Mabi: Frip'le el ele tutuşup bara doğru ilerlerken, salonun her köşesinden hala şarkının nakaratı duyuluyor. Etrafınızdaki insanlar hala coşkulu bir şekilde dans ediyor, gülüyor ve eğleniyor. Performansının yarattığı etki, gecenin ilerleyen saatlerine rağmen hala devam ediyor. Bara yaklaştığınızda, Mitga'nın size doğru aceleyle geldiğini görüyorsunuz. Yüzünde karmaşık bir ifade var, hem eğlenceli hem de endişeli. Nefesini düzenleyerek konuşmaya başlıyor. "Mabi, gerçekten muhteşemdin! Herkes hala senin şarkından bahsediyor. Ama... Gam'la konuşurken bir şey fark ettim. Sanırım biraz fazla içmiş. Endişeleniyorum." Mitga'nın sözleri üzerine, gözleriniz hemen salonda Gam'ı aramaya başlıyor. Onu salonun diğer ucunda, büyük bir sütuna yaslanmış halde buluyorsunuz. Gerçekten de biraz sarsak görünüyor, ayakta durmakta zorlanıyor gibi. Frip durumu fark ediyor ve anlayışla başını sallıyor. "Gidip ona bakalım mı?" diye soruyor, sesinde endişe var. Üçünüz birlikte Gam'a doğru ilerliyorsunuz. Kalabalığın arasından geçerken, insanlar hala sana dönüp gülümsüyor, bazıları şarkını mırıldanıyor. Ancak şu anda tüm dikkatiniz Gam'da. Gam'a yaklaştığınızda, durumunun düşündüğünüzden daha kötü olduğunu fark ediyorsunuz. Gözleri bulanık, yüzü kızarmış ve dengesini sağlamakta zorlanıyor. Sizi görünce gülümsüyor, ama gülümsemesi yamuk ve zorlama gibi görünüyor. "Hey, Kudretli Ayı!" diyor Gam, kelimeleri birbirine karıştırarak. "Şarkın harikaydı. Gerçekten... gerçekten harikaydı. Ben de evlensem mi acaba? Ne dersiniz? Beni kim ister ki?" Son cümleyi söylerken sesi biraz kırılıyor, gözlerinde bir hüzün beliriyor. Frip hemen harekete geçiyor. "Su getireceğim." diyerek bara doğru koşuyor. Kısa süre sonra elinde üç bardak suyla geri dönüyor. Gam'a suyu verirken, Mitga fısıltıyla size bir şeyler anlatıyor. "Az önce konuşurken, geçmişten, pişmanlıklardan bahsetti. Sanırım bazı şeyler onu hala rahatsız ediyor. Eski görevlerinden, yapamadığı şeylerden bahsetti. Kendini suçluyor gibi..." Gam suyu yavaşça içerken, etrafınızdaki neşeli atmosfer ile Gam'ın içinde bulunduğu durum arasındaki tezat dikkatinizi çekiyor. Müzik ve kahkahalar devam ederken, sizin küçük grubunuz adeta zaman dışı bir kabarcığın içinde gibi. Gam bardağını indiriyor ve size bakıyor. Gözleri biraz daha odaklanmış görünüyor, ama hala tam olarak ayık değil. "Biliyorsunuz. Bazen her şeyi geride bırakıp gitmek istiyorum. Yeni bir başlangıç yapmak. Belki başka bir ülkeye gidip, kimsenin beni tanımadığı bir yerde yeniden başlamak. Ama sonra sizleri düşünüyorum ve... yapamıyorum. Siz benim ailemsiniz. Nasıl bırakıp giderim ki?" Gam'ın bu samimi itirafı hepinizi etkiliyor ama bir yandan da şaşırtıyor, malum daha yeni tanıştınız. Bir an için sessizlik oluyor, sadece uzaktan gelen müzik ve kahkahalar duyuluyor. Mitga sessizliği bozuyor. "Gam, sen bizim için çok değerlisin. Nereye gidersen git, her zaman ailemizin bir parçası olacaksın. Ama şu an gitmen gereken tek yer yatak. Seni odana götürelim, biraz dinlenmen gerek." Dördünüz birlikte, Gam'ı destekleyerek kalabalığın arasından geçip merdivenlere doğru ilerliyorsunuz. Bu sırada bazı konuklar meraklı bakışlar atıyor, ama kimse bir şey sormuyor. Merdivenleri çıkmak, Gam'ın durumu nedeniyle biraz zor oluyor. Her basamakta dikkatli bir şekilde ilerliyorsunuz. Sonunda Gam'ın odasına vardığınızda, onu nazikçe yatağına yatırıyorsunuz. Gam yatağa uzanırken derin bir iç çekiyor. "Sizi seviyorum, arkadaşlar." diyor yumuşak bir sesle, gözleri kapanmaya başlıyor. "Gerçekten seviyorum. Sizinle olmak... benim için her şey." Mitga, Gam'ın yanında kalmaya karar veriyor. "Siz gidin, ben ona göz kulak olurum. Sabaha kadar yanında kalırım." diyor. Yüzünde endişeli ama kararlı bir ifade var.
Sen ve Frip odadan çıkıyorsunuz. Koridorda yalnız kaldığınızda, bir an için sessizlik oluyor. Aşağıdan hala müzik ve eğlence sesleri geliyor, ama burada, üst katta, her şey daha sakin ve durgun. Frip sana sarılıyor. "İyi misin?" diye soruyor, sesinde gerçek bir endişe var. "Bu gece... çok şey oldu." Frip gülümsüyor, ama gözlerinde hala bir endişe var. "Yoğun bir geceydi. Ama sen... sen gerçekten muhteşemdin. Şarkın, dansın... her şey harikaydı. Herkesi nasıl coşturduğunu gördün mü? Sanırım yarın bütün şehir senin şarkını söylüyor olacak." Frip bir an duruyor, sonra devam ediyor. "Aslında... seninle konuşmak istediğim bir şey vardı. Kraliyet polisliği hakkında... ve başka şeyler. Ama belki daha sakin bir yerde konuşabiliriz? Balkona çıkmak ister misin? Biraz temiz hava bize iyi gelebilir." Frip'in önerisiyle balkona çıkıyorsunuz. Gece serinliği yüzünüze çarparken, şatonun muhteşem manzarası gözlerinizin önüne seriliyor. Uzakta şehrin ışıkları parlıyor, gökyüzü yıldızlarla dolu. Frip derin bir nefes alıyor ve anlatmaya başlıyor. "Biliyorsun, uzun bir süre kendimi kraliyete ait hissetmedim. Sanki buraya ait değilmişim gibi, sanki her an biri gelip 'Sen burada ne arıyorsun?' diyecekmiş gibi hissediyordum. Bu duygu... beni yiyip bitiriyordu." Frip'in yüzünde geçmişin izlerini görüyorsun. Devam ediyor. "Ama sonra... amcamın yaptıklarını gördükçe, bir şeylerin değişmesi gerektiğini anladım. Ona karşı gelmem, bir şeyler yapmam gerektiğini fark ettim. Onun yolundan gitmek, onun gibi olmak istemiyordum. Ve o zaman anladım ki, belki de tam da bu yüzden buradaydım." Frip'in gözlerinde kararlılık var. "Deith'in ölümünden sonra, kendimi burada görmeye, buranın bir parçası olmaya hazır hissettim. Thrao'nun iyi bir kral olacağına inanıyorum ve ona destek olmak istiyorum. Bu yüzden kraliyet polisliğine geri döndüm. Bir şeyleri değiştirebileceğimi, daha iyi hale getirebileceğimi düşünüyorum." Frip bir an duruyor, gözlerini uzaklara dikiyor. Sonra tekrar sana dönüyor, gözlerinde şimdi bir özlem var. "Mabi. Sana bir şey sormak istiyorum. Djurat'a gitmek istiyorum. Beni oraya götürmeni istiyorum. Sen de ister misin? Birlikte gidebiliriz." Bu teklif seni şaşırtıyor. Frip devam ediyor. "Biliyorum, burada sorumluluklarımız var. Ama belki kısa bir süreliğine gidebiliriz? Sadece birkaç gün? Hem sen bana Djurat'ı gösterirsin, hem de biraz baş başa zaman geçiririz. Senin memleketini görmek, oradaki hayatı tanımak istiyorum. Ve belki... belki bu bize iyi gelir. Ne dersin?" Frip'in gözlerinde umut var. Elini tutuyor, parmakları seninkilerle iç içe geçiyor. Gecenin sessizliğinde, sadece uzaktan gelen müzik sesleri ve kendi kalp atışlarınızı duyabiliyorsunuz. Şimdi karar senin, Mabi. Djurat'a gitme teklifini nasıl karşılayacaksın? Sorumluluklarını düşünüyor musun yoksa bu maceraya atılmak mı istiyorsun?
Livei: Bok'un sıcak nefesi boynunda bir iz bırakıyor, tenin ürperiyor. Friks hakkındaki düşünceler zihninde yankılanırken, Bok'un kollarındaki sıcaklık seni gerçek dünyaya geri çekiyor. Bok’un sana olan ilgisi, şefkati ve içindeki derin tutkular, yaşananları anlık olarak unutturuyor. Ama yine de, Friks’in ismi her yankılandığında, bir şeylerin yerinden oynadığını hissediyorsun. Bok’un derin bir nefes alışını duyuyorsun, sanki içindeki karmaşayı yatıştırmak ister gibi. Seni kendisinden nazikçe uzaklaştırırken, gözlerinin içine derinlemesine bakıyor, sanki ruhunun derinliklerine iniyormuş gibi. Dudakları hafifçe titriyor. "Friks mi?" diye soruyor. "Başta onunla ilgili kötü hissediyordum, doğru. Ama sonra... konuştuk." Bok’un yüz ifadesi bir anlığına kararıyor, sanki derinlerde gömülü acı bir anıyı hatırlamış gibi. "Aslında, 'konuşmak' doğru kelime olmayabilir. Bana hakaret etti, Livei. Aramız... bozuldu." Bok'un sesinde bir çatlak hissediyorsun, sanki acı dolu bir anı kalbinin derinliklerinden çıkmış gibi. Gözlerini kısaca kaçırıyor, sanki o anı yeniden yaşamak istemiyormuş gibi. "Detaya girmek istemiyorum, affet. Sadece... artık umurumda değil. Onunla olan her şey geride kaldı." Sözlerinin ağırlığı odada yankılanıyor, sessizlik bir süre aranızda asılı kalıyor. Bu sözleri söylerken, Bok’un elleri yeniden belinde dolaşıyor, parmaklarının sıcaklığı tenine işliyor. Seni yeniden kendisine çekiyor, alınlarınız birbirine değiyor. Gözleri derin bir kararlılıkla bakıyor, sanki seni tamamen sahiplenmek istiyor gibi. "Şu an sadece seninle ilgileniyorum, Livei. Sadece seninle." Bok’un bu sözleri, sanki kalbinde bir yerlere dokunuyor, seni bir anlığına her şeyden izole ediyor.
Bok'un dudakları yeniden seninkilere dokunduğunda, bu sefer öpücüğü daha derin, daha açlıkla dolu. Dudaklarının hareketi seni esir alıyor, sanki zaman durmuş gibi. Ellerinin sırtında gezindiğini, parmaklarının seni daha sıkı sardığını hissediyorsun. Vücudun her zerresi onun dokunuşlarına cevap veriyor, aranızdaki çekim giderek artıyor. Bok'un parmakları saçlarında dolaşıyor, nazikçe çekiştiriyor, bu hareketi sana daha fazla dokunma arzusu yaratıyor. Odadaki hava giderek ısınıyor, sanki etrafınızdaki dünya sizin etrafınızda dönüyor. Bok'un elleri bluzunun düğmelerine gidiyor, her açılan düğmeyle birlikte teninde bir ürperti hissediyorsun, sanki her dokunuşu derinlerinde bir yere işliyormuş gibi. Dudakları boynuna inerken, sıcak nefesini teninde hissediyorsun. Dudaklarının her dokunuşu, kalbini hızlandırıyor. Kulak memeni hafifçe ısırdığında, bir inleme dudaklarından dökülüyor. Bok’un bu hareketi, aranızdaki tutkuyu daha da alevlendiriyor. Kalp atışların hızlanıyor, nefesin giderek derinleşiyor, vücudun onun dokunuşlarına cevap veriyor. Bok’un vücudunun sıcaklığını kendi teninde hissediyorsun, aranızdaki bağ giderek güçleniyor. Ellerinin onun gömleğinin düğmelerine gittiğini fark ediyorsun, sanki bilinçaltın senin yerinde kararını çoktan vermiş gibi. Bok’un gömleğini çıkarırken, kaslı göğsünü okşuyorsun, her dokunuşun aranızdaki bağı daha da derinleştiriyor. Bok inliyor, bu ses sanki seni daha da derinlere çekiyor. Seni daha sıkı sarıyor, dudakları yeniden seninkilerle buluşuyor, dilleri birbirleriyle dans ederken, aranızdaki çekim dayanılmaz bir noktaya geliyor. Bok seni nazikçe duvara yaslarken, ellerini kalçalarına koyuyor. Seni hafifçe kaldırıyor, bacaklarını beline doluyorsun. Şimdi tam göz gözesiniz, nefesleriniz birbirine karışıyor, aranızdaki bağ giderek daha derinleşiyor. Bok'un elleri yavaşça pantolonunun düğmesine gidiyor, bir an duraksıyor. "Burada yapsak olur mu?" diye soruyor, sesi arzuyla kalınlaşmış, gözlerinde hem arzu hem de endişe var. Bu soru seni bir an durduruyor, düşünmeye zorluyor. Şatonun bir odasındasınız, her an biri gelebilir. Ama aynı zamanda, bu risk seni daha da heyecanlandırıyor. Zihnin bir yandan Friks’i düşünürken, bir yandan da Bok’la aranızdaki bu anın büyüsüne kapılıyorsun. Bok’un gözlerinde sabırsızlık görüyorsun, elleri hala pantolonunun düğmesinde, kararını bekliyor. Aklından binbir düşünce geçiyor; burada devam etmek mi, yoksa daha özel bir yere gitmek mi?
Wændz: Thrao, seni dikkatle dinlerken yüzündeki ciddiyet yavaşça yumuşamaya başlıyor. Anlattıkların ona hem düşündüklerini hem de hissettiklerini derinlemesine gösteriyor. Gücünle ilgili verdiğin detaylar, senin ne kadar kararlı ve bilinçli olduğunu ona kanıtlıyor gibi. Thrao, sen konuşmanı bitirdiğinde bir süre sessiz kalıyor, sanki söylediklerini içselleştiriyormuş gibi. Derin bir nefes alıyor ve ardından sana içten bir teşekkürle başlıyor. "Wændz, bana bunları anlattığın için teşekkür ederim. Gücün ve gücünle ilgili kararların konusunda ne kadar sorumlu olduğunu görmek beni rahatlatıyor." Thrao, bir adım geri atıyor ve odanın diğer tarafına bakarken devam ediyor. "Güç... Öyle bir şeydir ki, onu nasıl kullandığın, kim olduğun kadar önemlidir. Güç, insanı dönüştürebilir, onu şekillendirebilir. Ama asıl mesele, bu dönüşümün seni nasıl etkilediğidir. Güç arayışı, insanı bazen beklenmedik yerlere sürükleyebilir. Güç sahibi olmak, sorumluluğu da beraberinde getirir. Ama güç uğruna her şeyden vazgeçmek, en büyük hatadır. Babamın başına gelenler... Onun bu yolda nasıl kaybolduğunu hepimiz gördük. Gücü arzulamak değil, onu nasıl kullandığın önemlidir." Sana dönerken, gözlerinde hala bir miktar endişe var, ama bu endişe yerini daha çok bir anlayışa bırakmış gibi. "Senin gücün, Wændz, diğerlerinden farklı. Ama bu seni korkutmamalı. Ne kadar büyük bir sorumluluğun olduğunu biliyorum, ama aynı zamanda bu sorumluluğun seni tanımlamasına izin vermemelisin. Kendini bu yükün altında ezilmiş hissetme. Gücünü nasıl kullanacağın, sana bağlı. Ve bu yolda ne kadar yalnız hissetsen de, unutma ki, her zaman yanında olanlar var." Thrao bir an sessizce duruyor, ardından derin bir iç çekiyor. "Gece gece seni fazla konuşturdum. Özür dilerim." diyor hafif bir gülümsemeyle. "Belki de bu kadar ciddi şeyleri gündüz konuşmalıydık. Şimdi seni rahat bırakayım." Thrao, sana son bir kez bakıyor ve ardından odanın diğer ucuna doğru yavaşça uzaklaşıyor. Onun adımlarının yankıları hala kulağında çınlarken, etrafına bakıyorsun. Gam ve Mitga'nın biraz önce bulundukları yerde olmadığını fark ediyorsun. Gözlerin hızla onları arıyor, ama ne Gam ne de Mitga görünüyor.
Tam ne yapacağını düşünürken, birdenbire karşında Thrao'nun annesi, Gedhilfe'nin kraliçesi Livei Ozæf beliriyor. Livei Ozæf, kraliçelere has bir zarafetle ve ciddiyetle sana yaklaşıyor. Gözlerinde, seninle konuşmak için geldikleri önemli bir konu olduğunu hissediyorsun. "Merhaba ve hürmetlerimle selam ederim." diyor Livei Ozæf, sesi oldukça resmi ve ağırbaşlı. "Kraliyete dair mütalaalarınızı öğrenmek arzusundayım. Bu hususta düşüncelerinizi benimle paylaşmanızı rica ederim." Livei Ozæf’in bu beklenmedik sorusu seni bir an şaşırtıyor, ama aynı zamanda onun ne kadar ciddiyetle bu konuyu ele aldığını da hissettiriyor. Karşısında bu kadar ciddi bir yüz ifadesiyle dururken, aklından geçen düşünceleri toparlayıp ona nasıl cevap vereceğini düşünüyorsun.