Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#21
Max'in planı gemiyi okyanusa düşürmek üzerineydi. Gemidekilerle savaşmak büyük bir risk ve boşa zaman kaybı olacaktı. Üstelik arkalarından bir gemi daha geldiğini söylemişti. Bu durumda yapılacak en iyi şeyin gemiyi okyanusa düşürüp Dünyalıları zarara uğratmak olduğunu söylemişti. Sonrasında Mabi ile ayrılmaları ve farklı görevlere gitmeleri gerektiğini söylemişti. Livei üst güverteye çıkarak havalandırma sistemini sabote edecekti. Mabi ise alt kata inerek yedek jeneratörleri imha edecekti. Yolları tuzaklarla dolu olacağı için büyük bir gizlilik içerisinde hareket etmeleri gerekiyordu. Üstelik Livei, yolunun üzerinde Dünyalıların deneklerinden birisinin de olacağını öğrenmişti.

Max onlara bir saat süre vermişti ve böylece görevlerini yerine getirmek üzere birbirlerinden ayrılmışlardı. Bu onların son şansıydı. Ya bu gemide başarısız olup öleceklerdi ya da başarıp büyük bir adım atacaklardı. Livei görevini gizlilikle yapması gerektiğini bildiği için Sezyum - Görünmezlik stilini açarak son derece odak bir şekilde üst güverteye çıktı. Görünmez olmasına rağmen çıkaracağı her bir tıkırtıdan tedirgin, aldığı nefesten bile korkar halde hareket ediyordu. Neyse ki fazla yürümesine gerek kalmamıştı. Havalandırmaya giden ızgara, koridorun hemen sonunda tepesindeydi. Buradan içeri girip havalandırmayı sabote edebilirdi. Hatta çok uğraşmasına gerek de yoktu. Sonuçta üç tane element kullanıyordu. Bunlardan birisi de sezyumdu. Hatta ızgaranın kapağını açmak için vida, tornavida tarzı şeylere de ihtiyacı yoktu. Basitçe avuçlarını ısıtıp ızgaranın birleşim noktalarını eritebilirdi. Çocuk oyuncağıydı. Bundan ötürü panik yapmasına ve etrafa düşmüş tornavida tarzı bir şey var mı diye bakması gereksizdi. Tam bunu yapmak üzere kendini hazırlamıştı ki bir ses duydu.

Ayak sesleri. Birisi buradaydı. Max'in sözlerin hatırladı. Dünyalıların özel deneylerinden birisi burada, yolunun üzerinde olacaktı. Hemen duvara yaslanarak başını hafifçe dışarı çıkardı. Gerçi... görünmezdi. Buna gerek yoktu ama işte insanlık iç güdüsü. Kimin geldiğine bakmak için gözlerini kıstı. Sonrasında bir anda başından aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi hissetti. Dyoch... Dyoch abisi... Dünyalıların özel deneyi Dyoch abisi miydi yani? Livei yutkundu. Dyoch uzun zamandır onlarla değildi. Sürekli gizemli işler peşindeydi. Himota'ya gittiği söylenmişti ancak ses seda çıkmamıştı. Üstelik İmparator Pisan da ondan bahsetmemişti. Onun ne işler çevirdiğini bilmiyorlardı. Dhæcho da ortalarda yoktu. Livei herkese güvenini yitirdiği bu dönemlerde Dyoch'un gizlice Dünyalılar için çalıştığını varsaymakta zorlanmazdı. Mümkündü. Her şey olabilirdi. Onu o gün kütüphanede bulan, Deinzei iç işlerine onu çeken, onu şu anki Livei yapan ve resmen her şeyi başlatan kişi Dyoch'tu. Her ne kadar onun hakkında kötü düşünmek istemese de diğer ekip üyelerine bağlandığı kadar bağlanamamıştı onunla. Hiç vakit geçirememiş, onu tanımak için hiç fırsat bulamamıştı. Ama diğerleri ona güveniyorlardı. Kaçırılmış olabilir miydi? Snapshot veya Kwærler gibi beyni yıkanmış bir Ingeniumlu haline gelmiş de olabilirdi. Her türlü ihtimal mümkündü.

Önemli olan şuydu ki Livei'nin bunu düşünecek vakti yoktu. Onunla konuşacak ve durumun ne olduğunu öğrenecek vakti de yoktu. Burada ölüm kalım meselesi bir iş ile meşguldüler. Onu durdurmak istemesi durumunda burada tek başına, ne tarz güçlere sahip olduğunu bilmediği Dyoch ile kapışacak gücü de yoktu. Zaten fazlasıyla yorgundu ve atom enerjisi harcamıştı. Üstelik bu gizli görevi kesinlikle ses çıkarmadan ve gemide olduklarını belli etmeden yapmaları gerekiyordu. O yüzden Dyoch'a kendini göstermeyecekti. Bu yüzleşmeyi başka bir güne bırakacaktı. Duvarın kenarından çekilerek ızgaranın başına geçti. Ellerini ısıtarak sezyum ateşlerini kullanacak ve ızgaranın kapaklarını eriterek havalandırma deliğini açacaktı. Ses çıkarmamaya özen gösterecekti. Havalandırmayı sabote etmek için de sezyum ateşi veya neon kullanırdı. Artık ne gerekiyorsa. Atom enerjisi çok dengesizleşirse bir şırınga daha basacaktı. Bu şırıngaların acısı ondan fena halde çıkacaktı ama yapacak başka bir şeyi yoktu.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#22
Mabi: Kapıyı araladığında içeri yayılan loş, grimsi ışık gözlerini zorluyor. Önündeki oda, karmaşık kabloların, kontrol panellerinin ve boru hatlarının bir araya geldiği bir teknik alan gibi görünüyor. Ortada, yere yarı yığılmış durumda duran iki adam var. Bedenlerinin kol, bacak ve kısmen göğüs kısımları metal kaplamalarla bütünleşmiş, kimi yerlerde kablolar sanki deri altına gömülmüş gibi duruyor. Tuhaf ve tekinsiz bir manzara. Birinin ense tarafında yanıp sönen minik bir gösterge ışığı görüyorsun; diğeri, yarı metal bir kolunu titreye titreye sallarken, arada bir "Yardım… lütfen…" diye inliyor. Temkinli bir şekilde birkaç adım atıyorsun. Kapının ardını da kontrol ediyorsun ama görünürde başka kimse yok. İçinde hem bir acıma duygusu hem de tuzak olabileceğine dair şüphe büyüyor. Onlara seslenmeyi seçiyorsun. Sesin o karanlık odada yankılanıyor. İki adam bir anda sana doğru bakıyor. Yüzlerinde anlamsız bir boşluk, ama aynı zamanda korkuyla karışık bir umut sezebiliyorsun. Daha önce fısıldadıkları kelimeler netleşiyor. İlki, boğuk bir sesle "Kaç… kaç, öldürecekler…" diye inliyor. Diğeri, sanki bir anda bilinci açılıyormuş gibi kafasını yukarı kaldırıp dişlerini gıcırdatıyor. "Hayır… sakın!" diye bağırır gibi oluyor.

Bir adım daha attığın anda, boynundan omzuna doğru ince bir akım hissi dolaşıyor. Sanki odanın içinde statik elektrik dalgalanmış gibi. O esnada yerde diz çökmüş adamın bakışları tamamen değişiyor. Gözlerindeki o “yardım edin” ifadesi gidiyor, yerini soğuk ve mekanik bir sertliğe bırakıyor. Bedenindeki metal bölümlerden bazıları aniden açılıyor; minik segmentler dışarı doğru kayarak tıpkı bir silah namlusu gibi konumlanıyor. Sen bakakalırken, diğer adam da hırıltılı bir nefes alıyor ve metal kolunu sürükleyerek kalkmaya başlıyor. Artık ikisi de yardıma muhtaç gibi durmuyor, aksine yakın tehdit unsuru gibi görünüyorlar. İlk adam elindeki mekanik pençeyi yere vurup sıçrıyor; havada dönerken kolunun içinden çıkan iki kısa namlu sana doğruluyor. Başının üzerinden geçen ufak bir elektrik kıvılcımı çatıya değiyor ve tavanda kıvılcımlar çakıyor. İkinci adam ise, yerdeki kablolardan güç çekiyormuş gibi, metal uzantılarından masmavi ışıklar yayarak doğruluyor ve bir kalkan ya da bariyer oluşturmuşçasına kollarını birbirine kenetliyor. Sanki biri sana agresif atışlar yapmak için hazırlık yaparken diğeri savunma duruşuna geçiyor. Her ikisinin de yüzünde donuk, ruhsuz bir ifadeyle mekanik panellerinden tıkırtılar duyuluyor.

Tam o sırada, senin arka tarafında ufak bir patlama sesi daha geliyor; anlaşılan bu oda tamamen stabil değil. Duvar kenarlarındaki bazı kabloların basınçlı sıvı taşıdığına dair uyarı etiketleri görüyorsun. Eğer burası bir çatışma alanına dönüşürse, patlayıcı veya zehirli sonuçlar doğabilir. Hem bu iki adamın saldırısı var, hem de her an borular, kablolar patlayabilir, ortalık radyoaktif veya kimyasal atığa dönebilir. İkisi de sana doğru hamle yapmaya hazır hale gelirken, senin ne yapacağını kestiremiyorlar. Garip şekilde, bir yandan mekanik donanımları aktif, bir yandan da "yardım edin, çek git" gibi mırıldanmaları devam ediyor, sanki kendi içlerinde çelişiyorlar. Yarı bilinci açık, yarı beyni yıkanmış denekler mi? Yoksa tamamen birer uzuvlu silah mı? Bütün bu çatışma ihtimali arasında, görmediğin bir gölge sağ taraftan kıpırdıyor gibi. Ayak ucunun dibine düşmüş bir metal panelin yansımasında o gölgeyi kısacık da olsa seçiyorsun. Belki başka biri daha var odanın gerisinde. Şimdilik önündeki tehlike bu iki adam; ama bir üçüncü birimin varlığı da mümkün. Şu an ne yapacağına dair net bir planın yoksa bile, buradaki çatışmadan canlı çıkmak ve jeneratöre sabotaj planını gerçekleştirmek zorundasın.

Adamların gözleri yeniden soğuk, metalik bir parıltıya bürünüyor ve her biri kendi silahına benzer donanımını hareketlendiriyor. Belli ki sadece birkaç saniyen var: Saldıracaklar mı, konuşmaya devam edecekler mi, yoksa beklenmedik bir hamleyle seni köşeye mi sıkıştıracaklar? Zaman, an be an tükeniyor. Burası, belki de senin yeni bir plan yapman gereken an oluyor. Alabileceğin riskler çok fazla, ama başka seçeneğin de pek yok gibi görünüyor. Jeneratör ve alt kat görevi, tam bir ölüm yolculuğuna dönüşmüş durumda. Şimdi adımlarını nasıl atacağını, hangi sözü söyleyeceğini ya da hangi taktiği seçeceğini sen belirlemelisin. İçinde yaşadığın öfke, korku ve kararlılıkla… var olmak ya da yok olmak senin ellerinde.

Livei: Havalandırma ızgarasına odaklanırken yavaş ve dikkatli adımlar atıyorsun. Dyoch’u görmenin etkisi içindeki kararlılığı daha da artırmış. O anı geçmişe bırakmak istiyorsun, çünkü şimdi, her saniye önemli. Tam önünde, dar tünelin içinde ilerlerken, etrafındaki metal duvarlar soğuk ve sert bir şekilde vücuduna sürtüyor. Havanın kendisi, içindeki panik ve odaklanma arasında gergin bir denge oluşturuyor. Izgarayı lift etmeye hazırlanıyorsun. Tünel başka hiçbir yere açılmıyor gibi, yalnızca bu ızgarayı kaldırmakla ilerleyebileceksin. Yavaşça ama kararlı bir şekilde, soğuk metalin kenarlarına Sezyum ile ısıttığın ellerinle temas ediyorsun. Havalandırmanın içine giriyorsun ve çok geçmeden diğer taraftan çıkıyorsun, havalandırma beklediğinden daha kısa ve geniş oluyor.

Dar ve görece karanlık bir koridorda ilerlerken, geminin metal duvarlarındaki yansımalardan fark ediyorsun ki aradığın havalandırma sisteminin ana kısmı çok da uzakta değil. Etrafında yer yer duman ve sis gibi buharlar çıkartan, aklının pek ermediği teknolojik düzenekler göze çarpıyor. Metalik zemin, zaman zaman altında dönen makine parçalarının titreşimiyle hafifçe sarsılıyor. Attığın her adımda içini garip bir karıncalanma kaplıyor; sanki ayaklarının altından bile geminin atardamarlarını hissedebiliyorsun. Uzaktan, uğultulu bir ses duyuluyor. Bir hava akışının sesi gibi. Dikkatini çeken devasa bir boru hattı koridorun yan duvarına paralel uzanıyor. Gözlerin o hattan takip ettiğin anda ileriye doğru, üzerinde basit bir uyarı etiketi olan bir kapı seçiyorsun. "Ventilation Main – Authorized Only". Bu yazı bir yandan uyarı, bir yandan da hedefini tam olarak ifşa eder nitelikte. Gemi içinde çok deneyimli olmasan da, mantığın buranın geminin ana havalandırma mekanizması olduğunu söylüyor.

Adımlarını hafifletip, kapıya yaklaşıyorsun. Yakından inceleyince kapının güvenlik paneline sahip olduğunu fark ediyorsun. Panelde kırmızı ışık yanıp sönüyor; muhtemelen kilitli konumda. Yine de geminin içindeki karmaşa, belki de bu güvenlik kilitlerini devre dışı bırakmış olabilir diye umut ediyorsun. Gözlerin kapının yanındaki ince kablolara, birleşim noktalarına kayıyor. Eğer kapı çalışmazsa, belki başka bir yol aramak gerekecek. Soluklanıyor, kendini olabildiğince sakinleştirmeye çabalıyor, ardından kapıyı usulca itiyorsun. Kapı, beklediğinden daha sessiz biçimde az da olsa aralanıyor. Bir an heyecanlanıyorsun, belki kapı sana kolaylıkla geçiş izni verecek. Aralıktan gelen rüzgar yüzüne hafif bir hava akımı üflüyor. Soğuk, steril bir hava. İçeride kuvvetli bir fan sesi duyuluyor. Karanlık bir oda gibi de değil; birkaç yanıp sönen uyarı lambası içeriyi kısmen aydınlatıyor. Bu, aradığın yer olabilir. Burada havalandırmayı sabote edebilir, geminin oksijen ve basınç dengesini altüst edebilirsin.

Planın tam da burada başlıyor, fakat henüz adımını atmadan önce tırmanan bir tansiyon sezgisine kapılıyorsun. Gemi içinde bir alarm ya da siren duymuyorsun ama kulaklarını uğuldatacak kadar yoğun bir titreşim sanki duvarlardan bedenine geçiyor. Bu his, içeride neler olabileceğine dair uyarı gibi. Kapıdan hafifçe başını uzatıp içeri bakmak istiyorsun; içeride dev fan blokları, devasa bir kontrol paneli ve havaya asılı kablolar göze çarpıyor. Tam da tahmin ettiğin gibi kritik bir nokta. Ama tam o anda, geriden, koridordan kısa bir inleme sesi duyuyorsun, ardından metalik ayak sesleri. Tekdüze, aşırı sert bir ritim. Sanki metal çizmeler. Gövdeni hafifçe yana çevirerek koridora kulak kabartıyorsun. Birilerinin ya da "bir şeyin" yaklaştığını hissediyorsun. İçgüdülerin tehlike çanlarını çalıyor: Belki bir devriye ya da belki… Max’in söz ettiği "özel" bir denek?

Geriye bakıyorsun; kaçışın kısıtlı. Önde havalandırma kapısı, arkada bilinmez bir ziyaretçi. Gemiyi okyanusa düşürme planınızı boşa çıkarmadan sabotajı tamamlaman gerekiyor, ama bu seslere de hazırlıksız yakalanmak istemiyorsun. Kapıyı aralık bırakıp içeri mi süzülmen daha mantıklı, yoksa gelen tehdidi mi göğüslemen? Kalbin gitgide hızlanıyor; karanlık bir seçimle yüz yüze kalmış gibisin. Duvardan duvara yansıyan titreşimler ve yaklaşan ayak sesleri, zamanın daraldığını net olarak anlatıyor. Tek bir adımın, tek bir kararın, hem planınızın hem de hayatının kaderini çizebilir. Yine de, öfkeni ve korkunu bastırmaya çabalıyorsun. İçinde kıvılcımlanan kararlılık, seni bu gemiye kadar taşıyan sebepleri aklına getiriyor: Sevdiklerini korumak, insanların intikamını almak, dünyalıların bu acımasız oyununa son vermek.

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#23
Havalandırmanın kapağını eriterek açtıktan sonra bir uçtan girip diğer uçtan çıkması fazla vakit almamıştı. Havalandırma olmasına rağmen tahmin ettiğinden çok daha kısa uzunluktaydı. Çeşitli teknolojik düzeneklerin arasında temkinli adımlarla ilerlemeye devam etti. Taşından toprağına her yeri metalik yapılarla kaplıydı geminin. Uğultulu tuhaf sesler ve titreşimler arada sırada kalbinin yerinden çıkmasına sebep oluyordu. Duyduğu bir uğultu sesinin diğerlerinden daha farklı olduğuna kanaat getirerek o yöne doğru ilerlediğinde, üzerinde anlamadığı Dünya dilinde uyarı yazısı olan bir kapıyla karşılaştı. Tahminlerine göre burası tam da olması gerektiği yerdi. Geminin ana havalandırma bölgesinde olmalıydı.

Hızlı adımlarla kapıya doğru yanaştı. Kapıdan giriş yasak olmalıydı ki garip bir güvenlik düzeneği ile kapatılmıştı. Yanıp sönen kırmızı ışıktan da kapının kilidinin aktif olduğu kanısına varmıştı. Gemideki kargaşadan sonra ve Max'in da müdahalesi ile birlikte kapının güvenliğinin devre dışı kalmış olabileceğini düşündü. Şansını deneyecekti çünkü başka çaresi yoktu. Kapı kilitliyse de onu açmak için yandaki kablolarla uğraşması gerekirdi bu da boşuna vakit kaybı olurdu. Neyse ki Livei'nin endişelerinin aksine kapı ittirildiği anda açılmıştı. Livei'nin rahatça geçebileceği kadar bir boşluk oluşmuştu hiç değilse. Kapının arkasından soğuk bir rüzgar üflüyordu. Kesinlikle havalandırma dairesi burasıydı. İçeriden gelen havalandırma fanlarının sesi de tanıdıktı.

Livei tam içeriye girmeye karar vermişti ki garip bir titreşimin tüm bedenini kaplamasıyla duraksadı. Garip bir uğultu geliyordu duvarlardan. Livei başını uzatıp kapının arkasında neler olduğuna baktı. Kablolar, kontrol panelleri, fanlar... Klasik bir havalandırma dairesiydi. Ancak gemi koridorundan gelen sesler yakınlaşıyordu. Metalik ayak sesleri ve tuhaf iniltiler duyuyordu. Yoksa Max'in bahsettiği deney Dyoch değil de bu muydu? Bu şahıs ya da şey, ona sakin ve tekdüze ayak sesleri ile gittikçe yaklaşıyordu. Acele karar vermesi gerekiyordu. Bu saatten sonra kaçamazdı. Geldiği noktadan geri dönmeye çalışırsa zaten bu ziyaretçi ile karşılaşacaktı. Ya başladığı işi bitirecekti ya da onunla teke tek kapışmayı deneyecekti. Livei, yeniden Sezyum - Görünmezlik stilini kullanarak kapıdan hızlıca içeri sızmaya ve kapıyı arkasından kapatmaya karar verdi. Kapıyı aralık bırakırsa onun orada olduğunu anlayabilirlerdi. Ancak üzerine gelen şey basit bir devriye ya da gözcüyse kapalı kapıdan şüphelenmezdi. Kapıyı kapattıktan sonra yapabiliyorsa arkadan kilitlerdi. Zaten kapı yeterince sessizdi. Hızlıca Max'in planını tamamlayacak ve havalandırmayı bozacaktı. Havalandırma bozulduğunda endişe edecekleri daha büyük problemleri olurdu zaten ve onu rahat bırakırlardı.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#24
Sanırım, bu beyefendilere yardım etmeyi teklif etmemeliydim. Pek hoş bir karşılama yaşamadığım gibi, üstelik çok zor bir durumun içerisine düştüğümü de söyleyebilirim. Yere yarı bir şekilde yığılmış bu iki adamın da bedenlerinin birçok parçası metal kaplamalarla bütünleşmişti. Kabloların deri altına gömülmüş gibi durması, ellerle oynatılan kuklaları hatırlatıyordu bana. Gösterge ışığı yanıp sönerken, adamlardan bir tanesi tekrardan yardım diye inliyordu. Ben onlara doğru biraz daha temkinli ve merakla yaklaşırken, kaçmamı, beni öldüreceklerini fısıldamaya başlıyordu. Diğeri, sanki az daha bilinci yerine geliyormuş bir anda sakın diye bağırmasının ardından sözü kesiliyordu. Onun sözünün kesilmesiyle birlikte benim de boynumdan omzuma doğru ince bir akım hissi geliyordu. Bu akım hissiyle birlikte, yerdeki adamın yüzündeki çaresiz ve yardım dilenen ifade de yok olmuştu, yerini soğuk bir sertliğe bırakmıştı. Metalik bir sertlikti bu, ne olduğunu henüz algılayamamıştım.

Ancak bedenindeki metal bölümlerden bazılarının aniden açılıp, silah namlusu gibi konumlanan minik segmentleri dışarıya çıkarttığını görünce, bu metalik sertliğin tam olarak ne olduğunu anlamıştım. Muhtemelen bilinçleri kapanmıştı ve gerçek birer ölüm makinalarına dönmüşlerdi. Bu adamlar artık yardıma muhtaç değillerdi, burada yardıma muhtaç olan tek kişi ben olmalıydım. İlk adam, elindeki pençeyi yere vurup sıçramış ve iki namlu gene doğrulmuştu, başımın üzerinden geçen ufak bir elektrik kıvılcımı çatıya çarparak tavanda kıvılcımlar çakılmasına sebep oluyordu. Diğer ise, daha çok kablolardan güç çekiyor gibi masmavi ışıklar yayıyor, kalkan ya da bariyer tarzı bir şey oluşturuyordu. Kafamda dönen senaryo ise, birinin saldırıya geçecek olması, diğerinin ise savunma yapacak olmasıydı. Böylesi bir ikiliye karşı mücadelem oldukça zor olacak gibi duruyordu, ancak bir an önce bitirmem gerekiyordu.

Arka tarafımdan gelen ufak bir patlamayla gözlerimi o yöne doğru çevirmiştim. Bazı kabloların basınçlı sıvı taşıdığına dair uyarı etiketlerini görüyordum, buranın bir savaş alanına dönmesi anında muhtemelen bir şeyler ya patlamaya devam edecekti, ya da oldukça zehirleyici olacaktı. Bu iki adamın saldırısını aşmam gerekiyordu, borular ve kablolar patlayabilirdi, üstelik ortalığı radyoaktif ve kimyasal atığa boğabilirdim. İkisi de bana karşı bir saldırıya hazırlardı, ancak benim ne yapacağımı merak ediyor olmalıydılar. Üstelik, hala bir yandan mırıldanmaları devam ediyordu. Birkaç saniye içerisinde, bu adamları bir şekilde aşmam gerekiyordu ancak tam olarak ne yapacağımdan emin değildim. Öncelikle, saldırıya geçen bu elemana karşı bir şeyler yapmam gerekiyordu.

"Baylar, sizlere yardım etmeyi çok isterdim ancak belli ki yardım edilebilecek konumda değilsiniz." Karbon Nanotüpler - Güçlendirme tekniğimi kullanarak saldırıya geçen elemanın üstüne fırlayacak ve kafasını yumruklarımla parçalamak için Kalsiyum Kas stilimi de kullanacağım. Onun üzerine atladığım gibi, kafasını dümdüz edene kadar yumruklamaya devam edeceğim. Şimdilik, savunmaya geçmiş adama karşı değil, ancak bu saldırıya geçmiş adama yardım etmeliyim.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#25
Livei: Görünmezliğin verdiği sessizlik ve güvenden yararlanarak kapıdan içeri süzülüyorsun. Gemideki karmaşa ve uğultu, metalik duvarlardan yankılanarak kulağına gelirken, kapıyı ardından yavaşça kapatıyorsun. İçerideki gürültünün artması yerine hafifçe azaldığını fark edince, bakışların kapının kenarındaki küçük bir anahtar gözüne ilişiyor. Kullanabileceğin bir kilit. Bu gemide güvenlik prosedürlerinin epey gelişmiş olabileceğini bilsen de, anlaşılan kargaşa yüzünden her şeyi tam aktif edememişler. Dikkatlice anahtarı çeviriyor, kapıyı kilitliyorsun. Kapının tam kilitlenme sesi kısa ve boğuk bir klik olarak duyuluyor. Hızla etrafa göz gezdiriyorsun. Karşında devasa fanlar, dolaşım boruları ve geniş bir kontrol paneli var. Havalandırma sisteminin en kritik noktası olduğuna şüphe yok. Işığı yanıp sönen monitörler, sensör kabloları ve çeşitli ünitelere ait gösterge panelleri… Hepsi kesintisiz bir hava akışı sağlamak için tasarlanmış gibi duruyor. Planladığın gibi, bu sistemi sabote etmeye koyuluyorsun. Ufak hatlar, vericiler ve bağlantı konnektörleri gözüne çarpıyor. Çok vakit kaybetmemek adına, önceden tasarladığın basit taktikleri uyguluyorsun. Birkaç temel bağlantıyı kesip, baskılanmış havayı serbest bırakacak şekilde panelde ayarlamalar yapıyorsun. Tek bir aksiyonla geminin oksijen ve basınç dengesini kaosa sürükleyebileceğini düşünmek bile içini titretse de kararlılığından ödün vermiyorsun.

Kontrol panelinde son dokunuşunu yapar yapmaz, bir anda odada duyduğun uğultu kesiliyor. Az önceki güçlü fan sesi duruveriyor. Hava akışı sonlanınca, içeride rahatsız edici bir sakinlik oluşuyor. Dışarıdan gelen hiçbir rüzgâr uğultusu da yok artık. Sanki geminin içindeki hava, durgun bir su misali hareketsizleşiyor. İçine küçük bir rahatlama hissi dolsa da, bunun uzun sürmeyeceğini seziyorsun. Tam o sırada kapıya hafif bir vurma sesi duyuyorsun. Önce yumuşak bir "tok… tok…" şeklinde. Anlaşılan birisi usulca deniyor. Birkaç saniye geçmiyor ki vuruşlar daha sertleşiyor. Sanki dışarıdaki, içeride birinin olduğunu anlamış gibi. Artık vuruşlar, kapının metalinde yankılanan bir gümbürtüye dönüşüyor. Kapının çevresinde hafif deformasyonlar oluşmaya başlıyor: Kenarlardaki çelik kavis vermiş, eğiliyor. Titreyen metalin sesi sana gemi dışından gelen o korkunç lazer toplarını anımsatacak kadar baskın. Bir anda, kapının tam ortasında ağır bir göçük beliriyor. Dümdüz metalin içe doğru şekil değiştirdiğini, deformasyona uğradığını dehşetle görüyorsun. Ardından bir diğer göçük, daha da sert bir yumruk izi gibi sağ köşede oluşuyor. Kapının kalınlığına bakılırsa sıradan bir insan gücünün yapamayacağı bir şey bu. Gemiye sızan insanların bile bunu başarması zor. Düşüncelerin daha da netleşmeden, kapı yüksek sesle kırılıp ortadan ikiye yarılıyor. Ortalığa yayılan duman ve kıvılcımların arasından bir siluet seçiyorsun.

İçeri süzülen şekil, yavaşça sana yaklaşıyor. Dumandan gözlerin yanıyor, boğazını hafifçe yakar bir koku. Adam adım attıkça metalik parçaların sürtünme sesi duyuluyor. Duman dağılırken, kimliğini açık eden detayları görmeye başlıyorsun. Saç stili, yüz hatları… Düşündüğün kişinin ta kendisi: Dhæcho Vodhis. Ancak görüyorsun ki eski tanıdığın Dhæcho artık tanınmaz halde. Bir kolu tamamen metal zırhla kaplı, parmak eklemleri yerinde piston benzeri aparatlar var, ayakları ise sert mekanik kaplamalarla çevrili. Nefesini düzenli şekilde alıp veriyor, göğsündeki metalik plakanın altında kalp atışını mı duyuyorsun yoksa bir motor mu? Sana doğru birkaç adım daha yaklaşıyor, yüzündeki ifadeyi anlamak zor. Daha doğrusu, gırtlaktan gelen mekanik bir tonla konuşuyor.

"Kot ile başladım. Sıra sende."

Kısık, soğuk ve neredeyse cansız bir ses bu. Kolunu yavaşça kaldırıyor, omzundan dirseğine kadar kendisini yeniden şekillendiren mekanik aparatlar açığa çıkıyor. Silah formuna dönüşen bir uzvu olduğunu fark ediyorsun. Var gücünle geriye doğru bir adım atmak zorunda hissediyorsun, çünkü ne olursa olsun, bir sonraki hamlesinin sana yıkıcı bir saldırı getireceğinden neredeyse eminsin. Mekanizmalar açılıp içinden parlak bir ışığın sızdığını seçiyorsun; bir silah namlusuna benzese de boyutu ve donanımı, bu teknolojinin ne denli ileri olduğuna işaret. Dhæcho, tek kelime etmeden, metalik kolunu sana doğrultuyor. Kaburgalarına kadar titreten bir elektriklenme hissi sarıyor etrafı. Odada sabote ettiğin sistemlerin yarattığı boğuk sessizlik ve kesilen hava akışı yüzünden, Dhæcho’nun ağır nefesiyle birlikte metal tıkırtıları haricinde başka bir şey duymuyorsun. Hepsinin ortasında, bu devasa metal kol bir anda harekete geçmek üzere. Gözü, hâlâ görünmezliğinin izlerine mi bakıyor, yoksa seni tam olarak algılıyor mu, ayırt edemiyorsun. Yine de, namlunun sana yöneldiği kesin.

Derin bir korku hissi mideni sıkıyor. Sabotajını başarıyla yapmış olman bu anı daha az riskli yapmıyor. Dhæcho’nun meçhul gücü ve mekanik bedeni, yaptığın onca planın bir hamlede boşa çıkabileceğini hatırlatıyor. İstediğini elde ettin mi, yoksa daha yapacakların var mı? Tam da bu düşüncelerle geçen saliselerde, Dhæcho metalik kolunu açıkça senin varlığının olduğu yöne doğrultmuş durumda. Bir an için zaman donmuş gibi. Ortamdaki sis, sabote edilmiş fanların durgun havası, dökülen metal kapının parçaları… Hepsi, şimdiye kadar içinde tuttuğun tüm çelişkileri sana hatırlatıyor. Burada ne yapacağın senin elinde: Geri mi çekileceksin, saldırı mı planlayacaksın, yoksa başka bir yol mu bulacaksın? Cevaplaması zor, zira Dhæcho’nun bir sonraki hamlesi çoktan kaderini yazmak üzere.

Mabi: Güçlendirme tekniğini vücudunda hissettiğin anda, kaslarında derin ve yoğun bir güç dalgası kabarıyor. Kollarının içinden geçen sıcak bir basınç, yumruklarını daha sert, atılışını daha güçlü kılıyor. Yerde yatan ilk adamın birden doğrulması, metal kaplamalı kolundan fırlayan namluları sana doğrultması… Bütün bunlar göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşiyor. Bununla birlikte içindeki öfke ve odaklanma, senin için tam da bu ana uygun: Geniş bir adımla ileri atılıyorsun, omuzlarını geriye çekip gücünü kollarına topluyorsun. Ardından Kas stiliyle beslenmiş bir yumrukla onun göğsüne doğru tüm gücünle vuruyorsun. Darbe anı, kulaklarını çınlatan bir patlamaya eşdeğer oluyor. Vurduğun beden sert bir sesle parçalanıyor; kan ve metal kırıntılarının havada dağılırken çıkardığı ses, bu yeraltı odasındaki uğultuyu anlık olarak kesintiye uğratıyor. Ağırlaşmış nefesinin eko yapması ise kısa sürüyor; henüz her şey bitmiş değil. Tam o anda, ikinci adamın mekanik gözleri kımıldıyor, sende dönen mücadeleyi soğuk bir ifadeyle izlediğini fark ediyorsun. Yerdeki metalik döşemenin üstüne gözlerin kaydığında, adamın ayaklarının altında yer alan kablolu uzantıların daha yoğun bir parlaklık yaydığını görüyorsun. Belli belirsiz bir elektrik akımı gövdenin çevresinde tıslayan bir ışıltı yaratıyor, metalik yankılarla süslenmiş bir ses…

Hiç beklemediğin anda, bir anda yere çarpılmış gibi hissediyorsun. Ayaklarının altından yukarı doğru ilerleyen keskin bir elektrik akımı, tüm sinirlerini karıncalandırıyor. Bacaklarından başlayarak omuzlarına, boynuna dek yayılan bu acı verici hissiyat seni istemsizce titremeye zorluyor. Hareket etmen kolay değil; kasların kasılıyor, istemsizce gelen sarsıntılar direncini törpülüyor. Adam, ifadesinde hâlâ bir değişim olmadan, sanki uzaktan kumandayla seni kontrol ediyormuş gibi bakıyor. Tam bu anlık zorlanmada, çevredeki kabloların cızırdaması artıyor; depo gibi hazırlanmış odada daha önce gördüğün riskli borular, tahliye tankları ve muhtemel patlayıcı kimyasallar gözünün önünden geçiyor. Bu şartlarda bir hata yapman, tüm odayı havaya uçurabilir. Elektriğin pençesinde kıvranırken, dış koridordan yüksek bir ses duyuluyor. Kapı aralığından, üçüncü birinin daha geldiğini sezmen uzun sürmüyor.

Sende hala elektriğin kasılmaları devam ederken, gözlerin endişeyle o yöne doğru kayıyor. İçeri süzülen kişi, ne yazık ki beklemediğin kadar tanıdık çıkıyor: Djurat döneminde dövüş sanatları öğrendiğin ustan, Tati Kümamod. Kadının bakışları bembeyaz, boş, adeta ışık geçirmeyen göz bebekleriyle sana sabitleniyor. Yüzündeki ifadesiz ve donuk bakış, kontrolün artık onun elinde olmadığını haykırıyor gibi. Kadın bir an durup solgun yüzünü sana çeviriyor. Ağzının yavaşça açıldığını fark ettiğinde, içinde garip bir parıltı belirdiğini seçebiliyorsun. Titreyen vücudunla ne kadar çabalarsan çabala, tehlikenin büyüklüğünü hissediyorsun. Beklediğin o tüyler ürpertici an, aniden gerçekleşiyor: Kadının ağzından yoğun bir alev sütunu fışkırıyor, doğruca sana yönelerek küçük bir ateş topundan çok daha ürkütücü, uzun alevlerle her şeyi yok etmeye ant içmişçesine hızla yaklaşıyor.

Zihninden binlerce senaryo geçiyor: Elektriğin pençesinden henüz tamamen sıyrılmadan, bu cehennemi alevlerden nasıl kurtulabilirsin? Kim bilir; belki bir hamlen, belki seni buradan çekip alacak bir müttefikin, ya da ölümü kabulleneceğin karanlık bir ân. Titreyen kolların ve sarsılan bacaklarınla bu alevlerin tam ortasında kalabilirsin, ya da başka bir yol bulmaya çalışabilirsin. Odanın etrafı kırılgan borular ve yanıcı tanklarla çevriliyken bu korkunç alevin ne sonuçlar doğuracağı meçhul. Seçeneklerin kısıtlı, zaman ise neredeyse yok. Boş gözlü ustanın ağzından gelen alev, her an seni yutacak. Kasların acıyla kasılırken, içinde her şeye rağmen bir hayatta kalma kıvılcımı tutunmaya çalışıyor.

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#26
Adamın göğsüne doğru patlattığım yumrukla birlikte, metalin içerisinden kan gelmesi çok absürt bir görüntü gibi geliyordu. Sonuçta bu herif insan dahi olsa, karşımda durduğu hali bir robottan farksızdı ve yumruğu oturtmamla birlikte kanın gelmesi, sanki olmaması gereken bir şeymiş gibi geliyordu. Yanımızdaki lavuk sadece izlemekle yetiniyor diye düşünüyordum, aslında onun sadece savunma yapacağını düşündüğüm için elinden bir şey gelmeyeceğini tahmin etmiştim. Ancak bir anda yere çarpılmış gibi hissetmek, hiç beklemediğim bir mevzuydu. Ayaklarımın altından yukarı doğru ilerleyen bir elektrik akımı tüm sinirlerimi ele geçirmek için amansız bir savaş veriyordu. Vücudum bu savaş karşısında kaybediyordu, bedenim titremeye başlıyor, kaslarım kasılıyor ve sarsılıyordum. Sanki onlar gibi bir robotmuşum da, bu adamlar beni kontrol ediyormuş gibi bakıyordu bana. Aslında haksız da değildi böyle bakmakta, ne de olsa şuan öyle bir konumda değil miydim? Yavaş yavaş bu elektrik akımının yarattığı zorluğa teslim olmaya başlarken, çevredeki kabloların cızırdamaya başladığını fark ediyordum. Bir hata yaparsam, muhtemelen müthiş bir şekilde yok olacaktık.

İçeriye üçüncü bir kişi geldiğinde, kasılmalara devam ede ede gözlerimi oraya doğru döndürmüştüm. İçeriye giren kişi ise, usta karımdı. Burada ne işi olduğunu anlamamıştım, başta küçük bir umutla belki beni kurtarmaya gelmiştir diye düşündüm ancak gözlerindeki boşluğu gördüğümde onun da ele geçirilmiş olduğunu anladım. Usta karımdan bile umut beklememek gerekiyordu. Ağzının içerisinde garip bir parıltı vardı, ağzından yoğun bir alev sütunu fışkırttığı anda hem gözlerim fal taşı gibi açılmış, hem de içimi bir korku kaplamıştı. Şimdi ne yapacağımı bilmiyordum. Bir an önce buradan kurtulmam gerekiyordu. Nasıl kurtulacağım hakkında hiçbir fikrim olmasa da, beynimi hızlı çalıştırıp bir şeyler denemek zorundaydım. En kötü ihtimalle, burada ölecek olsam bile bu jeneratörleri yok etmek zorundaydım. Başarısız bir görev olmasına izin veremezdim.

Bu alevlerin beni yakmasına izin vermek, belki de en mantıklı seçeneklerden birisi olabilirdi. Ancak, bunu bu şekilde göğüslemek yerine, başkasının göğüslemesine izin vermeliydim. Bu yüzden, Uranyum Gama Bakışlarını kullanarak usta karımı ağzı tam göğsüne vurduğum elemana gelecek şekilde ışınlamayı denemeliydim. En kötü ihtimalle, bunu başaramaz ve mutlak sona ulaşırdım. Ancak bunu başarabileceğimi düşünüyordum, denemek zorundaydım.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#27
Livei kapıdan içeriye girip kapıyı arkasından kapattığında, kilitleyebileceği çalışan bir mekanizma bulduğu için şanslıydı. Artık işini rahatça tamamlayabilmesi için gerekli yalnızlığa sahipti. Havalandırma sistemini sabote etmesi fazla uzun sürmemişti. Önemli gibi görünen birkaç bağlantıyı koparıp yaktıktan sonra işlem tamamlanmıştı. Şimdi yapması gereken şey kimseye görünmeden buradan sağ çıkmaktı. Havalandırma sistemini kapattığında arka plandaki uğultunun gitmiş olması, ortalığı rahatsız edici bir sessizliğe bırakmıştı. Livei tam bu sessizliğin tadını çıkaracaktı ki kapıdan gelen seslerle irkildi. Birisi kapıyı açmaya çalışıyordu. Livei hala görünmezdi. Hiç ses çıkartmadan neler olacağını beklemeye başladı. Kapıya vurma sesleri gittikçe güçlendi ve en sonunda kapı kırılarak açıldı. Hiçbir insanın, normal kuvvetle yapamayacağı bir şekilde ortadan ikiye ayrılmıştı.

Ortalık dumanla kaplanmıştı. Dumanın içinden de bir insan figürü odadan içeri girmişti. Livei dumandan gözleri yansa da içeriye kimin girdiğini anında tanımıştı. Nasıl unutabilirdi ki? Dhæcho Vodhis. Lanet olasıca Vodhis soyunun diğer üyesi. Hani uğruna hayatını riske attığı adamlardan yazar olanı. Daha biraz evvel Dyoch'u da gördükten sonra Dhæcho ile karşılaşmak şaşırtmamıştı onu. Livei için bu tarz olaylara şaşırdığı dönem sona ermişti. Bu saatten sonra Bok hatta Friks bile onlara ihanet etse şaşırmazdı zaten.

Dhæcho Vodhis tabi ki de onu son gördüğü haldeki gibi değildi. Neredeyse tanınmaz haldeydi. Mekanik bir robota dönüşmüştü. Bütün vücut parçaları mekanik makinelerden meydana geliyordu. Dünyalıların yeni deneyi Dhæcho olsa gerekti zira Dyoch gayet normal bir insan gibi görünmüştü gözüne. Dhæcho'nun ağzından, tanıdık olmayan mekanik bir ses tonuyla bir cümle çıkmıştı. "Kot ile başladım. Sıra sende." Livei bu cümleyi duyduğu andan itibaren birkaç saniyeliğine anılarında bir yolculuğa çıktı. Bir anda her şey netlik kazanmıştı. Bir anda tüm taşlar yerine oturmuştu. Her şey sahteydi. Her şey onların oyunuydu. Ozæf ile yaşananlar, hapse girmeleri, onları kurtarmak için canlarını riske atmaları, Gedhilfe "deneylerine" maruz kalıp kendini kaybetmesi ve Kot'u öldürmesi... Her şey... Livei dişlerini sıktı. Mavi'ye bir söz vermişti. Kot'un intikamını alacağına dair ona yemin etmişti. Şimdiye dek Dhæcho'nun bu işte parmağı olduğunu hesaba katmamıştı ama artık bir şey çok açıktı. Dhæcho ve Dyoch Vodhis birer haindi ve ölmeleri gerekiyordu.

Dhæcho kolunu kaldırdığında, Livei'nin ne olduğunu bilmediği garip aparatlar çıktı ortaya. Muhtemelen bir çeşit silahtı. Livei bir adım geriye gitti. Onu görebiliyor muydu? Dhæcho tam olarak onu hedef alarak kolunu uzatmıştı. Kolundan garip ışıklar çıkıyordu. Yald'ın yapmaya çalıştığına benzer bir hamleye benziyordu. Bok bunun çok güçlü bir teknolojik saldırı olduğunu söylemişti. Livei'nin başka çaresi yoktu. Tüm Deinzei ekibi adına, Kot adına, Mavi adına intikamlarını almalıydı. Önce Dhæcho'yu sonra da Dyoch'u öldürmeliydi. Kaçmayacak, savaşacaktı. "Hain!" diye tısladı dişlerinin arasından. Kendini çok fazla atom enerjisi kullanmaya hazırlayacaktı. Gerekirse şırınga basacaktı. Önce Sezyum - Darbe Dalgası ile onu sarsmayı ve yapmaya çalıştığı darbeyi durdurmayı planlıyordu. Sezyum - Kıvrak Zırh ile kendini koruyacaktı bu esnada. Sonrasında Cıva - Buhar ile Dhæcho'nun görüşünü kesecekti. Neon - Hareketlilik ile kendini hızlandıracak ve Neon - Kılıç ile Sezyum - Elemental İnfüzyon'u birleştirerek Sezyum-Neon kılıcı oluşturacaktı ve Dhæcho'ya saldıracaktı. İlk olarak kolunu kesmeyi hedefliyordu. Sonra da kafasını gövdesinden ayırmayı hedefliyordu. Onu bu zavallı ve sefil hayatından azat edecekti. Hem de hiç beklemeden. Eğer Dhæcho'dan kurtulmayı başarabilirse hazır kendini Neon ile hızlandırmışken koridorda Dyoch'u bulup onu da ortadan ikiye ayırmayı planlıyordu.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#28
Geniş, ışığı loş bir koridorda ağır adımlarla ilerleyen şık silindir şapkalı adam, yanında duran bir görevliye sert bir bakış fırlatıyor. Görevli, elindeki verileri incelerken nefes alışverişi düzensizleşiyor, belli ki söyleyeceklerinin ağırlığının farkında. Sonunda, cılız bir sesle gerçeği itiraf ediyor. "Efendim, snapshot teknolojisi için yeterli materyallerimiz kalmadı…" Şapkalı önce duraksıyor. Sanki duyduğunu tekrar değerlendirmek istiyor gibi bir hali var. Ardından, kaşları çatılıyor ve sesi öfkeyle çınlıyor. "Bu mümkün değil. Buraya kadar getirdiğimiz onca çalışma boşa mı? Anlaşılan… yeni plana geçmenin vakti geldi." Görevli, korkuyla gözlerini kaçırıyor. "Gidin ve Livei Nyawodz, Mabi Chüimimuta ve diğerlerinin sevdiği insanları, yakınlarını araştırın. Bulun onları ve inceleyin." Görevli, merakını gizleyemeyip çekinerek soruyor. "Yeni plan… Bu kez sevdikleri insanları mı kaçıracağız?" Şapkalı, soğuk bir gülümsemeyle elindeki bastonumsu çubuğu yere vuruyor. "Hayır… Onlara benzer makineler oluşturacağız. Özellikle şu Livei ve Mabi baş belalarının sevdiklerine odaklanın. Hepsinin kim olduğunu, nerede bulunduklarını öğrenin. Ardından gerisi bana kalsın." Görevli tereddütle başını eğiyor. Şapkalının gözlerinde hırs dolu bir karanlık parıldıyor. Koridorda yankılanan ayak sesleri, bu korkunç emrin ardında soğuk bir hava bırakarak ağırlaşıyor.

Mabi: İçinde hala bir kıvılcım taşıyan bilincin, bir çıkış yolu bulmak için çırpınıyor. Son anda Gama Bakışları stilini kullanmayı aklından geçiriyorsun. Bu stil, bakışlarınla küçük bir mesafede hedefini fazlaca yanıltıp konumlarını bozma imkanı sunuyor. Yeterince konsantre olabilirsen, ustanın bedenini saldırganın üzerine kaydırabilirsin. Vücuduna yapışan elektrik dalgası, tam da bu anı kolaylaştırmıyor. Ama yine de dişlerini sıkarak bütün dikkatini topluyorsun ve o anda hissedilen muazzam bir basınçla birlikte ustanın bedeni aniden değişik bir biçimde boşluğa kayıp düşman adamın önüne denk geliyor.

Alev sütunu, tam seni kavurmak üzereyken yön değiştiriyor ve adamın mekanik göğsünü sarıyor. Bu beklenmedik hamle karşısında adam da aniden paniğe kapılıp elektrik dalgasını gelişi güzel salıveriyor. Hem alevlerin yıprattığı bedenin, hem de elektrik akımının kontrolsüzce ortama saçılmasıyla ikisi de bozulmaya başlıyor. Çarpıcı bir patlama sesi, kabloların ısınma ve kısa devre sesleriyle karışıyor. Yerde çakılı kalan iki beden, işlevini yitiriyor. Buna bağlı olarak jeneratör devresinden gelen o sabit çınlama sesi de sönüyor. Görevini dolaylı da olsa başarmış olduğunu anlıyorsun. Yedek jeneratörler artık işlemez halde gibi duruyor.

Elektrik hala vücudunda anlık titreşimler olarak gezinse de, bir anlık rahatlama hissediyorsun. Hem ustanın hem de diğerinin yerde hareketsiz kaldığı bu anda, etrafta patlak veren kablolar ve devreden çıkmış makineler kıvılcımlar saçarak ıssızlaşıyor. Artık ya alt katlarda daha fazlasını araştıracak ya da bu fırtınalı muharebenin bir sonraki aşamasına hazırlıkla yukarı katlara çıkacaksın. Zaman senin kararına bağlı, ama geminin her köşesinde büyük bir kaos var; taban sarsıntıları ve tiz uyarı sinyalleri derinden yankılanmayı sürdürüyor.

Livei: Dhæcho’nun metalik uzuvları, yarı karanlık odanın içindeki tek parlak unsur gibi yanıp sönüyor. Duvarlardan sıçrayan kıvılcımlar, arka plandaki çelik kabuk gürültüsü ve boğuk uyarı sinyalleri, ortamı çelik bir kâbus hâline getiriyor. Nefesini derinleştirerek vücudundaki tüm atom enerjisine odaklanıyorsun. İçinde kaynayan öfke ve kararlılık, kaskatı bir azme dönüşüyor.




Önce Sezyum - Darbe Dalgası devreye giriyor. Ellerini hafifçe geriye atıp avuçlarında morumsu bir enerji biriktiriyorsun. Yerden yukarı yükselen çığlık gibi titreşimler, havada büyüyerek Dhæcho’ya doğru ilerliyor. Sezyumun yıkıcı özelliği, darbe dalgası şeklinde mekanik gövdeye çarpınca, Dhæcho’nun kolunu doğrultmak üzere olduğu o kritik an sekteye uğruyor. Metal kolları kararsızca titreşiyor; Dhæcho’nun nişan alışı kısa bir anlığına bozuluyor. Tam bu sırada, bedenini korumak için hızla Sezyum - Kıvrak Zırhına başvuruyorsun. Sezyumun etrafındaki atom enerjisi bedeninde koruyucu bir tabaka gibi kıvrılıyor. Mor alevimsi bir katman, etrafında ışıldayarak olası darbelere karşı yastık görevi üstleniyor. Dhæcho’nun kısa sürede toparlanıp yaptığı bir karşı hamle, bu zırha çarpıyor ve yüksek bir çınlama sesiyle geri sekiyor. O sırada metal yumruğundan savrulan kıvılcımlar, odanın betonumsu zeminine çarpıp sönüyor.

Dhæcho, bu kez daha sistemli bir atakla ileri atılıyor. Gövdesindeki roketimsi iticilerden alev patlamaları çıkıyor. Hareketleri o kadar seri ki, sıradan bir göz onu takip edemezdi. Ancak sen, önünü görmesini engelleyecek bir planı zaten hazırlamış durumdasın. Hafif bir itişle kendini yana çekip, hızla Cıva - Buhar stiline başvuruyorsun. İncecik bir cıva sis perdesi yükseliyor, bir an Dhæcho’nun görüşünü silip götürüyor. Metal ayaklar, kaygan zemin ve buhar bulutu içinde anlık bir tereddütle sendeleyerek duraklıyor. Bu kısacık boşluk, hamle yapabileceğin fırsatı yaratıyor. Neon - Hareketlilik stilini kullanarak adımlarını hızlandırıyor, neredeyse bir ışık demeti gibi süzülüyorsun. Sis perdesinin ötesinde Dhæcho, ışık patlamaları arasından onun nerede olduğunu seçemiyor. O halde en güçlü saldırıya geçme vakti geldi. İçindeki atom enerjisini hem sezyumun hem de neonun özelliğiyle bütünleştirecek şekilde odaklıyorsun: Sezyum - Elemental İnfüzyon ve Neon - Kılıçi sentezlenince, elinde mor ve turkuaz ışıltılı, keskin bir enerji silueti şekilleniyor. Alevimsi sezyum özüyle aydınlanan neon kılıcı, o an odadaki tek gerçek ışık gibi parlıyor.

Dhæcho, bu ani parlamadan gözleri yanarcasına geri hamle yapıyor. Üç adım geriliyor; ağır mekanik kolunu canlı bir top gibi öne fırlatırken, göğsündeki yarı robotik plakanın da savunmasını yükseltiyor. Hız avantajını kaybetmeden tam alttan kavisli bir kesişle saldırıyor. Sezyum-Neon kılıcının yırtıcı parlaklığı, Dhæcho’nun önce kolunu hedef alıyor. Kolunda bir an titreşim görünüyor; çeliğimsi dokusu sezyum alevleriyle eriyip neon keskinliğiyle kopuyor. Gövdesi sert bir çığlıkla sarsılıyor, metalik artıkları yere düşüyor. Kopan kolundan etrafa yayılan kıvılcımlarla can havliyle geriye çekilen Dhæcho’nun suratında bir an programlanmış korku parlıyor. Ne insani bir hüzün ne de acı. Sanki işlevleri bozulmuş bir makine gibi harekete geçmeye çalışıyor. Roket benzeri iticilerle tekrar saldırıya yelteniyor, ama yeniden atik bir sıçrayış yaparak sis perdesini hafifçe dağıtıyorsun. Sisle kaplı ortamda, güçsüz düşmüş gövdesine ikinci ve son darbeyi vurmaya hazırlanıyorsun.

Dhæcho’nun tek koluyla fırlattığı son bir lazerimsi atış, sezyum zırhın üstünde patlayarak odayı sarsıyor. Aldığın sarsıntıya rağmen dengeni yitirmiyorsun. Gözlerindeki öfke, sevdiklerinin intikamı ve ihanete duyulan kin ile harmanlanmış durumda. Son kez kılıcını havaya kaldırarak Dhæcho’nun boynunun üzerine indiriyorsun. Sezyum-Neon enerjisi, rakibinin metalik gövdesini kolaylıkla kesiyor; kafası gövdesinden ayrılırken tiz bir elektronik cızırtı dışarı taşıyor. Dhæcho’nun bedeni yere yığılır yığılmaz, uzuvlarında bir dizi patırtılı kıvılcım olup sönüyor. Son nefesi, artık var olmamış bir insanlığın gölgesi gibi, metal kafanın pörtlemiş mekanik gözlerinde kayboluyor.

Tam bu zafer anında, geminin tamamı hafif bir yalpalamayla sarsılıyor. Duvarların içinden gelen metalik inlemeler artıyor. Bir hoparlör sistemi devreye giriyor ve geminin her yanını dolduran net bir ses duyuyorsun.

"Herkes kendini güvenli bir yere ışınlasın. Derhal!"

Gemideki ağır sallantı, seni de sendeletiyor. Yorgun kasların her nefeste biraz daha ağrıyor, son hamlenin yıpratıcı etkisini bedeninde hissediyorsun. Ama plan henüz bitmedi. Dhæcho öldü… Sırada Dyoch var. Ses tonunun öfkesini kendi içinde taşıyarak koridordan çıkmaya yelteniyorsun, ama geminin her parçası bu hareketle birlikte çatırdıyor, adeta infilakı bekler gibi. Kapının gerisinde yüksek patırtılar, çığlıklar ve siren sesleri arka arkaya patlak veriyor.

Dhæcho’nun cesedine son bir bakış attıktan sonra dişlerini sıkıyor ve ne yapacağını düşünmeye başlıyorsun.

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#29
Aklıma gelen, kendimce mükemmel fikrimle birlikte buradan kurtulmayı başarmıştım. Ustamın bedenine doğru yönelttiğim stilimi, bütün dikkatim, heyecanım ve adrenalinim ile birlikte diğer adama doğru yöneltmeye çalışıyordum. Alev sütunu bir anda yön değiştirmiş ve mekanik adamın göğsünü sarmaya başlamıştı. Adam bu hamle karşısında şaşırmış olmalıydı, zira elektrik dalgasını bir anda salmasıyla birlikte ben de rahatlamıştım. Çarpıcı bir patlama sesi oluşmuş, bu seslere kabloların ısınma ve kısa devre sesleri eşlik etmeye başlamıştı. Bununla birlikte, jeneratör konusunu da aradan çıkarmıştım. Yedek jeneratörler işlemez halde duruyorlardı ve sonuca nasıl ulaşmış olursam olayım, bir şekilde başarı elde etmiştim değil mi? Önemli olan bu olmalıydı.

Şimdi ise yeni bir karar almam gerekiyordu, ya alt katlara inecek ya da yukarı katlara doğru çıkacaktım. Bu adamlara daha fazla zarar verebilmek için ne yapabilirim diye düşünürken, alt katlara inme fikrinin daha mantıklı olduğunu düşünmeye başladım. Bu yüzden, alt katları keşfedecek ve önüme ne çıkacağını görecektim.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Yıkım

#30

Her şey çok hızlı bir şekilde gerçekleşmişti. Sezyum - Darbe Dalgası ile saldırıya geçtiği an, Dhæcho'nun ona yönelmiş olan koluyla yapacağı hamle kesintiye uğramıştı. Darbe Dalgası'nın mekanik vücudunda yarattığı titreşim, nişan alma kabiliyetini olumsuz olarak etkilemişti. Bu da kendini zırhlayabilmek için Livei'ye fırsat doğurmuştu. Onu darbelerin bir kısmına karşı koruyacağına inanıyordu. Dhæcho mekanik olduğu için onu uzun süreli sersemletmek mümkün değildi. Bir insana göre çok hızlı toparlanıyordu. Bu yüzden hızlıca karşı hamle yapmaya geçmişti. Livei'nin zırhına çarpıp seken bu hamle yüksek sesli bir çınlama oluşturmuştu. Livei hafifçe sarsılmış olsa da çok büyük derecede etkilenmemişti. Dhæcho başka bir saldırı planlarken, Livei onun görüşünü engellemek için Cıva - Buhar stilini kullanmıştı. Hızla yükselen buhar, onu büyük ihtimalle zehirlemiyor olsa da nişan almasını engelliyordu. Bu da Livei'ye zaman kazandırıyordu. Neon - Hareketlilik stilini kullanarak kendini hızlandırdı. Buhar ile birleşince Dhæcho onun odanın neresinde olduğunu seçememeye başlamıştı. İşte bu kısacık an, bu kısacık tereddüt yeterliydi Livei'nin planladığı son hamlesini yapabilmesi için.

Sezyum - Elemental İnfüzyon ve Neon - Kılıç stillerini birleştirerek, elinde üzerinden mor ve turkuaz ışıltılar çıkan görkemli bir kılıç oluşturmuştu. Hayatında ilk defa iki ayrı elementin stillerini birleştirmeyi denemişti ve başarılı olmuştu. Sezyum alevi ve neon ışıltılarına sahip olan kılıç odadaki her şeyi aydınlatıyordu. O kadar parlaktı ki Dhæcho kılıca direkt olarak bakamamıştı bile. Geriye doğru ilerlerken rastgele bir şekilde ona doğru nişan almış ve kendini savunmaya geçmişti. Livei hızla atılarak robotun önce kolunu kesti. Sezyumun alevi sağ olsun eriyerek yerinden sökülmesi göz açıp kapayana kadar gerçekleşmişti. Bir sürü metal parça etrafa saçılmıştı. Bunun üzerine Livei onun işini bitirmek için son hamlesini yapmaya karar verdi. O esnada Dhæcho son bir çırpınışla ona ateş etmişti. Işın gibi olan bu mermi Livei'nin zırhına çarparak sekmişti. Livei yine hafifçe sarsılmış olsa da dengesini koruyabilmeyi başarmıştı. Kılıcını havaya kaldırarak karşısındaki robotun boynunu hedeflemişti. Tek bir hamle robotun kafasını gövdesinden ayırmaya yetmişti. Ne acıklıydı ki hiçbir insani uzvu olmayan bu varlık birkaç mekanik ses çıkararak ve gözlerindeki ışık sönerek yok olmuştu. Ölümü dahi insancıl hissettirmemişti. Bu Dhæcho gerçek olamazdı. Dünyalılar bir insanı robota çevirebilecek teknolojiye sahip miydiler ki?

Karşısındaki robot, var olmanın sancısından kurtulduğunda gemi de onunla aynı kaderi taşır gibi yalpalamaya başlamıştı. Metalik cızırtılar ve bir şeylerin yolunda olmadığını hissettiren sesler çıkıyordu. Sonrasında geminin her yanındaki hoparlörlerden bir anons yapıldığını duydu. Sağ kalan herkesin derhal ışınlanması emrediliyordu. Başarmışlardı. Mabi de Max de başarmıştı. Gemi düşüyordu. Dünya'nın en büyük kozlarından birisini yok etmişlerdi. Ve şimdi bu kocaman korkunç yaratık okyanusun dibini boylayacaktı. Üstelik bunu yalnızca üç kişi olarak başarmışlardı. Dünya'nın üzerlerine gelecek olan ikinci gemisini aynı titizle yok edebilirler miydi emin değildi ancak onlara hiç değilse büyük hasar verdikleri kesindi. Kolay kolay toparlayamayacakları bir kayıptı bu. Birinci kıta ele geçirilecek olsa dahi onlara hem bir uyarı, hem de büyük bir dezavantaj bırakmışlardı. Livei gemi çarpmadan önce dönüp koridordaki Dyoch'u da öldürmeyi planlıyordu ancak bu fikirden vazgeçti. Kendini derhal saatini kullanarak güvenli bir yere ışınlayacaktı. Bu lanet yerden kurtulmak istiyordu. Gemi zaten büyük bir ihtimalle yok olacaktı ve Dyoch da bir ihtimal bu çarpma anında ölebilirdi. Onunla uğraşacak ne vakti ne de enerjisi kalmıştı. Elini saatine götürerek kendini ışınlamaya hazırlandı.
Image
► Show Spoiler
Locked

Return to “Himota İmparatorluğu (Dünya Kontrolünde)”

cron