Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#21
Dışarı çıktıkları anda Livei derin bir nefes almıştı. O tuhaf ortamın dışına çıkmak huzurlu hissettiriyordu. Bok karargaha ışınlanmadan evvel ona Yotslarla aynı anda girmelerine rağmen onlarla neden hiç karşılaşmadıklarını sorgulamıştı. Sahi... Olaylar silsilesi yüzünden Komiser Yots hiç aklına bile gelmemişti. Bu durum onu biraz düşündürdü. Livei bir süredir duygularının manipüle ediliyor olabileceğinden endişe etmişti ve Yots gibi güvenebileceği birisini tam da onlar dağın etrafında dolaşırlarken onlara göstermek... Ve böylece dağa gelmelerini sağlamak... Fazlasıyla planlanmış olurdu ancak Şapkalı gibi bir adamın bunu yapması onu şaşırtmazdı.

Karargaha vardıklarında ilk olarak Max ile karşılaşmışlardı. Zaten herkes çıktıkları kısa görevlerden dönmüştü. Frip ve Friks de son dakika içeri girmişlerdi. Böylece herkesi toplayıp konuşabilme fırsatına erişebilmişlerdi. Livei kendini sevdiği ve saydığı ekip üyelerinin içinde çok daha güvende hissediyordu. Onların fikirlerini alıp olayları tartışmak bulanıklaşan zihninin de rahatlamasını sağlıyordu. Olayları anlattıklarında herkes şok geçirmişti. İlk ayaklanan kişi Shisha olmuştu ve hızlıca Hera'ya haber vermesi gerektiğini söylemişti. Hae de onunla gideceğini söylemişti. Max de Elion, Faell ve Garo'ya haber verilmesi gerektiğini belirtmişti. Friks ve Mavi bunca zamandır peşlerinde olan adamın Şapkalı olmamasının şokunu yaşıyorlardı. Thrao ise babasının kiminle konuştuğunu ve kiminle iş birliği yaptığını merak ediyordu. Bunca zamandır Şapkalı pek çok işin içindeydi. Livei'ye bakan yönünde çok fazla iletişimleri olmamıştı ancak o iletişimlerde bile Şapkalı'nın sahte olduğuna inanası gelmiyordu. Max ise onun gibi güçlü birisinin onlara neden ihtiyacı olduğunu sorgulamıştı. Haklıydı da. Bunu Livei de sorgulamıştı ancak yanıt alacak zamanı olmamıştı. Bunca zamandır bunca mücadele ve savaş verilirken Şapkalı neden sadece izlemişti de hiçbir müdahalede bulunmamıştı? Planını gerçekleştirmek için neden onlara ihtiyacı vardı? Elion burada olsaydı ona daha çok şey sorabilirdi. Dünyadayken geçirdiği zamana dair bir şeyler hatırlıyor olabilirdi o.

Bok sonrasında onlara Thomas olayını baştan sona anlatmıştı. Max'in bu konudaki tavrı netti. Thomas kesinlikle ajan değildi. Şapkalı'nın dediği şeyleri yalanlamış, onun öyle üst düzey bir rütbesi olmadığını ve Bay Zengin ile yakın bir ilişkisi de olmadığını söylemişti. Üstelik sürekli bir arada bulundukları için de bunu kendisinden saklayabileceğine inanmıyordu. Bu çok ciddi bir bilgiydi. Şapkalı'nın lafındansa Max'e çok daha fazla güveniyordu. Ajan kelimesini duyunca da Thomas'ın bakışlarında dürüstlük okunuyordu. Üstelik oradayken çok tedirgindi. Şapkalı ve Ulaş'tan korkuyordu. "Açıkçası Şapkalı'ya güvenmiyorum o yüzden şu sahte Şapkalı meselesine de hemen inanmayalım. Söylediği her şey gözümde şaibeli. Şu zamana kadar tek bir Dünya taraftarı observerın giremediği, girip de sağ çıkmadığı bu belirsiz dağa ajan olsaydı Thomas'ın elini kolunu sallayarak girebileceğini de düşünmüyorum. Bu durumda Şapkalı bizi kandırıyor veya tüm gerçekleri açıklamıyor olabilir. Buluşmaya gardımızı almış şekilde gidelim çünkü gerekirse onu da karşımıza almamız gerekebilir. Tatmin olacağımız cevapları almadan bu işin peşini bırakmayalım. Planının ne olduğunu da bilmiyoruz ve ilkelerimizle ters düşecek şeyler olabilir. Her şeye hazırlıklı olalım." Max'e döndü cevap vermek için. "Tamam, onları takip edelim. Bok sen Mabi'ye mesaj gönderebilir misin? Ortak bir nokta belirleyip orada buluşalım. Thomas'ın başına bir şey gelmese iyi olur."
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#22
Mabi: Kadının sana doğru dönmüş bakışları bir süre suskun kalıyor. Gözleri seninkilerle kesişince başını hafifçe öne eğiyor, sonra uzaklara dalarak konuşmaya başlıyor. "Birinci kıtadaki savaşta sevdiğim herkesi kaybettim. Babam, kardeşim… hepsi ön cephelerdeydi. Bir zamanlar biz Djurat’ta bir kasabada yaşıyorduk. Haritaya bile zar zor giren, küçük bir yerdi. Ama çok severdim orayı. Tüm arkadaşlarım, çocukluğum oradaydı. Şimdi? Orası bile yok. Ülke olarak yalnızca kağıt üzerinde varız artık. Hayatta kalanlar da ya saklanıyor ya da bambaşka yerlere savruldu. Ben teşkilat içindeydim... Bazen bunun suçlusu benmişim gibi hissediyorum." Kelimeleri boğazında düğümlenirken bir an duraksıyor. Sonra yeniden sana dönüyor. Gözlerindeki yaşlar belirsizce titreşiyor ama düşmüyor. "Dağa ilk geldiğimde, senin dostunun yattığı bu binanın içinde ben de aynı hisleri taşıyordum. Her şeyin bittiğini. Kimsenin kalmadığını. İçimde hala herhangi bir şeye dair bir umut var mıydı, onu bile bilmiyordum. Ama zamanla alışıyor insan. Alışıyor çünkü başka şansı yok." Sana uzanıyor. Avucu açık, hafifçe gülümsüyor. "Ben Chie Jemipech. Polis teşkilatında komiserdim. Artık neyin komiseriysem tabii..." Elini uzatışıyla birlikte bir anda tavandan parlayan kıpkırmızı bir ışık tüm odayı kızıla boyuyor. Ardından tiz bir uyarı sesi yankılanıyor, acil durum alarmının tekdüze komutu her köşeye ulaşacak kadar güçlü çıkıyor.

"Yangın alarmı! Lütfen herkes binayı derhal boşaltsın. Bu bir acil durumdur."

Chie birden irkilip ayağa fırlıyor. Çevrende bulunan diğer insanlar da panik içinde odadan çıkıyorlar. Bazıları koşarak, bazıları kafalarını koruyarak acil çıkışa yöneliyor. Chie gözleri sende kalmış halde, sana hadi der gibi bir bakış atıyor ve ardından o da kalabalığın arasına karışıp binayı terk ediyor. Tam o anda Thomas’ın bulunduğu odadan bir metalik ses geliyor. Camları çevreleyen mekanizma harekete geçiyor ve şak diye panjurlar kapanıyor. Odanın içi tamamen görünmez hale geliyor. İçeride bulunan doktorlar, sanki bir emir almış gibi hiçbir şey söylemeden kapıyı açıp telaşla dışarı çıkıyorlar. Sen yerinden bir adım bile kıpırdayamıyorsun. Bir şey tuhaf. Alarmın sebebi belli değil. Yangına dair bir duman ya da sıcaklık hissi yok. Bu daha çok bir tahliye senaryosu gibi. Ve herkes protokol gereği binayı terk ederken sen hala oradasın. Tam o anda gözün kapının tam aralığına takılıyor. Thomas'ın odasının kapısı açık kalmış. Panjurlarla kapalı camın arkasına rağmen içeri bir şekilde girmen hala mümkün. Ama öte yandan binayı boşaltmakla yükümlüsün. Vakit daralıyor. İçindeki iki ses çarpışıyor.

Kaçmak mı? Girmek mi?

Livei: Sözlerini bitirdiğin anda Max sana doğru hafifçe eğiliyor. Gözlerinde kararlı bir ışıltı beliriyor. "Tam da benim düşüncelerim." diyerek başını sallıyor. "Bu kadar karanlık işin içinde onun bize güven vermeye çalışması bile başlı başına bir tuhaflık. Ne yapacak olursak olalım, gardımızı indirmemeliyiz. Seninle aynı fikirdeyim." Max’in cevabının hemen ardından Bok ona dönüyor. "Nerede buluşalım o zaman?" diye soruyor, bir yandan Mabi'ye mesaj yazmaya hazırlanıyor. Max bir an düşünüyor. Sonra gözlerini tüm grubun üzerinde gezdirerek konuşuyor. "İkinci Kıta ile ölü Üçüncü Kıta’nın arasında kalan küçük bir ada var. Eskiden tarım için kullanılırdı, şimdi kimsenin umrunda değil. Sessiz, terk edilmiş bir yer. Buluşma için güvenli bir yer. Oraya gidelim." Bok başını sallıyor. "Tamam." diyerek saatine uzanıyor, parmaklarını birkaç kez kaydırıyor. "O zaman Mabi’ye mesaj atıyorum."

Sen bu sırada etraftakilerin kendi aralarında da hareketlenmeye başladığını fark ediyorsun. Friks, Mavi ve Thrao birlikte bir köşeye geçiyorlar. "Ben şehir içine tekrar döneyim." diyor Mavi. "Şüpheli biri var mı diye yeniden bakacağım. Belki gözden kaçan bir şey vardır." Friks hemen atılıyor. "Ben Max ile elimizdeki verileri inceleyeceğim. Bilim baya iyiymiş amına koyayım." Thrao ise sessizce ekliyor. "Ben babamın gizli arşivlerini tekrar inceleyeceğim. Belki yeni bir isim çıkar." Birbirlerine kısa talimatlar verip dağılıyorlar. Bok ise sana dönüp kısa bir bakış atıyor. "Hazır mısın?" diye soruyor sana. Hazırsın. Başını hafifçe sallıyorsun. "Bir şey deneyeceğim." diyor Bok. "Daha önce tam olarak emin değildim ama mantığını çözdüğüme inandığım bir şey var. Tutun bana." Tereddüt etmeden koluna tutunuyorsun. Bok gözlerini kapatıyor, odaklanıyor. Saatine dokunuyor.

Göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir an. Bir titreşim. Boğazında bir baskı. Hava bir anda değişiyor. Gözlerini açtığında kendini dağın eteklerine yakın, puslu ama sıcak bir atmosferin içinde buluyorsun. Etrafta taş evlerden oluşan ufak bir yerleşke var. Prui mimarisine özgü, dış yüzeylerinde yosun tutmuş yuvarlak hatlı yapılar. Ve tam karşınızda Yots sırtını dönmüş bir taşın önünde duruyor. Ardından dönüp size bakıyor. Bok hafifçe gülümseyerek konuşuyor. "Daha önceden gördüğüm insanları hayal ederek ışınlanabiliyormuşum. Onu öğrenmiş olduk şu an." Yerinizden kıpırdamıyorsunuz ve onu izlemeye devam ediyorsunuz. Bok "Takip edebiliriz." diyor. "Ama istersen birkaç soruyu önceden aramızda belirleyip, doğrudan gidip sorabiliriz de. Ne dersin?"

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#23
Kadın, bir süre bana bakıp sessizliğini korudu, ben de bu sırada gözlerimi iyice kısmış kim olduğunu tanımaya uğraşıyordum. Kadın konuşmaya başladığında dikkatle dinledim onu. Birinci kıtadaki savaşta sevdiği herkesi kaybettiğini söylüyordu, babasının ve kardeşinin ön cephede olduğunu söylüyordu. Bakışlarımı yere doğru kaydırdım. Bu savaş hepimize sevdiğimiz insanları kaybettirmişti. Hiç tanımadığım dostlarımı, çok yakından tanıdığım dostlarımı. Orada can veren herkes, benim yakınımdı. Kadının acısını çok iyi anlıyordum. Artık ne savaşabileceğimiz bir ülkemiz vardı, ne toprağımız. Sadece orayı geri almak için uğraşıyorduk ve hayatını kaybedenleri orada terk etmek durumunda kalmıştık. Ama buna zorundaydık. Dağa ilk geldiği zaman bu binanın içinde aynı hisleri taşıdığını söylüyordu, içinde bir umut bile var mıydı bilmiyordu. Ancak, adını ve soyadını söylemesiyle birlikte açılan gözlerim yerden onun gözlerine iliklendi. "Jemipech?" Bok? Bok'un akrabası olabilir miydi? Elini uzattığı gibi tavandan parlamaya başlayan kıpkırmızı bir ışık ve tiz bir uyarı sesiyle birlikte kuracağım tüm cümleler boğazıma kilitlenmişti. Yangın alarmı çalmaya başlamış, bir uyarı anonsu binanın derhal boşaltılması gerektiğini, acil durum olduğunu söylüyordu.

Chie aniden ayağa kalkıp yerinden fırlamıştı, diğer insanlar da panik içinde odadan çıkıyorlardı. Herkes büyük bir acele ile çıkışa doğru gidiyordu, Chie gözlerini bir süre bende tuttuktan sonra koşturarak binayı terk etmişti. Thomas'ın bulunduğu odadan metalik bir ses gelmesiyle bakışlarımı oraya doğru çevirdim. Panjurlar bir anda kapanmış, odanın içi tamamen görünmez bir hale gelmişti. Doktorlar, emir almış gibi hiçbir şey söylemeden kapıyı açıp telaşla dışarı çıkmıştı. Alarmın sebebini anlayamamıştım bile, yangına dair duman veya sıcaklık hissi de görmüyordum. Tahliye senaryosu gibi duruyordu, herkes protokole uygun olacak şekilde binayı terk etmeye başlamıştı. Ancak ben, dostumu almadan buradan çıkamazdım. Her ne olursa olsun, gerçek bir yangın olsa bile onu buradan almadan çıkamazdım. Gerekirse onunla birlikte bu alevlerin arasında yanmayı tercih ederdim. Bu yüzden koşturdum, hızla kapıyı tekmeyi bastım. Chie Jemipech meselesiyle sonra ilgilenebilirdim, şimdi acelesi yok gibi gözüküyordu.

"THOMAS! SENSİZ BURADAN ÇIKAR MIYIM LAN!"

Tekmeyi bastığım gibi, Kudretli Ayı'ya yakışır şekilde kükredim kapının eşiğinde. Kapıyı açacak, içeri girecek ve Thomas'ı kucaklayacağım. Buradan ya onunla çıkarım, ya da ikimizde çıkamayız. Bunun tek yolu bu.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#24
Max de Livei ile aynı fikirde olduğunu belirtmişti. Şapkalı'nın güven sağlama çabasının tuhaf olduğunu düşünüyordu. Bok'un nerede buluşacakları sorusuna ikinci kıta ile üçüncü kıta arasındaki bir adayı önermişti. Terk edilmiş, kimsenin kullanmadığı bir ada olduğunu söylemişti. Burada her iki taraf için de nispeten güvenli şekilde buluşabilirlerdi. Bok da bunu onaylayarak Mabi'ye saatiyle mesaj göndermişti. Mavi şehir içine dönmeye, Friks Max ile çalışmaya, Thrao da babasının arşivlerini yeniden incelemeye karar vermişlerdi. Bok ve Livei de Yots'u takip edeceklerdi. Hazır olduklarında Bok potansiyelini yeni keşfettiği bir şeyi denemek istediğini söyleyerek kolundan tutmuştu. Saatine dokunduğu anda da kendilerini Yots'un yakınında bulmuşlardı. Bok artık önceden gördüğü birisini hayal ederek ışınlanabildiğini söyleyince Livei şaşkınlığını dile getirdi. "Vaaoov. Bu çok iyiymiş. Epey işimize yarar."

Dağın eteklerine gelmişlerdi. Daha önce görmediği küçük, köy gibi bir yerleşkenin etrafındaydılar. Taştan minik evler vardı. Prui evlerine benziyorlardı. Yots, sırtı dönük bir şekilde bir taşın üzerinde oturuyordu. Bok onu takip edebileceklerini ya da sorular sorabileceklerini teklif etmişti. "Sormak istediğim çok şey var aslında. Dağı nasıl keşfetti, nasıl içine dahil oldu, Şapkalı'ya ne kadar güveniyor, nasıl güveniyor, biz içeri girdiğimizde neden orada değildi gibi." Kısaca iç çekti. "İstersen gidip bunları soralım. Biraz sorguya çekmek gibi olacak ve Yots yetenekli bir komiserdir. İstediğimizi elde edememe ihtimalimiz de var. Şapkalı'nın bize ısrarla yalan söylediğini düşünürsek Yots'a karşı da temkinli olmalıyız."
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#25
Mabi: Kapıyı omzunla itip tekmeyi bastığın anda kilit dili kırılıyor, metal bir iniltiyle kapı içeri savruluyor. İçeriden sıcak hava yüzüne çarpıyor. Kırmızı ikaz ışıkları odanın duvarlarında nabız gibi atıyor. Thomas yatağın üzerinde kıpırtısız yatıyor, kollarına bağlı kablolar titreşerek sarkıyor. Bir adımda arayı kapatıyorsun, kabloları tek tek söküp göğsüne doğru kavrıyorsun onu. Ağırlığı beklediğinden fazla, ama kolların kilitleniyor, bırakmıyorsun. Koridora çıktığın anda sirenin sesi dar duvarlarda yankılanıyor. Acil çıkış yönlendirmeleri yeşil oklar halinde yanıp sönüyor. Tavandaki sulama sistemi başlıklarından ince taneli su serpilmeye başlıyor, zeminde oluşan parlak bir film ayaklarının altını kayganlaştırıyor. Sağdan bir yerde bir trafo panosunun içinden kıvılcımlar saçılıyor. Tavanın içindeki havalandırma kanalları metal bir homurtuyla esniyor. Adımlarını geniş alıp hızlanıyorsun. Thomas’ın nefesini yanağında sıcak bir rüzgar gibi hissediyorsun ama uyanmıyor, tamamen baygın. Sol taraftaki bir odanın kapısı açık, sedyenin tekerleri birbirine çarpıp klik sesleri çıkarıyor, içeriden koşturup çıkan iki görevli zaten koşarken sana hiç bakmadan uzaklaşıyor. Koridorun sonundaki kapı yarı açık, "Çıkış" yazısı kapının üstünde yanıp sönüyor.

Tam o kapıya yaklaşırken beyaz önlüklü bir doktor tam karşına atılıyor. Kollarını iki yana açıyor, yüzünde panikle karışık bir otorite ifadesi var. "Hastayı çıkaramazsın!" diye bağırıyor. "Stabil değil, burada kalması gerekiyor!" Durmuyorsun. Bir adım sağa kırıp sıyırıp geçmeyi hesaplarken tavan bir kez daha inliyor. Zaman bir an için ağır çekime dönüyor. Doktorun gözleri büyüyor. Tavandan kopan kalın bir taşıyıcı parça, yanında asılı aydınlatma bandını da sürükleyerek aşağı düşüyor. Metal bir uğultu, kırılan plastik sesleri, ardından kıpkısa bir çığlık. Toz ve soğuk su damlaları aynı anda yüzüne çarpıyor. İçgüdüyle başını eğiyorsun, Thomas’ı göğsüne daha sıkı bastırıyorsun. Doktorun bulunduğu yer su ve toz bulutu içinde kayboluyor. Kokusu bile ağır geliyor, yanık plastik ve ıslak betonun o mide burkan karışımı. Bir an için omuzlarının titrediğini hissediyorsun ama ayakların durmuyor. Koşmaya devam ediyorsun. Sağdaki duvarda kılcal çatlaklar dalga gibi ilerliyor. Sola kıvrılan kısa bir pasajdan geçerken tavan döşemesi bir noktada içe çöküyor, önüne ince taş parçaları yağıyor. Dirseğinle yüzünü koruyup hamleyi büyütüyorsun. Çıkış kapısı artık tam karşında, yeşil ok sabit yanıyor. Kapıya tekmeyle yükleniyor, omzunla ittirdiğin anda kapı dışarı açılıyor.

Dışarı adımını attığın gibi rüzgar yok. Koku yok. Siren yok. Sıçrayan kalbinle birlikte dengen bozuluyor, çünkü altındaki zemin kayboluyor. Kendini boşlukta buluyorsun. Ne beyaz, ne siyah tam olarak, sınırsız, sınırı olmayan bir aralık gibi. Thomas hala kucağında. Ağırlığı var, sıcaklığı var, gerçek. Ama dağın içinden çıktığın o beton eşik artık yok. Önünde yumuşak bir çizgi gibi beliren siluet netleşiyor. Gülümseyen yüzü, sakin bakışlarıyla Lüke Jekot karşında beliriyor. Ellerini iki yana açık, sanki bu anı bekliyormuş gibi. "Arkadaşın sakinleştiyse konuşmamıza devam edelim mi?" diye soruyor.

Livei: Sözlerini söylediğin anda Bok başıyla onaylıyor. "Tamam, temkinli kalıyoruz." Bok bir adım atıp Yots’a yaklaşıyor. "Hop! Yots, acil bir durum var da, bir yere oturabilir miyiz?" diye soruyor. Yots omzunun üzerinden size bakıyor, sonra yerleşkenin iç tarafını gösteriyor. "Tabii ki. Sizi dağın içinde göremeyince tekrar dışarı çıktım. O an nereye kayboldunuz?" Bok cevap veriyor, kaşları hafif kalkık. "Siz kayboldunuz sandık, biz içerideydik." Sonra kısa bir bakışla sana dönerken omuz silkiyor, belli ki bu çakışma ikinizin de zihnini kurcalıyor.

Üçünüz yerleşkenin taş sokaklarından geçip küçücük bir kafeye giriyorsunuz. Kapı üstündeki çıngırak tiz bir sesle sallanıyor. İçeride taş duvarlara yaslanmış ahşap raflarda bakır cezveler, koyu renkli seramik kupalar dizili. Pencerelerin önünde Prui işi dokuma perdeler yarım açık duruyor, içeri süt gibi bir ışık süzülüyor. Ocakta ağır ağır kaynayan büyük bir demliğin üstünden buhar yükseliyor, içeriyi adaçayı ve kavrulmuş tahıl kokusu sarıyor. Köşede iki kişilik alçak bir masa, üstünde oyma desenli bir tepsi. Oraya oturuyorsunuz. Sandalyelerin ayakları taş zeminde yumuşak bir sürtünme sesi çıkarıyor. İçecekler gelirken Bok başını sana eğip fısıltıyla "Hazırsan başlıyorum." diyor. Sonra Yots’a dönüp senin belirlediğin sorularla giriyor konuya.

"Dağı nasıl keşfettin?"

Yots bir an sessiz kalıyor. Parmakları kupanın kulbunu yokluyor. "İstemediğim bir senaryonun içinde." diyor. "Yaklaşık bir yıl önce Deith Ozæf’in yanında çalışırken Şapkalı ile tanıştırıldım. Dünya’nın varlığını da o görüşmelerle öğrendim. Deith olmadan Şapkalı ile ayrıca görüştüğüm bir vakit oldu. O zaman bana Dağtaraf dediği konsepti anlattı." Bok gözlerini kısmış halde dinliyor, arada da sorular soruyor. Yots sözlerine devam ediyor. "Şapkalı’ya güveniyorum. En büyük sebebi de şu, Hiperyus ile aralarındaki dengeye bakınca Şapkalı’nın Ingenium ile bir alıp veremediği olduğu fikri bana hep saçma geldi. Şapkalı’nın asıl derdi Dünya’yı eski haline getirmek. Bunu yapmak için de Ingenium’a ihtiyaç duymuyor bence. O başka bir yoldan gidiyor." Sesinde ölçülü bir güven var, ama kelimelerin arası sanki görünmez bir telkinle düzeltilmiş gibi pürüzsüz akıyor. Bok bir sonraki soruya geçiyor. "Biz içeri girdiğimizde neden orada değildin?" Yots başını yana eğip kaşlarını kaldırıyor. "Bilmiyorum. Doğrudan meydana gitmediniz mi? Bir saat kulesi var orada. Genelde ilk oraya varılır." Bok sana dönüp kısa bir onay veriyor. "Saat kulesini gördük de..." derken sesinde şaşkınlık dolaşıyor, çünkü yaşadıklarınız bu anlatıyla tam örtüşmüyor. Sonra bakışlarını sende tutuyor, sanki şimdi ne soralım der gibi bekliyor.

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#26
Kapıyı omzumla itip, tekmeyi attığım gibi kilit kırılmıştı, bu da benim için mükemmel bir fırsat olmuştu. Kapıyı aç, kapat gibi şeylerle uğraşmayacaktım. Thomas, kıpırtısız bir şekilde yatarken bütün kabloları sökmeye başlamıştım. Onu bir an önce buradan götürmem gerekiyordu. Onu kaptığım gibi kapıya doğru yönelmiş, koridora çıkmıştım. Buradan çıkış yolunu bulabileceğimi düşünüyordum, acil çıkış yönlendirmesi olan yeşil oklar da bana yolu gösterecekti. Tavandaki sulama sistemleri, hiçbir şeyi söndürmeyecek şekilde etrafı sulamaya başladığında, hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Bir an önce Thomas'ı buradan götürmem gerekiyordu. Thomas'ın tamamen baygın olması bir yandan işime geliyordu, hiçbir şey sormuyor, sorgulamıyordu. Ne yaparsam onu yapmak zorundaydı, şimdi yapacağım şey ise onu buradan kurtarmak olacaktı. Buraya geldiğimizde her şeyin çok daha iyiye gideceğini sanıyordum, böylesine kötüye gideceğini düşünmemiştim. Thomas'ı bir daha bu duruma sokmayacağıma dair yemin etmiştim kendi içimde.

Tam çıkışa doğru yaklaşırken, bir doktor karşıma atılıp hastayı çıkaramayacağımı, stabil olmadığını söylüyordu. Bu laflar umurumda bile değildi. Onu atlayıp geçmeyi planlıyordum, ancak tavan inlemeyle birlikte saniyeler içerisinde yere çökmeye başlıyordu. Aşağıya doğru düşen kalın parçayı, sanki bir film şeridiymiş gibi izlemiştim. Bana ve Thomas'a bir şey olmaması için hızlıca korumaya almıştım kendimi, belki de vücudumun savunma refleksiydi. Bu durumu pek umursamayacak durumda değildim, zira hızlıca koşturmaya devam etmem gerekiyordu ve öyle de yapmıştım Çıkışa doğru koşturmaya devam ettim, tek niyetim buradan bir an önce çıkmaktı. Çıkış kapısını gördüğüm gibi, sağlam bir tekmeyi basmıştım, ardından omzumla ittirerek ikimizi dışarıya atmayı başarmıştım. Sonunda, buradan kurtulmuş olmalıydık.

Kendimi dışarıya attığım anda, yine o iğrenç zemine gelmiştik. En başta uğradığım, daha doğrusu üzerine doğru düştüğüm zemin gibiydi. Burada bana gerçek gibi hissettiren tek şey Thomas'tı. Onun haricinde hiçbir şeyin gerçekliğinden emin bile değildim. Ne yapacağımı düşünmek üzereyken, önümdeki silüet netleşmeye başlamış ve Lüke Jekot karşıma gelmişti. Konuşmamıza devam etmek istiyordu, aslına bakarsan buna ben de devam etmek istiyordum. "Edelim Lüke. Thomas hakkında bildiklerini anlatıyordun. Anlat bakalım, dostum hakkında ne biliyormuşsun? Sizlere güvenip buraya geldiğimizde, onu vurup öldürecek kadar ileriye gidecek hangi tür bilgilere sahipsin, anlat bakalım. Ama bu sefer onu öldürecekseniz, beni de öldüreceksiniz." Dedim Thomas'a sıkı sıkıya sarılmaya devam ederken. Az biraz sessizlikten sonra, tüm gücümle Lüke'ye bağırdım. "Eksiksiz anlat lan, Djuratlı tanıdık falan demem sikerim hepinizi götünden. Anlat lan!"
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#27
Yots onları fark edince hiç istifini bozmamıştı. Dağa girdikten sonra nereye kaybolduklarını sormuştu sakince. Bok onun da aklındaki cevabı vermişti ancak Yots'un konuşma tarzında bir tuhaflık vardı. Taş yerleşkeye doğru ilerleyerek küçük bir kafenin içine girdiler. Geleneksel Prui motifleriyle döşenmiş ve dizayn edilmişti. Ocakta kaynamakta olan demlikten adaçayı kokuları yayılıyordu. Belli ki geleneksel içecekler servis ediyorlardı. Küçük bir masaya oturdukları anda Bok hemen lafa girerek dağı nasıl keşfettiklerini sormuştu. Yots bir yıl önce Deith Ozæf ile çalışırken Şapkalı ile tanıştığını, Dünya'nın varlığını bu şekilde öğrendiğini, Şapkalı ile baş başa yaptığı görüşmelerde de Dağtaraf konseptini öğrendiğini söylemişti. Şapkalı'ya güvenme sebebi olarak da Hiperyus'a kıyasla amacının Ingenium'u yok etmek değil, Dünya'yı eski haline getirmek olduğunu söylemişti. Sözleri temkinliydi. Sanki çok fazla şey söylemek istemiyor gibiydi. Bok içeri girdiklerinde neden orada olmadığını sorduğunda ise içeri girenlerin meydanda saat kulesine vardıklarını söylemişti. Söyledikleri ile yaşananlar birbirini tutmuyordu. Burada bir tuhaflık vardı.

Livei tedirgin bakışlarını Bok'tan çevirip Yots'a döndü. "Saat kulesinde değil, bir mağara çıkışındaydık. Şapkalı ve Ulaş ismindeki birisi karşıladı bizi orada. Çok tuhaf." Parmaklarını masaya belirsiz bir ritimle birkaç kere vurdu. "Şapkalı Dünya'yı eski haline nasıl getirmeye çalıştığını söyledi mi? Bize neden ihtiyacı var? Bize ihtiyacı yoksa neden bekliyor? Bir tuhaflık var. Şapkalı bize çok uzun zamandır Dünya ve Bay Zengin ile bir ilgisi olmadığını, oradan kaçtığını, Dünya adına gördüğümüz Şapkalı'nın ise onun bir kopyası olduğunu söyledi. Yani Deith Ozæf ile çalışan da kopya olmalı bu mantıkla, değil mi? Neden parçalar birbirini tutmuyor? Senin anlattıkların ile bizim yaşadıklarımız birbirinden çok farklı."
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#28
Mabi: Lüke, hiddetinin üstüne yalnızca daha geniş bir gülümseme takınıyor. İki parmağını şıklatıp havaya zıplıyor. "Genç, sakin ol yahu!" diyor. "Saygılı ol demiyorum ama gençlik ateşini daha iyi şeyler için kullan! Yihhuuuuu!" Zıplayışı bitince adımlarını sana doğru atıyor. Elini omzuna koyacakmış gibi yaklaşıyor ama değmiyor, aranızda görünmeyen bir cam var sanki. "Buraya hapsolduğum için arkadaşının başına ne geldiğini bilmiyorum." diyerek başlayıp gözlerini yere indiriyor. "Ama son duyduklarımdan sonra çok dikkatli olmanız gerektiğini söyleyebilirim. Dağın içindeki görevlilerin sohbetlerinde Thomas’ın adını andıklarını işittim. Onlardan almak istediklerini söylediler." Başını hafif yana eğiyor. "Onlar derken sizi kast ettiklerini düşündüm." Bir an durup nefes alıyor, sesine alıştığın o neşeli titreşim, yerini ağır bir ciddiyete bırakıyor. "Dağtarafların amaçlarını destekliyorum. Ama ölümümün ardından aldığın intikam yüzünden seni daima bir dost saydım. Bu yüzden bunları söylemem gerekti." Gözleri tekrar seninkini buluyor. "Şimdi çık oradan. Bunu ekibine bildir."

Cümleyi bitirdiği an dünya yine bir göz kırpmanla değişiyor.

Bir anda yanan hastanenin dışında buluyorsun kendini. Gökyüzü morla siyah arası, akşam çoktan çökmüş. İtfaiye araçlarının tepe lambaları taş sokakların üzerine kırmızı-mavi çizgiler sürüyor. Etrafta metal bariyerler kurulmuş, fazlasıyla silahlı güvenlik ekipleri çevreyi kordon altına almış, uzun namlulu silahların mat parıltısı alevlerin yansımalarıyla titreşiyor. Sokakların iki yanında taş işçiliği binalar, rutubet kokusu, dumanın keskinliğiyle karışıp burnunu yakıyor. Yerde ıslak taşların üzerinde köpük izleri, yanan kısımlardan kopup düşen is karası parçalar, bir köşede döndürülmüş yangın hortumları spiral gibi kıvrılıyor. Kollarında hala Thomas var. Artık üzerinde gri bir battaniye var, biri sen fark etmeden sırtına örtmüş gibi. Baygın gibi duruyor. Bir doktor yüzünde yorgun bir telaşla yanına yaklaşıyor, boynunda kimlik kartı, üstü ıslanmış. "Durumu kötü. Onu dağdaki başka bir hastaneye sevk etmek doğru olur. İsterseniz sevk işlemini hemen başlatayım." diyor. Sen çevreyi bir kez daha tarıyorsun. Bariyerlerin ardında meraklı kalabalık yok, yalnızca sessiz, disiplinli bir kuşatma var. İki itfaiye aracı karşılıklı konumlanmış, merdivenlerden birinin kafesi kırık pencerelere dayanmış, üst kattan su buharı perde gibi sarkıyor. Güvenlik timlerinden biri telsize kısa kodlar geçiriyor, başka bir ekip binanın arka cephesine doğru loş bir ara sokağa açılan kapıdan kayıyor. Yerde kırık bir şehir haritası panosu, üzerine damlayan suyla titriyor. Doktor, cevabını bekliyor. "Hemen başlatayım mı?"

Livei: Sorunu bitirir bitirmez Yots hiç oyalanmadan cevap veriyor. "Bay Zengin’i yok ederek tabii ki." Sonra ayrıntıya giriyor, sesi kafenin içinde her yere yayılıyor. "Dünya'nın bu halinde sistem açığı dediğiniz şeyin üstünde duruyoruz. Zengin bu açığın çekirdeğine tutunmuş biri. Onu devre dışı bırakırsak ana akış kendini tamir etmeye başlar, yarıklar kapanır, kimlik çoğaltmaları durur, ölü kıta geri dönmez belki, ama denge eski eksene yaklaşır. Dağ dediğiniz yer bir ara katman, bir kapı. O kapıyı açık tutan da Zengin’in yaşama biçimi. Çekirdeği sökerseniz kapı kapanır, iki gezegen de kendi kendini onarır. Bize böyle açıkladı." Bok kaşlarını kıpırdatmadan dinliyor. Sen ikinci sorunu yönelttiğinde Yots hiç düşünmeden ekliyor. "Bize ihtiyacı var çünkü böylesine bir sistemi kimse tek başına deviremez. Aynı anda birden çok düğüme basmak, farklı kesitlerde aynı kararı uygulamak gerekiyor. Onun erişemediği yerlere siz girersiniz, sizin göremediğinizi o görür. Yapı böyle yıkılır." Son sorunu duyunca şaşırıyor ve bir süre düşünüyor. "Deith Ozæf’in ölümünden hemen sonra kopyalandı diye biliyorum ben." Bok ise "İşte o zaman da tutarsızlıklar oluyor. Tam oturmadı kafamızda bizim de o yüzden." diye cevap veriyor.

Yots ilk defa kararsız kalıyor ve düşünmeye devam ediyor. Gözleri kısa bir süre havada bir noktaya takılıyor, sonra sana dönüyor. "Peki benden ne istiyorsunuz tam olarak? Bu durumda ne yapmamız lazım?" Tam o sırada dışarıdan kısa bir ses düşüyor içeri. "Hop!" Yots başını sokağa çeviriyor, ardından kapıya doğru gülümsüyor. "Kız, sen de mi buradaydın? Gel gel!" Dönüp baktığında Frip’i görüyorsun. Elinde bir tomar evrak. İçeri girip masaya bırakıyor, kağıtların köşeleri nemden hafif kıvrılmış. "Tam Pruilerle Aisiler arasındaki bir siyasi meseleyi görüşmek için gelmiştim, sizi gördüm." Yots başıyla selamı alıp merakı saklamıyor. "Olaylardan beri hiç görüşemedik. Thrao nasıl?" Frip omuzlarını kısacık silkerek cevap veriyor. "Nasıl olsun, mutlu olmaya çalışıyor." Frip sandalyeyi çekip masaya oturuyor. Dosyaların birini kapatır kapatmaz sana dönüyor, yüzünde bir anlığına ciddi bir ifade beliriyor, ardından hızla göz kırpıyor ve bakışlarını Yots'a çeviriyor. Bok şaşkın bir yüz ifadesiyle Frip'e bakıyor. Frip ise gülümsemekle yetiniyor.

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#29
Lüke'nin geniş gülümsemesinin ardından, bana sakin olmamı söylemesiyle birlikte Thomas'a daha sıkı sarıldım. Ne için sakin olacaktım? Dostumu vurdukları için mi? Garip zıplayışı bittikten sonra, bana doğru gelen adımlarına karşılık olduğum yerde sabit kalmıştım. Elini omzuma koyacak gibi olmuştu, ancak sanki aramızda görünmeyen cam varmış gibiydi. Arkadaşımın başına ne geldiğini bilmediğini söylüyordu, ama duyduklarından sonra dikkatli olmamız gerektiğini söylüyordu. Dağın içindeki görevliler, Thomas'ın adını geçirmişlerdi, bizden almak istiyorlardı. Onlar dediklerinden ben de aynı yorumu çıkarmıştım. Dağtarafları destekliyor olsa da, aldığım intikam sayesinde beni dost bellemiş, bu yüzden bunu bana söyleme gereği duymuştu. Kafamla onayladıktan sonra, buradan çıkmanın yollarını düşünürken, dünya bir anda değişmişti. Bu tür şeylere alışmıştım artık, geçmişte olsaydı belki kafam allak bullak olabilirdi. Ancak, bu durumlar şaşırtmıyordu beni. Bir göz kırpmamla bazen sabah oluyor, bazen akşam oluyor, bazen zaman kavramı tamamen yok oluyordu. Bazense, hiç olmadığım bir yerde beden buluyordum. Alışmak güzel şeydi.

Şimdi ise, gökyüzüne karanlık çökmüştü. Akşam saatlerine denk gelmiştik. İtfaiye araçlarının ışıkları her yere yansıyordu. Silahlı güvenlik ekipleri çevreyi kordon altına almıştı. Sokakları rutubet kokusu kaplamıştı, dumanın keskinliği burnumdan giriyor, ciğerlerimi yakıyordu. Thomas kollarımdaydı, üzerimde gri bir battaniye vardı. Birisi sırtımı örtmüş gibi duruyordu. Bir doktor, telaşla yanıma yaklaşmıştı. Durumunun kötü olduğunu, başka bir hastaneye sevk etmek istediğini söylüyordu. Sevk işlemini hemen başlatacağını söylediği anda, öfkeli bakışlarım adamın gözleriyle buluştu. Doktor, hala bir cevap bekliyor gibi, hemen başlatmak isteyip istemediğimi sorduktan sonra, gözlerimde bulunan aynı öfkeyle yerimden kalktım. Buradan bir an önce kurtulmak istiyordum ve onlar Thomas'ı yanına almak istiyorsa, burada bulunan kimseye güvenemezdim.

"Amına koyduğumun oğlu..." Ağzımdan çıkan ilk cümle bu olmuştu, bağırmadan önce çıkan ilk fısıltıydı. "Sevkine de sokarım, hastanene de sokarım, doktoruna da sokarım. Buradan nasıl çıkacağımı gösterin, ben onu başka yerde tedavi ettireceğim. Bir kişi daha Thomas'a dokunursa hepinizi ipe dizerim lan!" Buradan bir an önce çıkmalıydım ve onu İkinci Kıta'da tedavi ettirmeliydim. Eğer Lüke'nin dedikleri doğruysa, muhtemelen yaşanan her şey bir oyundan ibaretti. Thomas'ın vurulması, ona hain yaftası yapıştırmak, onu burada bırakıp gitmemizi bekliyorlardı sanırım. Bir hain olduğunu düşünecektik, böylelikle biz kaybedecektik, ama onlar Thomas'ı kazanacaktı. "Bu Dağ'dan nasıl çıkacağım gösterin. Yoksa hepinizi sikerim." Thomas'ın biz çıkana kadar dayanabileceğini biliyorum. Dayanacak.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#30
Yots, Şapkalı'nın Bay Zengin'i yok etmek istediğini düşünüyordu. Onun sistem açıklarından beslendiğini, o yok olursa açıkların kendisini onararak sistemi düzelteceğini düşünüyordu. Onu tek başına devirmesi imkansız olduğu için de Ingeniumlulara ihtiyacı olduğuna inanıyordu. Yots aynı zamanda Şapkalı'nın Deith'in ölümünden sonra kopyalandığını biliyordu. Bu da tutarsızlığa yol açıyordu. Şapkalı kendi ağzıyla çok daha öncesinde kopyalandığını söylemişti. Bu durumda Deith ile iş birliği yapan kişi başkası olmalıydı. Şayet bu söyledikleri yalansa Deith devreden çıkana kadar Şapkalı bu yolda ilerlemişti. Başka bir şeyin peşinde olabilirdi. Yots bu durumda ne yapmaları gerektiğini sorgulamıştı. Tam o esnada tanıdık bir ses işittiler. Frip elinde bir sürü evrakla birlikte kafenin kapısının önündeydi. Yots onu görünce hiç şaşırmadan sıcak bir şekilde karşılamış ve yanlarına davet etmişti. Sanki birbirlerini uzun zaman görmemişçesine davranmıyorlardı hiç.

Frip iki topluluk arasındaki bir görüşme için geldiğini, onları görünce yanlarına uğramak istediğini söylemişti. Kısa birkaç kelam ettikten sonra Frip ciddi bir ifadeyle Livei'ye dönmüştü. Sonra da göz kırpıp Yots'a dönmüştü. Söylemek istediği ancak söyleyemediği bir şey mi vardı? Frip yalnızca gülümsemiş ve daha fazla yorum yapmamıştı. Livei önceki konuda Yots'un sorusunu yanıtlamak için ona döndü. "Ben bizden olmayan birisine hemen bu kadar sıkı güvenmeyelim diyorum. Biraz tedbirli olmakta fayda var. Gözlemleyelim. Gerçekten bizim iyiliğimizi mi istiyor? İşin içinde başka şeyler olabilir Komiser Yots. Daha şimdiden söyledikleri birbirini tutmamaya başladı. Yaşanan onca şeyden sonra bu insanlara gerçekten nasıl tamamen güvenebiliriz ki?" İmalı bakışlarını Frip'e çevirdi. Konuşmak istediği bir şey varsa gözlerden uzak bir köşeye geçebilirlerdi.
Image
► Show Spoiler
Post Reply

Return to “Prui Kabile Bölgesi”