Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#61
Kapıyı hatırladığı noktaya doğru karanlığın içerisinde yürürken kolundan birisinin tuttuğunu fark etti. Bakışlarını o yöne çevirdiğinde bunun Max olduğunu fark etti. Yüzünde mesut bir gülümseme vardı. Onun kolunu tutmasıyla birlikte de etrafındaki karanlık yavaşça yok olmuştu. Faell'e dönerek Mabilerle buluşmaları gerektiğini söylemişti. Böylece hep birlikte geldikleri koridor boyunca koşmaya başladılar. Tabi artık Livei biliyordu ki zihnindeki ses burada olduklarının farkındaydı, o yüzden onları durdurmaya çalışacaktı. Kırmızı ışıklar yanıp sönmeye, tehlike işareti veren alarm sesleri çalmaya başlamıştı. Her yönden silahlı askerler etraflarını kuşatmıştı. Silahlı adamlardan birisi onlara doğru yürümeye başlamıştı. Livei onu ilk kez görüyordu ancak adamın Max'e ve Max'in ona bakışlarından anlaşıldığı üzere ikisinin bir geçmişi vardı. İsminin sonradan Joe olduğunu öğrendiği bu adam Max'in Dünya'da çalıştığı dönemden en yakın dostu olduğunu iddia etmiş, Max onlara ihanet ettiği için bundan gocunmuştu. Livei bu hikaye ile pek ilgileniyor sayılmazdı ancak Max'in yüzündeki bakıştan bir planı olduğunu anlamıştı. O yüzden ona itaat ederek ne deniyorsa yaptı.

Max, Joe'nin ruhuna dokunacak bir laf etmişti. İki kişi yerine milyarları kurtarmayı seçtiğini söylemişti. Joe bunu işittiğinde tereddüdü yüzünden okunabiliyordu. Bakışlarını bir an için yere indirdiği anda Max bir anda onu bileğinden kavrayarak hızla ışınlamıştı. Üst katlarda bir odaya ışınlanmışlardı. Aynı anda da Jitmiili adam, Mabi ve Elion bir odadan çıkarak yanlarına gelmişti. Hepsi de ruhen olmasa da bedenen sağ salim görünüyorlardı. Daha birbirlerine tek bir laf söylememişlerdi ki büyük bir patlama kopmuş ve bina gürültüyle sallanmıştı. Livei ayakta kalabilmek için dengesini sağlamaya çalışmıştı. Aşağıdan yukarıya doğru yükselen bir yangın dumanı vardı. Bu kargaşanın ortasında Bok ve Garo bir anda yanlarına ışınlanmıştı. Bok, Friks'i gönderdiğini ve artık dönmeleri gerektiğini söylemişti. Göz açıp kapayıncaya kadar İkinci Kıta'ya geri dönmüşlerdi. İlk fark ettiği şey ciğerlerine dolan temiz hava ve sessizlik oldu. Patlama, kargaşa, gürültü, kıyamet ve tüm kötülükler saniyeler içerisinde orada kalmıştı.

Friks onları görünce hemen ayaklanmıştı. Yüzünde büyük bir rahatlama ifadesi vardı. Herkesin sağ olmasından duyduğu memnuniyeti dile getirmişti. Mavi ise snapshotlardan yüzünden nasıl bir travmaya uğradıysa ilk olarak bu endişesini söylemişti. Livei bunu duyunca kendini tutamayarak güldü. Şu an gerçekten aralarından birisi snapshot olsa şaşırmazdı gerçi. Bok kendisine dönerek Jitmiili kurtarınca hemen gitmeleri gerektiğini, USB içeriğini okumaya fırsatı kalamadıysa özür dilediğini söylemişti. O daha cevap veremeden Max gördüğünü söylemişti. Livei de başını sallayarak onu onayladı. Garo, olayların çok dışında kalmış olsa da bunun iyi bir deneyim olduğuna dair bir şeyler söylemişti. Livei kendini tutamayarak güldü yeniden. "İyi bir deneyim demek ha?" Jitmiili adama kaydı bakışları. Üzerinde birkaç paçavra dışında doğru düzgün bir kıyafet yoktu. Besinsizlikten zayıflamıştı. Tir tir titriyordu. Kim bilir neler yaşamıştı? Onu sorgulamaları gerekiyordu ancak önce medikal bakım görmesi ve kendisine gelmesi gerekliydi. Üstelik Livei'nin anlatacağı çok şey vardı. USB'de ne görmüştü? Bok lafı ona verdiğinde bir süre söyleyeceklerini zihninde toparlamaya çalıştı. Kolay yutulur lokma değildi. "Odaya ilk girdiğimde her şey karardı ve bir ses benimle zihnimde konuştu. Şapkalı, Hiperyus ya da Bay Zengin artık kim bilmiyorum. Her zamanki gibi bizim onlar gibi insan olmadığımızı söyleyip bizi aşağıladı. Bizim de tüm bu savaşı iyi niyetle vermediğimizi, onlardan farkımız olmayan egolu pislikler olduğumuzu iddia ediyordu. Kısacası yansıtma yapıyordu. Kendi işlediği günahları ve kötü niyetlerini bize yansıtıyordu. Ben onu umursamadım. Odada ilerlerken önüme devasa bir USB çıktı. Sonra da devasa bir bilgisayar. USB bilgisayarın etrafında döndü ve en sonunda takıldı. USB çalıştığında bilgisayarda bir video belirdi. Videoda İkinci Kıta'daki dağın bir görseli vardı. Hani şu Paul'un bize uçakla gösterdiği büyük dağ. Observerlardan birisi konuşuyordu. Maxwell Fahrner'ın oluşumuyla alakası olmayan ama bir şekilde kendilerini gizlemeyi başarmış, Mavi Yıldız'dan, Mutlak Son'dan ve Direniş'ten çok daha büyük bir ağa sahip, kendi içlerinden insanların bile üyesi olduğu bir oluşum olduğunu söyledi. İsmi Mountainsiders veya diğer adıyla Dağtaraflar. Bu örgütün onların Baray Dağı dedikleri İkinci Kıta'daki bu büyük dağın içerisinde devasa bir şehir kurduklarını söyledi. Bunun mümkün olma sebebi ise Ingenium gezegeni üretilirken bir oluşan bir çeşit kod hatası. Dağın içi boş ancak yıkılmayıp ayakta kalabilen bir dağ. Bu dağın içerisindeki şehirde hem Ingenium'un tüm kıtalarından insanların hem de Hiperya karşıtı Dünyalı insanların olduğunu söyledi. Büyük bir plan üstünde çalıştıklarını biliyorlar ancak bu planın ne olduğunu bilmiyorlar. Orayı inceleme amacıyla gönderdikleri observarların hepsi ölmüş. Kod hatası yüzünden Dünya bu dağın içine giremiyor, burayı inceleyemiyor ve kontrolüne alamıyor. Videonun sonlarına doğru bu örgütün kendi aralarında kullandıkları bazı kodlardan bahsetti. Rising Up, yükselme anlamına geliyormuş. Büyük operasyonlarına verdikleri isim buymuş. Bir diğeri ise The Big Solution. Büyük çözüm anlamına geliyormuş. Gerçekleştirdikleri operasyonları birbirlerine aktarmak için kullandıkları bir kodmuş. İçeriğini bilmiyorlar. Paranoyak bir şekilde birbirlerinden şüpheleniyorlar ve Dağtaraf'a dahil olduğunu düşündükleri kişileri de acımasızca öldürüyorlar. Video bu şekilde bitti. Gördüklerim bundan ibaretti." Söylediklerinin sindirilmesi için herkese zaman tanımak adına sessizliğini korudu. Bu bilgiyle ne yapmaları gerektiğinden emin değildi.
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#62
Livei'nin laflarının ortalarına doğru odadaki hava yavaş yavaş değişmeye başlıyor. Max'in şüpheli gözleri yerini şaşkınlığa bırakıyor, şok olmuşçasına dinliyor anlatılanları. Elion da aynı şekilde duyduklarına anlam veremez bir yüz ifadesi takınıyor. Livei'nin konuşması tamamen bittikten sonra sessizliği bozan ilk kişi Friks oluyor. "Yok ebesinin amı ama artık ya." Herkes Friks'e dönüyor, kısa bir süre sonra gözler Max'e çevriliyor. "Livei, bunu seni şaşırtmak için söylüyor olabilirler mi? Böyle bir şey olsa bunu ekibimizin öğrenememiş olması bana mantıklı gelmiyor." diyor. Bok ise "Bu kodlama hatası muhabbetinden haberin var mıydı senin?" diye soruyor. Max "Kodlama hataları diyebiliriz, bir sürü hata vardı. Ama bunun bu şekilde kullanabileceğini bilmiyorduk. Biliyorsunuz ben orada bir bilim insanı değildim. İşin kod kısmıyla uğraşmıyordum yani. Ama uğraşanlarla konuştuğum oluyordu ve bana bu hataları es geçmeleri gerektiği komutunu aldıklarını söylemişlerdi." diyor ve bir süre düşünüyor. "Dağın içinde şehir. Observerlar girmeye çalışıyor, ölüyor. Ya da giriyorlar ve öldürülüyorlar mı? Öyle bir şey ki konu girememek mi girdiğinde tehlikeyle karşılaşmak mı belli değil." Bu sefer söze Mavi giriyor. "Tamam, anladık ki Max'in de hiçbir şeyden haberi yok. Öncelikle bunu Kral Thrao'ya, Shisha'ya, Hae'ye, Hera'ya ve diğerlerine söylemeliyiz. Kesinlikle güvendiğimiz insanlar Dağtaraf denilen elemanların varlığını bilmeli." diyor. Bok hızlıca sözünü kesiyor. "Sonra?" Mavi duraksıyor ve "Yani sonra içeri girmeyi-" derken Bok yine atlıyor. "Nereden gireceğiz abi ya? Bu böyle olacak bir iş değil ki." diyor. Mavi tekrar öne atlıyor. "Belki de çoktan bu konuşmaları yaptığımızdan haberleri vardır ve o yüzden bizi içeri alacaklardır?" Bok da bir süre sessiz kalıyor ve sonunda "Yani adamların daha kimin tarafında olduklarını da bilmiyoruz. Belki de bize de karşılar." diyor. Faell söze giriyor. "Sizin kadar bilgi sahibi değilim ama bir soru sormak istiyorum. Sizce bir giriş var mı yoksa o cihazlarınızı mı kullanmanız gerekecek?" Soruyu Max cevaplıyor. "Bir kod hatası söz konusuysa içeriye ışınlanmadan girebileceğimizi sanmıyorum. Yani elinizde kilometrelerce delebilen bir matkap yoksa ışınlanmamız gerekecek." Bok araya giriyor. "Kilometrelerce toprak olup olmadığını nereden biliyoruz? İçerisi boş değil mi?" Max ise "Bir dakika." deyip masadan kalkıyor ve içeri gidiyor. O sırada Mavi tekrar konuşmaya başlıyor. "Yani onları yok etme planı yapmayacağız herhalde şu an. Önce ne olduklarını ve ne istediklerini öğrenelim." Bok da "Tabii ki ama kendimizi tehlikeye de atmayalım, onlarla yüzleşmek doğru karar mı ona bile emin değilim." diyor. Bir anda koridordan anlamadığınız bir dilde şarkı duymaya başlıyorsunuz.




Koridordan gelen kişi Thomas. Telefonundan hoparlörle müzik açmış, dans ede ede odaya giriyor. Bir anda sizi görüyor ve "Ah!?" diye bağırıp telefonuna hızla basıyor, birkaç kere bastıktan sonra müziği kapatıyor. "Monsieur! Siz yoksunuz diye rahat takılıyordum ben de ya." diyor. Bok gülümsüyor ve "Belçikalıların gururu geldi." diyor. Thomas da gülümsüyor ve Bok ile tokalaşıp "Elbette! Memleket Flanders, bayrak siyah sarı kırmızı kanka." diyor. Mabi'nin yanına geçiyor ve "Neler oldu?" diye soruyor. Birkaç dakika geçiyor ve olayları duymuş Thomas çok farklı bir enerjiye sahip. "Yok artık, şaka mı yapıyorsunuz? Putain ça, hoe is dit in godsnaam mogelijk?" diyor. Bok ise gülüyor ve "Adam şoktan üç farklı dil konuştu." diyor. O sırada Max içeri giriyor ve masaya bir cihaz koyuyor. Cihazı açıyor ve bir anda cihazın üstünde dijital bir ekran beliriyor. Bu ekranda ise detaylı bir harita var. Haritanın üstünde birkaç siyah nokta var, bazıları daha büyük ve şekilli, bazıları daha küçük. "Bakın, bizim sistemimizde Ingenium gezegeninin haritası bu şekilde görünüyordu. Gördüğünüz siyah parçalar hatalı kısımlar. Bu kısımların hiçbiri düzeltilmedi ve gezegen bu şekilde başlatıldı diye biliyorum. O yüzden dağ dışında da böyle bölgeler olmalı. Ama dağ en büyüğü olduğu için muhtemelen kullanan her kimse onu kullanmayı seçti." Max, haritada dağı iyice yaklaştırıyor ve bir süre inceliyor. "Anlamadığım şey, neden? Dünyaya karşılarsa neden bizimle iletişime geçmiyorlar ve neden bu kadar gizli kalmayı tercih ediyorlar? İşlerine yarayan bir şey olmalı. Ama şehirleri varsa üyeleri de fazla olmalı. Bu kadar üyeye hiç mi rast gelmedik?" Bir anda Garo herkesi şok eden bir şey söylüyor. "Sanırım ben iki terimi de birinden duymuştum." Bir anda herkes Garo'ya bakıyor. Bok "Eee?" diyor. Garo ise bir süre düşünüyor ve "Pazar yeri var bizim, büyük, meydan böyle. Direkt içinden geçerken bir taverna var, sağda kalıyor. Orada bir adamla karşılaşmıştım. Saatlerce içtik, eğlendik, bana iki terimi de kullandığını hatırlıyorum şimdi. Adam Jitmiili gibi de değildi ama herkesi kabul ettiğimiz için adamın nereli olduğunu sormamıştım bile. Bana büyük bir planı olduğunu, hepimizin yükseleceğini söylemişti. Açıkçası viagra reklamı yaptığını düşünmüştüm." Friks bir anda gülme krizine giriyor. Gözleri yaşarana kadar kontrolsüzce gülüyor ve kendini tutamayıp odadan çıkıyor. Hala dışarıdan gülme seslerini duyabiliyorsunuz. "Ondan sonra, büyük bir planım var da dediğini hatırlıyorum ama ben yine cinselliğe yormuştum yani bu lafları, demek ki adam Dağtarafmış." Bok bir süre duruyor, sonra da Mabi'ye dönüyor ve "Oğlum sen de bir şey söylesene, ben tıkandım şu an." diyor. Livei'ye de göz ucuyla bakıyor ve gülümsüyor.

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#63
Livei'nin anlattıklarına yönelik odada çok çeşitli tepkiler duyulmuştu. Sessizliği ilk bozan Friks'ti. Tam Friks'lik bir tepki vermişti. Max bunu ilk başta mantıklı bulmamış ve bir süre gerçekliğini sorgulamıştı ancak Livei böyle bir yalan söylenmesinde bir amaç göremiyordu. Söylediklerine bakılırsa Max'in de bu durumdan haberi yoktu. Ingenium oluşturulurken çeşitli kod hataları olduğunu ve bunların düzeltilmeden gezegenin yüklendiğini söylemişti. Hatta özellikle bu hataları es geçmeleri söylenmişti bunlara. "Hataları es geçmeleri için verilen emir bilerek yapılmış olabilir mi? Belki de Ingenium daha kurulurken bile böyle bir topluluğun tohumları vardı Dünya'da." Mavi bunu güvendikleri diğer isimlerle paylaşmaları gerektiğini söylemişti. Sonra da içeri girmenin yolunu bulmak konuşulmuştu. Oraya Dünya'dan girebilen kimse olmadıysa onlar nasıl girecekti? Bok da henüz kimden taraf olduklarını bile bilmediklerini vurgulamıştı. Bu Livei'nin de düşündüğü bir konuydu. Adamların Hiperya'yı desteklemiyor olması kendilerini desteklediği anlamına gelmiyordu. Bu konular masada tartışılırken anlamadığı dilde garip bir müzik koridor boyunca yankılanmaya başlamıştı.

Müziğin sesi gittikçe yükselip yanlarına yaklaşırken odaya dans ede ede tanıdık bir yüz girmişti. Thomas. Pek neşeli görünüyordu. Onları görür görmez biraz uğraşarak birkaç tıkla müziği kapatmıştı alelacele. Yanlarına gelip neler olduğunu sorduğunda bir posta ona da anlatmışlardı USB'de gördüklerini. Verdiği tepkilere bakılırsa Thomas'ın da hiçbir şeyden haberi yoktu. O esnada biraz evvel masadan gitmiş olan Max yanlarına yeniden gelmiş ve dijital bir ekran getirmişti. Ekranda üzerinde bazı siyah noktalar olan bir harita vardı. Bunun Ingenium haritası olduğunu, siyah noktaların da kod hataları olduğunu söylemişti. Birden fazlaysa neden dağı tercih ettiklerini ve bunun bir sebebi olabileceğini vurgulamıştı. "Belki de tüm hataları kullanıyorlardır ancak dağ esas toplanma alanlarıdır. Belki de büyük planları tamamen bu kod hataları üzerinedir çünkü Dünya'nın üzerinde güç sahibi olmadığı tek konu bu diye algıladım." Max bu kadar büyük bir topluluğun üyeleriyle neden daha önce hiç karşılaşmadıklarını ve neden onlarla iletişime geçmediklerini sorgulamıştı.

Tam o esnada Garo söze girerek bu terimlerin her ikisini de duyduğunu söylemişti. Bir anda tüm gözler Garo'ya çevrildi. Garo ülkesindeyken bir adam ile karşılaştığını, saatlerce içtiklerini ve adamın ona büyük plandan ve yükselişten bahsettiğini anlattı onlara. Garo ise bunun cinsellikle ilgili olduğunu zannetmişti... Friks kahkahalarını tutamayarak dışarı çıkarken Livei şaşkın başkınlarını Garo'da tuttu. Bu absürt duruma gülemeyecek kadar gergin hissediyordu kendisini. Bok, Mabi'ye dönüp ondan yardım istemişti zira sözün bittiği yerdeydiler artık. Livei derin bir nefes aldı. "Bu adam neden rastgele bir şekilde sana gelip anlattı ki bu kadar gizli bir olayı? Çok garip. Belki de ilk olarak bizim onlara ulaşmamızı istiyorlar bu yüzden bizimle iletişime geçip kimliklerini ifşa etme riskini almak istemiyorlar. Garo bu adamın tipini veya ismini, ona dair herhangi bir şey hatırlıyor musun?" Garo kadar saftirik birisinin bunlara dikkat edeceğine dair pek güveni yoktu gerçi. "Dünyalılar buraya kod hatası yüzünden giremiyor olabilirler ancak bizler bu kodun ürünleriyiz, bir şekilde içeriye erişim yolu vardır diye düşünüyorum. Bu örgütün bize tehdit oluşturup oluşturmadığını bilmiyoruz, araştırmamız gerekiyor. Nereden nasıl bilgi toplayabilirsek toplayalım. Ancak içime sinmeyen bir durum var. Dünya tarafından hala izleniyoruz sonuçta değil mi? Adam benimle kafamın içinde konuştu çünkü. Bu örgüt hakkında bilgi toplamak için bizi kullanmak istiyor olabilirler. Elde ettiğimiz her şey onlara yarar sağlayacak. Bunu bir şekilde çok gizlilikle yapmamız lazım. İsterseniz gönüllü olup dağa tek başıma gidip içeri girmenin bir yolunu arayabilirim. Geri dönmezsem öldü farz edersiniz ve başka yollar denersiniz. Hayatta kalırsam size ulaşmanın bir yolunu bulurum."
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#64
Livei'nin konuşmasını dikkatle dinledim. Bir ses, onun zihninde konuşmaya başlamış. Klasik bir şekilde aşağılanmış, ama en garibi de onlardan bir farkımız olmadığını söylemiş. Oysa öyle mi? Biz insanlarla beraber de yaşayabilecek kişileriz. Zaten, Thomas'ın, Max'in yanımızda olma sebebi bu. Hep beraber yaşamak istiyoruz, ama bizler de yaşamak istiyoruz. Neyse, buna sinirlenmemeliyim. Beni ve bizi anlamadıkları için onları affediyorum. Livei, konuşmasının devamında bir USB ve bilgisayarın karşısına çıktığını söylüyordu. Video içerisinde İkinci Kıta'da dağın bir görseli varmış, Paul'un uçakla gösterdiği büyük dağmış. Sanırım ben orayı bilmiyorum, uçağa binmemiştim çünkü. Paul kim onu bile bilmiyorum hatta. Mavi Yıldız'dan, Mutlak Son'dan ve Direniş'ten çok daha büyük bir ağı olan bir oluşum varmış burada, Dağtaraflar. Baray Dağı dedikleri bu yerde devasa bir şehir kurmuşlar. Bunu ise Ingenium gezegeni üretilirken oluşan bir kod hatası sayesinde yapmışlar. Dağın içi boşmuş, ancak yıkılmayıp ayakta kalabilen bir dağmış. Böyle şeyleri kafamın alması bazen çok zor oluyor, bana göre oldukça imkansız olan şeyleri dinliyorum ve bunların hepsi gerçek. Gerçi artık şaşırmıyorum, sadece işleme koymakta çok zorlanıyorum. Bu gözler neler neler gördü. Büyük bir plan üstünde çalışıyorlarmış, ancak bu planın ne olduğunu bilmiyorlarmış. Oraya incelemeye giden observerların hepsi ölmüş. Muhtemelen öldürülmüş de olabilirler. Dünya bu dağın içine giremediği gibi, inceleyemiyor ve kontrol altına da alamıyormuş, ki bu Dünyanın çok zoruna gidiyordur muhtemelen. Kontrol edemedikleri bir şey var sonuçta. Rising Up, yükselme anlamına gelen, kendi aralarında kullandıkları bir kodmuş. Büyük operasyonlara bu ismi veriyorlarmış, bir yandan ise The Big Solution diye bir şey varmış, o da Büyük çözüm anlamına geliyormuş. Gerçekleşen operasyonları birbirlerine aktarmak için kullandıkları kodmuş, içeriğini bilmiyorlarmış.

Max konuşmaya başladığında, sessizce dinlemeye devam ettim aralarında geçen sohbeti. Kodlama hataları olarak bir sürü hata varmış, ancak bu şekilde kullanılabileceğini bilmiyormuş Max. İşin kod kısmıyla uğraşmasa da uğraşan kişiler bu hataları es geçmeleri gerektiği komutunu almışlar. Garipti. Acaba bu emri kimden almışlardı? Max'te aynı benim gibi, öldürülüp öldürülmediklerini sorgularken, Mavi söze girmişti. Diğerlerine söylememiz gerektiğini söylüyordu, içeri girmeyi denememiz gerektiği konusunda fikrini ön plana atacakken, Bok tarafından sözü kesilmiş ve nereden gireceğimizi sorgulamaya başlamıştı ve konuşmanın geri kalanı artık tamamen komplo teorisine dönmeye başlamıştı. Max, bir kod hatası varsa içeriye ışınlanmadan girilemeyeceğini düşünüyordu. Ben de öyle düşünüyordum, oraya elimizi kolumuzu sallayarak girmenin mümkün olacağını sanmıyordum. Max içeri giderken, koridordan anlamadığım dilde bir şarkı gelmesiyle gözlerimi o tarafa doğru yönlendirdim ve yüzümü güldüren adam geldi! Thomas!

Telefonundaki müziği hızla kesmeye çalışırken gülmeye başladım, Thomas Bok'la selamlaştıktan sonra yanıma geçti, kolumu omzuna attım dostumun. "Monsieur! Nerelerdesin lan? Karı kıza mı vuruyon he?" Thomas tüm olayları dinledikten sonra bir anda üç dil birden konuşmaya başlamıştı. "O ney lan? Bana da öğretsene şu dilleri, putain ça." Ne dediğimi bilmesem bile onun söylediği şeyleri tekrar etmiştim. Sonrasında Max içeriye gelmiş ve masaya bir cihaz kurmuştu. Ingenium gezegeninin haritasının nasıl gözüktüğünü göstermiş, gördüğümüz siyah parçaların hatalı kısımlar olduğunu söylemişti. Bu hataların hiçbiri düzeltilmemiş ve gezegen bu şekilde başlatılmış. Dağ dışında da böyle bölgeler olmalıydı, dağ en büyüğü olduğu için kullanan kişi orayı kullanmıştı. En azından teoriye göre. Dünyaya karşılarsa neden bizle iletişime geçmediklerini ben de merak ediyordum, sonuçta düşmanımın düşmanı, dostum değil midir? Bu şekilde düşünüyordum. Garo bir anda söze girdiğinde, ciddi bir şekilde gözlerimi ona devirdim. Ancak büyük bir planı olduğunu ve herkesin yükseleceğini söylediğinde, viagra reklamı yaptığını düşünmüş. Önce kahkahamı tutmaya çalıştım, yüzüm kızarana kadar tuttum, ancak yine cinselliğe yorduğunu söylemesiyle Kudretli Ayı gibi anırmaya başladım.

"Yav ne söyliyim, benim yükselişten mi bahsedeyim? Ben var ya, bir yükseldim mi çok fena yükselirim, çok fena çadır kurarım. Açim mi?" Dedim Bok'a gülmeye devam ederken. Yavaş yavaş gülmem azalmaya başladı, gözlerimden akan yaşları elimin tersiyle sildim. Livei Garo'ya adamın tipini, ismini sormuştu, ben hatırladığını hiç düşünmüyordum. Sonrasında aslında mantıklı olan bir şey söylemişti, kod hatası yüzünden giremiyorlardı ancak bu kodun ürünleri olarak, bizler girebilirdik belki de. Dünya tarafından hala izleniyorken, örgüt hakkında bilgi toplarken onlara da bilgi sağlıyor olabilirdik. Doğru söylüyordu, temkinli olunması gerekiyordu. "Benim fikrim, gönüllü olup dağa tek başına gitmemen yönünde olur. Dağtarafı araştıracağız derken seni kaybetmek mantık dışı. Ancak dediklerine hak veriyorum, Dünya bizim üzerimizden bilgi toplamak istiyor olabilir. Bu noktada, önlem almamız gerekiyor. İlk fikrim, onlarla bir toplantı yapmak yönünde olurdu, silahsız, tehditsiz, ancak bizim hakkımızda bilgiye sahiplerse ve bizi tanıyorlarsa bu plan yatar. İkinci fikrim, tamamen gizlilik içerisinde farklı konuları hepimizin araştırması ve bilgilerimizi ortaya dökerek birleştirmek olacak. Birleştirdiğimiz bilgiler ışığında çok daha iyi bir plan yaparız. Bu yüzden, bana en mantıklı gelen hepimizin farklı bir konuyu araştırması ve belirli bir saat veya günde tekrar toplanmamız yönünde. O gün geldiğinde, onlarla nasıl iletişime geçeceğimiz konusunda hareketimizi planlayalım. Ha ama derseniz ki, hemen bir iletişim kanalı bulalım ve silahsız bir toplantı ayarlayalım, ben ona da uyarım. Bu planda işimiz daha hızlı olur tabii ki, ikinci planda işimiz uzayacak kısa bir süreliğine. Ne diyorsunuz?"
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#65
Bok, Mabi'nin tepkisine karşılık gülmemek için elinden geleni yaparken Garo Livei'nin sorusunu cevaplamaya yelteniyor. "Tam olarak nasıl anlatsam bilmiyorum ama... Çok resmi bir kıyafeti vardı ya. Böyle nasıl desem, simsiyah, uzun bir ceket, yani düğmeleri olduğu için ceket olduğunu varsayıyorum. Saç sakal sanarsın aylardır kesmemiş, darmadağın. Dar ve... Resmi diyebilirim. Resmi dışında kelime gelmiyor aklıma." O sırada Mabi konuşuyor ve hemen ardından odaya tekrardan giren Friks devreye giriyor. "Bence böyle bir meselenin kısası uzunu yok, hepimizin ayrı yerlere odaklanması daha mantıklı. Livei'yi kaybedersek zaten beynimizin yarısını kaybetmiş oluyoruz. Onun yerine hepimiz ya tek tek ya da grup grup ayrılalım, işi çözmeye çalışalım. Ama kim nereden nasıl başlayacak amına koyayım?" Friks sözlerini bitirdiği anda Garo "HAH!" diye bağırıyor ve herkes irkiliyor. "Aklıma bir şey geldi. Maxwell bey bana bir keresinde bir film göstermişti, eski İngiltere filmi. Orada bir adam vardı, onun kıyafetlerine çok benziyordu." diyor. Bir anda Bok'un gözleri açılıyor, ikinize de göz gezdiriyor ve ne düşündüğünüzü anlamaya çalışıyor. Sonrasında ayağa kalkıyor ve "Son kararları alalım. Kim nerede ne yapacak?" diye soruyor, hemen ardından da kendisi söze giriyor. "Ben şu an burada olmayan arkadaşlarımızı haberdar edeceğim öncelikle. En hızlı hareket edebilen benim, bu işle sizi uğraştırmak istemiyorum. Max'in ekibi ile birlikte dağın yapısını inceleyecek arkadaşlara ihtiyaç var." O sırada Mavi elini kaldırıyor ve "Savaş içermeyen konularda öne atlayabilirim diye düşünüyorum." deyip gülümsüyor. Bok başıyla onaylıyor ve "Dağa bizzat gidecek birileri de lazım, kim olabilir?" diye soruyor. Friks ise "Dağa gidip ne yapacak?" diye soruyor. Bok da "Yani bilmiyorum ki, bakacak herhalde." diyor. Bir süre sessizlik oluyor ve Friks kıkırdamaya başlıyor. "Abi düştüğümüz duruma bak ya." diyor kısaca.

Bok bir süre düşünüyor ve "Saha araştırması." diyor. "Saha araştırması olarak düşünün, oraya bir grup olarak gideceksiniz ve dağın dışında bir gariplik var mı bunu anlamaya çalışacaksınız. İçine giremeyeceğinizi tahmin ederek söylüyorum bunu." Friks de "Tamam ya siktir et, giderim ben. Var mı gelecek?" diye soruyor. Thomas "Ben Monsieur neredeyse oradayım. Ayrıca karılarla işi bıraktım o son olaydan sonra." diyor ve gülüyor. Ardından Friks "Aslında Huld'u yanıma alabilirim." diyor. Son anda Faell "Ben de dağa geleceğim." diyor. Ardından Bok "Başka ne araştırılacak?" diye soruyor ve sözü diğerlerine bırakıyor.

Bana sorarsanız boşuna araştırıyorsunuz. Sonucunda neye ulaşacaksınız tam olarak? Ne başaracaksınız yani? Neyi bulmayı amaçlıyorsunuz? Sizinle dost olurlarsa yine asla kazanamayacağınız bir savaşa gireceksiniz. Sizinle düşman olurlarsa daha hızlı kaybedeceksiniz. Şimdi söyleyin bana, ne zaman kaderinizi kabullenecek ve yerinize oturacaksınız? İnsanoğlunun gelişimi ve potansiyeli dedik dedik geldiğiniz nokta çıkışı olmayan bir yol sadece. Fark ettiniz mi? Günün sonunda herkesin söyleyeceği şeyler de azalıyor. Gittikçe de azalacak. Konuşulacak hiçbir şey kalmayacak ve hepiniz sıfır noktasında kalacaksınız. Gerçekten utanç verici olacak.

Bu mu yani? Bana bunu yapmak bu kadar kolay mı?

Kes sesini.

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#66
Garo adama dair net bir tanımlama yapamamıştı. Yalnızca resmi kıyafetler giydiğini hatırlıyordu. Saçının ve sakalının da darmadağın olduğunu söylemişti. Livei bu bilgiyi zihnine kazıyıp ne yapabileceğini düşünürken Mabi söz alarak fikrine karşı çıktığını dile getirmişti. Livei'nin kendisini riske atmasını istemiyordu ve gereksiz buluyordu. Onun ardından Friks de odaya geri girerek aynı geribildirimi yapmıştı. Livei bu fikri diğer ekip arkadaşlarını riske atmak istemediği için öne sürmüştü. O dağa gitmek tehlikeli bir şeydiyse bundan zarar gören tek kişinin kendisi olmasını tercih ederdi. Daha fazla kimseyi kaybetmek istemiyordu. Friks ve Mabi herkesin gruplara bölünmesini ve bir yerden başlamaları gerektiğini öne sürmüştü. "Ama elde ettiğimiz bilgileri öğrenecekler... Birbirimizle hiç iletişime geçmememiz gerekiyor o halde." O esnada Garo bir anda heyecanlanarak Max'in ona izlettiği eski bir filmde gördüğü adama benzediğini söylemişti onunla konuşan kişinin. Bu bilgiyi öğrenince Bok'un aniden gözleri açılmıştı. Sanki aklına bir şey gelmiş gibiydi. Ancak zihninde ne olduğunu söylememişti. Aralarında Dünya ile en çok haşır neşir olmuş, orada zaman geçirmiş ve orada tanıdıklar elde etmiş kişi Bok'tu. Bir çağrışım yapmış olsa gerekti.

Bok herkesin istediği görevlere göre ayrılması gerektiğini savunmuştu. Kendisi ilk olarak hızlıca haberi olmayan diğer Ingeniumlulara son bilgileri ulaştıracağını söylemişti. Max ile birlikte dağın yapısını incelemeye gidecek bir ekibe ihtiyaç olacağını vurgulayınca Mavi elini kaldırmış ve savaş içermeyen konularla ilgilenebileceğini söylemişti. Dağa bizzat gitme konusuna ise Friks ve Faell gönüllü olmuşlardı. Dağa gidip tam olarak ne yapacakları belli değildi. İnceleme yapacaklardı ancak neyi nasıl incelemeleri gerektiğini bile bilmiyorlardı. Bok bunun bir çeşit saha araştırması olacağını söylese de Livei'nin içine sinmemişti. Saha araştırmaları belli bir amaç ve yöntemle yapılırdı sonuçta. Samanlıkta iğne aramak gibiydi kalkıştıkları iş. Bok son olarak başka neyin araştırılması gerektiğini sormuştu. "Şu haritadaki diğer bozuk kod olan bölgeler... Onları da araştırmak gerekir mi sizce? Belki oraların içine girmenin bir yolunu bulabiliriz. Kendimize Dünya'nın bizi gözetleyemediği bir konuşlanma bölgesi bulabiliriz." diye fikir attı ortaya. Bu bozuk kodların önemli olacağına dair bir his vardı içinde. "Garo'nun bahsettiği adamı da araştırmak lazım. O tarife uyan pek fazla insan yok, göze çarpacaktır elbet. Belki bar veya kafeler gibi toplumsal alanlarda onların şifreli mesajlarıyla konuşmayı denersek başka üyelere de rast geliriz. Ama bu onların kimliklerini ifşalamak gibi olacak. Her iki tarafı da savunmasız bir duruma sokabilir. Şu ana dek hangi örgütlenmeye burnumuzu soksak içlerinden geçtik. Max senin bir fikrin var mı?"
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#67
Bok'un gülmeme çabasına karşılık, gülümseyerek karşılık vermiştim. Bu sırada Garo söze girerek, çok resmi bir kıyafeti olduğunu söylüyordu, aynı zamanda saçı sakalı birbirine karışmış bir adamdan bahsediyordu. Friks devreye girerek, bu meselenin kısası uzunu olmadığını, hepimizin ayrı yerlere odaklanmasının mantıklı olduğunu söylemişti. Livei'yi kaybetmeyi o da istemiyordu, ben hiç istemiyordum. Hem bir dost olduğu için, hem de gerçekten ekibimiz için en önemli üye olduğundan dolayı. Garo'nun aniden tekrar söze girmesiyle birlikte, Max'in ona gösterdiği bir filmden bahsediyordu, eski İngiltere filmi. Onun kıyafetlerine çok benzediğini söylüyordu. Bu sırada Bok, kimin nerede ne yapacağını planlamak istiyordu. Bok, burada olmayan arkadaşları durumdan haberdar edecekti, Mavi savaş içermeyen konularda öne atılabileceğini söylüyordu. Birilerinin dağa doğru gitmesi gerekiyordu, ancak bu ne kadar mantıklı olurdu emin değildim. Saha araştırması için çok mantıklı olurdu, ancak o dağa yaklaşmak ve yaklaştığımız anda hangi tehlikeyle karşılaşacağımızı bilmiyor olmak bir sorundu başlı başına.

Thomas nereye gidersem oraya geleceğini söylediğinde, "Ulan özledim ha senle maceraya çıkmayı. Bitanem benim." Dedim gülerek. Livei'nin Dünyanın da bu bilgileri öğrenme konusundaki endişelerini anlayabiliyordum, ancak elimizden ne gelebilirdi emin değildim. Haritadaki diğer bozuk kodların olduğu bölgeleri araştırmamızın gerekli olup olmayacağını sorguluyordu, Dünya'nın bizi gözetleyemeyeceği bir konuşlanma bölgesi bulabileceğimizi söylüyordu. Mantıklı bir fikirdi, Thomas ile birlikte bu görevi alabilirdim. "Ben Thomas ile birlikte diğer bozuk kodların olduğu bölgeleri araştırabilirim. Nedir ne değildir, her türlü detayını çıkarırım." Dedim. Eğer gerçekten Livei'nin ortaya attığı fikir gibi, orası bizim için bir kabuk olabilecekse, tüm öğrendiklerimizi asıl orada paylaşmamız gerekirdi. Böylelikle Dünya'dan koptuğumuz bir yer oluşturmuş olurduk.

"Thomas ile benden bozuk bölgelere dair bilgi gelmeden bilgi alışverişine girmeyelim. Toplanma zamanımız, bizim işimizin bittiği zaman olsun. Herkes saatlerine dikkat etsin, eğer kendimize Dünya'dan kopabileceğimiz bir bölge bulabilirsek, sizi saat ile bilgilendirelim ve hemen yanımıza gelin. Ne dersiniz?"
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son] Dağdakiler

#68
Max gözlüklerini burnunun ucuna itiyor, harita holo-tabakasını masanın ortasına yayarak Livei’ye bakıyor. "Bence haklısın, oralarda direnişe kalıcı bir karargah kurma şansımız var. O adamın da peşinden gitmemiz lazım ama bu konuda strateji oluşturmak çok zor gibi görünüyor. Yani adamın nerede olacağını bilmemize imkan olmadığı için deneme yanılma yapmamız gerekecek biraz." Sonra Mabi’ye çeviriyor başını. "Diğer kör bölgelere göz kulak olmak için sen ve Thomas mükemmel eşleşmesiniz. Sen kasla korku salarsın, Thomas çeneyle kapıyı açar." Bok kollarını göğsünde kavuşturuyor, gülümsemeyi artık saklamadan "Tamamdır. Bir hafta içinde herkes ilk pasını atıyor o zaman abi. Faell, Friks ve Huld dağa çıkacak, Mavi Max’le sensör verisini paketleyip inceleme laboratuvarına taşıyacak, ben hız habercisi olduğum için kümeler arası koordine olacağım. Saatlerdeki sohbet kanalımız açık kalsın, her gün kısa raporlar verelim, Mabi'nin götlü cümlesini yazan olursa da yedek plana geçeriz. Anlaştık mı?"

Garo göbek yastığını düzeltiyor ve "Bu sefer ciddi ciddi dağa tırmanacağım demek, aşırı heyecanlandım şu an ya." diye homurdanıyor. Mavi gülümsüyor ve Max'e bakınıyor. Thomas, Mabi’ye dirsek atarak "Yollar bizi bekler Monsieur, size viski getirdim bu arada." diyor. Max haritayı katlarken "Şimdilik bu kadar." deyip saati toka gibi bileğine geçiriyor. Kısa tokalaşmalar, omuz vurmalar... Birkaç dakika sonra herkes, dağılmak üzere kapalı kapıdan geceye süzülüyor.

Bu kadar plan yeter. Şimdi… size bir hikaye anlatsam, biraz gerilimi dağıtır mı? Ne dersiniz, Balıkçı ve Kurt’u dinlemek ister misiniz?

Gün batımı denizi kırmızı şaraba boyarken eski ahşap iskelede tek başına duran balıkçı, pas tutmuş oltasını toplar. Hışırtıyla sarılan misinadan tuz kokusu yükselir, adamın dudaklarından belli belirsiz bir ıslık süzülür. Ufukta güneş erirken suya yorgun kıpkızıl bir gölge düşer, günün son rengi, gecenin ilk tadı. Balıkçı, son kez ağını çeker, ağın iplerinin arasından gümüş pullar kıvılcım gibi sıçrar, ama kimse görmez. Çünkü kulübesine dönerken adım attığı kumda, boynunun enseye bakan kılları diken diken olur. Ağaç sınırında seyre duran kurt parıldayan altın gözleriyle izler.

İlk gece balıkçı kayığına gizlice uskumru
 güneş sarısı serum enjekte eder, kimse bilmez nedenini. Avını diri diri ağdan çözer, tek tek toprağa atar, deniz yerine kuru rüzgara bırakır. Sonra kapısının sürgüsünü çeker, içerideki küf kokulu lambayı söndürür. Kapının ardında balıklar kaju kabuğu gibi çırpınır, çırpınış, kurt dişlerinin dibinde sessiz bir konser olur. Kurt kımıldamaz, sadece bekler, gözleri ince bir bıçak sırtı gibi parlar.

İkinci gece köpekler çifte kapılı ağılın yanında uyuklar. Nefesleri süt köpüğü gibi tütse de havlamazlar, rüyalarında mısır tarlaları kovalar, sakin hırlarlar. Balıkçı yine usulca ağını boşaltır, serumu inceden yağmur gibi fısıldar balıklara. Şimdi balıkların gözleri hayalet mavisine döner, sürüyü besler, ama denize salmak yerine kurak toprakta nötrleşmeye bırakır. Kurt orada hala gölgedir, yumuşak patileri kumda iz bırakmaz, fakat gözleri kararmış ay gibi ışıltılıdır.

Üçüncü gece balıkçı sopasını sırtına alıp fener dağ yamacına yürür. Sis içinden bedeninin silueti, ince kalem vuruşu gibi kayar. Kurt sessiz iz sürer, çalıların arasından yalnızca sarı bir göz çifti parlar. Tepeye varınca balıkçı, paslı bir demir kapı söker, yıllardır açılmamış yeraltı odasını havalandırır. Masada eski tıraş bıçakları, kırık kalemler, keçi derisi defterler durur, insanlar unuttu, ama kurt hatırlar. Çatı çatırdar, sisin içinden şairin uğursuz mırıltısı duyulur. Balıkçı eskiden çocuklara masal anlatan adamdır, şimdi masalın içine kendini çiviler.

Dördüncü gece fırtına başlar. Gök açılır, yağmur kemiklere iner. Köpekler atalarının mezar taşlarına sığınır, yağmurda ulurlar. Balıkçı ağını hiç atmaz artık, yerine mezar toprağına çivi eker. Kurt yaklaşır, balıkçının gözleri cam kırığı kadar soğuk olur. Dingin deniz geçmişte kalmıştır, şimdi her damla yağmur yerin altındaki paslı savaş davuludur.

Sisten çıkıp giden, balıkçı mıdır kurt mudur, karanlık yutar o farkı. O sabah sahil kasabası boş kayıklar bulur. Ağlar çözülmüş, ama balık hiç yok. Kulübede bir tek izmarit külü, yarım ıslık notası ve kapkara serum şişeleri… Balıkçı uzaklarda hala hükmünü sürüyor derler, köpek dişlerine benzer kemikli bir krallıkta, uskumru pulundan taç takmış halde. Ve kurt? O hala aynı altın gözlerle sabah kızıllığını bekliyor, gökyüzüne sinen sis, tek tek eski suçları anlatırken.

Balık çoktan bayrağa, kurt çoktan ulumasız geceye dönüşmüştür, ama sahilde yankılanan ıslık hala kulak verene kadar kesilmez.

Beğendiniz mi?
Off Topic
Konu sonlanmıştır. Yarın yeni konu açılacaktır.

Ödüller
Livei Nyawodz
• 500 IP
• 10000 PBF

Mabi Chüimimuta
• 500 IP
• 10000 PBF

Return to “Slistua”