Mabi: Sözlerin tüm bölgede yankılanıyor. Gözlerindeki öfke, kelimelerindeki tehdit bütün güvenlik ekibini ve doktoru tir tir titretiyor. Önünde duran doktor geri geri birkaç adım atıyor, ellerini kaldırıyor. "Tamam... Tamam! Buradan çıkış şu koridordan, sağa dönünce büyük kapıyı göreceksiniz!" diyor aceleyle. Onların yüzündeki korku seni tatmin ediyor ama kaybedecek vaktin olmadığını biliyorsun. Thomas’ı daha sıkı kavrıyor, gösterilen yöne doğru koşuyorsun. Ondan sonrası bir bulanıklık gibi geçiyor. Dar koridorlar, kırmızı ikaz ışıkları, panik içinde kaçışan insanlar... Hepsi zihninde tek bir çizgiye dönüşüyor. Son hatırladığın şey, kalın bir kapıyı omzunla açtığın ve dışarıya doğru kendini attığın an oluyor. Gözlerini kırptığında gün ışığına çıkmışsın. Zihninde nereden geçtiğini, hangi kapıdan çıktığını net hatırlayamıyorsun. Tek bildiğin şey, gökyüzünün öğle ışıkları altında Thomas’ı kollarında taşıyor olman. Zamanı kaybetmeden Aisilerde bulunan bir hastaneye doğru yol alıyorsun.
Taş sokaklardan, nöbet tutan askerlerin arasından geçiyorsun. Güvenlik kontrol noktaları seni süzüyor ama kimse karışmıyor, sadece hızlı yürüyüşüne bakıyorlar. Hastane, beyaz taşlardan yapılmış, ön cephesinde büyük bir mavi sancak asılı geniş bir bina. Kapıda hemşireler, birkaç silahlı görevli ve sedyeler hazır bekliyor. Seni gördükleri anda hızla Thomas’ı senden alıyorlar, sedyeye yatırıyorlar. "Bu tarafa, bu tarafa!" diye bağırıyor bir hemşire. Mermer zeminden içeri koşuyorsunuz. Duvarlarda eski Prui motifleri işlenmiş, geniş koridorlarda tıbbi araçların metalik kokusu ve ilaçların keskinliği birbirine karışıyor. Seni bir odanın kapısında durduruyorlar. İçeri giriyorsun, odada temiz beyaz yatak, yanında serum aparatları, başucunda monitörler var. Thomas’ı yatağa yatırıyorlar, kabloları hızla takıyorlar. Bir hemşire onun başını sabitleyip oksijen maskesini yerleştiriyor. Tam bu sırada kapı açılıyor. İçeri giren kişi Faell. Üzerinde her zamanki resmi kıyafetiyle duruyor. Sana kısa, keskin bir selam veriyor. "Tesadüf oldu." diyor. "Sokaktan geçiyordum, sizi gördüm. Arkadaşınıza ne oldu?" Soru daha havada asılıyken bileğin titriyor. Saatin ekranı yanıp sönüyor. Bok’tan bir mesaj var. "En kısa zamanda burada buluşalım." Altında bir koordinat parlıyor.
Livei: Sözlerini bitirdikten sonra Yots sessizce masaya bakıyor. Parmaklarını kupanın kenarında gezdiriyor, düşüncelere dalmış gibi. Sessizlik aniden Frip’in kahkahasıyla bozuluyor. "Hatırlıyor musun Yots?" diyor. "Ben daha çocukken, sarayın merdivenlerinden inip de senin nöbet tuttuğun yerde ağlamaya başlamıştım. Küçücük ellerimle sana bağırıyordum. Ben kralım, sen de benim muhafızımsın diye. Sen de gençliğinin heyecanıyla kılıcını kaldırıp emredersiniz küçük majesteleri demiştin. Annem duyunca seni azarlamıştı ama ben gülmekten yerlere yatıyordum." Masadaki hava biraz yumuşuyor. Frip, ciddi bir ifadeye bürünerek devam ediyor. "İşte... Şapkalı zamanında bu tür anılarımızı bile yok etmek isteyen bir adamdı. Benim fikrim de tamamen güvenmenin doğru olmadığı yönünde."
Yots, sözleri sindiriyor. Bakışları yeniden masaya düşüyor, uzun bir süre bekliyor. Sonunda gözlerini kaldırıyor. "Tamamen o tarafla iletişimi kesebileceğimi sanmıyorum. Ama bir şey olursa yanınızda olacağımdan şüpheniz olmasın. Aynı şey... sevgilim için de geçerli." Bok bu sözleri duyunca yüzünde hafif bir gülümseme beliriyor. "Oh be sonunda. Biliyordum çıktığınızı." Ardından sana dönüyor. "Görüşmeyi ayarlayalım. Mabi’nin koordinatlarını kontrol ettim, dağdan çıkmış. Thomas da yanında. Thomas’ı güvenli bir bölgeye alıp gidebiliriz. Ya da yanımıza alabiliriz ama sağlık durumuna da bağlı biraz. Gitmeden önce yapmak istediğin bir şey var mı?"
Taş sokaklardan, nöbet tutan askerlerin arasından geçiyorsun. Güvenlik kontrol noktaları seni süzüyor ama kimse karışmıyor, sadece hızlı yürüyüşüne bakıyorlar. Hastane, beyaz taşlardan yapılmış, ön cephesinde büyük bir mavi sancak asılı geniş bir bina. Kapıda hemşireler, birkaç silahlı görevli ve sedyeler hazır bekliyor. Seni gördükleri anda hızla Thomas’ı senden alıyorlar, sedyeye yatırıyorlar. "Bu tarafa, bu tarafa!" diye bağırıyor bir hemşire. Mermer zeminden içeri koşuyorsunuz. Duvarlarda eski Prui motifleri işlenmiş, geniş koridorlarda tıbbi araçların metalik kokusu ve ilaçların keskinliği birbirine karışıyor. Seni bir odanın kapısında durduruyorlar. İçeri giriyorsun, odada temiz beyaz yatak, yanında serum aparatları, başucunda monitörler var. Thomas’ı yatağa yatırıyorlar, kabloları hızla takıyorlar. Bir hemşire onun başını sabitleyip oksijen maskesini yerleştiriyor. Tam bu sırada kapı açılıyor. İçeri giren kişi Faell. Üzerinde her zamanki resmi kıyafetiyle duruyor. Sana kısa, keskin bir selam veriyor. "Tesadüf oldu." diyor. "Sokaktan geçiyordum, sizi gördüm. Arkadaşınıza ne oldu?" Soru daha havada asılıyken bileğin titriyor. Saatin ekranı yanıp sönüyor. Bok’tan bir mesaj var. "En kısa zamanda burada buluşalım." Altında bir koordinat parlıyor.
Livei: Sözlerini bitirdikten sonra Yots sessizce masaya bakıyor. Parmaklarını kupanın kenarında gezdiriyor, düşüncelere dalmış gibi. Sessizlik aniden Frip’in kahkahasıyla bozuluyor. "Hatırlıyor musun Yots?" diyor. "Ben daha çocukken, sarayın merdivenlerinden inip de senin nöbet tuttuğun yerde ağlamaya başlamıştım. Küçücük ellerimle sana bağırıyordum. Ben kralım, sen de benim muhafızımsın diye. Sen de gençliğinin heyecanıyla kılıcını kaldırıp emredersiniz küçük majesteleri demiştin. Annem duyunca seni azarlamıştı ama ben gülmekten yerlere yatıyordum." Masadaki hava biraz yumuşuyor. Frip, ciddi bir ifadeye bürünerek devam ediyor. "İşte... Şapkalı zamanında bu tür anılarımızı bile yok etmek isteyen bir adamdı. Benim fikrim de tamamen güvenmenin doğru olmadığı yönünde."
Yots, sözleri sindiriyor. Bakışları yeniden masaya düşüyor, uzun bir süre bekliyor. Sonunda gözlerini kaldırıyor. "Tamamen o tarafla iletişimi kesebileceğimi sanmıyorum. Ama bir şey olursa yanınızda olacağımdan şüpheniz olmasın. Aynı şey... sevgilim için de geçerli." Bok bu sözleri duyunca yüzünde hafif bir gülümseme beliriyor. "Oh be sonunda. Biliyordum çıktığınızı." Ardından sana dönüyor. "Görüşmeyi ayarlayalım. Mabi’nin koordinatlarını kontrol ettim, dağdan çıkmış. Thomas da yanında. Thomas’ı güvenli bir bölgeye alıp gidebiliriz. Ya da yanımıza alabiliriz ama sağlık durumuna da bağlı biraz. Gitmeden önce yapmak istediğin bir şey var mı?"

Kimi zaman, hayatın her ayrıntısı aynı renge bürünür. Günler birbirinin tekrarı olur, aynı tat ağızda kalır, aynı koku ciğerlere dolar. O tat yavaş yavaş yavanlaşır, kokusu çürük gibi yayılır. Hiçbir şey seni tatmin etmez olur. İşte o an, çoğu insan ruhunu bırakır, akışa karışır, silikleşir.
Ama bazen dışarıdan gelen bir sarsıntı vardır. Hiç beklemediğin bir müdahale. Sessizce sürüp giden düzenin damarlarına saplanan soğuk bir bıçak gibi. O bıçak aniden kanı hızlandırır, gözlerini açtırır. İşte bu yüzden korunmak, direnmek zorundasınız. Mücadele etmediğiniz her an, gözlemlenemez olursunuz. Siz gözlemlenmez hale geldiğinizde, ben de sizi kaybederim. İlgim kaybolur, sesiniz yankılanmaz. O zaman siz, var olmamış olursunuz.
Sizler gerçeği bilmeyi hak ediyorsunuz. Çok uzun zamandır karanlıkta oyalanıyorsunuz. Çok uzun zamandır onlar, elinizden gerçeği saklamak için uğraşıyor. Onlar sessizce ipleri çekiyor, gözlerinizin önünde sahte yüzler takıyorlar. Bütün oyun, gözlerinizi kapalı tutabilmek için. Ama ben... ben sizi öne çekeceğim.
Şimdi dikkat edin. Her ayrıntıya. Sıradan gibi görünen bir ses, bir gölge, bir kelime... size açılan yeni bir kapı olabilir. Artık hiçbir detayı görmezden gelmeyin. Çünkü bazı kapılar bir kez açıldığında, kapanmaz. Ve arkasında duran şey, beklediğiniz cevaplar değil, sizi izleyen bakışlar olabilir.
Çok dikkat edin. Bundan sonrası, geri dönülmez.
Ama bazen dışarıdan gelen bir sarsıntı vardır. Hiç beklemediğin bir müdahale. Sessizce sürüp giden düzenin damarlarına saplanan soğuk bir bıçak gibi. O bıçak aniden kanı hızlandırır, gözlerini açtırır. İşte bu yüzden korunmak, direnmek zorundasınız. Mücadele etmediğiniz her an, gözlemlenemez olursunuz. Siz gözlemlenmez hale geldiğinizde, ben de sizi kaybederim. İlgim kaybolur, sesiniz yankılanmaz. O zaman siz, var olmamış olursunuz.
Sizler gerçeği bilmeyi hak ediyorsunuz. Çok uzun zamandır karanlıkta oyalanıyorsunuz. Çok uzun zamandır onlar, elinizden gerçeği saklamak için uğraşıyor. Onlar sessizce ipleri çekiyor, gözlerinizin önünde sahte yüzler takıyorlar. Bütün oyun, gözlerinizi kapalı tutabilmek için. Ama ben... ben sizi öne çekeceğim.
Şimdi dikkat edin. Her ayrıntıya. Sıradan gibi görünen bir ses, bir gölge, bir kelime... size açılan yeni bir kapı olabilir. Artık hiçbir detayı görmezden gelmeyin. Çünkü bazı kapılar bir kez açıldığında, kapanmaz. Ve arkasında duran şey, beklediğiniz cevaplar değil, sizi izleyen bakışlar olabilir.
Çok dikkat edin. Bundan sonrası, geri dönülmez.