’in tarif ettiği yolun bu olduğunu düşünüyorsun. Yürüdüğün her metre, etrafında dolaşan yoğun bir gerilim yaratıyor. Ne tür bir deneyin ya da tuzağın karşına çıkacağı hakkında hiçbir fikrin yok. Adımlarını olabildiğince sessiz atmaya çalışıyorsun, nefesini tutarak hareket ediyorsun.

Kısa bir süre sonra, dar bir koridorun ucunda, tavanın hemen altında, geniş bir metal ızgara görüyorsun. Buradan içeri girip havalandırma sistemlerine sabotaj yapabileceğini anlıyorsun. Izgaranın vidaları, basit bir tornavidayla açılabilecek gibi görünüyor; ancak yanında böyle bir alet yok. Çevrene bakınıyor, belki yere düşmüş bir parça, gevşemiş bir kablo bulabilirim diye düşünüyorsun. Tam o sırada, adımlarını durduran bir ses duyuyorsun: hafif, metalik tınılı ayak sesleri. Dışarıda, o dar ve boğucu atmosferde, bu ses koridorda yankılanıp büyüyor. Hemen duvara yaslanıyorsun, kalbin gürültülü bir davul gibi çarparken başını hafifçe uzatıp bakmak için cesaretini topluyorsun.

Koridorun diğer ucunda beliren sima, aklını karıştıran tüm planları bir anlığına unutmana neden oluyor. Bu yüzü, bu duruşu çok iyi tanıyorsun. Dyoch Vodhis, uzun süredir görmediğin bir hayalet gibi karşında dikiliyor. Dyoch’un gözlerindeki ifade ve duruşu, eskiden yaşadığın tüm olayları, aileni hatırlatıyor. Nefesini mümkün olduğunca sessiz alıp verirken, bir anda planını gözden geçirmek zorunda kalıyorsun. Havalandırma sistemini sabote edebilmek için sessizce ilerlemen gerekirken şimdi karşında tanıdık ama neden orada olduğu belli olmayan bir figür var. Dyoch’u geçmeden ilerleyemezsin. Ya geri çekilmen ya da bir şekilde onu atlatman lazım.

Ama Dyoch neden burada?

Mabi: Geminin alt katlarına inen bir merdivenden adım atarken, içini bir ürperti kaplıyor. Yukarıdaki kaosun aksine, burada derin bir sessizlik hakim. Tek duyduğun şey makinelerin belli belirsiz uğultusu. Aşağı indikçe hava ağırlaşıyor, kimyasal kokular karışıyor metalik pas kokusuna. Yanı sıra duvarlarda mavi ve turuncu renkte kablolar, kimisi kıvılcım saçan gevşek bağlantılarla sarkıyor. Bu bölgenin kalbi ana güç kaynağı ise, tam da Max’in tarif ettiği gibi korunaklı bir odanın arkasında olmalı.

Sonunda buzlu camlı bir kapıya varıyorsun. Camın arkasında loş bir ışık var. İçeri bakmak için hafifçe yaklaştığında, içeride iki adam görüyorsun. Yaşları belirsiz, yüz ifadeleri ise donuk. Uzuvlarının büyük kısmı metal kaplamalarla, belki de protezlerle kaplı. Belki dünyalıların insan-makine arası melezleri? Ancak asıl sarsıcı olan, adamların fısıldamaya benzer mırıltıları: "Yardım edin... Lütfen... Hayır, yapma..." gibi dağınık kelimeler fısıldıyorlar. Sanki acı ve korku içindeler, ama tam bir bilinçleri var mı yok mu anlaşılmıyor. Gözleri garip bir şekilde parlıyor, kablolardan beslenen bir çeşit yarı-organik varlık mı bunlar?

Aklına Max’in uyarıları geliyor. Bu jeneratör odası çok hassas. İçeri girmeli mi? Eğer girersen belki adamları bertaraf edebilirsin, ama ya onlar bir tuzaksa? Ya bu mırıltılar aslında bir hileyse? Bu kapıyı açman, seni geri dönülmez bir çatışmaya sürükleyebilir. Ama görevini başarmak için o jeneratörleri imha etmek zorundasın. Elini yavaşça buzlu camın yüzeyine koyuyorsun, içindeki çelişkiyi bastırmaya çalışıyorsun.

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#20
Max'in ona güveneceğime dair dileklerini siktir edişim sadece bir saniye falan almıştı. Hatta belki bir saniyeden bile kısa sürmüş olabilirdi. Hiç umursamadan onun konuşmasının devamını dinlemeye başladım. Burada kalıp doğrudan savaşmak yerine, gemiyi okyanusa düşürmekten bahsediyordu. Bunu nasıl yapacağımız konusunda büyük soru işaretleri kafamda canlanmaya başlarken, ikinci bir geminin geliyor oluşunu da duymak iyice karartıyordu içimi. Max, hepimizi ayrı görevlere dağıtmak istiyordu. Livei geminin üst güvertelerine çıkacak ve havalandırma sistemlerini sabote edecekti. Böylelikle, içeridekilerin koordinasyonunu bozmayı başaracak ve geminin manevra kabiliyetini düşürecekti. Benim görevim ise, alt katlara inip ana güç kaynağının yedek jeneratörlerini imha etmem gerekiyordu. Geminin stabilliğini koruyan bu jeneratörleri kalın zırhlı bir kapı, gelişmiş kilitler ve iki kişilik özel bir ekip koruyordu. Yarı mekanik varlıklar olan bu özel ekiple bir şekilde savaşmam gerekecekti. İşin kötü kısmı ise, asla zedelenmemesi gereken boruların arasında manevra yapmam gerekiyordu, zira Max'in söylediğine göre radyoaktif madde varmış ve sızıntı halinde cehenneme çevirirmiş orayı.

Geminin alt katlarına doğru inerken, içimde istemsiz bir ürperti oluşuyordu derin sessizliğin arasında. Makinelerin uğultuları, ağırlaşan hava, kimyasal kokularla karışmış metalik pas kokuları... Kafamı iki yana sallayarak görevime odaklanmaya çalışıyordum hissettiğim duyguların haricinde. Max'in tarif ettiği, o korunaklı odayı bulmaya çalışıyordum. Buzlu camlı bir kapı beni karşıladığında, sonunda bulabilmiş olduğumu düşünüyordum. Camın arkasındaki loş ışığı gördüğümde, içeriye doğru bakmak istedim hem merak hem de yaşanacakları önceden görebilmek adına. Yaşları belli olmayan, yüz ifadeleri donuk, uzuvlarının büyük bir kısmı metal kaplama veya protezlerle kaplı olan iki adam gözlerimin önüne düşüyordu. Kendi kendilerine yardım dileniyorlar, yalvarıyorlardı. Bilinçlerinin yerinde olup olmadığından emin değildim, muhtemelen değillerdi. Acı ve korku, sanki bilinçaltlarından geliyor gibi duruyordu, muhtemelen yanlarına gittiğim anda saldırmaya başlayacaklardı ve onları kurtarmak için hiçbir yolum yoktu.

Jeneratör odası çok hassas olsa da, içeri girmem gerekiyordu. Her şeye rağmen, tetikte girmeyi planlıyordum, ancak bu adamlara yardım edebileceksem yardım etmek için her şeyi deneyecektim. Bu yüzden, içeri girmeyi planlıyordum, ancak savaşmaya da hazır olmalıydım. Bu yüzden temkinli bir adım atacaktım, ancak içeriye girdiğim gibi tok bir sesle adamlara seslenecektim. Mesafemi korumayı planlıyordum, şimdilik saldırıda değil savunmada kalmayı düşünüyordum.

"Baylar, size yardım etmek yapabileceğim bir şey var mı?"
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image
Locked

Return to “Himota İmparatorluğu (Dünya Kontrolünde)”

cron