Mabi: Bay Zengin'in soğuk bakışları altında, etrafındaki cihazların vızıltısı ve beyaz duvarların parlaklığı seni daha da rahatsız ediyor. Bay Zengin, sözlerinin ardından seni değerlendiren bir tavırla birkaç adım atıyor, elleri hala arkasında bağlı. Gözlerini sana dikmiş, ciddiyetini koruyarak konuşmaya başlıyor. "Dünya'nın şu an içinde bulunduğu durumu anlaman gerekiyor. Üçüncü Dünya Savaşı'nın çıkmasının ve bitmiş olmasının dolaylı yoldan sebebi benim. Bugüne kadar yaptığım planlar... Bunların hepsi bu felaketi tetikledi. İnsanların hayatlarını kaybetmesine, şehirlerin yıkılmasına, medeniyetlerin çökmesine neden oldum." Sözleri ağır ve keskin, her kelimesi zihninde yankılanıyor. Bay Zengin, gözlerini senden ayırmadan konuşmaya devam ediyor. "Benim stratejilerim ve planlarım, bu savaşın başlamasına yol açtı. Dünya'nın kaynaklarını ve güç dengesini kontrol etmek için yapılan hamleler, insanları ve şehirleri yerle bir etti. Bu durum, sadece bizim için değil, tüm dünya için büyük bir felakete yol açtı. Ve şimdi, bu sonuçlarla yüzleşmek zorundayız." Gözlerini gözlerinin içine dikiyor. "Bu felaketlerin sonuçları sizsiniz. Siz bizim kurtuluşumuz için tek yolsunuz. Ve maalesef bu gelecekte size yer yok. Şükret ki prensipleri olan bir adamım. Adalet ve hukuka olan mutlak bağlılığım olmasaydı şu anda seni toz zerresine çevirirdim. Ama ben potansiyelinizi görmek istiyorum. Siz de potansiyelinizi göstermeyi hak ediyorsunuz. Bana kendini göstermeni istiyorum. Ama önce ben sana bir şey göstereceğim."
Bay Zengin, arkasına dönüyor ve "Kendini gösterebilirsin." diyor. Bir anda ortamın renklerini algılayamaz hale geliyorsun. Öyle olağanüstü kozmik bir ışık oluşuyor ki, gözlerin çalışmamaya başlıyor. Sürekli bulanık görüyorsun, sürekli bir yanlışlık var. Karşında bir figür var, Bay Zengin'in hemen yanında duruyor. Bu figürü idrak etmekte zorlanıyorsun. Hiçbir şeye benzemiyor ama bir yandan da her şeye benziyor. Figür konuşmaya başlıyor, hiçbir şey anlamıyorsun. "𐌷𐌺𐌶𐌱𐍀𐍄𐌾𐌳𐌿𐍂𐌰𐍆 𐌲𐍉𐌺𐌶𐌷 𐌾𐌹𐌵𐍃𐍇𐌹𐌾𐌽𐌷𐌺𐌸𐌻𐍄 𐌰𐌹𐍇𐍁𐌹𐌾𐌽𐌰𐍀𐌴𐌹𐌶𐍉𐌹𐌻 𐌴𐌷𐌼𐌿𐍁𐌾𐌷𐌼𐍂𐌷" Duyduklarını anlamlandıramıyorsun. Bir anda içindeki tüm rasyonellik ve mantık kırılıyor. Aklın yavaş yavaş yitiriliyor, dünya senin için anlamsız bir karmaşaya dönüşüyor. Bu figürün varlığı, seni tamamen deliliğin eşiğine sürüklüyor. Her şey bulanık ve belirsiz, dünya senin için bir kabusa dönüşüyor. İçindeki tüm cesaret ve özgüven, bu kaosun içinde eriyip gidiyor. En sonunda kendini sadece Bay Zengin'in ve senin olduğun bembeyaz bir ortamda buluyorsun. Bay Zengin gözlerinin içine bakıyor ve sana acı gerçeği söylüyor. "Bir dakika içerisinde vücudundaki tüm sinirler acı çekmeye başlayacak. Bu ortamda ölmen imkansız, kendini de öldüremezsin. Pes de edemezsin, uykuya da dalamazsın. Dünya için çalışacaksın. Dünya için çalışacağını kabul edene kadar acı çekeceksin. Bulunduğun yerden kurtulmanın tek yolu kendini Dünya'nın kurtuluşuna adamak. Arkadaşlarını teker teker öldüreceksin. Zihnini öyle bir programlayacağım ki bize ihanet etme fikrini aklından geçiremeyeceksin bile. Şimdi sana soruyorum, bu işkenceye maruz kalmak mı istiyorsun, yoksa teklifimi kabul edecek misin?"
Yolun sonu.
Livei: Konuşmanın etkisi, Şapkalı'nın yüzünde anında yankı buluyor. Mitga ismini duyduğunda, yüzündeki ifade bir an için değişiyor. Gözlerinde beliren şaşkınlık, bu ismi daha önce duymadığını belli ediyor. Konuşmaya devam ettikçe, Şapkalı'nın ifadesinde giderek daha fazla üzüntü beliriyor. Kendi ailesine değindikçe, gözlerinde beliren nem, içindeki acıyı yansıtıyor. Her kelimen, Şapkalı'nın yüzündeki ifadeyi daha da yumuşatıyor. Kendi ailesine dair hatıraları ve yaşadığı acıları düşündükçe, yüzündeki sertlik yerini hüzne bırakıyor. Sözlerin, Şapkalı'nın içinde derin bir yankı uyandırıyor. Onun konuşmasını dinlerken, gözlerinde beliren yaşları gizlemekte zorlanıyor. Konuşmanı bitirdiğinde, Şapkalı'nın gözyaşları artık daha fazla saklanamaz hale geliyor. Gözlerinden akan yaşlar, onun içindeki derin üzüntüyü ve pişmanlığı açığa çıkarıyor. Şapkalı, bir süre sessizce ağladıktan sonra, gözlerini sana dikiyor ve titrek bir sesle konuşmaya başlıyor. "Ne kendim, ne de ekibim... Hiçbirimiz empatiye layık değiliz." diyor, sesi acı ve hüzünle dolu. "Yaptıklarımızın bedelini ödüyoruz, ama bu bedel sadece bize değil, herkese zarar veriyor. Bizim hatalarımız, sizin hayatınızı cehenneme çevirdi. Bunun farkındayım."
Şapkalı, bir süre daha sessizce ağladıktan sonra, derin bir nefes alıyor ve gözlerini sana dikiyor. "Sana bir gerçeği itiraf etmeliyim." diyor, sesi çatallı ve gözleri dolu. "Karımı ve çocuğumu aslında kendi ellerimle öldürdüm."
Bu sözleri duyduğunda, şaşkınlık ve dehşet içinde kalıyorsun. Şapkalı, derin bir iç çekerek devam ediyor. "Projenin başlarında, dünyaya yayılan salgın hastalığa ikisi de kapıldı. Hastalığın belirtileri ilk başta hafifti, sadece ateş ve yorgunluk gibi. Ama zamanla, hastalık vücutlarını ele geçirmeye başladı. Ciltlerinde yaralar çıktı, nefes almakta zorlandılar ve sürekli acı çektiler. Onların her gün daha kötüye gitmesini görmek, beni içten içe bitiriyordu. Kafayı yeme noktasına gelmemek için kendimi içkiye verdim." Şapkalı'nın gözleri uzaklara dalarken, acısını yeniden yaşıyormuş gibi görünüyor. "Her sabah, onların odasına girmek benim için işkenceye dönüştü. Karımın ve çocuğumun gözlerindeki korku ve acı, beni her gün biraz daha yok ediyordu. Çaresizlik içinde kıvranıyordum. Bilim insanı olarak, onları kurtaracak bir çözüm bulamamak beni tüketiyordu. Günler geçtikçe, içimdeki umutsuzluk ve çaresizlik daha da büyüdü. Onların acılarına son verecek bir çözüm bulamıyorduk. Her sabah onların odasına girdiğimde, yüzlerinde aynı acı ve korku ifadesini görmek dayanılmaz hale gelmişti." Şapkalı, boğazındaki düğümü zorla yutarak devam ediyor. "Günlerden bir gün, ağır sarhoşken, dayanamayarak çocuğuma vurduğumu hatırlıyorum. O an, onların acısını daha fazla katlanılmaz hale getirmemeye karar verdim. O anın ardından, hayatım boyunca pişmanlık ve suçluluk duygusuyla yaşadım. Onların acılarını daha fazla uzatamayacağımı anladım. Laboratuvarlarımızdan çaldığım, hastalığı daha kötü hale getiren bir şırıngayı onlara enjekte ettim. Bu şekilde, acılarını sona erdirdim." Gözlerinden akan yaşlar, onun içindeki derin pişmanlığı ve suçluluğu ortaya koyuyor. "Her gün onların acı çektiğini görmektense, bu kararı verdim. Ama bu karar, beni her gün içten içe yiyor. Kendi ellerimle onları öldürdüm, ve bu yükü taşımak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Karım, gözlerimin içine bakarak, son nefesinde bile beni affetmeye çalıştı. Çocuğum ise, anlam veremediği bir korkuyla bana sarıldı. Bu anılar, her gece rüyalarımda bana işkence ediyor." Şapkalı'nın sesi giderek daha kırılgan hale geliyor. "Her gün, onların yüzlerini, gözlerindeki korkuyu ve acıyı hatırlıyorum. Onların hayatını kendi ellerimle sona erdirmek zorunda kalmak, beni her gün biraz daha yok ediyor. Bu yükü taşımak, her geçen gün daha da zorlaşıyor. Kendimi affedemiyorum, hiçbir zaman affedemeyeceğim." Şapkalı, ağlamaktan şişmiş gözlerini sana doğrultuyor. "Anlayacağın, ben empati kurulabilecek, anlaşılabilecek bir insan değilim. Artık insan bile olduğumu düşünmüyorum. Ben bir günahkarım ve ben yaşamayı hak etmiyorum. Ama Dünya'nın insanları hak ediyor. Başlarına getirdiğimiz beladan kurtulmayı hak ediyorlar. Her şey bittiğinde ve insanlarımızı gezegeninize yerleştirdiğimizde karım ve çocuğumun peşinden gideceğim."
Şapkalı, gözlerini son kez siliyor ve son sözlerini söylüyor. "Bundan sonra nerede karşılaşırız bilmiyorum ama şu saatten sonra ne sizinle empati kurmaya çalışacağım, ne de sizi insan gibi göreceğim. Hayalimizi gerçekleştirene kadar sizin bir grup değersiz deney faresinden farkınız olmamalı. Hayatta kalabilmemin tek yolu bu mentaliteyi kendime aşılayabilmek. Sizin bu hayalde ve bu gelecekte yeriniz yok ve olmayacak. Nedenini sormanızın hiçbir anlamı yok, öyle olması gerekiyor da ondan. Tatmin oldunuz mu?" Nefes alış verişinin hızlandığını fark edince derin nefes alıp vermeye başlıyor ve konuşmaya devam ediyor. "Seni geri göndereceğim. Planımız olduğu gibi devam edecek. Bu plan sırasında peşinden bir daha ne adam göndereceğim, ne de karşına çıkacağım. Ama planımıza tekrar karşı çıkar ve kendini gösterirsen seni böcek gibi ezerim. Anladın mı?" Seni hala göndermediğine göre sana da söz hakkı vermek istiyor gibi görünüyor.
Bay Zengin, arkasına dönüyor ve "Kendini gösterebilirsin." diyor. Bir anda ortamın renklerini algılayamaz hale geliyorsun. Öyle olağanüstü kozmik bir ışık oluşuyor ki, gözlerin çalışmamaya başlıyor. Sürekli bulanık görüyorsun, sürekli bir yanlışlık var. Karşında bir figür var, Bay Zengin'in hemen yanında duruyor. Bu figürü idrak etmekte zorlanıyorsun. Hiçbir şeye benzemiyor ama bir yandan da her şeye benziyor. Figür konuşmaya başlıyor, hiçbir şey anlamıyorsun. "𐌷𐌺𐌶𐌱𐍀𐍄𐌾𐌳𐌿𐍂𐌰𐍆 𐌲𐍉𐌺𐌶𐌷 𐌾𐌹𐌵𐍃𐍇𐌹𐌾𐌽𐌷𐌺𐌸𐌻𐍄 𐌰𐌹𐍇𐍁𐌹𐌾𐌽𐌰𐍀𐌴𐌹𐌶𐍉𐌹𐌻 𐌴𐌷𐌼𐌿𐍁𐌾𐌷𐌼𐍂𐌷" Duyduklarını anlamlandıramıyorsun. Bir anda içindeki tüm rasyonellik ve mantık kırılıyor. Aklın yavaş yavaş yitiriliyor, dünya senin için anlamsız bir karmaşaya dönüşüyor. Bu figürün varlığı, seni tamamen deliliğin eşiğine sürüklüyor. Her şey bulanık ve belirsiz, dünya senin için bir kabusa dönüşüyor. İçindeki tüm cesaret ve özgüven, bu kaosun içinde eriyip gidiyor. En sonunda kendini sadece Bay Zengin'in ve senin olduğun bembeyaz bir ortamda buluyorsun. Bay Zengin gözlerinin içine bakıyor ve sana acı gerçeği söylüyor. "Bir dakika içerisinde vücudundaki tüm sinirler acı çekmeye başlayacak. Bu ortamda ölmen imkansız, kendini de öldüremezsin. Pes de edemezsin, uykuya da dalamazsın. Dünya için çalışacaksın. Dünya için çalışacağını kabul edene kadar acı çekeceksin. Bulunduğun yerden kurtulmanın tek yolu kendini Dünya'nın kurtuluşuna adamak. Arkadaşlarını teker teker öldüreceksin. Zihnini öyle bir programlayacağım ki bize ihanet etme fikrini aklından geçiremeyeceksin bile. Şimdi sana soruyorum, bu işkenceye maruz kalmak mı istiyorsun, yoksa teklifimi kabul edecek misin?"
Yolun sonu.
Livei: Konuşmanın etkisi, Şapkalı'nın yüzünde anında yankı buluyor. Mitga ismini duyduğunda, yüzündeki ifade bir an için değişiyor. Gözlerinde beliren şaşkınlık, bu ismi daha önce duymadığını belli ediyor. Konuşmaya devam ettikçe, Şapkalı'nın ifadesinde giderek daha fazla üzüntü beliriyor. Kendi ailesine değindikçe, gözlerinde beliren nem, içindeki acıyı yansıtıyor. Her kelimen, Şapkalı'nın yüzündeki ifadeyi daha da yumuşatıyor. Kendi ailesine dair hatıraları ve yaşadığı acıları düşündükçe, yüzündeki sertlik yerini hüzne bırakıyor. Sözlerin, Şapkalı'nın içinde derin bir yankı uyandırıyor. Onun konuşmasını dinlerken, gözlerinde beliren yaşları gizlemekte zorlanıyor. Konuşmanı bitirdiğinde, Şapkalı'nın gözyaşları artık daha fazla saklanamaz hale geliyor. Gözlerinden akan yaşlar, onun içindeki derin üzüntüyü ve pişmanlığı açığa çıkarıyor. Şapkalı, bir süre sessizce ağladıktan sonra, gözlerini sana dikiyor ve titrek bir sesle konuşmaya başlıyor. "Ne kendim, ne de ekibim... Hiçbirimiz empatiye layık değiliz." diyor, sesi acı ve hüzünle dolu. "Yaptıklarımızın bedelini ödüyoruz, ama bu bedel sadece bize değil, herkese zarar veriyor. Bizim hatalarımız, sizin hayatınızı cehenneme çevirdi. Bunun farkındayım."
Şapkalı, bir süre daha sessizce ağladıktan sonra, derin bir nefes alıyor ve gözlerini sana dikiyor. "Sana bir gerçeği itiraf etmeliyim." diyor, sesi çatallı ve gözleri dolu. "Karımı ve çocuğumu aslında kendi ellerimle öldürdüm."
Bu sözleri duyduğunda, şaşkınlık ve dehşet içinde kalıyorsun. Şapkalı, derin bir iç çekerek devam ediyor. "Projenin başlarında, dünyaya yayılan salgın hastalığa ikisi de kapıldı. Hastalığın belirtileri ilk başta hafifti, sadece ateş ve yorgunluk gibi. Ama zamanla, hastalık vücutlarını ele geçirmeye başladı. Ciltlerinde yaralar çıktı, nefes almakta zorlandılar ve sürekli acı çektiler. Onların her gün daha kötüye gitmesini görmek, beni içten içe bitiriyordu. Kafayı yeme noktasına gelmemek için kendimi içkiye verdim." Şapkalı'nın gözleri uzaklara dalarken, acısını yeniden yaşıyormuş gibi görünüyor. "Her sabah, onların odasına girmek benim için işkenceye dönüştü. Karımın ve çocuğumun gözlerindeki korku ve acı, beni her gün biraz daha yok ediyordu. Çaresizlik içinde kıvranıyordum. Bilim insanı olarak, onları kurtaracak bir çözüm bulamamak beni tüketiyordu. Günler geçtikçe, içimdeki umutsuzluk ve çaresizlik daha da büyüdü. Onların acılarına son verecek bir çözüm bulamıyorduk. Her sabah onların odasına girdiğimde, yüzlerinde aynı acı ve korku ifadesini görmek dayanılmaz hale gelmişti." Şapkalı, boğazındaki düğümü zorla yutarak devam ediyor. "Günlerden bir gün, ağır sarhoşken, dayanamayarak çocuğuma vurduğumu hatırlıyorum. O an, onların acısını daha fazla katlanılmaz hale getirmemeye karar verdim. O anın ardından, hayatım boyunca pişmanlık ve suçluluk duygusuyla yaşadım. Onların acılarını daha fazla uzatamayacağımı anladım. Laboratuvarlarımızdan çaldığım, hastalığı daha kötü hale getiren bir şırıngayı onlara enjekte ettim. Bu şekilde, acılarını sona erdirdim." Gözlerinden akan yaşlar, onun içindeki derin pişmanlığı ve suçluluğu ortaya koyuyor. "Her gün onların acı çektiğini görmektense, bu kararı verdim. Ama bu karar, beni her gün içten içe yiyor. Kendi ellerimle onları öldürdüm, ve bu yükü taşımak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Karım, gözlerimin içine bakarak, son nefesinde bile beni affetmeye çalıştı. Çocuğum ise, anlam veremediği bir korkuyla bana sarıldı. Bu anılar, her gece rüyalarımda bana işkence ediyor." Şapkalı'nın sesi giderek daha kırılgan hale geliyor. "Her gün, onların yüzlerini, gözlerindeki korkuyu ve acıyı hatırlıyorum. Onların hayatını kendi ellerimle sona erdirmek zorunda kalmak, beni her gün biraz daha yok ediyor. Bu yükü taşımak, her geçen gün daha da zorlaşıyor. Kendimi affedemiyorum, hiçbir zaman affedemeyeceğim." Şapkalı, ağlamaktan şişmiş gözlerini sana doğrultuyor. "Anlayacağın, ben empati kurulabilecek, anlaşılabilecek bir insan değilim. Artık insan bile olduğumu düşünmüyorum. Ben bir günahkarım ve ben yaşamayı hak etmiyorum. Ama Dünya'nın insanları hak ediyor. Başlarına getirdiğimiz beladan kurtulmayı hak ediyorlar. Her şey bittiğinde ve insanlarımızı gezegeninize yerleştirdiğimizde karım ve çocuğumun peşinden gideceğim."
Şapkalı, gözlerini son kez siliyor ve son sözlerini söylüyor. "Bundan sonra nerede karşılaşırız bilmiyorum ama şu saatten sonra ne sizinle empati kurmaya çalışacağım, ne de sizi insan gibi göreceğim. Hayalimizi gerçekleştirene kadar sizin bir grup değersiz deney faresinden farkınız olmamalı. Hayatta kalabilmemin tek yolu bu mentaliteyi kendime aşılayabilmek. Sizin bu hayalde ve bu gelecekte yeriniz yok ve olmayacak. Nedenini sormanızın hiçbir anlamı yok, öyle olması gerekiyor da ondan. Tatmin oldunuz mu?" Nefes alış verişinin hızlandığını fark edince derin nefes alıp vermeye başlıyor ve konuşmaya devam ediyor. "Seni geri göndereceğim. Planımız olduğu gibi devam edecek. Bu plan sırasında peşinden bir daha ne adam göndereceğim, ne de karşına çıkacağım. Ama planımıza tekrar karşı çıkar ve kendini gösterirsen seni böcek gibi ezerim. Anladın mı?" Seni hala göndermediğine göre sana da söz hakkı vermek istiyor gibi görünüyor.