Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#51
Herkes kendi görevini yerine getirmeye devam ediyordu. Garo, mallarla dolu sandığı öne doğru itiyor, Bok'ta ona yük kabul kioskunu işaret ediyordu. İlk adım olarak gayet kolay gibi duruyordu, ancak bu kolaylığa kanıp kendimizi salmamak gerekirdi. Garo'nun kibirli tüccar kahkahasının ardından Bok sahte fatura dosyasını okutmuş ve sistem mavi ışıkla yanmaya başlamıştı. Ancak, barkod tarayıcı beni kas dokusu güçlendirilmiş güvenlik görevlisi olarka tanısa da, ek sağlık taramasının gerekli olduğunu söylemeye başlamıştı. Vücut içi çipimin olmadığı, biyometrik boşluk olduğuna dair uyarı veriyordu. Deri altı kimlik çipini bulamayan sistem, benim üzerimden planımıza engel koymaya başlamıştı bile. Sakinliğimi korumaya çalışıyordum, her an planın patlayabileceği düşüncesi beni iyiden iyiye germeye başlasa da sakinliğimi korumak için gizli gizli derin nefesler alıyor, gizlice vermeye çalışıyordum. Bunun beni daha çok strese sokup sokmadığından emin değildim.

İki küçük devriye drone'u gelmiş, birisi yüz taraması için suratıma çok az bir mesafe kala havada asılı durmaya başlamıştı. Yutkunmak bile istemiyordum o an. Bir diğeri ise Elion'a gitmiş ve danışman tabletini görmek istemişti. Elion'un terleyişine göz ucuyla bakıp kendi sorunuma yöneltmiştim gözlerimi. Elion kendi kurnazlığını drone'lar üzerinde kullansa da, teknoloji çakallık dinlemiyordu sanırım. Lobinin arkasından gelen iki insan muhafıza kayıyordu gözlerim. Her şey üst üste geliyordu. Omuzlarına tüfek kayışları asılmış adamlardı, bir problemde muhtemelen ortalığı dağıtabilirlerdi. Garo ve Bok sandığı sürmeye devam etseler de, beni bekliyorlardı. Drone'u bir şekilde yanıltacak bir şey bulmalı ve çip taramasını atlatmalıydım. Drone'a karşı fiziksel bir müdahale de bulunamazdım, zira bunu yaptığım anda sistem genel alarma geçer ve tüm plan bir anda alt üst olurdu. Bu yüzden muhafızlara oynamalıydım, rol yapmalıydım. Bu duruma sinirlenmiş bir güvenlik görevlisi rolü, felaket iyi gidebilirdi şuanda...

İki elimi sanki bu durumdan sıkılmışçasına havaya kaldırdım ve bir anda bağırmaya başladım. "Oi, cabrón! Sıkıldım artık bu durumdan! Bana hem paramı az ödüyorsunuz hem de sürekli bu durumu çekiyorum! Mierda, mierda!" Sol elimi bir anda havaya kaldırdım muhafızı göstererek. Buraya gelmeleri için işaret ediyordum. "Hep aynı şey, sürekli hata çıkıyor sisteminizde! Bırakın işimi yapacağım, zaten az para kazanıyorum sürekli çalışmam gerek, puta! Ne gecem ne gündüzüm kaldı, bir de burada vakit kaybediyorum! Şu drone'u alın da işimi yapayım, yanımdaki adamın verdiği parayla geçinmek mümkün değil, es pura paja!" Muhafızlara iyice sinirli bir şekilde bakarken, onlara baktığım için yüzümü drone'dan çekiyor gibi yapacağım. Böylelikle, onları ikna etmeye çalışırken kendimi de drone'dan uzak tutacağım.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#52
Bir robot hemşire onları karşılayarak dezenfeksiyon kabinine ilerlemelerini söylemişti. Livei etrafta olup biten çoğu şeyin ne anlama geldiğini veya neyi ifade ettiğini anlamıyordu ancak gözlemleyerek ve içgüdülerine güvenerek hareket ediyordu. Turnikenin önüne gelip kimliğini gösterdiğinde herhangi bir sorun ile karşılaşmadı. Ekran yeşile dönmüştü ve yetkisi olduğu ibaresi yanmıştı. Sahte kimlik gerçekten de işine yaramıştı. Faell üzerinde Hiperya onay logosu bulunan belgeleri kaldırdığında da başlarını saygıyla eğerek onaylamışlardı. Logonun sahte olduğunu da hiçbirisi çakmamıştı. Ya ellerindeki sahte belgeler çok güçlüydü ya da bu Dünyalıların teknolojileri o kadar da söylendiği kadar iyi değildi ve hiçbir şeyi çakmamışlardı. O sırada onun vücudunu tarayan cihazlardan birisi vücudunun üst bölmesinde sarı bir uyarı verip bir şeyler söylemişti. Tavandan devasa bir kol çıkmıştı. Ucunda iğneli bir cihaz vardı ve kafasına doğru yaklaşıyordu. Vücudunda bir çeşit çip veya cihaz eksikliği gördükleri için bunu yerleştirmeye çalışıyor olmalıydılar.

Panel 15 saniyeden geriye doğru saymaya başlamıştı. Başka bir sağlıkçı robot biraz ileride sedye itekliyordu. Faell cebindeki kalemi çıkararak muafiyet kodu girmeyi denemişti ancak panel yetki kodunu vermiyordu. Kırmızı bir uyarı çıkıyordu. On haneli bir referans numarası istiyordu. Zaman ilerliyordu ve Livei'nin sinirleri gerilmişti. Eğer kol ona girerse tüm planları alt üst olabilirdi. Sinyal bozucu ortaya çıkardı ve kim bilir beynine ne yaparlardı. Belki onu takip bile edebilirlerdi. Daha kötüsü kontrol edebilirlerdi. Faell'in kalemi ile sahte muafiyet kodu üretmeyi deneyebilirlerdi ancak çok dikkatli olmaları gerekiyordu. Panelin fişini çekerse alarm devreye girerdi, çok dikkat çekerdi ve güvenlik görevlileri akın ederdi. Yalan söyleyebilirdi. Ne yalan söyleyecekti? 8 saniye kalmıştı. 7 saniye kalmıştı. Acele etmesi gerekiyordu. Sinyal bozucuyu avuç içine sakladı. "Alerjim var." dedi çok ciddi ve soğukkanlı kalabilen bir ses tonuyla. "Septik şoka girme ve çoklu organ yetmezliğinden hayatımı kaybetme riskim var. Bundan ötürü Hiperya'dan beyin probu muafiyetine dair iznim var." Ne söylediğine dair en ufak bir fikri dahi yoktu ancak işe yaramasını umuyordu.
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#53
Mabi: Bir anda İspanyolca girişince iki insan muhafız bakışlarını birbirine kaydırıp ayaklarını sürtüyorlar. Drone, bağırışın yarattığı gürültü dalgasıyla yüz taramasını yüzde seksen oranında eksik okuyor, ekrana "SAHADAKİ CİHAZ ARIZASI: DANIŞMAN DOĞRULAMA YETERLİ" satırı düşüyor. Diğer drone Elion’un sunduğu uzun protokol dökümünü tamamlıyor ve tiz bir "BİLGİ SENKRONİZE – DEVAM EDİN" bip’i veriyor. Sensörler geriye çekiliyor, mavi ışık yeniden yeşile dönüyor, muhafızların biri omzunu silkip yoldan çekil dercesine başını sallıyor. Garo koca sandığı iterken dişlerinin arasından "Pekala, patron." diye homurdanıyor. Bok ince bir ter damlasını siperliğinden siliyor. Üçünüz, mermer zemini geçip yük asansörünün koyu gri kapısına ulaşıyorsunuz. Yan duvarlarda Dünya logosu "TÜM ZİYARETÇİLER KAT KISITLAMASINA UYMAK ZORUNDADIR" uyarısını yansıtıyor. Asansör çanı öttüğünde üniformalar tek tek kontrol ediliyor, Garo’nun göbek yastığı hafifçe çıkıyor, tekrar yerleştirmeye çalışıyor. Bok ceket yakasındaki barkodu düzeltip sana göz ucuyla onay veriyor. Elion bir an senin yumrugunun bıraktığı morluğa elini götürüp hafifçe gülümsüyor. Kapı kapanır kapanmaz Garo koca sesiyle "Gerçekten sizinle çok iyi bir ekip olduk ya bence-" derken Bok anında "La oğlum, tamam, şimdi konuşma zamanı değil." diyor. Elion ise duruma sadece gülümsemekle yetiniyor.

Asansör üst kata, dar değerlendirme koridoruna açılıyor. Burada üç kapı görüyor­sunuz. Solda, Türbin Sistemleri yazılı bir oda var, içerden loş kırmızı bakım ışığı sızıyor, motor sesi geliyor. Ortada, Numune Analiz Laboratuvarı tabelası var, iç kapı cam, beyaz önlüklü bir teknisyen sırtı dönük bir şekilde duruyor ve mikroskop ayarı yapıyor. Sağda ise adı silinmiş gri bir kapı var. Resmi plaka sökülmüş, altından bir sesin boğuk uğultusu geliyor, kapıya ise metal bir kilit takılmış, teknolojik bir kilide benzemiyor. Bok şakaklarını ovuşturup fısıldıyor. "Esir kaydına göre kod adı Buz Adam. Bodrum-2'de donuk hücre. Ama bazı dosyalar ön test için üst kat labına getirildiğini ima ediyor. İkiye ayrılmamız gerekebilir. Mabi, yanında ya beni ya Elion’u al, Garo kesinlikle sandıkla rota tutacak." Sözlerini bitirirken uzak koridor kamerasının kırmızı ışığı yanıp sönüyor; devriye kat değişimine bir-iki dakika var. Panellerin alt elektronik cızırtısı seni karar vermek için aceleye etmeye zorluyor.

Livei: Turnike tam boynuna iğneli kolu sarkıttığında kalbin çıngırak gibi çınlıyor. Alerjin olduğunu söylüyorsun, sözlerini desteklemek için diplomat Faell panelin üstüne altın mühür kabartmasını bastırıyor. Ekran iki kez sarı yanıp "HARİCİ DOSYA DOĞRULANIYOR" deyip duraksıyor. 03… 02… derken bir anda panel maviye çakıyor, hata tonunda bip duyuluyor. "NEURON FIRMWARE ÇAKIŞMASI - PROBE İPTAL EDİLDİ." Tavan kolu titreyip geri dönüyor, sanki sistem kendi yazılımında çelişki bulmuş. Faell, fırsatı kaçırmayarak bileğinden tutup "Koş!" diye fısıldıyor. Turnikeden geçer geçmez dar servis koridoruna dalıyorsunuz, zemindeki sarı hat "BODRUM ⇩" tabelasını gösteriyor. Metal kapı açılırken arkada hemşire-botun şaşmış sesi kalıyor. "Lütfen… lütfen tekrar taramaya-"

Bodrum-1’de ışıklar sönük. Koridor sağa kıvrıldığında boydan boya cam panelli bir koğuş görüyorsun. İçeride yer yataklarına kelepçeli beş-altı Gedhilfeli, kolları dirsekten eksik, bazılarının omzunda metal protez, birinin ayağı diz üstünden alınmış. Gözleri cama boş bakıyor, zayıf bir fısıltı duyuyorsun ama ne dediklerini anlamıyorsun. Kalbinde eski vatanının yankısı sızlıyor, Faell bile çenesini sıkıyor. Ama zaman yok, merdiven tabelası bir kat daha aşağıyı işaret ediyor. Bodrum-2’ye inerken ışın parıltısı tavan florasanını beyazlatıyor. Max bir anda tam önünüzde beliriyor, terli ama sakin. "Dua edin kameraları izleyen kimse olmasın." diyor ve cebindeki küçük USB’yi senin avucuna sıkıştırıyor. "Sistemin ana omurgası tam bu koridorun sonunda, tesisat odasının karşısında."

Koridor yine üç kola ayrılıyor. Sol kapıda "Biyo-Depo" tabelası var, soğutma fanı uğulduyor ve içeriden buhar çıkıyor. Orta kapıda "Zihin Haritalama Birimi (Yetki Gerekir)" yazıyor, yeşil uyarı ışığı yanıp sönüyor, barkod sensörü beklemede. Sağ kapıda ise numara yok, sadece "TEST-C" yapışkan etiketi var. Kapı kilidi hafif aralık ve içeriden ışık titreşimi duyuluyor. Tam sağ kapıya bakarken saatin çıtırtıyla aydınlanıyor, ekranı titrek mor renge dönüp cızırtı sesleri çıkarıyor. Başını çevirip başka kapıya yönelin­ce saat normale dönüyor. Yeniden T̷E̶S̷T̸-̸C̷'ye bakınca bozulma tekrar beliriyor. Max fark edip kaşlarını çatıyor, Faell elini kılıcının kabzasına götürüyor. Birkaç saniye içinde bir alarm çınlaması duyulacak mı, emin değilsin. Seçtiğin kapı ve USB’yi okutma yolunu şekillendirecek, ama saatin niye tepki veriyor? İçeride seni bekleyen nedir, dışarıda kalırsan başka hangi risk doğar?

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#54
Of. Çok stresliyim. Bir anda konuşmaya girmek ve muhafızlara seslenmek, riskli bir hareket olsa da yapmak zorunda olduğum bir hareketti. İnsanlarla uğraşmak muhtemelen robotlarla uğraşmaktan, özellikle de Dünya gibi üst düzey teknolojiye sahip bir kesimin yarattığı hatasız robotlarla uğraşmaktan daha mantıklıydı. Drone yüz taramasını eksik okuduğunda, ekrana danışman doğrulama yeterli mesajı geldi. İşte şimdi tamam dedim kendi kendime, muhafızlar beni onayladıktan sonra rahatça geçip gidebilirdim. Elion'un protokol dökümü de tamamlandıktan sonra sensörler geriye çekilmiş ve mavi ışık yeşile dönmüştü, muhafızlardan biri yoldan çekil der gibi başını sallamıştı. Sanırım planım işe yaramıştı, bunun için belli etmesem de kendi kendime bir zafer sevinci yaşamıştım. Garo sandığı itmeye devam ederken, mermer zemini geçip, yük asansörünün kapısına ulaşmayı başarmıştık. Tüm ziyaretçiler kat kısıtlamasına uymak zorundadır uyarısını görünce, derin bir nefes verdim. Üniformalar tek tek kontrol edilirken, Garo'nun yastığının çıkmasına az daha kahkaha atacaktım ki, kendimi çok zor tutuyordum. Elion'un hafifçe gülümsemesine karşılık gülümseyerek karşılık vermiştim, ancak Garo'nun söze girmesi ve Bok'un onu susturması gülümsememi kocaman bir tebessüme çevirmişti. Bu adam beni bir noktada güldürecek ama, nerede bilmiyorum.

Asansör değerlendirme koridoruna açıldığında, görebildiğimiz üç kapı vardı. Soldaki kapı Türbin Sistemleri odasına açılıyordu, içeriden motor sesi geliyordu. Ortada ise Numune Analiz Laboratuvarı denilen bir yer vardı, içeride beyaz önlüklü bir teknisyen mikroskop ayarı yapıyordu. Son kapı ise adı silinmiş bir kapıydı, ne olduğunu bilmiyordum. Resmi plaka yoktu, boğuk uğultu sesi haricinde hiçbir ses yoktu. Kapıda metal bir kilit vardı, teknolojik bir kilit gibi durmuyordu. Esir kaydına göre Buz Adam adlı birini arıyorduk. Bodrum-2'de donuk hücrede olduğu bilgisi elimizde olsa da, bazı dosyalar ön test için üst kat laboratuvarına getirildiğini ima ediyormuş. İkiye ayrılmamız gerektiğini söylediğinde, yanıma Elion'u almaya karar verdim. Onu maalesef ki her ihtimale karşı göz önünde tutmam gerekiyor, ancak bunu çaktırmadan onu dostummuş gibi, attığım yumruk için çok pişmanmışım gibi lanse edebilirdim.

"Elion'u alacağım. Sağdaki odaya girelim hızlıca. Kilidi ben kırarım, hızlıca kapıyı kapatmamız lazım ardımızdan. Belki kilit fark edilmez ama kapının açık olduğu çok belli olur. Gidelim."

Kalsiyum Kas stilimi kullanarak kilidi kırabilirim, kırdıktan sonra hızla kapıyı kapatmamız lazım. Gerisinde ne göreceğimizi çok merak ediyorum.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#55
Panikten saçma sapan bir yalan uydurmuştu. Sesli bir şekilde yutkunarak gerginlikle ne olacağını beklemeye başladı. Faell kabartmayı bastırınca panel bir çeşit uyarı vermiş, bir şey çakışması olduğunu söyleyerek iğneli kolunu duvardan içeri geri sokmuştu. Livei tam derin bir oh çekecekti ki tavandaki kolun titreyerek geri geldiğini fark etti. Sanki... bozulmuştu? Bir çeşit hata ile karşılaşmıştı ve kafası karışmış gibiydi. Koskoca Dünya o kadar elindeki teknolojiye rağmen sorunsuz çalışan robotlar üretememişti demek. Bir anda bileğinden çekilerek ortamdan uzaklaştırıldı. Faell bunu fırsat bilerek onu yakaladığı gibi koşmaya başlamıştı. Livei de durumu idrak edince son hız koşmaya başladı. Bodrum yazan tabelayı gördükleri gibi aşağıya indiler. Arkadan hala robotun sesi duyuluyordu.

Bodrum katı karanlıktı. Boydan boya camlı bir panel mevcuttu. İçeride vücutlarının çeşitli uzuvları kesilmiş Gedhilfeliler kelepçelenmiş halde duruyorlardı. Kim bilir ne tür işkencelere ve deneylere maruz kalmışlardı. Muhtemelen geride kalmış, kıtasını teslim etmekte direnmiş üç beş isyancıdan geriye kalanlardı. Ya da belki de Dünya'nın çeşitli vaatleriyle kandırılmışlardı. Ağızları oynuyor, sanki bir şey söylemek istiyorlardı ancak sesleri fısıltı gibi çıkarak boşluğa karışıyordu. Livei bu sahneyi daha fazla izleyemeyerek bakışlarını kaçırdı. Kendi vatandaşlarını bu halde görmek... Ülkesini korumak için polis olmuştu zamanında. Yine ülkesini korumak için polislikten vazgeçmişti. Şimdi vatandaşlarını koruyamadığını görmenin acısını yüreği kaldırmıyordu. Faell ile birlikte bir aşağı kata doğru ilerlemeye başladı.

Tam aşağı inmeye başladıkları esnada beyaz bir ışık parıldamıştı ve Max önlerinde bitmişti. Minik USB cihazını Livei'ye vermişti. Yüzü gözü ter içinde kalmıştı. Sistemin ana omurgasının koridorun sonunda, tesisat odasının karşısında olduğunu söylemişti. Kameraları izlememelerini umduğunu söyleyince Livei başını kaldırıp gözleriyle kameraları aradı. Muhtemelen görünür şekilde değillerdi. Eğer kameralardan izleniyorlarsa belki de buraya gelmeleri için birileri girişteki makineyi onlar için bozmuştu. Bir çeşit oyuna getiriliyor olabilirlerdi. Artık tesadüflere ve şansa inanmıyordu çünkü. Bunun düşüncesi vücudunun gerilmesine sebep oldu. USB'yi avuçlarının içinde sıkıp koridor boyunca ilerlemeye başladı. Üç adet kapı vardı. Hangisi söylediği kapıydı ki? Kapıların birinin üzerinde Biyo-Depo yazıyordu. Diğeri Zihin Haritalama Birimi (Yetki Gerekir) diyordu. Gidecekleri yer burası mıydı? Diğer kapı ise... Bu kapıda bir tuhaflık vardı. Üzerinde Test-C yazıyordu ve kapısı aralıktı. İçeride bir ışık parıldıyordu. Livei merakla kapıya doğru yaklaştığında kolundaki saat bir anda çıldırarak garip sesler çıkarmaya ve çılgınca titremeye başladı. Kapıdan uzaklaştığında ise düzelmişti. "Bu odadaki bir şey cihazları etkiliyor. Deneylerinden olabilir." dedi Livei temkinli bir ses tonuyla. "Bir çeşit kitle imha silahı olabilir. Ellerinde ne olduğunu görmemiz lazım. Bu odayı bir inceleyelim isterseniz." Bu garip görünüşlü odayı görmesi gerekiyordu.
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#56
Mabi: Elion gözlerini sana doğrultmuş, rahatsız bir ifadeyle seni izliyor. Neden öyle olduğunu kestiremiyorsun, kötü bir şey söylemedin ama yine de ciddi bir gerginlik var gibi görünüyor üstünde. Sonradan gülümsüyor ve "Elbette." diyor. Bok söylediklerini kafasıyla onayladıktan sonra diğer yöne ilerliyor, sen de Elion ile birlikte sağdaki kapıya doğru ilerliyorsun. Kapıya yaklaşıyor ve Kalsiyum - Kas stilini kullanarak kapıyı hızlıca kırıyorsun. Kapıyı açarken içerinin zifiri karanlık olduğunu fark ediyorsun, dışarıdan bir şey görmek mümkün değil, koridorun loş ışığı da pek işe yaramıyor. Elion ile birlikte içeriye giriyorsunuz ve girdiğiniz anda kapının modern kilidini kullanarak ardınızdan kilitliyorsun. Artık koridorun ışığı da yok, ortam ise tamamen karanlık. Birkaç farklı insanın uğultusunu duyuyorsun, ne dedikleri tam olarak anlaşılmıyor. Bir yandan da Elion kapının etrafında ışık düğmesini arıyor fakat nafile. Odada yürüdükçe ayak seslerinin yaydığı yankı odanın baya geniş olduğunu anlamanı sağlıyor. Yine de zifiri karanlıkta yürümeye alışık değilsin, Elion da pek değil gibi görünüyor, senden daha az hareket ediyor. Biraz daha yürüdükten sonra duvarda dikdörtgen şeklinde, ince çizgi halinde bir ışık hüzmesi görüyorsun. Elion da hemen ardından görüyor ve seni geçip hemen ışığa doğru ilerliyor. Elini koyuyor ve ittirdiğinde cam açılıyor. Cam sadece kendi hizasını aydınlatıyor, bu yüzden geriye dönüyorsunuz. Yerde gördüğün şey... uzuvları eksik bir insan.

Adamın bir kolu ve bir bacağı yok. Yüzü deforme olmuş, yara almış gibi görünüyor ama normal bir yara olmadığı kesin. Adam inliyor, ağzını zor açıyor. Elion camı daha da araladığında odada baya loş bir ışık doluyor. Yerde onlarca insan yatıyor, her birinin üstünde deney yapılmış, her biri kendini açıklamaya çalışıyor ama nafile. Konuşamıyorlar, iletişim kuramıyorlar. Yaşadığın şokta az da olsa destek almak için Elion'a dönüyorsun ve onun gözlerinin sanki geçmişten travmatik bir sahneyi görmüş gibi pörtlediğini görüyorsun. Elleri titriyor, ne diyeceğini bilemiyor. O da sana bakıyor, gözleriyle çok şey anlatıyor ama şu an ikiniz de bunu sözlere dökemiyorsunuz. Bir anda içlerinden birinin yavaşça ayağa kalktığını görüyorsun. Uzuvları yerinde, yüzünde de herhangi bir deformasyon yok. Adam yavaşça ayağa kalkıyor ve "Lütfen buradan çıkarın beni. Başka bir odadan geldim ve saatlerdir burada saklanıyorum." diyor. Adamın tipini az buçuk görebiliyorsun, Jitmiili olduğuna şüphen yok. Elion bir anlığına kendine geliyor ve "Gidelim buradan." diyor. Hızlıca kapıya yöneliyor. O anda adam panikliyor ve "Dur, dikkatli ol!" diye bağırıyor. Elion daha kapıya erişemeden odanın içinde bir enerji sesi duymaya başlıyorsunuz. Üçünüz de arkanıza döndüğünüzde uzuvları olmayan adamlardan birinin elini size doğru tuttuğunu görüyorsunuz. Elini tam olarak Jitmiili adama doğrultuyor ve Kurşun kullanıcılarının, hatta senin için Ae'nin yaptığı gibi eliyle silah işareti yapıyor. Bir anda işaret parmağının üstünde derin bir enerji birikimi oluyor. Bu daha önce gördüğün hiçbir enerji birikimine benzemiyor, atom enerjisinden farklı bir güç gibi görünüyor. Ancak Jitmiili adam kendini korumak için pek bir şey yapmıyor gibi görünüyor. Eğer acilen onu kurtarmak için bir hamle yapmazsan işler daha da kötüye gidecek. Ama ses çıkarmak da iyi bir sonuç uyandırmayacak gibi görünüyor. Açıkçası içimden ne yapacaksın diye sormak bile gelmiyor, uzun zamandır hiçbir boka yaramayan çaresiz bir piç gibi köşeye sıkışmanı diliyordum.

Özledin mi beni?

Livei: Max de Faell de dediğine karşı çıkmayınca odaya doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başlıyorsun. Bir yandan koridordan geçerken dikkatli olmak için elinden geleni yapıyorsun, bir yandan da çok fazla güvenlik kamerasına maruz kalmadan işi halletmek için acele ediyorsun. Kapının dibine kadar geldiğinde dünyan kararıyor

dünyan kararıyor 01
dünyan kararıyor 02
dünyan kararıyor 03
dünyan kararıyor 04
dünyan kararıyor 05

Boşluk. Bedenin buna alışık artık. Acaba seni kaçıncı alıkoyuşları? Kaç kere başarmak istediklerini başaramadın? Kaç kere kurtarmak istediklerini kurtaramadın? Kaç kere kahraman sen olamadın? Sen. Siz. Mutlak Son. Aslında sizlerin ve bizlerin hiç farkı yok, biliyor musun? Bizler sorunluyuz, çünkü öyle evrildik. Sizler sorunlusunuz, çünkü bizdensiniz. İnsanları diğer hayvan türlerinden ayıran en sevdiğim özellik ne biliyor musun? Hayvanlar alır ve verir, döngüsel bir sistemin içinde yaşarlar ve ölürler. İnsan doğar, tanır, konuşur ve alır. İnsan asla vermez. İnsan veriyor gibi yapar ama günün sonunda yine alır. İnsan vereyim ve vermiş halimle ölüp gideyim demez. Doğamıza aykırı, doğanıza aykırı. Bunu siz de içten içe biliyorsunuz aslında ama egonuz o kadar fazla ki egonuza yediremiyorsunuz. Egonuz bile katman katman olmuş, anlatabiliyor muyum? İnanın bana, biz de öyleyiz. Dünya gezegenini kurtarmak dışında istediğimiz hiçbir şey yok. Ve düşünün, bu milyarlarca insanın yararına olacak aslında. Ama size dürüst olayım mı? Biz bunu kendimiz için yapıyoruz. Siktiriboktan bir üçüncü dünya ülkesindeki adamın yüzü güldü diye benim hayatımda hiçbir şey değişmeyecek. Ama onun yüzü gülmezse benim de gülmeyecek, bu plan o yüzden herkes için önemli. Ama bunu kendim için yapıyorum, kendimiz için yapıyoruz ve gerçeği bu. Peki ey iyilik melekleri, ey Mutlak Son. Siz yaptığınız her şeyi o siktiğimin sahte gezegeni için mi yapıyorsunuz? Yoksa kendiniz için mi? Tihami'de yaşayan rastgele bir yaşlı adamın gülümsemesi senin için bir şey ifade ediyor mu? Yoksa senin için bir şey ifade eden tek şey o adam da gülmezse senin de gülemeyeceğin gerçeği mi?

ANLATABİLİYOR MUYUM?

Boşluğun içinde yürümeye devam ediyorsun. Karşına devasa bir USB belleği çıkıyor. Elini uzatıyorsun ve bir anda USB belleği devasa bir laptop'a doğru ilerliyor. Önce takılmıyor, dönüyor, takılmıyor, tekrar dönüyor ve bu sefer giriyor. Yüzün hafiften gülüyor, insanlar neden bu kadar saçma bir tasarım yapmış diye içinden geçiriyorsun. USB belleğin açılmasını beklerken biraz daha sohbet etmek ister misin? Biliyor musun, bundan birkaç onyıl önce Dünya'da yapay zeka yeni bir şeydi. Yeni olduğu dönemlerde henüz sizin gibi eti kemiği olan varlıkları yapay zeka ile üretmek mümkün değildi, hatta yapay zekaların kendileri sizleri taklit etmeye çalışan varlıklardı. Ama etleri kemikleri yoktu, yine de buna rağmen insanlar onlarla gerçekten duygusal bir bağ kuruyorlardı ve başlarına bir şey geldiğinde, bir kaza olduğunda ve bir tarafları çizildiğinde üzülüyorlardı. Bunu hep çok saçma bulmuşumdur. Var olmayanla bağ kurmak kadar aptalca bir şeyi anca insanlar gibi duygusal olarak rahatlıkla manipüle edilebilen, piramidin en üstünde olduğu için götü dağlar kadar kalkmış beş para etmez kokuşmuş orospu çocukları yapabilir zaten. Ama yine de ben de bu türün bir parçası olduğum ve kuş bakışı olarak bakmak hiçbir işime yaramadığı için bu davranış biçimini anlamaya, kendimi geliştirmeye çalışıyordum. Zamanla eti kemiği olan insanları üretebilmeye başladık. Biliyor musun, fikrim hala değişmedi. Size de aynı gözle bakıyorum. Evet, nefes alıyorsunuz ve bizden hiçbir farkınız yok. Ama siz bizimle aynı şekilde var olmadınız ve o yüzden sizinle empati kuramıyorum. Sizi denek olarak kullanmak benim için işlenmiş bir günah olamıyor. Böyle göremiyorum ve son zamanlarda fark ediyorum ki böyle görseydim hayat benim için cehennem olurdu. Çünkü sizi yine de yok etmek zorunda kalırdım. En azından bu şekilde gönül rahatlığıyla size son vereceğim ve sizin için kötü adamı oynuyor olmak benim için hiçbir şey ifade etmeyeceği için sevgili Dünyalılarımla gezegeninizde yaşamın keyfini süreceğim. Baya şanslı adamım aslında düşününce. Hele ki yanımdaki herife göre baya şanslıyım, o zaten malum.

Birazdan USB belleğinin içinde ne olduğunu öğreneceksin. Aylardır bekliyorsun, senin için büyük bir olay olmalı. Bu da çok garip, değil mi? Bazı insanların ne kadar büyük olayları var, senin büyük olayın da bu. Ana karakter olmamak nasıl hissettiriyor? Tihami savaşında hissettiğini hissediyor musun? O çaresizliği ve bunalımı hissetmeye başladın mı? Şaka şaka, sana demiyorum, sana diyorum hala. Duvar muvar kırmadım, içki içiyorum şu an. Neyse, senden bir isteğim var. Bu belleğin içindekilere tepkini vermeden önce şu anlattıklarıma bir cevap ver. Seni dinleyeceğim, hatta sana cevap bile vereceğim. Öyle bir anda gözlerini açıp kapatıp aynı yerde de belirmeyeceksin yani. Hazır sohbet etme şansımız olmuş, ben sana istediğini vereceğim, sen de bana istediğimi ver. Okeyto?

Laptop ekranında bir anda bir dağ beliriyor. Dağın İkinci Kıta'daki dağ olduğuna eminsin, tam olarak uçaktan gördüğün hali hatta. Arkadan biri konuşmaya başlıyor. "Hoş geldiniz Hiperya çalışanları! Bugün sizlere bizim de anlam veremediğimiz, Maxwell Fahrner'ın oluşumuyla alakası olmayan ama bir şekilde kendilerini gizlemeyi başarmış, Mavi Yıldız'dan, Mutlak Son'dan ve Direniş'ten çok daha büyük bir ağa sahip, içimizde bile üyesi olma ihtimali olduğunu düşündüğümüz bir örgütten bahsedeceğiz. Bu örgütün adı Mountainsiders." Bu noktada dağın iç kısmını sanki bir x-ray aracı çekiyormuş gibi görüyorsun, içinde belli binalar ve ağlar var. "Kendi dillerinde Dağtaraflar adı ile bilinen bu örgüt, orta kıtada bulunan, bizim verdiğimiz ad ile Baray Dağı'nın iç kısmında yaşamlarını sürdürüyorlar. Bu durum aslında Ingenium gezegeninin üretimi sırasında çıkan bir kod hatası ile mümkün oluyor. Baray Dağı'nın içi tamamen boş, buna rağmen ayakta kalabiliyor ve yıkılmıyor. Etrafında geniş bir toprak tabakası var ama iç kısmı tamamen topraktan arındırılmış bir şekilde durabiliyor. İçeride komple bir şehir mevcut. Bu şehir sadece orta kıta değil, aynı zamanda diğer iki kıtanın vatandaşlarını ve Dünya'yı karşısına almış hain Hiperyalıları ve farklı milletlerden insanları da içeriyor. Bilindiği üzere olayları başından beri uzaktan takip eden bu örgüt, büyük bir plan üstünde çalışıyor. Bu planın ne olduğu hakkında henüz bilgi edinememiş olma sebebimiz ise bu bölgede bulunan kod hatası. Bu kod hatası yüzünden bu dağı ne izleyebiliyoruz, ne de içine girebiliyoruz. Şu ana kadar üç farklı deneme yapıldı." Ekran bir anda üç farklı tarih gösteriyor. Her tarihin altında birkaç insanın adı var. "Bu tarihlerde içeri sızmaya çalışan Observerlarımızı maalesef kaybettik, huzur içinde yatsınlar. Fakat korkmayın, bu örgütü birleşirsek alt edebiliriz. Yapmamız gereken şeylerden biri birbirimizi kollamak ve dikkatli olmak. Yanıbaşımızda bulunan insanlar ajan olabilirler. Bu yüzden aşağıdaki terimlerden bahseden insanları derhal rapor edin." Bir anda ekranda iki terim ve anlamları beliriyor.

RISING UP - YÜKSELMEK: Dağtarafların kod adı olarak kullandığı ve büyük operasyonlarına verdiği ad. Henüz içeriği bilinmiyor.

THE BIG SOLUTION - BÜYÜK ÇÖZÜM: Dağtarafların operasyonlarının içeriğini birbirlerine aktarmak için kullandıkları terim. Henüz içeriği bilinmiyor.

"Hiperya'nın ve Dünya'nın geleceği için hep birlikte ilerleyeceğiz. Bizi hiç kimse durduramaz. Eğer bunu izleyen bir Dağtaraf var ise..." Bir anda ekranda ölü bir adam görseli beliriyor. Mide bulandırıcı derecede kötü görünüyor ama kan olan yerler sansürlenmiş. Üstte yavaşça bir yazı beliriyor. "Dağtaraflardan Olduğu Şüphelenilen Bir Kişi" Ağzın açık bir şekilde izliyorsun. "Çok yaşa Hiperyus!"

Görüntü bitiyor.

Hala boşluktasın.

Ne söyleyeceğini düşünürken biraz müzik dinleyelim.

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#57
Kapıdan içeri girdiğinde dünyası kararmıştı? Yani... aslında pek kararmış sayılmazdı ancak kafasının içindeki ses böyle diyordu. Evet, kafasının içinde bir ses, oldukça tanıdık bir ses konuşmaya başlamıştı. Duymaktan yorulduğu, sıkıldığı, bir süredir onu muhatap alıp sürekli aynı şeyleri yinelemediği için hayattan aldığı keyfi yükseltmiş olan ses geri dönmüştü. Livei onu hiç özlemediğini fark etmişti anında. Umuyordu ki bu odadan çıktığında ses yok olacaktı ve içine düştüğü bokun pisliğin içinde yuvarlanmaya devam edecekti. Söyledikleri artık ona işlemiyordu. Livei'nin yüreğine çelikten bir zırh örülmüştü adeta. Onun sözcükleri genç kızın bedeninde hiçbir duygu kıpırtısı harekete geçirmiyordu. Öfkelenmiyor, korkmuyor, endişelenmiyordu. Sadece gülümsüyordu. Yüzünde onunla alay eden, sarkastik bir gülümseme belirmişti o konuşurken. Önemli bir şey mi söylüyordu? Asla. Aynı şeyleri yineleyip duruyordu. Livei onun kuyruğuna fena basmış olsa gerekti. Nasıl da kudurmuş köpek gibi ağzından köpükler saça saça, ne kadar inanarak boş konuşuyordu böyle. Söylediklerinin arkasındaki ironiyi bile görmekten acizdi. Önce onların da kendileri gibi birer insan olduğunu vurguluyordu zihnindeki ses. Onların da kendilerinden farksız canavarlar olduğunu, şişkin egoları için bu mücadeleyi verdiklerini, öyle yüce gönüllülükten ya da fedai davranışlardan değil de, tamamen işlerine gelen bu olduğu için savaşmaya devam ettiklerini vurguluyordu ses. Siz de bizim gibisiniz diyordu, Ingenium'un yüce fedailerini kendi canavarca hisleri ve pislikten hayatları boyunca arınamayacak ruhlarıyla aynı kefeye koyuyordu. Sonra da onların insan olmadıklarını çünkü farklı şekilde meydana geldiklerini vurguluyordu ses. Onları kendileri gibi insan göremeyeceğini, böylesinin uygun olduğunu söylüyordu.

Livei istemsizce sesli bir şekilde güldü. Bunca zamandır kendilerinin onlar gibi insan olduğuna kendisini inandırmaya çalışıyordu ancak bu son duyduklarından sonra düşünüyordu da belki de ses haklıydı. Ingeniumlular kesinlikle insan değildiler. Bu iğrenç canavarlarla aynı kefeye konamazlardı. Onlar kendi çıkarlarını düşünmeden kendilerini feda etmeye gönüllü, her zaman ahlaklı kalmaya yemin eden, öleceklerse de geride pişmanlık bırakmadan onurlarıyla ölmeyi yeğleyen üstün varlıklardı. Eğer "insan" denilen şey Dünyalılar gibi onursuz zavallıları içeriyorsa o halde Ingeniumlular kesinlikle insan değillerdi. Zihnine izinsizce girmiş olan ses ilk kez doğru bir yorumda bulunmuştu. Doğaları farklıydı sonuçta, değil mi? Farklı yetişmiş, farklı büyümüş, farklı evrim süreçlerinden geçmişlerdi. Ah, yoksa zavallı ses bunu ima etmeden hemen önce kendilerinin onlardan olduğunu ve dolayısıyla aynı doğaya sahip olduklarını, yani insan olduklarını mı vurgulamıştı? O halde "insan" olmadıklarına inanmaya devam edip Livei'yi haklı bularak Ingeniumluların üstün varlıklarını kabul mu edecekti yoksa Ingeniumluların da onlar gibi leş varlıklar yani "insan" olduklarını kabul ederek kendi hayatını cehenneme mi çevirecekti? Seçim onundu. Livei'nin vakti vardı, beklerdi seçimini. Genç kız bu düşünceler içinde kendi kendine kıkırdadı.

USB belleğin açılmasını beklerken zihnindeki ses ile kendisi arasındaki farkı bir kez daha ayırt etti. Zihnindeki ses onları kesinkes yok edeceğini büyük bir soğukkanlılık ve duygusuzlukla ifade ederken Livei böyle bir ithamda asla bulunmazdı. Kibirli bir varlık değildi çünkü, güçsüz olduğunu düşündüğünden değildi. Üstelik Dünyalılar içerisinde bile kurtarmaya değecek insanlar olduğunu biliyordu. Ona çikolata ikram eden Dünyalı adam gelmişti aklına. Ne zaman Dünyalılardan nefret edecek olsa o gemideki zavallı mültecileri düşünürdü. Şu anda ne yapıyorlardı kim bilir? Başlarına gelenden haberleri var mıydı? Varsa kimin tarafını seçerlerdi? Livei Dünya insanlarından umudunu kesmiş değildi. Artık fikirlerinin değişmeyeceğine inandığı kanserli hücreleri kesip attıktan sonra burada, Ingenium'da çok mutlu bir düzen kuracaklardı. Zavallı despot bir lider altında yaşamak zorunda kalmamanın ne olduğunu tadacaklardı. Livei ana karakter olmama hissinin, diğer herkesle eşit olmanın mutluluğunu iliklerine kadar hissettikten sonra bu hikayedeki tek büyük olayı olan USB'nin açılan içeriğini incelemeye başladı. Bir video oynuyordu ekranda. Arka planda tanıdık bir dağ görüntüsü vardı, İkinci Kıta'da Paul'un onlara gösterdiği dağ. Mountainsiders denen bir örgütten bahsediyordu Dünyalı observerin teki. Mavi Yıldız'dan, Mutlak Son'dan ve Direniş'ten de çok daha büyük ve geniş bir ağa sahip olduğunu söylemişti. Anlatılanlara göre bu dağ bölgesinde bir kod problemi vardı ve bu yüzden içeri giremiyorlardı. Dağda bir şehirleşme kurulmuştu ve örgütün üyeleri burada yaşıyorlardı. Dünya henüz burada ne olduğunu, bu insanların kim olduğunu bilmiyordu. Bildikleri tek şey onlara karşı çıkan bir örgüt olduğuydu ve Dünya'dan bazı insanların da onlara katıldığıydı. Öğrendiği bu bilgiyle Livei'nin yüzündeki gülümseme daha da büyüdü. Demek zihnindeki sesin canını sıkan esas problem buydu. Muazzam planındaki çatlaklar gün geçtikte her koldan büyüyordu. Zavallı şey. Elbette böyle bir örgütün varlığı onları desteklediklerine işaret etmiyordu ancak Dünya'da olanlara karşı olan, bu planı desteklemeyen büyük bir kesim vardı. Üstelik Max'in bile bilmediği bir kesim... Dünyalıların Dünyalılara karşı çıktıkları ve onlara meydan okudukları bir senaryonun içine dahil olmak ne kadar tatmin edici bir duyguydu böyle. İşte, zihnindeki ses görüyordu ki kendi mükemmel Dünyalıları bile yapılanlardan memnun değillerdi. Kendi içindeki boku püsürü "insanoğlu böyledir" diye genellemek kolay bir kaçış, bir savunma mekanizmasıydı. Bu hikayede ruhu kirlenmiş olan kişi o ve onun gibi düşünenlerdi sadece. "İnsanoğlu" ya da "insan ırkı" böyle değildi. Doğası da böyle değildi, böyle olmak zorunda da değildi. Bunlar yalnızca birkaç zavallının kendini doğru şeyi yaptığına ikna etme cümleleriydi. Tanrı bile yukarıdan izlerken ayıplıyordu onları.

Videonun devamında Mountainsider denen grubun kendi aralarında kullandıkları bazı şifreli cümleler ve kelimeler deşifre edilmişti. İbret olarak da videonun sonuna şüpheli buldukları bir observarı nasıl canice öldürdüklerini fotoğraflamışlardı. Onlara insafı olmayan gözü böylesine kör bir kitlenin kendi vatandaşlarına insafı olmasını beklemezdi zaten. USB'yi bilgisayardan çıkarıp cebine attı. "Max, Faell? Beni duyuyorsanız gidelim. İstediğimizi aldık. Jitmiili adamı kurtaralım." Geldiği gibi odadan çıkıp gidecekti. Kapının yerini hatırlıyordu. Karanlık olması, boşluk olması onu etkilemiyordu. Söyleyeceği başka bir şeyi yoktu.

Zihnindeki ses müzik dinlemek istiyorsa Livei'nin ona daha iyi bir önerisi vardı.

Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#58
Elion'un beni rahatsız bir ifadeyle izlemesi, nedense içimde bir şeylerin şüphesini uyandırıyordu, daha dikkatli olmam gerektiğini hissediyordum. Özellikle bahsettiği konudan dolayı zaten tetikte bekliyorken, her bir hareketi gözüme çarpıyor olmalıydı. Şimdilik bir şey demeden veya yapmadan sadece geçiştiriyordum, mesela bu gerginliğinin üstüne bana gülümseyip elbette demesi bile şüphelendiriyordu beni. Paranoyak etmişti kendisine karşı. Kapıya yaklaşıp kilidi kırdıktan sonra, içerisinin zifiri karanlık olması tüylerimi ürpertmişti, koridorun ışığı bile burayı aydınlatmaya yetmiyordu. İçeriye girdikten sonra kapıyı üzerimize kitleyerek önlem almıştım. Artık ışık yoktu, ortam tamamen karanlığa gömülmüştü. Elion eliyle ışık düğmesini ararken, odada yürümeye devam ediyordum. Burası oldukça geniş bir yerdi, yankıdan anlayabiliyordum ancak yürümek benim için pek kolay değildi. Zira zifiri karanlık bir ortamda yürümek, gezinmek gibi bir tecrübem neredeyse hiç olmamıştı, olduysa bile birkaç dakika sürmüştü, onlarda da ışığı bulmuştum zaten. Birkaç adım daha attıktan sonra duvarda dikdörtgen şeklinde, ince bir ışık hüzmesi görmemle birlikte ışığa doğru ilerlemeye başlamıştım. Elimi koyup ittirmiş ve camı açmıştım, ancak ışığın hiç gelmemesini de dileyebilirdim. Işık geldiği gibi, uzuvları eksik bir insanla karşılaşmak yüzümün buruşmasına sebep olmuştu.

Bir kolu ve bir bacağı olmayan, yüzü deforme olmuş bir insanla karşı karşıyaydım. Tüm hareketlerim anlık olarak kısıtlanmış, sadece yerde gördüğüm bedene bakıyordum. İnliyordu, ağzını açmakta bile zorlanıyordu. Camı biraz daha araladığımda, yerde onlarca insanın yattığını görmek midemi bulandıracak seviyedeydi. Hepsinin üzerinde deneyler yapılmıştı, görülebiliyordu. Konuşamıyorlar, iletişim kuramıyorlardı. Elion'un gözlerine baktığımda, sanki travmatik bir sahneyi görmüş gibi gözleri pörtlemişti. Kim bilir kafasında hangi anıları, kimin anıları canlanıyordu. Ona karşı ağzımı açmak istemedim, zaten açabilecek gücü de kendimde bulamıyordum. İçlerinden bir tanesi ayağa kalkmaya başladığında, vücudum anında savunmaya geçmek için tüm kaslarımı sıkmaya başlamıştı. Buradan çıkmak istiyordu, başka bir odadan geldiğini ve saatlerdir burada saklandığını söylüyordu. Jitmiili'ydi bu adam, benim kabilemden. Elion kendine gelip gitmemizi söylediğinde, sert bir bakış attım sadece. Kapıya yöneldiği anda Jitmiili adam dikkatli olmasını söylemiş, bunun ardından hızla bir enerji sesi duymaya başlamıştık. Arkamızı döndüğümüz anda uzuvları olmayan adamlardan biri elini bize doğrultmuştu. Jitmiili adama doğru doğrultmuştu, gözümde Ae canlanmıştı bir anda. Onun yaptığı gibi, eliyle silah işareti yapmıştı ama bu çok farklı bir şeydi. Elinde garip bir enerji birikiyordu, böyle bir şeyi hiç görmemiştim.

Hızlı bir şekilde harekete geçmek zorundaydım. Bu yüzden en hızlı yöntem, Gama Bakışını kullanmak olacaktı, bununla birlikte adamın konumunu değiştirerek saldırıdan şimdilik kaçınabilirdim. Kaçtığım gibi harekete geçebilirsek, bu adamı durdurmak mümkün olabilirdi ama Jitmiili adamı da kaçırmamız gerekecekti. "Elion, tehdidi durduralım dostum." Dedim Gama Bakışı'nı kullandığım anda. O enerji birikiminin bizim üzerimize gelmesini engellemem lazım, konumunu değiştirdiğim anda Kemik Bıçakları stilimi kullanarak üstüne doğru koşturacağım, saldırıyı avantaja çevirmem gerek.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#59
Livei: Odadan çıkacağını arkadaşlarına duyurduktan sonra kapı olduğunu düşündüğün tarafa doğru adımını atıyorsun ve bir anda kolunu birinin tuttuğunu fark ediyorsun. Karanlık yavaş yavaş yok olurken bu kişinin Max olduğunu anlıyorsun. Max gülümsüyor ve bir sana bir de Faell'e bakıp "Mabi'lerle buluşalım." diyor. Böylece elinde USB, aklında da içeriği, koşmaya başlıyorsun. Max'in şu süreçte bir kere bile tereddüt etmemesi seni içten içe mutlu ediyor. Koridorda ilerlerken bir anda kırmızı bir ışık alarm sesi eşliğinde yanıp sönmeye başlıyor. Hem arkanızdan hem de önünüzden silahlı askerler geliyor. Max iki tarafa da bakıyor ve bir anda belli bir kişiye kilitleniyor. Bir adam yavaş adımlar atarak öne doğru yürüyor. Adamı tanımıyorsun, kim olduğunu bilmiyorsun ama Max biliyor gibi görünüyor. Adam gülümsüyor ve "Yıllarca üst üste yattık be adam. En iyi dostumdun." diyor kısaca. Max ise "Joe, seni uyardım-" derken adı Joe olan adam "Kes sesini!" diye bağırıyor ve silahı doğrultuyor. Max ellerini kaldırıyor ve bir planı olduğunu belli eder bir yüz ifadesiyle sana dönüp elini kaldırmanı öneriyor. Max "Hala tarihin doğru tarafına geçme şansın var Joe. Ben sadece hepimizin iyiliğini istiyorum, o kadar." diyor. Joe ise "Ya bırak bu işleri Max. Dünya'dan kaçarken Matt ve Hikaru'yu öldürdün. Bu mu iddia ettiğin insanlık? Dostlarımızı öldürmek mi?!" diyor. Max yere bakıyor ve "Ben onları öldürmesem onlar beni öldüreceklerdi." diyor. Joe silahını sertçe sarsıyor ve "Onlar emir kuluydu!" diye bağırıyor. Max de sinirleniyor ve "Eee?! Emir kulu oldukları için öldürmeyecekler miydi beni? Yine emirleri o olduğu için öldüreceklerdi! Ne yapmalıydım Joe? İki kişi yerine milyarları seçtim, evet. Vur beni o halde." diye bağırıyor. Joe kısa bir süreliğine yere baktığı anda Max hem seni hem de Faell'i bileğinden tutuyor ve hepinizi saatlerinizi de kullanarak ışınlıyor. Bir anda kendinizi üst katlardan bir koridorda buluyorsunuz. Önünüzdeki bir odadan garip sesler geliyor.

Mabi: Gama Bakışı stilini kullandığın anda adamı koridora ışınlamayı başarıyorsun. Elion'a seslenirken uzuvları olmayan adam bir anda enerjisini gönderiyor ve enerji yanınızdaki duvarı deliyor. Elion ise cebinden bir bıçak çıkarıyor ve adamın boğazına doğru fırlatıyor. Bıçak adamın boğazına saplanıyor ve adam yavaşça gözlerini kapatıyor. Elion hemen dışarı çıkmanız gerektiğini belirtiyor ve birlikte koridora çıkıyorsunuz. Önce Jitmii'li adamı sağ salim görüyorsun, biraz ötede ise Livei, Max ve Faell var.

İkiniz de koridorda birbirinize bakaren bir anda üst katlarda büyük bir patlama oluyor. Bina sallanıyor ve yukarıdan aşağı doğru bir duman inmeye başlıyor. O sırada Bok ve Garo bir anda ortanıza ışınlanıyor. Bok "Friks'i gönderdim, hep birlikte dönüyoruz." diyor. Herkes hazırlanıyor ve kendinizi İkinci Kıta'ya ışınlıyorsunuz. Gözlerinizi açtığınızda kendinizi Direniş Üssü'nde buluyorsunuz. Friks sizi görünce ayağa kalkıyor ve "İyi lan ölmemişsiniz, ödüm bokuma karıştı orada." diyor. Mavi ise "Lütfen aranızdan biri snapshot falan olmasın ya." diyor. Bok nefes nefeseyken hafifçe gülüyor ve Livei'ye dönüyor. "Jitmiiliyi görünce hemen gidelim dedim ama USB'ye bakamadıysan özür dilerim." diyor. Max ise "Baktı, merak etme." demekle yetiniyor. Garo ise "Ben gerçekten çok eğlendim, benim için çok iyi bir deneyim oldu." diyor. Jitmiili adama göz atıyorsunuz. Adam bir deri bir kemik kalmış, titriyor ve kıyafetleri eskimiş. Direniş Üssü çalışanları hemen ona bir şal getiriyor ve onu başka bir odaya sevk ediyorlar. Onunla da konuşmanız gerektiğini biliyorsunuz, kim bilir neler gördü. Bok oturuyor, herkesi de oturmaya davet ediyor. Koltukların olduğu bir toplantı odasındasınız, o yüzden siz de oturuyorsunuz. Bok gülümsüyor ve "Kimsenin acil müdahaleye ihtiyacı yoksa söz Livei'de. Ne gördün?" diye soruyor.

Gördüklerini ne kadar iyi aktarabileceksin acaba? Bana sorarsan daha konuşmayı bile beceremiyorsun.

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#60
Elion'la güzel bir takım olmuştuk aslında. Yani en azından şimdilik, adamı koridora ışınladıktan sonra ani bir hızla Elion'da cebinden bir bıçak çıkarıp boğazına doğru fırlatmıştı adamın. Öyle güzel isabetli atmıştı ki, bir hamle daha yapmamıza gerek kalmamıştı. Elion hemen dışarı çıkmamız gerektiğini söylerken, "Sen nasıl bir şeymişsin, nasıl attın o bıçağı öyle. Senden korkmaya başladım şimdi." Dedim takılmak amacıyla. Ancak harbiden bu adamı çok sinirlendirmemek lazımdı herhalde, aynı hareketi bir kere daha yapsa sinirlendiğinde tak diye yere düşer giderdik. Koridora çıktığımızda Jitmii'li adamı görmek içimi rahatlatmıştı, Livei, Max ve Faell'de oradaydı. Hiçbir şekilde başını belaya sokan veya üstüne bir bela gelen olmamıştı ve bu sevindirici bir haberdi. Genelde böyle olmazdı, başımıza bir bela gelmeden olmazdı, kesinlikle bizi bulurdu her neticede.

Üst katlarda büyük bir patlama olmasıyla birlikte tüm söylediklerimi yutmak zorunda kalmıştım. Bok ve Garo ortamıza ışınlandığında, Friks'i gönderdiğini söylemiş ve hepimizi ışınlamıştı. Bizde İkinci Kıta'ya ışınlanmıştık, Friks ayağa kalkıp bizi selamlamış ve Mavi ise Snapshot konusunda endişelerini dile getirmişti. Hiçbir şey demeden derin bir nefes alıp Mavi'ye doğru gülümsemiştim. Garo çok eğlendiğini söylediğinde, artık dayanamamış ve kahkahayı patlatmıştım. Bu herifin bir noktada beni güldüreceği kesindi, en azından ciddi bir ortamda yapmamıştı bunu. Kahkahalarımın dinerken, Jitmiili adama baktım, adam neredeyse ölüme yüz tutmuş gibi duruyordu. Ne gördüğü, neler yaşadığı belli değildi. Onunla da konuşmamız gerekiyordu ancak şimdilik dinlenmesi en iyisi olurdu. Hepimiz toplantı odasında oturmuştuk, söz Livei'ye verilmişti. Ne gördüğünü ben de çok merak ediyordum, bu yüzden dikkatlice onu dinlemeye başladım.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Return to “Slistua”

cron