[Mutlak Son & Wændz Neidthad] Dağlar Bağlar

#1
► Show Spoiler
Livei: Friks'le birlikte eve dönerken içindeki karmaşık duygularla boğuşuyorsun. Friks'in yanında olmasına rağmen içindeki ağırlık hafiflemiyor. Evin kapısını açıp içeri adım attığında, tanıdık manzaralar ve kokular seni bir an rahatlatıyor. İçeri girdikten sonra, Friks yavaşça kapıyı kapatıyor ve derin bir nefes alıyor. Sessizliğin içindeki anı, ikiniz de sindiriyorsunuz. Friks, gözlerinde beliren kararlılıkla sana bakarak söze giriyor. "Livei." diye başlıyor, sesi hafif titreyerek. "Bok ile olan geçmişinizin derin olduğunu biliyorum. Ama öğrendiğimde, içimde tarifsiz bir acı hissettim. Seninle kurduğumuz her şey, birlikte paylaştığımız anılar... Hepsi bir anda ağırlaştı. Seni suçlamak istemiyorum, gerçekten. Ama hissettiklerimi de bastıramıyorum." Friks, ellerini cebine sokarak bir adım atıyor ve gözlerini yere dikiyor. "Bana bunları söylediğin için dürüstlüğüne saygı duyuyorum. Ama seni kaybetme korkusu, bana hissettirdiğin güvensizlik... Bunlarla başa çıkmak gerçekten zor. Sana karşı hissettiğim sevgiyle, yaşadığım ihanetin acısı arasında sıkışmış durumdayım." Gözlerinde biriken yaşları silerek devam ediyor. "Lanet olsun ki seni seviyorum, Livei. Bu duygularım asla değişmeyecek. Ama bu aldatma meselesi, içimde bir yara açtı. Her şeye rağmen, sana olan inancımı kaybetmek istemiyorum. Belki zamanla bu yarayı sarabiliriz, belki birbirimizi yeniden bulabiliriz, arkadaş olarak yani. Ama şu an, içimdeki bu karmaşayı nasıl aşacağımı bilemiyorum."

Friks, sana doğru bir adım daha atarak ellerini omuzlarına koyuyor. "Şu an odaklanabildiğim tek şey şu ki, seni her şeyden önce bir insan olarak kaybetmek istemiyorum. Ama bana dürüst olmanı istiyorum. Yüzüme bakabilecek misin?" Friks'in sözleri, içindeki duygusal fırtınayı bir nebze de olsa dindiriyor. Onun kararlılığı ve inancı, senin de içindeki umutları yeniden yeşertiyor. Bu zorlu yolda birlikte olmanın ve birbirinize destek olmanın önemini bir kez daha anlıyorsun. Friks'in söyledikleri, geleceğe dair umudunu pekiştiriyor ve bu süreçte yalnız olmadığını bir kez daha hatırlatıyor. Friks'in sözleri, derinlere işleyen bir yankı gibi zihninde dolanırken, aniden başının döndüğünü hissediyorsun. Gözlerin önünde dünya bulanıklaşıyor ve ayaklarının altındaki zeminin kaydığını fark ediyorsun. İçindeki karmaşık duygular, fiziksel bir dengesizliğe dönüşüyor ve bir anlığına ayakta durmakta zorlanıyorsun. Ellerini refleks olarak Friks'in kollarına atıyorsun, ona tutunarak dengeni bulmaya çalışıyorsun. Kalbin hızla çarpmaya başlıyor, nefes alışların düzensizleşiyor. O an, Friks'in elleri omuzlarında daha sıkılaşıyor, sana destek olabilmek için seni kavrıyor. Yavaşça derin nefesler alarak kendini toparlamaya çalışıyorsun. Gözlerin yavaşça yeniden odaklanırken, Friks'in endişeli yüzünü görüyorsun. Ve o anda bunun yaşadığın duygusal durum ile alakası olmayabileceğini anlıyorsun. Yine de konuşabilecek durumdasın.

Mabi: Thomas'la birlikte sabaha karşı karargaha doğru yol alıyorsun. Hava soğuk, etraf sessiz ve sokaklar ıssız. Adımlarınızın yankısı, boş sokaklarda belirgin bir şekilde duyuluyor. Gökyüzü, geceyle gündüz arasında bir yerde, hafif bir maviye dönmeye başlamış. İçinde karargaha geri dönmenin verdiği karmaşık duygularla boğuşuyorsun. Thomas'ın yanında olması, bir nebze olsun içindeki endişeyi yatıştırıyor. Adımlarınızı hızlandırarak ilerliyorsunuz, karargahın tanıdık silueti ufukta belirdiğinde içindeki umut yeniden canlanıyor. Karargahın kapısına yaklaştıkça, içinde bir rahatlama hissi beliriyor. Yine de, geri dönmenin getirdiği sorumluluklar ve zorluklar aklından çıkmıyor. Thomas, yanında sessizce yürüyerek sana destek oluyor, onun varlığı güçlü bir destek gibi. Karargahın kapısına vardığınızda, kapıyı çalmak için elini kaldırıyorsun. İçinde hafif bir heyecan ve gerilim hissediyorsun. Kapıyı çaldığında, bekleyişin kısa sürüyor. İçeriden gelen ayak sesleri duyuluyor ve kapı yavaşça açılıyor. İçerideki tanıdık yüzlerle karşılaştığında, içindeki endişe yerini bir nebze de olsa rahatlamaya bırakıyor. Karargahın sıcaklığı ve tanıdık kokuları, kendini daha güvende hissetmeni sağlıyor. Tabii tüm bu hissiyatı Hae'nin bağırması bozuyor. "NOLUYOR LAN? MİTGA DA BURADA, SEN KİMSİN LAN?!" Thomas öne atılıyor ve "Hae bey, açıklayabilirim. Şimdi durum şu-" derken Hae onun da sözünü kesiyor ve "Bir kopya daha mı var? Ölü adamın arkasından bir kopya daha mı yaptılar lan?" diye soruyor. Mitga ise kapıya doğru geliyor ve uzun bir iç çekip "Hayır, Hae. O gerçek Mabi." diyor. Hae, faltaşı gibi açılmış gözlerini Mitga'ya döndürüyor ve hemen ardından tekrar sana döndürüyor. "İçeri gir. Her şeyi açıkla. Yemin ediyorum boğarım seni."

Hae'nin şaşkın ve öfkeli tepkisi, karargahın içindeki sakin atmosferi bir anda bozuveriyor. Sen ve Thomas içeri adım attığınızda, Hae'nin keskin bakışları üzerinizde hissediliyor. Mitga, sakin bir tavırla size bakarken, uzun bir iç çekerek Hae'yi yatıştırmaya çalışıyor. Hae'nin gözlerindeki öfke ve şaşkınlık, durumu açıklamadan önce havada asılı kalıyor. Thomas, durumu açıklamaya çalışsa da Hae'nin keskin tepkileri sözlerini yarıda kesiyor. Mitga, ekibe çay hazırlamak için mutfağa yönelirken, sen ve Thomas sessizce oturuyorsunuz. Hae'nin keskin bakışları hala üzerinizde, durumu açıklamanız için sabırsızca bekliyor. Odadaki sessizlik, içinde taşıdığın karmaşık duyguları daha da belirgin hale getiriyor. Thomas, bu gergin atmosferi yumuşatmak için "Kopyalamasalar bari." diyor, ama odadaki kimse gülmüyor. Sessizlik, şakanın ardından daha da yoğunlaşıyor. Mitga, elinde çay tepsisiyle geri döndüğünde, çaylar masaya konuluyor ve herkes birer fincan alıyor. Hae, çayından bir yudum alarak gözlerini sana dikiyor. "Tamam, dinliyorum. Her şeyi açıkla, Mabi." diyor, sesi biraz daha yumuşamış ama hala sert bir tonla. O an, içindeki bütün karmaşık duygularla yüzleşmeye hazır hissediyorsun. Mitga'nın hazırladığı sıcak çayın buğusu odada yayılırken, Hae'nin merak ve öfkeyle dolu bakışları altında, konuşmaya başlıyorsun.
Off Topic
Pasiflik süresi üç gündür. Wændz Neidthad konuya birkaç tur sonra dahil olacaktır.

Re: [Mutlak Son & Wændz Neidthad] Dağlar Bağlar

#2
Friks özel olarak konuşmak istediğini söylemişti. Bok ile aralarında neler geçmişti emin değildi ama odadan çıktıklarında ikisinin de morali oldukça bozuk görünüyordu. Bugünlük dinlenmeleri gerektiğini, yarın toplanacaklarını söylemişti. Kendisiyle de konuşmayıp hızlıca ortadan yok olmuştu. Livei de şimdi Friks ile birlikte eve doğru yürüyordu. Göğsünde bu büyük ağırlığın normal olduğunu varsayıyordu. Bu işin kolay geçeceğini düşünmemişti zaten. Hiçbir ayrılık kolay olmazdı. Hiç değilse işleri tatlıya bağlayarak ayrılmaları en doğrusu olacaktı. En başından beri olması gereken buydu zaten. Kendini kandırmıştı. Bok yanı başındayken Friks'e sadık kalabileceğini düşünerek aptallık etmişti. Eve adım attığı anda bir nebze olsun hafiflediğini hissetti. Her şey yerli yerindeydi. Tüm eşyaları onları en son bıraktığı haliyle duruyordu. Dışarıdaki dünyada olan biten karmaşadan habersiz, öylece zaman geçiriyorlardı. Arkasından kapının kapandığını duydu. Arkasına döndü. Friks derin bir nefes almıştı. Yol boyu hiç konuşmamışlardı ve aralarındaki bu sessizlik ürkütücüydü. Bunu ilk bozan kişi Friks olmuştu. Adını duyduğu anda irkildi. İsminin Friks'in ağzından hiç bu kadar ciddi çıktığını duymamıştı daha önce. Kalbinin kırıldığını söylemişti. Böyle bir şeyi ondan beklemiyordu elbette. Birlikte kurdukları bir hayal vardı. Onu ailesiyle tanıştırmıştı, onunla nişanlanmıştı bir nevi. Livei gerçekten de evlenmek istemişti onunla, bunda yalan yoktu. Ona bir kez olsun yalan söylememişti. Bu yüzden kalbinin bu kadar kırılması normaldi. Onu ne kadar çok sevdiğini, güvendiğini, onu kaybetmekten korktuğunu söylemişti. Onu hala sevdiğini söylemişti. Livei gözlerine yaşların hücum ettiğini hissetti bu cümleden sonra.

Friks ona doğru yaklaşmış ve elini omzuna koymuştu. Onu öncelikle bir insan olarak kaybetmek istemediğini söyleyerek acımasız bir soru sormuştu. Onun yüzüne bakabilecek miydi? Şimdi bile bakmak çok zor geliyordu. Keşke buharlaşıp yok olabilseydi. Keşke Bok'a hayır diyecek kadar güçlü olabilmiş olsaydı. Keşke Bok'u arkadaş olarak görebilecek kadar güçlü olsaydı. Keşke en baştan Friks'e hiç evet demeseydi, onunla hiç bu ilişkiye başlamamış olsaydı. Keşke o konsere gitmeseydi. Keşke Bok ile hiç tanışmasaydı. Keşke... Keşke... Ama bu doğru değildi. Tüm bunları yaşamasının ardında bir sebep vardı. Bunların her biri birer hayat deneyimiydi. Ne kadar süre daha hayatta kalırlardı bilmiyordu ancak tüm bunlar yaşanmamış olsaydı tüm o güzel anılar da olmayacaktı. Bok'a duyduğu tutkulu aşk, terk edildiğinde yaşadığı acı, bu acının Friks tarafından hafifletilmesi, onunla paylaştığı onca harika anı ve tecrübe... Bunları yaşamamış olmayı dilemezdi. İyi ki de yaşamıştı. Belki de bu onların dönüm noktasıydı. İleride bir gün bugünü hatırlayıp böyle hüzünlü değil daha huzurlu hissedeceklerdi. Belki de "iyi ki" diyeceklerdi. Keşkelerin hepsi iyi ki yaşandılara dönüşecekti. Ve belki de onlar zaten bu savaş ortamının ve kayıpların etkisiyle birbirine çekilmiş olan ama aslında birbirlerine hiç de uyumlu olmayan, en başından beridir arkadaş olarak kalması gereken iki genç olduklarını fark edeceklerdi.

Friks'in söyledikleri önemliydi. O hala umut doluydu. Hala kararlı ve azimliydi. Hala onun yanında olmak istiyordu. Bir arada kalmak istiyordu. Bu her şeye değerdi. Yalnız değildi. Onun da dediği gibi, bu yaraları birlikte saracaklardı. Bunun üstesinden birlikte geleceklerdi. Olması gereken de buydu. Her şey daha da netleşmeye başlamıştı önünde. Ancak her şey önünde daha da netleşirken tüm dünyasının bulanıklaştığını hissetti. Duvarlar, Friks'in yüzü, her şey dönüyordu. Zeminin ayağının altında kaydığını hissediyordu. Bir çabayla Friks'in koluna tutundu. Kalbi yerinden çıkarcasına atıyordu. Soluk soluğa kalmıştı. Neler oluyordu? Bir anda üst üste çok fazla şey yaşadığı için miydi? Yoğun duygulardan mıydı? Belki de aç kalmıştı? Ciğerine derin derin nefesler çekerek kendine gelmeye başladı. Friks'in onu omuzlarından kavrayan kollarını hissetti. Onu tutuşu sertleştiğine göre dengede kalabilmesini de ona borçluydu. Yavaşça kendine gelirken başını kaldırıp Friks'e baktı. Oldukça endişeli görünüyordu. "Özür dilerim, başım döndü. Ne oldu bilmiyorum. Tansiyonum ya da şekerim düştü galiba." dedi söylediği şeyden emin olamaz bir ses tonuyla. Daha önce daha ağır şeyler atlattığı olmuştu, vücudu şimdi mi pes ediyordu? Belki de birikme yapmıştı. "Ben... ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Teşekkür ederim. Bana bu kadar iyi davranmanı hak etmiyorum. Hata bende. Beni suçlamalısın. Sana en başından daha dürüst olmalıydım ama üstesinden gelebileceğimi düşündüm. Sana olan duygularım yalan değildi. Seninle gerçekten birlikte olmak istedim, geçirdiğimiz her andan da keyif aldım. Seninle gerçekten evlenmek istedim. Hiçbiri sahte değildi." Derin bir soluk aldı. "Bana ne oldu bilmiyorum. Belki de Bok ile hiçbir zaman gerçekten ayrılmadığımız içindi. Bitmemiş bir şey olarak devam ettirdik bunu zihnimizde. Biz onunla birbirimizi çok seviyorduk. Ben hayatımda daha önce hiç o şekilde aşık olmamıştım. Öldüğünü sandığımda o perişanlıktan toparlanmak istedim. O dönemde sen yanımdaydın. Bana sadece bir sevgili olmadın, en yakın arkadaş ve destek de oldun, beni hayata geri döndürdün. Sonra Bok'un ölmediğini öğrenince... Bok bir gün çıkıp karşıma geçince kendimi ona ihanet etmiş gibi hissettim biliyor musun? Çok saçma, biliyorum ama hissettiğim buydu. Onun da hayatında bir başkası olsa daha kolay atlatırdım belki. Onu değil seni seçmek istedim. Kendimde ona birkaç kere hayır diyebilme gücünü bulabildim. Ama her ne olursa olsun bu doğru değil. Bunu sana yapmamalıyım. Sen bunu hak etmiyorsun. Bok ile aramda hiçbir şey olmasaydı bile gerçeği duymalıydın. Benim ağzımdan." Gözünden akan yaşları hızlıca elinin tersiyle sildi. "Bana karşı hala bu kadar sevgi dolu ve iyi olman... Ben bunu hak etmiyorum. Yaptığım çok yanlıştı Friks. Ve ortada suçlanacak tek kişi benim. Bu çok bencilce ama ben de seni kaybetmek istemiyorum. Hala bu kadar umut dolu olduğun için teşekkür ederim. Seni neden sevdiğimi çok iyi anlıyorum. Ben de yaralarımızı sarabileceğimizi, bunun üstesinden gelebileceğimizi umuyorum. O yüzden evet. Yüzüne bakabileceğim... hatta bakmak istiyorum." dedi Friks'in gözlerinin içine bakarak. "Zor olacak biliyorum ama..." diye ekledi fazla cesur görünmemek için. Hala biraz başı döndüğü için Friks'ten uzaklaşıp koltuğa oturdu. "Karargahtayken Bok ile ne konuştunuz?" diye sordu merakına daha fazla hakim olamayarak.
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son & Wændz Neidthad] Dağlar Bağlar

#3
Frip'in evinin kapısından dışarıya adım attığım anda, bana neyin iyi geleceğini biliyordum. Kardeşim Thomas ve felekten bir gece! Djurat'ta şu çok iyi bilinir ki, bizim bir kadını unutmamız bir gecemizi alır, hayvan gibi içeriz, kafayı dağıtırız, çocuklaşırız biraz da, ancak her şeyi unutur geçeriz. Thomas'a ettiğim teklif üzerine bunu kabul etmesi, gerçekten muhteşem bir gece geçireceğimiz ve eski defterlerin tümünü kapatacağımız anlamına geliyordu. Bir bara girmiş, sert içkiler sipariş vermiş, içkileri ardı ardına midemize indirmeye ve sohbet etmeye başlamıştık bile. Sadece Frip değil, Dünya, Elion, uğraştığımız ne varsa unuttum gitmeye hazırdım içkilerin sayısı artmaya başladıkça. Başta sessizce içilen bu içkilere, çenemizin açılmaya başlamasıyla koyu bir sohbet eşlik etmeye başlamıştı. Sonra kahkahalar, barın havasına eşlik etmeler, insanlarla şakalaşmalar ve sosyalleşmeler. Şuradan bir de kadın götürsem çok iyi olabilirdi ama, maalesef planım buna yönelik değildi. Bir Djurat'lı olarak, birinin çenesine yumruğu basmalı ve birinin de bana yumruğu basmasını tüm heyecanımla beklemeliydim.

Thomas'la tek bir barda kalmayı reddetmiş, bardan bara gezmiştik. Farklı insanlar, farklı ortamlar, farklı mekanlar, hepsiyle iletişimimiz çok daha farklıydı. Kimiyle gidip taşşak geçiyor, kimiyle komik sohbetler kuruyor, kimisiyle de kavga etmek istercesine sataşıyorduk. Tabi, her şey bir adamın omzuna çarpmama ve bana ters ters bakmasıyla istediğim noktaya gelmeyi başardı. Yumruğu adamın suratına indirdiğim anda barın içinde müthiş bir kavga patlak verdi, bunun üstüne de Thomas yanıma geldi ve kavgaya başladık. Bir o adama vuruyor, dönüyor başka bir adama vuruyordum, artık kimin bizden, kimin düşmanımız olduğunu anlamıyordum bile. Sadece önüme gelen herkesi yumrukluyordum, içimdeki tüm stresi ve öfkeyi atıyordum her bir yumruğumda. Sırtımı Thomas'a dayamış, ara ara ona bakıp kahkahalar atıyordum. Üzerimdeki morluklar, kesiklerle birlikte Thomas'tan destek ala ala yürüyordum. Öyle bir duruma gelmiştik ki, hem o benden destek alıyor hem ben ondan alıyordum. "Bu geceyi unutmak mümkün mü! Felaket eğlendim! Her zaman kardeşimsin monsieur!" diyerek cevap vermiştim Thomas'a. Gerçekten, bu gece her şeyi geride bırakmamı ve kafamı çok daha iyi bir şekilde toplamamı sağlamıştı.

Böylelikle, sabaha karşı karargaha doğru aldığımız yolda çok daha sakindim. Daha iyi bir şekilde yapılacak planlara dahil olabilir, daha detaylı düşünebilirdim. Boş sokakların içinde yürümeye devam ederken, bir yandan da arkadaşlarımın tepkisini merak ediyordum. Muhtemelen bir çoğu ne olduğunu şaşıracaktı, sonrasında sinirlenebilirlerdi de. Emin değilim tabi, ancak geriye dönmüş olmamama daha çok sevineceklerdir. Karargahın kapısına vardığımızda, bize kapıyı açan kişi Hae Tumi oluyordu. Onu uzun bir süredir görmemiştim, özellikle heykel olduktan sonra hiç görme fırsatı yakalayamamıştım. Hae'nin şaşkınlıkla bağırdığı gibi ben de ona bağırdım. "SEN HEYKEL OLMADIN MI LAN?" Benim sözümün ardından Thomas açıklayabileceğini söylemiş, ancak Hae onun sözünü keserek bir kopya daha mı olduğunu sorgulamıştı. Mitga'da gelip benim gerçek olduğumu söyleyince elimi kaldırarak otuz iki dişimi çıkararak gülümsemiştim. "Naber Mitga? Nasıl gidiyor?"

Hae'nin şaşkın tepkisinin ardından içeriye girmiştik. Beni boğabileceğini söylüyordu, lakin bu pek mümkün değildi. O zamanlarda da hatırladığım gibi ince bir çocuktu. Aynı Ae gibi. Daha çok beslenmesi gerekirdi, en azından beni boğmak istiyorsa. Thomas birkaç kere durumu açıklamaya çalıştıysa da Hae'nin keskin bakışları onun sözlerini teker teker kesiyor gibiydi. Tam bu anda, Thomas'ın ağzından çıkan iki kelime, o muhteşem espri bir ayı gibi anırmama sebep olmuştu. Böylesine komik bir espriyi şöyle bir ortamda yapması, götüm yarılacak gibi hissediyordum. Kahkahalarımın arasında dostane bir tokat attım Thomas'ın sırtına. Kahkahalarım ortamdaki başka kimsenin gülmemesiyle yavaş yavaş soldu tabi. Mitga çayları getirdiğinde, tamamen susmuştum. Hae her şeyi açıklamamı söylüyordu. Buna hazırdım tabii ki. Çayımdan bir yudum aldıktan sonra sakin bir şekilde konuya girdim.

"Thomas ve Jükum ile saklanıyorduk. O sırada Thomas'ın durumu pek iyi değildi, Thomas göğsünden vurulmuştu Jüme tarafından. Elion'un tarafında olan Jüme'yi öldürdüm, ancak bu sefer saklandığımız yerde Elion bizi buldu anında. Thomas'ın o ara durumu iyi değildi, bilinci de yerinde değildi. Uykudaydı. Birkaç saçma sohbetten sonra ellerinde şırıngalar taşıyan bir sürü adam içeriye fırladı. Yaklaşık on beş kişi kadar olması gerek. O şırıngalarla ne yapmayı planladıklarını anlatmama gerek yok, değil mi?" Dedim Hae'ye gülümseyerek. Sonrasında çayımdan bir yudum aldım kurumuş boğazımı ıslatması için. "O an iki seçeneğim vardı. Ya oradan hızlıca çıkacaktım ve yanımda Jükum'u bir şekilde götürecektim ve Thomas derin bir uykudayken canını verecekti, ya da tüm vaktimi bir şekilde ikisini kurtarmaya harcayacak ve yok olacaktım. Ben de ikinci seçeneği seçtim. İkisini de ışınladıktan sonra ölümün kolların kendimi teslim etmiştim, ancak Dünya tarafından kurtarıldım. Bu iyi bir şeydi, çünkü orada hiç beklemeyeceğim bir olay yaşandı. Bir ruhla tanıştım." Sağ elimle Mitga'yı gösterdim gülümseyip. "Mitga ile tanıştık, o her ne kadar bir kopya olsa da kendi varlığı vardı, bunu görebiliyordum. O bir canlıydı, canlı bir ruhtu. Onunla arkadaş olduk, buraya geri döndüğümdeyse Bay Zengin'den bir şey rica ettim. Beni ölü olarak göstermesini. Bunun sebebi şu, Mutlak Son'un gücünün bir nebze kırıldığını gösterebilirsek, Mavi Yıldız'ın hedefine düşebilirdik. Bizim zayıf bir anımızdan faydalanıp, bizi tamamen ortadan kaldırmak isterlerse, onları çok daha iyi bir şekilde kıstırabilirdik. Lakin işler planladığım gibi gitmedi tabi." Bir yudum daha aldım çayımdan. "Ben de geriye döndüm. Olay bu yani." Olayların özetini geçtikten sonra, Mitga'ya döndüm gülümseyerek.

"Ee, nasıl gidiyor? Alışabildin mi?"
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son & Wændz Neidthad] Dağlar Bağlar

#4
Mabi: Mitga, senin anlattıklarını dikkatle dinledikten sonra derin bir nefes alarak konuşmaya başlıyor. "Mabi, seninle tanışmam gerçekten beklenmedik bir olaydı." diyor, yüzünde hafif bir gülümsemeyle. "Başlangıçta sadece bir kopya olduğumu düşünüyordum, ama zamanla kendi benliğimi keşfetmeye başladım. Seninle olan dostluğumuz, bana bir amaç verdi. Kendi varlığımı kabul etmek ve bu gezegende bir yer edinmek için mücadele etmeye karar verdim." Mitga'nın gözleri dalgınlaşarak devam ediyor. "Dünyalıların beni neden yarattığını bilmiyorum, ama bu dünyada seninle ve diğerleriyle birlikte olmak, kendi kimliğimi bulmama yardımcı oldu. Şimdi, buradayım ve bu mücadelenin bir parçasıyım. Arkadaşlar da sağ olsunlar bana iyi davranıyorlar." Hae, Mitga'nın sözlerini dinledikten sonra kaşlarını çatarak söze giriyor. "Bunların hepsi çok güzel de, Mabi, senin ölmeni izledikten sonra yaşadığımız şoku tahmin bile edemezsin." diyor, sesi hala biraz öfkeli ama endişeli. "Bu planların, stratejilerin... Hepsi çok karmaşık ve riskli. Bir an seni kaybettiğimizi düşündük ve bu bizi paramparça etti." Hae'nin gözlerinde beliren derin endişe ve öfke, yaşadığınız zorlukların ve tehlikelerin ağırlığını hatırlatıyor sana. "Anlıyorum, güç dengelerini değiştirmek istiyorsun. Ama bu tür riskli planlar, hepimizi tehlikeye atıyor. Mutlak Son'u yönlendirirken daha dikkatli olmalıyız. Mavi Yıldız'ın ne kadar tehlikeli olduğunu biliyoruz. Onların oyunlarını oynamak yerine, kendi stratejimizi daha sağlam kurmalıyız."

Hae, konuşmasını bitirirken gözlerini sana ve Mitga'ya dikiyor. "Mabi, hepimiz burada seninleyiz. Ama lütfen, bir daha böyle riskli bir plan yapmadan önce bizlerle paylaş. Birlikte daha güçlü ve daha akıllıca hareket edebiliriz." Hae'nin sözleri, ekibin birlikte daha dikkatli ve güçlü hareket etme kararlılığını bir kez daha ortaya koyuyor. Onun endişesi ve öfkesi, aslında sana ve ekibe olan bağlılığının bir göstergesi. Bu zorlu mücadelede, birbirinize güvenerek ve destek olarak ilerlemenin önemini bir kez daha anlıyorsun. Tam bu sırada kapı açılıyor ve Bok içeri giriyor. Senin varlığını fark ettiği anda yüzünde şaşkınlık ve sevinç karışımı bir ifade beliriyor. Gözleri fal taşı gibi açılmış halde sana bakarken, şaşkınlıkla "Mabi? Sen... gerçekten geri döndün mü? Noluyor ya?" diyor. Mitga ve Hae, Bok'a durumu anlatmaya başlıyor. Mitga, senin Dünya'da yaşadıklarını ve geri dönme planlarını anlatırken, Hae de senin ölümün ardından yaşananları ve ekibin üzerinde bıraktığın etkiyi açıklıyor. Bok, durumu dikkatle dinlerken, zaman zaman şaşkınlığını ve endişesini gizleyemiyor. Mitga ve Hae'nin açıklamaları tamamlandığında, Bok derin bir nefes alarak sana dönüyor. "Abi tüm bunları yaşarken bize haber vermemenin sebebi neydi acaba?" diye soruyor, sesi karışık duygularla dolu. "Seni kaybettiğimizi düşündük, hepimiz perişan olduk. Şimdi geri döndün ve her şeyin bir plan olduğunu söylüyorsun. Ama bu planların ne kadar tehlikeli olduğunu hiç düşündün mü? Ya gerçekten geri dönemeseydin?" Bok'un gözlerindeki sorgulayıcı bakışlar, sana olan sevgisi ve endişesiyle dolu.

Livei: Friks'in gözlerinin içine bakarken, onun kararlılığını ve sevgi dolu ifadesini görüyorsun. Senin söylediklerinle biraz olsun rahatlamış gibi görünse de hala içinde bir karmaşa ve acı taşıyor. Friks derin bir nefes alarak gözlerini senden kaçırıyor. "Bok ile konuşmak... Zordu." diyor, sesi hala biraz titrek. Bir an duraksayıp düşünceli bir ifadeyle devam ediyor. "Aslında anlatmak istemiyorum ama... Neyse, anlatayım da bitsin gitsin." Friks, ellerini saçlarının arasından geçirip arkasına yaslanarak konuşmaya başlıyor. "Bok ile konuştuğumda, ikimizin de kafası karışıktı. Onunla olan geçmişiniz hakkında daha fazla şey öğrenmek istedim. Seni ne kadar sevdiğimi ve bu durumun beni ne kadar etkilediğini ona anlatmaya çalıştım. Ama Bok... O da senin için çok şey hissetmiş, bunu anlamak zor değildi." Friks, derin bir nefes alarak devam ediyor. "İlk başta onunla yüzleşmek istemiyordum. Ama sonunda anladım ki, birbirimizi anlamak ve bu durumu çözmek için konuşmamız gerekiyordu." Friks, gözlerini yere dikerek sözlerine devam ediyor. "Bok, seninle olan ilişkisini asla küçümsemedi. Seni ne kadar sevdiğini, seninle geçirdiği zamanın onun için ne kadar değerli olduğunu anlattı. Onun da kalbi kırılmıştı. Sana olan duyguları hala tazeydi ve seninle yeniden bir arada olmayı hayal ediyordu. Ama onun da endişeleri vardı. Sana zarar vermek istemiyordu. Bok seni gerçekten önemsiyor, Livei. Bu yüzden..."

Friks, gözlerini sana dikerek devam ediyor. "Ona seni ne kadar sevdiğimi ve bu durumun beni ne kadar zorladığını anlattım. Bok ise senin için ne kadar önemli olduğumu anladığını belirtti. Onunla konuşmak, bana biraz olsun huzur verdi. Çünkü ikimizin de seni sevdiğimizi ve senin mutluluğun için elimizden geleni yapmamız gerektiğini anladım." Friks, ayağa kalkıyor, elini uzatıyor ve "Elimi sıkmanı istiyorum. Her şey için teşekkür ederim." diyor. Ayağa kalkıyor ve Friks'in elini sıkıyorsun, sonra da sarılıyorsunuz. Friks "Hadi, karargaha dönelim, zaten acelemiz var getirdim seni buraya kadar boşu boşuna." diyor. Friks ile birlikte tekrar karargaha doğru yola koyuluyorsunuz. İçindeki duygusal fırtına biraz olsun dinmiş gibi hissettiriyor, ama hala derin bir huzursuzluk var. Sokaklarda yürürken, Friks'in varlığı sana bir nebze olsun güven veriyor. Yol boyunca sessizce yan yana yürüyorsunuz. Gökyüzü hafifçe aydınlanmaya başlamış, soğuk hava teninizi ürpertiyor. Her adımda karargaha biraz daha yaklaşıyor, içindeki karmaşık hislerle boğuşuyorsun. Friks'in yanındaki varlığı, bir yandan seni rahatlatırken bir yandan da içine düştüğün durumu yeniden düşünmeni sağlıyor. Onunla bu kadar açık ve dürüstçe konuşmak, aranızdaki bağı güçlendirmiş gibi görünüyor. Karargahın kapısına vardığınızda, derin bir nefes alarak kapıyı çalıyorsun. İçeriden gelen ayak sesleriyle birlikte kapı yavaşça açılıyor ve tanıdık yüzler seni karşılıyor. İçeri adım attığınızda beklenmedik bir manzara ile karşılaşıyorsun. Mabi orada, tam karşında duruyor. Onu hayatta ve karargaha geri dönmüş halde görmek, içindeki şaşkınlık ve sevinci aynı anda tetikliyor.

Re: [Mutlak Son & Wændz Neidthad] Dağlar Bağlar

#5
Friks, Bok ile konuştuklarını anlatmak istemediğini söylemişti ancak sonra fikrinden vazgeçerek anlatmaya karar vermişti. Bok ile kendisi hakkında konuştuklarını öğrenmişti böylece. Livei'nin onunla olan geçmişini öğrenmek istemişti, Bok'un onu hala eskisi gibi sevdiğini, onun için hala ne kadar değerli olduğunu öğrenmişti. Livei derin bir iç çekerek bakışlarını kaçırdı. Bu konuyu Friks ile konuşmak gerçekten zorluydu. Bok'un ona olan duygularını biliyordu, söylemese bile birbirlerine olan bakışlarından belliydi en başından beridir. Sarhoş olduğunda dürüst davranabiliyordu sadece, tüm bu süreç onun için de zorlu geçmişti. Livei, Friks'in tüm söylediklerini başını aşağı yukarı sallayarak dinledi ve hiç konuşmadı. Friks son olarak Bok'un da kendisinin de onu çok sevdiklerini ve onun mutluluğu için çabaladıklarını söylemişti. En azından aralarındaki bu mesele bir şekilde tatlıya bağlanmıştı. Konuşulan konu ne kadar ağır ve acı verici olursa olsun bununla yüzleşmişlerdi. İkisiyle de gurur duyuyordu ama Friks ile daha çok duyuyordu. Onunla ilk tanıştığı zamandan bu zamana Friks çok olgunlaşmış ve değişmişti. Yaşadığı onca şeyin de bunda etkisi olabilirdi elbet.

Friks ayağa kalkıp ona elini uzatmıştı. Elini sıkmak istediğini söylemişti. Livei gülümseyerek ona uzatılmış eli sıktı. "Bu kadar da resmiyete gerek yok ya." dedi durumun tuhaflığını kovmak istercesine. Sonra birbirlerine sarıldılar. Arkadaşça bir sarılmaydı, veda sarılması değildi. Livei'nin göğsündeki ağırlık böylece hafiflemişti. "Esas ben teşekkür ederim." dedi son olarak hüzünlü bir ses tonuyla. Sonrasında toparlanıp karargaha dönmeye karar verdiler. Yol boyu birbirleri ile hiç konuşmadılar. İkisinin de iç dünyasında çözülmesi gereken, gece yatmadan önce oturulup düşünülecek şeyleri vardı. İkisi de bir şeyler kaybetmiş ve kazanmıştı. Bunun derinliği sanki birbirleri ile konuşmalarını engelliyor gibiydi. Livei her şeyin eskisi gibi olmasını istiyordu bir an önce. Yas havası dağılsın, her şey yine çiçekler ve böcekler olsun istiyordu. Elbet olacaktı bir gün, zamanla ama anında olması mümkün değildi. Friks ile aralarındaki ilişki bir süre daha bu şekilde sallantılı ve garip devam edecek gibi duruyordu. Zamanla, açılan yaralar sarıldıkça her şey düzelecekti. Buna inanıyordu.

Karargaha vardığında bir solukta çaldı kapıyı. Bok'u görmek istiyordu tekrar. Nedense onu özlemişti. Kapı açıldığında ise içeride özlediği bir değil iki kişiyi buldu. İlk başta Mitga olduğunu düşünmüştü ama hayır, iki tane Mitga vardı. Ve bu Mitga'nın tek gözü eksikti, üstü başı yara bereydi ve o kesinlikle Mabi'ydi. "Hassiktir bok." Hayretle ağzından ilk olarak bunlar dökülmüştü. "HASSİKTİR! MABİ?! SEN YAŞIYOR MUYDUN?!" Sadece Mabi değil, Thomas da aralarına dönmüştü. Ağzı şaşkınlıktan kapanamaz bir halde hızlıca koşarak Mabi'nin üstüne atladı ve ona kocaman sarıldı. "İnsan bir haber verir sinyal gönderir ya neler çektik haberin var mı senin? Zavallı Frip çok ağladı mezarının başında. Deli olacak şimdi hayatta olduğunu öğrenince."
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son & Wændz Neidthad] Dağlar Bağlar

#6
Mitga'nın bu Dünya'dan ve kendisinden bir anlam araması beni çok sevindirmişti. Sanki kendimi iyileştirmişim gibi hissediyordum. Dünyalıların onu neden yarattığı önemli değildi, o yaratılmıştı ve bir ruha sahip olmuştu. O bir varlık olmuş, bu hayatta bir anlam kazanmıştı. Arkadaşlarımızın da ona iyi davrandıklarını öğrendiğimde gülümsedim. Zaten kötü davranmayacaklarını biliyordum. Bir şey diyemeden Hae söze girmiş ve yaşadıkları şoku tahmin edemeyeceğimi söylemişlerdi. Onlara bir özür borçluydum aslında. Bu planlarımın ve stratejilerimin riskli olduğunu söylüyordu, aslında ben bir risk görememiştim. Beni kaybettiklerini düşünmek onları paramparça etmişti, işte tam bunun için özür dilemeliydim. Onlara bu duyguyu yaşatma hakkım yoktu, her ne kadar bu planı bizleri düze çıkarmak için yaptıysam da. Hae herkesin burada benimle birlikte olduğunu ve bir ekip olduğumuzu söylemesiyle birlikte ayağa kalktım. Hae'nin arkasına geçtim cümleleri bittiğinde.

"Özür dilerim, sizlere bu duyguları yaşatmaya hakkım olmadığının farkındayım. Ancak çok ani gelişti ve planı çok hızlı bir şekilde kurdum. Mavi Yıldız'ın bu andan faydalanacağından emindim." Dedikten sonra dostane bir şekilde boyun kilidine aldım Hae'yi kocaman gülümseyerek. "Kızma la, tamam yapmam bir daha." Hae ile az biraz boğuştuktan sonra, içeriye Bok girdi. Bok'un suratındaki ifade yüzümdeki gülümsemeyi daha da arttırırken, ne olduğunu sorgulamasına karşılık ben cevap vermeden Mitga ve Hae anlatmaya başlamışlardı. Ben de kenarda sessizce dinlemiş, ikilinin açıklamaları bittiğinde Bok'un kelimelerini işitmeye başlamıştım. Sesindeki duyguların karışıklığını görebiliyordum. Keşke hepsi bir arada olsaydı, şimdi teker teker özür dilemem gerekecekti. "Dünya'da yaşadığımı öğrendikten sonra kurduğum hızlı planlardı. Bu yüzden haber veremedim." Bok'un karşısına geçip kocaman sarıldım. "Özür dilerim, bu duyguları yaşatma hakkım yoktu. Bir daha olmayacağına emin olabilirsiniz."

Bok'un omzuna kolumu attıktan sonra saçlarına kısık gözlerle bakarken kapı çaldı. "Sen ne yakışıklı bir herif oldun la." Tam bana Bok yüzünden kadın kalmayacağını söyleyecektim ki, içeriye Livei'nin girmesiyle birlikte gülümsemem daha da büyüdü ve boştaki elimi havaya kaldırdım ona selam vermek için. Sanırım bu biraz da istemsiz bir şekilde olmuştu, tüm bu olaylar yaşanmamış ve bir süredir görüşmediğim çok yakın bir arkadaşımmış gibi selam verdiğimi fark etmiştim. Tabi Livei'nin ağzından çıkan birkaç cümleden sonra bir anda sarılmasıyla ben de ona sarılmış ve geriye kalan cümleleri dinlemiştim. Tabi dinledikten sonra ufak bir kahkaha atmış, bir süre daha sessizce sarıldıktan sonra geriye doğru çekilip ellerimi omzunda tutmuştum. "Deli oldu zaten. Ayrıldık biz dün." Dedim kocaman gülümseyerek. Sonrasında gülümsemem biraz düştü, çünkü Livei'den de özür dilemem gerekiyordu. "Özür dilerim size hissettirdiğim duygular için. Elion Thomas ve Jükum'un canını almak için bana canlı bombalar yolladığında, intikam hırsı gözümü bürümüştü. O adamın sadece bana yara vermek için on beş kişiyi intihar ettireceği aklımın ucundan geçmezdi. Bu yüzden kendimi ölü gibi gösterdiğim bir plan yapıp Mavi Yıldız'ı avlamak istedim, ancak işe yaramadı. Bir daha size bu duyguları yaşatmam." Dedikten sonra gülümsemem daha da büyüdü tekrardan.

"Birer bira içmeyelim mi?"
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son & Wændz Neidthad] Dağlar Bağlar

#7
Mabi'nin sözlerinden sonra odadaki hava biraz olsun yumuşuyor. Bok, Hae, Mitga ve Friks birbirlerine bakarak gülümsemeye başlıyorlar. Bok "Valla iyi fikir, bu kadar stresin üzerine biraz rahatlamak fena olmaz." diye ekliyor. Hae de başını sallayarak "Bence de, bu gece biraz dinlenmeye ve gevşemeye ihtiyacımız var." diyor. Mitga, mutfaktan bir kasa bira getiriyor ve herkes birer tane alıyor. Biralar açıldığında, ortam biraz daha rahatlıyor. Friks, hala biraz gergin görünse de birasını kaldırıp "Şu an hayatta olmamıza ve birlikte olmamıza." diyor. Herkes kadehini kaldırarak ona eşlik ediyor. Biralar içilip sohbet koyulaşırken, kapı bir kez daha çalınıyor. İçeri giren Mavi, yüzünde şaşkın bir ifadeyle karargaha adım atıyor. "Mabi? Gerçekten sen misin?" diyor. Bok, Hae, Mitga ve Friks şaşkınlıkla Mavi'ye bakıyorlar. Mavi hızla gelip Mabi'ye sarılıyor. "İnanamıyorum abi, seni kaybettiğimizi sanmıştık!" diyor. Friks, hemen Mavi'ye dönerek "Thrao, diğerleri nerede? Güvendeler mi?" diye soruyor. Mavi, başını sallayarak "Evet, Patronun evine götürdüm onları. Huld da bir iki saate bize katılacak. Ben de önden geleyim dedim." diyor. Hae, gülümseyerek "Bir bira da sen al Mavi. Bu gece birlikte olmamızı kutlayalım." diyor. Mavi, mutfağa gidip bir bira alıyor ve gruba katılıyor.

Bok, Mavi'ye dönerek "Görmen lazımdı, Mabi'nin dönüşü hepimizi şaşırttı. Mal bu çocuk ya." diyor. Mavi gülümseyerek "Ben baya bir şey kaçırmışım ya o zaman, malum durumlardan ötürü..." diyor. Biralar içilmeye ve sohbet edilmeye devam ederken, odadaki hava giderek daha da rahatlıyor. Hae, bir ara Thomas'a dönerek "Şimdi sıra sende. Buraya gelene kadar neler yaşadınız?" diye soruyor. Thomas bir yudum birasından alarak "Uzun hikaye. Ama özetle, Mabi'nin planı bizi kurtardı. Onun sayesinde buradayız." diyor. Mavi, bakışlarını Mabi'ye çevirerek "Bize bu hikayeyi ayrıntılarıyla anlat abi bir ara. Çok merak ediyorum." diyor. Bir süre sonra, herkes birbirine hikayeler anlatmaya ve anılarını paylaşmaya başlıyor. Birbirlerine olan bağlılıkları ve arkadaşlıkları, bu zorlu süreçte onlara güç veriyor. Herkesin bir arada olduğu bu anlar, geleceğe dair umutlarını pekiştiriyor.
Off Topic
Konuşmalarınız bitene kadar Free tur dönebilirsiniz. Tekrardan GM gireceği zaman off-topic bildirmeniz gerekmektedir.

Re: [Mutlak Son & Wændz Neidthad] Dağlar Bağlar

#8
Mabi ona sarıldıktan sonra geri çekilip Frip ile dün ayrıldıklarını söylemişti. Ne? Livei yüzünde şaşkınlığını gizleyemeden bir ifadeyle ona bakmaya devam ederken Mabi gülümsemeye devam ediyordu. Bunu nasıl bu kadar sakin bir şekilde söyleyebilirdi? İlişkiler için zor bir dönemden geçiyor oldukları aşikardı ama yine de... Mabi sonrasında biraz durgunlaşıp olanlar için herkesten özür dilemişti. Onu öldürmek için Elion'un adamlarını gönderdiğini söylemişti. Livei öfkeyle yumruklarını kastı. O yavşağa haddini bildirecekti. Yüzündeki o pişkin gülümsemeyi silmek için sabırsızlanıyordu. Mabi sonrasında Mavi Yıldız'ı avlamak için bir plan yaptığını ancak planın işe yaramadığını söylemişti. Livei hüzünlü bir gülümsemeyle onun sırtını sıvazladı. "Merak etme, bizim planımız da başarısızlıkla sonuçlandı. Önemli değil. Onları öyle ya da böyle yakalayacağız." Mabi'nin bira teklifini büyük bir heyecanla karşıladı. İçip rahatlamayalı uzun zaman olmuş gibi hissediyordu ancak o kadar da uzun zaman olmamıştı. Hatta o gün Bok ile... Her neyse. Her şey üst üste geldiği için biraz rahatlamaya ihtiyacı vardı. "Evveeeeett!" dedi büyük bir coşkuyla.

Bira içme fikri herkesin hoşuna gitmişti. Hatta Hae ve Friks bile onay vermişti bu fikre. Mitga mutfağa gidip bir kasa birayı tek kolunda getirmişti. Nasıl da hızlı öğrenmişti karargahtaki eşyaların yerini. Mabi'nin hafızasına sahip olduğu için miydi? Livei onun kopyasıyla birlikte yaşadığı için neler hissettiğini merak ediyordu. Oturup sakince konuşma fırsatları hiç olmamıştı. Biralar açıldığında Friks şişesini kaldırıp bir arada ve hayatta olmalarına adamıştı. Livei de neşeyle gülümseyerek tokuşturdu birasını onunkine. "Birlikte ve hayatta olmamıza!" diye tekrar etti onun söylediklerini. Friks hala oldukça gergin görünüyordu ve Livei bundan dolayı hala suçluluk hissediyordu. Özellikle de gözleri sürekli Bok'a kaydığı ve kendini devamlı onun hareketlerini incelerken bulduğu için. Birasını kafaya dikip kocaman üç dört yudum aldı tek seferde. Lezzetli Gengzjots birasının tadını özlemişti. Dünyalıların içtiği alkollü içeceklerin tadı leş gibiydi. Herkes birasını tokuşturup içmeye başladığı esnada Mavi içeri gelmişti. Sahi, bunca zamandır o neredeydi? Livei bu kadar karmaşanın içinde onu tamamen unutmuştu. İçeri girer girmez herkes gibi Mabi'nin yaşıyor olduğuna şaşırmıştı. Friks'in sorusu üzerine de ekibin küçük üyelerini patronun evine götürdüğünü söylemişti. Orada ne kadar güvende oldukları malumdu gerçi, patronun evini Mavi Yıldız'ın elemanı olan Himotalı kadın biliyordu sonuçta. Mavi, Huld'un da onlara birkaç saate katılacağını söylemişti. Livei onu da çok uzun zamandır görmediğini fark etti adını işittiğinde.

Mavi de birasını alıp gruba katılmıştı. Bok ve Mavi, Mabi'nin geri dönüşünden dolayı yaşadıkları şaşkınlığı birbirleriyle paylaşıyordu. Herkes neşelenmeye ve gerginliğini üzerinden atmaya başlamıştı. Hae, Thomas'a yokluklarında neler olduğunu sormuştu. Thomas, Mabi'nin onları kurtardığını söylemekle yetinmişti. Livei onları dinlerken kendi kendine gülümsedi. Mabi'nin nasıl bir plan yaptığını merak etmişti. Planı konusunda ona hiç danışmamasına ya da haber vermemesine darılmıştı birazcık da. Mavi bu hikayenin ayrıntısını dinlemek istediğini söylemişti bir ara. Livei başıyla onu onaylayarak Mabi'ye döndü. Herkes sohbete dalmış, eski anıları yad etmeye başlamış, keyiflerini bozacak konulara girmekten çekinerek geleceğe dair umutlu yorumlar yapmaya başlamıştı. Livei alkolle problemi olduğu için çakırkeyif olmadan önce içmeyi bırakmak istiyordu ama aklında bir yerde de ölmeden son keyiflerinden birini yapıyor olduğu düşüncesi vardı. Kendi içine çekilip depresif şeyleri düşünmek istemediğine karar verdi sonradan. Kendi gibi içine çekilmiş gibi duran Mabi'nin yanına çekti sandalyesini. "Eee Kudretli Ayı? Daha daha?" Birasından bir yudum aldı. "Frip ile ayrıldınız demek. Şaşırdım epey. Gözünü de o mu çıkardı yoksa?" Hiç komik olmayan esprisine kendisi bile gülmemişti. "Neler oldu? Anlatmak ister misin?"
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son & Wændz Neidthad] Dağlar Bağlar

#9
Livei'nin planının tutmamasına karşılık gülümsemiştim, "Valla sıkıldım artık, rahatlayalım yahu biraz." sonrasında da gülümsemem daha da büyümüştü. Herkes birbirine bakarak gülümsedikten sonra gerçek mutluluğu unuttuğumu hatırladım. Arkadaşlıklar, her şeye rağmen bitmeyen şeylerdi. Birbirimizden sadakat harici bir şey beklemiyorduk ve mutluyduk. Bunca telaşın, bunca derdin içerisinde bira içip sohbet edecek olmak bile hepimizi rahatlatıyor ve eğlendiriyordu. Mitga mutfaktan bir kasa bira getirdiğinde, "Sen daha önce içtin mi la? Çok içme bak çarpmasın." demiş ve ardından kahkahayı basmıştım. Acaba alkole olan direncimizde aynı mıydı? Kesin Mitga ılık götlüydü. Gerçi o ılık götse, ben de mi öyle oluyorum? Sanırım farklı insanlar olduğumuz için öyle olmamalı ancak kopyam olduğu için... Bilemiyorum.

Friks birasını kaldırıp sözünü söyledikten sonra biramı kaldırmış ve diğerleriyle tokuşturduktan sonra "Şu an hayatta olmamıza ve birlikte olmamıza." Diyerek bağırmıştım. Tam bir şeyler demeye hazırlanıyorudm ki, Mavi içeriye girerek duruma şaşırdığını belli etmişti. Artık buna alışmıştım ve biramı havaya kaldırdım. "Naber lan Mavi?" Thrao'yu patronun evine götürdüğünü ve Huld'un da bir iki saate bize katılacağını söylüyordu. Gülümseyerek Mavi'nin de bir bira kapmasını beklemiştim derin sohbetlere girmeden önce. Hae Thomas'a dönerek neler yaşadığını anlatmasını söylemişti, ancak o kısa keserek uzun hikaye olduğunu ve benim planımın onu kurtardığını söylemişti. Yumruğumla Thomas'ın omzuna vurmuş ve gülümsemiştim. Mavi de bu hikayeyi ayrıntılarıyla anlatmamı istemişti. Ben daha bunları anlatmadan herkes anılarını anlatmaya başlamış, bense onları dinleyip biramı yudumlamaya devam etmiştim.

Livei yanıma sandalyesini çekip, gözümü çıkaranın da Frip olup olmadığını sormuştu. Bu detaylı hikayeyi harbiden anlatmanın vakti gelmişti sanırım. Kocaman gülümsedim Livei'ye bakarak. "Bu konuyu daha detaylı konuşalım, ancak önce hepinize başımdan gelenleri anlatayım." Dedikten sonra sandalyemi biraz geriye çekip ayağa kalktım. "Şimdi sizlere Monsieur Mabi Mabi Romeo Kudretli Ayı'nın başından geçenleri anlatacağım." Dedim vurgulu bir tonda. "Thomas'la Mavi Yıldız'ın binasına varmıştık Djurat'ta. Orada bir takım dövüşler gerçekleştikten sonra bir adamı yakaladım. Dedim ki, 'SÖYLE ULAN, SÖYLE ULAN NEREDE BUNLAR?' tabi adam korktu, hemen dedi ki 'Abi abi. Bir toplantı var abi. Liderler gidecek abi ne olur beni bırak altıma sıçtım abi.'" Havaya iki üç tane yumruk salladım. "Bilirsiniz, beni korkutucu seksi bir ayıyım."

"Neyse sonra tabi bu lavuk öttü, Vezir harici diğer liderleri bilmediğini söyledi. Bizde planı ilerletme kararı aldık. Yolda da muhteşem bir şarkıyla dans ettik. Tekno Ayı ve Tekno Küçük Ayı Thomas'ın dansı ve şarkısı." Thomas'ı zorla ayağa kaldırıp kendi hareketlerimi taklit ettirmeye çalışırken Djurat Kuduro parçasını seslendirmeye başladım.



Şarkı ve dans bittiğinde etrafımda bir tur dönüp, işaret parmaklarımı masadakilere doğrulttum. "İşte Tekno Ayı bu." Biramdan büyük bir yudum aldıktan sonra ikinci birayı açtım ve yarısından çoğunu tek dikişte hüplettim. "Tabi kendimizi beş dakika eğlenceye kaptıralım, hemen bir bokluk olur. Bu şey vardı, kimdi o? Heh, Jüme Ulchig lavuğu. Geldi, bir şeyler söyledi, konuştu, sonra gitti Thomas'ı vurdu! Thomas'a bir şey olacak korkusundan adamın üstüne atladım. Tabi güçlü adam, hemen yıkamadım bu doğru. ancak sonra ne oldu biliyor musunuz?" Bir elimi silah şekline getirdim. "PAT!" Thomas'a gururlu bakışımı attıktan sonra ellerimi belime attım. "Thomas adamı vurdu. Neresinden o silahı çıkarttı bilmiyorum ancak bir anda adamı yere yığdı, ancak savaşın devam ettiğinden emindim. Bu yüzden Jüme'nin üstüne atladım. Bam bam bam bam!" Havayı yumruklamaya devam ederken, bir yandan biramın geri kalanını bitirdim ve üçüncüsüne geçtim.

"Jüme öldü. Bizde Thomas'la birlikte hızlıca Jükum'un yanına gittik, Thomas'a bir şey olacak diye götüm atmaya başlarken Elion geldi. Bana ahlaktan, ondan bundan bahsetmeye başladı. Ben de dedim ki konuşma la." Elimle bıdı bıdı işareti yapıp Elion'un taklidini yüzümü maymun haline getirerek gösterdikten sonra konuşmaya devam ettim. "Tabi iş böyle olunca, adam içeriye bir anda on beş tane canlı bomba yolladı. Bir baktım ellerinde şırıngalar, batıracaklar patlayacaklar ibneler. O an düşündüm. Ya kendimi kurtaracaktım, ya da arkadaşlarımı. Vaktim bununla sınırlıydı." Düşünceli bir şekilde çenemi kaşımaya başladım. "Çok sevdiğim, Mabinem denen bir sanatçının bir sözü var. 'Tek bir şansın ya da fırsatın olsaydı, istediğin her şeyi ele geçirmek için. Onu yakalar mıydın yoksa elinden kayıp gitmesine izin mi verirdin?'" Üçüncü biramı da dikip boşalttıktan sonra baş parmağımı kaldırıp onaylar şekilde uzattım. "O fırsatı kullandım ve Thomas ile Jükum'u odadan yolladım. Tabi arada ben gittim, hehe."

Dördüncü biramı açıp büyük bir yudum aldıktan sonra, "O sırada Dünya beni kurtarmış. Bir gittim, karşımda Mitga. Bana diyor ki ben senin kopyanmışım, ölmek istiyorum. Mabi Mabi böyle bir şey der mi? Sen benim kopyam olamazsın dedim. Baktım fiziksel olarak aynıyız, çıkarttım kemik bıçaklarımı söktüm gözümü. Dedim artık aynı değiliz." Var olan tek gözümle göz kırptım Mitga'ya. "Dünyalılar işte. Güzelim adamın hayatını mahvedeceklermiş az daha. Neyse sonra aklıma bir fikir geldi. Orada patlamış olduğuma göre, Mavi Yıldız'ı tamamen inandırabilirdim. Bu yüzden kendimi ölü göstermek en mantıklısı olacaktı. En azından bizim ekibimizin güçten düştüğünü düşünüp saldırıya geçebilirlerdi. Bu yüzden arka planda beklemeye çalıştım." Dördüncü biramı da büyük bir yudumla bitirdikten sonra beşinciye geçtim. Yavaştan kafam dönmeye başladı, sanırım güzelleşiyordum. Mitga değil de ben ılık götlü olabilirdim.

"Neyse işte, zaten biliyorsunuz cenaze harici saldırı da olmadı. Ancak bir bilgi edindim. Gedhilfe'nin Dünya ile iletişim kurduğu gizli bir merkeze Mavi Yıldız saldırı yapacakmış. E dedim bende Deith'le bir seferliğine ortak iş yapalım. Ben onu korumuş olayım, hem de Mavi Yıldız'ı oracıkta indireyim. Bu onlara büyük bir darbe olur. Tam Deith'le konuşuyoruz anlaşacağız, kim geldi tahmin edin? Amcık Elion." Biramdan büyük bir yudum aldıktan sonra hafif sendeleyerek sandalyeye oturdum. "Bize diyor ki, Mavi Yıldız'ın zayıflıklarını anlatayım onları yok edin. Deith'te diyor ki ne düşünüyorsun? Yav kardeşim, yav canım kralım, sence bu mantıklı bir şey olabilir mi? Adam bunu diyorsa, bunun istediği bir şey var ve Mavi Yıldız'ın yok olması onun işine yarayacak. Ben dedim yok olmaz, saldırdım bu Elion'a herif bir anda yok oldu. Deith bana dönmüş diyor ki sen duygusal bir götsün, siktir git. Yav sen salaksın. Sen domates kafalı bir ibnesin." Sol elimi Livei'ye doğru kaldırdım. "Üstüne alınma Domates Kafa, Deith çok mal sadece. Sen mükemmelsin." Biramdan bir yudum daha aldıktan sonra devam ettim.

"Neyse işte git mit dedi, neymiş Elion'u da halledecekmiş. Hiçbir şeyi halledemeyecekti, Elion'un kesinlikle büyük bir çıkarı vardı ve önlemesi imkansız hale gelecekti. Onu kurtardığımın farkında bile değil. Neyse, bu olaylar da geçince önce Frip'in yanına sonra sizin yanınıza geleyim dedim. Tabi Frip'te baya şaşırdı. Sonra dedi ne ara böyle oldun, bunları artık kaldıramıyorum falan. Ben de bir mektup bıraktım ayrıldım ondan." Birayı kaldırırken gizlice Livei'ye fısıldadım. "Detaylarını gizlice konuşalım. Bu konuşmalar bitince, bahçede." Göz kırptıktan sonra bu birayı da bitirip, altıncıya geçerken Livei'ye döndüm. "Eee, siz neler yaptınız siz de anlatın yahu."
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son & Wændz Neidthad] Dağlar Bağlar

#10
Mabi, Frip ile olan meseleyi daha sonra konuşmak istediğini söyleyerek şimdiye kadar başlarına neler geldiğini anlatmaya başlamıştı. Daha doğrusu Monsieur Mabi Mabi Romeo Kudretli Ayı'nın başından geçenleri anlatmaya başlamıştı. Mabi hem bir komedyen hem de bir tiyatrocu gibiydi. Yaşadıkları onca felaketi espriye vurarak ve komik bir şekilde canlandırarak anlatıyordu. Livei bugün hiçbir şeye gülecek hali olmamasına rağmen kahkahalarını Mabi'nin sözünü kesmemek için zorlukla bastırarak dinlemişti tüm hikayeyi. Mavi Yıldız'dan bir adam yakalayıp toplantı salonlarını bulduğunu, sonra da yolda Thomas ile birlikte dans ettiklerini söylemişti. Sonra da şarkısını söylerken dans hareketlerini yapmaya başlamıştı. Livei bu şovu izlerken bir yandan kahkaha atıyor bir yandan da alkış tutuyordu. Bu bittikten sonra Mabi ilk birasını bitirmiş, ikinci şişeyi açmış ve onu da tek dikişte yarılamıştı. Livei bu sahneyi kaygı dolu gözlerle izledi ancak bir şey söylemedi. Mabi çoktan Jüme denen adamla olan dövüşünü anlatmaya başlamıştı. Thomas'ın vurulduğunu duyunca hayretle gözlerini ona çevirdi. Neyse ki şimdi sağlığı yerinde görünüyordu.

Mabi, Jüme'yi öldürdükten sonra Jükum'un yanına gittiğini ve o esnada da Elion'un yanına geldiğini anlattı. Elion'un konuşmasını taklit ettiği esnada Livei birasından bir yudum alıyordu ve neredeyse boğulacaktı. Elion'un şırıngalarıyla on beş adam getirmesi inanılmazdı. Bu aynı zamanda onun kafa yapısı hakkında pek çok şeyi açıklıyordu. Amaçlarına ulaşmak adına her yolu mubah gören, kendi yetenekli adamlarını bile intihar görevine gönderen radikal ve idealist tiplerden her zaman oldukça korkmuştu. Elion'un adını duymak bile tüylerini ürpertiyordu. Livei hikayeyi büyük bir dikkatle dinlemeye devam etti. Mabi tam ölecekken Dünya tarafından kurtarılmış ve orada da Mitga ile tanışmıştı. Dünya'nın neden onu kopyaladığını merak ediyordu. Hikayeye bakılırsa Mabi de bu konuda bir fikir sahibi değildi. Mabi'yi hedeflemeleri rastgele olamazdı, bir hedefleri olmalıydı. Yoksa Friks'in korktuğu gibi herkesi mi kopyalamışlardı? Bunu yapabilecek güce ve paraya sahipler miydi?

Mabi hikayesini anlatırken biraları da bir bir götürüyordu. Livei kaçıncıda olduğunu dörtten sonra saymayı bırakmıştı. Kaba hesapla en az altı yedi tane içmiş olmalıydı. "Mabi biraz yavaş mı içsen..." diye mırıldandı endişeyle genç adamı izlerken. Kontrol manyağı olduğundan değildi ancak başlarına aniden bir şey gelirse en etkili elemanlarından birisinin kör kütük sarhoş olması üzücü olurdu. Mabi cenaze için gerçekleştirdiği planın tam olarak tutmadığını ancak Gedhilfe'nin Dünya ile iletişim kurduğu üstlerden birisine Mavi Yıldız'ın saldırı yapacağını öğrendiğini söylemişti. Livei yarım bıraktığı birasını kenara koydu. Bu güzel bir haber değil miydi? İki sevmedikleri düşmanları birbirine giriyordu. Birbirlerini yemelerini izlemek çok da keyifli olurdu. Ancak hikayenin devamı beklediği gibi değildi. Mabi çok mantıklı bir karar ile Deith ile işbirliği kurmak istemişti ancak ahmak güç manyağı Deith onun yerine Elion'un manipülasyonuna inanarak onunla işbirliği yapmayı seçmişti. Bu durum Elion'un daha da güçlenmesine ve elde ettikleri belgeler doğruysa Mavi Yıldız içindeki yapılaşmasını kuvvetlendirmesine sebep olacaktı. Livei öfkeyle dişlerini sıktı. "Ahmak herif!" Mabi de o esnada onun domates kafalı bir ibne olduğunu söylemişti. Sonra kendisine dönerek sözünün meclisten dışarı olduğunu belirtmişti. Livei ona kocaman gülümsedi. "Heey buradaki tek domates kafa ben değilim!" dedi Friks ile Mavi'yi işaret ederek.

Mabi son olarak buraya gelmeden evvel Frip'in yanına uğradığını söylemişti. Frip'in olanlardan bunaldığını ve bu yüzden de ayrıldıklarını anlatmıştı. Sonra kendisine doğru bu konunun detaylarını baş başa konuşmak istediğini fısıldamıştı. Tek gözüyle göz kırpması çok komik görünüyordu. Livei gülmemeye çalışarak başıyla onayladı. Sonra da kendilerine neler yaptıklarını sormuştu. "Hmmm..." Bir süre gözleriyle diğerlerini taradıktan sonra Mabi'ye döndü. "Seninki kadar heyecanlı değil aslında. Bok, Friks, Mavi ve ben aptal Deith ile atıştıktan sonra ikinci kıtaya gitmeye karar verdik. Max'in yanına uğrayıp onu bilgilendirmek mantıklı olabilir diye düşündük. Orada yerlilerle ve Max'in adamlarından biri olan Paul ile tanıştık. Bize ikinci kıtayı gezdirdiler. O kıtada yaşayan yerli halkın da bizim element güçlerime benzer özel güçleri olduğunu öğrendik. Bizim gibi elementleri kontrol etmiyorlar. Direkt olarak doğayı kontrol ediyorlar. Doğal afetleri de kontrol edebilen bir güç olarak anladım ben. Doğuştan edinilen bir şey olmadığını, doğayla bütünleşerek sonradan öğrendiklerini anlattı oranın yerlilerinden birisi. Gücün kaynağının da değişik bir çeşit madenler olduğunu öğrendik. Açıkçası oldukça ilginç bir şey bunun hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmeliyiz diye düşünüyorum. İşimize de yaradı. Onlar sayesinde Friks şu anda hayatta." Gözlerini bir süre yere indirdikten sonra derin bir iç çekti ve devam etti. "Oradayken başından beri yanımızda olan Mavi'nin aslında bir kopya olduğunu öğrendik. Saldırıya uğramıştık. Bok adamı ışınlayarak gönderdiğinde Mavi bir silah çıkarıp Friks'i vurdu. O anda nasıl bir tepki verdim bilmiyorum aklım resmen başımdan gitmişti. Sonra Bok geri döndü ve Mavi'yi eli kolu bağlı halde karargahta gördüğünü söyledi. Böylece Mavi'nin kopyalandığını öğrendik. Bu bizi epey sarstı. Birbirimize güvenimiz bir nebze zedelendi. Ama üstesinden geldik diye düşünüyorum. Mitga da öğrensin bunu, her an her şeye hazırlıklı olmalıyız." Devamında yaşanan şeyleri hatırlayınca kalbi hızla çarpmaya ve kan yanaklarına sıçramaya başladı. Gözlerini tüm gruptan kaçırarak yarım kalmış bira şişesine yöneldi ve şişeyi eline alarak bir yudum içti. Detayları şimdilik kendine saklayacaktı. Zaten herkes her şeyi sezmiş gibiydi ama Mabi'ye bunu daha sonra anlatırdı. "Friks yerliler tarafından iyileştirilirken Bok ile birlikte Dünya'ya bir ziyaret gerçekleştirdik. Orada Bok'un tanıdığı bir kütüphaneciye gittik. Geceyi orada geçirdikten sonra ertesi gün Snapshotlar hakkında ondan bilgi edindik. Snapshotları ayırt etmek için yapılabilecek şeylerin bir listesini verdi bize. Orada onları ayırt etmek için teknolojik bir cihaz olduğunu öğrendik. Bunu ele geçirmek için Hiperya'ya sızmaya karar verdik. Bu çok kötü bir fikirdi. Neredeyse yakalanıyorduk orada. Ama Dünyalı insanların da bizden farklı olmadıklarını gördüm orada. Bizim gibi kendi hayatlarının içinde her şeyden habersiz yaşayan, manipülasyon mağdurları her biri. Çoğu da berbat durumda. Dünya yok olmanın eşiğine geldiği için sadece Hiperya sağ kalmış ve mülteci kabul etmiyorlarmış. Dışarıda kalan insanlar ölümle burun buruna mücadele ediyorlardı. Onların yardımı ile Hiperya'ya sızdık bir şekilde. Orada tam observerlar tarafından yakalanacaktık ki bizim satıcı abi bizi kurtardı. Max'in adamıymış meğer o da. Max'e yaptığımız şeyi haber verince bir ton azar işittik. Ama sonra öğrendik ki Max'in elinde bu ele geçirmeye çalıştığımız cihaz meğer en başından beri varmış ama bize söylememiş." Bu konuda hala biraz siniri bozuktu.

Birasını yeniden kenara koyarak ayağa kalktı. Bir öne bir arkaya volta atmaya başladı. "Sonra çok garip bir şey oldu." Mabi'ye döndü. "Bir observer zihnime girdi. Ama onunla konuşunca fark ettim ki başımıza gelenlerden haberi yoktu. O sadece işini yapıyordu. Ona söyleneni yapıyordu. Neden Hiperya'ya girdiğimi öğrenince şaşırdı ve bana saldırmadı. O esnada Heifteth geldi. İnanabiliyor musun? Heifteth! Frum ve Ser'in peygamberi olan Heifteth. Bu çok saçma çünkü Frum ve Ser'in gerçek bir din olmadığını, bizi manipüle etmek için Dünyalılar tarafından uydurulduğunu öğrendim ondan. Tanrı'nın Kitabı'nın kayıp bölümlerini okudu bana. Ayrıca herkesin hayat amacının farklı olduğunu, birisinin amacı için diğerlerinin hayatını yok etmeye hakkı olmadığını söyledi. Barışçıl bir yol izleyebileceğimizi söyledi. Bana sabırlı, kararlı, azimli ve merhametli olmam gerektiğini söyledi. Herkesin yaşamına saygı duymam gerektiğini, seçimlerimin sadece benim değil başka yaşamları da etkileyeceğini söyledi. Kendime geldiğimde olanları Bok ve Hae'ye de anlattım. O an kendimi çok güçlü ve her şeyi başarabilecek gibi hissediyordum. Heifteth'in söylediği her şey bana çok mantıklı geldi. Max ise elindeki cihazın ne olduğunu bilmediğini, tehlikeli olduğunu düşündüğü için saklamaya karar verdiğini söyledi. Sanırım aramızda hala bir güven problemi var. Cihaz gerçekten de oldukça tehlikeliymiş. Sadece snapshot oluşturmadığını, DNA bile değiştirebildiğini öğrendik. Kimin eline geçerse geçsin oldukça tehlikeli bir cihaz. Bunu Max de bilmiyordu. Neyse bu olaylardan sonra ekip olarak öldürme odaklı değil anlaşma odaklı bir yol izlememiz gerektiği konusunda anlaştık. Dünyalıları öldürmek ve onları düşman bellemek bize yardımcı olmuyor. Tam tersine onları bize karşı daha da öfkeli hale getiriyor. Anlamadıkları şeyden korkuyorlar. Onlara kendimizi açıklamamız ve bir şekilde masaya oturarak anlaşmaya varmamız gerektiğini düşünüyorum. Bizi insan gibi gördüklerini sanmıyorum. Deney faresi gibi görüyorlar ama belki onlara duyguları ve yaşantıları olan birer insan olduğumuzu anlatabiliriz. En azından bu yolu bir deneyip şans vermemizin mantıklı olacağını düşünüyorum. Mavi Yıldız için aynı duygulara sahip değilim gerçi, onlar çok daha tehlikeli bir grup haline geldi. Dünya'dan bile tehlikeliler şu anda bizim için. Eğer bir anlaşmaya varmak istiyorsak öncelikle onları durdurmalıyız." Livei gerindikten sonra arkasını döndü. "Neyse bu konular beni çok darlandırıyor. Biraz çıkıp hava alacağım ben." Dönüp Mabi'ye göz kırptıktan sonra karargahın kapısını açarak bahçeye doğru yöneldi.
Image
► Show Spoiler
Locked

Return to “Direniş Üssü”

cron