Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#41
Şapkalı ısrarlı bir şekilde Thomas'ı almaya çalışmadığını, istese bunu yapabileceğini, onların kendi dikkatsizlikleri yüzünden Thomas'ı düşmana kaptıracaklarını iddia ediyordu. Livei derin bir iç çekerek gözlerini devirdi. Aynı deneyimleri yaşamadıkları aşikardı çünkü bariz bir şekilde Thomas'ı almaya çalışmıştı. Davranışları konusunda hata ettiğini, aceleci davrandığını, onlara olayları direkt açıklamaktan çekindiği için yarım doğruları verdiğini ve bundan da pişman olduğunu söylemişti. Tuplo konusunda ise onların bir azınlık grup olmadığını, onların Ingenium'un ilk halkı olduğunu söylemişti. Üçüncü Kıta aslında İlk Kıta'ydı. Sistem başarısız olduğu için yok olmuştu. Bundan İkinci Kıta doğmuştu. Dağ ve Max'in karargahının olduğu yer. Kendi kıtaları ise aslında üçüncü ve son kıtaydı. Neden yok olduklarını ve nasıl kaçtıklarını ise en son anlatmak istediğini, öncesinde anlatmak istediği başka şeyler olduğunu söylemişti. Thomas'ın hain olduğuna dair delilleri olduğunu ancak toplayamadığını, ona da yalan söylenmiş olabileceğini, Thomas'ın hain olmadığını ancak dönen olayları geç gördüğünü açıklamıştı hayattan bezmiş bir tonda. Onun gibi profesyonel çalışan bir adam nasıl böyle büyük hatalar yapabiliyordu anlaşılır şey değildi. Üstelik elinde net deliller olduğunu kesin bir dille söylemesine rağmen şimdi bu delillerin olmadığını söylüyordu. Bu pek de inandırıcı değildi. Thomas'ın elindeki bilginin ise ne olduğunu bilmediğini söylemişti. O halde nereden biliyordu çok önemli bir şey sakladığını? Neden ısrarla düşmana gitmesinden korkuyordu?

Bok da bu durumdan rahatsız olarak sert bir şekilde çıkışmıştı ilk kez. Friks de alıp şapkasını götüne sokacağını söylemişti. Livei'nin de içinden bunu yapmak geçiyordu. Maalesef Pisan araya girdiği için bunu yapamamışlardı. Thomas kaldığı yerden devam ederek düşmüş teknolojisini kullanmadığını, o teknolojinin snapshot ile aynı şey olduğunu söylemişti. Ölenlerin kopyalarıydı hepsi. Meinsu ve diğerleri de... Lüke'ye de aynı şey yapılmıştı. Gerçek Lüke ölmüştü ancak Dünya onun bir yedeğini almıştı. Elion'u ise tanımadığını söylemişti. Tam Tuplolar ile ilgili anlatmak istediği şeyi anlatacaktı ki bir anda yer şiddetle sarsılmaya başlamıştı. Şapkalı deprem olduğunu söylemişti. Deprem mi? Sallantı o kadar şiddetliydi ki Livei ayakta kalamıyordu. Çökerek Bok'a tutundu. Thomas tam düşecek gibi olmuştu ki onu da Pisan tutmuştu. Tam sarsıntı durduğu anda ise gördüğü sahne karşısında donakaldı. Şapkalı'nın göğsünün ortasından girmiş bir kılıç... Şapkalı'nın kanı etrafa sıçrarken arkasında siyah bir figür belirmişti. İnsan cismindeydi ancak hiçbir uzvu görünür değildi. Simsiyah, akışkan bir madde gibiydi. Livei'ye bir yerden tanıdık gelmişti. Sanki böyle bir şeyi daha önce görmüştü.

Siyah figür hızla dönerek Şapkalı'nın arkasındaki laboratuvar önlüklü herkesi tek tek parçalamıştı. İnsan çığlıkları, kan ve dağılan uzuvlar kaplamıştı bulundukları adanın zeminini. Dünya... Dünya'nın işi olmalıydı bu. Şapkalı ile olan buluşmayı duymuşlardı. Onlara bir şey anlatamadan yok olmasını sağlamışlardı. Belki de birinin üzerinde bir takip cihazı vardı. Figür onlara saldırmamıştı. Işığa doğru yürümüştü ve ağzı görünür hale gelmişti. Livei'ye bir yerden tanıdık geliyordu. Sonra ağzını açtı ve yine tanıdık bir ses işitildi. Onun şapkasını çıkartmalarını, diğerinin ülkesini yıkmalarını, diğerinin kanatlarını koparmalarını yoksa hepsini kendisinin yok edeceğini söylemişti. Pis bir kahkaha attıktan sonra da bir ışık huzmesi içinde yok olmuştu. Şapkalı yerde can çekişiyordu. Bu can kaybı ve bu darbe ile hayatta kalması mümkün görünmüyordu. "Neydi bu şimdi? Dünya mı? Şu bahsettikleri Karanlık Zengin mi? Artık hiçbir şeye şaşıramıyoruz." Livei alnını sıvazladı. "Şapkalı'yı İkinci Kıta'ya götürüp iyileştirmeye çalışalım. Daha önce Friks'i iyileştirebilmişlerdi. Hayatta kalırsa sorguya çekelim. İçimizden bir grup da Dağ'a giderek öğrenebildikleri her şeyi öğrensinler. Ne dersiniz?" Gruba döndü. Başka planı olan yoksa Livei'nin aklına bundan başka bir şey gelmiyordu.
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#42
Şapkalı'nın bazı sözleri, beni yeterince tatmin etmiyordu. Nedense her bir cümle, birbirini tekrar ediyormuş ve bir sonuca ulaşamıyormuşuz gibi hissetmekten alıkoyamıyordum kendimi. Bu yüzden, Thomas ile başlayan konuşması benim için pek geçerli bir konuşma olmamıştı. Sonunda, konu bir yerden Tuplolara gelmişti. Ingenium'un ilk halkı olduğunu söylüyordu, ilk doğan, ilk nefes alan millet. Demek ki dedelerimin hepsi gerçekten, safkan bu topraklardanmış. İlk kıtanın kanını taşımak, içimde garip bir gururun canlanmasına sebep oluyordu. Belki de kim bilir kaç tane Kudretli Ayı büyüyüp yetişmişti, ama tabi tarihin tozlu sayfalarına karışmak da onların kaderi olmuştu. Onları tanımayı çok isterdim, nasıl tipler olduğunu bilmek beni daha da gururlandırırdı diye düşünüyordum. Tabi bu gururu yaşamam biraz kısa sürdü, kendimi tekrardan olayların içine atmam gerekiyordu.

Üçüncü Kıta diye bahsettiğimiz bu yer, ilk kıta olarak geçiyordu. Sonrasında İkinci Kıta'nın doğduğunu, Max'in karargahının burada kurulduğunu söylüyordu. Max'in kaçmasıyla birlikte işlerin tehlikeli bir hal almasıyla birlikte tarih yine değişmişti. Birinci Kıta ise, yeniden yazılmış bir dünya olarak tanımlanıyordu Şapkalı tarafından. Neden ve nasıl yok olduklarını sona saklamak istiyordu. Buna saygı duymuştum. Konu yine Thomas'a geldiğinde ise, kaşlarım istemsizce çatılmıştı. Elinde delillerin olduğunu, ancak toplayamadığını söylüyordu. Gülmüştüm. Buna inanmamı beklemesi büyük bir problem yaratıyordu içimde. Thomas'ın elindeki bilginin ne olduğunu bilmediğini, bilseydi peşinden bu kadar koşmayacağını söylüyordu. Thomas nasıl bir sır saklıyorsa, bunu Şapkalı bile bilmiyordu. Beni iyice meraklandırmaya başlamıştı. tam da açıklayacağı noktada Ulaş tarafından vurulması ise kafamda büyük bir soru işaretini yeniden aydınlatıyordu.

Ortam, Bok'un ilk kıvılcımı yakması ve Friks'in ateşlenmesi ile birlikte kavgaya dönecekken, Pisan tarafından durdurulmuştu. Şapkalı ise, bu kavgaya tepkisiz kalarak düşmüş teknolojisini hiç kullanmadığını söylüyordu. Lüke Jekot'a ölmeden önce hemen uygulanmıştı, snapshot denilen şey düşmüş denilen şeyin kendisiydi. Bir insanın o anki halini kopyalasan da, öleni geri getirmiyordu. Yeni bir kişi, yeni bir hatıraydı. Mitga da öyleydi. Anıları, hatırladıkları bendi, ama ben değildi. Başka bir kişilik, başka bir hayat, başka bir adamdı. Bunu anlamam çok daha kolay oluyordu Mitga sayesinde. Hayatıma kattığı her şey için ona teşekkür ederim.

Tuploların yok oluşuna konu geldiğinde, bir sarsıntı başlamıştı. Şiddeti artmaya devam ederken, Şapkalı bir deprem olduğunu söylüyordu. Herkes bir yere tutunmaya çalışırken Frip'i sıkıca kavramıştım. Pisan ileri atılıp Thomas'ın bedenini kucaklamış ve sıkıca kavramıştı. Ben de bundan faydalanarak karımı sıkıca sarmıştım. Max tam konuşacakken, Şapkalı'nın arkasından dev bir bıçak ucu göğsünü yarmıştı. Boğazı patlarcasına attığı çığlıkla birlikte yere yığılmıştı. Arkasında simsiyah bir figür vardı. Uzuvları yoktu, birden büyük bir hızla tüm araştırmacılara dönerek hepsini parçalamıştı. Şapkalı yerde öksürmeye başlarken, onun şapkasını çıkarmamızı söylemişti. Ülkesini yıkmamızı, kanatlarını koparmamızı söylemişti. Yoksa hepsini kendisinin yok edeceğini söylüyordu. Bizi kandırmaya çalışan, Şapkalı'nın düşmanı başka bir figür müydü, anlamamıştım.

Livei'nin söze girmesiyle birlikte, bu kişinin Karanlık Bay Zengin olup olamayacağı aklımda bir ihtimal olarak canlanmıştı. Cümleleri bittiğinde, sakince söze girdim. "Onu götüreceksek tamamen soyalım bari. Şapkasını çıkarın dedi, çıkaralım. Niye yapmıyoruz ki?" Ayağa kalkıp, Şapkalı'nın üstüne yürüdüm ve şapkasını direkt olarak elime almaya karar verdim. Sonrasında da kendi kafama takacağım. "Biraz da Şapkalı ben olayım bari. Neyse, İkinci Kıta'ya iyileştirmeye götürelim o zaman. Ancak iyileştikten sonra onu bağlasak iyi olur. Elimizden kaçarsa sıkıntı çekeriz." Dedim duygusuzca. Olması gereken ve yapılması gereken buydu.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#43
Şapkalı, Mabi tarafından şapkası alınırken yerde hareketsiz bir şekilde yatmaya devam ediyor. Ciddi kan kaybediyor, etrafında da onu seven, destekleyen veya kurtulmasını isteyen kimse yok. Ama en azından hayatta kalmasına ihtiyaç duyan insanlar var. Böylelikle hemfikir oluyor ve aranızda bir görev dağılımı yapmaya başlıyorsunuz. Öncelikle Bok fikirlerini belirtmek için öne çıkıyor. "Ben hızlıca Şapkalı'yı alıp İkinci Kıta'ya götüreceğim, Max de benimle gelsin. Orada gerekli müdahaleleri yaptıktan sonra da konuştururuz. Thomas'ı da yanımıza alalım. Huld, Shisha, Mavi, siz de benimle gelin." diyor. Hemen ardından Pisan söze giriyor. "Thrao ile birlikte Aisi'lerin yanına gideceğiz. Frip kızım da bizimle gelmeli. Ayrıca yakında önemli bir açıklama yapacağız. O yüzden Shisha'ya bizim ihtiyacımız var." diyor. Böylelikle Shisha ayağa kalkıyor ve "Paylaşılamaz hale geldim he iyice. Pisan abilerle gideyim ben, aksi takdirde iyi dayak yerim diye düşünüyorum." diyor. Bok ise arkasına dönüyor ve "O halde Livei, Mabi, siz de benimle gelin. Dağa kimi göndereceğimize bakacağız." deyip Şapkalı'nın getirdiği eşyaları topluyor. Friks ise "Ben dağa giderim. Anasını bile sikerim." diyor kısaca. Hae de hemen arkasından "Ben de dağa gideceğim, Hera da gelecek." diyor. Hera başını sallarken hemen arkasından Faell de konuşuyor. "Dağın içini görmek, önemli bir görevin parçası olmak benim kaderimde var. Ben de geleceğim." Onun arkasından da Garo "Ben de geleyim dağa, bu göreve beni de dahil ettiğiniz için teşekkür ederim bu arada, çok güzel geçiyor gerçekten. Ben çok eğleniyorum." diyor önündeki cesetlere travma geçirmişçesine bakarken. Max de ayağa kalkıyor ve Thomas'ın yanına gidiyor. "Neler yaşıyoruz artık inanın bilmiyorum arkadaşlar. Her şey birbirine karıştı, hiçbir şeyin arkasında mantık bulamıyorum. Yine de o adam... Çok benziyordu." Yere bakıyor. "Ona."

Frip tekrardan Mabi'nin kucağına atlıyor ve onu onlarca kez öptükten sonra "İşiniz bitsin de yanıma gel, sana bir sürprizim olacak." diyor. Göz kırptıktan sonra Pisan ve Thrao'nun yanına gidiyor. Bok dağa gitmeye karar verenleri etrafına topluyor ve onlara neyi nasıl yapacaklarını, girerken nelerle karşılaşacaklarını ve başlarına ne gelme ihtimali olduğunu anlatıyor. Siz de ister istemez konuşmaya dahil oluyorsunuz ve gerektiğinde deneyimlerinizi anlatıyorsunuz. İşin sonunda Bok ve Max ile birlikte siz de İkinci Kıta'ya geri ışınlanmak için hazırlanıyorsunuz. Max her birinizin saatine koordinat giriyor ve göz açıp kapayıncaya kadar kendinizi Pruilerin adasının en işlek bölgesinde, kıtanın en büyük hastanesinin önünde buluyorsunuz. Hastaneye hem Şapkalı'yı, hem de Thomas'ı getiriyorsunuz. Kapıdan girdiğiniz anda hemşireler doktor çağırıyor, iki yatak ayarlanıyor ve ikili en üst katta, güvenliğin en sıkı olduğu bölüme aktarılıyor. Yetkili doktor ile birlikte ikilinin arkasından telaşlı bir şekilde yürüyorsunuz. Doktor "Siyah saçlı beyefendi çok kan kaybetmiş, elimizden geleni yapacağız ama şimdilik net bir şey söylemem mümkün değil. Bize birkaç saat verin lütfen." diyor ve adımlarını hızlandırıyor. Siz de bekleme odasına alınıyorsunuz. Altı kişi bekleme odasında oturuyorsunuz. Huld ve Mavi eski günlerden sohbet ediyorlar, Max telefonunu karıştırıyor, Bok ise gözlerini kapatmış, az da olsa dinlenmeye çalışıyor. Saati kontrol ediyorsunuz, akşamın 6'sı olmuş. Hem Thomas, hem Şapkalı birkaç saat boyunca orada kalmak zorunda. Eninde sonunda yapabileceğiniz pek bir şey kalmıyor ve siz de oturuyorsunuz. Gözlerinizin kaymaya başladığını hissediyorsunuz, çok yorucu bir gün geçirdiniz. Yavaşça uykuya dalıyorsunuz.


Image


"Eee, sonra abi?"

"Sonrasındaaa, fotoğraf çekildik ama fotoğrafı bir türlü bulamıyorum işte abi ya. Harddiski kaybettim, yapacak bir şey yok."

"Ya keşke sosyal medyada falan paylaşsaydın, ya da yedekleseydin. Çok merak ettim."

"Abi o dönem yoktu ki, orada kaldı o yüzden. Bir flash belleğe kaydettim diye hatırlıyorum ama o da yok ortada ya maalesef."

Sorunsuz, aksiyonsuz bir hayat. İki arkadaş, günbatımını izliyorlar. Ne bir hastalık, ne bir savaş, ne de belirsiz bir gelecek.

Sen de hatırlıyor musun o günleri?

Düşünmek zorunda olmadığın zamanları.

Peki yokluğunda kavrulurken

Ne hissediyorsun?



"Hey, hey! HOP! UYANIN LA!" Gözlerinizi uzun zamandır görmek istediğiniz bir manzara açıyorsunuz. Thomas tam karşınızda duruyor, ayakta, sapasağlam. Uyandığınız anda Mabi'ye koşuyor ve "MONSIEUR!" diye bağırarak sımsıkı sarılıyor. Bok gülümsüyor ve Thomas ile yumruk tokuşturuyor. "Oğlum korkuttun bizi ha. Çok da hızlı hareket etme, başına bir şey gelmesin." Thomas bir anlığına ciddileşiyor ve "Sizinle uzun uzun konuşmam lazım. O orospu çocuğu tarafından vurulduğum anı hatırlıyorum ama gerisi yok. Ne yaşandı?" diye soruyor. Bok uzun uzadıya yaşanan her şeyi anlatıyor. Thomas olanları dikkatli bir şekilde dinliyor ancak özellikle son yaşananları duyunca beklediğinizden fazla şaşırıyor. "Kapşon dedin. Sakalı...?" diye soruyor, Bok ise hemen "Kirli sakaldı galiba." diye cevap veriyor. Thomas ise "Siyah ama değil mi-" derken Bok "Siyah evet. Hafif kahveye kaçan siyah." diye cevap veriyor. Thomas beklenmedik bir soruyla devam ediyor. "Kapşonun üstünde herhangi bir logo var mıydı?" Bok bir anlığına şaşırıyor, hemen ardından "Beyaz bir kral tacı vardı." diyor. Thomas bunu duyduğu anda ayağa kalkıyor ve hemşirelerden birine "Hastamız hangi odada?" diye soruyor. Hemşire ise "Sizin karşı odanızdaydı." diye cevap veriyor. Thomas Bok'a dönüyor ve "Kim olduğunu biliyorum. Barış da biliyor. Onu sorgulamamız lazım." diyor. Bok ise ayağa kalkıyor ve "Bekleyin arkadaşlar. Bir dakika." diyor. Herkesi bir çember halinde topluyor ve "Bu adamı sorgulayacaksak oturalım ve adam gibi bir soru listesi hazırlayalım. Potansiyel olarak nasıl cevaplar verebileceğini düşünelim ve onu nasıl köşeye sıkıştırabiliriz sorusunun cevabını bulalım. Yoksa yine bizi manipüle etmeye çalışacak, bir olay olacak ve işin içinden kurtulacak." deyip Thomas'a bakıyor. Thomas ise o an Max'e dönüyor ve "Abi sen tanımadın mı ya görünce?" diye soruyor. Max ise "Ona çok benziyor. O mu diye düşündüm ama kendisinden de bahsetti, o olamaz." diye cevap veriyor. Thomas ise "O değil çünkü." diyor.

"Aslında teknik olarak o, ama başka bir o."

Anlaşılan oturup ne diyeceğinize ve ne demeyeceğinize karar vermeniz gerekiyor.

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#44
Şapkalı, yavaş yavaş kan kaybetmeye devam ederken hızlı bir şekilde plan yapmaya başlandı. Bok, Şapkalı'yı alarak İkinci Kıta'ya gidecek, orada gerekli müdahaleleri yerine getirdikten sonra konuşturacaktık. Thomas'ı da yanımıza alacaktık. Pisan bu sırada söze girerek Aisi'lerin yanına gideceğini söylüyordu, canım karıcığımı da yanına almış, yakında önemli bir açıklama yapacağını söylemişti. Bu sebeple Shisha'yı yanında istiyordu, Shisha da bunu kabul etmişti. Livei ve ben Bok ile birlikte gidecektik, konu Dağa kimin gideceği kısmına geldiğinde ise öne Friks atlamıştı ilk olarak. Sonrasında Hae, Hera ve Faell de gideceklerini belirtmişler, Garo'nun komik açıklamasıyla birlikte Dağa gidecek ekip tamamlanmıştı. Frip, benim kucağıma atlayıp birçok kez öpmüştü beni, sonrasında işimiz bitince bana bir sürprizi olacağını söylemişti. "İşimi çok hızlı bitirsem iyi olacak o zaman." Diyerek göz kırpmıştım. Karımın gidişinin ardından, Bok dağa gidecek olanlara neyi nasıl yapacaklarını anlatmaya başlamıştı. Bir süre onları dinledikten sonra, İkinci Kıta'ya geri ışınlanmak için hazırlık içerisine girmiştik, Max'ten aldığımız koordinatlar ile birlikte ışınlanmayı tamamlamıştık. İki hastamızı da hastaneye yatırdıktan sonra, uzun bir vakit geçmişti. Yorulmuştum, gözlerim kendi kendine kapanıyordu artık. Vücudum dayanmayı bırakmıştı ve gözlerimin yarattığı karanlığa teslim olmuştum kısa bir süre içerisinde.

Kulağıma dolmaya başlayan tanıdık bir sesle gözlerimi hızlı bir şekilde açmıştım. Thomas karşımda duruyordu, sapasağlamdı. Hafif sulanmaya başlayan gözlerimle birlikte, Thomas'ın sarılmasına karşılık vermiştim. Sırtına birkaç kere vurduktan sonra, "Yemin ediyorum ölseydin, ben de kendimi öldürür yanına gelir seni bir kere daha öldürürdüm." dedim gülerek. Thomas, bizimle uzun uzun konuşması gerektiğini söyledikten sonra vurulduğunu hatırladığını söylüyordu. Onunla gerçekten uzun bir konuşma yapmamız gerekiyordu. Bok her şeyi anlattıktan sonra, kapşonlu olana takılmıştı kafası. Kahveye kaçan siyah bir sakalı sorgulamaya başladığında, bir şeyler bildiğini anlamaya başlamıştım. Kapşonun üstünde bir logo sorduğunda, hastamızı sorgulamamız gerektiğini söylüyordu. Kim olduğunu Barış'ın da, kendisinin de bildiğini söylüyordu. Bok ise, bu adamı sorgulayacaklarsa bir soru listesi oluşturmaları gerektiğini söylüyordu. Thomas ise, Max'e direkt olarak sorusunu sormuştu, Thomas ise O olduğunu, ama başka bir O olduğunu söylüyordu. Sanırım Barış'ın kopyalarından biri olmalıydı, ancak şimdilik daha önemli bir işimiz vardı. Bu yüzden, Thomas'ın kolundan tuttuğum gibi saatimle oynamaya başladım. Kimsenin bizi bulamayacağı bir koordinat ayarladım ve çevremdekilere döndüm.

"Bizi beş on dakika kadar bekleyin."

Thomas'ı da yanımda ışınladıktan sonra, ellerimi cebime atıp bir süre sadece gözlerinin içine baktım. Ne bir öfke, ne bir üzüntü, ne bir mutluluk, hiçbir duygu yoktu gözlerimin içinde. Kısa bekleyişimin ardından derin nefes alarak birkaç adım atmaya başladım. "Tuplolar ve Üçüncü Kıta." Gökyüzüne doğru bakmaya başladım sakin bir şekilde. Bu uzun konuşmayı şimdi yapacaktık, iki dost olarak. "Senin geçmişin hakkında çoğu şeyi biliyorum Thomas. Dünya ile olan geçmişinde. Aslında bilmiyorum demek lazım, bir şeyleri bilmediğimi öğrenmiş oldum." Gökyüzünden çektiğim gözlerimi Thomas'ın gözlerinin içine diktim. "Geçmiş, ağır bir yük. Farkındayım. Özellikle senin konumunda olan birisi için." Yarım ağız gülümsedikten sonra yine kısa bir sessizliğin içerisine gömüldüm. Artık her şeyi açık açık konuşmanın vakti gelmişti.

"Seni koruyamadım. Neden biliyor musun? Seni kimden ve neyden koruyacağımı bilmiyorum. Her şeyin bittiğini sanıyorum, güvende olduğumuzu düşünüyorum, ama hiç beklemediğim bir yerden saldırı geliyor. Seninle birçok savaş verdik, birçok kan döktük ve bir sürü insanı ağlattık, bazılarını toprağın altına gömdük. Et ve diş gibiydik, ısırdığımızı kopardık. Ama gittiğimiz o yerde ne oldu Thomas? Diş koptu, et yalnız ve açık kaldı." Bakışlarım yavaş yavaş sinirli bir hal almaya başladı. Aramızdaki mesafeyi koruyarak konuşmaya devam ettim. "Dostunu koruyamamak nasıl bir his, düşündün mü hiç? Şimdi, anlatacaksın bana. Seni koruyabilmem için, beni koruyabilmen için, bana her şeyi anlatacaksın. Ulaş seni neden vurdu? Barış neden seni hain gibi göstermeye çalışıp kendi tarafına çekmek istedi? O en büyük tehdit olan sırrın ne Thomas?" Biraz daha can sıkıcı bir şekilde dişlerimi sıkmaya başladım. "Sen benim kardeşimsin. Kardeşimi koruyamayacağım bir konuma beni sokacaksan, ben bu savaşı bırakmaya karar verdim. Ekipten ayrılacağım ve kimsenin benden haber alamayacağı bir yerde tek başıma hayatımı sürdüreceğim. Kardeşimi koruyamadıktan sonra, bu savaşın hiçbir anlamı yok. Anlamı olmayan bir savaşın içinde bulunmam. Bu savaşı anlamsız hale getirme, kardeşim." Aramızdaki mesafeyi korumaya devam ederken, onun konuşmasını beklemeye başladım.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#45
Hızlıca gruplara ayrıldılar. Shisha, Pisan ile birlikte Aisilere giderken Friks, Hae, Hera, Faell ve Garo dağa gitmeye karar vermişlerdi. Max, Bok, Mabi, Huld, Mavi ve Livei ise Şapkalı ile Thomas'ı alarak İkinci Kıta'daki hastaneye onu yetiştirmeye karar verdiler. Dağa girecek olan ekibe "Dağa Giriş 101" dersi hızlıca verildikten sonra herkesle vedalaşıldı ve herkes kendi yoluna gitti. Max'in girdiği koordinatlar sayesinde kendilerini Pruilerin hastanelerinden birisinde buldular. Kapıdan girdikleri anda hemşire ve doktorlar hızla yetişerek hem Thomas'ı hem de Şapkalı'yı ayrı yerlere götürmüşlerdi. Doktorlardan birisi Şapkalı'nın çok kan kaybettiğini, pek umut olmayabileceğini söylemişti. Livei telaşın içerisinde saatler sonra ilk kez sakince oturabilecek bir zaman aralığı bulabildiklerini fark etti. Çok uykusuz ve yorgundu, koltuk da yumuşacık ve rahattı. Çok kısa bir zaman sonra göz kapakları düşmeye başladı. Ardından da kendini tatlı bir kestirmenin kollarına attı.

Rüyasında iki çocuğu görmüştü. Birbirleri ile bir konuda sohbet ediyorlardı ancak ne olduğundan emin değildi. Kayıp birtakım fotoğraflarla ilgiliydi. Tanıdık bir sesin onlara seslenmesi ile birlikte yerinden sıçradı Livei. Karşısında ayakta sapasağlam bir şekilde Thomas duruyordu. "Thomas?!" Thomas onlarla konuşması gerektiğini, vurulduktan sonrasını hatırlamadığını söylemişti. Bok ona bir süre boyunca o süre zarfında yaşanan kaosu anlattı. Şapkalı'yı bıçaklayan kişi nedense Thomas'ın ilgisini çekmişti. Kapüşonlu ve siyah sakallı olduğuna dair netlik istemişti. Kapüşonun üzerinde logo olup olmadığını sormuştu. Beyaz bir taç vardı. Thomas bu kişinin kim olduğunu bildiğini, Şapkalı'nın sorgulanması gerektiğini söylemişti. Bok ise sorgulayacak iseler bunu adam gibi yapmaları gerektiğini, yoksa yeniden manipüle edilebileceklerini söylemişti. Max adamı tanımıyordu ancak Thomas tanıdığını, bildikleri adamın başka bir versiyonu olduğunu söylemişti. "Yav tanıyorum dediğiniz adam şu bahsi geçen Hiperyus mudur nedir o mu? Kabile şefi bahsetmişti ondan bize. Ne yapıyor o adam ne amaçlıyor sizin bilginiz var mı?" Max'e döndü. Max kesinlikle bilmiyordu ancak Thomas biliyordu. "Sen biliyorsun Thomas bize de anlatsana."

O esnada Mabi, Thomas'ın kolundan tutmuş ve beklemelerini söylemişti. Livei'nin itiraz etmesine kalmadan ışınlanmışlardı hep birlikte. Livei "haydaa" der gibi el kol hareketleriyle kollarını kavuşturdu. Yine tam öğreneceği esnada adam ortadan kaybolmuştu. "Senin bilmediğin şeyleri nereden biliyor o adam?" diye döndü Max'e bıkkın bir ifadeyle. "Baksanıza... Bu Deith Ozæf'in dediği gibi kopya olup olmadığını şu snapshotları ayırt eden cihazımızla anlayabilir miyiz? Cesedinin olduğu bölgeye gidip baksak bize söyler mi? Şapkalı'nın hiçbir dediğine güvenesim gelmiyor. Onu sorgulamak filan da istemiyorum, oturup bize gerçekleri mi söylemeye karar verecek bir anda? Thomas bize gerçekleri anlatmadıkça onu köşeye sıkıştıracak bir bilgiye de sahip değiliz. İki artı iki dört değil beş eder aslında dese inanacak durumdayız. Hem zaten geberip gebermeyeceği bile meçhul ama kesin hayatta kalır o pezevenk. Kedi gibi dokuz canlı."
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#46
Mabi: Bir anda Thomas'ı tutup bilinmeyen bir koordinata ışınlanıyorsun. Etraf günlük güneşlik, hemen yakınınızda çamlık bir alan var. Çamlığın yolları ayak izleriyle dolu ama etrafta kimse yok. Zaten sen de nereye gideceğini önceden planlamamıştın, o yüzden yabancı bir yerle karşılaştığına şaşırmıyorsun. Thomas şaşkınlık içerisinde etrafına bakıyor, senden daha farklı bir tepkisi var gibi yeni geldiğiniz ortama. Etrafı şok içinde inceledikten sonra sana dönüyor ve "Monsieur?" diyerek şaşkınlığını belli ediyor. O noktada konuşmana başlıyorsun, ona içini döküyorsun ve Thomas seni neredeyse ağlayacak kadar duygusal bir yüz ifadesiyle dinliyor. Hiç lafını bölmeden, sonuna kadar söylediğin her şeyi sindiriyor. Bittiğine emin olduktan birkaç saniye sonra birkaç kere öksürüyor ve kenarda duran bir bankı işaret ediyor. "Gel oturalım." Banka gidiyor ve oturuyor, sen de onun yanına oturuyorsun. Bir süre gökyüzünü izliyor, sonra etrafına bakıyor, sonra da gözlerini sana çeviriyor. "Barış'ı çocukluğundan beri tanıyorum." diyor, sonra kısa bir süreliğine düşünüyor ve "Asıl Barış'ı. İlk Barış'ı." diyor. "Yakın evlerde büyüdük. Sürekli onun evine giderdim, oyun oynardık. Aynı hobilere sahiptik, sürekli aynı şeylerden bahsederdik ve yeni bir hobi edindiğimizde de bir şekilde bir diğerimizi ikna eder, iyi vakit geçirmek için her şeyi yapardık. Bir gün Barış yok oldu..."

Sessizlik her tarafı kaplıyor. Bir anlığına ağaçların yapraklarının bile sesini duymuyor gibi hissediyorsun. "O noktada biz çoktan büyümüştük, aynı okullarda okumuş, aynı mesleği edinmiştik. Barış evlilik hazırlıkları yapıyordu, ben de bir iki sene içerisinde evlenecektim. Bir yandan da Dünya'nın durumu hiç iyi gitmiyordu, hastalıklar artmıştı, savaş gerçekleşmişti, yaşadığımız ülke çok etkilenmemiş olsa bile nükleer saldırıların sonucunda gelişen hastalıklar bizim bölgemizde de yayılmıştı. Barış yok olduğunda hastaydı, nişanlısı ise..." Gözleri doluyor, başka tarafa bakıyor. "İyi değildi pek." diyor ve tekrar sana dönüyor.




Livei: Her şey bir anda gözlerinin önünde oluyor, Mabi ve Thomas ışınlanarak yok oluyor. Bok'un sinirlendiğini görebiliyorsun. "Hep kafasına göre iş yapıyor ya." diyor ve saatini incelemeye başlıyor. O sırada Max'e soru soruyorsun, Max de seni dikkatli bir şekilde dinliyor. İlk soruna karşılık kollarını birleştirip "Artık ben de sorgulamaya başladım, belki de düşündüğüm kadar şey bilmiyorum. Belki de önceden bir bağlantısı vardı onlarla, sonradan yanımızda çalışmaya başladı." diyor. Hemen ardından "Bir şey hatırladım şu an." diyor. Ayağa kalkıp ileri geri yürümeye başlıyor. "Thomas ilk geldiğinde Belçikalı olduğunu söylüyordu. Hepimizin uyruğunu belirten dosyalar vardı ve bir gün o dosyaların derlenip toplanma işini bana vermişlerdi. Orada uyruğu boş bırakılmıştı." Sana dönüyor ve gözlerinin içine bakıyor. "Bir anlamı var mı bilmiyorum." diyor. Ardından "Deith Ozæf'e gelirsek, açıkçası evet, cesedinin nerede olduğunu biliyoruz ve dediğini yapabiliriz. Aslında bunu aramızdan biri hemen yapsa çok iyi olur, bizimkilere haber vereyim, cihazı ulaştırayım. Gerçeği öğrenirsek koz olarak kullanabiliriz." diyor ve derin bir iç çekip camdan bakıyor. Hemen ardından Bok ayağa kalkıyor ve senin kolundan tutup saatini gösteriyor. "Buldum yerlerini, gidiyoruz." diyor ve bir anda ikinizi de ışınlıyor. Çok geçmeden kendini ağaçların olduğu bir çamlık alanında buluyorsun, etrafta sen, Bok, Mabi ve Thomas dışında kimse yok. Onları gördüğünüz anda yanlarına gidiyorsunuz.

Thomas, Livei ve Bok'un da geldiğini görünce Mabi'ye dönüyor ve "Onların da duymaya hakkı var. Baştan başlayayım istersen." diyor. Mabi başıyla onayladıktan sonra Livei ve Bok'a dönüyor ve "Hoş geldiniz, kusura bakmayın, amacım sizi olayın dışında bırakmak değildi. İzin verin anlatayım." diyor ve Mabi'ye şu ana kadar anlattığı her şeyi anlatıyor. "Bu noktaya kadar böyleydi, şimdi devam edeyim." diyor ve banka oturuyor. "Barış'ın kaybolduğunu bizzat görmedim ama haberini aldım, haftalar boyunca aradık onu. Aylar oldu, aramaya devam ettik ama artık ister istemez hayatımıza devam etmeye başladık. Ne zaman onu bulabileceğimizden bahsetsek millet bize deli muamelesi yaptı. Herkes öldüğüne emindi ama ben kemiklerini görmeden durmak istemedim. Bir gece..." Duraksıyor ve bir an duygusallaşıyor. "Kusura bakmayın." diyor ve devam ediyor. "Bir gece hayatıma son verecektim. Her şey bok gibi gidiyordu, arkadaşımı da bulamıyordum, öldüyse de en azından öbür dünyada onunla karşılaşırım belki diye düşündüm. Tam olarak o anda sizin gördüğünüzle aynı olduğunu düşündüğüm adam ile karşılaştım. O kapşonlu, gizemli adam ile. Adam bana arkadaşımı bulmak isteyip istemediğimi sordu. İstediğimi söylediğimde ise beni götürdü." Bu noktada Thomas'ın nefes alış verişinin hızlandığını ve bir hayli rahatsız olmaya başladığını fark ediyorsunuz. Bu olay anlaşıldığı üzere onun için oldukça ağır ve kendini rahat rahat anlatmaya getiremiyor. "İzninizle birkaç dakika durabilir miyim? Çok kötü oldum." diyor. Belki bu sırada sizin de ona söyleyeceğiniz birkaç şey vardır.

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#47
Thomas, artık sakladığı gerçekler hakkında konuşmaya başlamıştı. Duygusal konuşmam işe yaramıştı. Gerçi, bir işe yarasın diye değil, gerçekten içimi dökmek istediğim için paylaşmıştım onunla. Barış ile çocukluk arkadaşları oldukları bilgisi, beni şaşırtmıştı. En azından böyle bir bilgiyi beklemiyordum. Bir gün, Barış'ın yok olduğu bilgisiyle, kollarımı göğsümde kavuşturup dinlemeye devam ettim. Barış yok olduğunda, nişanlısının da iyi bir durumda olmadığını söylüyordu. Daha bir şey söyleyemeden, Livei ve Bok'un ortama gelişiyle birlikte cümlelerin devamı kesilmişti. Bu yüzden sessizce bekledim, tekrardan anlattıklarını anlatmasını bekledim. Bana anlattıkları bittiğinde, yeni bilgiler ağzından çıkmaya başlamıştı. Herkes öldüğüne emin olsa da, Thomas kemiklerini görmeden durmak istemediğini söylüyordu. Haklıydı, herhalde dostum kaybolsa ben de aynı düşünür, uygulardım.

Hayatına son vermeyi düşündüğü noktada, bizim gördüğümüz kişiyle aynı olduğunu düşündüğü adamla karşılaştığını söylüyordu. Adam, ona arkadaşını bulmak isteyip istemediğini sormuş, istediğinde ise onu götürmüş. Thomas, iyice rahatsızlanmaya başlamıştı. Bu kadar fazla bilgiyi saklamış olması, beni içten içe gerse de şimdilik ağzımı açmayı düşünmüyordum. Nereye götürdüğünü, ne gördüğünü öğrenmemiz gerekiyordu. Bu yüzden, ona istediği zamanı tanımak en iyi seçenek olacaktı. Sakince elimi omzuna koyup, dostça sıktım.

"Rahatladığında devam et."
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#48
Mabi'nin bir anda çekip gitmesine Bok biraz bozulmuş gibiydi. Saatini hunharca kurcalayarak nerede olduklarını çözmeye çalışıyordu. Livei'nin sorgulayışına Max de eşlik etmişti o esnada. Kendi bildiklerinden ve güvendiklerinden artık o da emin değildi. Belki de Şapkalı doğruyu söylemişti? O anda Max aklına bir şey geldiğini söyleyerek düşünceli bir şekilde ayağa kalkıp volta atmaya başladı. Thomas'ın Belçikalı olduğunu söylemesine rağmen dosyasında uyruk bölümünün boş olduğunu gördüğünü hatırlıyordu. Sistemsel bir hata olduğunu düşünüp çok üzerinde durmamıştı muhtemelen o dönem ancak bu büyük bir ipucu olabilirdi. Deith Ozæf ile ilgili söylenenler konusunda ise Livei'ye hak vermişti. Mezarının bulunduğu bölgeye gidip hemen cihazla kontrol sağlarsalar Şapkalı'yı da köşeye sıkıştırabilirlerdi. Livei düşünceli bir şekilde anladığını belli edercesine kafasını salladı.

O anda Bok heyecanla ayağa kalkarak kolunu tutmuştu. Yerlerini bulduğunu söyleyerek anında Thomas ile Mabi'nin yanına ışınlamıştı onları. Göz açıp kapama süresinde onların yanındaydılar yeniden. Nerede olduklarından emin değildi. Ağaçlarla kaplı yeşillik bir bölgeydi burası. Thomas onların geldiğini görünce Mabi ile olan konuşmasını bölerek en başta başlayacağını söylemişti. Sonrasında anlattıkları ise ilginçti. Barış'ı çocukluğundan beri tanıdığını, yakın evlerde kardeş gibi büyüdüklerini, tam evliliğinin arifesinde ortadan kaybolduğunu, o dönem Dünya'nın durumunun iyi gitmediğini, Barış'ın nişanlısının da hasta olduğunu söylemişti. Barış'ı aylarca aramasına rağmen bulamamıştı. Thomas o kadar bunalıma girmişti ki canına kıymayı düşünmüştü. Sonra da bizim gördüğümüz kapüşonlu adam ile karşılaşmıştı. O esnada Thomas kötüleşerek nefes nefese kalmıştı, biraz zaman istemişti. Mabi onu rahatlatırken Livei kollarını göğsünde kavuşturdu. "Kutay bu hikayenin neresinde peki? Söylediğin bazı şeyler uyuşmuyor. Kutay ve Barış bize hikayelerini göstermişlerdi direkt kendi gözümüzden. 3. Dünya Savaşı çıktığı esnada, ikisi de henüz gençken gizemli bir evin bahçesindeki ışık kümesine giriyorlar. Barış yok olurken Kutay üstün güçler kazanıyor. Hikayede onun yakın arkadaşı olan kişi Kutay'dı. Sen bu hikayede yoktun. Her şey çok kafa karıştırıcı."
Image
► Show Spoiler

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#49
Thomas bir süre daha dinlendikten sonra Livei'ye bakıyor ve sorularına cevap vermeye başlıyor. "Barış'ın tek dostu ben değildim elbet. Kutay da bunlardan biriydi, ama ben Kutay'ı yakından tanımıyordum. Biz Barış ile eğitim ve meslek aracılığıyla bir araya gelmiştik, Kutay onun çok daha eski bir arkadaşı. Ama son zamanlarda Kutay ile aralarının açıldığından bahsediyordu, biz tanışmamıştık o yüzden Kutay benim arkadaşım değildi. Sonradan yaşananlarda Kutay'ın da Barış'ın da ne kadar büyük payı olduğunu öğrendim." Hemen ardından doğruluyor ve vücudunu esnetirken konuşmaya devam ediyor. "Orası bir ev değildi, malikaneydi. O malikanenin içinde buldular portalı, yer altında. Bir evin bahçesinde olmadı yani yaşananlar. Ki söylemeliyim, o zamanlar ikimizin de gittiği çok güzel bir ev vardı. Ama o uzun hikaye..." Thomas, iç çekiyor ve yaşananları anlatmaya devam ediyor. "Kapşonlu adam bana kılık değiştirmem gerektiğini söyledi, rahatlıkla tanınabileceğim bir ortama gireceğimi ve bunun tehlikeli olacağını söyledi. Bu nedenle ben de kılık değiştirmekten fazlasını yaptım diyebilirim. Gittim, boya aldım, saçlarımı kestim, sonra da boyadım. İnternetten mavi lens satın aldım, onları da taktım." Sözlerini bitirdikten sonra Mabi'ye dönüyor ve gülümsüyor. "Evet, gözlerim mavi değil, saçlarım da sarı değil. Seni de kandırdığım için üzgünüm, Monsieur." diyor. Hemen ardından gülümsüyor ve "Monsieur deyip duruyorum, Fransızca bildiğim doğru ama aslen ne ana dilim o, ne de Belçikalıyım. Bu da burada oluşturduğum kişiliğin bir parçasıydı." diyor. Şaşkına dönmüş Bok ise "Seni bir ara lavabodayken görmüştüm, arkan dönüktü ama aynaya bakıyordun. Kapı aralanmıştı, o an kafamı çevirdim ama son dakika gözlerinle oynadığını görüp bir süre bakmıştım. Anlam veremeyip uzaklaşmıştım. Lenslerini değiştiriyordun yani." diyor. Thomas ise "Evet, doğru." diye cevap veriyor kısaca.

Bok oturuyor ve "Peki amacın ne? Neden buraya geldin? Arkadaşını buldun, ona güvenilemeyeceğini söyledin. Ne amaçlıyordun? Tüm bu olaylardan önce Mabi seninle tanıştığında da Dünya karşıtı bir örgütün içindeydin. Ne öğrendin de bu kadar radikal bir şekilde arkadaşına sırt çevirdin?" diye soruyor. Thomas ise ayağa kalkıyor ve gezinerek sorulara cevap veriyor. "Geldiğimde Zengin Co'ya girdim, oraya gizlice karıştım. Kutay ile zaten tanışmışlığımız yoktu, o yüzden yaptığım basit kimlik değişimi işe yaradı. Barış ise beni gördüğü anda tanıdı elbette. Onunla ilk konuştuğumda Kutay'ın planını destekliyordu, yani tam olarak ne hissetmem gerektiğini anlamamıştım. Bana Ingenium planını doğru düzgün anlatmamışlardı zaten, ne olup bittiğini bilmiyordum. Sonrasında fikirleri değişmeye başladı, bu değişimi uzaktan izledim ve bir gün bana birlikte kaçabileceğimizi ve doğru bir amaç uğruna ilerleyebileceğimizi söyledi. Amacını açıklamasını istediğimde ise onu çok sorguladığım için beni ona güvenmemekle suçladı, planı kendi başına uygulamaya koyuldu. Yine de Kutay'ın planlarının ne kadar çarpık ve kötü olduğuna dair zihnimi açtığı için ben de Ingenium'a kaçtım ve kendi başıma bir şeyler yapmaya çalıştım. Oradayken beni tekrar buldu." Birkaç saniyeliğine gökyüzüne bakıyor, sonra kafasını tekrar ekibe çeviriyor. "Bana planının gerçekte ne olduğunu anlattı. Size her şeyden önce şunu söyleyeyim, planın benim için hiçbir kötü tarafı yok, konu benim can güvenliğim ve sağlığım ise bu plan bana yarıyor. Ama sizler için ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yok. O yüzden bu plana karşı çıktım ve şu anki amacım netleşti." Ciddi bir yüz ifadesiyle, keskin bir ses tonuyla konuşuyor. "İkisini de durduracağım. İkisinin de başarılı olması sadece bu iki gezegenin değil, evrenin de zararına olacak. Biri zamanında can dostumdu, bir diğeri de dostumun can dostuydu. Ama geri dönüş yok, doğru olanı yapmak zorundayım. Tek sorun şu ki onları öldürebilir miyim bilmiyorum. Kendimi öldürmeye getiririm, orası ayrı. Yapacak güce sahip miyim emin değilim. Gerekirse Barış'ı bir odaya kapatırım, sonsuza dek orada bırakırım. Ama planını asla başarıyla uygulamasına izin vermeyeceğim."

Ekibe yaklaşıyor ve konuşmaya devam ediyor. "Barış'ın planına gelirsek..." Bir anda bir ışınlanma sesi duyuyorsunuz ve arkanıza baktığınızda beklenmedik bir isim ile karşılaşıyorsunuz. Elion tam karşınızda duruyor. Yavaşça size doğru yürüyor ve "Max sizi burada bulabileceğimi söyledi." diyor. Bok ayağa kalkıyor ve Bok ayağa kalktığı anda Elion cebinden bir silah çıkarıyor. Bu silah, geleneksel, Dünya'dan geldiği belli, mermi ile çalışan bir silah. "Bok, Thomas'ın önünden çekil." diyor. Bok ise "Ne yapmaya çalışıyorsun lan sen?!" diye soruyor. Elion silahı Thomas'a doğrultuyor. "Hazır en önemli üyelerimiz burada, size yeni bir fikir sunmak istiyorum, değerlendirmeye alırsanız sevinirim." diyor. Sonra da Thomas'a doğru silahı sallayıp "Artık Dünyalıları dinlemeyi bırakabilir miyiz? Hepsi başından beri birbirlerini suçlamak dışında hiçbir şey yapmıyorlar. Hepsi güvenilmez, aciz ve güçsüz. Şu güne kadar gördüğüm en işe yarar Dünyalı Max, o bile çoğu şeyi başaramadı ve yalan söylediği oldu. Neden hala Dünyalıların kıçını yalıyoruz? Thomas dahil hepsini etkisiz hale getirelim ve şunu kafamıza koyalım." Bir anda bağırmaya başlıyor. "HİÇBİR DÜNYALI KONU INGENIUM OLUNCA TARAFSIZ BİR BAKIŞ AÇISINA SAHİP OLMAYACAK!"

Sessizlik. Thomas ve Elion bakışıyor. Bok eliyle silah işareti yapıp Elion'a tutuyor. Her şey bir anda gerçekleşiyor, anlam veremiyorsunuz. Bu yaşananlar çok saçma, bir açıklaması olmalı.

Re: [Mutlak Son] Dağın İçinde

#50
Thomas’ın ağzından çıkmaya başlayan her bir kelimeye dikkat kesilmiştim. Barış’ın bir diğer dostu olan Kutay’a konu geldiğinde, kendisinin onunla tanışmadığını söylüyordu. Malikanenin içinde, yer altında bir portal bulmuştu Kutay ve Barış ikilisi. Bir evin bahçesinde değil, malikanenin yeraltında yaşanmıştı. Kapşonlu adam, Thomas’a kılık değiştirmesi gerektiğini söylemişti, tanınabileceği bir ortama gireceğinden dolayı, böylesinin daha uygun olduğunu belirtmişti. Ama Thomas, kılık değiştirmekten daha fazlasını yapmıştı. Saçlarını kesip boyamıştı, internetten mavi lens alıp takmıştı. Ortaya çıkardığı her bir bilgi, kalbimde derin bir yara açmaya başlamıştı. Bu adamın gözleri mavi değildi, saçları sarı değildi. Fransızca konuşuyor, Monsieur diyip duruyordu, hatta bu kelimeyi, Fransızca kelimeleri benim ağzıma o takmıştı, ama ana dili bu değildi, kendisi Belçikalı bile değildi. Oluşturduğu kişiliğin bir parçası olarak, yanımda duran kişi hiçbir zaman o olmamıştı. Benim kardeşim diye bildiğim kişi, kardeşim değildi.

Thomas, benim dostum değildi, hiçbir zaman da olmamıştı.

Kollarımı göğsümde kavuşturup, sessizliğe gömülmüştüm. Yapabileceğim başka hiçbir şey yoktu. Zengin Co’ya gizlice karıştığını, Kutay ile tanışıklığının olmaması sebebiyle kimlik değişiminin işe yaradığından bahsediyordu. Barış kimlik değişimine rağmen gördüğü anda tanımıştı. Kutay’ın planını desteklediği bir dönemdeydi. Ingenium planını Thomas’a da düzgünce anlatmamışlardı. Bir süre sonra fikirlerinin değişmeye başladığını gözlemlemiş, amacını açıklamasını istediğinde ise Thomas’ı suçlamış. Bu sebeple planı kendi başına uygulamaya koymuş. Kutay’ın planlarının çarpık ve kötü olduğuna dair zihnini açtığı için Ingenium’a kaçmış ve kendi başına bir şeyler yapmayı denemiş. Burada ise tekrardan onu bulmuş. Bu sefer ise, planının gerçekte ne olduğunu anlatmaya başlamış. Planın Thomas gözünden hiçbir kötü tarafı yokmuş, konuya onun can güvenliği ve sağlığı açısından baktığımız zaman planın kendisine yaradığını söylüyordu. Lakin konu bizlerin can güvenliği ve sağlığına geldiğinde ise, hiçbir fikri olmadığını söylüyordu. Tam da bu sebepten dolayı plana karşı çıkmış ve amacını netleştirmiş.

İkisini de durdurmak istediğini söylüyordu. İki tarafın da başarılı olması durumda zarar hem evrene, hem gezegenlere yazacaktı. Geri dönüş olmadığını, doğru olanı yapmak zorunda olduğunu söylüyordu. Ancak ben bu yolda, Thomas’ın yanında olabilir miydim bilmiyorum. Bir kere kalbim kırılmıştı ve bunca zaman yan yana savaştığım, insanları öldürdüğüm kişi, tanıdığım kişi değildi. Tüm bu anlattıklarını, sadece kafamı aşağı yukarı oynatarak cevap verebilmiştim. Sanırım artık bir dostumu kaybetmiştim. Barış’ın planına geldiğimizde ise, lafı yarıda kesilmişti, Elion çıkagelmişti. Elion cebinden bir silah çıkartmıştı, geleneksel, Dünya’dan geldiği belli olan, mermi ile çalışan bir silahtı bu. Namlusu ise, Thomas’a doğru çevrilmişti. Elion yeni bir fikir sunmaya karar vermişti, bu fikiri ise Dünyalıları dinlemeyi bırakmamız yönündeydi. Hepsi hakkında çıkarımları doğruydu, ancak böyle bir cezaya çarptırmamız uygun değildi. Thomas her ne kadar yalancı bir herif olsa da, ekibin bir parçası olmuştu bile.

Ağır adımlarla Thomas’ın önüne geçtim. İki elimi de havaya kaldırarak, teslim olduğumu gösterdim. Ona karşı ani bir hamle yapmak istemiyordum. “Elion, silahı bırak. Bir fikirle gelmişsin, ancak bunu değerlendirmeye almamıza izin vermiyorsun.” Eski düşmanım, yeni dostum. Ortalığı karıştırmakta üstüne yoktu. “Şu silahı indir, doğru düzgün konuşalım. Senin gibi zeki bir adam, böyle bir tehdit altında insanların düzgün düşünemeyeceğini biliyor olmalı. Sakin ol, tamam mı?” Belki yine bir kriz geçiriyordur diye düşünmeden edemiyordum. “Bunu, bütün ekiple birlikte konuşabiliriz, ancak böyle bir şeyin cezasını tek başına kesemezsin. Sen değerlendirmemize izin vermiyorsun, direkt sonuca geçiyorsun. Şu silahı indir, konuşalım.” Kelimelerim bittiğinde, yavaş ve sakin adımlarla Elion’a doğru ilerleyecek ve elimi namlunun önüne yavaşça koyup, silahı indirmesini sağlayacağım.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Return to “Prui Kabile Bölgesi”

cron